E. Chainey's Blog, page 5
February 27, 2014
Bookowski TKK Konsept: Amerikan İç Savaşı

Bookowski Konsept'in 3. konusu Amerikan İç Savaşı. Önce konu hakkında biraz bilgi edinelim:
Amerikan İç Savaşı veya diğer adıyla Eyaletler Arası Savaş, Amerika Birleşik Devletleri'nin Washington'daki yönetimi ile bu ülkeden ayrılmak isteyen 11 Güney Eyaleti arasında çıkmış geniş kapsamlı bir iç savaştır. 11 Güneyli Eyalet Abraham Lincoln'un 1860 yılında başkan seçilmesiyle Jefferson Davis komutasında bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. 12 Nisan 1861 yılında ise Güney Carolina'daki Sumter Kalesi'nden ilk top atışıyla birlikte savaş başlamıştır.
19. yüzyılın ortalarında Amerika Birleşik Devletleri'nin güneydoğu bölgelerinde büyük çiftliklerin ağırlıkta olduğu ve tarıma dayanan bir ekonomi yerleşmişti. Bu çiftliklerde özellikle pamuk, tütün ve şeker kamışı yetiştirilmekte ve gereken işgücü Afrika'dan kaçırılıp getirilen siyahi kökenlilerden oluşan kölelerden sağlanmaktaydı. ABD'nin diğer bölgelerinde ekonomi sanayiye yönelmiş ve bunun gerektirdiği serbest işgücü için kölelik ortadan kaldırılmıştı. ABD'nin batı kesiminde hala yeni eyaletler kurulmaya devam ediyor ve bu yeni eyaletlerin çoğunda kölelik yasaklanıyordu. Bu ortamda güney eyaletleri köleliğin eninde sonunda güneyde de yasaklanacağından endişelenmekteydiler. Bu da güneyin köleliğe dayanan üretim tarzını kökünden tehdit ediyordu. Köleliği kaldırmaya söz vererek seçime katılan başkan adayı Abraham Lincoln seçimi kazanınca güneyli 7 eyalet (Güney Karolina, Mississippi, Florida, Alabama, Teksas, Georgia ve Louisiana) yeni başkanın köleliği kaldıracağına kesin gözle bakarak hemen ABD'den bağımsızlığını ilan ettiler. Bu eyaletler Jefferson Davis'in başkanlığı altında Amerika Konfedere Devletleri adı altında yeni bir devlet kurdular. Kısa bir süre sonra buna 4 eyalet (Virjinya, Arkansas, Kuzey Karolina ve Tennessee) daha katıldı. Bu toplam 11 eyalet Amerikan İç Savaşı'nda güneyli konfederasyon tarafını oluşturdular. Ülkenin geri kalan kısmı (özellikle kuzeydoğu kısmı) da kuzeyli union "birlik" tarafını oluşturdular. Bir süre sonra iki devlet arasında savaş patlak verdi.Amerikan İç Savaşı'nın ilk yıllarında hiçbir taraf üstünlük sağlayamadı. Her iki taraftan da birçok kayıplar oldu ve her iki taraf da zaman zaman askeri başarılar elde etse de baskın çıkamadı. 1863 yılının Temmuz ayında gerçekleşen "Gettysburg Muharebesi" önemli bir dönüm noktası oldu. Güneyden 75 bin, kuzeyden 82 bin askerin katıldığı bu kanlı savaşta her iki taraf da askerlerinin yaklaşık üçte birini kaybettiler ama kuzeyliler tartışmasız bir üstünlük sağladı. En sonunda 9 Nisan 1865 tarihinde kuzey orduları güneyli ünlü komutan Robert Edward Lee'nin ordularını birkaç koldan sardılar ve teslim olmaya mecbur bıraktılar. Aynı yılın Haziran ayında geri kalan bütün güney askerleri de silahlarını bırakarak teslim oldular ve Amerikan İç Savaşı kuzeyin zaferiyle sona erdi. Savaş bitince Abraham Lincoln Güney'i sömürmek yerine onları kalkındırmak için çok sayıda karşılıksız borç teklif etti. Kuzeyli toprak sahipleri tam tersini düşünüyordu. Bunun üzerine Senatör Wallace ve "Gizli Servis"i Lincoln'ü öldürme kararını aldı. Eski bir oyuncu olan John Wilkes Booth, Abraham Lincoln'ü başından vurarak öldürdü.Savaşın bitiminde güneydeki bütün kölelere özgürlük hakları verildi. Kısa bir süre sonra da köleler oy kullanma hakkını kazandılar. ABD'nin güneyinde köleliğe dayanan tarım ekonomisi sona erdi. Amerika Birleşik Devletleri bölünme tehlikesinin üstünden gelerek tekrar tek bir ülke olarak birleşmiş oldu. Savaşın sonunda güneydeki zencilere birçok hak verildiyse de, bunlar kısa süre içinde güneyli beyazlar tarafından geri alındı. Ayrıca savaştan önce ABD'nin güney ve kuzey tarafları eşit zenginlikte iken, savaştan sonra güney ekonomik yıkıma uğradı ve kuzey öne geçti.
Kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/Amerikan_%C4%B0%C3%A7_Sava%C5%9F%C4%B1
Kölelik ile ilgisini görüyoruz Amerikan İç Savaşı'nın. Dolayısıyla Kölelik konusunu merak ediyorsanız eğer daha önce konseptini yapmış olduğum konuya şuradan ulaşabilirsiniz:
http://bookowski-tkkb.blogspot.com.tr/2014/01/bookowski-tkk-konsept-kolelik.html
İ lgili Tarihi Kurgu Kitapları
1. Charles Frazier – Soğuk Dağ (Cold Mountain)

Ağustos 1999, 408 sayfa
Soğuk Dağ, Amerikan İç Savaşısona erdiğinde, sevdiğine kavuşmak için yola çıkan bir askerin uzun yolculuğunu anlatıyor; nefis bir aşk öyküsü olmanın yanında, olağanüstü bir serüven romanı. Yaralı asker Inman, sevgili Ada'sına doğru yol alırken, Ada ise babasının çiftliğini yeniden diriltmeye çabalarken, her şeyin ne kadar değiştiğini görecek ve bambaşka bir dünyayla yüzleşmek zorunda kalacaktır.
Soğuk Dağ, eleştirmenler tarafından Amerikan İç Savaşı'nı en iyi anlatan roman kabul edildi. Ancak verdiği evrensel mesaj, sınırları aşarak tüm insanların yüreğine ulaşıyor. Her yerdeki 'Soğuk Dağ'lar ve bekleyen sevgililer aynı. Savaşher yerde incitiyor, yıkıyor, dünyayı değiştiriyor.
*** Filmi de bulunmaktadır.
2. Margaret Mitchell – Rüzgar Gibi Geçti (Gone With The Wind)

Haziran 2008, 840 sayfa
Pulıtzer Ödüllü Bir Aşk Ve Savaş Destanı
Güçlü ruhu, çarpıcı güzelliğiyle Scarlett O'Hara, hür ve etkileyici Rhett Butler ve romantik, son derece yakışıklı Ashley Wilkes'ın içinde bulunduğu aşk üçgenine, iç Savaş kıyameti eşliğinde tanıklık ediyoruz.
Aşk, ölüm, kan, kül ve savaşın götürdükleri.
*** Filmi de bulunmaktadır.
3. Howard Fast – Özgürlük Yolu (Freedom Road)

Ocak 2000, 304 sayfa
Yayınlarımız arasında daha önce yayımlanmış olan ' Suçsuzlar' (Sacco ile Vanzetti) ve 'Fırtınadan Sonra' başlıklı yapıtlarında da olduğu gibi konularını daha çok tarihsel olaylardan seçen ve eşsiz kurgu yeteneğiyle bunları bize canlı bir biçimde yaşatan Howard Fast, elinizdeki romanı, "Faşizme karşı mücadelede hayatlarını vermiş olan kara ve beyaz, sarı ve Kızılderili bacı, kardeş ve arkadaşların anısına" adamıştır. Nerdeyse, bütün dünya dillerine çevrilmiş olan 'Özgürlük Yolu', Amerikan tarihinin çok önemli bir dönemine ışık tutmaktadır. İç Savaş'ın sonunda köleliğin kaldırılmasıyla yaşanan kısa bir özgürlük dönemidir bu. Feodalizm ağır bir darbe yemiş ve burjuvazi kendi iktidarını kurarak kapitalizmin yolunu açmıştır. Toprak ağalarının karşısında canlarını vererek savaşan insanlar renk ve sınıf ayrımına bakılmaksızın özgür yaşayacaklarına inanmışlardır. Oysa burjuvazinin iktidarını sağlamlaştırmasından sonra durumun hiç de öyle olmadığı anlaşılacak, köle tutsaklığının yerini başka bir tutsaklık alacaktır. Özgürlük Yolu'nda özgürlüklerin sınıfsal olduğunu bir kez daha gösteren Fast, Amerikan tarihinin bu çok önemli geçiş dönemini kendine özgü anlatımıyla tarihsel bir fresk çizerek gözler önüne sermektedir.
4. Robert Hicks – Güneyin Dulu (The Widow of the South)

Nisan 2007, 568 sayfa
Tarihi bir dönemin sonunu getiren çılgınca bir savaşın izlerini süren, müthiş dirayetli ve fark edilir güçte bir kadının, ölümler vahşetinin içinden hayata sahip çıkışının hikâyesini anlatan, müthiş bir kitap..
30 Kasım 1864'teki Franklin Savaşı, Amerika'da, Güney'de yaşanan en büyük felaketlerden biriydi: 9000 yaralı, 1500 ölü. Yetmiş yedi yıl sonra, bu savaş Winston Churchill'i şuna inandırdı: Amerika gerçekten de II. Dünya Savaşı’nı kazanmak yolunda müttefiklere yardım edebilirdi. Baksanıza, demişti Churchill, kendileriyle bile en sonuna dek savaşmış bu adamlar. Güney'in Dulu, bu savaşın yaralı ve ölülerinin başından geçenleri anlatıyor. Carrie McGavock adlı bir kadının yaralıları iyileştirmek, ölüleri gömmek için verdiği uğraşı.. McGavock çiftliği, savaş sırasında ve sonrasında hastane olarak kullanılıyor ve Carrie de dönemin tüm kadınları gibi misafirlerine hemşirelik yapıyor. İçindeki acıların yangınını söndürebilmek için. Ölen çocuklarının ve daha saklı hüzünlerin.. Aşkın!
5. Geraldine Brooks – Savaş Yıllarında Aşk (March)

