E. Chainey's Blog, page 7

December 18, 2013

2014'te Çıkmasını Beklediğim Tarihi Kurgu Kitaplar







Evet sevgili okurlar, birçoğumuz okur olarak yurt dışında çıkan kitaplara bakıp bakıp, "Ah, keşke şu da Türkçe'ye çevrilse" demişizdir. İşte ben de 2014'te özellikle çıkmasını istediğim kitapları şöyle kısaca bir tanıtayım dedim, hani belki olur ya yayınevlerinin dikkatini çeker de yayın listelerine alırlar:
İlk adayım:
Eleanor Catton - The Luminaries

GoodReads puanı: 3,98 (1.840 civarı bir değerlendirme ile)
Catton, bu kitabı ile 2013 Man Booker ödülünü kazandı. Tamı tamına 848 sayfalık dev bir kitap bu.  Konu kısaca 1866'da Walter Moody adlı karakterin Yeni Zelanda'ya altın arama ve zengin olma hevesiyle gidip çeşitli olayların içinde yer almasını konu ediniyor. Dönemin şartları kitapta gerçekçi bir şekilde yer almış görünüyor. 
İkinci Adayım:
Colum McCann - TransAtlantic

GoodReads Puanı: 3,89 (5.800 civarı bir değerlendirme ile)304 sayfa
Colum McCann, National Book Award kazanmış bir yazar. Kitap TransAtlantik yolculuklar çerçevesinde 3 farklı hikayeyi ele almış. İlkinde; 1845'te siyahi bir Amerikalı kölenin İrlanda'ya gidip demokrasi ve özgürlük araması, ikincisinde; 1919'da Dünya Savaşı sırasında iki cesur uçuş pilotunun Newfoundland'den İrlanda'ya uçuşunu, üçüncüsünde ise 1998 yılında Amerikalı bir senatörün barış için İrlanda'ya uçuşunu konu alıyor. Ve aslında bu üç uçuşun bir klanın dört jenerasyon kadınlarından biri olan hizmetçi Lily Duggan ile bağlantısının öyküsünü vaad ediyor yazar bize. 

Üçüncü Adayım:
Lynn Cullen - Mrs. Poe

GoodReads Puanı: 3,75 (825 değerlendirme ile)
336 sayfa
Edgar Allan Poe ile Frances Osgood adlı  iki çocuklu bir ressamın arasındaki ilişkiye bakış açısıyla  aynı zamanda Frances'in bir arkadaşı olan Bayan Poe ele alınmış. Bayan Poe bu ilişkinin neresindeydi, Edgar Allan Poe ve Frances Osgood arasındaki yakınlaşma ona ne hissettirdi, neler yaşandı? Oldukça merak ettirici.


Dördüncü Adayım: 
Larry McMurtry - Lonesome Dove Serisi


GoodReads Puanı: 4,42 (70,740 değerlendirme ile)
İlk kitap 945 sayfalık dev bir eser.
1986 Pulitzer Ödülü kazanmış yazar bu kitap ile. Amerika'daki Lonesome Dove adlı bölgede yaşayan her türden karakteri (fahişeleri, Amerikan yerlilerini, asileri vs.) barındıran bir nevi Vahşi Batı'nın türlü macerasını ve yaşam koşullarını harmanlayan bir eser. Oldukça iyi yorumlar almış. Eh, ödüllü zaten. Bize de umarım okumak düşer.

Beşinci ve Son Adayım:
Solomon Northup -  12 Years a Slave 




GoodReads Puanı: 4,24 (2,930 dğerlendirme ile)
300 sayfa
Ocak ayında gösterime gireceğini okuduğum aynı adlı filmin kitabı. Konuyu anlatmaya pek gerek olduğunu düşünmüyorum: Özgür bir siyahi Amerikan vatandaşının yeniden zorla köle yapılması ve bundan kurtulmak için verdiği çabalar. Gerçek bir hikayeden uyarlama olup Amerikan İç Savaşı sırasında gerçekleşen olayı ve 12 yıllık köleliği kapsamaktadır.

BEN SİZLERİN DE HANGİ KİTAPLARIN YAYINLANMASINI İSTEDİĞİNİZİ MERAK EDİYORUM. YORUMLARINIZI BEKLİYORUM. 
ŞİMDİDEN KUCAK KUCAK İYİ KİTAP DOLUSU BİR YIL DİLİYORUM. 

2 likes ·   •  5 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 18, 2013 14:12

December 8, 2013

Deeanne Gist - Kırık Dökük Yaslar (Tarihi Kurgu Kitaplar - No:15)





Orjinal Adı: Maid to MatchSayfa Sayısı: 440Basım Tarihi: Kasım 2013



Dolambaçlı yolların sonu bu kez düzlüğe varacak mı?Bölgenin sayılı zenginlerinden birinin malikânesinde hizmetçi olarak işe giren Tillie, kendini bu ihtişama öylesine kaptırmıştır ki gözünü hiçbir zorluk korkutmamaktadır.Kız kardeşini yetimhaneden kurtarmak isteyen Mack ise para biriktirmek için çareler aramaktadır. Yetimhanede çocuklara kötü muamele edildiği kulaktan kulağa dolaşmakta, bu söylentiler Mack'i elini çabuk tutmaya zorlamaktadır.Bu sebeplerden ötürü Tillie'nin çalıştığı malikâneden gelen uşaklık teklifini istemeyerek de olsa kabul eder.Tillie ile Mack'in yolları kesişir. Ve birbirlerini görür görmez aşık olurlar.



Tarihi Bilgi: 

Biltmore Evi, Asheville, Kuzey Carolina, ABD

Yapı yedinci yüzyılda görülen tipte Ortaçağ kalelerini yansıtan şekliyle (Châteauesque-style) George Vanderbilt tarafından 1889-1895 yılları arasında yaptırılmıştır. Ancak o zamanın teknolojisinin tüm olanakları kullanılarak hizmetçilerin odaları bile merkezi ısıtma ve elektrik sistemi ile donatılmış. 
Bu arada belirtmek gerekir ki Biltmore Evi ABD'deki en büyük özel mülktür; tam 250 odası vardır ve 16,622.8 m2'ye tekabül eden bir alanı kapsamaktadır. Amerika'nın Altın Çağının (1870ler ile 1900lerin başını kapsayan dönem) en göz alıcı örneklerinden biri olarak kabul edilmektedir.




George Washington Vanderbilt II & Edith Stuyvesant Dresser Vanderbilt
Vanderbiltler humanistik yaklaşımları ve yardımseverlikleri ile bölgede hem çok önemli bir güç olmuşlar hem de çok sevilmişler. Düşünün bir; kimse hizmetçilerinin odasındaki mobilyaları önemsemezken onlar her odanın hiçbir eksiği olmamasına dikkat etmişler. Edith Vanderbilt, her hizmetlinin çocukları için özel Noel sepeti hazırlamış kendi elleriyle. Deeanne Gist özel olarak bunları araştırmış, bunun bir söylenti değil gerçeklik olduğunu görmüş. Vanderbiltler saygımı kazanan bir aile oldular bu davranışları ile, vay be dedim çoğu kez.
Şöyle de bir bilgiye rastladım haklarında: Seyahatleri sırasında, 1912 yılında George & Edith Titanik'te kendilerine yer ayırmışlar New York'a, ancak kalkışları planlarının değişmesi sonucu ertelenmiş. Yani ölümden kurtulmuşlar!

Kaynak: http://en.wikipedia.org/wiki/George_Washington_Vanderbilt_II
Yoruma gelecek olursak; D. Gist'in okuduğum ikinci kitabı ve ben yine anlatımı, tarihi bilgilerle bezeli kurgu gücüne hayran kaldım. O kadar sade hayatları o kadar sade ama müthiş etkileyici bir dille anlatıyor ki siz de hikaye ile birlikte yaşıyorsunuz adeta. Matilda (Tillie) Reese ve Mackenzie (Mack) Danver sanki gerçekten de yaşamışlar gibi. Tillie sanki Biltmore evinin baş hizmetçisiymiş, Mack de sanki genel hizmetli imiş gibi. Oysa D. Gist kitabın sonunda bu karakterlerin kurgu olduğunu söylüyor. Ama onları yazdığı tarihin içinde yaşatması bizi kitabın içine sürükleyen en önemli neden belki de. Bir de karakterler o kadar bizden biri ki... Yani klasik Historical Romancelarda okuyup da artık gıcık olduğum bad boy veya afedersiniz ama alık kız modeli yok. Mack de Tillie de oldukça akıllı ve gerçek olabilecek karakterler. Müthiş güzel ve müthiş aptal değiller! En önemlisi de aşık olunca dürüstlüğü elden bırakmamaları. Tillie de Mack de aşkını itiraf edecek kadar yüce gönüllüler; ayrıca yardımseverler de. Karakterlere çok ama çok ısındım. Kitap akıp gitti. Çok beğendiğim bir kitap oldu. 

