Tuğba Gürbüz's Blog, page 86
April 14, 2017
KİTAPLAR ADASI
Sadık Aslankara 2 Şubat 2017 tarihinde Cumhuriyet Kitap'taki Kitaplar Adası köşesinde Lodos Çarpması'na değindi.
Tuğba Gürbüz, bir ilk kitapla çıkıyor karşımıza: Lodos Çarpması (Notabene 2015). Kimi sözcük seçimi tökezlemelerine karşın bir ilk öykü kitabı için yüksek düzeyli bir çıkış denebilir yazar adına. Bir öyküsünde anlatıcısına şöyle dedirtiyor nitekim: "Hikâyenin kısa zamanda okuru içine çekmesini, kelimeleri tasarruflu kullanmasını, aritmetiğini, hiçbir fazlalığa, hantallığa izin vermeyen yapısını yeni yeni seviyorum" (31). Öyküde kalıcı adlardan olmaya aday gördüğüm Tuğba Gürbüz'ün, bu doğrultuda onun peşini bırakmaması zorunlu ama. Yazar salmazsa kendisini öykü de onu bırakacaktır kesinlikle.
Tuğba Gürbüz, bir ilk kitapla çıkıyor karşımıza: Lodos Çarpması (Notabene 2015). Kimi sözcük seçimi tökezlemelerine karşın bir ilk öykü kitabı için yüksek düzeyli bir çıkış denebilir yazar adına. Bir öyküsünde anlatıcısına şöyle dedirtiyor nitekim: "Hikâyenin kısa zamanda okuru içine çekmesini, kelimeleri tasarruflu kullanmasını, aritmetiğini, hiçbir fazlalığa, hantallığa izin vermeyen yapısını yeni yeni seviyorum" (31). Öyküde kalıcı adlardan olmaya aday gördüğüm Tuğba Gürbüz'ün, bu doğrultuda onun peşini bırakmaması zorunlu ama. Yazar salmazsa kendisini öykü de onu bırakacaktır kesinlikle.
Published on April 14, 2017 04:21
BALIK TUTMA DERSİ(*)
Amerikalı doğabilimci John Burroughs "Sevgi olmadan bilgi kalıcı olmaz. Fakat sevgi önce gelirse bilgi kesinlikle arkasından gelecektir," diyor. Çocuklarımızı üzerinde yaşadığımız gezegene saygı duyan bireyler olarak yetiştirebilmek için biz ebeveynlerin öncelikli görevi, erken dönemde doğa sevgisi verebilmek. Onların minik omuzlarına taşıyabileceklerinden fazla yük ve korku bindirmeden, doğayla oyun arkadaşı olmalarını sağlamak, bu yolda atacağımız ilk adım. İkinci adım ise doğayla ve yaşadığımız çevreyle uyumlu, sürdürülebilir yaşam tarzı benimsemeleri için doğru rol modelleri sunan çocuk kitapları seçmek. Bu amaçla biz bir diziye başladık. Çocuklara çevre bilinci aşılayan, farklılıklarımızla bir arada yaşamanın mümkün olduğunu gösteren kitapları derlemeye karar verdik. Bildiğimiz kitapları anımsamaya, bilmediklerimizle tanışmaya, tanıtmaya niyet ettik.
