Cengiz Çandar's Blog, page 15

October 5, 2025

Bitcoin 125 bin doları aştı! Tarihi rekor ABD kriziyle geldi

ABD’de federal hükümetin kapanması nedeniyle oluşan risk artışının etkisiyle Bitcoin, 125 bin 500 doları aşarak rekor tazeledi. Ethereum da yükselişini sürdürdü.

Analiz şirketi Coinmarketcap’in verilerine göre, Bitcoin dahil küresel kripto para piyasasının değeri 24 saatte yaklaşık yüzde 1,50 artarak 4 trilyon 260 milyar dolara yükseldi.

En büyük kripto para birimi olan Bitcoin’in fiyatı, ABD’de 1 Ekim’de federal hükümetin kapanmasının riskleri artmasıyla son 24 saatte yüzde 2,5’ten fazla artarak 125 bin 559 dolara ulaştı.

Böylece Bitcoin’in fiyatı, ABD Başkanı Donald Trump yönetiminin dostane düzenlemeleri ve kurumsal yatırımcıların güçlü talebiyle gelen 14 Ağustos’taki 124 bin 480 dolarlık rekorunu yeniledi.

ABD hisse senetlerinde son günlerdeki yükselişler ve Bitcoin ile bağlantılı borsa yatırım fonlarına yeniden girişlerin desteği de söz konusu yükselişte etkili oldu.

TSİ 09.15 itibarıyla 125 bin 149 dolardan işlem gören Bitcoin’in haftalık değer kazancı ise yaklaşık yüzde 15 oldu.

Piyasa değeri bakımından 2. sırada yer alan Ethereum’un fiyatı da yaklaşık yüzde 1,1 değer kazanarak 4 bin 570 dolar seviyesine yükseldi

HÜKÜMETİN KAPANMASI MALİ RİSKLERİ ARTIRDI

ABD’de Demokratların ve Cumhuriyetçilerin federal hükümete finansman sağlayacak bütçe üzerinde anlaşmaya varamaması 1 Ekim itibarıyla hükümetin kapanmasına yol açmıştı.

Hükümetin kapanması dolayısıyla Çalışma İstatistikleri Bürosu (BLS) 2 Ekim’de haftalık işsizlik maaşı başvurusu verilerini yayımlamazken, 3 Ekim’de de eylül ayına ilişkin tarım dışı istihdam verileri açıklanmadı.

Analistler, ABD Merkez Bankasının (Fed) ekonominin durumunu değerlendirmede faydalandığı önemli verilerin akışının kesintiye uğramasının, faiz indirimlerinin seyrine ilişkin belirsizliği artırdığını ifade etti.

Bu arada, ABD doları ve tahvilleri ise federal hükümetin kapanmasıyla ilgili belirsizliğin ekonomik görünümü gölgelemesi, mali riskleri artırması ve istihdam gibi önemli verilerin açıklanmasını geciktirmesiyle geriledi.

Analistler, hükümetin kapanmasının ABD’de Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYH) büyümesini olumsuz etkileyeceğini belirterek, dünyanın en büyük ekonomisinde hükümetin mali sıkıntılarının ekonomik belirsizliği artırması nedeniyle yatırımcıların güvenli liman varlıklarına yöneleceğini aktardı.

ABD hisseleri, uzun süreli bir kapanma ihtimaline ve belirsizliğe rağmen, yapay zeka ivmesiyle bu hafta rekor seviyelere ulaştı.

“Güvenli liman” varlıklardan olan altın ise jeopolitik risklerin yanı sıra düşen ABD faiz oranları ve devam eden enflasyon endişeleri arasında merkez bankalarının alımlarıyla desteklenerek yükselişini sürdürdü.

Analistler, Orta Doğu ve Ukrayna’daki jeopolitik gelişmelere ek olarak ABD’nin finansal istikrarına duyulan güvenin azalması ve bunun dolara duyulan güvene zarar vermesi ve ABD Merkez Bankasının (Fed) son faiz indiriminin altının ons fiyatını yukarı yönlü desteklediğini belirterek, ABD’nin borçlarına ilişkin endişelerin yatırımcıların dolara güvenlerini giderek kaybetmesine yol açtığını kaydetti. (AA)

Bitcoin 125 bin doları aştı! Tarihi rekor ABD kriziyle geldi yazısı ilk önce Radikal üzerinde ortaya çıktı.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on October 05, 2025 00:23

October 4, 2025

Savaşta ve barışta kadınlar vardır

Çok okunan yazar Kristin Hannah, uzun bir araştırmanın ardından yazdığı ‘Unutulmuş Kadınlar’da Vietnam Savaşı’na bambaşka bir cepheden bakıyor ve bu savaştaki kadınların sesi oluyor. Akıcı dili ve merak uyandıran anlatımıyla soluksuz okuduğumuz bir roman.

CEMRAN ÖDER/KitapSanat

Tarihin eril dili deşifre edildiğinden beri epey zaman geçti, erkekler tarafından yazılan resmi tarihte yine kadınlar hemcinslerinin sesi oldu. Öncesinde savaş tarihinin öznesi de nesnesi de hep erkeklerin elinden çıktı. Oysa cephe gerisinde o mücadeleye destek veren onlarca, binlerce kadın vardı. Hemşire olarak, işçi olarak, gazeteci olarak. Kristin Hannah’ın ‘Unutulmuş Kadınlar’ tam da buradan bakıp kadınların haklı yerini yine kadınlara teslim eden bir roman.

Hannah, uzun ve derin bir araştırma sürecinin sonunda bu romanı yazmaya karar veriyor. Öncesinde neredeyse bir sözlü tarih çalışmasına girişiyor ve kazıyarak çıkardığı anlatılarla Vietnam Savaşı’ndaki kadınların sesi oluyor bu romanıyla. Hep duyduğumuz, okuduğumuz, belki de çok iyi bildiğimiz Vietnam Savaşı’na bambaşka bir cepheden bakan bir gerçeğin izdüşümü Hannah’nın kitabı. Yazarın akıcı dili, merak uyandıran anlatımıyla soluksuz okuduğumuz bir roman.

‘Unutulmuş Kadınlar’, ABD’nin en karmaşık dönemlerinden Vietnam Savaşı yıllarını kapsıyor. Ana karakter Frances McGrath, meslek aşkıyla dolu 20 yaşında genç bir hemşiredir. Henüz ilk yılında kadınların da kahraman olabileceği inancıyla Vietnam Savaşı’na gönüllü katılmak üzere orduya yazılır. Ailesinin tepkisine rağmen kararından vazgeçmez ve Frances için bambaşka bir yaşamın kapıları aralanır. Savaşın korkunç yüzüyle ve gerçek hayatla Vietnam’da tanışır Frankie. Bu tamamen konfor alanından çıkıp bilmediği topraklarda kendini bulduğu bir tecrübe olacaktır. Savaşta hayatın kodları acımasızdır, serttir. Hem askerlere hem de sivillere hemşirelik eder, bu sırada onlarca kayıp yaşar. Savaşın kendi kuralları içinde hem mesleğini en iyi şekilde yapmaya çalışır hem de hayatta kalmaya.

‘Unutulmuş Kadınlar’, hemşire Frances’in yaşadıkları üzerinden savaşın vahşetini, adaletsizliğini, çocuklar ve kadınlara yapılan zulümleri gösterirken yakın dönem Amerikan toplumsal muhalefetinde kırılma olarak görülen savaş karşıtı protestoları, 68 hareketine ve hippilere de göz kırpar. Romanda bu kısımları daha çok Frances ve annesi arasındaki mektuplaşmalarda ve Frances’in eve döndüğünde yaşadığı travmalardan okuyoruz.

Vietnam yılları tamamıyla kötü anılarda ibaret değildir. Gerçek dostluğu, kız kardeşliği, romantizmi ve aşkı da deneyimlediği dönemlerdir. Aslında yaşam her duygusuyla vardır, savaşın ortasında bile.

