Levent Cantek's Blog, page 14
June 17, 2025
June 16, 2025
Hipofiz bezi tartışması...
Haber yenideğil, yıl(lar) geçmiştir üstünden. Oyuncu Tuba Ünsal sabah namazına başlamış;hissettiklerini, deneyimini yoga ile kıyaslayarak paylaşmış. Doğal olarak ti’yealınmış, sosyal medyada epeyce parodileştirilmiş. Merak eden açar, bakar. Şöyle biryargı var, yoga popüler kültürdür, ona aittir, din hayır, asla değil. Müslümanlığın popüler kültürünbir parçası hâline geldiği gerçeği kolaylıkla göz ardı ediliyor. Oysapopülerleşen her şey gibi, dinî pratikler de farklı biçimlerde alımlanır,farklı anlamlarda yeniden üretilir. Stuart Hall anlatırdı, kültürel bir metninanlamı sabit değildir, alımlayan tarafından yeniden ve yeniden kurulur. Aynışey inanç biçimleri için de geçerlidir. Ve evet, alay edilerek de olsatüketilir ve tüketilir.
Bir şey bukadar çok kişi tarafından seviliyorsa ya da nefret ediliyorsa, o sevgi ya danefretin tek bir gerekçesi yoktur. Din, ideoloji ya da popüler ikonlar için bukaçınılmaz olarak geçerlidir. Onları asla tek bir “anlam”a sabitleyemezsiniz.Tam da bu yüzden popüler olurlar.
Hertüketici, mesajı kendi kültürel ve siyasi sermayesine göre yenidenanlamlandırır. Her defasında bir kere daha “üretir.” Pierre Bourdieu’nün“habitus” kavramının bize anlattığı gibi, bireylerin algı ve pratikleri, içindebulundukları toplumsal konum tarafından şekillenir. Erzurum’daki MüslümanlıklaEdirne’deki Müslümanlık aynı değildir. Her yaşayan inandığı dini kendihayatına, çevresine, zamana adapte eder.
Edirne’debir ramazan günü iftara düğüne gider gibi dans ederek gidenleri görmüştüm.Şaşırmamam gerekirdi. Cezayir’de, Dubai’de, Tahran’da da farklı yaşanıyor —biliyordum. Ne ki şaşırmıştım, iftara giderken davul zurna çalıp göbek attılar.Seyrettim…
Ama biz neyapıyoruz, biz hâlâ, ortada herkesin okuyabileceği bir kutsal kitap var vesadece o referans alınmalı diyerek tartışmayı bitirmeye çalışıyoruz. Oysabiliyoruz ki hiç de öyle değil. O kitap ve etrafında gelişen öğreti, tarihboyunca öyle çok farklı biçimde yorumlandı ki… Say say bitmez. O din çok insan,çok kültür, çok farklı diller, çok farklı ideolojiler, rejimler gördü, mealenyazıyorum, kapitalizm, modernleşme, küreselleşme yaşadı … Talal Asadsöylemişti, din sadece inanç sistemlerinden ibaret değildir; modern dünyadasöylemsel olarak şekillenen, toplumsal olarak müzakere edilen bir pratiktir.
Bu nedenle“gerçek Müslümanlık budur” ya da “dinde bu yok” gibi başlayan vik vik cümleler,bugünün dünyasında savunma ya da saldırı işlevi görmek dışında bir anlamtaşımıyor. Zamanın ruhuna göre savrulan-estirilen cümleler yalnızca.
Gençken,bağnaz bulduğum bir şey duyduğumda, “Ama Kur’an’da yazmıyor!” diye inatlaitiraz ederdim. Sonra fark ettim ki, tartışmanın esası metnin kendisiyle ilgilideğilmiş. Mesele “bizden olan”la “olmayanı” ayırt etmeye yönelikmiş. O metindeyazıp yazmaması kimsenin umurunda değilmiş. Çünkü din, asla sadece o metnedayanmıyor işte. Din, Birgit Meyer’in ifadesiyle, medya ve gösteri aracılığıyladolaşıma giren, bireysel performanslarla şekillenen bir fenomene dönüşmüşdurumda. İnsanlar tek tek inançlarını ve kim olduklarını meşrulaştıracakçıkışlar arıyor. Asıl olan da bu.
Popülerkültür derslerinde sorardım: Olumlu düşünmek ile besmele çekmek arasında nekadar fark var? Geçenlerde sosyal medyada rastladım: Orta sınıftan, tahsillibir kadın, paylaştığı her fotoğrafın altına “Bugünü de yaşadığım içinşükrediyorum” yazıyor. Her defasında. Yineliyor.
