E. Chainey's Blog, page 6

January 19, 2014

Bookowski TKK Konsept: Fransız Devrimi




Tarihi Kurgu Kitaplarının konseptinde ilk olarak "Fransız Devrimine İlişkin Tarihi Kurgu Kitaplar"ı ele alacağım. 

1- GRAEME FİFE - SUİKAST MELEĞİ 




"100.000 insanın canını kurtarmak için tek bir kişiyi öldürdüm."

Fransız Devrimi'nin kadın kahramanlarından Charlotte Corday'ın yaşamını ve aristokrat gazeteci Jean - Paul Marat'ı öldürüşünü anlatan çarpıcı bir tarihi roman.Charlotte, "Eylül Katliamları"nın kışkırtıcısı olarak gördüğü Marat'ı öldürüp ülkesini içinde bulunduğu iç savaştan kurtarabileceğini düşünür. Devrim mahkemesinde yargılanırken suikastı tek başına yaptığını söyler ve "100.000 insanın canını kurtarmak için tek bir kişiyi öldürdüm," der.Fransız Devrimi'nin hemen öncesini ve sonrasını, iyi yürekli ve akıllı genç bir kızın gözünden anlatan kitap, devrim sürecinin nasıl kontrolden çıktığını ve fedakârlıklarla verilen mücadeleleri gözler önüne sermektedir.Graeme Fife gerçek belgelerle edebiyatı harmanlayarak birçok devrimciye ilham vermiş Charlotte Corday'ı yirmi birinci yüzyılda yeniden canlandırmıştır.Charlotte'un hapishanede yazdığı son mektup da romana dâhil edilmiştir. 


Kitap okundu: http://bookowski101.blogspot.com/2013/11/graeme-fife-suikast-melegi-tarihi-kurgu.html
2. MARİA ROSA CUTRUFELLİ - OLYMPE 



Paris,1793: Savaşın baskısı altında kıvranan Robespierre'in uygulamaları terör estirmektedir. Bununla birlikte, giyotinden korkmadan, herkesin eşit ve özgür olduğu bir toplum hayalini gerçekleştirmek için cesurca mücadele edecek insanlar da vardır. Bunlardan biri olan, 'Kadın ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesinin yazarı Olympe de Gouges, cumhuriyetçi fikirleri en ön sıradan savunanlar arasındadır. 
'Yazmak tehlikeli bir şey. İkimiz de Abbaye'ye bu nedenle getirildik. Bu zamanlarda dikkatsizce yazılmış bir mektup bile bir siyasi bildiri gibi algılanıyor ve bunu kimse anlayamıyor. Ben bile. Ben ki sansürün geri döneceğini öngördüm ve bundan acı duydum. Düşünceyi ve kelimeleri kesmekle başlayan, en sonunda kafaları kesmeye kadar giden eski bir kontrol hevesi işte.'
Olympe'te bu cesur kadının hayatı, özellikle de son aylarda geçirdiği zorlu dönem, kahramanın kendi ağzından anlatılıyor. Onun bu hesaplaşması zaman zaman, ayaklanmalarla darmadağın olmuş Paris'te devrimi yaşayan genç Jakoben muhbir, yaşlı hizmetçi, ressam, hapishanede hücre arkadaşı olan hanımefendiler ve ayaktakımı, yargılanması esnasında mahkeme salonunu dolduran işçiler ve oğlunun hassas sevgilisi gibi, diğer kadınların seslerine karışıyor. Her sayfası heyecan ve tutku dolu olan bu kitapta romanın duygusal ama cesur, çalışkan ama yorgun, asi ama tutsak kahramanı başrolde. Olympe, cesaretinin ışığı yüzyıllar öncesinden günümüze yansıyan bir kadının portresi. 
  3. JEAN VAUTRİN - HALKIN SESİ



... Havada "Marseillaise" patlıyordu tekrar tekrar. Çok sık duyulsa bile, bu hınç dolu marş, binlerce kararlı ses tarafından hep bir ağızdan söylediğinde öylesine etkileyiciydi ki! Sefalete yazgılı, hor görülen, aşağılanan insanları tekrar dimdik ayağa kaldıran, onlara, tam teslimiyete düşmek üzerelerken, sokakları evrensel bir haykırışla tekrar fethetme kuvveti veren muhteşem bir güçtü o!..."Yaşasın Komün!"Bütünüyle birbirine karışmış toplumsal katmanlar, iç içe geçmiş sıralar, düzensiz bir biçimde birbirini sıkıştırıyor, insanlar görülmemiş bir ortak ruhla, birlikte ciğerlerine hava dolduruyor, birlikte bağırıyorlardı. Kalabalıklar hâlâ akmaya devam ediyordu. Gelmekte olanların dışındaki neredeyse herkes, zaten oradaydı. Günün halkın günü olduğuna inanıyorlardı. Onlar temiz bakışlı, tırnakları kararmış, yüzleri sevinçle parıldayan proleterlerdi. Akıyor, akıyor, kaynaşıyorlardı.Mahallelerden, fabrikalardan gelenler... Salkım salkım insan... Yontulara sarılmış kızlar, lamba direklerine tırmanmış çocuklar... Heykellerin tepesine oturanlar, çatılardan sarkanlar... Sakatlar, derbederler, ihtiyarlar, sokak çocukları, mavi gömlekli işçiler, redingotlu küçük burjuvalar... Her yaştan, her çeşitten yığınla insan alanı tıka basa doldurmuştu. Kocaman tertemiz gökyüzüne küçük beyaz dumanlar püskürterek patlayan toplar, askeri alayın az sonra oraya ulaşacağını anons ediyordu...Paris Komün'ü ve sınıf gerçeği, tüm yalınlığı ile gözler önüne serilirken Komün'ü yaratanların seslerini içimizde duyuyoruz.  
4. SARA GEORGE - KESİK KANATLI KRALİÇELER




Fransız Devrimi şimdiye kadar hiç böyle anlatılmadı. 
Arıların dünyasına ilgi duyan kör bir adam ve onun gözleri olan bir uşak, belki de bir mürit... Arı kovanının ruhunu anlamaya yönelik yapılan gözlemlerden, deneylerden yola çıkılarak yazılan bir günlüğün satır aralarına gizlenmiş aşk, iktidar oyunları ve vahşet... Kesik Kanatlı Kraliçeler'de, Fransız Devrimi günlerinde halkla iktidar arasında yaşananlar, neredeyse aynı paralelde seyreden arılara ait gizemli, zaman zaman ürkütücü ve şaşırtıcı dünyadan yansıtılıyor. Biri Fransa'nın diğeri oğlunun, mutlak gücü elinde tutan iki ana kraliçe anlatılıyor bu romanda; elbette işçiler ve ölüme mahkim erkekler de. Kraliçe arı oğula öncülük ediyor, Antoinette Fransız Devrimi'ni ateşliyor; biri deney uğruna kanatlarından, diğeri sözleri yüzünden canından oluyor. Kanlı, uzun iktidar mücadelelerinin ortasında kalan zeki ve zalim kraliçelerin ne ilki ne de sonuncusu onlar; ölüme gönderilen kesik kanatlı kraliçeler yalnızca...
  