Yazar Hannah, kurguyla gerçeğin iç içe geçtiği sürükleyici anlatımıyla okurunu ilk satırından sarıyor. Bir çeşit ahde vefa örneği gösteriyor savaşın görünmeyen kadınlarına. Romanın en çarpıcı sahnelerinden biri ailesinin, komşulara Frances’in yokluğunu savaşta gönüllü olduğu gerçeği yerine eğitim nedeniyle evden uzaklaştığını açıkladıklarını fark etmesidir. Oğulları savaşa katıldığında bundan gurur duyan aile kızları söz konusu olduğunda bundan utanç duyar ve kendilerince kabul edilebilir bir mazeret bulur. Kadın olmak yaşamın her alanında zordur. Savaş sonrasında Frances için bu zorluk mücadeleye dönüşür ve roman odağına savaştaki kadınların varlığını alır. İşçi olarak, hemşire olarak, görevli olarak cephe arkasında, yanında mücadele eden kadınlar vardır ve bu gerçek Kristin Hannah’ın nefis kaleminden onlara adanmış keyifle okunan bir kitapla taçlanır.

Savaşta ve barışta kadınlar vardır yazısı ilk önce Radikal üzerinde ortaya çıktı.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on October 04, 2025 02:37

Analar, ölümcül yaralar…

Norveç edebiyatının çarpıcı kalemi Vigdis Hjorth, ‘Annem Öldü mü’de ‘anne-kız’ ilişkisi üzerine, derin, ölümcül yaralar, bir annenin kızı olmak, anneyi terk etmek, anneye dönmeye çalışmak ama en çok da ‘annede kendini aramak’ üzerine, derin bir deneyim yaşatıyor.

BAHAR ÇUHADAR/KitapSanat

Norveçli edebiyatçı ve tiyatro eleştirmeni Vigdis Hjorth, 2016’da yazdığı romanı ‘Miras’la çevrildiği her dilde kalplerde derin bir iz bırakmıştı desek, en azından romanı okumuş olanların tasdikleyeceği üzere, abartmış olmayız. ‘Miras’, otobiyografik mi-değil mi tartışmaları ve Hjorth’un kendi ailesi içinde yarattığı fırtınalar (yazarın kız kardeşi, romanı yalanlayan bir karşı kitap yazmış, annesi romandan uyarlanan oyuna dava açmıştı) bir yana; genelde aile, özelde aile içi istismar meselesine dair yazılmış hayli sarsıcı bir çağdaş metin olarak hafızamızda kalıcı bir yer edindi. Geçmişte babasının istismarına uğrayan ve Hjorth’un profiline hayli benzeyen karakterin, sadece babasıyla değil tüm ailesiyle hesaplaşmasının metniydi ‘Miras’. Okumayanlara önerip, Vigdis Hjorth’un Türkçeye yine Siren Yayınları’nın özenli çevirisi (Dilek Başak) ve baskıyla kazandırılan yeni romanı ‘Annem Öldü mü’den bahsedelim.

Önce tatsız haber; sadece bu satırların yazarı değil, konuştuğum hemen her okur, kitabın ‘içine girmekte’ birazdan fazla zorlandı. ‘Miras’taki okuma ritminden düşük bir viteste açıyor yazar bu kez anlatısını da kendini de… Neyse ki ilerledikçe, kitabı elinizden bırakmadığınıza şükrettiren bir anlatı bekliyor sizi. ‘Anne-kız’ ilişkisi üzerine, derin, ölümcül yaralar, bir annenin kızı olmak, anneyi terk etmek, anneye küsmek, anneye hak vermek, anneye öfkelenmek, anneye dönmeye çalışmak, çocukluktan yarım yamalak hatırladığın anneyi yeniden keşfetmek ama bence en çok da ‘annede kendini aramak’ üzerine, derin ve çarpıcı bir deneyim yaşatıyor ‘Annem Öldü mü’.

Hjorth bu kez 30 sene önce terk ettiği (evlenmek üzere olduğu adam da dahil olmak üzere) ailesine ve şehrine birden dönen, başarılı bir ressam kadının, annesi ve kız kardeşiyle yaşadığı ‘kedi-fare oyunu’ üzerine kuruyor anlatısını. Karakterimiz; 60’ına dayanmış, vaktiyle âşık olup, ailesini ve ülkesini terk edip de evlendiği eşini artık kaybetmiş, oğlu da çoktan baba olmuş bir kadın olan Johanna. Bir gece annesini arar, ancak çağrısına karşılık alamaz. En son 30 sene önce görüştüğü annesi, telefonu meşgule alarak, kızıyla görüşmeyi açıkça reddeder. Johanna’nın kendi annesi ve kız kardeşini şehirde, handiyse bir ‘tacizci sapık’ gibi, düzenli bir rutinle gizlice takip ettiği tuhaf sürece böylece tanıklık etmeye başlarız.

Johanna’nın içindeki ıssızlığı ifade eden çok cümle var ama sanırım en berrağı şu: “Evine dönen kayıp kız çocuğuyum ama beni karşılayacak kimse yok ve bu benim suçum.”

‘Annem Öldü mü’de geçmiş ve bugün arasında lineer olmayan bir hat kuruyor Hjorth ve finale yaklaştıkça mesele çoktan Johanna ve annesi arasındaki gerilimden çıkıp annelerimizle olan ‘yaralı’ bağımız üzerine yoğun bir akışa bırakıyor kendini.

Kurmaca karakter Johanna da tıpkı kendi yazarının ‘Miras’ sürecinde başına geldiği gibi, ama bu kez ‘Anne ve Çocuk’ adlı resimleri yüzünden, kendi ailesince suçlanıyor, hatta lanetleniyor. Hjorth’un şu satırları mevzuya, metinlerarası bir yanıt niteliğinde: “Sanatçı, sırf ailesi tasviri kendileri olarak yorumlayabilir diye resmini çocuk, anne, baba, aile diye adlandıramayacak mı?” Bitmez bir tartışma…

Zorlanarak başladığım kitabın içinde finale yaklaştıkça, fosforlu kalemimi kullanmadığım sayfa sayısı azalmıştı. Sosyal medyada paylaştığımda 10’a yakın takipçimden ‘Hangi kitap bu?’ sorusu alan, altını çizdiğim cümlelerden birini burada da paylaşarak bitireyim: “Gerçek hayattaki anne figürümüz, kendi annemizle bireysel deneyimimiz, anne mitiyle iç içe geçmiştir, ben de dahil olmak üzere bu mitolojik haçı yüklenmiş giden tüm annelere ve anneme vah yazık.”

Analar, ölümcül yaralar… yazısı ilk önce Radikal üzerinde ortaya çıktı.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on October 04, 2025 02:34

Birikimli okur için yazarım

Selçuk Altun’un yeni romanı ‘Öpsem Öldürürler Öpmesem Öldüm’, köklerini 12 Eylül karanlığına kadar uzatan bir gizem hikâyesi. Romanında hem dünya üzerinde hem de edebi türler arasında dolaşan Altun’la kitabını konuştuk.

■ “Öpsem Öldürürler Öpmesem Öldüm” henüz yayımlandı. Yolu açık, okuru bol olsun. Nasıl geçmiş bir sürecin romanı bu sizin için ve sizce yazın yaşamınızda nerede duruyor?
2015’te Sahaf Turkuaz’da gezerken Diyarbakır eski belediye başkanı Mehdi Zana’nın 1988’de yazdığı ve 1992’de yayımlanan ‘Vahşetin Günlüğü’ kitabını görüp almıştım. Kitap, Zana’nın 12 Eylül sürecinde, gezegenin en azılı zindanına dönüşen Diyarbakır mahpushanesindeki günlüğüdür. Okuduklarımdan utandım, gerçekten bir vahşet günlüğü beni şoke etmişti ve ben konuyu derinliğine ilk kez duyuyordum. 12 Eylül sürecinin yanlış veya eksik değerlendirildiği daha sert bir şekilde kafama dank etti. Meraktan bazı mahpushane günlüklerini daha okuyunca iyice rahatsız olmuştum. Bu kısa romanı dört yılda yazdım. Yayınevine sunmadan önce Güven (Turan) Abi’ye okuttum. İki oturuşta bitirdi ve en beğendiği iki romanımdan (diğeri Bizans Sultanı) biri olduğunu belirtince rahatladım. Olgunluk döneminin beni tanımlayan yapıtım diyebilirim.