TubaÜnsal’ın “namaz” anlatısı da böyle. Kendi dünyasından, kendi hayat tarzınauygun bir yorum getiriyor. Üstelik ilk defa da yapılmıyor. Dikkatli bakılırsabuna benzer on binlerce yorum var, yapılmış, yapılıyor ve yapılacak.
Bu yüzden,“doğru” ya da “yanlış” demek boş. Öyle de denecek, böyle de. Çünkü StewartHoover’ın vurguladığı gibi, medya çağında din, hem sekülerleştirilmiş hem deyeniden kutsallaştırılmış bir zeminde varlığını sürdürüyor. Yani, neyin hakiki,neyin samimi, neyin sahici olduğunu ispat edemezsiniz. Sadece konuşursunuz.
June 15, 2025
Ivır Zıvırın Belleği
Kitabı duymuştum ama iş telaşından epeyce gecikerek edinebildim. Yazar Henry Jenkins, yıllardır ilgimi çeken bir akademisyen. Popüler kültüre dair yazdıklarını eskisi kadar yakından takip edemesem de dikkatle okuduğum isimlerden biri. Çizgi romanla ilgili bir çalışma kaleme alınca, bu kitabı edinmem kaçınılmaz oldu diyelim.Jenkins bu kez “stuff” kavramına, yani bizim dilimizle “eşya”, hatta daha doğrusu “ıvır zıvır” dediğimiz nesnelere odaklanıyor. Kitabın temel savı şu: Stuff, yalnızca fiziksel nesneler değil,; aynı zamanda duygusal, kültürel ve toplumsal anlamlarla yüklü (medium, vessel) taşıyıcılardır. İçinde yaşadığımız üretim tüketim rejimi, varlığını epeyce bu eşyalar aracılığıyla sürdürür. Satın alıyoruz, yeniliyoruz, almak zorunda hissediyoruz, ama bir yandan da atmaya kıyamıyoruz filan ya…. Jenkins, bu geçici gibi görünen nesnelere yüklediğimiz kalıcı anlamları fark ederek, onlara dikkatle eğiliyor.
Düşünün: Neden bazı eşyaları atmıyoruz? Neden saklıyoruz? Çünkü o nesneler bize birini, bir zamanı ya da bir hâli hatırlatıyor. Kullanışlı olmasalar da duygusal bir değer taşıyorlar. Zamanla “bizim kim olduğumuzla” “sahip olduklarımız” iç içe geçiyor. Nesneler, bireysel hafızayla kolektif kültür arasında bir köprüye dönüşüyor.
Benimaçımdan stuff, ıvırzıvır demek. Ve bu nitelemehoşuma da gidiyor.Yıllarca,başta çizgi roman olmak üzere pek çok “lanetlenmiş tür”üzerineçalıştım. Ailem, çizgi roman gibi konularla ilgilenmemi hiçbirzaman anlamlıbulmadı. Akademisyenolduktan sonra da bu çalışmalarpek ciddiye alınmadı. Sanatdergileri,hele o yıllarda,çizgi romanla ilgilenmezdi. Ama çizgi roman ve ıvır zıvır,bana kalırsabirbirlerine çok yakışıyorlar.En azından benim dünyamda, yan yana güzelce demleniyorlar.Takipçileri fark etmiştir: Günümüz grafik romanlarında artık klasikkahramanlıkanlatılarından çok,ev içi ayrıntılar, bastırılmış duygular, fiziksel objeler ve bireyselkırılganlıklar öne çıkıyor.Jenkins de tam olarak bu kırılgan nesnelliğe odaklanmış. Objelerin nasıl anlamyüklendiğini, bu anlamların bilinçdışı süreçlerle nasıl ilişki kurduğunu ve toplumsalhafızaya nasıl gömüldüğünü inceliyor. Artıknesneler,kimliğin bir ifadebiçimi, sınıfın bir göstergesi ya da kültürel değerlerin biryansımasıolarakokunuyor. Jenkins,bu büyük havuzacesurca dalıyor.
Çünkü grafikromanlardaki eşya,karakterlerin travmaları, arzuları ya da içsel dünyalarıyla iç içe geçmişdurumda.Özellikle kadın anlatıcıların, ev içi mekânlar ve özelhayatlar aracılığıyla yeni bir anlatı dili kurduklarını savunuyor.Bu gözlem, güncel üretimlere bakan herkesin dikkatini çekiyordur zaten.