Ekonomik ve siyasi krizler, artan döviz kurları, işsizlik, terör sorunları, göç dalgaları, doğa katliamları, hallaç pamuğuna dönmüş eğitim sistemi... Saatlik, günlük, mevsimlik kötü haberler sağanağı altında yaşıyoruz. Her an tetikteyiz. Gevşemeye, düşünmeye, içimize dönmeye ve asıl ihtiyaç duyduğumuz anlam arayışlarına yönelmeye bir türlü sıra gelmiyor. Bu arada daha fazlanın daha iyi kabul edildiği bir dünyada yaşıyor, biriktiriyor ve tüketiyoruz.Daha büyük evlerde oturmak, daha lüks arabalar kullanmak, daha çok eşya alabilmek için daha çok çalışıyor, daha çok para kazanıyor ve daha çok para harcıyoruz. Bu döngü bize mutluluk yerine stres getiriyor.Alışkanlıklarımızı bir kenara bırakıp kendimize limitler koyduğumuzda, en gerekli olanı seçerek günlük rutinlerimizi basitleştirdiğimizde, gerçekten ihtiyaç duyduklarımızla yetindiğimizde daha iyi ve anlamlı bir hayat sürmemiz mümkün mü? Heinrich Böll'ün ünlü İş Etiğinin Çöküşü Üzerine Bir Anekdot isimli kısa öyküsünden uyarlanan Balık Tutma Dersi bu soruların cevabını veriyor.Hikâyeyi hep birlikte anımsayalım. Batı kıyılarında bir limanda gezinti yapan turist, kayığında uyuklayan balıkçıyı görür. Bu güzel havada avlanmak yerine neden uyukladığını merak eder. Balıkçı ihtiyacı kadar balık ve ıstakoz avladığı için kıyıya döndüğünü açıklasa da turist, balıkçının azla yetinmesini kabullenemez. Günde bir kez yerine iki, üç ya da dört kez avlanmaya çıkarsa neler olabileceğini açıklamaya koyulur. İkinci bir kayık, motorlu tekneler, soğuk hava deposu, balık restoranı, füme balık tesisi, konserve balık fabrikası, Paris'e canlı ıstakoz ihracatı... Turist, burada duraklar. Hayalleri sona ermiş gibidir. Sınırlı kaynaklara hırsla saldırmayan, yalnızca ihtiyacı kadar avlanan, azla yetindiği için kendisine zaman ayırabilen, yaşadığı ânın tadını çıkaran balıkçı ve günün birinde çalışmak zorunda kalmamak için çok çalışmanın bir erdem olduğuna inanan turistin karşılaşma hikâyesi üzerinden kurgulanan Balık Tutma Dersi bize başka türlü bir yaşamın mümkün olduğunu gösteriyor ve bizi sürdürülebilir yaşam, gönüllü sadelik kavramları ile tanıştırıyor.
Metin Heinrich BöllUyarlayan Bernard Friot Resimleyen Emile Bravo Türkçeleştiren Figen Müge Erel Desen Yayınları 40 sayfa Her yaş
*Bu yazı 8/4/2017 tarihinde Yeşil Gazete'de Çocuklar İçin Yeşil Kitaplar köşesinde yayımlanmıştır.
Ekonomik ve siyasi krizler, artan döviz kurları, işsizlik, terör sorunları, göç dalgaları, doğa katliamları, hallaç pamuğuna dönmüş eğitim sistemi... Saatlik, günlük, mevsimlik kötü haberler sağanağı altında yaşıyoruz. Her an tetikteyiz. Gevşemeye, düşünmeye, içimize dönmeye ve asıl ihtiyaç duyduğumuz anlam arayışlarına yönelmeye bir türlü sıra gelmiyor. Bu arada daha fazlanın daha iyi kabul edildiği bir dünyada yaşıyor, biriktiriyor ve tüketiyoruz.Daha büyük evlerde oturmak, daha lüks arabalar kullanmak, daha çok eşya alabilmek için daha çok çalışıyor, daha çok para kazanıyor ve daha çok para harcıyoruz. Bu döngü bize mutluluk yerine stres getiriyor.Alışkanlıklarımızı bir kenara bırakıp kendimize limitler koyduğumuzda, en gerekli olanı seçerek günlük rutinlerimizi basitleştirdiğimizde, gerçekten ihtiyaç duyduklarımızla yetindiğimizde daha iyi ve anlamlı bir hayat sürmemiz mümkün mü? Heinrich Böll'ün ünlü İş Etiğinin Çöküşü Üzerine Bir Anekdot isimli kısa öyküsünden uyarlanan Balık Tutma Dersi bu soruların cevabını veriyor.Hikâyeyi hep birlikte anımsayalım. Batı kıyılarında bir limanda gezinti yapan turist, kayığında uyuklayan balıkçıyı görür. Bu güzel havada avlanmak yerine neden uyukladığını merak eder. Balıkçı ihtiyacı kadar balık ve ıstakoz avladığı için kıyıya döndüğünü açıklasa da turist, balıkçının azla yetinmesini kabullenemez. Günde bir kez yerine iki, üç ya da dört kez avlanmaya çıkarsa neler olabileceğini açıklamaya koyulur. İkinci bir kayık, motorlu tekneler, soğuk hava deposu, balık restoranı, füme balık tesisi, konserve balık fabrikası, Paris'e canlı ıstakoz ihracatı... Turist, burada duraklar. Hayalleri sona ermiş gibidir. Sınırlı kaynaklara hırsla saldırmayan, yalnızca ihtiyacı kadar avlanan, azla yetindiği için kendisine zaman ayırabilen, yaşadığı ânın tadını çıkaran balıkçı ve günün birinde çalışmak zorunda kalmamak için çok çalışmanın bir erdem olduğuna inanan turistin karşılaşma hikâyesi üzerinden kurgulanan Balık Tutma Dersi bize başka türlü bir yaşamın mümkün olduğunu gösteriyor ve bizi sürdürülebilir yaşam, gönüllü sadelik kavramları ile tanıştırıyor.