5. SALLY GARDNER - KIRMIZI KOLYE



Bu hikayede her şey var.
Cinayet, Gizem, tutku ve hatta sihir...
Paris, 1789.
Soylular yemeklere doymayıp danstan dansa koşarken, dedikodu yapıp kumar oynayarak kendilerini kaçınılmaz bir felakete doğru sürüklerken, fakir ve aç halk devrim hayalleri peşinde!
Yann Margoza, bir kahraman olmak için doğmuş.
Cüce Tetu, Yann'ın dostu ve akıl hocası.
Sido, aptal Marki de Villeduval'in nefret ettiği kızı.
Ve kötü kalpli Kont Kalliovski, soylu sınıfının yarısını kendine esir etmiş bir şeytan.
Hikaye Paris'ten Londra'ya ve sonra tekrar Paris'e uzanıyor. Devrim hız kazanırken özgürlük ve eşitlik hayalleri, korku çarkları arasında eziliyor.


6. CAROLYN MEYER - KÖTÜ KRALİÇE MARİE ANTOİNETTE




"Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler."

Fransa'da, insanlar açlıktan ölüyordu ve ekmek yoktu. Kraliçe Marie Antoniette ise pahalı ipekler ve mücevherler içinde, kule gibi yükselen saç modelleriyle, taşlı yelpazesini şaklatarak o meşhur küçümseyici cümleyi sarf etti.

Hikaye böyle. Aslında bunu hiç söylemedi. Hikayenin kaynağıyla ilgili -bunu kimin söylediği, pastanın tanımı, kelimelerin dile getirildiği koşullar ve hatta dile getirilip getirilmediği- şiddetli tartışmalar senelerce sürdü. Sık sık tekrarlanan bu söylem, davranışlarıyla Fransız Devrimi'ni ateşleyen zalim kraliçe Marie Antoniette mitinin de bir parçası oldu.

Peki, Marie Antoniette genelde betimlendiği gibi kalpsiz biri miydi?
Sofia Coppola'nın 2006 yılındaki Marie Antoniette isimli filminden sonra, bu soru, daha çok tartışılır oldu...

Kötü Kraliçe Marie Antoniette...

7. BARONES EMMUSKA ORCZY - KIRMIZI ÇİÇEK



Zeka ve kurnazlığa sahip bir adam, Fransız Devrimcilerini savunur ve birçok kadın, erkek ve çocuğu ölümcül giyotinden kurtarır. Arkadaşları ve düşmanları onu Scarlet Pimpernel (Kırmızı Çiçek) olarak tanımaktadırlar. Ama acımasız Fransız ajanı Chauvelin onun kimliğini açığa çıkarmaya ve onu öldürmeye ant içmiştir.

*** Bu yazı dizisi çeşitli kategorilerde yapılacak ve geliştirilecektir. Umarım faydalı olmuştur. Kitaplar ile kalın...









2 likes ·   •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 19, 2014 11:29

January 18, 2014

Bir Ölümsüz Eser: Elizabeth Gaskell - Kuzey ve Güney


Viktorya Dönemi edebiyatının en özgün kadın kahramanlarından Margaret Hale ile tanışmaya hazır mısınız? 





Not: 2. resim Duygu Keleş tasarımıdır. 






Kuzey ve Güney, döneminin en önemli sosyal eleştirilerinden ve en tutkulu aşk hikâyelerinden birini barındıran ve yazarı Elizabeth Gaskell’a o muhteşem ününü kazandıran bir yazınsal şölen… Margaret Hale, yaşamının baharında yer değiştirerek farklı bir yaşamın içine girmek zorunda kalan genç bir kız olarak, karşısına çıkan ve üstesinden gelmesi gereken sorunlara ürettiği çözümlerle, dönemin okurları üzerinde düşünsel bir devrim gerçekleştirmiş gerçek bir kahramandır.


“Bugün şahit olduğum bu büyük acılardan sonra, artık nasıl güzel elbiseler giyip bu şık eğlencelere katılmaya devam edebilirim ki?”


Margaret’ın babası ise kendi cemaatlerinin bir papazı olarak hayatında meydana gelen değişimler ve şahit olduğu korkunç acılardan sonra, neredeyse inancını kaybetmek noktasına gelen bir adam halini alır. Ama yaşamın onlara oynadığı oyun yeni başlamaktadır… 
Her şeyi değiştiren bir tanışma… Delicesine bir aşk… Yürek yakan sorgulamalar… Tadı damakta kalan bir edebiyat şaheseri…


Kuzey ve Güney, yazılışından 160 yıl sonra, nihayet Türkçede… Üstelik büyük yazar Charles Dickens’ın kendi yayınevinden yayınlamak için yaptığı değişiklik ve yazarın onayını da almış düzeltmelerle birlikte…
“Mary Barton ile Kuzey ve Güney… Şanslı olan okurun denk gelebileceği ve okuyanların asla bir daha eski kişiler olamayacakları iki büyük başucu kitabı…”Virginia Woolf
“Kuzey ve Güney, gerçek bir başyapıt… Tüm Gaskell eserleri kadar ihtişamlı ama hepsinin arasında daima zirvede.”Wilkie Collins
“İlk okuduğumda adı Margaret Hale idi. İçerdiği zıtlık, toplumsal derinlik yanında duygusal derinliği de düşünerek, kitabın adının Kuzey ve Güney olmasında ısrar ettim. Bu kitap sadece enfes bir anlatı değil, aynı zamanda insanları ve sorunları yüzleştiren bir metin. Okudukça, daha iyi anlaşılacağı konusunda inancım tam.”Charles Dickens
Elizabeth Gaskell ve Başyapıt Romanları: Mary Barton ile Kuzey & Güney
Elizabeth Cleghorn Gaskell, 1810' da Chelsea'de doğmuş. On üç aylıkken annesini kaybetmiş ve teyzesinin yanında, Shakespeare'in memleketi Stratford-on-Avon'da büyümüş. On yedi yaşında babasının yanına dönmüşse de üvey annesi ile anlaşamadıklarından yirmi iki yaşına kadar huzurlu bir hayat yaşayamamış (bu izlenimlerini Eşler ve Kızlar adlı romanda kurgulaştırarak anlatmış olduğu belirtiliyor). Elizabeth, yirmi ki yaşında William Gaskell adlı bir papaz ile evlenir ve eşinin işi sayesinde toplumun farklı kesimlerini tanıma ve özellikle yoksulluğu görme şansı yakalar. Romanlarında özellikle Manchester'daki endüstri hayatı ve toplumunu yazmıştır (bu açıdan çağında çok eleştirilen ve dikkat çeken yazarlardan olmuştur, hatta Ruth adlı romanı sosyal sınırların dışına çıkmış, “düşmüş bir kadın” ile ilgili olduğu için sokakta yakılmıştır). Ayrıca bir de çok sevdiği arkadaşı olan Charlotte Brontë’un biyografisini kaleme almış.
Gaskell’in yazma serüveni şöyle başlamış: 1844'te —evlendikten on iki yıl sonra— Gaskell dört çocuk sahibi imiş: üç kızı varmış, bir de oğlu. Ancak oğlu doğduktan birkaç ay sonra ölmüş. Kederini unutmasına yardım eden bir tek şey varmış: yazı yazmak. Kocası, onun yazı yazmakla avunabileceğini görünce, roman yazması için teşvik etmiş. Elizabeth Gaskell ise uzun zamandan beridir tasarladığı konuyu kaleme almış ve Mary Barton işte böyle ortaya çıkmış. Mary Barton ilk çıktığı zaman Sir Walter Scott’ların, Charles Dickens’ların okuyucuları bu yeni “dâhi romancı”yı çok sevmişler. Yirmi yıllık yazı hayatında yazdığı altı roman (Mary Barton, North and South, Wives and Daughters, Cranford, Ruth, Cousin Phillis) Gaskell’i sadece çok sevdiğimiz İngiliz edebiyatının ölümsüzleri arasına koymakla kalmamış, aynı zamanda dünya edebiyatında yeni bir dönemin yolunu açmıştır; romantik çağın duygululuğunu gerçekçiliğin düşünceleri de etkileyen unsurlarıyla birleştirerek (Austen ve Bronte’lardan da daha ayakları yere basan bir roman anlayışına sahip) 20. yüzyıl edebiyatını etkilemiştir.