Comics and Stuff, çizgi romanlarda eşya, mekân, bellek ve duyguarasında kurulan ilişkileri inceleyen teorik ve kültürel bir çalışma. Hemgündelik nesneleri hem de bu nesnelerin estetik olarak nasıl temsil edildiğiniodağına alıyor. Bu yönüyle yalnızcasanat tarihi ya da medya çalışmalarına değil; tüketim kültürü,toplumsal cinsiyet, hafıza ve kimlik araştırmalarına da katkı sunuyor.
Kitabın ilginç ve ilhamverici bölümleri var. Ben olsam, son çeyrek asırdaki yerli üretimlerimizebakarak bu kitabı tartışan bir makale kaleme alırdım. Editör olsam, birilerinemutlaka yazdırırdım.
June 14, 2025
Dünyanın en güzel yeri
Tuna, çocuk yaşta, “dünyanın en güzel yeri neresi?” diyesormuştu. Ne cevap verdiğimi tam hatırlamıyorum ama yüksek ihtimal, “Kaf Dağı”demişimdir. O günden beri bu bana çok tatlı bir soru gibi geldi, insanınvaroluşla, yuva duygusuyla, anlam arayışıyla kurduğu ilişkiyi içeriyor çünkü.Zagor, yaşadığı Darkwood ormanını dünyanın en güzel yeriolarak nitelerdi. İnsan, hele çocukken bu türden iddialı laflara ayrı birdikkat kesiliyor. Platon, aksini söyler ve bence bıkkın bir biçimde kaşınıkaldırarak bu dünyanın “güzeli” bu dünyada değildir der bize. Gerçek güzellik,duyularla değil, akılla kavranan idealar dünyasında yer alır beyfendiye göre.Bu dünyadaki yerlerin hepsi sadece o ideal güzelliğin soluk birer yansımasıdır.Yoksa? Yoksa dünyanın en güzel yeri düşüncenin içinde midir Romalılar.
Zagor’un ormanını Heidegger tatlı tatlı tarif ediyor, “canımbenim”, “yurdum dediğin yer (Heimat), sadece doğduğun yer değil, dünyayla vekendinle anlamlı bir ilişki kurduğun mekândır” diyor. En güzel yer, bir ev (yada “orman”) değil, bize ev hissi veren bir anlam alanıdır. Zagor, hayal edilmişbir kahraman, öyle bir orman da ev de yok elbette ama Bachelard, Mekanın Poetikası’nda,dünyanın en güzel yeri olarak, hayal kurabildiğin yeri işaret ediyor. Bir arkadaşım,dünyanın en güzel yeri deyince Cihangir Camii Avlusunu ve Heybeliada’yısöyledi. Sanmıyorum diyerek matrak yapabilirim. Thoreau, ormanın içinde kurduğukulübede geçirdiği iki yılı anlatırken dünyanın en güzel yerinin doğayla başbaşa kalınan yer olduğunu savunur. Medeniyetten uzaklaştıkça insanın aslınadöndüğünü düşünür.
Türk mitolojisinde Ötüken vurgusu vardır, pek çokkültürde benzerlerini gördüğümüz güzellemelerden biliyoruz, ırkların köksaldığı yerlere yönelik romantizmden söz ediyorum. Yani bize kim olduğumuzlailgili anlam ve aidiyet veren ortam, dünyanın en güzel yeridir. Edebi olaraksevdiğim için paylaşayım, Orhan Pamuk “İstanbul’un en güzel yeri, oraya bakarakkederlenebileceğiniz yerdir” diyor, hah diyorsunuz şahane…Bana hep soruluyormesela, “Ankara’da bok mu var?” Gülüyorum.
Virginia Woolf, özgürce dolaşabildiği, kimseye hesapvermeden yazabildiği odasını anlatır ya… Görsek, orada da bir bok yoktur ama onuniçin özgürlüğün mekanı olmuş işte Mıstık abi… Cioran, damardan girer ve en güzel yer “intihardanvazgeçtiğin yerdir, çünkü orası seni hayata bağlayan son kaledir” der. EdwardSaid, o büyüleyici diliyle sürgünlüğü anlatırken: “hayalini kurduğun ama hiçgidemediğin yer, dünyanın en güzel yeridir” der ve bizi buruklaştırır… Beyazyakalılar, sahil kenarında bir ev hayal ediyorlar, hepsinin rüyası Ege’yeyerleşmek… Bauman tam da onlara nanikyapıyor zaten, bizi tarumar eden akışkan modernitede diyor, mekânlarsürekli değişir ve bu yüzden de güzellik geçicidir, şaşmaz biçimde nostaljikve kırılgandır diye ekliyor.