NOTUM: 5 YILDIZ




 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 08, 2013 10:16

December 5, 2013

Eleanor de Jong - Delilah (Tarihi Kurgu Kitaplar - No:14)




Orjinal Adı: DelilahSayfa Sayısı: 328Basım Tarihi: 2013Çeviri : Gönül Kayol
Tanıtım:
Bu oyunun bedeli çok ağır olacak...Mukaddes Topraklarda, İsrailoğulları ve Filistinliler acı bir anlaşmazlığa saplanmıştır. Görünüşte yenilemez gibi duran düşman Samson, İsrailoğulları direnişinin sembolü olur ve hüküm süren Filistinliler onun gücünün sırrını öğrenemez. Onu alt edebilmenin tek yolu vardır: Delilah Tutkulu, inatçı ve dikkatsiz Delilah, yaşadığı hayattan sıkılmıştır. Daha fazlasını istemektedir ve kendisine sunulan teklifin cazibesine kapılıp bir anlaşma yapar. Anlaşma Samson'u baştan çıkartıp kaleyi içten fethetmek üzerinedir. Acaba Delilah oyunun sonunu getirebilecek mi yoksa zamanla öğreneceği şaşırtıcı gerçekler onu yolundan mı döndürecek? Gelin bu zorlu görevinde Delilah'a eşlik edin ve en az Delilah kadar çekici olan bu romanın sizi baştan çıkarmasına izin verin.





Tarihi Bilgi: 
"Samson (İbranice: שמשון, Şimşon, İÖ XII. yy'ın sonu), Antik İsrail'in son hâkimlerinden biri. Serüvenleri Eski Ahit'in Hakimler Kitabı'nda (13-16) anlatılır. İsrailoğullarının Kenan ülkesinde Filistinlilerin boyunduruğu altında bulunduğu dönemde (İÖ 1200-1000) yaşayan Samson, Hâkimler Kitabı'nda sözü edilen öteki kutsal savaşçılar gibi İsrailoğullarını yabancı egemenliğinden kurtarmaya çalışan bir önderdir.
Hakimler Kitabı'na göre Samson'un anne babası Danoğulları kabilesindendir. Tanrı, Kudüs yakınlarındaki Tsora'da çiftçilik yapan Manoah adindaki bir adamın kısır olan karısına meleklerinden birini gönderir. Melek kadına: "İşte şimdi, sen kısırsın ve doğurmuyorsun, fakat gebe kalacaksın ve bir oğul doğuracaksın" (Hakimler Bap. 13: 3) der. Kadın olan bitenleri kocasına anlatır, fakat kocası pek inanmaz ve Tanrı'ya yalvararak meleğini tekrar göndermesini ister. Dilek gereğince Tanrı meleğini gönderir ve melek, daha önce karısına söylemiş olduklarını ona tekrarlar. Manoah Tanrı'ya ekmek ve oğlak takdiminde bulunur. Az zaman sonra bir oğlu olur ve adını Samson koyar.
Çocuk büyür ve bir Nazaret (Tanrı'ya adanmış kutlu kişi) olur; saçını kesmemek, şarap içmemek ve ölüye el sürmemek üzere ant içerek kendini Tanrı'ya adar. Samson olağanüstü güçlüdür; bir aslanı elleriyle parçalar, bir eşek çene kemeğiyle binden fazla Filistinliyi öldürür ve tutuklu bulunduğu Gazze kentinin kapılarını sökerek kaçar. Nazaretlik andını bozmasıyla gücünü yitirmesi, efsanenin ahlaki içeriğini oluşturur. Ne var ki, Filistin kadınlarına olan düşkünlüğü, onun mahvına yol açar; Samson andını ilk kez, Timna kentinde gördüğü bir kızla ziyafet düzenleyip eğlenerek bozar. Sonra, İsrailoğullarının can düşmanı sayılan Filistin halkından olmasına karşın bu kızla evlenir. Düğünde sorduğu bir bilmece yüzünden kız tarafıyla kavgaya tutuşur ve karısının geri götürülmesi üzerine Timna'ya inip çok sayıda Filistinliyi öldürür. Gazze'de bir fahişeyle beraberken de gene Filistinlilerle dövüşür ve onları uzaklaştırır. Sonra Sorek Vadisinden Delilah adlı bir başka Filistinliye aşık olur ve onun oyununa gelip düşmanlarının eline düşer. 
Delilah, Samson'un ağzından laf alarak gücünün uzun saçlarından kaynaklandığını öğrenir. Uykudayken saçlarını kesip Samson'u Filistilere teslim eder (Aşağıdaki resim bu anlatının bir temsilidir).


Samson, gözleri oyulduktan sonra bir değirmende köle olarak çalıştırılır. Ama saçları yeniden uzayınca eski gücüne kavuşur ve Tanrı Dagan'a (Tevrat'ta "Dagon" diye geçer) adanan büyük Filistin toprağını yerle bir eder; kendisi de tapınakta bulunan Filistinlilerle birlikte ölür (Hakimler 16:4-30).

Kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/Samson

Gelelim kitaba; Filistinliler ve İsrailoğullarının husumetinin çok çok eski zamanlara dayandığını bilirdim de bu kadar eski olduğunu bilmezdim. Toprağın ve toprağa hakim olmanın neredeyse herşey demek olduğu bir zamanda bu iki halk da birbirleriyle toprak ve kendi halklarının geleceği için savaşırken Samson ve Delilah'nın hikayesi bu durum ile paralellik göstererek ve de zıtlaşarak şekillenmiş. Kitap çok canlı bir şekilde bu efsaneye/anlatıya uygun olarak yazılmış ve sonlandırılmış. Eleanor de Jong gerçekten kitabın hakkını vermiş. Samson'a ve onun sarsılmaz inancına hayran olmamak, bazen de ondan ve gücünden ürkmemek elde değildi. Delilah ise kendi koşullarında değerlendirmemizi hak eden femme fatale olarak nitelendirilmesi gereken bir karakter. İlk başlarda yargıladım karakteri ama sonrasında anlamaya çalıştım. Hani tarihle ilgili önemli bir şey vardır; dönemi koşulları ile değerlendirin diye. İşte ben de bunu karaktere uyarlayarak karakteri "kendisi ve çevre koşullarına" göre değerlendirdim. Üstelik Delilah sonlara doğru yaptığı yanlışın farkına varıyor ve aşık olduğu adamı kurtarmak için elinden geleni yapıyor. İşe yarıyor mu? Kitabı okuyun ve görün diyorum. Okurken keyif aldım ve de bilgilendim, -ki bu ikincisi özellikle benim için çok önemlidir.
NOTUM: 4 YILDIZ
Ayrıca belirtmeden geçemeyeceğim kitabın son okuması yapılmamıştı sanırım, bir kere daha üstünden geçilip küçük yazınsal hatalar düzeltilseydi daha pürüzsüz bir okuma süreci sağlanacaktı.  