■ İçindeki 12 Eylül hesaplaşmasını düşündüğümüzde siyasi damarı en derin romanınızla karşı karşıyayız diyebilir miyiz?
Diyebiliriz. Her 12 Eylül’de gazeteler dönemin vahşet istatistiklerini yayımlar: 1,7 milyon kişi fişlendi, 650 bin kişi gözaltına alındı, 230 bin kişi askeri mahkemelerde yargılandı, 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı, 171 kişi işkencelerde, 14 kişi açlık grevlerinde öldü, 43 kişi infaz edildi, 50 kişi idam edildi gibi. Bir de onların aileleri, yakınları var. Onlar kalpaklı bir mizah dergisinde konuşma yaptığı, yazı yazdığı için devlet düzenini yıkmaya çalışıyor diye suçlarını itirafa zorlandılar. Yargılama sürecinde eşleri, yakınları kamudaki işlerinden oldular. İşkence altında imzaladıkları dilekçeleri bilahare mahkemeler tarafından geçersiz sayıldı ama beraat ettikten sonra bu kez iş bulamadılar. Nitelikli bir, belki iki nesil yok oldu. Bunları söylerken de için sızlıyor.

■ “Yazmak için ne zaman masaya otursan okumasın gelir” diyor romanın bir yerinde kahramanınız Ve. Sizde yazıdan önce gelen bir duygu mu bu?
Önce söyleyi okurlarıma açıklayalım, anlatıcının adı Ve. Yakınları ona Ve diyor, soyadı And. İkilemler içinde yaşamayı seven, gizemi mutluluğa yeğleyen birikimli bir genç adam. Doğrudur, ben ne zaman bir roman yazmaya otursam, okumasın gelir. Ben yazardan önce bir okurum, profesyonel yaşantımdan emekli olunca bir ara ‘Okur Yazar’ diye kart bastırmayı düşünmüştüm.

■ Biyografi yazımına ilginizi merak ediyorum. Okumayı sevdiğiniz belli ama bunu kurmacaınızın bir parçası haline getirmeniz benim esas ilgimi çeken. Bu gerçeklik size nasıl bir oyun alanı sunuyor?
Kendim de roman yazmaya başlayınca roman okuma katsayım düştü. Biyografi ve otobiyografiye döndüm. Kaynak bölümünden Anglo-American edebiyat bu türde çok mesafe kat etmiştir. O kalın biyografileri okudukça o kadar çok “Hayat romanlardan daha tuhaf” demekten kendimi alamadım. Bu olgu kurmaca ile kurmaca dışının bir sonsuz düellosu gibi gelişti. Gizemli bir süreçtir, okur olarak keyiflenirim.

■ Romanın, ortalarda gözüken bir kahramanınız daha var: Werner Herzog. Kahramanınızı etkileyecek kadar metne rol vermişsiniz. Nedir Herzog’u sizin için özel kılan?
Werner Herzog en gözde film yönetmenimdir: Vizyoner, bibliyofil, maceraperest, gezgin, yazar ve anarşisttir. İkinci Dünya Savaşı bittikten sonra serpilmiş, o dönemin de tadını çıkarmıştır. Başkaları hayallerinin günlüğünü tutarken, Herzog hayallerini bir anekdot olarak bizzat yaşamıştır. Örneğin genç bir film yönetmeni adayıyken, menajeri olan kişinin Paris’te yoğun bakımda olduğunu duyup Almanya’dan Paris’teki hastaneye bir nevi vahiy gibi 2000 km. yürümüştür, menajeri eleştirmene şifa getirsin diye. Döndüğünde o kişi yoğun bakımdan kurtulur. Romanda Herzog’un başyapıtı ‘Fitzcarraldo’ filminin de önemli rolü vardır. İngiltere’de Fitzcarraldo Editions diye nitelikli bir yayınevi var. Bu roman şu anda İngilizceye çevriliyor. Keşke o yayınevinden çıksaydı ama benim bir edebiyat ajanım bile yok.

■ Üslubunuz üzerine konuşmak isterim. Bir romanıyla birlikte konuşan bir biyografi yazarı, sanat danışmanı, edebiyat deşifreci, hatta bir şair aynı zamanda. Öte yandan şiir her yanınızda. Merakım şu: Bu apayrı renklerin bir bütüne hizmet edebilmesini metin mi, kahramanlar mı, yoksa yazarın kendisi mi belirliyor?
Beni en çok sevindiren kompliman üslubumun şiirsel bulunmasıdır. Birikimli okur için yazarım. Bu tür yapıtlara ihtiyaç var. Geçen yıl Türkiye’yi birlikte Konuşan Avrupalı Yazarlar Festivali’nde, oturum arkadaşım Belçikalı yazar “Bizans Sultanı’nı okudum, ‘Sen niye bu kadar çok şey biliyorsun?'” diye takılmıştı. Yanıtıma gelince; çatıyı yazar ile roman kahramanları ortaklaşa kurar.

■ Bu roman için nerelere seyahat ettiniz? Çünkü her romanınız için gezip gördüğünüz yerler oluyor…
Romanlarımın ortak türü ‘gezi’ ve ‘gizem’dir. Projelerim için kısa, uzun seyahatlere çıkmaya bayılırım, o seyahatler beni elektrikli yatağa bağlı olan ödüllendirir. Bu kez de ilginç rotalar saptamıştım ve pişman olmadım. Romanın önemli bölümü Almanya’da konuşlu, zamanın durduğu kadim şehir Rothenburg’da geçiyor. Sonra Kıbrıs, Amasya, Midilli, Londra, Oslo ve fiyort cenneti Fjærland.

■ Özellikle o küçük Norveç kasabası; Fjærland. Büyülü bir yerden bahsediyorsunuz sanki. Bir kitapsever için gerçek olamayacak kadar masalsı.
Fjærland Norveç’in kuzeyinde 270 nüfuslu bir fiyort noktası. Bir dostum köye dair kartpostal güzellikte bir görsel yolladı. Google’dan araştırdığımda oranın iddiasız bir sahaf merkezi olduğunu öğrendim. Mekânda sekiz dükkan vardı, bir market (ve postane), biri kafe ve kanalları sahafı Katedralen’di. İçimden, Fjærland’a gitmeli ve yazmayı planladığım romanda oraya yer vermeliyim dedim. Geçen yaz Nur’la Oslo’dan, pervaneli bir uçakla portatif pijama fabrikasını andıran Sogndal Havalimanı’na uçtuk. Oradan bir otostopla Fjærland’a girdik. Norveç’e dizi seyrederken fiyort gördüm, hepsi şirindi ama memleketim Şavşat’ın kırsalındaki doğa güzelliğiyle karşılaştırdığımda o kadar da etkilenmemiştim. Fjærland’a vardığımda, mekân görür görmez vurulduğumu anladım. Yemyeşil katmanlı bir doğa, dingin bir gölet ve panoramik karlı dağlar. İnsana huzur veren o sessizliği izlerken ayaklarım yerden kesilecek sanmıştım. Portatif bir sahafın bakıcısı yoktu, dilediğin kitabı alıyor, kenardaki kutuya 30 kron atıyordun.

■ Romanlarınızda ne anlatırsanız anlatın, bir gizemin peşine takıyorsunuz okurlarınızı. ‘Öpsem Öldürürler Öpmesem Öldüm’ için de durum farksız. Nedir bunun kökenleri?

Anglo-Amerikan edebiyatında edebi gizem (literary thriller) diye bir tür var.
Edebi gizem konulu ve kısa romanlar okumayı seviyor, o türde yazmaya çalı-
şıyorum. Bu romanın anlatıcısı Veciz de gizemi mutluluğa yeğliyor, ikilemli yaşa-
mından şikâyetçi değil. Kutsal kitaplarda da gizem vardır. ‘Hamlet’ ve ‘Godot’yu
Beklerken’de de gizem eksik değildir. Kitabın bir Kuzey Irak Türkmen türküsün-
den ödünç alınan adı da ikilem doludur. Finalde okuru şaşırtabilmişsem görevimi
yerine getirdim sayarım.

Planlı bir yazarsınız. Tezgâhta neler var?
Ufukta bir roman projesi yok ve bu durumdan şikâyetçi değilim. 2026’da ‘Kitap İçin – 6’ çıkacak. 1990’lardan beri değişik dergiler için yazdığım denemelerden bir seçkiyi 2027 için planladık. Şu anda ‘Öpsem Öldürürler Öpmesem Öldüm’ İngilizceye çevriliyor. Bilâhare Londra’da bir yayıncı arayacağım. Az ömür törpüsü değildir.