Mayıs 2010, 400 sayfa
Geraldine Brooks, Pulitzer ödüllü kitabında ana karakter olarak Louisa May Alcott'un sevilen klasiği Küçük Kadınlar'dan, zor zamanlarda karısı ve kızlarını bırakıp savaşmaya giden baba karakteri olan Bay March'ı ele alarak Küçük Kadınlar'a farklı bir bakış açısı getirmiş ve İç Savaş yıllarında yaşanan yasak bir aşk, evlilik, cazibe, çekicilik ve acı üzerine kaleme aldığı bu eseriyle kurgulama üzerine ne kadar başarılı olduğunu ve kendisine verilen Pulitzer ödülünü hak ettiğini göstermiştir.
Dönemin Amerika'sını ve Güney'in duygusal savaş öncesi dönemini içeren Savaş Yıllarında Aşk, Küçük Kadınlar'daki March ailesinin iyimser çocuklarının hikâyesine yetişkin boyutu katarak; savaşın ahlaki karmaşalarını, aşkı, aşırı idealizmle ve güçlü, yasak bir çekiciliğin cazibesiyle test edilen bir evliliği betimler. Mükemmel bir şekilde yazılmış, başka bir zamanın detaylarını derinleştiren ve tamamen özgün bir hikâye olan Savaş Yıllarında Aşk, Geraldine Brooks'un olağanüstü kurgusuyla okuyucusuyla kavuşuyor.
6. William Faulkner – Yenilmeyenler (Unvanquished)

Haziran 2012, 192 sayfa
İç Savaş ya da Kuzey-Güney Savaşı ya da Union (Birlik) ile Confederacy (Konfederasyon) eyaletlerinin 1861-1865 yılları arasında yaptıkları savaş Amerikan edebiyatında çok önemli bir yer tutar. Özellikle Güneyli yazarlar için bu savaşın çok büyük bir anlamı vardır. Faulkner, ailesi de bu savaşta yer almış biri olarak, hem doğrudan hem göndermelerle bu savaşa pek çok yapıtında değinmiştir. Yenilmeyenler, yalnız Amerikan İç Savaşı'nın değil belki de bütün savaş edebiyatlarının en ilginç yapıtlarından biridir. Faulkner bu yapıtında savaşı arka plana alarak, yaşlı bir kadın, yeniyetmeliğe yaklaşan bir çocuk ve onun siyah köle arkadaşının başrolde olduğu bir "cephe gerisi" öyküsü kurar. Anlatıyı savaşa kendi özel birliğini kurup katılmış, çiftlik sahibi Albay John Sartoris'in oğlu Bayard Sartoris'in gözünden ve onun ağzından izleriz. Romana adını veren "yenilmeyenler" de bu, cephe gerisindekiler, yaşlı bir kadın ve bir çocukta süregelen direniştir, yoksa Güney'in orduları yenilmiştir...
7. Cherie Priest – Kemiktitreten (Clockwork Century Serisi 1 - Boneshaker)

Kasım 2012, 460 sayfa
Amerikan İç Savaşı'nın ilk zamanlarında, buzlarla kaplı Klondike bölgesinde altın olduğuna dair söylentiler yüzünden bir yığın insan Kuzeybatı Pasifik'e akın eder. Amerikalı kanun koyucular Alaska bölgesini alıp almamayı tartışırken Rusya, buzun altındaki madeni çıkartacak bir makine yapması için Leviticus Blue adındaki bir mucitle anlaşır. Dr. Blue'nun Olağanüstü Delicisi Kemik Titreten işte böyle ortaya çıkar.
Ama Kemik Titreten daha ilk denemesinde kontrolden çıkıp Seattle şehir merkezinin altını üstüne getirir ve sayısız insanın ölümüne neden olur. Ne var ki bu devasa aletin yol açtığı felaketin büyüklüğü daha sonra anlaşılacaktır: Kemik Titreten, soluyanları birer yaşayan ölüye çeviren zehirli bir gazın yüzeye çıkmasına sebep olmuştur.
Felaketten on altı sene sonra harap haldeki toksik şehrin etrafı artık bir duvarla çevrilidir. Dr. Blue'nun dul eşi Briar Wilkes ve oğlu Ezekiel de bu virane şehrin sakinlerindendir. Dr. Blue'nun kötü şöhreti hayatlarını daha da zorlaştırsa da onlar ayakta kalmayı başarır. Ta ki bir gün Ezekiel tarihi yeniden yazmak için duvarın diğer tarafına doğru tehlikeli bir yolculuğa çıkana dek.
Ezekiel'i duvarın diğer tarafında gözü dönmüş zombilerle, hava korsanlarıyla, tepeden tırnağa silahlı mültecilerle ve dolu bir şehir beklemektedir. Ve onu oradan sağ salim çıkartabilecek tek kişi annesi Briar'dır.
8. Stephen Crane – Kanlı Madalya (The Red Badge of Courage)

2000, 183 sayfa
Amerikan ve dünya edebiyatının önde gelen aykırı yazarlarından Stephen Crane'in başyapıtı sayılan "Kanlı Madalya" savaşkarşıtı 'yazı'nın doruklarında yer alıyor. Amerikan İç Savaşı'nda bir korkağın rastlantılar sonucu nasıl bir kahraman olarak görüldüğünü, gerçekçilik ve simgeciliği kusursuz bir biçimde birleştirerek anlatan roman, savaşın çirkin ve gizli kalan yüzünü gözler önüne seriyor.
9. Ambrose Bierce – Yaşamın Ortasından (In the Midst of Life - tales Soldiers and Civilians)

2001, 252 sayfa
Kayanın en ucundaydı, hareketsizdi ve arka plandaki gökyüzü tüm hatlarını sergiliyordu. Adam atın üstünde tam bir asker gibi, dimdik oturmaktaydı, ama mermer bir Yunan tanrısı heykelinin dinginliğiyle. Gri üniformasıarkasındaki gökyüzüyle uyum içindeydi. Giysi ve silahlarıdışındaki donanımlarının ve atının eyerinin metali gölgeler tarafından yumuşatılmışve bastırılmıştı. Hayvanın derisi parlamıyordu. Epey kısaltılmış bir karabina eyer kaşında durmaktaydı. Adam sağeliyle onu sıkı sıkı tutuyordu. Dizgini tutan sol eliyse görünmüyordu. Gökyüzüne karşı bir silüet gibi duran atın profili kabartma taşlı bir mücevherin keskin hatlarına sahipti.
Uzaktaki tepelere bakıyordu.
Hafifçe yan dönmüşolan binicinin yüzünde sadece bir şakak ve sakal seçiliyordu. Aşağıya, vadinin eteğine bakıyordu. Arka plandaki gökyüzü ve yakında bir düşman kampı bulunduğunun bu açık kanıtının askerde uyandırdığı korku, adamın ve atının heybetli, neredeyse devasa görünmesine yol açıyordu.
10. Gore Vidal – Lincoln

Nisan 2007, 829 sayfa
Amerikan tarihinin yedi ciltlik bir nehir roman dizisi halinde yeniden yazan ve yaşarken efsaneleşen Gore Vidal, bu ciltte Abraham Lincoln'ü ve onun ülkeyi gelmiş geçmiş en tehlikeli ve kanlı dönemeçten nasıl geçirdiğini anlatıyor.Sevdikleri, rakipleri ve gelecekteki katili tarafından dikkatle gözlenen, üzerine titrenen bu saf taşra avukatı, korku, hırs ve acının kol gezdiği İç Savaş yılları Washington'ında günden güne uzak görüşlü, yılmaz, kararlı bir lider haline gelecektir.
Uçsuz bucaksız pamuk işletmelerinin, çiftliklerin Güney'iyle sanayileşmiş Kuzey, gözünü hırs bürümüş kapitalistlerle köle sahipleri boğaz boğaza savaşırken, politika ve askerlik bilgisinin doruklarına çıkmaksızın çözülemeyecek düğümler örülür. Özgürlüklerine susamış köleler ne olacak? Amerika ikiye, hatta üçe bölünsün mü? İşte bunun gibi hayati soruları yanıtlayacak ve gerekeni yapacak Lincoln'den başka biri olabilir miydi acaba?
Ayrıca dizisi de yayınlanmış ve çok beğenilmiş bir üçleme seri de bulunmaktadır, umut ediyorum ki Türkçe'ye çevrilir.
John Jakes – North & South Serisi (https://www.goodreads.com/series/40877-north-and-south)
1. Kuzey ve Güney2. Aşk ve Savaş3. Cennet ve Cehennem

Ve böylece üçüncü konsept yazımın da sonuna geldim. Bu uzun yazıyı okuma sabrı gösterenlere çok teşekkür ederim. Umarım yazım faydalı olmuştur.
Published on February 27, 2014 15:14
February 25, 2014
3 Blogger İle "Sayfaları Çevirirken"
Sevgili Vampirella, Kitap İklimi'nden Pınar ve ben 2014 için bir ilk etkinlik başlatalım dedik.
Aşağıda 3 blogger olarak belirlediğimiz eğlenceli soruları ve benim cevaplarımı bulabilirsiniz. Siz de katılmak isterseniz, konuyu blogunuzda işleyebilir ya da linklere tıklayarak blogları ziyaret edebilir, cevaplarını görebilirsiniz. Ben çok eğlendim, umarım siz de eğlenirsiniz :)
Görsel için Pınar'a çok teşekkürler, sizce de çok sevimli değil mi? :))
Vampirella @ Vampirellanın Güncesi
1. En son hangi kitaba 5 üzerinden 5 puan verdin? Carol Rifka Brunt’ın Martı Yayınevi’nden çıkan Kurtlara Söyle Eve Döndüm adlı kitabına 5 yıldız verdim. Bir coming of age (büyüme) romanı. Young adult kategorisinde ve içinde LGBT bireylere yer veriyor; içinde aşk var, fedakarlık var, şefkat var, önyargıları yıkma var. Çok sevmiştim. Yazar’a da bu beğeni mi dile getirince (GoodReads üzerinden mesaj atmıştım) çok mütevazi bir şekilde teşekkürlerini dile getirdi ve 2. kitabını yazmakta olduğunu söyledi.
2. En son hangi kitaba 5 üzerinden 1 puan verdin?Andrea Camilleri’nin At Hamlesi adlı kitabıydı. Yarısına bile gelemeden sıkıldım. Çünkü konunun işlenmesini çok sıkıcı buldum, anlatım sürükleyici değildi ve araya da tam 40 sayfa! sıkıcı yazışmalar girdiğini görünce daha da dayanamadım.
3. Alışveriş listende hangi kitaplar var? Çok kitap var ama kesin alacaklarım arasında Elizabeth Gaskell’in Kuzey ve Güney’i, Peter Hobbs’un Kayıp Zamanlar’ı, Dan Simmons’un Kabus’u var.
4. Yılın ilk gününden bu yana kaç kitap okudun?15 kitap okumuşum. Bir tanesi kendi hikayem [Okumak isterseniz tıklayın, Vampirella’dan 5 puan aldım ;)] ve diğer biri de Gökçe Doğan’ın Wattpad’de yayınladığı Johanna Mason adlı fanfiction hikayesi, tavsiye ederim, çok başarılı buldum.
5. Kitaplığında uzun süredir okunmayı bekleyen o kitabın adı ne?Charlotte Bronte’un Villette adlı kitabı. Kabul ediyorum, bir klasik sever olarak hemen okumalıyım. Bu yıl içerisinde yorumumu buradan okuyabilirsiniz.
Em Chainey @ TKKB - Bookowski
1. En son okuduğun kitapta en sevdiğin karakter kimdi? Stefan Zweig'ın Satranç adlı kitabında çok karakter yoktu, olan karakterlerden birini seçmek gerekirse Dr. B. diyorum.
2. Şu anda okuduğun kitabı tarif eden 3 özel kelime nedir? Kuzgun, Garip, Gizemli (Lynn Cullen’dan Mrs. Poe adlı romanı okuyorum, yorum burada olacak yine)
3. Şu anda okuduğun kitabın ilk cümlesi nedir?Kötü haber verildiğinde benim konumumdaki birçok kadın bulunduğu yerdeki koltuğun üzerine yığılırken ellerindeki çay bardakları kayıp halıya düşer, saçları güzelce iğnelerinden çıkarak omuzlarına dökülür ve kombinezonlarının içine sığamaz olurlar. Ben onlardan biri değilim. (Lynn Cullen, Mrs. Poe’dan)
4. En son okuduğun kitabı kitap kahramanlarından birine hediye edecek olsan kime ederdin?Stefan Zweig’ın Satranç adlı kitabını At Hamlesi'ndeki Müfettiş Giovanni'ye verirdim. İkisi de hamle üzerine kurulu iki çok farklı hikaye :)
5. Şu anda okuduğun kitabı sen yazacak olsan ona ne eklemek isterdin?Mrs. Poe adlı kitabı birincil tekil şahıs ile değil de Tanrısal bir anlatım ile yazardım. Böylece Edgar Allan Poe’ya daha çok yer verme şansım olurdu. Frances Osgood’u okumak güzel ama Poe söz konusu! J
Pınar @ Kitap İklimi
1. Kitaplığında en çok bulunan tür?Tabii ki Tarihi Kurgu. Bir gün hepsinin fotoğrafını yayınlasam birçoğunuz Aman Tanrım! diyebilir sanırım.
2. Kütüphaneden ya da birinden en son ödünç aldığın kitap?Andrea Camilleri, At Hamlesi. Onu da sevemedim L
3. Tavsiye bir kitap istesem?Carol Rifka Brunt, Kurtlara Söyle Eve Döndüm son zamanlarda okuduklarımdan bir tavsiyem. Onun dışında George Orwell’in 1984’ünü okuyun, okutun efendim.
4. En son hediye ettiğin kitap?
Fedailerin Kalesi Alamut adlı kitabı kardeşime hediye ettim ama ben de okuyacağım ;)
5. Sonunu beğenmediğin bir kitap?F. Scott Fitzgerald’ın Muhteşem Gatsby’sini kitap olarak sevdim ama sonunu sevmedim L Spoiler olmasın diye söyleyemiyorum ama öyle son olmamalıydı bence.
Aşağıda 3 blogger olarak belirlediğimiz eğlenceli soruları ve benim cevaplarımı bulabilirsiniz. Siz de katılmak isterseniz, konuyu blogunuzda işleyebilir ya da linklere tıklayarak blogları ziyaret edebilir, cevaplarını görebilirsiniz. Ben çok eğlendim, umarım siz de eğlenirsiniz :)