Galiba, dünyanın en güzel yeri kendin olabildiğin yerdir.Seni oluşturan yerdir, hala sevildiğin, kazandığın, istediğin kadar susabildiğin,gönlünce konuşabildiğin, hayaller görebildiğin, yargılanmadığın yerdir.
Ee Mıstık abi, benim diyeceklerim bu kadar…
Vicdansız
Yeni hikayem Vicdansız'ın çekimleri başladı. Devrim çekiyor, Fatih yapımcılığını yapıyor. Eylül ayı gibi yayını olacak, Todd platformunda... Fotoğraf set ziyaretinden Arzu, ben ve Deniz...
June 13, 2025
Son Okuduklarım 106
Yumuşaklığın Gücü,yumuşaklığı yalnızca fiziksel bir his değil, aynı zamanda varoluşsal, duygusalve etik bir durum olarak ele alıyor. Yumuşaklığı görünmez, kırılgan amadirençli bir güç olarak tanımlıyor. Çocuklukta, dilin oluşumunda, ritüellerde,hafızada, doğada ve aşkta sessizce yer alan bir his biçiminde betimliyor. Yumuşaklık bazen ölüm dürtüsüneeşlik ediyor, bazen de iyileştirici bir hafıza aracına dönüşüyor. Genel olarak zarafetleve yavaşlıkla tanımlanır biliyorsunuz. Yumuşaklık, görünmeyeni fark etme, olanıolduğu gibi kabul etme ve başkasıyla bağ kurma cesareti demek diyelim. Benim çok sevdiğim bir deyiş vardır, "ipek gibi sağlam, ipek gibi yumuşak" ol derler, biraz onun kitabı. Kitapta derli toplu ilginç ayrıntılar mevcut. Diğer yandan metin,epeyce “Frankofon”, dili bazen hoş, bazen çok of puf. İlham verici deolabiliyor, geveze ve bağlamsız da…Hayatın Anlamı, TerryEagleton’ın memleket ölçülerine göre çok satan bir kitabı. İsmi de ilgi çekmiş olabilir, yaşadıklarımızdan-sorun ettiklerimizden dolayı hemencecik cevap alalım istiyoruz, herkesin kitaba bir el attığı-dalladığı tahmin edilebilir. Eagleton'a göre mutluluk, yüzeysel hazlardan ya da bireysel iç huzurdan ibaretdeğil. Tahmin edeceğiniz üzre Aristoteles’in çizgisinden gidiyor, erdemli biryaşam biçimiyle, yani insanın kendini gerçekleştirerek yaşamasıyla ilgili birmutluluktan söz ediyor. Bu mutluluk anlayışını, sadece bireysel değil, toplumsalve siyasal koşullara bağlıyor; özgürlük, adalet ve etik sorumluluk olmadangerçek anlamda mutlu olmak mümkün değildir iddiasında bulunuyor. Sevdiğim ve nediyeceğini merak ettiğim bir yazar Eagleton. Şimdiki zamanın refah, güç ve hazgibi araçsal değerlerinin hayatın anlamı yerine konulmasını güzelce eleştiriyor.İddialı bir konusu var, refah, güç ve hazzın anlamın yerine geçememesinitartışıyor diyelim.
Basit Yaşama Felsefesi, tüketim toplumuna ve sürekli büyüme anlayışınakarşı çıkan, doğayla uyumlu, yerel ve sade bir yaşam biçimini savunanalternatif düşünceleri ele alıyor. Ekonomik büyümeye dayalı modellerin yerine“küçülme” (degrowth), “yavaş yaşam” ve Latin Amerika kökenli “Buen Vivir” gibitoplumsal ve çevresel uyumu önceleyen yaklaşımlar öneriyor. Metin, bualternatiflerin sadece bireysel değil, kolektif ve politik bir dönüşüm çağrısıolduğunu, tüketimi ve hızı yücelten modern yaşam anlayışına karşı etik,ekolojik ve kültürel bir itiraz sunduğunu savunuyor. Ne ki kitapta yer verilen, sınıfsal ayrıcalıkları olan elit figürlerin çevreci mesajlarının önemsenmesi biraz garip olmuş. Bu tür popüler kitaplara oldum olası ilgi gösteririm. Yeni olanı, kendini yeni olarak sunanı merak ederim. Neye denk düşüyor da popüler oluyor merakı da denebilir buna.