Metin Heinrich BöllUyarlayan Bernard Friot Resimleyen Emile Bravo Türkçeleştiren Figen Müge Erel Desen Yayınları 40 sayfa Her yaş
*Bu yazı 8/4/2017 tarihinde Yeşil Gazete'de Çocuklar İçin Yeşil Kitaplar köşesinde yayımlanmıştır.
Published on April 14, 2017 03:48
April 3, 2017
OKUR SELAMLARI
Kendisini gogıllayan öykücüden ön açıklama: Goodreads ve bazı sanal kitap satış mağazalarında rastladıklarımdır:
Bir ilk kitap olarak güzel. 17 kısa öykü var. Sevdiklerim: Anı Toplayıcısı, Unutmadım, Eşik, Mevsim Kadar Sıcak ÖpücüklerBir hikâye anlattıklarını daha çok sevdim. İç ses ve betimlelemelerle olanlar da güzel ama bende bir heyecan yaratmadı. "Mevsim Kadar Sıcak Öpücükler" en sevdiğim oldu. ***
Lodos gibi sersemletici Duygu yoğunluğu yüksek, empati yeteneği kuvvetli bir yazar. İlk kitap için çok başarılı denebilir. Kulağı tırmalamayan, etkili bir Türkçe. Son Ezidi, Anı Toplayıcı favorilerimden. ***
Kısa hikâyelerden oluşan bir kitap. Alınabilir, okunabilir. Türk hikâyeciliği için kazanç olacaktır.
Bir ilk kitap olarak güzel. 17 kısa öykü var. Sevdiklerim: Anı Toplayıcısı, Unutmadım, Eşik, Mevsim Kadar Sıcak ÖpücüklerBir hikâye anlattıklarını daha çok sevdim. İç ses ve betimlelemelerle olanlar da güzel ama bende bir heyecan yaratmadı. "Mevsim Kadar Sıcak Öpücükler" en sevdiğim oldu. ***
Lodos gibi sersemletici Duygu yoğunluğu yüksek, empati yeteneği kuvvetli bir yazar. İlk kitap için çok başarılı denebilir. Kulağı tırmalamayan, etkili bir Türkçe. Son Ezidi, Anı Toplayıcı favorilerimden. ***
Kısa hikâyelerden oluşan bir kitap. Alınabilir, okunabilir. Türk hikâyeciliği için kazanç olacaktır.
Published on April 03, 2017 04:54
April 1, 2017
NASIL YAZAR/ŞAİR OLDUM? (34)
HAYAL, NİYET VE YOLCULUĞUM
Yıl 2005.Ankara Üniversitesi Okul Öncesi Öğretmenliği bölümünde okuyorum ve Prof. Dr. Sedat Sever’den Çocuk Edebiyatı dersi alıyorum. Çocuk kitaplarını inceliyoruz, metnini, resimlerini yorumluyoruz, bazı kitapların içine öyle çekiliyorum ki kendimi çocuk kitabı yazarı olarak hayal ediyorum.