Görsel için Pınar'a çok teşekkürler, sizce de çok sevimli değil mi? :))
Vampirella @ Vampirellanın Güncesi
1. En son hangi kitaba 5 üzerinden 5 puan verdin? Carol Rifka Brunt’ın Martı Yayınevi’nden çıkan Kurtlara Söyle Eve Döndüm adlı kitabına 5 yıldız verdim. Bir coming of age (büyüme) romanı. Young adult kategorisinde ve içinde LGBT bireylere yer veriyor; içinde aşk var, fedakarlık var, şefkat var, önyargıları yıkma var. Çok sevmiştim. Yazar’a da bu beğeni mi dile getirince (GoodReads üzerinden mesaj atmıştım) çok mütevazi bir şekilde teşekkürlerini dile getirdi ve 2. kitabını yazmakta olduğunu söyledi.
2. En son hangi kitaba 5 üzerinden 1 puan verdin?Andrea Camilleri’nin At Hamlesi adlı kitabıydı. Yarısına bile gelemeden sıkıldım. Çünkü konunun işlenmesini çok sıkıcı buldum, anlatım sürükleyici değildi ve araya da tam 40 sayfa! sıkıcı yazışmalar girdiğini görünce daha da dayanamadım.
3. Alışveriş listende hangi kitaplar var? Çok kitap var ama kesin alacaklarım arasında Elizabeth Gaskell’in Kuzey ve Güney’i, Peter Hobbs’un Kayıp Zamanlar’ı, Dan Simmons’un Kabus’u var.
4. Yılın ilk gününden bu yana kaç kitap okudun?15 kitap okumuşum. Bir tanesi kendi hikayem [Okumak isterseniz tıklayın, Vampirella’dan 5 puan aldım ;)] ve diğer biri de Gökçe Doğan’ın Wattpad’de yayınladığı Johanna Mason adlı fanfiction hikayesi, tavsiye ederim, çok başarılı buldum.
5. Kitaplığında uzun süredir okunmayı bekleyen o kitabın adı ne?Charlotte Bronte’un Villette adlı kitabı. Kabul ediyorum, bir klasik sever olarak hemen okumalıyım. Bu yıl içerisinde yorumumu buradan okuyabilirsiniz.
Em Chainey @ TKKB - Bookowski
1. En son okuduğun kitapta en sevdiğin karakter kimdi? Stefan Zweig'ın Satranç adlı kitabında çok karakter yoktu, olan karakterlerden birini seçmek gerekirse Dr. B. diyorum.
2. Şu anda okuduğun kitabı tarif eden 3 özel kelime nedir? Kuzgun, Garip, Gizemli (Lynn Cullen’dan Mrs. Poe adlı romanı okuyorum, yorum burada olacak yine)
3. Şu anda okuduğun kitabın ilk cümlesi nedir?Kötü haber verildiğinde benim konumumdaki birçok kadın bulunduğu yerdeki koltuğun üzerine yığılırken ellerindeki çay bardakları kayıp halıya düşer, saçları güzelce iğnelerinden çıkarak omuzlarına dökülür ve kombinezonlarının içine sığamaz olurlar. Ben onlardan biri değilim. (Lynn Cullen, Mrs. Poe’dan)
4. En son okuduğun kitabı kitap kahramanlarından birine hediye edecek olsan kime ederdin?Stefan Zweig’ın Satranç adlı kitabını At Hamlesi'ndeki Müfettiş Giovanni'ye verirdim. İkisi de hamle üzerine kurulu iki çok farklı hikaye :)
5. Şu anda okuduğun kitabı sen yazacak olsan ona ne eklemek isterdin?Mrs. Poe adlı kitabı birincil tekil şahıs ile değil de Tanrısal bir anlatım ile yazardım. Böylece Edgar Allan Poe’ya daha çok yer verme şansım olurdu. Frances Osgood’u okumak güzel ama Poe söz konusu! J
Pınar @ Kitap İklimi
1. Kitaplığında en çok bulunan tür?Tabii ki Tarihi Kurgu. Bir gün hepsinin fotoğrafını yayınlasam birçoğunuz Aman Tanrım! diyebilir sanırım.
2. Kütüphaneden ya da birinden en son ödünç aldığın kitap?Andrea Camilleri, At Hamlesi. Onu da sevemedim L
3. Tavsiye bir kitap istesem?Carol Rifka Brunt, Kurtlara Söyle Eve Döndüm son zamanlarda okuduklarımdan bir tavsiyem. Onun dışında George Orwell’in 1984’ünü okuyun, okutun efendim.
4. En son hediye ettiğin kitap?
Fedailerin Kalesi Alamut adlı kitabı kardeşime hediye ettim ama ben de okuyacağım ;)
5. Sonunu beğenmediğin bir kitap?F. Scott Fitzgerald’ın Muhteşem Gatsby’sini kitap olarak sevdim ama sonunu sevmedim L Spoiler olmasın diye söyleyemiyorum ama öyle son olmamalıydı bence.
Published on February 25, 2014 12:21
February 8, 2014
Yeni Çıkan/Çıkacak Tarihi Kurgu Kitapları - Şubat 2014
Carolyn Meyer - Genç Soylular Serisi 2. Kitap - İsyan ve İhanet

İngiltere tarihinin en güçlü Kraliçesi Elizabeth’in hikâyesi...
Elizabeth Tudor’un gençlik yılları, prenses masallarına pek benzemiyordu. Babası, VII. Henry, Elizabeth’in annesini idam ettirmiş; kıskanç ablası Mary onu Londra Kulesi’ne sürgün etmiş ve tek aşkı, ona taht mücadelesi uğruna ihanet etmişti.
Genç Elizabeth’in dilinden anlatılan bu heyecan dolu roman, İngiltere’nin en güçlü hükümdarı olacak olan azimli bir kız ile onu durdurmak için her şeyi yapan kardeşi arasındaki derin rekabeti gözler önüne seriyor.
Tüm Seri: https://www.goodreads.com/series/49697-young-royals
Daha önce 6. Kitap olan Marie Antoinette çıkmıştı; Epsilon her zamanki gibi sıra gözetmeksizin çıkarıyor serileri. Allahtan bu seride sıra önemli değil.
Stella Duffy - İmparatoriçe Teodora Serisi 2. Kitap - Mor Kefen

İlk Kitap: http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=657837&sa=160447031
Şimdilik bu kadar görünüyor, yayın duyuruları yapıldıkça bu başlık yenilenecektir.
Published on February 08, 2014 13:07
Metin Köse - Mükellefiyet (Tarihi Kurgu Kitaplar - No:20)
"Her kim ki çalışamaz duruma gele, Eşeğe bindirilip köyüne gönderile."