İngilizce bilenler için Samson & Delilah Belgeseli: 
http://www.youtube.com/watch?v=QUH4N3Y00Fw









 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 05, 2013 13:03

November 25, 2013

Kate Hewitt - The Emigrants Trilogy #1 - Far Horizons (Tarihi Kurgu Kitaplar - No:13)






The Emigrants Trilogy (Göçmenler Üçlemesi) #1:  Far Horizons (Senden Çok Uzakta)
2012 Basımı, 241 sayfa
Goodreads Puanı: 3,64
Benim Puanım: 3,50

1819, İskoçya’nın Highlands Bölgesi: Allan MacDougall yeni dünyaya yeni bir hayat kurmak için giderken sevdiği kadın olan Harriet Campbell’a onu beklemesini, orada evlerini kurduktan sonra onu yanına aldıracağını söyler; ama bir yandan da genç kızı tamamen belli olmayan bir kadere bağlamak istemez, istemeyerek de olsa sözleri ile serbest bırakır. Harriet’ın kalbi ise Allan’a olan aşkı ile doludur, onu bırakmayı düşünmez ta ki yazdığı mektuplara cevap alamadığı için umudunu yitirene ve kuşaklardır onların olan Arclic Farm çiftliği hile ile onlardan alınana dek. Kalbi kırık genç kadın Arclic Farm'ı geri almak umudu ile zengin ve naif görünüşlü Andrew Reid’in evlenme teklifini kabul eder; ama bilmediği şey şudur ki Andrew, Allan’ın mektuplarını genç kızdan saklamaktadır. Allan ise Harriet’ın onu unuttuğunu düşünür ve kendini çalışmaya verir. Kardeşi Archie MacDougall gibi bağımsız ve biraz da başına buyruk olmaya özlem duyarak ailesine sadık bir genç adam olur. Ancak yıllarını bu şekilde kaybedeceğini fark ettiğinde kendi yolunu çizmeye karar vererek Alaska’dan batıya, Kanada’ya gider. Bu sırada Harriet gerçeği öğrenmiş, Andrew’dan ayrılmış ve Kanada’ya Allan’a doğru yola çıkmıştır. Ancak burada onu kötü bir sürpriz beklemektedir; hatta yıkıcı bir haber diyebilirim (söylemek insafsızlık olur). İşte bu noktadan sonra hikaye iyice açılmaya ve güzelleşmeye başlıyor bence. Allan kendine yeni bir hayat kurmaya çalışıyor, Harriet tek başına bir kadın olarak ayakta kalmaya çalışıyor ve tabii en sonunda, umutsuz bir anda aşıklar kavuşuyor. Yan karakterler de hikayeye anlam katmışlar. Hele Margaret MacDougall ve Henry Moore çiftini çok sevdim ben. Margaret favori karakterim oldu.
Bu hikaye – bir kısmı kurgu olmakla birlikte- yazar Kate Hewitt’in büyük büyük büyük büyük atalarının hikayesi imiş. Yani Allan, Harriet, Margaret, Henry ve diğer birçok  karakter gerçekmiş! Allan MacDougall ile Harriet Campbell aslında birbirinden yedi yıl (kitapta bu süre iki yıl idi) ayrı kalmışlar ama sonra kavuşabilmişler. İşte asıl hikayede hoşuma giden de bu oldu benim, yaşanmış hikayelerden yola çıkılarak yazılan tarihi kurguları severim. Red River (Kızıl Nehir) bölgesinde yaşayanlar ile sonradan gelen İskoçların arasında çıkan sorunlar kısa da olsa anlatılmıştı. Dönem gerçekçi olarak ele alınmış, bu da bir diğer artı idi. Serinin diğer kitabı Another Country’de küçük ve Arclic Farm’ın elden çıkmasına neden olan kardeş Ian ve Eleanor Campbell’in hikayeleri işleniyor. Onu da okuyacağım.  
Kitabın adını ben koysam “Senden Çok Uzakta” koyardım.  Buyrun bir de kapak yaptım:


 Fazla mı romantik oldum ne :)

Yazarın anlatımı biraz daha akıcı ve güçlü olsa benden 4 yıldızı alırdı ancak 3,5 YILDIZ'ın tam kararında olduğunu düşünüyorum. Sözün özü bence bir yayınevinin çevirebileceği nitelikte sıcak bir kitap; ancak uzak mesafe aşklarını anlattığı için ne derece popüler olur bilinmez…



Sıradaki Kitap: The Emigrants Trilogy (Göçmenler Üçlemesi) - Kitap No 2 - Another Country (Başka Bir Ülke)


Anahtar Kelimeler: Uzak Mesafe Aşkı, Kanada, İskoçya, Alaska, Boston, Tarihi Kurgu
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on November 25, 2013 12:52

November 23, 2013

Graeme Fife - Suikast Meleği (Tarihi Kurgu Kitaplar - No:12)








Sayfa Sayısı: 400Basım Yılı: 2013Orjinal Adı: The Angel of Assasination 

"100.000 insanın canını kurtarmak için tek bir kişiyi öldürdüm."Fransız Devrimi'nin kadın kahramanlarından Charlotte Corday'ın yaşamını ve aristokrat gazeteci Jean - Paul Marat'ı öldürüşünü anlatan çarpıcı bir tarihi roman.Charlotte, "Eylül Katliamları"nın kışkırtıcısı olarak gördüğü Marat'ı öldürüp ülkesini içinde bulunduğu iç savaştan kurtarabileceğini düşünür. Devrim mahkemesinde yargılanırken suikastı tek başına yaptığını söyler ve "100.000 insanın canını kurtarmak için tek bir kişiyi öldürdüm," der.Fransız Devrimi'nin hemen öncesini ve sonrasını, iyi yürekli ve akıllı genç bir kızın gözünden anlatan kitap, devrim sürecinin nasıl kontrolden çıktığını ve fedakârlıklarla verilen mücadeleleri gözler önüne sermektedir.Graeme Fife gerçek belgelerle edebiyatı harmanlayarak birçok devrimciye ilham vermiş Charlotte Corday'ı yirmi birinci yüzyılda yeniden canlandırmıştır.Charlotte'un hapishanede yazdığı son mektup da romana dâhil edilmiştir. (Tanıtım Bülteninden)