Birikimli okur için yazarım yazısı ilk önce Radikal üzerinde ortaya çıktı.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on October 04, 2025 02:31

Küresel piyasalar ABD’de hükümetin yeniden açılma sürecine odaklandı

Gelecek hafta yatırımcıların odağında ABD’de federal hükümetin yeniden açılmasına ilişkin belirsizliğin giderilip giderilmeyeceği ve ABD Merkez Bankası (Fed) toplantı tutanakları yer alacak.

ABD’de federal hükümetin kapanmasına ilişkin endişelerle geçen hafta küresel piyasalarda, kapanmanın gerçekleşmesine rağmen iş gücü piyasasındaki zayıflama sinyallerinin Fed’e ilişkin “güvercin” beklentileri güçlendirmesiyle risk iştahı görece yüksek seyretti.

Ülkede Demokratların ve Cumhuriyetçilerin federal hükümete finansman sağlayacak bütçe üzerinde anlaşmaya varamaması 1 Ekim itibarıyla hükümetin kapanmasına yol açmıştı. Hükümetin kapanması dolayısıyla Çalışma İstatistikleri Bürosu (BLS) perşembe günü haftalık işsizlik maaşı başvurusu verilerini yayımlamazken, dün de eylül ayına ilişkin tarım dışı istihdam verileri açıklanmadı.

ABD’de federal hükümetin bütçe yetersizliği nedeniyle kapanması, kamu kurumları tarafından yayımlanan ekonomik verilere erişimi kısıtlayarak veri akışını sekteye uğrattı. Bu durum, karar alma sürecinde veri temelli bir yaklaşım benimseyen Fed’in para politikasına ilişkin öngörülebilirliği azalttı.

Analistler, söz konusu gelişmelere karşın para piyasalarındaki fiyatlamalarda, bankanın bu ay ve aralık toplantılarında faiz indirimlerine devam edeceğine yönelik beklentilerin güçlü kalmaya devam ettiğini, 2026 yılında ise en az iki faiz indiriminin daha öngörüldüğünü belirtti.

ABD Hazine Bakanı Scott Bessent ülkede ekonomik büyümenin hükümetin kapanmasından zarar görebileceğini kaydetti.

Uluslararası Para Fonu (IMF) Sözcüsü Julie Kozack da ABD’de hükümetin kapanmasının etkisinin kapanmanın süresine ve yöntemine bağlı olacağını belirterek “Federal hükümetin tam olarak finanse edilmeye devam etmesini sağlayacak bir uzlaşmaya varılabileceğini umuyoruz.” ifadelerini kullandı.

Beyaz Saray Sözcüsü Karoline Leavitt ise dün düzenlediği basın toplantısında, kapanmanın ekonomik sonuçlarının her geçen gün arttığını vurgulayarak, “Politika yapıcılar, piyasalar ve hatta Fed, önemli bir dönüm noktasında körlemesine hareket ediyorlar, çünkü BLS ve Ekonomik Analiz Bürosu (BEA) verileri hükümet yeniden açılana kadar askıya alınmış durumda.” diye konuştu.

Ayrıca, Demokratlar ve Cumhuriyetçilerin ayrı ayrı sunduğu hükümetin kapanmasını sona erdirebilecek geçici bütçe tasarıları dün Senato’da yeterli oyu alamadı. Gelecek haftanın odağında hükümetin yeniden açılıp açılmayacağı konuları yer alıyor.

Fed yetkililerinin de açıklamaları yakından takip edilirken, Fed Başkan Yardımcısı Philip Jefferson bankanın görevini yerine getirmesi için yeterli bilgiye sahip olduğunu belirtti.

Dallas Fed Başkanı Lorie Logan, faiz indirimleri konusunda dikkatli olunması gerektiğini belirterek, verilere ve gerçeklere dayalı yaklaşım sürdürdüklerini anlattı.

Chicago Fed Başkanı Austan Goolsbee, kapanma sırasında resmi istihdam istatistiklerinin açıklanmamasının durumu zorlaştırdığını belirterek, kapanmanın uzun sürmesi durumunda Fed’in elindeki bilgilerle karar alacağını söyledi.

Bu gelişmelerin ışığında ABD tahvil piyasalarında geçen hafta alıcılı seyir hakim olurken, ABD’nin 10 yıllık tahvil faizi haftayı yüzde 4,12 seviyesinde tamamladı.

Emtia piyasasında altının ons fiyatı, haftalık bazda yükselişini 7. haftaya taşıdı. Perşembe günü 3 bin 896,93 dolarla tüm zamanların en yüksek seviyesini yenileyen ons altın, bu seviyelerden gelen sınırlı kar satışlarına karşın haftayı yüzde 3,4 artışla 3 bin 887 dolardan tamamladı.

Altındaki güçlü seyirle birlikte alternatif yatırım aracı olarak öne çıkan gümüşün ons fiyatı da 48,37 dolara çıkarak Nisan 2011’den bu yana en yüksek seviyesini gördü. Gümüş, haftayı yüzde 4,2 yükselişle 47,99 dolardan kapattı.

ABD’nin Rus petrolü alınmamasına yönelik baskılarına rağmen arz sıkıntısı yaşanmayacağına ilişkin beklentilerin güçlü kalması petrol fiyatlarını baskılamayı sürdürdü. Brent petrolün varili haftalık bazda yüzde 6,4 değer kaybıyla 64,3 dolarda haftayı tamamladı.

Dolar endeksi geçen haftayı yüzde 0,4 düşüşle 97,7 seviyesinden kapattı.

New York borsası pozitif seyretti
New York borsasında geçen hafta alıcılı bir seyir öne çıktı. Haftalık bazda New York borsasında S&P 500 yüzde 1,09, Nasdaq endeksi yüzde 1,15 ve Dow Jones endeksi yüzde 1,10 yükseldi. Cuma günü 3 endeks tüm zamanların en yüksek seviyesine gördü.

Makroekonomik veri tarafında ABD’de özel sektör istihdamı eylül ayında 32 bin kişi azaldı. Piyasa beklentileri özel sektör istihdamının bu dönemde 52 bin kişi artması yönündeydi.

ABD’de Tedarik Yönetim Enstitüsü (ISM) hizmet sektörü Satın Alma Yöneticileri Endeksi (PMI), eylülde 50’ye düşerek beklentilerin altında kaldı.

S&P Global hizmet sektörü PMI verisi de eylülde bir önceki aya kıyasla 0,3 puan azalışla 54,2’ye indi.

ABD’de S&P Cotality Case-Shiller Ulusal Konut Fiyat Endeksi, temmuzda yıllık bazda yüzde 1,7 artarak konut fiyatlarının artış hızındaki yavaşlamanın devam ettiğini gösterdi.

Ülkede Conference Board Tüketici Güven Endeksi, eylülde 94,2 ile piyasa beklentilerinin altına düştü. ABD’de JOLTS açık iş sayısı, ağustosta 7 milyon 227 bine çıkarak piyasa beklentilerinin üzerinde gerçekleşti.

6 Ekim ile başlayacak haftada salı dış ticaret dengesi, çarşamba Federal Açık Piyasa Komitesi (FOMC) toplantı tutanakları, perşembe haftalık işsizlik maaşı başvuruları, toptan eşya stokları, cuma Michigan tüketici güven endeksi verileri takip edilecek.

Avrupa borsaları pozitif seyretti
Avrupa borsaları geçen alış ağırlıklı seyrederken, yeni haftada Avrupa Merkez Bankası (ECB) BaşkanıChristine Lagarde’ın konuşması yakından takip edilecek.

Geçen hafta bölgede Rusya ile artan gerilimler yatırımcıların odağında kalmayı sürdürürken, Belçika Başbakanı Bart De Wever, büyük kısmı ülkesinde bulunan dondurulmuş Rus varlıklarının Ukrayna’ya sağlanacak bir kredinin teminatı olarak kullanılması durumunda doğabilecek risklerin diğer ülkelerle paylaşılması gerektiğini söyledi.

Danimarka Başbakanı Mette Frederiksen, son aylarda Ukrayna’daki savaşın sonlandırılması için diplomatik girişimlerin arttığına değinerek, “Rusya acımasız saldırılarına devam ediyor. Artık herkes şunu açıkça anlamalı ki Rusya buna zorlanana kadar durmayacak ve sadece Ukrayna için değil, bugün hepimiz için bir tehdit oluşturuyor.” dedi.

Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy ise Rusya’nın savaşı sürdürebilecek imkanlara sahip olduğunu ifade ederek, Avrupa ülkelerini Rusya’dan petrol satın almaktan vazgeçmeye çağırdı.

Rus dron ve jetlerinin Polonya, Romanya ve Estonya’nın hava sahalarını ihlal etmesinin ardından Danimarka’da da kritik askeri tesisler ve sivil havalimanları üzerinde tanımlanamayan dronların görünmesi yetkilileri olağanüstü önlemler almasına neden olmuştu.

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres, ABD Başkanı Trump’ın Gazze’de ateşkese varılması amacıyla sunduğu barış planı açıklamasını memnuniyetle karşıladığını söyledi.

ABD Başkanı Donald Trump, Gazze’de ateşkese varılması amacıyla sunduğu barış planına yanıt vermek için Hamas’ın 3-4 günü olduğunu belirtmişti.

Makroekonomik tarafta ise Avro Bölgesi’nde ağustosta yüzde 2 olan yıllık enflasyon, eylülde yüzde 2,2’ye çıktı. Enflasyon, eylülde aylık bazda ise yüzde 0,1 oldu. Söz konusu veri eylül ayında ECB’nin hedefinden uzaklaştı.

Avro Bölgesi’nde mevsim etkisinden arındırılmış işsizlik oranı ağustos ayında yüzde 6,3 seviyesine çıktı. Bugün Avro Bölgesinde açıklanacak üretici enflasyonu ve hizmet sektörü aktivitesi verilerinin bölgedeki ekonomik gidişat hakkında daha çok bilgi vermesi bekleniyor.

Almanya’da eylülde yıllık enflasyon yüzde 2,4’e çıktı. Ülkede enflasyon bu yıl art arda ikinci ay yükseldi. Piyasalarda beklenti yıllık enflasyonun eylülde yüzde 2,3’e yükselmesi yönündeydi. Ülkede enflasyon, aylık bazda ise yüzde 0,2 arttı.

Avrupa Birliği (AB) uyumlu Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) de eylülde bir önceki aya göre yüzde 0,2 ve yıllık bazda yüzde 2,4 yükseldi.

Geçen hafta İngiltere’de FTSE 100 endeksi yüzde 2,18, İtalya’da MIB 30 endeksi yüzde 1,43, Almanya’da DAX endeksi yüzde 2,73, Fransa’da CAC 40 endeksi yüzde 2,68 yükseldi.

Gelecek haftanın veri takviminde pazartesi Avro Bölgesi’nde ECB Başkanı Lagarde’ın konuşması, perakende satışlar, salı Almanya’da fabrika siparişleri, çarşamba Almanya’da sanayi üretimi, perşembe Avro Bölgesi’nde ECB toplantı tutanakları verileri yer alıyor.

Asya borsaları alış ağırlıklı seyretti
Asya borsalarında geçen hafta bazı borsaların kapalı olmasından dolayı işlem hacimleri düşük seyrederken, gözler gelecek hafta açıklanacak Japonya’da açıklanacak makroekonomik verilere çevrildi.

Fed’e yönelik artan faiz indirim beklentilerinin yanı sıra Güney Koreli teknoloji şirketi Samsung Electronics ve yarı iletken üreticisi SK Hynix’in OpenAI ile imzaladığı Stargate Programı kapsamındaki veri merkezleri için bellek çipleri tedarikine yönelik ön anlaşmalar da bölgedeki risk iştahını artırdı.

Japonya Merkez Bankası (BoJ) Başkanı Kazuo Ueda, fiyat artışlarına yönelik “Enflasyon bankanın hedefine kalıcı olarak ulaşma yolunda.” dedi. Ueda, ABD ekonomisinin gelecekteki seyrinin Japonya ekonomisini önemli ölçüde etkileyebileceğini kaydetti.

BoJ tarafından yapılan “tankan” anketine katılan firmalar, ülkede TÜFE’nin gelecek 12 aylık dönemde yüzde 2,4 artmasını bekliyor. Anket sonuçlarında ülkede imalat aktivitesinde artış öngörülürken, bu durumun enflasyonla mücadele eden BoJ’un para politikaları adımlarını etkilemesi öngörülüyor.

Anket sonuçlarına göre ülkenin önde gelen imalat sanayi üreticilerinde güvenin artmasıyla BoJ’un faiz artırabileceğine yönelik beklentiler güçlendi ve bu da Japonya borsasında satış baskısına neden oldu.

Bölgede geçen hafta açıklanan verilere göre, Japonya’da imalat sanayi Satınalma Yöneticileri Endeksi (PMI) 48,5 oldu. Ülkede ağustos ayında işsizlik oranı yüzde 2,3’ten yüzde 2,6’ya yükseldi. Ülkede açıklanan hizmet sektörü PMI 53,3 ile aktivitede artışa işaret etti.

Bu arada Hindistan Merkez Bankası politika faizini beklentiler dahilinde yüzde 5,5’te tuttu.

Söz konusu gelişmelerle haftalık bazda Hong Kong’da Hang Seng endeksi yüzde 3,88, Güney Kore’de Kospi endeksi yüzde 4,82 ve Japonya’da Nikkei 225 endeksi yüzde 0,91 artarken, Çin’de piyasaların tatil sebebiyle iki işlem gününde açık olduğu haftada Şanghay bileşik endeksi yüzde 1,43 yükseldi.

Gelecek hafta çarşamba günü Japonya’da dış ticaret dengesi, cuma Japonya’da Üretici Fiyat Endeksi (ÜFE) verileri takip edilecek.

Pazartesi, salı ve çarşamba günleri Çin’de piyasalar tatil nedeniyle kapalı olacak.

Yurt içinde TCMB Başkanı Karahan’ın TBMM’de yapacağı sunum takip edilecek
Yurt içinde geçen hafta satış ağırlıklı bir seyir öne çıkarken BIST 100 endeksi yüzde 2,62 azalışla 10.858,52 puandan kapandı.

Gelecek hafta Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Başkanı Fatih Karahan, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda sunum yapacak. Karahan’ın, toplantıda, küresel gelişmeler, Türkiye ekonomisi, enflasyon ve para politikası çerçevesinde kapsamlı bir sunum gerçekleştirmesi bekleniyor.

TCMB’nin faiz kararları ile enflasyonla mücadeleye ilişkin gelişmelerin, toplantının öne çıkan başlıklarını oluşturacağı tahmin ediliyor.

TÜFE, eylülde aylık bazda yüzde 3,23, Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi (Yİ-ÜFE) yüzde 2,52 artış gösterdi. Yıllık enflasyon, tüketici fiyatlarında yüzde 33,29, yurt içi üretici fiyatlarında yüzde 26,59 olarak kayıtlara geçti.

Dolar/TL, haftayı önceki haftalık kapanışın yüzde 0,3 üzerinde 41,6870’ten tamamladı.

Gelecek hafta yurt içinde pazartesi TÜFE bazlı reel efektif döviz kuru, salı TCMB Başkanı Fatih Karahan’ın TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda yapacağı sunum, perşembe sanayi üretimi verileri takip edilecek. (AA)

Küresel piyasalar ABD’de hükümetin yeniden açılma sürecine odaklandı yazısı ilk önce Radikal üzerinde ortaya çıktı.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on October 04, 2025 02:27

Alman punk’ında Türk etkisi

Ulrich Gutmair, ‘Bizler Yarının Türkleriyiz’ kitabında hem başarılı gazetecilik hem de güçlü hikâye anlatıcılığı örneği göstererek Almanya’yı 80’li yıllarda etkisi altına alan ve ‘Neue Welle’ (Yeni Dalga) olarak adlandırılan popüler müzik akımını ve bu yeni dalgaya damgasını vuran punk ruhunu inceliyor.