Yıl 2006.Ankara Üniversitesi Okul Öncesi Öğretmenliği bölümünde okuyorum ve Resim dersi alıyorum. Ders için bir eşek çizmem gerek. Hoca üzerine basa basa, resimlerimizde şablon kullanmamızı istemediğini, özgün olması gerektiğini söylüyor. Yani bir yerden referans almadan, imgesel çalışmamız gerek. Bir kompozisyon yaratıp içine de eşeği yerleştiriyorum bir güzel, lakin eşek gerçek bir eşekten çok bir çizgi film karakterine benziyor. Heyecanla hocaya gösterdiğimde ise yiyorum azarı. Şablon olmadığına, hayal ürünü olduğuna bir türlü inanmıyor. Bir yandan üzülüyorum, bir yandan eşeğe bakıp, kendimi çocuk kitabı çizeri olarak hayal ediyorum.
Yıl 2014.
Bir süre çocuklarla ve çocuklar için çalıştıktan sonra köye yerleşiyorum. Dört beş arkadaş domates yetiştiriyoruz, koyun alıp çobanlık yapıyoruz. Koyunlarla hemhal oluyorum, onlar merada otlarken ben de bir ağacın dibine oturup onları izliyorum. Birbirleriyle ve bizim köpeklerle olan muhabbetlerine tanık oluyorum. Önüm, arkam, sağım, solum ilham, hikaye, manzara. Böyle bir ortamda gel de çizme, gel de yazma! Lakin o kadar çok çalışıyoruz ki, hikâyeleri de, manzaraları da hafızaya atmaktan başka çarem yok. Bir gün yazıp çizeceğim diyorum merada o ağacın altında otururken. Hayal kurup gülümsüyorum.
Yıl 2015.Heybemde o manzaralarla, karakterlerle, hikâyelerle dönüyorum şehre. Artık hayalimin peşinden koşabilirim. Çünkü köyde geçirdiğim zamanlar bana öğretti ki bir hayale koşmak hiç de sanıldığı kadar zor değil. Önce bir hayal kur, sonra bir adım at. Gerisini otur seyret, meradaki koyunları seyreder gibi.
İşte böyle başladı yazar - çizerlik yolunda ilk adımı atmam. Önce Çevreci Domates Çeri’yi yazıp resimledim. Kitabın yanında bir miktar toprak ve organik domates tohumu da vardı. Çocuklar Çeri’yi de, domates yetiştirmeyi de sevdi sanıyorum. Köyde ektiğimiz domates tohumları da meyvesini hem domates, hem kitap şeklinde vermiş oldu. Çeri’nin her sayfasında o günlerin anısı ve izi kaldı.
Ardından Koyunlar Gibi Yünümüz Olsa geldi. Çeri’nin aksine bu kitap yalnızca ‘eğlendirmeyi’ amaçlıyordu. Bir yandan da çocuklara koyunlar gibi yünümüz olsa hayatın nasıl olabileceğini, neler yapıp neler yapamayacağımızı sorduruyor, birçok açıdan hayvanlar kadar özgür olabilmenin hayalini kurduruyordu.
Üçüncü kitabım Sakalını Taşıyan Adam'da sürekli bir şeyler toplayan, topladıkça ağırlaşan bir adamın hikâyesini anlattım. Kitabın sonuna doğru adam bırakmayı, vermeyi öğreniyor ve verdikçe hafifliyor, özgürleşiyor. Konunun yine özgürleşmek, sadeleşmek ve yüklerden kurtulmak olması tesadüf değil sanıyorum. Köye göçme deneyimimle başlayan bir sadeleşme çabası, yazıp çizdiklerime de yansıyor olmalı.
Dördüncü kitabım Çiçekli Şiirler ilk şiir kitabım. Şiir yazmaya ilk haikuyla tanıştıktan sonra başladım. Haikuların sadeliğine, az sözcükle çok şey anlatmasına ve içinde doğadan bir parça taşıyor olmasına âşık oldum. Her fırsatta doğaya kaçan ve her kaçışta da büyülenen bir insan olarak 'haiku' tam bana göreydi. Başo’nun Kelebek Düşleri’ni ilk okuduğumda ben de ilk haiku yazma denemelerine başladım. Geçtiğimiz baharda ise ilk kez çocuklar için haikular yazma fikri aklıma düştü ve böylece Çiçekli Şiirler ortaya çıktı. Her ne kadar haikunun 5-7-5’lik hece ölçüsüne sadık kalmasam da büyük oranda esinlendiğim bir üslup oldu haiku.