Marie-Anne Charlotte de Corday d'Armont,  27 Temmuz 1768 Normandiya doğumlu Fransız Devrimi döneminde yaşamış kadın suikastçidir. Devrimin acımasız muhafızlarından biri olan Jean Paul Marat'ı bıçaklayarak öldürmüş ve sonrasında "100.000 insanın canını kurtarmak için tek bir kişiyi öldürdüm," açıklamasını yapmıştır. Jiroden yanlısı bir cumhuriyetçidir kendisi (Jakobenlerden, dolayısıyla Robespierre'den ve Marat'dan haz etmez). Halkın kendi kendisini yönetmesi gerektiğine inanır Charlotte, ancak Marat gibilerinin kıyım yöntemi ona mide bulandırıcı gelmektedir. Corday amcası tarafından etrafını sorgulayan biri olarak yetiştirilmiştir ve küçüklükten itibaren politik düşüncelerin içinde olmuştur. Genç kadın devrim zamanındaki kıyımlara ve kötü muamelelere dayanamadığı için kendini "feda ederek" Marat'ı öldürür. 17 Temmuz 1793'de o dönem ile simgeleşmiş olan giyotin ile kafası kesilerek idam edilir.
Kitabın İçinden:  
9 Temmuz 1793 Salı günü Cannes şehrinden başkent Paris’e kalkan posta arabası yolcuları arasında bir genç kız da bulunuyordu. Gizlice yola çıktığı için, kendisini uğurlamaya gelen olmamış, bu yüzden kimliği anlaşılamamıştı. Onun birkaç gün sonra Fransız İhtilâl tarihinin ünlü kişilerinden biri oluvereceği kimin aklına gelirdi. Yola çıkmadan Cannes ahırlar müdürü olan babası Jacques François Corday’a yazdığı mektup’ta, İngiltere’ye gittiğini, kendisini unutmasını bildiriyor, böyle davrandığı için af diliyordu. Annesi Charlette de Goutier Corday ünlü trajedi yazarı Pierre Corneille’in torunlarındandı. Onun ölümü üzerine Abbaye Auddam manastırına yatılı öğrenci olarak verilmiş, ihtilâl hükümeti manastırları kapatınca amcası kızının evine gelmişti. Burada münzevi bir ömür sürüyor, odasına çekilip Plutarque, Rousseau gibi yazarların eserlerini okuyarak düşünceye dalıyordu. Fransa’yı kasıp kavuran yıldırı yönetimi binlerce ocak söndürmüş, genç kız içinde ıstırap kaynağı olmuştu. Fransa’yı yuvarlanmakta olduğu uçurumdan kim kurtaracaktı? 
Doktor Guilloti’nin ölüm makinesi ile her gün idam olunanların ardı alınmıyordu. İçişleri bakanı Rolan’ın bu cinayetleri önleme yolundaki çabaları da başarı sağlayamamakta idi. İçişleri Bakanı, karısı madame Rolan’ı bile Guillotine’den kurtaramamış, kendisi de intihar etmiştir. Eski Belediye Başkanı Bailly gibi pek çok aydın Guillotine’nin kurbanları arasındaydı. Genç kız araba içinde bunları düşünmekte olduğu sırada arkadaşlarının, Montagnards’ları öven konuşmaları kulaklarına çarpıyordu. Güzel mavi gözleri, kin ve nefret doluydu. Genel Selâmet Komitesi üyelerinden Marat, Paris’ten başka bütün Fransa’da Guillotine’lere mâsum başlar sağlayacak olan bir genelgeyi Adalet Bakanından habersiz öteki illere de yollamıştı. Marat, Hürriyeti kurtarmak için 400.000 kralcının kafalarını koparmak gerektiği kanısındaydı. Bir tarihçinin dediği gibi çıkar düşüncesinden uzak bir mutaassıp olan Marat, ihtilâlin en nüfuzlu adamıydı. Bir düzen dairesinde ihtilâli dışarıdan o yönetiyordu. Çünkü Marat’da, demagoji içgüdüsü yani halkın ihtiraslarını keşfetme, tanrı vergisi, toplumun kin ve kuşkularını onun duyduğu gibi ifade etme kabiliyeti vardı. Hem yazar hem tarihçi olan Marat, müthiş bir demagoji artistiydi. İllere yollanan gizli genelgeyi Ulusal Meclis ertesi gün haber almış, Marat’yı tutuklattırarak İhtilâl Mahkemesi önüne çıkarmıştı. Paris’in işçi mahalleleri halkı ihtilâl mahkemesinin bulunduğu bina önüne topladılar. ‘’ Marat’ın öldürülmesini istemiyoruz. ‘’ diye bağırmaya başladılar. Marat işte o zaman mahkeme üyelerine dedi ki: ‘’Bağıranları duyuyorsunuz. Hakkında idam kararı vereceğiniz adam, sonunda hürriyet şehidi olacaktır. ‘’ Bu sözler onun serbest bırakılmasından başka Meclisteki eski yerine dönmesini de sağlamış bulundu. Marat, artık Jirondenlerin amansız düşmanı olmuştu. 
Cannes şehrindeki gibi, Fransa’da yıldırı yönetimine karşı yer yer ayaklanma yetenekleri görülmekteydi. Genç kız araba içinde sarsıla sarsıla düşünüyor: ‘’Marat Fransa’ya çok acı çektirdi, can düşmanlarımız Prusyalılar kapımıza dayandılar, Charlotte Corday, vatanını bu uğursuz ihtilâlcilerden kurtaracaksın. ‘’ diyordu. Louis 14’ün Fransa tahtında oturduğu, Cardinal de Richelieu’nun Başbakan bulunduğu yıllarda ‘’ Cinna’yı yazan büyük babası Corneille ‘’ değil miydi? 1640’da oynanan ve büyük ihtilâli meydana getiren bir kıvılcım çakmak cesaretini gösteren büyük babasından kendisine elbette bir şeyler geçmiş olacaktı, görev ona düşüyordu. Perşembe günü akşamüzeri Paris’in silüeti uzakta göründü, genç kız şehri heyecan içinde seyrediyordu. Vieux Agustins sokağındaki konuk evine gelir gelmez yatağa girdi, ancak ertesi sabah çıktı sokağa. Plânını gerçekleştirecek incelemeler yapıyor, genellikle ihtilâl partileri hakkında bilgi topluyordu. Marat’yı görememiş, fakat onun uyuz olduğu için evinden dışarı çıkamadığını öğrenmişti. Konuk evine bir şeyler yapmanın sevinci içinde döndü. Yavaş yavaş amacına yaklaştığını hissediyordu. 
Ertesi gün saat 8’de sokağa çıkan Charlette Corday, Paris Royal’den kınlı büyük bir bıçak satın aldı ve araba ile Tıp okulu sokağındaki 44 sayılı evin kapısını çaldı. Sıcak su banyosunda olan Marat kapıda hizmetçi ile içeri girmek için tartışan tatlı bir kadın sesi duydu. Fransa’ya hizmet edeceğinden söz ediyordu. Tatlı sesli genç kız, Marat’nın izni ile içeri alındı. Ve ziyaret sebebini şöyle açıkladı: ‘’ Vatandaş Marat, ben Cannes şehrinden sizinle görüşmek için geldim. Ülkeme hizmet etmek istiyorum. ‘’ Marat duygulanmıştı: ‘’Otur kızım,‘’ dedi. ‘’Cannes’de hainler ne yapıyorlar? Orada hangi milletvekilleri bulunuyor? ‘’ Genç kız Cannes’te bulunanların adlarını sıralarken, Marat iki haftaya kadar onların kafalarının da Guillotine’le uçurulacağını bildirdi. Ve banyo içinden çıplak kolunu uzatarak defterini aldı, bir takım şeyleri yazmaya koyuldu. Pettion, Louvet. İşte Charlotte Corday’ın adını ihtilâl tarihine geçiren olay başlıyordu. Genç kız kınından çıkardığı bıçağı Marat’ın kalbine sağlamıştı: ‘’Marat, yalnız aziz dostum siz bana, imdat ‘’ diye bağırabildi, koşup gelenler kanlı ihtilâlcinin ölüsünü buldular. 
Marat’yı öldürmekten tutuklu Charlotte Corday’ın yargılanması Çarşamba sabahı başladı. Salon çok kalabalıktı. Sanık kızın kimliğinin tespiti sırasında 25 yaşında bulunduğu anlaşıldı. Tanık olarak bıçakcının ifadesi alınırken Charlotte Corday onu dinlemeye lüzum olmadığını bildirdi. ‘’ Marat’yı ben öldürdüm, bu kadarı yeter sanıyorum. ‘’ diye itirazda bulundu. Ve Marat’yı kimin kışkırtmasıyla öldürdüğü yolundaki soruya şu karşılığı verdi: ‘’Hiç kimse beni kışkırtmadı.‘’ ‘’O halde, Marat’yı niçin öldürdün? ‘’ ‘’Onu işlediği cinayetler yüzünden öldürdüm. Masumları kurtarmak için bir vahşi hayvanı öldürdüm. İhtilâlden önce ben Cumhuriyetçi idim ama şiddet istemiyorum. ‘’ Dinleyiciler arasında gözyaşlarını tutamayanlar görülüyor, ressamlar onun güzel yüzündeki ifadeyi zaptetmeye çabalıyorlardı. Hâlâ kitaplarda görülen resimler Charlotte Corday’ın duruşma sırasında ressamlar tarafından çizilmiş portreleridir. Sanık kızın gözlerinde en küçük bir korku belirtisi yoktu. Sakin sakin avukatına gülümsüyordu. Hüküm giydikten sonra avukatına teşekkür bile etmeyi unutmamış, günah çıkartmamıştı. Çünkü işlediği cinayetin bir günah olduğu kanısında değildi. Akşam ceza evinden çıkan araba içindeki kırmızı katil gömleği giydirilmiş sarışın kız, soğukkanlılığını son nefesine kadar muhafaza etti. Halk bu kahraman kızı selamlamak için başından şapkasını çıkartıyor, onu gözleriyle takip ediyordu. Charlotte Corday, yüzünde hep sakin gülümseme ile Guillotine yaklaştı. Yalnız ayaklarının bağlanmasına karşı direndi, o kadar. Cellat onun boynundaki örtüyü kaldırdı. Corday’ın yüzünü bir utanma pembeliği kaplamıştı. Güzel başı guillotine ile koparıldıktan sonra bile yüzündeki bu pembelik kaybolmamıştı.
Kaynak Linki : http://www.vedatosmankorkut.com.tr/ch...


Charlotte Corday'in hapishanede Jean-Jacques Hauer adlı biri tarafından resmedilmiş hali.






Corday, Marat'ı evinde ve küvetinde yıkanırken göğsünden bıçaklayarak öldürmüş olarak resmedilmiştir.