Gelelim Mary Barton’a: Mary Barton, Gaskell’in en iyi kitabı olarak kabul ediliyor. Roman Manchester’da sanayileşmenin tam gaz devam ettiği yerde geçiyor. Tarihi bir romanı okurken o dönemi düşünmemiz gerekiyor. Eğer Victoria Çağı’na ilişkin bir şeyler okumuş ya da izlemişseniz sanayi kentlerinin o zamanki durumlarını bilirsiniz: sisli havalar, işçiler, sendikalaşma, fabrikalar, bir yanda yoksul halk ve hastalıklar, diğer yanda fabrika sahibi işverenler ve sömürü. Mary Barton da işte böyle bir ortamda geçer. Mary genç yaşta annesini kaybetmiş, babası ile birlikte sıradan bir evde oturan ve kıt kanaat geçinen bir genç kızdır. Mary güzeldir, dolayısıyla fabrika sahibinin oğlu Harry Carson’ın dikkatini çeker. Mary ise küçüklüklerinden beridir onu seven basit işçi arkadaşı James Wilson’ın aşkından habersiz Harry Carson’ın zengin dünyasına kendini kaptırmıştır. Ancak arka arkaya olaylar patlar; Carson’ların fabrikasında yangın çıkar, James (Jem) Wilson, içerideki babasını gözünü bile kırpmadan alevlere dalarak kurtarır. Öyle sanıyorum ki Mary, Jem’i asıl burada fark etmişti: gözü pek ve cesur oluşu onu etkilemişti, üstelik Jem onurlu ve çalışkan bir gençti. Bundan sonra olan olaylar daha da ilginçtir, o bizim yumuşak Mary Barton gider, yerine cesur bir kız gelir. Sevdiğini kurtarmak için yapmayacağı şey olmayan bir kız. Ve sonu… yan karakterlerle çok büyük bir anlam kazanan bu romanın sonu Amerika’da sonlanıyor… ve tabii çoğumuzun sevdiği gibi mutlu sonla!BBC yapımını ile North and South:

Margaret Hale: You are mistaken – you don’t know anything about the south! (Yanılıyorsunuz, güney hakkında hiçbir şey bilmiyorsunuz!)John Thornton: I think that I might say that you do not know the north. (Sizin de kuzeyi bilmediğinizi söyleyebilirim sanırım.)

İşte aslında romanın özeti bu diyalogda saklı. Kuzey ve Güney… İkisi de birbirinden farklı iki dünya. Güney daha sakin, daha refah ve dinginlik içerisinde; Kuzey ise karanlık, kasvetli, makine sesleri ile dolu, telaşlı ve kasvetli bir yer. Yani aslında Margaret Hale’in, güneyden kuzeye göçmek zorunda kalan bir papaz kızının, gözünde öyle. Margaret’ın kuzeyi tanımlaması aslında romanın en can alıcı yerlerinden biri. Kuzeni Edith’e yeni gördüğü yeri (fabrikalar dönemin yeni popüler ürünü olan (ketenden ziyade) pamuklu tekstil ürünleri imal ederken her yer pamuk ile bembeyaz olurmuş, hatta bazı işçiler akciğerleri bu pamuklarla dolduğu için ölürlermiş) şöyle tanımlıyor mektubunda:“Keşke sana ne kadar yalnız olduğumu anlatabilsem. Burasının ne kadar soğuk ve sert olduğunu. Her yerde bir çelişki ve cefa var. Tanrı'nın bu yeri unuttuğunu düşünüyorum. Sanırım cehennemi gördüm ve o beyaz, cehennem sevgili Edith, kar beyazı...”En büyük aşklar nefretle başlar misali (biraz da Austen’in Gurur ve Önyargısı gibi) Margaret Hale ve fabrika sahibi John Thornton arasındaki çekişme ve çekilme bizi sürüklüyor kendileri ile. Margaret lafını sakınmayan güzel bir kız. John ise babasından yadigar fabrikayı ayakta tutmaya çalışan ve zaman zaman dönem patronları gibi zalim olabilen genç bir adam. Margaret sendikaya destek verirken, John, İrlanda’dan işçi getirmeyi tercih ediyor mesela… Hele aralarındaki büyük bir yanlış anlamaya rağmen John’un Margaret’ı koruması… Sonra John’un da aşkla birlikte daha merhametli bir adam olması… Bu roman zıtlıkların ve birbirini yargılamadan anlamanın romanı, bu roman işçilerin ve patronların birlikte daha iyi şeyler yapabileceklerinin kanıtı, bu roman dünya edebiyatında önemli bir yere sahip bir roman. 
Altın Bilek Yayınları'ndan çıkacak olan kitabı 20 Ocak itibariyle tüm seçkin kitabevlerinden ve internetten sağlayabileceğiz, ve elbette ben de burada daha uzun bir yorumla kitabı şereflendireceğim. Darısı Anne Bronte’un ve daha bir sürü eserleri Türkçe’ye az çevrilmiş klasik yazarların başına diyorum…
2 likes ·   •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 18, 2014 13:00

J. M. Clements - Spartacus: Kılıçlar ve Küller (Tarihi Kurgu Kitaplar - No:17)





Basım Yılı: 2013Sayfa Sayısı: 368GoodReads Puanı: 3,67

Efsanevi bir gladyatörü yenerek şampiyon olan Spartaküs (Spartacus), köleleri tarafından öldürülmüş zengin bir adam için düzenlenen ölüm oyunlarında dövüşmektedir. Ancak sürüp giden kaosun ardında büyük bir mirasın olduğunu öğrenen Spartaküs, masum insanları korumak adına var gücüyle savaşır. Cinayet ve vahşetin kol gezdiği coğrafyada Spartaküs tüm bu hesaplaşmaların üstesindengelebilecek midir? Daha da önemlisi, uzun zamandır izini sürdüğü kayıp eşine kavuşabilecek midir?


Kana bulanmış atmosferi, egzotik ilişkileri, zalimlik ve kahramanlık dolu hikâyeleriyle tüm dünyada büyük başarı yakalamış bir televizyon dizisi olan Spartaküs, üç kitaplık serinin ilki olan Kılıçlar ve Küller’de okurları arenanın bitmek bilmeyen kanlı savaşlarına ve insanı hayrete düşüren entrika dolu ilişkilere davet ediyor…