Mesleğimi sorduklarında halen ‘yazarım’ ya da ‘çizerim’ diyemesem de, yolculuğum bir yerden başladı ve devam ediyor. Tek bildiğim bu işi tutkuyla yaptığım ve bu yolda olmayı sevdiğim. Yol nereye götürür, neler çıkarır karşıma ve ben nelerle çıkabilirim çocukların karşısına, bunu heyecanla bekleyip göreceğim. Hikâyemin, bu yola çıkmayı ya da çıkmış olup devam etmeyi niyet edenlere ilham olmasını dilerim.
GONCA MİNE ÇELİK
Yıl 2005.Ankara Üniversitesi Okul Öncesi Öğretmenliği bölümünde okuyorum ve Prof. Dr. Sedat Sever’den Çocuk Edebiyatı dersi alıyorum. Çocuk kitaplarını inceliyoruz, metnini, resimlerini yorumluyoruz, bazı kitapların içine öyle çekiliyorum ki kendimi çocuk kitabı yazarı olarak hayal ediyorum.
Yıl 2006.Ankara Üniversitesi Okul Öncesi Öğretmenliği bölümünde okuyorum ve Resim dersi alıyorum. Ders için bir eşek çizmem gerek. Hoca üzerine basa basa, resimlerimizde şablon kullanmamızı istemediğini, özgün olması gerektiğini söylüyor. Yani bir yerden referans almadan, imgesel çalışmamız gerek. Bir kompozisyon yaratıp içine de eşeği yerleştiriyorum bir güzel, lakin eşek gerçek bir eşekten çok bir çizgi film karakterine benziyor. Heyecanla hocaya gösterdiğimde ise yiyorum azarı. Şablon olmadığına, hayal ürünü olduğuna bir türlü inanmıyor. Bir yandan üzülüyorum, bir yandan eşeğe bakıp, kendimi çocuk kitabı çizeri olarak hayal ediyorum.
Yıl 2014.
Bir süre çocuklarla ve çocuklar için çalıştıktan sonra köye yerleşiyorum. Dört beş arkadaş domates yetiştiriyoruz, koyun alıp çobanlık yapıyoruz. Koyunlarla hemhal oluyorum, onlar merada otlarken ben de bir ağacın dibine oturup onları izliyorum. Birbirleriyle ve bizim köpeklerle olan muhabbetlerine tanık oluyorum. Önüm, arkam, sağım, solum ilham, hikaye, manzara. Böyle bir ortamda gel de çizme, gel de yazma! Lakin o kadar çok çalışıyoruz ki, hikâyeleri de, manzaraları da hafızaya atmaktan başka çarem yok. Bir gün yazıp çizeceğim diyorum merada o ağacın altında otururken. Hayal kurup gülümsüyorum.
Yıl 2015.Heybemde o manzaralarla, karakterlerle, hikâyelerle dönüyorum şehre. Artık hayalimin peşinden koşabilirim. Çünkü köyde geçirdiğim zamanlar bana öğretti ki bir hayale koşmak hiç de sanıldığı kadar zor değil. Önce bir hayal kur, sonra bir adım at. Gerisini otur seyret, meradaki koyunları seyreder gibi.
İşte böyle başladı yazar - çizerlik yolunda ilk adımı atmam. Önce Çevreci Domates Çeri’yi yazıp resimledim. Kitabın yanında bir miktar toprak ve organik domates tohumu da vardı. Çocuklar Çeri’yi de, domates yetiştirmeyi de sevdi sanıyorum. Köyde ektiğimiz domates tohumları da meyvesini hem domates, hem kitap şeklinde vermiş oldu. Çeri’nin her sayfasında o günlerin anısı ve izi kaldı.
Ardından Koyunlar Gibi Yünümüz Olsa geldi. Çeri’nin aksine bu kitap yalnızca ‘eğlendirmeyi’ amaçlıyordu. Bir yandan da çocuklara koyunlar gibi yünümüz olsa hayatın nasıl olabileceğini, neler yapıp neler yapamayacağımızı sorduruyor, birçok açıdan hayvanlar kadar özgür olabilmenin hayalini kurduruyordu.