Sayfa Sayısı: 276
Yayın Tarihi: Nisan 2010
Metin Köse, 1960 Devrek doğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini Kozlu’da tamamladı. Fırat Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik Bölümü mezunu. Çeşitli radyo kanallarında ve TRT-2 televizyonunda ekonomi programları hazırlayıp sundu. Sevgi Öyküleri ve Gülümse adlı şiir albümleri, Bizim Devrek, Emeğin Kenti Zonguldak, Kervan adlı romanları ve Panta Rei-Eleni’ye Mektuplar adlı bir deneme kitabı olan Köse, Mesnevi’yi de sesli kitap haline getirmiştir.
GoodReads'te çok az kişinin okumuş olduğunu görerek şaşırdım bu kitabı. Nedenine gelince Kelebeğin Rüyası ile gündeme gelen II. Mükellefiyet'i merak edenlerin bu kitabı da merak edip okuyacaklarını ya da en azından okuma listelerine alacaklarını düşünmem. Bir tek Konserve Ruhlar blogunun sahibi yorumlamış, şu anda da ben yorumluyorum.
Kitap ile ilgili olumsuz bulduğum yönleri sıralayayım ilk olarak: Eski Türkçe olduğu için okuması zor, anlatım daha betimleyici, diyaloglar daha yan cümlecikli olabilirdi. Bunlar okuma sürecimi negatif bir biçimde etkiledi. Bunun dışında edisyon vb. her şey yerli yerindeydi, biçimsel olarak iyiydi yani.
Gelelim kitap ile ilgili olumlu yönlere: Birincisi, tarihimizdeki önemli bir konu hakkında ciddi bilgi ediniyoruz. Benim daha önce hiç duymadığım -Kelebeğin Rüyasını da izlemediğim için henüz- bir konu hakkında resmen aydınlandım diyebilirim. İkincisi, konu gerçekten çok dişe dokunur, çok hüzünlü, çok zor okunan ama bir o kadar insanı okumak için teşvik eden bir konu. İnsanı derinden etkiliyor.
Gelin ilk önce mükellefiyet neymiş onu bir öğrenelim: 1860'lı yıllarda Osmanlı'nın zor dönemlerinde kömüre ihtiyaç duyulur. Ne yapsak ne etsek denir ve bir sivri zekalı Mükellefiyet'i ortaya atar, kabul edilir. Köylüler belli aralıklarda madenlerde devlet için çalışacaktır, köylü dediklerim de 13 yaşından büyük erkekler ha yanlış anlaşılmasın. Ama zamanla bu öyle büyük bir sömürüye, insafsızlığa sahne olacaktır ki köylülere "Allahım yok musun?" dedirtecektir. Üstelik eşkıyalar bir yandan, görevini kötüye kullanan jandarmalar bir yandan Kozlu'daki ve diğer yerlerdeki zavallı köylü halk yüzlerce insanını kaybeder, kimi yaralanır, kimi hasta düşer. Hatta kitapta bir de ismi Yaşar diye bir kadın bile Mükellefiyet'e alınıyor, şaka gibi. Gerçek olmuş mudur bilinmez, amma ve lakin ben bu kitabı okurken çok üzüldüm, çok sinirlendim ve çok etkilendim.
Yazar sonunda bize diyorki; şimdi bile gidip köylüye Mükellefiyet deseniz köylü hemen ah çeker, Ah Kellefiyet der ve anlatmaya başlar zulümleri.
Bu kitabı uzun bir süreçte okudum ama hiç bir zaman bırakayım demedim, aksine konu beni müthiş etkiledi, sadece anlatım ciddi anlamda zorladı. O da benim Türk ve Osmanlı Edebiyatı'na olan uzaklığım nedeniyle oldu. Yazarın II. Mükellefiyet'i anlattığı Göl Dağı adlı kitabını da okuyacağım, kendisine teşekkür ediyorum bu güzel kitap için.
Kitaba puanım 4 YILDIZ. Okuyun, okutun, ki tarihimizdeki bir kara lekeyi daha hafızalarımıza kazıyalım...
Published on February 08, 2014 11:47
February 1, 2014
Alexandre Najjar - Gökbilimci (Tarihi Kurgu Kitaplar - No:19)
Galileo Galilei: "Yine de dönüyor!"

Çeviren: Sevim Akten204 sayfaBaskı Tarihi: 1999Özgün Adı: L'Astronome
Gökbilimci, Lübnan edebiyatının 'yeni yıldızı' Alexandre Najjar'ın tam anlamışla bir tarihsel 'aşk ve macera' romanı: XVII. yüzyıl başlarında Medicilerin Floransa'sı; Paris'li genç gökbilimci, romantik François; dinsel gericiliğin hedef tahtası olmuş aydın-bilimadamı büyük Galileo Galilei; daha sonra, 1633 yılında İstanbul'da idam edilecek olan ve romanın geçtiği dönemde Toskana'da Medicilerin sarayında sürgünde bulunan Lübnan'ın dürzî Emiri II. Fahreddin ve binbir Gece Masalları'ndan çıkmış güzeller güzeli Najla... François ile Najla'nın ölümsüz ama olanaksız aşkları... Galileo Galilei'nin ünlü duruşmasıyla sona eren Gökbilimci bir solukta okunan büyüleyici bir 'fantastik ve trajik destan'.

Galileo Galilei (d. 15 Şubat 1564 – ö. 8 Ocak 1642), İtalyan fizikçi, matematikçi, gökbilimci ve filozof. Galileo hem yüzyıllardır hakim olan Aristoteles akımından, hem de Kutsal Kitap'tan şüphe duyarak Orta Çağ'daki bilim anlayışında devrim yaratmıştır. İtalya'nın Pisa kentinde dünyaya gelen Galileo, ilk önce tıp eğitimine başlamış, sonra ilgisi matematik ve felsefeye dönmüştür. 25 yaşında Matematik profesörü olan Galileo, genç yaşlarından itibaren hareket hakkında kendi başına deneyler yapmaya başlamıştır. 1609'da yapılmış basit bir teleskoptan ilham alarak daha üstün teleskoplar geliştirmiş ve uzay hakkında daha önce hiç yapılamamış gözlemler yapmıştır.
Gökbilimi ve Teleskop: Galileo 1609'da Hollandalı bir mucitin icat ettiği teleskobu bir arkadaşından aldığı mektuplar aracılığı ile öğrenmişti. Bu mektuplardan yola çıkarak ve kendi becerilerini kullanarak bir dizi teleskop geliştirmeye başladı. 1610'da bir cismi 30 kez büyüten bir teleskop geliştirdi. Sonrasında teleskoplarını kullanarak uzayı gözlemlemeye başladı.Mayıs 1610'da gözlemlerini Siderus Nuncius (Yıldız Habercisi) adlı kısa kitabında yayınladı ve bu çalışma büyük bir heyecan yarattı. Kitabında Ay'ın yüzeyinde dağlar olduğunu, Samanyolu galaksisinin küçük yıldızlardan oluştuğunu ve Jüpiter gezegeninin dört uydusu olduğunu söylüyordu. Ayın yüzeyinin pürüzsüz ve kusursuz olmadığını, dağ ve çukurların olduğunu gördü.
Galileo, Temmuz 1610'da teleskobunu Satürn gezegenine çevirdi ve Satürn'ün üç parçadan oluştuğunu gördü. Teleskobu Satürn'ün çevresindeki halkayı gösteremiyordu ve halkayı iki tarafında parçalar olarak görüyordu. Aynı sene Venüs'ün Ay benzeri evrelerden geçtiğini gördü ve Venüs'ün Güneş etrafında döndüğü sonucuna vardı. Ama bu gözlemini Dünya'nın Güneş'in etrafında döndüğü tezi için kullanmadı, sadece Venüs'ün Güneş etrafında döndüğü sonucuna vardı.Galileo, "modern gözlemsel astronominin","modern fiziğin", "bilimin ve "modern bilimin" atası olarak tanımlanmaktadır. Stephen Hawking, "Galileo, modern bilimin doğuşunda muhtemelen diğer herkesten daha büyük bir role sahiptir," demiştir.
Galileo Galilei (1564 - 1642), gerek bulguları ile gerekse Engizisyonla çatışmayı göze almasıyla çağının en dikkate değer bilim adamıdır. Cisimlerin hareketlerini yöneten yasaların (dinamiğin) incelenmesi onunla başlamıştır. Pisa daki eğn kulede yaptığı deneyle cisimlerin serbest düşme yasasım bulmuştur.
Galileo Copernicus'un Güneş merkezli teorisini benimser ve teoriyi kanıtlamak için ilk kez teleskopu yapar. Ayın yüzeyinin kusursuz ve pürüzsüz değil, kayalıklı dağ ve vadilerle kaplı olduğu görülür. Geleneksel öğretinin gök cisimlerinin yediden fazla (güneş, ay ve beş gezegen) olamayacağı savı. Jüpiter gezegeninin çevresinde Kepler yasalarına göre dönen dört uydusunun saptanması ile bir anda geçerliliğini yitirir. Kilise adamları Galileo'nun dünyanın güneş çevresinde döndüğü iddiasının Kutsal Kitap'da yer alan Yeşu'nun Güneş'e hareketsiz durma emri yolundaki beyanlara ters düştüğüne dikkat çektiler. Engizisyon toplandı ve aldığı karar bilim tarihinde çok önemli bir belgedir.
1. Güneşin evrenin merkezi olduğu ve yerinden hareket edemeyeceği düşüncesi saçmadır, felsefe bakımından asılsız, dine açıkça aykırı, Kutsal Kitap'a da açıkça aykırıdır.
2. Dünyanın evrenin merkezi olmadığı, günlük hareketle döndüğü saçmadır, felsefe bakımından asılsızdır, teoloji bakımından da imanda yanlış ve temelsizdir.
Galileo 26 Şubat 1616 günü yargıçların buyruğunu yerine getirdi. Copernicus'un görüşlerini benimsemeyeceği, sözle ya da yazıyla öğretmeye kalkışmayacağı konusunda ant içerek söz verdi. Giardino Bruno'nun diri diri yakılmasının üzerinden 16 yıl geçmişti. 1632 yılında yayınladığı İki Büyük Yer Sistemi, Ptelomais ve Copernicus Sistemleri Üzerine Konuşmalar adlı eserleri, bütünüyle Copernicus'a hak veren düşüncelerle kaplıydı. Bu sefer Engizisyon tarafından ev hapsi ile cezalandırıldı. 1637 yılında kör oldu. 1642 de (Newton’un doğduğu yıl) öldü.
Galileo hem Aristoteles'i hem de Kutsal Kitabı şüphe ile karşılamış, bu yolla ortaçağ bilgi kalesini yıkmıştır. (Russel: 1962,1972).
Kaynaklar: http://web.itu.edu.tr/~bulu/recent_pubs_files/bilim_ve_din.pdfhttp://tr.wikipedia.org/wiki/Galileo_Galileihttp://www.biltek.tubitak.gov.tr/bilgipaket/biliminsanlari/caglarboyu/S-123-29.pdf
Gelelim kitap yorumuna: Alexandre Najjar, çok önemli bir kişiye, Galileo Galilei'ye romanında yer vermiş. Bu bakımdan beni romana ilk çeken şey bu oldu. İkincisi güzel bir aşk vaadi vardı, evet aşk da vardı kitapta; ancak beni pek tatmin etmedi. Kitapta beni tatmin eden şeyler 17. yüzyıl Floransa'sı, Galilei ve gökbilim idi. Bu üçü birleşince ilgimi cezbetmemesi mümkün değildi. Nitekim, her ne kadar Najla ve Françouis'in (Francesco diyorlar İtalya'ya gelince) aşklarını "fantastik" bulsam da gözüme de çok batmadı.
Francesco, Galilei'nin yanına öğrenci olarak alınır, nedeni de denizler hakkındaki bilgisidir. Galileo bir alet tasarlamıştır, denizde ufku yakınlaştıracak ve kilometrelerce uzağı gösterecek bir allettir bu. Francesco bu aleti denemek için denizlere açılır. Pek tabii ki Najla da o gemidedir!
Bu alet birçok kişinin dikkatini çekmektedir: Osmanlılar, İspanyollar, Araplar vb. Ve bu aleti ele geçirmek isteyenler vardır. Sürpriz bir isimin ihaneti ile bu girişimi gerçekleştirmek kolay hale gelecektir.
Konuyu çok anlatıp spoilera boğmak istemiyorum. Özellikle ilk başları ve sonsöz kısmını çok sevdiğimi söyleyebilirim. Galilei'nin 2. mahkemedeki konuşması ve ardından mektubu ile bitiyor kitap. O meşhur sözünü de söylüyor: "Yine de dönüyor!"