Önderlik yeteneğiyle dikkat çeken Trakyalı bir köle olan Spartaküs, bir olasılığa göre Roma ordusundan kaçmış, haydutluk yaparken yakalanmış ve köle olarak satılmıştı. Spartaküs MÖ 73'te kendisiyle birlikte Capua'daki Quintus Lentulus Batiatus'un gladyatör okulundan kaçan 77 arkadaşıyla Vezüv Yanardağı'na sığındı. Küçük bir Roma ordusunca kuşatılan kaçaklar, asma dallarından yaptıkları halatlarla uçurumdan aşağı inerek Romalı askerleri şaşırtıp kaçmayı başardılar. Spartaküs, kendisine katılan ve sayıları 100 bine ulaşan kaçak köle ve gladyatörlerle Lucania'ya doğru yürüdü. Amansız bir çatışma sonucunda Publius Varinius'u yendi ve Thuria ile Metapontion kentlerini yağmaladı. Spartaküs artık Güney İtalya'ya egemen olmuştu. Roma Senatosu birden tehlikenin farkına vardı. MÖ 72'de iki konsülün yönetimindeki güçler Spartaküs'ün üzerine gönderildi. Spartaküs onları yendikten sonra kuzeye, Alpler'e doğru kosusa geçti. Gallia Cisalpina valisi onu durdurmaya çalıştıysa da, yenilgiye uğradı. Köle ordusu artık Alpler'i geçebilir ve güvenlik içinde dağılabilirdi. Ne var ki, kimse İtalya'dan ayrılmak istemedi. Spartaküs, ister istemez güneye yürümek zorunda kaldı. Lucinia'ya geri dönen ordu, orada ilk kez Marcus Crassus'a yenildi. Spartaküs, Sicilya'ya geçmeyi tasarlayarak Messina'ya çekildi. Onları kaçırmaya söz veren korsanlar sözlerinde durmadı. Crassus, köleleri kuşattıysa da, Spartaküs kuşatmayı yararak çekildi. Daha sonra, MÖ 71'de ya savaştan sağ kurtulup Roma'yı terk etti, ya da Romalılar tarafından savaşta öldürüldü. Savaşta öldürülüp tanınmaz hale gelme ihtimalinden dolayı bulunamamış olma ihtimali de vardır ancak cesedine asla ulaşılamamıştır. Romalı general Pompeius, Spartaküs'ün ordusundaki çok sayıda kaçağı yakalayıp öldürdü. 6000 kişiyi tutsak alan Crassus, Appia Yolu boyunca tümünü çarmıha gerdirdi. O dönemdeki inanışa göre tanrıların onu yanına aldığı, koruduğu gibi dedikodular yayıldı. Ancak Spartaküs'e ne olduğu asla öğrenilemedi.

* Kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/Spartak%C3%BCs  



Evet, biliyoruz ki bazı efsaneler kanla yazılır...
M.Ö. 71 yılda Roma'dayız. Batiatus Hane'sinin en güçlü gladyatörü, Capua Şampiyonu Spartaküs ve diğer gladyatörler, köleleri tarafından vahşice öldürülen Pelorus Hane'sinin sahibi Pelorus'u onurlandırmak için yapılan arena gösterilerine giderler. Pek tabii ki Marcus Gaius Glaber'in eşi Ilithya da, Batiatus'un eşi Lucretia da bu macera da yerini alacaktır. Ama asıl oyun Pelorus öldükten sonra onun mallarını kimin alacağı üzerine oynanır. Bu oyunda özgürlüğünü kazanmış bir azatlı olan Timarchides, Verres ve Batiatus vardır. Ölen Pelorus ile Timarchides arasındaki yakınlık(!) öne sürülerek malların Timarchides'e geçmesi öngörülür. Varro da bu yakınlığın kanıtlanması için kurban verilir. Ancak gerçekten de Pelorus ve Timarchides o şekilde bir yakınlık yaşamışlar mıydı? Bunu çözmek de bizim asil Romalı sorgucumuz Cicero'ya düşer. 

Söylemeliyim ki kitap gerçekten akıcı, dizisini aratmıyor. Spartaküs'ün dingin zekası ve güçlülüğü yine ön planda. Ve karısı Sura'ya kavuşmak için yapmayacağı şey yok... Varro ise bir diğer sevdiğim karakterdi ancak bir süre sonra ne yazık ki bir istismara maruz kalıyor, o kısım üzücü idi. Aslına bakılırsa kölelik sistemi, lanistalar (gladyatör yetiştiren ve onları pazarlayanlar), dominuslar, azatlılar, vahşet, o zamanın yaşam şekli bu kitap ile oldukça gerçekçi bir şekilde yansıtılmış. Spartaküs'ü ve Köle İsyanını hepimiz az çok biliriz, işte bu kitap ile her ne kadar kurgu olsa da dönemin koşullarının nasıl olduğunu, sahiplerin köleleri nasıl kullandığını vs. görüyoruz. 

Kitabın başında "Andy Whitfield için" yazısını okuyunca da boğazınıza bir düğüm takılmaması işten değil tabii...

Ve söylemeden geçemeyeceğim, şu kitapları redakte eden ve son okumasını yapan kişiler biraz daha özenli olsalar ve editör de buna son bir kez bakıp öyle basıma gönderse hiç fena olmaz. Bir yerde Kalafat diye geçen sözcük bir yerde Malafat diye geçmiş mesela. Tırnak işareti açılmış, kapanmamış. Tanrısal anlatım kısmına tırnak işareti konmuş vesaire. Bunlar okuma sürecinin akıcılığını bozan ve insanı okumadan soğutan şeyler. Lütfen biraz dikkat... Serinin devamını merakla bekliyorum, diziyi zaten "Ah Yağmur Getiren ah!" şeklinde kapatmıştım, bu seri de zevkle ama sonunda hüzünle okunacak gibi görünüyor. Dizideki karakterlerin olması da ayrı bir hoşluk :)

Kitaptaki Genel Karakterler:

Batiatus & Lucretia ve Batiatus Hanesinin gladyatörleri Spartaküs, Varro, Barca, Berbryx

Ilithya, Successa (bir zevk kadını), Pelorus (bir lanista), Timarchides (bir azatlı: özgürlüğünü kazanmış bir eski köle), Cicero (bir sorgucu), Verres (Sicilya Valisi olarak atanmış nüfuzlu biri), Medea (bir kadın gladyatör, kahinlik özelliklerine haiz)

NOTUM: 4 YILDIZ 






 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 18, 2014 09:21

January 12, 2014

“BOOK SPINE POETRY” ETKİNLİĞİ - Tarihi Kurgu Kitap Başlıklarıyla Şiir :)

Tarihi Kurgu Kitap Başlıklarıyla Şiir :)Vampirella haber verdi (teşekkürler kendisine), ben de bayıldım ve bir tane hazırladım. İşte karşınızda Tarihi Kurgu Kitap Başlıklarıyla oluşturduğum küçük bir şiir :)


DELİLAH
"Kalp Hırsızı,Delilah,Dört Mevsim,Beni Hatırla.İnanç,Dokunuş.Senden Hatıra Kaldı.Aşka Bir Şans Daha..."

Şiiri Georgette Heyer'in bir kitabı ile açıp, diğer bir kitabı  ile kapattım. Aşka Bir Şans Daha adlı kitap çok tatlı bir kitaptı, tavsiye ederim.

Vampirella'nın Şiiri İçin Tıkla:  http://vampirellaninguncesi.wordpress.com/2014/01/12/book-spine-poetry-etkinligi/

1 like ·   •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 12, 2014 04:58

January 11, 2014

Tarihi Kurgu Kitaplığım 1: İki Yeni Kitap - Haymarket ve Haritacının Rüyası


"Tarihi Kurgu Kitaplığım" başlığın altında yayınlayacağım bölümün ilk yayını ile karşınızdayım. En son yaptığım alışverişte iki tarihi kurgu kitabı vardı. Hep birlikte tanıyalım kitapları:






Haymarket Kitap Tanıtımı:
2004 Basımı ve 416 sayfa


1870'lerin grev dalgalarıyla sarsılan Amerika Birleşik Devletleri; emekçi hareketinin 8 saatlik işgünü hakkını elde etmek için verdiği kararlı mücadele; büyük gösterilere şahit olan Chicago; 1 Mayıs 1886'da bütün ABD çapında 350 bini aşkın kişinin katıldığı büyük grev; 4 Mayıs'ta Haymarket Meydanı'nda toplanan işçiler dağılmak üzereyken, kalabalığın ortasına ve onların üstüne yürüyen polislere atılan bir bomba; hemen ardından başlayan cadı avında sekiz önderin tutuklanması; Albert Parsons, August Spies, Adolph Fischer ve Georg Engel'in asılarak idam edilmeleri, Louis Lingg'in ağzında dinamit patlatarak intihar edişi... 