Küçük bir bilgi de benden : Corday'e "L'ange de L'assassinat (Suikast Meleği)" ismini takan ünlü yazar Alphonse de Lamartine'dir.




Yorumum: Yayınevi kitabı mahvetmek için elinden geleni yapmış denilebilir; ne çeviri iyiydi ne de edisyon. Ancak bu konunun güzelliğini bozmaya yetmemiş. Kitabı iyi bir edisyondan okumayı çok isterdim; yine de çok sevdim. "Fransız Devrimi Okumaları"na devam edeceğim. Bu kitap benim için güzel bir başlangıç oldu. Bir kadın suikastçinin amacı uğruna hareket edişi sayfalar boyunca önümüze serildi. Adeta Corday'in kaderi belirlenmiş gibiydi. Küçüklükten itibaren politikaya duyarlı olması (amcası sağ olsun), bir ara manastıra gidip neredeyse bir rahibe olacak olması ve bunun kararlı ruhuna  etkileri, sonrasında Paris'te ve Cannes'da gördükleri, Jirodenler ile tanışıp onlara sempati duyması, Jakobenlere öfkesi, Marat'ı öldürmeye karar vermesi... Hepsi güzel işlenmişti. İlk başta benim gibi sabırsız olup hadi  ama ne zaman büyüyecek bu kız diyebilirsiniz ancak sabretmenizi tavsiye ederim; zira Charlotte'un amcası ile sohbetleri enfes. Felsefe ve politika ekseninde sağlam sorgulamalar yapıyorlar. Sabreden derviş muradına erermiş misali sonunda genç kadın kararını veriyor ve uyguluyor. Bunu yaptıktan sonra da ne pişman oluyor ne de af diliyor. Sadece görevini yerine getirdiğini düşünüp kendini idamın kollarına bırakıyor. Tüyler ürpertici, değil mi? 


Çeviri ve Edisyondan dolayı: 4.5 YILDIZ

Charlotte Corday'in hikayesini anlatan bir de film mevcut: Charlotte Corday




Fransız Devrimine dair başka bir film tavsiyem de Danton adlı filmdir. Robespierre ve Danton ekseninde giden ilginç bir filmdir:



1 like ·   •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on November 23, 2013 13:38

November 10, 2013

Edebiyat Tarihi Aşkına! - 1. Dosya: Amerikan Edebiyatının Ana Hatları





Müthiş bir kaynak buldum sevgili okurlar. Ne zamandır "Edebiyat Tarihi" ile ilgili bir şeyleri bir araya getirmek istiyordum. 

Site: Türkiye Amerikan Konsolosluğu  
Konu: Amerikan Edebiyatı'nın Ana Hatları 
Kaynak: http://www.usemb-ankara.org.tr/ABDAnaHatlar/Edebiyat.htm



Bu uzun yazının İçindekiler'i aşağıdaki şekilde. Örneğin; Olaudah Equiano'yu Markus Rediker'in "Köle Gemisi" adlı kitabı okuduğumda göreceğimi biliyorum.  Amazing Grace  adlı kölelik ile ilgili filmi izlerken kendisine rastlamıştım (film şiddetle tavsiyemdir). Keza James Fenimore Cooper'ın, Son Mohikan adlı kitabı (filmi de çekildi) benim okuma listemde bulunuyor. Oliver Wendell Holmes'tan Tess Gerritsen - Kemik Bahçesi adlı kitabı yorumlarken kısaca bahsettim. Emily Dickinson benim şiirlerini çok beğendiğim bir şairdir. Nathaniel Hawthorne, Kızıl Damga adlı eseri ile okuma listemde. Bu liste böyle uzar gider. Şimdilik bununla yetinerek bu harika kaynağın tadını çıkaracağım...


Yok ben siteyle uğraşamam diyorsanız, sizin için pdf yaptım. BuyrunAmerikan Edebiyatının Ana Hatları

İÇİNDEKİLER1. BÖLÜM 1776'YA KADAR ERKEN AMERİKAN VE KOLONİ DÖNEMİ
KEŞİF GEZİLERİ EDEBİYATI
NEW ENGLAND'DA SÖMÜRGE DÖNEMİ
William Bradford (1590-1657)
Anne Bradstreet (c. 1612-1672)
Edward Taylor (c. 1644-1729)
Michael Wigglesworth (1631-1705)
Samuel Sewall (1652-1730)
Mary Rowlandson (c. 1635-c. 1678)
Cotton Mather (1663-1728)
Roger Williams (c. 1603-1683)
John Woolman (1720-1772)
Jonathan Edwards (1703-1758)
GÜNEY VE ORTADAKİ KOLONİLERDE EDEBİYAT
William Byrd (1674-1744)Robert Beverley (c. 1673-1722)Olaudah Equiano (Gustavus Vassa) (c. 1745- c. 1797)Jupiter Hammon (c.  1720- c. 1800)
2. BÖLÜMDEMOKRATİK KÖKLER VE DEVRİMCİ YAZARLAR: 1776-1820
AMERİKA'NIN AYDINLANMASI
Benjamin Franklin (1706-1790)Hector St. John de Creveoeur (1735-1813)
POLİTİK BROŞÜRLER
Thomas Paine (1737-1809)
NEOKLASİZM: DESTAN, ALAYCI DESTAN VE TAŞLAMA
AMERİKAN DEVRİMİNİN ŞAİRİ
Philip Freneau (1752-1832)
KURGUSAL EDEBİYAT (ROMAN VE HİKAYE) YAZARLARI
Charles Brockden Brown (1771-1810)Washington Irving (1789-1859)James Fenimore Cooper (1789-1851)
KADINLAR VE AZINLIKLAR
Phillis Wheatley (c. 1753-1784)Diğer Kadın Yazarlar
3. BÖLÜMROMANTİK DÖNEM, 1820-1860: DENEMECİLER VE ŞAİRLER
TRANSANDANTALİZM
Ralph Waldo Emerson (1803-1882)Henry David Thoreau (1817-1862)Walt Whitman (1819-1892)
BRAHMİN ŞAİRLER
Henry Wadsworth Longfellow (1807-1882)James Russell Lowell (1819-1891)Oliver Wendell Holmes (1809-1894)
İKİ REFORMCU
John Greenleaf Whittier (1807-1892)Margaret Fuller (1810-1850)Emily Dickinson (1830-1886)
4. BÖLÜMROMANTİK DÖNEM, 1820-1860: KURGU
ROMANS
Nathaniel Hawthorne (1804-1864)Herman Melville (1819-1891)Edgar Allan Poe (1809-1849)
KADIN YAZARLAR VE REFORMCULAR
Harriet Beecher Stowe (1811-1896)Harriet Jacobs (1818-1896)Harriet Wilson (c.  1807-1870)Frederick Douglass (1817-1895)
5. BÖLÜM GERÇEKÇİLİĞİN YÜKSELİŞİ: 1860-1914
SAMUEL CLEMENS (MARK TWAIN) (1835-1910)
BATI SINIRI (“FRONTIER”) ESPRİSİ VE GERÇEKÇİLİĞİ
YEREL RENKLER
ORTABATI GERÇEKÇİLİĞİ
KOZMOPOLİT ROMANCILAR
Henry James (1843-1916)Edith Wharton (1862-1937)
DOĞACILIK VE “HAKSIZLIKLARIN PEŞİNE DÜŞMEK” (MUCKRAKING)
Stephen Crane (1871-1900)Jack London (1876-1916)Theodore Dreiser (1871-1945)
ŞİİRDE “ŞİKAGO EKOLÜ”
Edgar Lee Masters (1868-1950)Carl Sandburg (1878-1967)Vachel Lindsay (1879-1931)Edwin Arlington Robinson (1869-1935)
İKİ KADIN BÖLGESEL ROMANCI
SİYAH AMERİKALI EDEBİYATININ YÜKSELİŞİ
Booker T.  Washington (1856-1915)W.E.B. Du Bois (1868-1963)James Weldon Johnson (1871-1938)Charles Waddell Chesnutt (1858-1932)
6. BÖLÜM MODERNİZM VE DENEYSELCİLİK: 1914-1945
MODERNİZM
ŞİİR 1914-1945: BİÇİM KONUSUNDA DENEMELER
Ezra Pound (1885-1972)T.S. Eliot (1888-1965)Robert Frost (1874-1963)Wallace Stevens (1879-1955)William Carlos Williams (1883-1963)
İKİ SAVAŞ ARASINDA
Robinson Jeffers (1887-1962)Edward Estlin Cummings (1894-1962)Hart Crane (1899-1932)Marianne Moore (1887-1972)Langston Hughes (1902-1967)
DÜZ YAZILAR, 1914-1945: AMERİKAN GERÇEKÇİLİĞİ
F.  Scott Fitzgerald (1896-1940)Ernest Hemingway (1899-1961)William Faulkner (1897-1962)
SOSYAL FARKINDALIK ÜZERİNE ROMANLAR
Sinclair Lewis (1885-1951)John Dos Passos (1896-1970)John Steinbeck (1902-1968)
HARLEM RÖNESANSI
Jean Toomer (1894-1967)Richard Wright (1908-1960)Zora Neale Hurston (1903-1960)
EDEBİ AKIMLAR: FİRARİLER VE YENİ ELEŞTİRİ
20’NCİ YÜZYIL AMERİKAN DRAMASI (TİYATRO EDEBİYATI)
Eugene O'Neill (1888-1953)Thornton Wilder (1897-1975)Clifford Odets (1906-1963)
7. BÖLÜM 1945’TEN BUGÜNE AMERİKAN ŞİİRİ: GELENEKSEL-KARŞITLIĞI
GELENEKÇİLİK
Robert Lowell (1917-1977)
ÖZELLİKLİ ŞAİRLER
Sylvia Plath (1932-1963)Anne Sexton (1928-1974)John Berryman (1914-1972)Theodore Roethke (1908-1963)Richard Hugo (1923-1982)Philip Levine (1928- )James Dickey (1923- )Elizabeth Bishop (1911-1979) ve Adrienne Rich (1929- )
DENEYSEL ŞİİR
Black Mountain EkolüSan Francisco EkolüBeatnik ŞairlerNew York EkolüGerçeküstücülük ve Varoluşçuluk
KADIN ŞİİRİ VE  ÇEŞİTLİ ETNİK GRUPLARIN ŞİİRLERİ
Chicano (Meksikalı-Amerikalı)/Hispanik (İspanyol Kökenli)/Latino (Latin Kökenli) ŞiirYerli Amerikalı ŞiiriAfrikalı-Amerikalı ŞiiriAsyalı-Amerikalı Şiiri
YENİ YÖNLER
8. BÖLÜM AMERİKA’DA 1945’TEN  GÜNÜMÜZE  DÜZYAZI: GERÇEKÇİLİK VE DENEME
GERÇEKÇİ MİRAS VE 1940’LARIN SON YILLARI
Robert Penn Warren (1905-1989)Arthur Miller (1915-2005)Tennessee Williams (1911-1983)Katherine Anne Porter (1890-1980)Eudora Welty (1909- )
ZENGİN AMA UZAKLAŞTIRILMIŞ 1950’LER
John O'Hara (1905-1970)James Baldwin (1924-1987)Ralph Waldo Ellison (1914-1994)Flannery O'Connor (1925-1964)Saul Bellow (1915- )Bernard Malamud (1914-1986)Isaac Bashevis Singer (1904-1991)Vladimir Nabokov (1889-1977)John Cheever (1912-1982)John Updike (1932- )J. D.  Salinger (1919- )Jack Kerouac (1922-1969)
ÇALKANTILI AMA YARATICI 1960’LAR
Thomas Pynchon (1937- )John Barth (1930- )Norman Mailer (1923- )
1970’LER VE 1980’LER: YENİ YÖNLER
John Gardner (1933-1982)Toni Morrison (1931- )Alice Walker (1944- )
YENİ BÖLGESELCİLİK 