İyileşme, daha da popüler ve klişe bir kitap. Kötü diyemem. Doğru ve savunulabilir görüşleri var. Örneğin sağlığı yalnızcahastalıksızlık değil, bedensel, ruhsal ve sosyal bütünlüğün hali olarak tanımlıyor.İyileşme sabit bir hedef değil, kişiye özgü, yönünü bulmaya yönelik birsüreçtir diyor. Kronik hastalıklarla bile anlamlı ve onurlu bir yaşam mümkün olabilir şeklinde iyimser bir tavrı var. İyileşme içim umut, kabulleniş, yön tayini, destek sistemleri ve küçük gündelikpratikler (dinlenmek, yürümek, sevdiklerimizle vakit geçirmek) önemli roloynar demiş. Tıbbi tedaviler kadar bireyin kendi deneyimi ve yaşam hikâyesi deiyileşmeyi şekillendirir demiş. Bunu doktorlar da söylerler biliyorsunuz. Yeni bir yönü yok, felsefi bir derinlik bulamıyorsunuz. Blogu takip edenler, bu aralar "mutluluk" bahsine çok kafayı taktığımı görüyordur, o bahisten okundu diyelim. Derli toplu ne öneriyor, neyi nasıl tanımlıyor, nasıl bir mesafe kuruyor diye merak ettim. Yoksa kitap, benim okuma tarzıma pek uygun değil.
June 12, 2025
Pulp kapağının yedi kuralı
Sevdiğim bir kapak... Pulp estetiğinin nitelikli bir örneği. İsim "ürkünç", spottaki iddia ise tek kelimeyle merak uyandırıcı "1965'in en korkulu macera romanı..." Altına itibarlı bir derginin ismi yazılmış...Okuru çağırıyor, heyecanlı ve zamanın en iyisini okuyacaksın çağrısı bu...Trençkot pardösülü biri kadın üç kişi karanlıkta, köprüde, gece ışığının altında buluşmuşlar, yüzü görülmeyen biri diğer ikisine silah doğrultmuş. Polisiye estetiğinin klişeleri öne çıkartılmış demek gerekiyor. Sahneyi gördüğümüz açı, hele o günler için yeni ve muammayı artırıcı türden istiflenmiş. Karanlık, renk olarak mavimsi-tramlı kurulmuş... Amaç, merak uyandırmakmış, bunu da başarmışlar.
"PulpKapağının 7 Emri" gibi bir şey uyduracağım…Pulp kapağı nasıl yapılır-nasıl olmalıdır gibi madde madde kurallar düşünmek istedim. Birincisi, kapakta sahne donmuş gibiolmalı ama aksiyon da içermelidir… İyi bir kapakta zaman durmuş gibi görünmeliama her şey hareket halinde hissedilmelidir. Silah çekilmiş, biri kaçmakta,biri yakalanmak üzere vs. Mutlaka düğüm anı çizilmeli, başka bir âna izin verilmemelidir.İkincisi, renklerde gerçekçi olmaya çalışılmamalıdır. Göz alıcı bir kırmızı,ürkütücü bir mavi, çığlık atan bir sarı olabilir. Renkler atmosferi değilhisteriyi yaratmalıdır.Üçüncüsü,hiçbir yüz tam gözükmemelidir. Gölgeler karakterin kimliğini örter, gerilimibesler çünkü. Kapağın üçte biri karanlıkta kalmalı ki okur, kalanını kendizihninde tamamlamalıdır. Dördüncüsü, femme fatale olmazsa pulp olmaz. Tekinsizbir güzel, masum bir kurban kapağın ortasındadır. Biz ona bakarken bu kadın tehdit deedilmelidir. Beşincisi, tipografi bağırmalı, başlık afiş gibi olmalıdır. Büyükpuntolarla kırmızı, siyah ya da sarı gözükmeli, yazı görselin değil, okurunensesinde ciyaklamalıdır. Altıncısı, pulp kapağı edepsizdir, hikayeyi değilhisleri satıyorsun. Unutma, ne kadar “ayıp” o kadar “ilginç”tir. Yedincisi,kapakta her şeyi gösterme, okur kapağı açmalı, sayfayı çevirmeli…
June 11, 2025
Bilim Kurgu
June 10, 2025
Levent Cantek's Blog
- Levent Cantek's profile
- 44 followers