Amerikalı yazar Martin Duberman, 'Chicago Anarşistleri'nin en ateşli militanlarından Albert Parsons ile mücadele etme kararlılığında ondan hiç geri kalmayan Lucy Gonzalez'in aşkı etrafında, bütün dünya emekçilerinin birlik ve mücadele günü olan 1 Mayıs'ın doğuşunu hazırlayan yılların, ABD tarihinin en sert sınıf çatışmasını yansıtan eylemlerin, en çıplak haliyle mülk sahiplerinin çıkarlarına hizmet eden taraflı bir yargıç ve uydurma bir jüriyle, işçi önderlerinin asılması kararıyla sonuçlanan Haymarket Davası'nın hikayesini anlatıyor...




Haritacının Rüyası Kitap Tanıtımı:

2004 Basımı, 152 sayfa

"Gençken, bir gün ormanda okla yaraladığım bir kuşun ölümünü seyretmiştim; bu dünyayı terk etme arzumu harekete geçiren işte bu olaydır. Kuşun kanayan göğsünü hatırladıkça hala ürperiyorum. Bugün bile kendimi o kuş gibi görüyorum; az önce özgürce uçabilirken, bir dakika sonra yere çakılmış can çekişen bir canlı."Haritacının Rüyası, insan yüreğinin aheste gezilerine tanık olma cesareti gösteren bir masalcının, çizmeyi hayal ettiği dünya haritasıyla aslında kendi varlığını yansıtan haritacı Fra Mauro'nun hikayesi... Mauro, haritasına dünyadaki ülkelerin, dağların, nehirlerin ve şehirlerin gerçek konumunu hikayelerindeki kahramanların gözünden yansıtıyor. Ona bazen bütün dünyalarını bedenlerinde taşıyan Lochac Yerliler, bazen kalp şeklinde bir dünya haritası çizen Hacı Ahmet, bazense düşlerden yapılmış sarayıyla bir rahip yol gösteriyor...Haritacı sorduğu sorularla bizi kainatın özüne dair bir tartışmaya davet ediyor. Kendinizi terk edip yeni bir insan olmaya ne dersiniz? Unutmayın ki, "Gerçek filozoflar, varacakları yerden ya da geri döneceklerinden emin olmaksızın bir bilinmeyene doğru yolculuğa çıkabilenlerdir."


Haymarket Olayı ile ilgili daha önce bir kitap okumuştum: Frank Harris'in Bomba kitabı. Bu da ikinci bir kurgu olarak keyifle okuyacağım bir kitaba benziyor.
Haritacının Rüyası ise arka kapağındaki, "Gençken, bir gün ormanda okla yaraladığım bir kuşun ölümünü seyretmiştim; bu dünyayı terk etme arzumu harekete geçiren işte bu olaydır. Kuşun kanayan göğsünü hatırladıkça hala ürperiyorum. Bugün bile kendimi o kuş gibi görüyorum; az önce özgürce uçabilirken, bir dakika sonra yere çakılmış can çekişen bir canlı." sözlerle ve konusu ile dikkatimi çekmişti. Keyifle okuyacağımı düşünüyorum. 

Yorumları buradan ve GoodReads'teki hesabımdan takip edebilirsiniz. Kitapla kalın...
 •  2 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 11, 2014 10:41

January 4, 2014

Ocak 2014 Okunacak Tarihi Kurgu Kitabı Anketi'nin Sonucu



" Ocak 2014'te hangi Tarihi Kurgu Romanı yorumlamamı istersiniz?" diye  sormuştum. İşte cevabı:


J. M. Clements'in Spartacus adlı kitabı tarafımdan okunup yorumlanacak. Ayrıca Nic Fields'ın yazmış olduğu Türkiye İş Bankası Yayınları'ndan çıkan Spartacus ve Köle Savaşı adlı resimli bilgi kitabını da okuyacağım. Bilindiği gibi kitap kurgu ama gerçek bir efsanenin esasını okumak daha bilgilendirici olacaktır diye düşünüyorum. Bitince iki kitaba dair yorumlarımı, bilgileri ve görselleri burada bulacaksınız. Benimle birlikte okumak isteyen varsa bir mesaj yazmanız yeterli ;)

Daha sonrasında Elif Şafak ve Lynn Cullen'in kitaplarını da okuma listeme aldım. İkisi de Şubat Okumalarımda olabilir. Özellikle Mrs. Poe'nun yorumunu bekleyen arkadaşlarım var :) Elif Şafak da bu romanı ile ilk defa okuma listeme girmiş oldu. Bakalım, umarım yazarın yazımını beğenirim. Kitaplarla kalın sevgili tarihseverler...

Kitabı Tanıyalım:





GoodReads Puanı: 3,67368 pages

Bazı efsaneler kanla yazılır!

Efsanevi bir gladyatörü yenerek şampiyon olan Spartaküs (Spartacus), köleleri tarafından öldürülmüş zengin bir adam için düzenlenen ölüm oyunlarında dövüşmektedir. Ancak sürüp giden kaosun ardında büyük bir mirasın olduğunu öğrenen Spartaküs, masum insanları korumak adına var gücüyle savaşır. Cinayet ve vahşetin kol gezdiği coğrafyada Spartaküs tüm bu hesaplaşmaların üstesinden gelebilecek midir? Daha da önemlisi, uzun zamandır izini sürdüğü kayıp eşine kavuşabilecek midir?


Kana bulanmış atmosferi, egzotik ilişkileri, zalimlik ve kahramanlık dolu hikâyeleriyle tüm dünyada büyük başarı yakalamış bir televizyon dizisi olan Spartaküs, üç kitaplık serinin ilki olan Kılıçlar ve Küller'de okurları arenanın bitmek bilmeyen kanlı savaşlarına ve insanı hayrete düşüren entrika dolu ilişkilere davet ediyor...


"Savaşın, iktidarın ve aşkın mücadelesi hiç bu kadar şiddetli, kanlı ve nefes kesici olmamıştı."-Publishers Weekly-


"Arenanın vahşi kahramanlarına karışırken, sakinliğinizi korumakta zorlanacaksınız."-The Daily Rotation-


"Spartaküs gerçek bir kahraman. Haklı mücadelesine tanıklık etmek büyük bir keyif."-Booklist-


"Kılıçlar ve Küller, serinin şiddetli enerjisini başarıyla yansıtıyor. Okunmalı!"-Horror Talk-


"Renkli karakterlerin bir palette birleştiği, okuyucuları bir sonraki bölüme ilerlemeye sevk eden şahane bir kitap. Bu birleşimi bir arada bulmak büyük bir hazine elde etmek gibi."-The Daily Rotation-