Bu kitap benden 3 YILDIZ aldı.
P.S.: Kopernik'i de okumak bana farz oldu. Owen Gingerich'in Kopernik'in Unutulmuş Kitabı, benim kitaplığımda unutulmadan okumalıyım sanırım :)
Published on February 01, 2014 11:20
January 30, 2014
Klasikler'den Bir Demet - Kısım 1

Malum benim için "Klasikler" deyince akan sular duruyor. Jane Austen, Bronte Kardeşler, Mary Shelley ve daha fazlası... Ben de bu yazımda sizlerle "Klasik Kitap & DVD" arşiviminden bazılarının görüntülerini paylaşayım istedim.
Öncelik tabii ki de bir Austen aşığı olarak Jane Austen'de:

Kitaplar:
Aşk ve Gurur (aslında Gurur ve Önyargı)
Akıl ve Tutku
İkna (İnanç ise bu kitabın eski baskısı, görünce almadan duramadım)
Emma (kitabı eksik, düzgün bir baskısını alacağım)
Northanger Manastırı
Umut Parkı (Mansfield Park)
DVD'ler:
Akıl ve Tutku - Sense & Sensibilty (2 versiyon da var)
Emma (2 versiyon da var)
Aşk ve Gurur - Pride & Prejudice
İkna - Persuasion
veee Jane Austen biyografik kurgusu Becoming Jane. Her biri ayrı güzel ancak benim favorilerim son saydığım üçü :)
Ne eksik: Syrie James - Jane Austen'in Kayıp Anıları ile Jane Dawkins - Pemberley'den Mektuplar alınacak ve okunacak.
Gelelim ünlü ve karanlık Bronte Kardeşlere:

Kitaplar:
Jane Eyre
Shirley (bulduğumda havalara uçmuştum)
Profesör
Vilette
Uğultulu Tepeler (Catherine ve Heathcliff sizi unutmak, unutabilmek ne mümkün!)
Agnes Grey
Yan Kitaplar:
Laura Joh Rowland - Aşk Peşinde: Charlotte Bronte'un Gizli Maceraları
Jean Rhys - Geniş Geniş Bir Deniz
DVD'ler:
Uğultulu Tepeler
Jane Eyre
Favorilerim şu son ikisi elbette ki. Villette'i henüz okumadım, okuyunca bloga yorumumu koyarım:)
Ne eksik: Syrie James - Charlotte Bronte'nin Gizli Günlükleri
James Tully - Charlotte Bronte Cinayetleri
Anne Bronte - Şatodaki Kadın (bir yayınevi çıkarsa da alsak ne güzel olur)
Son yazarım Mary Shelley:

Frankenstein
Son Adam
ve Mary Shelley'nin annesi ve kadın hakları savunucusu Mary Wallstonecraft'in "Kadın Haklarının Gerekçelendirmesi" kitabı
Ne eksik: Frankenstein DVD'si tabii ki de. Kısa sürede alınıp tekrar izlenecek.
Frankenstein'i okumayan varsa şiddetle tavsiye ederim. İnsan "yaratıcı" kisvesine büründüğünde olanları dehşetle okuyacaksınız. Son Adam okunmayı bekleyenlerden. Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi ise başladığım ve devamını getireceğim bir kitap.
Published on January 30, 2014 13:30
January 27, 2014
Şubat'14 Okunacak TKK: Lynn Cullen - Mrs. Poe


GoodReads Puanı: 3, 75 336 sayfa
Edgar Allan Poe ile Frances Osgood adlı iki çocuklu bir ressamın arasındaki ilişkiye bakış açısıyla aynı zamanda Frances'in bir arkadaşı olan Bayan Poe ele alınmış. Bayan Poe bu ilişkinin neresindeydi, Edgar Allan Poe ve Frances Osgood arasındaki yakınlaşma ona ne hissettirdi, neler yaşandı? Oldukça merak ettirici.
All vivid and compelling novel about a woman who becomes entangled in an affair with Edgar Aan Poe—at the same time she becomes the unwilling confidante of his much-younger wife.
It is 1845, and Frances Osgood is desperately trying to make a living as a writer in New York; not an easy task for a woman—especially one with two children and a philandering portrait painter as her husband. As Frances tries to sell her work, she finds that editors are only interested in writing similar to that of the new renegade literary sensation Edgar Allan Poe, whose poem, “The Raven” has struck a public nerve.She meets the handsome and mysterious Poe at a literary party, and the two have an immediate connection. Poe wants Frances to meet with his wife since she claims to be an admirer of her poems, and Frances is curious to see the woman whom Edgar married.As Frances spends more and more time with the intriguing couple, her intense attraction for Edgar brings her into dangerous territory. And Mrs. Poe, who acts like an innocent child, is actually more manipulative and threatening than she appears. As Frances and Edgar’s passionate affair escalates, Frances must decide whether she can walk away before it’s too late... Set amidst the fascinating world of New York’s literati, this smart and sexy novel offers a unique view into the life of one of history’s most unforgettable literary figures.


http://en.wikipedia.org/wiki/Virginia_Eliza_Clemm_Poe
Kitabın İçinden:
"Bir şaire aşık olmayın, Bayan Osgood. Tek sevdikleri sözcüklerdir..."
Bu sözü okuyunca daha da bir okuma isteğim kabardı. Elimdekileri bitirip bu kitaba geçeceğim hemen.

Published on January 27, 2014 07:19
January 26, 2014
Nic Fields - Spartacus ve Köle Savaşı (Belgesel Kitap)
"Bookowski TKK Konsept: Kölelik" konusunda bahsettiğim bir kitap vardı, Nic Fields'ın Spartacus ve Köle Savaşı kitabı. Bu yazımda bu kitabı ve Spartacus Efsanesini ele alacağım.
İlk önce Spartacus'ü tanıyalım:
Spartaküs, (Yunanca: Σπάρτακος, Spártakos; Latince: Spartacus) (MÖ 109 – MÖ 71), Antik Roma Cumhuriyeti'nde gladyatör; asıl adı bilinmiyor. MÖ 73 - MÖ 71 yılları arasındaki köle ayaklanmasında yaptığı önderlik ile tanınır.
Hayatı: Önderlik yeteneğiyle dikkat çeken Trakyalı bir köle olan Spartaküs, bir olasılığa göre Roma ordusundan kaçmış, haydutluk yaparken yakalanmış ve köle olarak satılmıştı. Spartaküs MÖ 73'te kendisiyle birlikte Capua'daki Quintus Lentulus Batiatus'un gladyatör okulundan kaçan 77 arkadaşıyla (çeşitli kaynaklara göre çeşitli sayılarda) Vezüv Yanardağı'na sığındı. Küçük bir Roma ordusunca kuşatılan kaçaklar, asma dallarından yaptıkları halatlarla uçurumdan aşağı inerek Romalı askerleri şaşırtıp kaçmayı başardılar. Spartaküs, kendisine katılan ve sayıları 100 bine ulaşan (aslında tam sayısı bilinmiyor, 100 bin olduğu tahmin ediliyor) kaçak köle ve gladyatörlerle Lucania'ya doğru yürüdü. Amansız bir çatışma sonucunda Publius Varinius'u yendi ve Thuria ile Metapontion kentlerini yağmaladı. Spartaküs artık Güney İtalya'ya egemen olmuştu. Roma Senatosu birden tehlikenin farkına vardı. MÖ 72'de iki konsülün yönetimindeki güçler Spartaküs'ün üzerine gönderildi. Spartaküs onları yendikten sonra kuzeye, Alpler'e doğru kosusa geçti. Gallia Cisalpina valisi onu durdurmaya çalıştıysa da, yenilgiye uğradı. Köle ordusu artık Alpler'i geçebilir ve güvenlik içinde dağılabilirdi. Ne var ki, kimse İtalya'dan ayrılmak istemedi. Spartaküs, ister istemez güneye yürümek zorunda kaldı. Lucinia'ya geri dönen ordu, orada ilk kez Marcus Crassus'a yenildi. Spartaküs, Sicilya'ya geçmeyi tasarlayarak Messina'ya çekildi. Onları kaçırmaya söz veren korsanlar sözlerinde durmadı. Crassus, köleleri kuşattıysa da, Spartaküs kuşatmayı yararak çekildi. Daha sonra, MÖ 71'de ya savaştan sağ kurtulup Roma'yı terk etti, ya da Romalılar tarafından savaşta öldürüldü. Savaşta öldürülüp tanınmaz hale gelme ihtimalinden dolayı bulunamamış olma ihtimali de vardır ancak cesedine asla ulaşılamamıştır. Romalı general Pompeius, Spartaküs'ün ordusundaki çok sayıda kaçağı yakalayıp öldürdü. 6000 kişiyi tutsak alan Crassus, Appia Yolu boyunca tümünü çarmıha gerdirdi. O dönemdeki inanışa göre tanrıların onu yanına aldığı, koruduğu gibi dedikodular yayıldı. Ancak Spartaküs'e ne olduğu asla öğrenilemedi (güvenilir kaynaklarda savaş meydanında öldüğü yazıyor).
Etkileri: Spartaküs, köle ve yoksullardan oluşan ordusu yıllarca İtalya yarımadasında bağımsız bir şekilde var olmuş ve zamanın yöneticilerine sorun olmuştur. Kendilerine karşı gönderilen sayısız orduyu yenmiş ve Roma Cumhuriyeti'nin yönetim sistemini sarsmıştır. İsyanının eşitlikçi ve özgürlükçü karakteri nedeniyle sol literatürde sahip çıkılan bir kişiliktir.
Kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/Spartak%C3%BCs


İçindekiler kısmında da gördüğünüz gibi bu kitap çok kapsamlı bir kitap. Önceki köle savaşlarını, toplumsal düzeni, Spartacus ve Roma ordularını çok boyutlu olarak ele almış.
Trakya'dan köle olarak Batiatus Hanesine gelen Spartacus gücü, zekası ve stratejileri ile gladyatörleri bir bir yenerek Capua Şampiyonu olur. Ancak her gün karşılaştıkları zulümler ve pek tabii ki özgürlüklerinin ellerinden alınması onu kaçışa ve isyana sürükler. Spartacus, Crixus, Oenamaus ve Gannicus ile Capua'dan kaçıp Vezüv Dağına kaçan gladyatörler ile başlayan isyan onbinlerin Roma Ordusunu yendiği bir savaşa dönüşüyor.
Spartacus'ün liderliğinden bahsetmem gerekir. Kaçtıktan sonra birçok yandaş bulan Spartacus'ün yağma ve talanı ve diğer şiddet unsurlarını tasvip etmediği belirtilmiş. Dizide de bu vardı. Spartacus'ün lider olarak farklılığı da aslında burada, belki de bu sonunu getirdi. Örneğin; neredeyse onun kadar ünlü bir lider Galyalı Crixus direkt Romanın üzerine yürümeyi tercih etmiş ve öldürülmüştür. Ancak Spartacus takipçilerini tehlikeye atmamış ve kuzeye doğru yol almıştır. Ayrıca Spartacus her ne kadar isyanı devam ettirmek istese de karşısında koskoca imparatorluk olduğunun bilincindeydi. Yani, ne olursa olsun imparatorluk daha da güçlü ordularını, düzenli askerlerini gönderecekti üzerilerine. Yine de haksızlığa duyulan öfke ve özgürlüğe duyulan özlem binyıllar boyu hatırlanacak isyanı ateşleyen ve devam ettiren iki duygu oldu.