DENİZ GÜNEY/KitapSanat

1978’de Gabi Delgado-López, yaşadığı Düsseldorf’tan çıkıp hayatında ilk kez Batı Berlin’i ziyaret ettiğinde etkileyici bir manzarayla karşılaşır. Berlin o yıllarda günümüzden çok farklıdır. En başta Federal Almanya (Batı) ile Demokratik Almanya (Doğu) adıyla iki Almanya’nın olduğu devirde Berlin de Doğu Almanya’nın ortasında ikiye bölünmüş haldedir. Ve Batı Berlin etrafı duvar ve dikenli tellerle çevrili halde bir nevi bir ada gibidir. İşin daha da tuhafı Türkler tarafından ele geçirilmiştir. Ölümünden 50 yıl geçmişken Mustafa Kemal Atatürk olanca heybetiyle fikirsel olarak iktidardadır. Berlin’in geleneksel birahaneleri birer birer dönerciye çevrilmektedir. Aslında göstermeliktir her şey. Her bir döner büfesinde Alman toplumunu içten içe çökertecek planları uygulamak için çalışan birer casus oturmaktadır. Berlin’i bölen Duvar’ın hemen diğer tarafındaki Doğu Alman sosyalist partisinin merkez komitesinde Türkiye’den özel olarak görevlendirilmiş bir yetkili bile iş başındadır. Türkler 1961’de Türkiye- Batı Almanya arasında imzalanan anlaşma uyarınca ‘misafir işçi’ olarak akın ettikleri ülkeyi, aslında büyük bir gizli plan gereği dipten derinden gizlice ele geçirmişlerdir. Ve bunun farkına varan da sadece 20 yaşında, bir fabrika işçisi olmak yerine sahneye çıkıp dans etmek ve şarkı söylemek isteyen İspanyol göçmeni Gabi Delgado-López’dir.

Bir bilimkurgu ya da fantastik edebiyat eseriyle karşı karşıya değiliz, merak etmeyin. Bu, alt tarafı dokuz satırda bütün bu hikâyeyi özetleyen bir şarkı: “Duvar kentinde kebap düşleri. Türk-kültür dikenli telle çevrili. Doğu Almanya’da Yeni-Izmir. Atatürk yeni efendidir” diye başlayan şarkı, “Bizler yarının Türkleriyiz” kehanetiyle bitiyor.

‘Bizler Yarının Türkleriyiz’, Alman gazeteci-yazar Ulrich Gutmair’in 2022’de yayımlanan ‘Berlin’in İlk Günleri – Birleşme Yıllarının Sound’u’ndan sonra Türkçeye çevirilen ikinci kitabının adı aynı zamanda. Gutmair kitabında hem başarılı gazetecilik hem de güçlü bir hikâyecilik örneği göstererek Almanya’yı 80’li yıllarda damgasını vuran ve ‘Neue Welle’ (Yeni Dalga) olarak adlandırılan popüler müzik akımını ve bu yeni dalgaya damgasını vuran punk ruhunu inceliyor.

Kitabın ismi işte Gabi Delgado-López’in Alman popüler müzik tarihindeki en büyük punk hiti olan ‘Kebabträume’nin (Kebap Düşleri) o son dizesinden geliyor. Aslında son derece sarkastik, ülkeye gelen başta Türkler olmak üzere göçmenlerin varlığından kendi kimliğini, Almanlığını kaybetmekten korkan toplumla alay eden bir şarkı. Gutmair’in kitaba başlık olarak özellikle bu şarkıyı seçmesi Almancada da son derece dikkat çekici bir cümle olmasından gelmiyor sadece. Çünkü yazarın amacı müzik tarihçiliği yapmak değil sadece. Kendisi daha ziyade ulus, etnisite, cinsiyet, cinsel yönelim gibi günümüzde iyiden iyiye kendini hissettiren ‘kimlik’ meselesinin peşine bir zamanların punk akımı üzerinden düşüyor. Hayatınızda muhtemelen adını hiç duymadığınız, belki de oturup hiç dinlemeyeceğiniz grupların şarkı sözlerinden yola çıkarak bir zamanların Alman toplumunun 2. Dünya Savaşı sonrası içine düştüğü varoluş, kendini tanımlama, farklı kimliklerle bir arada yaşama, tartışmalarını; ‘Alman’ ya da ‘Almanya!’ olmak arasında kalışını anlatıyor. Araya hiç zorlamadan Marx, Habermas gibi düşünürlerin fikirleri giriveriyor. İşin tuhaf tarafı, anlatılanlar başka bir zamanda ve bize hem yakın hem de uzak bir coğrafyada geçse de özü itibarıyla bugünü, bugün Türkiye’de de tartışılan çok şeyi hatırlatıyor.

Son olarak şunu ekleyelim: Son derece akıcı bir dille yazılmış bu hayli ilginç kitabın her ne kadar bir çırpıda okunabilmesini engellemese de Türkçe çevirideki bazı ufak tefek gözden kaçmış ‘kusurlar’ umarız ikinci baskıda düzeltilir.

Alman punk’ında Türk etkisi yazısı ilk önce Radikal üzerinde ortaya çıktı.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on October 04, 2025 02:25

Mert Arik: Çocuklarıma okutmayacağım hiçbir hikâye yazmam

‘Çantamdan Fil Çıktı’, ‘Uzaya Giden Tren’ ve çizgi filme de uyarlanan ‘Benim Zürafam Uçabilir’ gibi kitaplarıyla çocukların sevgisini kazanan Mert Arik’la ‘Muhteşem Üçlü’ serisinin son kitabı ‘Hapı Yuttuk Eczanesi’ni konuştuk.

Ecem Kodak/KitapSanat
■ Öğretmen kökenli bir yazarsınız. Çocuk kitabı yazmaya nasıl başladınız?
Aslında çocukluğumdan beri hep yazıyordum. Babamın dükkânına gittiğimde kâğıtlara hayallerimi, düşüncelerimi, hedeflerimi yazardım. Günlükler tutardım. Üniversite yıllarımda reklam ajanslarında metin yazarlığı yaptım. Ulusal medyada birçok reklam senaryosu yazdım. Bir köy okulunda öğretmenlik yaparken; öğrencilerim için kısa hikâyeler yazmaya başladım. İlk okurlarım öğrencilerimdi. Yazmaya bu şekilde başladığımı söyleyebilirim.

■ Kitaplarınız satış rekorları kırıyor, ödüller alıyor. Bu ilgiyi neye bağlıyorsunuz?
Aslında bunun çok fazla sebebi var. Bence en büyük sebebi öğretmen olmam. Birçok öğretmen bana “Bu tam da aradığımız bir kitaptı” diye mesajlar atıyor. Veya öğretmenler kitaplarımı derslerinde kullanıyor. Sınıf öğretmeni olmam; beni sürekli çocuklara kitap okumayı nasıl sevdirebilirim konusunda düşünmeye, araştırmaya, çalışmaya yöneltti. Ayrıca ben bir babayım. Yazdığım her kitabı öncelikle kızlarıma yazıyorum. Çocuklarıma okutmayacağım hiçbir hikâyeyi yazmıyorum. Özellikle bu sebeplerden ötürü, ciddi bir okur kitlesine ulaştık.

■ ‘Hapı Yuttuk Eczanesi’nde şahsına münhasır bir babaanne karakteri var. Bu karakteri yaratırken esinlendiğiniz biri oldu mu?
Bu karakteri annemden esinlendim. Çizim aşamasında bile değerli dostum Serdar Turali, annemin fotoğraflarına bakarak resmetti. Biraz gerçek biraz hayali bir karakter diyebilirim. Serinin ilk kitabında ‘Ayyayı Yedik Müzesi’nde ayva ağaçları var misal. Bizim de köyde ayva ağaçlarımız var. ‘Naneyi Yedik Lokantası’nda Trüf Lokantası, bir etkinlikte tanıştığım mantarıcıdan ilham aldığım bir detaydı. ‘Hapı Yuttuk Eczanesi’nde kelime etkinlikleri benim BİLSEM’de öğrencilerimle yaptığım etkinliklerdi.

■ Bu karakterlerle bağlantılı iki kitabınız daha var. Animasyona uyarlanabilecek bir kurgu. Nasıl bakıyorsunuz bu fikre?
Teklifler geldikçe üzerinde çalışıyorum. Bu sürecin ciddi anlamda emek ve sabır gerektirdiğini biliyorum. Tüm dünyada izlenebilecek iyi bir film ortaya koymak istiyorum. Daha önce ‘Benim Zürafam Uçabilir’ kitabımız da çizgi film olmuştu. Çok ciddi bir izleyici kitlesine ulaştı. ‘Muhteşem Üçlü’ serisinin de film olarak milyonlarca seyirciyle buluşacağına yürekten inanıyorum.