 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 04, 2014 11:14

December 26, 2013

2013'e Elveda, 2014'e Merhaba - Bookowski'nin Okuma Macerası'13

2013'e Elveda, 2014'e MerhabaBookowski'nin Okuma Macerası'13


Evet, bir seneyi daha kapatıyoruz 365 sayfalık bir kitabı bitirir gibi. Son sayfalarındayız işte. Benim için iş ve okul açısından verimli oldu, biraz daha fazla edebi eser okumayı dilerdim; ancak yine de okuma maceram da fena bitmedi. Sevgili Martı'dan özendim, GoodReads'ten bir okuma analizi yapayım kendime dedim. İşte sonuçlarım:


Toplamda 40 kitap okumuşum. Son bir kitap kaldı, Helen Keller - Hayatımın Hikayesi. Onu da bitirip yılı öyle bitiririm diye umuyorum. O da bir biyografi kitabı. 
Bu 40 kitaptan;
5'İ 5 YILDIZ VERDİĞİM (2 LGBT EDEBİYATI),
15'İ 4 YILDIZ VERDİĞİM (2'Sİ OKUL İLE İLGİLİ OKUMA, 3 LGBT EDEBİYATI)
15'İ 3 YILDIZ VERDİĞİM (3 TANE LGBT EDEBİYATI)
4'Ü 2 YILDIZ VERDİĞİM (1'İ OKUL OKUMASI, 2'Sİ LGBT EDEBİYATI)
12'Sİ 1 YILDIZ VERDİĞİM,
Kitaplarmış. Ayrıca bu kitaplardan; 
"12 TANESİ TARİHİ KURGU, 10 TANESİ LGBT EDEBİYATI, 4 TANESİ YERLİ EDEBİYATI" imiş.

Demek ki bu sene oldukça yüksek oranda LGBT Edebiyatına dair kitap/hikaye okumuşum. İyi de olmuş. Çoğu çok sevdiğim hoş kitaplardı/novellalardı. Bir kısmını da çok sevemedim maalesef, ve ne yazık ki bunların 3'ü de Yerli LGBT Edebiyatı idi. 
En Sevdiklerim ise şunlardı;
Kim Fielding - Speechless (LGBT)
Louise Welsh - Timurlenk Ölmeli (Tarihi Kurgu, LGBT)
Deeanne Gist - Kırık Dökük Yaslar (Tarihi Kurgu, Aşk)
Frank Harris - Bomba (Tarihi Kurgu, Siyaset, Halk Hareketi, Haymarket Olayı, İşçi Edebiyatı)
Ve Yaşarken Yazılan Tarih (Tarih, Siyaset, Halk Hareketi: Gezi Parkı Olayları)

2014'ten Dilediklerim ise şu başlıkta: http://bookowski101.blogspot.com/2013/12/2014te-ckmasn-bekledigim-tarihi-kurgu.html

Klasiktir, şöyle denir: Acısıyla tatlısıyla bir yılı daha geride bırakıyoruz. 2014'ten dileğim ÖZGÜRLÜK, BARIŞ, MUTLULUK, ADALET VE BOL BOL OKUMA olacak benim. Hadi hep beraber birbirimize söyleyelim: 


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 26, 2013 12:33

December 25, 2013

Yazma Dersleri - Tarihi Kurgu Nasıl Yazılır?



Konuşmacı: Laura TurnerSite: eHow

Yazma Dersleri - Tarihi Kurgu Nasıl Yazılır?



YouTube'daki eHow kanalından bize http://www.ehow.com/ sitesindeki "İçinizdeki uzmanı keşfedin" sloganı ile sunulan videolardan biri de "Tarihi Kurgu Nasıl Yazılır?" adlı videoydu. Videoyu İngilizce olarak izleyebilirsiniz. 


"Hi this is Laura Turner and today I'm going to talk with you about how to write historical fiction. If you are a creative writer you probably at one time contemplated writing a story set in your favorite time period. But first of all what we want to think about is why do you want to write your story set in this time period as opposed to putting it in the present. Why is the story best suited for that time period. Is it just because it feels right to you or is there something deeper at work. What you want to do then therefore when you decide you want to write a historical fiction is you want to really research your time period. You don't want to get involved in any discrepancies with historians who are going to be reading your book or your novel. In actually picking out all the things that you got wrong so you really want to make sure that you got all your details in order before you start writing. Next how is this history relevant to society today. If you've decided that you need to set your story in historical time period think about what that's going to comment on about present day society because people in the present day are going to be reading this story or this novel. And next finally use all the research from the period and all the knowledge of why you are writing the story to make the story really take off. Make sure that also you have researched other writings that were set in this time period, they're fictional and see that you are not you know sort of doing something that's already been done. And really get everything together and make it into a fun historical research piece of work."



Metinden çıkaracağımız birkaç şey var. Onlar da şunlar olabilir:
"Yaratıcı yazarlık ile ilgileniyorsanız ya da yaratıcı yazarsanız eğer, en sevdiğiniz zaman periyodu dahilinde bir kurgu yazarsınız - ki bu benim için 1750'ler - 1850'ler oluyor. İlk olarak neden "günümüz"ü yazmak yerine bu zaman periyodunu yazmayı tercih ettiğimizi düşünmemiz gerekiyor. (Ben Sanayi Devrimi, Fransız Devrimi ve dönemde meydana gelen diğer baş döndürücü gelişmelerin bireyde ve toplumda yarattığı etkileri sevdiğim için, ayrıca bu dönemlerde Romantik Çağ'dan Gerçekçilik Çağına geçiş yaşandığı için seviyorum). Bize "araştırma yapmamız" önerilmiş; zaten araştırma yapılmadan yazılıp basılan ve başarılı olan tarihi kurgu yoktur sanıyorum. İyi ve doğru bir araştırma yapılması önemli. Düşünsenize İstanbul'un Fethini yazıyorsunuz ve yanlış bilgiler içeriyor, tarihçiler kitabınızı okuyup çatır çatır eleştireceklerdir. Her ne kadar yazdığınız eseri basılı olarak yayınlamasanız bile iyi okurların gözünden de kaçmayacaktır yaptığınız yanlışlar.
Araştırma sonucunda elde ettiğiniz bilgileri bir sıralamaya koymalısınız ve ona göre yazmalısınız. Ayrıca bunu günümüz toplumundaki insanlar okuyacaklar, dolayısıyla onların yorumu da önemli olacaktır. Ve en önemli şey ise bulduğunuz bilgileri hikayede o dönemin ve o coğrafyanın dili ile kullanma kısmı. Örneğin; 1800'lerin başında geçen bir kurgu yazıyorsanız o dönemlerin yazarlarının eserlerini de (mümkünse kendi dillerinden ya da yetkin çevirilerden) okumalısınız - ki dönemin dilini kullanarak "periyodu" en iyi onlar yazmıştır, çünkü dönemde yaşamış olan onlar. Baharat sosu olarak da yazma yeteneğinizi kullanın, çünkü nihayetinde bu bir kurgu olacak, araştırma-inceleme eseri değil."