Yukarıdaki haritada M.Ö. 73-72 ve 71 yıllarında Spartacus ve ordusunun katettiği ve geçerken mecburen yağmaladığı yerler görülüyor. Alpleri geçseler kurtulacaklar mıydı, orası meçhul. Birçok kere Romalıları yendiler, ancak Marcus Crassus'un önderliğinde gerçekleştirilen M.Ö. 71'deki savaş Spartacus ve köle ordusunun sonu oldu.

Güney'de Crassus köle ordusunu yenerken, kuzeye kaçan diğerlerini de Crassus'un sevmediği bir komutan olan Pompeius yok ediyor. Savaş meydanında ölmeyenlerin hepsi de çarmıha gerilip işkence çekerek ölmeye mahkum ediliyorlar. Çarmıha gerilmelerinin nedeni de diğerlerine ibret olması.

Ancak Crassus'un "Spartacus efsanesini öldürme" isteği gerçekleşmiyor, çünkü böylesine bir hareket tarihe kazınıyor ve günümüze değin hatırlanıyor. Spartacus dizisi ile yeniden hatırlamış oldum ben şahsen bu efsaneyi ve bundan çok memnunum. Merak edip bu bilgilendirici kitabı okudum. Gerçekten detaylı, kaynaklı ve gerçeklere dayanarak yazılmış kaliteli bir kitap. Merak edenlerin okumasını tavsiye ederim.

Son sözü ise Spartacus'e bırakıyorum, kitaplarla kalın:

Published on January 26, 2014 12:48
January 25, 2014
Bruce Chatwin - Ouidah Naibi (Tarihi Kurgu Kitaplar - No:18)

Yazar: Bruce ChatwinSayfa Sayısı: 136Basım Yılı: 2011 Yayınevi: YKY Yayınevi Orjinal Adı: Viceroy of OuidahGoodReads Puanı: 3,60
Genç ve yoksul Brezilyalı Manoel da Silva, 1800'lerin başında Afrika'nın "köle sahilindeki" Dahomey adlı krallığa gitmek üzere denize açıldı. Köle ticaretinden servet kazanmayı kafasına koymuştu. Azminden ve iradesinden başka hiçbir silahı olmayan genç adam Dahomey'de zengin, güçlü ve önemli bir kişi haline gelmeyi başardı. Ruh hali cıva gibi değişken deli Kral'a kendini sevdirerek köle ticareti tekelini ele geçirdi. Sayısız kadınla birlikte olup yüzlerce yıl yaşayacak melez bir hanedan kurdu. Ancak kaderini teslim ettiği uğursuz mesleğin, hayallerindeki gibi zengin, saygın ve muzaffer biri olarak Brezilya'ya dönmesinin önündeki en büyük engel olduğunu bilemezdi.
*** Filmi de bulunmaktadır.




Öncelikle sizi blogumdaki yeni yazımı okumaya davet edeyim; eğerki kölelik konusu ilginizi çekiyorsa tabi: http://bookowski101.blogspot.com.tr/2014/01/bookowski-tkk-konsept-kolelik.html
Kitaba gelecek olursam eğer, kitap öyküleme tekniği ile yazılmış bir kitap. Yani diyalog çok az. Tanıtımda da belirtildiği üzere " her satırından renkler, kokular ve sesler fışkırıyor" gerçekten de.
Yazar köle taciri Felix de Souza'nın hayatından ilham alarak yazmış bu kitabı. Romanın kahramanı Francisco Manoel da Silva, aslında Felix de Souza'yı yansıtıyor.
Felix de Souza hakkında detaylı bilgi için: http://en.wikipedia.org/wiki/Francisco_F%C3%A9lix_de_Sousa7

Kendisi "En Büyük Köle Taciri" olarak biliniyormuş. Dahomey'deki köleleri pazarlaması ve kocaman bir harem kurarak en az 80 çocuğa sahip olması ile gelen bir ün bu.
Yorumum: Kitaptaki karakterimiz Dom Fransisco da işte aynen bunları yaptı: Kötü bir çocukluğun ardından bir hırsla bu işe atıldı ve çok başarılı oldu. Sayısız kadın ile birlikte olup bir hanedan kurdu. Ve en nihayetinde her insan gibi bu dünyadan göçtü.
Kitap kolay ilerlemiyor, bu yönden sıkıntı çektim. Bir de kısa öykü olsa belki daha etkili olabilirdi; ancak bu tarz bir kitaba bence öyküleme değil de klasik günlük ya da tanrısal anlatımlı bir kurgu kitap daha çok yakışabilirdi. Diyalog azlığı ciddi anlamda okuma sürecimi olumsuz yönde etkiledi. Ancak hikaye çok ilgi çekici. Üstelik ben bu kitabın yıllar evvel filmini izlemiştim, sonradan fark ettim ve ismini buldum: Cobra Verde. Yeşil Kobra diye çevrilmiş dilimize. Film daha güzeldi bence. Eğer ilgilenirseniz filmini izleyin derim.
PUANIM : 5 üzerinden 2.5
Kitap Hakkında Bir Yorum: Bruce Chatwin, 1989 yılında 48 yaşında ölmeden önce, edebiyat dünyasının parlak isimleri arasında gösteriliyordu. Gençti, çok komikti (Salman Rushdie bile ona bayılıyordu), hem kadınları hem de erkekleri etkileyen bir çekiciliği vardı ve en önemlisi hiç tükenmeyen pırıltılı bir enerjiye sahipti. Ama bu parıltılı yıldız maalesef 48 yaşında (aslında AIDS'e yakalanmıştı ama bu yakın çevresi dışında bilinmiyordu) bu dünyadan ayrıldı. Chatwin, esasında çalışma hayatına Sotheby's müzayede evinde salon görevlisi olarak başlamıştı. Ama zekası ve iş bitiriciliği sayesinde sekiz yıl içinde, müzayede evinin en genç yöneticilerinden biri olmuştu bile. Ancak o huzursuz ruhlardan biriydi ve yolculuk etme tutkusunun peşinde işinden ayrıldı. 1972-1975 yılları arasında Sunday Times'ta çalıştıktan sonra, aslında herkesin hayal ettiği ama kimsenin cesaret edemediği bir şeyi son derece doğal bir şekilde, yalnızca "Altı aylığına Patagonya'ya gidiyorum," diyen bir telgrafla, gazetedeki işinden de ayrıldı. Öylesine, bir anda, pat diye! Bu yolculuk, ona Hawthornden Ödülü ve E.M. Foster Ödülü'nü kazandıran ve yazarlık kariyerini başlatan ilk kitabıIn Patagonia'ya esin kaynağı oldu. Gezi yazarı olarak tanınmaya başladı. Ouidah Naibi'ni (1980) yazmak için Batı Afrika'da Benin'de kaldı. Ouidah Naibi, Werner Herzog tarafından Cobra Verde (1987) adıyla filme alındı. Sonrasında birkaç kitap ve ödül daha ve ardından da beklenen son geldi. Chatwin, tüm yaşamında olduğu gibi yine öyle pat diye, aniden bu dünyadan ayrılıp gitti.Kaynak: http://www.sabah.com.tr/Kitap/2011/08/27/bir-kole-tacirinin-oykusu
GERÇEK YAŞAM ÖYKÜSÜ Ouidah Naibi ise aynı yazarı gibi sıra dışı bir kahramanın gerçek yaşam öyküsünü anlatıyor. Bir köle taciri olan Brezilyalı Felix de Sousa'nın, Brezilya'da başlayıp Afrika'da sona eren, büyük çıkışlar ve inişlerden oluşan destansı yaşam öyküsünü... Roman, Afrika'nın batı sahillerinde, köle sahili olarak bilinen yerde yani bugünkü Benin'de, Ouidah'da, kahramanımız Manoel da Silva'nın ailesinin her yıl tekrarladıkları, onun ölüm yıldönümünde düzenlenen anma törenleri sırasında, büyük bir renk, koku ve ses patlaması eşliğinde başlıyor. da Silva öleli 117 yıl olmuştur ama geniş ailesi onu hâlâ ilk günkü bağlılıklarıyla anmakta, bu şanlı (!) atalarını büyük bir gururla yad etmektedirler. Geniş ailesi demişken... Aile gerçekten geniştir çünkü da Silva, yerli bir kızla evlenmesinin ardından durmamış, kendine çok geniş bir harem kurmuş ve 1857 yılında öldüğünde geride 63 oğul ve sayısını kimsenin bilmediği kadar kız çocuğu bırakmıştır. Açık kahve tonlarındaki ilk neslin ten rengi giderek kararsa da, bu Afrikalı torunlar, beyaz köle tüccarı büyükbabalarıyla ironik bir şekilde gurur duymaktadır. Ancak o yıl, her zamanki olağan törenlerin gidişatı dışında bir şey olur. da Silva'nın son yıllarında doğan ve artık 100 küsur yaşına gelmiş, beyaz tenli öz kızı ölüm döşeğinde son nefesini vermeye hazırlanmaktadır. Beyaz neslin son ferdi, yatağında geçmişi anımsar. Çok güzel bir genç kızken orayı ziyarete gelen bir İngiliz subayıyla kısa süreli bir romans yaşamış ancak adam ona döneceğini söylemesine rağmen asla dönmemiştir. Genç kadın umutla bekledikten sonra adamın evlendiğini öğrenmiştir. Bu satırlar bize ister istemez John Fowles'ın unutulmaz Fransız Teğmenin Kadını'nı anımsatır elbette. Ancak oradaki kahramanın aksine, bu kez genç kadın bekaretini korumayı başarmıştır. Bu yine de yaşama isteğini kaybetmesini engellemez. Son bir ümit küçük kimsesiz yeğenine annelik etmeye sarılsa da çocuğun koleradan ölmesiyle bir daha düzelmemek üzere ışıltısını ve büyük oranda da akıl sağlığını yitirir. Genç kadının öyküsünü asıl kahramanımız olan da Silva'nın görkemli yaşam öyküsü izler. Genç ve yoksul Brezilyalı Manoel da Silva, 1800'lerin başında Afrika'nın 'köle sahilindeki' Dahomey adlı krallığa gitmek üzere denize açılır. Köle ticaretinden servet kazanmayı kafasına koymuştur. Azminden ve iradesinden başka hiçbir silahı olmayan genç adam, Dahomey'de zengin, güçlü ve önemli bir kişi haline gelmeyi başarır. Ruh hali cıva gibi değişken deli Kral'a kendini sevdirerek köle ticareti tekelini ele geçirir. Sayısız kadınla birlikte olup yüzlerce yıl yaşayacak melez bir hanedan kurar. Ancak kaderini teslim ettiği uğursuz mesleğin, hayallerindeki gibi zengin, saygın ve muzaffer biri olarak Brezilya'ya dönmesinin önündeki en büyük engel olduğunu bilemez. da Silva yaşlılık yıllarında yükselmesinden daha hızlı bir düşüş yaşar.
PARLAK BİR AFRİKA TABLOSU Chatwin, bu görkemli romanında bir köle tüccarının yaşamının paralelinde esas olarak yozlaşmış insanoğlunun zalimlikler ve felaketlerle dolu yaşamlarını anlatıyor. Geri planda ise ülkede yükselen Marksist devrimci harekete de yer vermeyi ihmal etmiyor. Köle tüccarı da Silva'nın gururlu Afrikalı torunlarının katıldığı anma törenine devrim sloganları karışıyor. Çelişkiler ve akla gelebilecek her türlü ironik tuhaflık iç içe geçiyor. Yazar bir yandan da, anlatımı zaman zaman Conrad'ı anımsatsa da, okuyucusuna renkler, sesler ve kokular oluşan parlak bir Afrika tablosu sunuyor. Ancak Chatwin'in asıl başarısı kuşkusuz şiirsel dili, capcanlı anlatımı... Öyle ki olaylardan çok zengin tasvirlerle kuruyor öyküsünü. Tuhaf ve vahşi olduğu kadar son derece çekici bir dünyayı da görsel yönü kuvvetli bir dille anlatıyor. Bir yandan kahramanlarının psikolojik dünyalarına girmeyi de ihmal etmiyor. Ve en ilginci de tüm bunları yalnızca 132 sayfada anlatıp bitirmeyi başarıyor. Sizse sanki 400-500 sayfalık bir roman devirdiğiniz duygusuyla kalakalıyorsunuz.
Published on January 25, 2014 10:54
Bookowski TKK Konsept: Kölelik