1 like ·   •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on November 10, 2013 12:48

32. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı


Bir Fuarın Ardından: Dar Zamanda Fuar İzlenimleri


32. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı bugün sona erdi. Aslında gitmemeye kararlıydım; ancak yine de yerimde duramadım, gittim. 
Fuar çok doluydu ama özellikle bazı standlar daha da doluydu. Bazı fuar gezginleri ise sadece gezmeye gelmiş gibiydi. Fuara gelip de birkaç kitap almadan dönmek ilginç geliyor bana. Ya da gelirsin kitaplarınla birlikte, istediğin yazara imzalatırsın kitabını. Ama onların farklı motivasyonları vardı herhalde diye düşünüyorum.
Öncelikle genel olarak indirimlerin çok cazip olmadığını söylemeliyim. İnternetten istediğim kitapları çok daha ucuza, üstelik çok eski kitapları bile alabiliyorum. Misal Everest'e 2008 basımı Maria Rose Cutrufelli - Olymphe kitabını sordum, ancak yok cevabını aldım. Keza, Doğan Kitap'a Metin Köse'nin Mükellefiyet kitabını sordum (2010 basımı) o da yoktu. Epsilon'dan çok kitap okumam, tam benim okumak istediğim bir kitap olan Jennifer Donnelly - Solmayan Güller adlı kitabı alayım dedim, bir var bir yok dediler, aradılar taradılar bulamadılar. Gerçi onlar da haklılar, bütün kitapları getiremezler, daha çok "çok satanlar" ve "yeni çıkanlar" vardı.
Eh dedim, madem öyle ben de bari olanlara bakayım. Öyle de oldu. İthaki bir harikaydı, iki tam metin klasik kitabının tanesi 25 TL idi. Literatür Yayınlarından birçok kitap aldım, bunlara bir de "Fransız Devrimi Okumaları" kapsamında okuyacağım Jean Vautrin - Halkın Sesi kitabı katıldı (Everest'ten  Olymphe'yi de bulsam iyi olacaktı). Onun dışında Spartacus kitabı dizisinin ayarında gideceği için keyifli bir okuma olacak diye düşünmekteyim, bir de İş Sanat'tan Spartacus ve Köle Savaşı adlı grafik kitabı adlım ki değmeyin keyfime. Metis Edebiyat, standı ve kitaplarıyla çok güzeldi. Oradan Mary Doria Russell - Serçe kitabını aldım, çok merak ettiğim bir kitaptı (Bir de NTV'nin basılması yasaklanan Yaşarken Yazılan Tarih adlı dergisini aldım, sağol Metis Edebiyat!). Umarım aynı yazarın Children of God kitabını da çevirirler. Ve ilk defa Feniks Yayınlarından bir kitap aldım: Eczacının Kızı. Konu çok güzel. Umarım okuma süreci de güzel olur. Onun dışında cebimi daha fazla boşaltmamak adına çok kitap alamadım (sadece birkaç kitap daha, onlar ise çok farklı türlerden ve blog kapsamına girmeyen kitaplar). Altın Bilek Yayınları'na uğramayı çok isterdim, ancak yeri İzlenim Sanat'taymış, fuardan çıktıktan çok sonra öğrendim ne yazık ki. Mahremiyet kitabını alacaktım, alamadım. Aynı şekilde Optimum Kitap ya yoktu ya da ben bulamadım. Delilah kitabını alacaktım. Bunlar artık internet alışverişine kaldı.  
Bu blog kapsamında fuardan aldığım, okuyacağım ve yorumlayacağım kitaplar şunlar:


Kitapların yorumlarını merak edenler için; okudukça buradan yorumlayacağım, pek tabii ki tarihi bilgilerle birlikte. Takipte kalmanız dileğiyle. 




2 likes ·   •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on November 10, 2013 10:56

November 6, 2013

Frank Harris - Bomba (Tarihi Kurgu Kitaplar - No:11)


"Ben Afrika'da kanat çırpan kelebeğin Kuzey Amerika'da yarattığı kasırgayı istiyorum. Ben kaos istiyorum!"



Sayfa Sayısı: 288Basım Yılı: 2011Orjinal Adı: The BombKaos Yayınları

19. yüzyıl kapitalizminin çalışma koşullarını ve o günün zalimane atmosferini gayet iyi yansıtan Bomba, proleter romanın da habercisidir. Günde on iki saatten fazla çalıştığı halde açlıkla pençeleşen insanların, olağan çalışma koşulları için sürdürdükleri mücadeleyi sıra dışı, etkileyici örneklerle okura sunarken, sekiz saatlik işgünü talebini, peş peşe patlayan grevleri ve Amerikan basınının işçilere karşı düşmanca tutumunu da çarpıcı örneklerle aktarır.