İlham perileriniz hep sizinle olsun - aşağıdaki gibi olmamak kaydıyla :D




 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 25, 2013 05:06

December 21, 2013

"Noel Babayı Beklerken"



“NOEL BABAYI BEKLERKEN”




Vampirella ve 3 Blogger'dan 2013‘ün son günlerine yakışacak keyifli bir etkinlik!
Ben de katılmaya karar verdim. İşte Vampirella'nın sorularına verdiğim cevap:

1. Bu soğuk havalarda evde oturup devasa bir kitaba dalmaya karar verdin. Seçimin hangi kitap?
Sanırım Kathleen Winsor, Amber adlı kitap olurdu. Siparişim yolda zaten. Elime geçince bu 910 sayfalık ses getirmiş dev eseri okuyabilirim :)
2. Her yılbaşı akşamı bir köşede somurtup oturan biri var ama suratını bir türlü seçemiyorum. Sen tanıyor musun onu?
Hımm, bence bu Manon Gaudet olmalı. Valerie Martin'in Mal adlı kitabındaki baş karakter kendisi. Kendisi o kadar mutsuz ki okurken beni de o ruh haline sürüklemişti.
3. Noel Baba kötülere hediye götürmez! Aklına ilk gelen üç kötü kitap karakterini söyle.
Lord Voldemort, Uriah Heep ve Kontes Lady Catherine de Bourgh (Tabii ki Gurur ve Önyergı'dan)
4. Sıcak çikolatayla iyi giden bir kitap biliyor musun? Ben de onu okumalıyım işte.
Deeanne Gist - Kırık Dökük Yaslar sıcak çikolatalı kahve ile çok iyi gitti :)
5. Ve 2013′e veda vakti. Bu sene okuduğun en iyi kitap hangisiydi?
Deeanne Gist - Kırık Dökük Yaslar. Frank Harris, Bomba adlı kitabı da sayabilirim. Birisi hoş bir romantizm içeren bir kitaptı. Diğeri ise gerçek haksızlıklarla insanı çarpan güzel bir kurgu romanı idi.
Not: Noel Baba'dan hangi kitabı bekliyorsun diye sorarsanız eğer Elizabeth Gaskell, Kuzey ve Güney'i isterim. Ocak ayının başında çıkacak da. 



Orijinal etkinliğin adresi: http://vampirellaninguncesi.wordpress.com/2013/12/21/4-blogger-ile-noel-babayi-beklerken/




 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 21, 2013 11:34

Goce Smilevski - Freud'un Kız Kardeşi (Tarihi Kurgu Kitaplar - No:16)








Sayfa Sayısı: 240Basım Tarihi: Kasım 2013

Kitap Tanıtımı: 
Bağlayıcı olması beklenir kardeşliğin. Öyle umulur. Kardeşler birbirlerine borçludur ya; bir soluk, bir omuz, bir teselli...

Yine de düşünceler karmaşıklaşınca zihinde, unutulabilir borçlu addedildiğimiz görevler.
Bu kitap, dünyaca ünlü psikanalist Sigmund Freud'un ve onun dört kız kardeşinin gerçekte de yaşanmış sarsıcı öykülerini anlatmaktadır. Freud, İkinci Dünya Savaşı döneminde Viyana'ya girmek üzere olan Hitler'in yaratacağı yıkımdan kurtarılmak için Londra'ya götürülür. Ona Londra'ya geçmesi için yardım eden kimseler, yanına almak istediği insanların isimlerini bir liste haline getirmesini isterler. Freud o listeyi hazırlar. Eşi ve çocukları dışında eşinin ailesi, doktoru, doktorunun ailesi, hizmetçileri, hatta küçük köpeği bile vardır listede. Ancak dört kız kardeşi yoktur.
Freud'un seçimi kardeşlerinin kaderini nasıl şekillendirecektir? 
O karanlık günlerde verilen bir sınavdır belki de yaşananlar; kardeşlikle ilgili bir sınav. Belki de bir iç savaş; galibi de mağlubu da belli olmayan... 





Goce Smilevski'den Kitap Hakkında:

Viyana 1938. Freud kız kardeşlerini İngiltere’ye götürmeyi kabul etmiyor. Ne yazık ki bir Nazi kampında yaşamlarını yitirdiler. Psikanalizin babası Sigmund Freud’un yaşamının bu bilinmeyen ve trajik kesiti Goce Smilevski’nin  ‘Freud’s Sister’ adlı romanına konu oldu.Makedonyalı yazar Goce Smilevski, “Olaylar kesinlik kazandı. Bunun kanıtlarını Freud’un biyografilerinde buluyoruz. Ancak onun hayatının son günlerine dek konforlu bir evde yaşayacağı Londra’ya göçü ile kamplara sevk edilen dört kız kardeşinin ölümü arasında hiçbir zaman bir ilişki kurulmamıştı,” açıklamasını yapıyor.1975 yılında Skopje kentinde doğan Goce Smilevski bu heyecanlı romanı ile Avrupa Birliği Edebiyat ödülünü kazandı. Bu ödül kendisine; tarihte unutulmuş mücadeleci kadınları, hayatın anlamına ilişkin yakınmaları, sağduyu ve deliliği yansıttığı, psikanalizin ilk dönemlerinin kalbine bilinçli bir dalış yaptığı gerekçeleri ile verildi. Kitap otuz ülkede yayına hazırlanıyor.Kendisine İngiltere’ye giriş vizeleri sağlanan Freud, kendisi ile göç edebilecek 20 kişilik bir isim listesi sunma hakkına sahiptir. Listede doktorunun, doktorunun aile fertlerinin, hemşirelerin, hizmetçisinin, baldızının, hatta köpeğini ismi yer alırken Freud kız kardeşleri Rosa, Marie, Adolfina ve Paula’nın adlarını yazmayı niçin reddetmişti?“Freud’un böyle bir karar almasının sebepleri bilinmiyor, ben ancak tahmin yürütebilirdim,” diyor kitabın yazarı. Hor görme, umursamazlık, onun gibi bir dehanın egosu, Nazi tehdidini idrak etmeme olabilir mi? Kendisi sürgünü tercih ederken Freud, kız kardeşlerinin Viyana’da kalmasının riskli olmayacağına inanıyor. Sadece en büyük kız kardeş Anna evlenip ABD’de yaşadığı için kamplara gönderilmekten kurtuluyor.Yazar okurları, Sigmund Freud’un en sevdiği kız kardeşi Adolfina’nın bakış açısından Viyana’nın Nazizm’in gelişi ile kararan sanatsal ve entelektüel yaşamına ortak ediyor. Mutsuz bir ruha sahip, biraz gaddar ve otoriter bir anne tarafından hırpalanmış bir çocuk, yalnızlığa terk edilmiş bir kadın olan Adolfina, çok sevdiği abisi ile geçen çocukluğunu, anılarını, pişmanlıklarını, o denli yakınlık duyduğu kişinin kendisini terk etmesine bir anlam verememesini melankolik bir dille anlatır.
Clara Klimt ve Otla KafkaGoce Smilevski, “Suskunluğa ve unutkanlığa terk edilmiş bu kadınlara yeniden sözü vermeyi istedim. Çok etkin bir kişinin gölgesinde yaşayan kişilerin kaderlerine eğilmek ve ilgilenmek oldukça heyecan verici” demekte.Smilevski, bu romanı kaleme almak üzere psikanaliz ve o dönemdeki delilik algısı üzerine, Michel Foucault, Deleuze ve Guattari, Julia Kristeva’ya ait eserleri ve XIX. ve XX. yüzyıl başlarında toplum yaşamı üzerine birçok kitap okuduğunu belirtiyor. Kitabın bölümleri arasında okur, erkek kardeşlerinin şöhretinin kurbanı olmuş ressam Gustav Klimt ile kız kardeşi Clara ve Ottla Kafka (en küçük kız kardeş) gibi kadınlara da yer veriyor.Depresyon geçiren Adolfina’nın bir psikiyatri kliniğine kapatılması ile ilgili sayfalar kitabın özellikle yüreği sızlatan bölümü. Yazar, “Gerçekte Adolfina klinikte yedi yıl kalmadı, onu ben uydurdum. Ancak kapatıldığı süreci, tüm dünyadan kopuk bir yaşamı ifade etmekte ve betimlemekte hiç güçlük çekmedim çünkü ben de çocukluğumu annemin çalışmakta olduğu bir yetimhanede geçirdim. Yazdığımda sözcükler kendiliğinden kayıyordu,” demekte.Sigmund’un tüm kız kardeşleri arasından Adolfina ile çok özel bir ilişkileri vardı, sırdaştılar. Freud ciddi, mesafeli ancak oldukça karizmatik bir yapıya sahipti. Kız kardeşini kaderine terk etmesinden önce ona çılgınlığa ait vizyonundan, psikanalizden söz eder, Adolfina’yı hastanelere götürürdü.
Kaynak: http://www.salom.com.tr/newsdetails.asp?id=88510#.UrW9pvRdWLA
Freud Ailesi:
Jacob & Amalia Freud'un 8 çocuğu:
Sigmund (6 Mayıs 1856 – 23 Eylül 1939): Kız kardeşlerini Avusturya'da bırakarak İngiltere'ye göçmüş ve orada kanserden ölmüştür.Julius (1857–1858)Anna (31 Aralık 1858 – 11 Mart 1955)Regina Debora (Rosa; 21 Mart 1860, Auschwitz Nazi kampında ölüm tarihi: 23 Eylül 1942)Maria (Mitzi; 22 Mart 1861, Theresienstadt Nazi kampında ölüm tarihi: 23 September 1942)Esther Adolfine (Dolfi; 23 Temmuz 1862 – Treblinka Nazi kampında ölüm tarihi: 5 Şubat 1943)Pauline Regine (Pauli; 3 Mayıs 1864, Treblinka  Nazi kampında ölüm tarihi: 23 Eylül 1942)Alexander Gotthold Ephraim (19 Nisan 1866 – 23 Nisan 1943)
Kaynakhttp://en.wikipedia.org/wiki/Freud_family