■ Hikâye çok eğlenceli, karakterler çok gerçekci. Çocukların bu seri ile güçlü bir bağ kuracağını düşünüyorum. ‘Hapı Yuttuk Eczanesi ile ilgili ilk geri dönüşler nasıl?
Çok olumlu geri dönüşler aldık. Ciddi bir okur kitlesine ulaştık. Tabii bu geri dönüşler beni çok mutlu ediyor. En büyük motivasyon kaynağım okurlarımın geri dönüşleridir diyebilirim. Buradan tüm okurlarımıza, serinin büyük bir heyecanla devam edeceğini söylemek istiyorum.

Mert Arik: Çocuklarıma okutmayacağım hiçbir hikâye yazmam yazısı ilk önce Radikal üzerinde ortaya çıktı.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on October 04, 2025 02:22

Tükenmeyen hazine: Reşat Ekrem Koçu

İstanbul’un kütüğünü tutan kişi olarak büyük hizmetler vermiş Reşad Ekrem Koçu hakkında bilimsel verilere, arşivinden yararlanılarak belgelere dayalı bir biyografi çalışması hala basılmamıştır. Koçu için keyifli bir armağan kitabını Doğan Kitap’tan talep etmek ve beklemek hakkımızdır.

EMİN NEDRET İŞLİ/KitapSanat

Reşad Ekrem Koçu’nun Doğan Kitap’tan çıkan ‘Galata Canavarı Bıcakçı Petri’ isimli polisiye romanı dergimizin geçen ayki sayısında Metin Celal tarafından kapak olarak tanıtılmıştı. ‘Bıcakçı Petri’nin okuyucuyla buluştuğu günlerde dostum Mehmet Rado’nun üzerinde çalışılmasını arzu ederek şahısıma emanet ettiği Şevket Rado’nun ‘Sözün Gelişi’ başlıklı köşe yazıları kupürlerini sınıflandırırken bazı başka isimlerin de gazete kesikleri ortaya çıktı. Bu kesiklerin içinde oldukça uzun, ‘Kamber’ takma isimle yapılmış Kasım 1947 tarihli Akşam gazetesindeki röportajı hayli ilgi çekiciydi. ‘Bir Ziyaret; İstanbul Ansiklopedisi muharririne göre İstanbul ne âlemde’ başlıklı yazıda Reşad Ekrem Koçu 1947 yılında yaşadığı kente dair görüşlerini açıklıyor. Tek başına çıkarmaya başladığı ‘İstanbul Ansiklopedisi’nin kazandırdığı şöhret daha ilk yıldan itibaren Reşat Ekrem Koçu’ya madalya gibi takılmış olduğu anlaşılıyordu.

Şevket Rado’nun ‘Kamber’ takma adıyla yaptığı bu söyleşinin kahramanı Koçu’ya göre “Acilen ve çok ciddi bir şekilde yardımına koşulmazsa İstanbul, Türk hususiyetlerini kaybetmek üzeredir. Hamamlar birer birer depo olmakta, çeşmeler yıkılmakta, İstanbullu zevki ve terbiyesi bakımından da çöküş yaşamaktadır.” Koçu, Şevket Rado’nun sorularına 1947 yılı sonunda pek karamsar cevaplar vermektedir. “İstanbul zevki ve terbiyesi bakımından şehrin sokaklarında gezip dolaştığım sıralarda edebiyat tarihine geçmiş olan İstanbullu terbiyesinin de gölgelendiğini yer yer tesbit ettim. Mesela öyle dükkân isimlerine rastlıyorum ki bunlara nasıl tahammül ediyoruz, şaşırıyorum. Mesela bir tuhafiyeci, dükkânına ‘süslen’ veya ‘özen’ ismini koyuyorken bunlar İstanbullu terbiyesine aykırıdır” diyerek feryat ediyordu Koçu. Günümüz İstanbul’unu görseydi ne yapardı sorusu takılıyor aklımıza!

Röportajı yapan Şevket Rado diyor ki: “İstanbul Ansiklopedisi muharririnin şüphesiz hakkı vardı. Onu daha fazla sinirlendirmemek için mevzuyu değiştirdim. İstanbul Ansiklopedisi’nin vaziyetini sordum. Meğer bu da neşe verici bir bahis değilmiş. İstanbul Ansiklopedisi gibi muazzam bir teşebbüs belediyenin, maarifin ve partinin küçük bir miktar abone yardımından başka hiçbir mali yardımla desteklenmiyormuş.” Koçu’nun “İstanbul Ansiklopedisi’ni bir avuç okuyucunun alakasıyla binbir müşkilâta göğüs gererek çıkarıyorum. Fakat ben hayatta oldukça ne yapıp edip çıkaracağım. Öldükten sonra da fişler muntazandır, bir hayır sahibi çıkarsa sonuna kadar devam ettirebilir” sözüyle söyleşi bitiyor. Şevket Rado ise “İstanbul Ansiklopedisi muharririni karşılaştığı güçlüklerle baş başa bırakıp ayrıldım” diye yazısını sonlandırıyor. 1947 yılından bu yana geçen uzun zaman zarfında İstanbul Ansiklopedisi iki ayrı dönemde 11 cilt yayımlanabilmiş ama yarıda kalmış, önceleri kayıp olan arşiv son 20 yılda ortaya çıkmış ve Kadir Has Üniversitesi / SALT işbirliğiyle dijitale aktarılmasına rağmen Koçu’nun arzusu ve temennisi bir türlü yerine getirilememiştir. Ayrıca gazetelerde yazdığı, kitap­laştırılmamış onlarca tefrikası bulunan Reşad Ekrem Koçu hakkında üniversitelerimizde birkaç öğrenci tezi ve az sayıda makale yazılmıştır.

İstanbul’un kütüğünü tutan kişi olarak büyük hizmetler vermiş Reşad Ekrem Koçu hakkında bilimsel verilere, arşivinden yararlanılarak belgelere dayalı bir biyografi çalışması hala basılmamıştır. Reşad Ekrem Koçu’nun tefrika halinde kalmış kitaplarını hazırlatıp günümüz okuyucusuna sunan Doğan Kitap olmasa Koçu sadece sahaflarda bir yıldız olarak parlayacak, geniş kitleler tarafından tanınmamış, bilinmeyen bir kıymetimiz olarak kalacaktı. Reşad Ekrem Koçu için hoş ve keyifli bir armağan kitabını Doğan Kitap’tan talep etmek ve beklemek hakkımızdır.

Tükenmeyen hazine: Reşat Ekrem Koçu yazısı ilk önce Radikal üzerinde ortaya çıktı.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on October 04, 2025 02:18

Marías’dan güçlü bir veda romanı

2022’de Kovid nedeniyle hayata veda eden büyük İspanyol yazar Javier Marías’ın son romanı Tomás Nevinson, ne 528 sayfalık hacmi ne de yazara özgü uzun cümleleriyle göz korkutmasın. Alabildiğine sürükleyici kitap, yalnız bir casusluk hikayesi değil, aynı zamanda güçlü bir felsefi tartışma.

HÜLYA AVTAN/KitapSanat

Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülmesi en meselesi olarak görülen Javier Marías, Eylül 2022’de hayatını kaybettiğinde dünya edebiyatı yalnızca bir romancı’yı değil, aynı zamanda bir düşünce insanını da kaybetti. Kovid kaynaklı zatürree nedeniyle aramızdan ayrılan Marías’ın İspanyolca aslını 2020 sonbaharında tamamladığı Tomás Nevinson, sadece karantina döneminin ürünü değil, aynı zamanda yazarın yıllar içinde inşa ettiği edebi yapının da son halkası. Tıpkı önceki romanlarında olduğu gibi, burada da entelektüel derinlik, zarif bir mizah ve içtenlik hâkim. Saliha Nilüfer’in hayli özenli çevirisiyle yayımlanan kitabın ne hacmi ne de Marías’a özgü uzun cümleleri göz korkutmasın. Alabildiğine sürükleyici kitap, yalnız bir casusluk hikayesi değil, aynı zamanda güçlü bir felsefi tartışma.

Marías’ın deneyimli okurları Tomás’ın bir önceki romanı Berta Isla’dan hatırlayacaktır; ancak baştan belirtelim bu asla bir devam romanı değil. Aksine, Marías’la ilk kez tanışacaklar için mükemmel bir başlangıç. Artık kırklı yaşlarında olan emekli MI6 ajanı Tomás, Madrid’de dönmüş, istihbarattan ayrılmış, Berta’dan boşanmış ama iki çocuğuna yakın bir yerde yaşamaktadır. Yıllarca süren gizli hayatın ardından ilişkilerini yeniden kurmaya çalışırken tanırız onu.