Resim: Josiah Wedgwood - Am I Not A Man And A Brother?
(Anlamı: Ben de bir insan ve bir kardeş değil miyim?)
Antikçağ’dan beri var olmuş bir olgu üzerine yazılmış tarihi kurgu kitaplarını ele alacağım bu yazımda. Evet, başlıktan da anlaşıldığı üzere “Kölelik” gibi üzücü ve gerçek bir konu binyıllardır insanların maruz kaldığı ve uyguladığı sayısız hayata mal olmuş haksız bir uygılama. Günümüzde modern kölelik de bunun evrimleşmiş hali. Ancak ben bu yazıda klasik kölelikten yani “bir insanın bir başka birinin malı veya mülkü olması” durumundan yola çıkılarak yazılan ve birçoğu gerçek uygulamaları yansıtan tarihi kurgu kitaplarını sizlere tanıtacağım. Bunların bazıları Türkçe’ye kazandırılmış kitaplar:
1- TONİ MORRİSON – SEVİLEN

Toni Morrison'un 1988 Pulitzer Edebiyat Ödülü'nü kazanan bu büyük romanın konusu, Amerika'nın iç savaşını izleyen yıllarda Ohio'da geçiyor; köle Sethe'nin ve ailesinin çevresinde dönüyor. Kentucky'de köle olarak bulunduğu bir çiftlikten kaçan Sethe, yakalanacağını anlayınca, beyazların eline geçmemesi için iki yaşındaki kızını öldürmeyi yeğler. Ölen küçük kızın ruhunun evde dolaştığına inanan güzel ve gururlu Sethe, bu olayın etkisinden kendisini kurtaramaz. Aradan on sekiz yıl geçtikten sonra Sethe'nin evine bir genç kız gelir. Yirmi yaşındaki bu ilginç konuk, nereden geldiğini bilmemekte, çatlak sesiyle bir çocuk gibi konuşmaktadır. Sethe'ye taparcasına bağlı olan genç kız, adının Sevilen olduğunu söylemektedir. Roman, Sethe'nin kölelikten özgürlüğe doğru yaptığı zorlu yolculuğu anlatırken, geri dönüşlerle bu çarpıcı anlatımın içine Sethe'nin geçmişindeki ürkütücü gerçekleri de katar. Irk ayrımının olanca şiddetiyle hüküm sürdüğü günlerde geçen olaylarda, kör inançlarla, ruhlarla dokunmuş roman örgüsü, yoksulluğun ve özgürlük verirken, bir köle ve bir anne olarak Sethe'nin çektiği acıları çok irkiltici bir biçimde anlatıyor. 1993 Nobel Edebiyat Ödülü' nü kazanan Toni Morrison'un lirik, şiirsel, zarif ve vurucu bir dille kaleme aldığı bu roman, bir başyapıt.
2- KATHLEEN GRİSSOM – BİR BESLEMENİN GÜNLÜĞÜ

Özgürlüğün Rengi Yoktur...
Küçük yaşta ailesinin yok oluşuna şahit olan bir kızın hayatı, zengin bir çiftlik sahibinin onu besleme olarak yanına almasıyla değişir. Kusursuz gibi görünen ihtişamlı bir dünyayı kısa zamanda aralamayı başaran bu kız, kendini birbirinden farklı iki yaşamın içinde sıkışmış bulur:Bir yanda mükemmel gibi görünen, aslında ikiyüzlü ve hastalıklı alışkanlıklarla dolu sahte bir hayat, Diğer yanda birbirine derin bir sevgiyle bağlı, sadakatten asla ödün vermeyen masum insanlar... Bu sıkışmışlık, genç kızın vereceği hayat sınavının bir habercisidir aslında... 18. yüzyılın Amerika'sında geçen Bir Beslemenin Günlüğü, her türlü zorluğa rağmen sevginin ve sadakatin üstün geldiği, aile kavramının önemini ortaya koyan etkileyici hikayesiyle dünya edebiyatına damgasını vuran güçlü bir roman.
3- HANS KİRK – KÖLE

17. yüzyılın sonlarına doğru Yeni Dünya'dan İspanya'ya doğru yola çıkan, altın yüklü bir İspanyol hazine gemisi... Gemide dönemin sınıfsal yelpazesinin neredeyse her renginden insan vardır. Ve hepsi bulundukları yerden bakmaktadır dünyaya. Derken bir Kızılderili köle çıkar sahneye. İlkel ve basit düşünen genç bir adamdır bu. Ama onun bu ilkel ve basit düşünceleri, dönemin "uygar" ve "iktidar sahibi" güçlerine ve onların yaklaşımlarına karşı kimliğini savunma cüreti ve inadıyla birleşince, gemide her şey altüst olur...
4- KEN FOLLETT – ÖZGÜRLÜK ÜLKESİ

Yıl 1767. Yer İskoçya. Bir toprak sahibinin kızı olan Lizzie Hallim, soğuk bir kış gününde, buz gibi nehirden çıkan çıplak bir adamı izlemektedir. Bu adam, maden işçisi Mac McAsh'tir.Mac, Lizzie'nin nişanlısı Jay Jamisson'ın madenlerinde çalışan bir köledir; ama artık yazgısını değiştirmeye kararlıdır.
5- VALERİE MARTİN – MAL

Lousiana 1828. Sıcak bir yaz. Kölelik en hararetli dönemini yaşıyor. İsyanlar had safhada. İşkenceler sürüyor... Tüm bunların ortasında, zengin bir çiftlik sahibinin karısı, Manon. Kocasından nefret ediyor. Hizmetçisi Sarah'dan da öyle. Sarah'nın kocasından olma çocuklarını görmeye dayanamıyor. Manon'un düşlediği yaşam bu değildi... Geçmişi ve geleceği, özlemleri ve rüyalarıyla dokuduğu bir anlatımla, Mal'ın öyküsünü baştan sona Manon anlatıyor bize. Ahlaki yoksunluğun tam kalbinden, sansürsüz ve duygusuz bir tonlamayla. Mal, tempolu, entrikalı, görsel detaylarla zenginleştirilmiş bir roman. Valerie Martin, köle geleneğini yeniden sorguluyor ve "kurban" rolünün ezenle ezilen arasında nasıl yer değiştirebileceğini gösteriyor. Mal, büyüleyici bir roman. Pınar Kür'ün doyumsuz çevirisiyle... (Orange Broadband Ödülü 2003)
6- BRUCE CHATWİN OUIDAH NAİBİ

Genç ve yoksul Brezilyalı Manoel da Silva, 1800'lerin başında Afrika'nın "köle sahilindeki" Dahomey adlı krallığa gitmek üzere denize açıldı. Köle ticaretinden servet kazanmayı kafasına koymuştu. Azminden ve iradesinden başka hiçbir silahı olmayan genç adam Dahomey'de zengin, güçlü ve önemli bir kişi haline gelmeyi başardı. Ruh hali cıva gibi değişken deli Kral'a kendini sevdirerek köle ticareti tekelini ele geçirdi. Sayısız kadınla birlikte olup yüzlerce yıl yaşayacak melez bir hanedan kurdu. Ancak kaderini teslim ettiği uğursuz mesleğin, hayallerindeki gibi zengin, saygın ve muzaffer biri olarak Brezilya'ya dönmesinin önündeki en büyük engel olduğunu bilemezdi.
*** Filmi de bulunmaktadır.

7- DAVİD PESCİ – SİYAH ÖFKE: AMİSTAD

İsyanın, Özgürlüğün, Eve Dönüşün, Dünyanın Kanayan Yarası Köle Afrika'nın Romanı
"Neden isyan çıkarmak için kölelere önderlik ettin?" Singbe gözlerini Judson'a dikti, öylece bakakaldı. Tam o esnada şu birkaç kelime odanın içinde bir top gibi patlad: "Köle değil! Singbe köle değil. Afrika!" Herkes olduğu yerde donup kalmıştı. Singbe zincir şıkırtıları arasında elini göğsüne götürüyor, aynı sözleri yineleyip duruyordu. "Köle değil! Afrika!" Judson Singbe'ye doğru yaklaştı. "İngilizce konuşabiliyor musun? Ha? Haydi, bir şeyler daha söyle, durma! Haydi!" "Köle değil! Köle değil!" Singbe yargıca doğru bir adım attı. Denizcilerden biri tüfeğini kaldırıp onu durdurdu. Singbe, Mende dilinde yüksek sesle konuşmaya başladı. "Ben özgür bir Mendeliyim. Yeniden köle olmayacağım. Beni zincirlerle bağlayabilirsiniz. Sırtımı ve ayaklarımı, derisi yüzülünceye kadar kamçılayabilir, bedenimdeki bütün kanı akıtabilirsiniz. Ama köle yapamazsanız. Ben hiç kimsenin kölesi olmayacağım! Bunun için beni öldürmeniz gerek."
*** Filmi de bulunmaktadır.

8- ORHAN PAMUK – BEYAZ KALE

17. yüzyılda Türk korsanlarınca tutsak edilen bir Venedik'li, İstanbul'a getirilir. Astronomiden, fizikten ve resimden anladığına inanan bu köle, aynı ilgileri paylaşan bir Türk tarafından satın alınır. Garip bir benzerlik vardır bu iki insan arasında. Köle sahibi, kölesinden, Venedik'i ve Batı bilimini öğrenmek ister. Bu iki kişi, efendi ile köle, birbirlerini tanımak, anlamak ve anlatmak için, Haliç'e bakan karanlık ve boş bir evde, aynı masanın iki ucuna oturur, konuşurlar. Hikâyeleri ve serüvenleri, onları, veba salgınının kol gezdiği İstanbul sokaklarına, Çocuk Sultan'ın düşsel bahçelerine ve hayvanlarına, inanılmaz bir silahın yapımına, 'ben neden benim' sorusuna götürecektir. Hikâyelerin günden geceye doğru ilerlemesiyle, gölgeler yavaş yavaş yer değiştirirler.
9- MENDE NAZER – KÖLE (GERÇEKTEN ÖZGÜR MÜYÜM?)