1 Mayıs'a kaynaklık eden Haymarket Olayı'na ve arka planındaki işçi mücadelelerine güçlü bir ışık tutan Bomba, Frank Harris'in tutkulu ve belâgatli dilinden bir solukta okunacak sürükleyici bir roman.







Frank Harris'in (1856-1931) Birinci Baskıya Önsözü'nden:
"1885 ve  1886 boyunca Chicago'da işverenlerle emekçiler arasında yaşanan çatışmaları yakinen takip ettim... Fırsat buldukça konuyu mercek altına almaya ve ölüm cezasına çarptırılan Sosyalistlerin, paylarına düşen ve kapitalist basın tarafından sevinç nidalarıyla kutlanan bu cezayı ne ölçüde hak ettiklerini irdelemeye karar verdim...  1907'de Amerika'ya gittim... Konu hakkında o kadar hassaslaşmıştım ki, Bomba'yı tasarlamaya başladığımda tek bir hadiseyi bile değiştirmeyip yaşanan her şeyi olduğu gibi kullanmaya kararlıydım. Kitap, bu bakımdan ana hatları itibariyle bir tarihtir ve gerçektir; çünkü kendi adına konuşacak olguların yokluğunda, tarihi öyküler hayata karşı dürüst olmalıdır."
Frank HarrisLondra, Şubat 1909



Haymarket Olayı:
Haymarket Olayı, 1 Mayıs 1886'da Louisville'de (ABD) başlayan işçi grevleri sonucu 4 Mayıs'ta yine aynı şehirdeki Haymarket Alanı'nda meydana gelen olaydır. 1886'da Chicago'da toplanan Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu, 8 saatlik iş günü için 1 Mayıs'ı grev ve 8 saat uygulamasını fiili olarak hayata geçirme günü olarak belirledi. 1 Mayıs 1886'da, grev ve gösterilere yarım milyon işçi katıldı. Irklar arasındaki dayanışma da o gün en yüksek noktaya ulaştı. Louisville'de (Kentucky) 6 binden fazla siyah ve beyaz işçi, birlikte yürüdü. O dönemde Louisville'deki parklar, siyahlara kapalıydı. İşçiler, sokaklarda yürüdükten sonra hep birlikte Ulusal Park'a girdi. Her eyalet ve kentte, siyah ve beyaz işçilerin birlikte yaptığı gösteriler, gazeteler tarafından, 'Böylece önyargı duvarı yıkılmış oldu' şeklinde yorumlanmıştı. Grev ve gösteriler, 1 Mayıs'tan sonra da sürdü. İşçilerin çoğu 3 Mayıs'ta sokaklara çıktılar. McCormick'e ait fabrikadan atılan ve grevde olan işçiler de miting yaptılar. Miting sona ermek üzereyken McCormick fabrika düdüğünü çalarak, içerideki grev kırıcıları dışarı çıkarttı. Grev kırıcıları protesto etmek için bir grup işçi fabrikaya yöneldi. İşçilere ateş eden polis, 4 işçinin ölmesine, onlarcasının ise yaralanmasına neden oldu.
Bu saldırıyı protesto etmek için 4 Mayıs'ta Haymarket Alanı'nda miting düzenlendi. Miting tam dağılırken, kürsünün önüne, nereden geldiği belli olmayan bir bomba atıldı. Hemen polisin önünde patlayan bomba nedeniyle 7 polis öldü, 69'u ise yaralandı. Yüzlerce işçi asılsız ithamlarla tutuklandı. Tutuklanan işçilerden sekizi yargılanmak üzere seçildi: Albert R. Parsons, August Spies, Samuel J. Fielden, Michael Schwab, Adolph Fischer, George Engel, Louis Lingg ve Oscar Neebe.
Aralarından en gençleri olan "Louis Lingg" idamından bir gün önce intihar etti. 1889`da toplanan İkinci Enternasyonal'de Fransız bir işçi temsilcisinin önerisiyle 1 Mayıs gününün tüm dünyada Birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak kutlanmasına karar verildi.




Kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/Haymarket_Olay%C4%B1
Yorumum:  Frank Harris'in "Bomba" adlı kitabı konusu itibariyle bazılarınıza sıkıcı görünebilir; ancak öyle değil işte. Okudukça devamını, neler olacağını merakla bekliyorsunuz. Kimi zaman ana karakterin Elsie adında bir kadına olan aşkının anlatılışı sizi bir erkeğin kaleminden çıkmış olduğu konusunda şaşırtıyor, kimi zaman dönemin kapitalist düşüncesi ile yapılan acımasız uygulamalarının ete kemiğe bürünüp adeta gözlerinizin önündeymişçesine yaşandığına şahit oluyorsunuz ve ister istemez ürperiyorsunuz. 

Kitapta, Rudolph Schnaubelt adlı bir gencin "daha iyi bir gelecek uğruna" Amerika'ya gelmesi, eğitimli bir genç olarak burada sefaletin en dibine düşüp geçici işlerde çalışırken kötü koşullar yüzünden yitip giden hayatlara şahit olması, Sosyalist bir örgüte girmesi, burada Louis Lingg adlı bir "anarşist" ile tanışması ve hayatını tamamen değiştirecek olan "bomba"yı atması anlatılıyor. Rudolph diye biri yazarın uydurduğu bir kurgu karakter; ancak Rudolph ile biz bir yabancının Amerikan Vatandaşı olma arzusuna, Özgürlükler Ülkesi'nde iyi şartlarda yaşama ideallerine, aşkı tatmasına, haksızlıklara kalemi ve en sonunda elleriyle karşı çıkmasına tanık oluyoruz.





Ve Louis Lingg... Haymarket Olayı'nda kışkırtma suçuyla yargılanıp ölüm cezasına çarptırılmış, infazından bir gün önce, 10 Kasım 1887 günü hücresinde intihar etmiştir (ağzına soktuğu bir dinamit lokumu ile). Anarşinin aslında sistematize olmuş halini temsil eden biri olduğunu söyleyebilirim. 1864 Almanya doğumlu olan Lingg, idama mahkum edilirken şu sözleri de söylemiştir: "Sizi tanımıyorum! Sizin yasalarınızı, nizamınızı, kuvvete dayanan yetkinizi tanımıyorum! Bu yüzden asın beni!”

Kitap birçok altı çizilesi cümle ile dolu, bir kere daha okumakta fayda var:  
s. 40:  " "Irk farklılıkları çiçek türlerinin farklılığı gibi gözümü okşuyordu.""Birbirimizi üniformasız birer insan ve kardeş gibi göremeyecek miyiz?""Biz ölümlüler birbirimizle değil hastalıklarla ve ölümle savaşmak için eğitilmeliyiz."

NOTUM: 5 YILDIZ



1 like ·   •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on November 06, 2013 04:39

November 1, 2013

Daisy Goodwin - Düşes (Tarihi Kurgu Kitaplar - No:10)




Basım Yılı: 2011Sayfa Sayısı: 452 sayfaOrjinal Adı: The American Heiress
1890’ların Amerika’sının muhtemelen en zengin vârisi olan Cora Cash, paranın kendisine her kapıyı açacağına inanarak yetiştirilmiştir. Fakat annesi aristokrat bir eş bulmak için onu İngiltere’ye götürdüğünde, Cora’nın cesareti kırılır. Ağırlandığı yerler, entrikanın ve dedikodunun peşini bırakmadığı, buz tutmuş, ürkütücü evlerdir. Cora, oynadığı -ödülü gelecekteki mutluluğu olan- oyunun neler getirebileceğinden habersiz, gönlünü neredeyse hiç tanımadığı bir adama kaptırır.
Yazar'dan Not: 



Bu kitaptaki karakterler genel olarak hayaliyse de kendilerini içinde buldukları durumlar hayali değildir. Amerika'nın Lale Devri diye nitelenebilecek dönem söz konusu olduğunda, durum ne kadar fantastik olursa, gerçek olması da o kadar muhtemel olur.