Daha ilk cümlesiyle okurunu Tomás’ın zihnine buyur eden kitap serbest çağrışımlarla Marie-Antoinette, Anne Boleyn ve Jeanne d’Arc’ın idamları, ardından Hitler’in öldürülmesine dair ihtimalleri konu alan iki hikayeyle açılıyor. Tüm bu tarihsel göndermeler, eski patronu Bertram Tupra’nın Tomás’ı son bir görev için sahaya çağırmasıyla gelişecek olaylara dair ipuçları.

Görev: Barselona ve Zaragoza’daki saldırıların ardından izini kaybettirmiş bir teröristi bulmak. Fakat ortada üç kadın şüpheli vardır ve belki de hiçbiri aranan kişi değildir. Tomás, hangisinin ETA üyesi olduğunu çözmeli ve onu “sahneden indirmelidir”. Olayların geçtiği hayali Ruan şehrinin sunduğu sisli ve yüklü atmosfer, Tomás’ın zihnindeki tortuların yankısı eder. Buna ek olarak, Tomás ve onun farklı kimlikleri anlatıcı “Ben” ile “O” arasında değiştirirken, kimlik ve gerçeklik arasındaki sınırlar da giderek belirsizleşir.

Marías özel bir yazar, onun kahramanları aksiyon değil, içsel sorgulama aracılığıyla hareket ediyor. Her biri insan ruhunun çevirmene ihtiyaç duyan karmaşıklığını deşifre etmeye çalışan “hayat çevirmenleri”. Marías’ın entelektüel bakışı ve katmanlı anlatımıyla derinlik kazanan kitap boyunca karşımıza çıkan Shakespeare, T.S. Eliot, Marlowe, Baudelaire, Di Lampedusa, Wilfred Owen gibi referanslar, metne derinlik katıyor. Anlatılan yalnızca bir görev ifası değil, aynı zamanda vicdanın, adaletin ve sorumluluğun sorgulandığı ahlaki bir hesaplaşma.

Marías’ın roman boyunca sorduğu insan doğasına, ahlaka, bilgiye ve inanca dair çetin sorular kurgu ile gerçeklik arasındaki sınırları silikleştirirken, sonunda bizi bir kere daha şuna ikna ediyor: Edebiyat sadece olup biteni anlatmaz, aynı zamanda insanın kim olduğunu gösterir. Yazarlık kariyeri boyunca bunun peşinden koşan Marías’tan alıntıyla:
“Edebiyat, bize insanların gerçekten kim olduğunu gösterir, var olmasalar da… Ama şanslıysak her zaman var olacaklardır, bu yüzden edebiyat hiçbir zaman itibarını tamamen yitirmeyecektir.”

Marías’dan güçlü bir veda romanı yazısı ilk önce Radikal üzerinde ortaya çıktı.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on October 04, 2025 02:12

Hatırladıkça yaşamak ya da bir şairin çok yönlü koşusu

Şair, yazar, yayıncı, dergici Metin Celâl’in Bir Şiirdi Geçen Yılları tamamlar nitelikteki anı kitabı Hep Yaşadığımı Hatırlatıyorum Kendime, 80’lerden günümüze Türkiye’de yayın dünyasının geçirdiği evreleri gözler önüne seriyor.

Ömer Erdem/KitapSanat

İlk kitabım Dünyaya Sarktılan İpler yayımlandığında Varlık dergisinde ilk değiniyi Metin Celâl yazmıştı. Kendisini henüz tanımıyorduk. Bu kısa değinide sadece kitabın ruhu değil Celâl’in şiir gündemini sıcağı sıcağına ve objektif şekilde değerlendirdiği de vardı. 1980 Kuşağı şairleri kendileriyle beraber arkadan gelenlere de nazar kılarak şiirde ve edebiyatta geniş bir kanat hareketi yapmaya niyetlenmişlerdi. Nitekim, Adnan Özer de gecikmeden Düşler dergisinde benimle bir söyleşi yapılması olanağı yaratmıştı. Şiir gibi edebiyat yaşantısında da süreklilik ve verim esastır. Yazdıklarınızın hükmünü zamanın verebilmesi adına şairin/yazarın gerisinde iz bırakması gerekir. Birkaç yıldır Metin Celâl de bunu yapıyor. Bir Şiirdi Geçen Yıllar’ın ardından şimdi de tamamlar nitelikteki Hep Yaşadığımı Hatırlatıyorum Kendime’yle okurlarını selamladı. Bu iki kitabın hafızasına daha önce basılan Şiir Üstadlarından Öğrenilir’i de eklemek gerekir.

Sadece Acemi Yayıncının Frankfurt Macerası yazısını okuyarak bile dünden bugüne, yayıncı, yazar profilini yanında yayıncılığımızın hangi merhalelerden geçtiği izlenebilir. Bugün her bakımdan daha profesyonel yürütülüyor kitabın etrafında dönen faaliyetler. Aynı ruh ve amatör heyecanı var mı, işte bu tartışılır. Metin Celâl’in tecrübe ettiği bir ilerlemedir sonuçta. Yine 80 kuşağının müjdeci dergilerinden ve tek sayıda kalmış Yeryüzü Konukları’nın hazırlanma ve basılma öyküsünü okuduğumuzda, bugün hâlâ edilemeyen 5000 rakamının gerekçelerini tanıyoruz. Ve uğradığı hüsranı da tekrar hatırlıyoruz. Türkiye hala çok şiir yazılan, çok yayımlanan ve neredeyse pek az şiir dergisi ve kitabı satılan bir ülkedir. Tarihsel bir ürkütücülük bu.

Metin Celâl’in aktif ve çok yönlü yaşamından söz ederken gazeteciliği ve dergiciliğini hatırlamak gerekir. Zaten, Hep Yaşadığımı Hatırlatıyorum Kendime kitabı bir genç ve dinamik gazeteci ve dergicinin hayat sıcaklığıyla dolu. Söz gelimi Kayıp Kitap Günlük Olmuş başlıklı yazı, Onat Kutlar’ın bit pazarında defter olarak bulunan Kül başlıklı günlüğünün arka planını aktarıyor, gazetecilik akışıyla. Bu bağlamda futbol düşkünü de olan Celâl’in İslam Çupi üzerinden futbol alemine akışının seslerini duyuyoruz. Yayınevi yöneticiliğini yaptığını bildiğimiz Celâl, başka bir veçheyle Parantez Yayınları oluşumunu ve kitapçı-yayıncı gidiş gelişlerini açıkça paylaşıyor okurla.

Nereden bakılırsa bakılsın bir yarım asırlık yaşamın hafızanın ipeğinden süzülüşü Hep Yaşadığımı Hatırlatıyorum Kendime. Türkiye’nin her bakımdan değişip dönüştüğü, dağılıp parçalandığı, ideallerin devrilip bambaşka hedeflerin köprüttüğü, duvarların örülüp yıkıldığı, büyük şair ve yazarların resim geçtiği zamandır bu süreç. Pek çok isim, karakter, aktör, yazar, şair, yayıncı tabloda yerini alır. İsim, mekan, olay, bağlam örgüsünde bir yandan Metin Celâl’i, fakat asıl yüzü iyice soğumuş, tecrübenin egemenliğine geçmiş yayın dünyamızı bir şairin gözünden okumak az ayrıcalıklı değildir.

Yazarın notu: Gün geldi, ilk şiir kitabıma ilk değiniyi yazan Metin Celâl’in son şiir kitabı Bu Son Olsun’un dizi sorumluluğunu üstlenmek bir kader güzelliği diye beni buldu. Meraklı Okur, gönül düşürürsün isterim. Bu Son Olsun, Everest Yayınları, 96 sayfa.

Hatırladıkça yaşamak ya da bir şairin çok yönlü koşusu yazısı ilk önce Radikal üzerinde ortaya çıktı.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on October 04, 2025 02:08

Cengiz Çandar's Blog

Cengiz Çandar
Cengiz Çandar isn't a Goodreads Author (yet), but they do have a blog, so here are some recent posts imported from their feed.
Follow Cengiz Çandar's blog with rss.