Sudan'da Başlayıp, Londra'da Biten Bir İnsanlık Dramının, 21. Yüzyılda Köleliğin Romanı
"Sen kendini kim sanıyorsun ki?" dedi evin hanımı Rahab, "Dur da sana izah edeyim. Sen bir abdasın, yani bir köle. Abda. Abda. Bu ne demek, biliyorsun değil mi? Bir abda olduğunu asla unutma!" "Hayır, ben Mende'yim" diye karşılık verdim ona yavaşça. Abda kelimesinin ne anlama geldiğine dair en küçük bir fikrim dahi yoktu. Nuba dağlarında abda bir kız ismi olduğu için, ismimi karıştırmış olabileceğini düşünüyordum. Rahab alayla güldü. "Adının Mende olduğunu biliyorum. Fakat bunun dışında bir abdasın. Bunun ne demek olduğunu biliyor musun?" "Hayır, ben Mende'yim" diye tekrarladım bir kez daha. İşte o anda aklıma babamın Nuba dağlarında Arapların Shimii köyünü bastıklarını ve kızları köle olarak kaçırdıklarını anlatması geldi. Artık Rahab'ın neden bana abda dediğini anlıyordum. Ben Rahab'ın kölesiydim!
10- HOWARD FAST – SPARTAKÜS

Spartaküs (Spartacus) adlı belgesel roman, Howard Fast tarafından 1951 yılında yazılmıştır ve Stanley Kubrick tarafından 1960 yılında filme çekilmiştir. Olaylar ve kişiler tamamen gerçektir. Yüzbini aşkın köle ordusunun yenilmez Roma ordusuna karşı Spartaküs’ün önderliğinde M.Ö. 73 -71 yılları arasında tarihe yazdığı bu ölümsüz mücadele insanlık tarihinde ezilenlerin ezenlere karşı ilk ayaklanmasıdır.
*** Filmi de bulunmaktadır.

Spartaküs ile ilgili Türkçe'ye çevrilmiş birçok roman var: Arthur Kostler'in Spartaküs: Özgürlük Tarihinin İlk Bireyi adlı romanı, J. M. Clements'in Spartacus: Kılıçlar ve Küller'i (Straz'ın Spartacus dizisinin romanlaştırılmış hali; seri halinde olacak. Blogda yorumum bulunmaktadır), Lewis Grassic Gibbon'un Spartacus: Kan ve Gurur'u, Marcel Ollivier'in Spartacus'ü, Aleksandr Pavloviç Blizinski'nin İsyancı Köle Spartacus'ü.
Bana sorarsanız Howard Fast'inkini ya da Arthur Koestler'inkini tercih edin derim, tarihi bilgilerin daha fazla olmasından dolayı elbetteki...
Spartacus hakkında eğer çeşitli belgelere dayanan hem resimli hem de kaynakçalı bir kitap okumak istiyorsanız, size şu anda okuduğum Nic Fields'ın Spartacus ve Köle Savaşı adlı kitabını öneririm:

Tarihin en büyük savaşlarının ayrıntılı dökümleri, çarpışan kuvvetlerin komuta stratejileri, muharebe taktikleri, askerî harekâtların düğüm noktaları.
Roma'ya karşı ayaklanan bir köle: Trakyalı Spartacus. Karşısında servetini iktidar için kullanan hırslı bir komutan: Marcus Licinius Crassus. Gladyatörlerin isyanı, kullanılan silahlar, karşılıklı taktikler, Crassus'un kazdırdığı hendek, Silarus Nehri yakınındaki son savaş…
Roma M.Ö. 73 tarihinde köleci bir toplumun başına gelebilecek en büyük kâbusla karşı karşıya kaldı: Köle ayaklanması. Gladyatör dövüşlerinin önemli merkezlerinden biri olan Capua'da, Trakyalı Spartacus önderliğinde ayaklanan gladyatörler, üzerlerine gelen Roma kuvvetlerini peşpeşe yenilgiye uğrattılar. Kaçan diğer kölelerin de katılmasıyla giderek büyüyen ve mevcudu 70.000'e yaklaşan bu ordu, Spartacus'ün komutasında zengin Roma kentlerine saldırdı, iki konsül ordusunu bozguna uğrattı.
Roma için büyük bir tehdit oluşturmaya başlayan Spartacus'ü başlangıçta ciddiye almayan Senato, daha sonra bu hatasını anladı ve servetini kullanarak iktidar peşinde koşan hırslı Marcus Licinius Crassus'u görevlendirdi. Uzunca bir süre Spartacus'ü takip eden Crassus, "köle ordusu"nun bölünmesinden de yararlanarak son ve büyük bir savaşta -Marx'ın ifadesiyle- "bütün bir antikçağ tarihinin böbürlenebileceği en muazzam kişilik" olan Trakyalıyı mağlup etti. Spartacus savaş alanında elinde kılıcıyla can verdi. Crassus, esir aldığı 6.000 köleyi ibret olsun diye çarmıha gerdirdi. Stanley Kubrick'in epik filmi Spartacus'te (1960), Crassus son savaştan hemen önce bir araya topladığı subaylarına harekâtın "Spartacus efsanesini öldürmek" için yapıldığını söylemişti. Oysa gladyatör Spartacus'ün yazgısında, ölümü yenip efsane olmak ve çağları aşıp dünyadaki tüm ezilenlerin umutlarının simgesi haline gelmek vardı.
Aynı şekilde Kölelik Tarihi ile ilgili bilgi edinmek istiyorsanız Charles Johnson'ın Köle Seferi ve Prof. Markus Rediker'in Köle Gemisi adlı kitaplarını öneriyorum - ki bu iki kitap da benim okuma listemde bulunuyorlar.
Belki de yazının en başında ele almış olmam gereken romandan bir tanesini yazmadan yazının sonlarına geldim. Ancak tanıtmazsam olmaz, eminim ki birçoğumuz küçükken okumuşuzdur. Harriet Beecher Stowe'un Tom Amcanın Kulübesi adlı kitabı.

Dünya edebiyatı kalsiklerinden biri olarak kabul edilen Tom Amca'nın Kulübesi, yarattığı duygusal ve politik etkilerle yalnız edebiyata değil, ABD tarihine de damgasını vuran bir roman. İlk kez yayınlandığı 1852 yılında devrimci ve yenilikçi niteliğiyle büyük tepki toplayan, beyazların egemenliğini sürdürdüğü on dokuzuncu yüzyıl Amerika'sının utanç verici kölelik kurumu karşısındaki tutumunu acımasızca, ayrıntılarıyla gözler önüne seren bir başyapıt. Amerika'da köleliğin kaldırılmasında büyük etkisi olduğu söylenen roman, köleliğin korkunçluğunu, insan doğasına aykırılığını, ahlaki ve dini yanlışlığını dile getirir. Nasıl bir yaşam sürerlerse sürsünler, bütün kölelerin ortak noktası şudur; özgürlükleri ve gelecekleri yoktur. Mal olarak alınıp satılan, ailelerinden koparılan insanlardır onlar; kimi çocuklar, bu yazgıdan kurtulmaları için doğar doğmaz öldürülürler. On dokuzuncu yüzyıldaki kölelik koşulları göz önünde bulundurularak okunması gereken romanda, yazar, köleliği beyazların sorunu olarak ele alırken, zencilerin çektiği ıstırap ve sıkıntıları ön planda tutmuş, onlara özellikle Tom Amca başta olmak üzere, ahlaklılık, yumuşaklık ve inançla donatılmış bir insanlık gücü bağışlamıştır.*** Filmi de bulunmaktadır.

Ayrıca eski basım Catherine Gaskin'in Fiona adlı romanı da kölelik konusunu barındıran gotik-romantik türü bir kitap. Merak edenler için kısaca tanıtayım:

Umutsuz Fiona McIntyre genç kuzeninin yanında mürebbiye olarak çalışmaya Batı Hint Adaları'na (ki eskiden köle ticaretinin çok yapıldığı yerlerden biridir burası) gider. Ama beyaz efendilerin ihtirasları ve onların özgürlüğün kıyısındaki huzursuz kölelerinin arasındaki gerilim kaynama noktasına gelmiştir. Kasırga geldiğinde ve davulların sesleri adayı sardığında bütün sırlar açığa çıkacaktır.
Yukarıdaki kitaplardan Mal, Bir Beslemenin Günlüğü, Ouidah Naibi, Özgürlük Ülkesi, J. M. Clements'in Spartacus: Kılıçlar ve Küller'ini okudum, diğerleri de okuma listemde.
*** Bunların dışında Solomon Northup'ın filme de çevrilen ve çok konuşulan romanı 12 Years A Slave, Altın Bilek Yayınlarından çıkacak yıl içerisinde.

Yayınevleri belki okur da burayı (pek umutlu değilim ama) değerlendirmeye alır diye kölelik ile ilgili konusunu beğendiğim birkaç romanı da ben yazayım istedim:
* Julius Lester - Day of Tears* Toni Morrison - A Mercy* Laurie Halse Anderson - Chains* Isabel Allende - Island Beneath the Sea* Tracy Chevalier - The Last Runaway
Ve gelelim birkaç film tavsiyesine:
Britanya'da köleliğin kaldırılması için amansızca mücadele etmiş politikacı ve tüccar William Wilberforce'un bu mücadelesi Amazing Grace (Özgürlük Şarkısı) adlı filmde çok etkileyici bir şekilde aktarılmış, tavsiye ederim.

Yukarıda yazdığım Amistad adlı filmde de hem prodüksiyon hem de oyunculuklar çok kaliteli.

İzlenecek ve okunacak listemde olan 12 Years A Slave (12 Yıllık Esaret) oldukça dikkat çekici.

Son film ise I Am A Slave adını taşıyor ve Londra'nın köle ticaretini ve bir kadının özgürlük mücadelesini anlatan konusu ile beni izle diyor.

Ve böylece ikinci konsept yazımın da sonuna geldim. Bu uzun yazıyı okuma sabrı gösterenlere çok teşekkür ederim. Umarım yazım faydalı olmuştur. Kölelik konusu benim özel ilgi alanıma girdiği için ve derinden etkilendiğim bir konu olduğu için ben yazıyı yazarken okuduklarımı ve izlediklerimi yeniden hatırlayıp hüzünlendim. Köleliğin -hangi türü olursa olsun- sonsuza dek bu dünyadan silinmesi dileğiyle diyerek yazımı kapatıyorum.
"Bol kitaplı günler diliyorum. Bırakın kitaplar sizi dünyalarına alsın..."
Bookowski
Published on January 25, 2014 09:58