Tarihi Bir Bakış:
Sanayileşmiş Kuzey ile tarımsal, esir-sahibi Güney arasındaki Amerikan İç Savaşı (1861-1865) Amerikan tarihinde bir boşalma noktasıydı. Genç demokratik ulusun saf iyimserliği savaştan sonra yerini bir tükenme dönemine bıraktı. Amerikan idealizmi yön değiştirerek devam etti. Savaştan önce idealistler insan haklarını ve özellikle köleliğin kaldırılmasını savunuyorlardı; savaştan sonra, Amerikalılar gelişmeyi ve kendi kendini yetiştirmiş adamı idealleştirdiler. Bu, Darwinci evrim ve “en iyinin hayatta kalması” uğruna başarılı, çok zengin ve nüfuzlu iş adamlarının bazen etik olmaktan uzaklaşan yöntemlerinin bile onaylanabildiği, milyoner imalatçıların ve spekülatörlerin dönemiydi. 
Savaştan sonra iş yaşamı patlama gösterdi. Savaş için yapılan üretim Kuzey'deki sanayii arttırmış, ona itibar ve politik güç vermişti. Savaş aynı zamanda sanayinin liderlerine insan ve makinenin yönetimi konusunda değerli bir deneyimler sağlamıştı. Amerikan topraklarının müthiş doğal kaynakları – demir, kömür, petrol, altın ve gümüş – iş hayatına çok yararlı oldu. 1869’da hizmet vermeye başlayan yeni kıtalararası, ve 1861’de çalışmaya başlayan ve kıtayı boydan boya kat eden telgraf sanayinin malzemeye, pazarlara ulaşmasını ve iletişim kurmasını sağladı.
Göçmenlerin devamlı akımı da ayrıca hiç tükenmeyecek gibi ucuz işgücü sağladı. İlk zamanlarda Alman, İskandinav ve İrlandalı, ondan sonra ise gittikçe artan sayılarda Orta ve Güney Avrupalılardan oluşan 23 milyondan fazla yabancı 1860 ve 1910 arasında A.B.D.'ye akın ettiler.  Çinli, Japon ve Filipinli olan kontratlı işçiler ise Hawaiili plantasyon sahipleri, demiryolu şirketleri ve Batı sahilindeki diğer Amerikalı iş adamlarınca getirildiler.
1860 yılında Amerikalıların çoğu çiftliklerde veya küçük köylerde yaşıyordu ama 1919 yılında nüfusun yarısı aşağı yukarı 12 şehirde toplanmıştı. Fakir ve aşırı kalabalık evler, sağlıksız koşullar, düşük ücret (“ücret köleliği” deniyordu), zor çalışma şartları, ve iş hayatında yetersiz sınırlamalar gibi kentleşme ve sanayileşemeden kaynaklanan sorunlar ortaya çıktı. İşçi sendikaları büyüdü, grevler ulusun çalışanların kötü durumunun farkına varmasını sağladı. Çiftçiler de, kendilerini hırsız baron da denen J. P. Morgan ve John D. Rockefeller gibi Doğu'nun “parasal çıkarlar”ına karşı mücadele ederken buldular. Bunların doğudaki bankaları batıdaki gelişme ve tarımcılık için hayati önem taşıyan ipotek ve kredileri çok sıkı kontrol altında tutuyorlardı. Demiryolu şirketleri ise çiftlik ürünlerinin şehirlere taşımak için çok yüksek ücret talep ediyorlardı. Çiftçi yavaş yavaş alay konusu oluyor, dünyadan pek haberi olmayan “kıro” veya “taşralı” biri olarak yeriliyordu. İç Savaş sonrasında ideal Amerikalı tipi milyonerlerdi. 1860larda 100den az olan milyonerlerin sayısı 1875’e gelindiğinde 1000'den fazlaydı.
1860’dan 1914’e kadar Amerika Birleşik Devletleri küçük, genç, tarımla uğraşan eski bir eski sömürgeden kocaman, modern, sanayi toplumuna dönüşmüştü. 1860’da borçlu bir ulusken 1914’e gelindiğinde dünyanın en zengin devleti olmuş, 1860’da 31 milyon olan nüfusu 1900’de gelindiğinden ikiye katlanarak 76 milyona çıkmıştı. 
Kaynak: http://www.usemb-ankara.org.tr/ABDAnaHatlar/Edebiyat.htm


Yorumum: Tüm bu tarihi arka plan dikkate alındığında soyadı malumumuz ultra zengin Cora Cash'in parasız ama soyluluk ünvanı sahibi Müstakbel Dük Ivo'nun dikkatini çekmemesi düşünülemez. Cora Cash, Amerikalı genç kız annesinin soyluluk saplantısı için adeta yem yapılarak İngiltere'ye gönderilir. Cora, ilk başta buraları sevmez. Üstelik Amerika'da bir de hoşlandığı birini, Teddy van der Leyden adlı bir ressam adayını bırakmıştır. Ancak İngiltere'de onu cezbeden şey Ivo olur. Ivo ona evlenme teklif ettiğinde ise mutluluğu bulduğunu düşünür. Ancak hiçbir şey o kadar pürüzsüz ve pembe değildir. Ivo'nun bir sırrı vardır; bu sır açığa çıktığında Cora'yı oldukça yaralayacaktır. 
Romanın diğer bir önemli kişisi de Bertha'dır. Bertha "zenci" bir hizmetçidir, muhteşem Bayan Cora Cash'in hizmetçisi. Romanın hem Bertha'nın hem de Cora'nın ağzından anlatılması romana müthiş bir bakış açısı katmış: Upstairs & Downstairs; yani diğer adıyla Yukarıdakiler & Aşağıdakiler. Bir yanda müthiş zengin ve soylu beyaz ırktan insanlar var, bir yanda da sıradan hayalleri olan ve beyaz bir adama aşık olup da evlenmesi hoş karşılanmayan zenci bir hizmetçi kız. Dönemin bir diğer dinamiklerinden birisi de "kölelik karşıtlığının savunulması" idi. Bertha bir köle değildi, ancak özgür müydü? Hayır. Dolayısıyla Bertha gibi bir karakterin romana kattığı değer çok yüksekti. 
Roman zengin dönem ayrıntıları, insan duygularını iyi yansıtışı ve karakterlerin iyi işlenişi gibi birçok olumlu yöne sahip. Olumsuz yönü biraz fazla uzun olması ve bazı yerlerde ayrıntılara çok boğulmuş olmasıydı.

Romanın son cümlesi ise oldukça hoş: "Daha güzel bir iklim bulabilirsiniz ama perdelerin arasından geçip güneşli yeni bir günü müjdeleyen o gün ışığının beklenmedik neşesinin verdiği hissi bulamazsınız."

NOTUM: 4 YILDIZ
1 like ·   •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on November 01, 2013 08:01

October 18, 2013

Bir sonraki "Tarihi Kurgu" okumasını siz seçin. Hangi kitabı okumamı istersiniz?

Bildiğiniz ya da şimdi öğrendiğiniz gibi Tarihi Kurgu Kitaplarını ele alan bir blog açtım. Ken Follett - Yıkılan Servet adlı kitabı bitirdikten sonra okuyacağım kitabı sizlere sormak istedim.


Anketi blogumda bulabilirsiniz:

http://bookowski101.blogspot.com/


20 Ekim'e kadar yanıtlayabilirseniz çok sevinirim.

Bakalım hangi kitap kazanacak:)

Kitapların tanıtımına sırasıyla aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz:

1- Alexandre Najjar - Gökbilimci

http://www.idefix.com/kitap/gokbilimc...


2- Hans Kirk - Köle

http://www.idefix.com/kitap/kole-hans...


3- Graham Fife - Suikast Meleği

http://www.idefix.com/kitap/suikast-m...

4- Peter Ackroyd - Chatterton

http://www.idefix.com/kitap/chatterto...


5- Thorvald Steen - Küçük At

http://www.idefix.com/kitap/kucuk-at-...

6- Susan Vreeland - Artemisia'nın Çilesi

http://www.idefix.com/kitap/artemisia...
1 like ·   •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on October 18, 2013 12:30 Tags: anket, bookowski, hangisi-olsun, tarihi-kurgu-kitapları