(soldan sağa doğru sırayla ayakta duranlar) Pauline, Anna, bilinmeyen bir kız, Sigmund,  Rosa'nın nişanlısı, Rosa, Marie, and Simon Nathanson [Amalia'nın kuzeni]; (oturanlar) Adolfine, Amalia, bilinmeyen biri, Alexander ve Jacob Freud



Yorumum:  
Kitap çıktığında merak etmiştim; Sigmund Freud gibi ünlü bir psikoloğun pek de bilinmeyen ailevi hikayesini ele alıyordu. Sigmund Freud, Nazilerden kaçarken neden kızkardeşlerini ardında bırakmıştı? Ya da bunun bir nedeni var mıydı?
Adlofina Freud'un ağzından yazılmış kitap. Adolfina hiç evlenmemiş ve ağabeyi Sigmund ile aralarında garip bir bağ varmış yazılana göre. Öyle ki bu bağın birbirlerinin ruhlarını çözümlemeye çalışan ve birbirlerinde garip bir huzur bulan iki kişinin arasındaki bağ gibi bir bağ olduğu izlenimini edindim. Tüm kitap aslında bir nevi inancın ve inançsızlığın, ölüm ile yaşamın, mutluluk ile mutsuzluğun, sevgi ile nefretin ve daha bir sürü karşıt olgunun etrafında şekilleniyor gibiydi: Adolfina, Akıl Hastanesinde kalırken (aslında kalmamış, sadece evinde duran yalnız ve evlenmemiş bir kadın olarak dört duvarın verdiği hissiyat okuyucuya geçirilmek istenmiş) Doktor Goethe'nin o ve feminist arkadaşı Clara Klimt'e dediği gibi, "Siz aslında burada eğleniyorsunuz. Ne delisiniz, ne akıllı. Bir nevi ikisinin ortasındasınız." Bir yandan Adolfina'nın deli olabileceğini düşünürken bir yandan da deliliği sorguluyorsunuz. Ya da rüyaları, imgeleri, gerçekleri... Kitapta dikkatimi çeken sözlerden birisi de şuydu: "Normallik hep aynıdır, ama delilerin delilikleri hep farklıdır." Doğru olduğunu düşünüyorum. Normallik belli bir çerçevenin içinde olmak demektir, oysa delilik o çerçevenin dışındaki tüm alandır. Sigmund Freud'a gelecek olursam eğer (kendisi Tanrısız Yahudi olarak anılıyor ve Alman sistemine ve insanlarına olan hayranlığı ile biliniyormuş), kitapta onunla ilgili pek fazla açık bilgi yok gibi. Sadece Freud'un saplantılı bir şekilde inandığı şeyleri savunduğunu görebildim. Ve Freud gibi karakterleri mesleği ve yaptıklarıyla özdeşleştirdiğimizi. Sonuçta o da insandı, öyle değil mi?Kitabı cidden sevdim. Altı çizilesi cümleler vardı içinde. En sevdiğim karakter ise Klara oldu. Kadın hareketine verdiğim önem ile doğru orantılı bu beğeni. Bir de Franz Kafka'nın kız kardeşi Ottla Kafka'yı da kitapta okumak ayrı bir sürpriz oldu zaten. 
Kısacası Goce Smilevski'nin, çok sürükleyici olmayan ama bir o kadar merak ettiren, çözümlemeye zorlayan, incelikli, sağlam bir kurgu ile gerçeği birleştirerek bir meraktan yola çıkarak yazdığı romanını oldukça başarılı buldum. Sadece Nazi kamplarındaki çarpıcı sahneler ile birlikte Adolfina'nın sonunun kampta gelmesini de okusaydık kitabın ruhu daha da perçinlenmiş olurdu diye düşündüm. Zira ölüm doğal olduğu gibi zorlayıcıdır da, kimi zaman doğa alır sizleri bu dünyadan kimi zaman da insanlar kendi zalimlikleri ve ölümcül güçleriyle sizin sonunuzu hazırlar.
Kitap benden 4 YILDIZ aldı. Okumanızı tavsiye ediyorum.


Bu konuyla değil ama Freud ile bağlantılı olan bir film aklıma geldi. Ben henüz izlemedim ama izlemek istiyorum. Sizlere de hatırlatayım dedim:
Tehlikeli İlişki (Film):
"1904 yılında geçen hikaye, psikanalist Carl Jung ile hastası Sabina Spielrein arasında doktor-hasta ilişkisiyle başlayan ve daha sonrasında ise Freud'un da dahil olacağı çalkantılı bir ilişkiye dönüşen bir aşk üçgenini anlatıyor. Evli ve eşi bebek bekleyen Carl Jung, akli dengesi yerinde olmayan Sabina üzerinde Freud’un tartışmalı tedavi yöntemini ilk kez uygular; fakat tedavi ilerleyen aşamalarında Sabina ile yakınlaşmaktan kaçamaz. Bu üçlü ilişki gerilimi artırırken, Freud ve öğrencisi genç Jung'un arası da açılacaktır."

 Ayrıca Goodreads'te bir kitap dikkatimi çekti. Kitabı okurken Freud ile baldızı arasındaki "sürekli seyahate çıkmalar" muhtemel bir ilişkinin varlığına işaret ediyordu. İşte dikkatimi çeken kitap da bu konuyu işliyor, özellikle Nemesis Kitap belki bu kitabı yayınlamak isteyebilir:
KAREN MACK & JENNIFER KAUFMAN - FREUD'S MISTRESS


Son olarak böylesine sevdiğimiz kitaplarda daha az edisyon hatalarına rastlamak dileğiyle diyorum...
Geçmişe keyifli yolculuklar yapacağımız nice kitaplarda buluşmak üzere,Bookowski




3 likes ·   •  6 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 21, 2013 09:22