Üçüncü kitabım Sakalını Taşıyan Adam'da sürekli bir şeyler toplayan, topladıkça ağırlaşan bir adamın hikâyesini anlattım. Kitabın sonuna doğru adam bırakmayı, vermeyi öğreniyor ve verdikçe hafifliyor, özgürleşiyor. Konunun yine özgürleşmek, sadeleşmek ve yüklerden kurtulmak olması tesadüf değil sanıyorum. Köye göçme deneyimimle başlayan bir sadeleşme çabası, yazıp çizdiklerime de yansıyor olmalı.
Dördüncü kitabım Çiçekli Şiirler ilk şiir kitabım. Şiir yazmaya ilk haikuyla tanıştıktan sonra başladım. Haikuların sadeliğine, az sözcükle çok şey anlatmasına ve içinde doğadan bir parça taşıyor olmasına âşık oldum. Her fırsatta doğaya kaçan ve her kaçışta da büyülenen bir insan olarak 'haiku' tam bana göreydi. Başo’nun Kelebek Düşleri’ni ilk okuduğumda ben de ilk haiku yazma denemelerine başladım. Geçtiğimiz baharda ise ilk kez çocuklar için haikular yazma fikri aklıma düştü ve böylece Çiçekli Şiirler ortaya çıktı. Her ne kadar haikunun 5-7-5’lik hece ölçüsüne sadık kalmasam da büyük oranda esinlendiğim bir üslup oldu haiku.
Mesleğimi sorduklarında halen ‘yazarım’ ya da ‘çizerim’ diyemesem de, yolculuğum bir yerden başladı ve devam ediyor. Tek bildiğim bu işi tutkuyla yaptığım ve bu yolda olmayı sevdiğim. Yol nereye götürür, neler çıkarır karşıma ve ben nelerle çıkabilirim çocukların karşısına, bunu heyecanla bekleyip göreceğim. Hikâyemin, bu yola çıkmayı ya da çıkmış olup devam etmeyi niyet edenlere ilham olmasını dilerim.
GONCA MİNE ÇELİK
Published on April 01, 2017 00:56
March 31, 2017
March 30, 2017
Günlerin Getirdiği
İstanbul Kırmızısı
Ferzan Özpetek'in ilk Türk filmim dediği İstanbul Kırmızısı'nın vizyona girmesiyle biz de seyirciler arasında yerimizi aldık. Bu, bile başlı başına mutluluk kaynağı, aslında. Cinemaximum Burda 17'nin film seçimleri malum. Daha iki üç hafta önce (üşenmedim saydım) günde 24 matineyi Recep İvedik'e ayırıp cumartesi pazar sabah seanslarında dahi Karlar Kraliçesi 3: Ateş ve Buz filmine yer vermemişti. Dolayısıyla hakkında çok yazılıp çizilmeden, beklentiye girmeden, ya da filmden soğumadan izleyebildiğime memnunum.Gel gör ki ünlü oyuncular, iyi görüntüler, merak uyandıran bir konuya rağmen aradığımı bulamadım. Filmi izlerken duyduğum eksiklik hissi, çıktıktan sonra da geçmedi. Bazı gizemler çözüldü, bazı soruların cevabı verildi ancak kahramanların hikâyelerinin derinleşmediği, yüzeysel verildiği hissi bâki. Halit Ergenç, Orhan rolüyle göz dolduruyor. Zerrin Tekindor göründüğü kısacık sahnelerde (klişe tabirle) devleşiyor.
Okuma Grafiğim
Okuma grafiğim hiçbir zaman belli bir çizgide gitmiyor, bazen iştahla saldırıyorum, bazen ayda bir, iki kitapla yetiniyorum. Pek çok şey gibi okumanın da görev gibi yapılmasından hoşlanmıyorum, zira. Bu iki cümleye varmak, bu cümleleri yazmak kadar kolay olmadı.
Kitap yayımlandıktan sonra (amiyane tabirle) gaza gelip okumaya ve yazmaya daha çok vakit ayırmam gerektiğini hissediyordum. Dolayısıyla okuyamadığım, yazamadığım zamanlarda suçluluktan, huysuzluğa varan türlü çeşit tepkiler sergiliyordum. Hâliyle evde yalnız kaldığım, ayaklarımı uzatıp gönlümce kitap okuduğum günlerden abartılı memnuniyet duyduğum zamanlar da oldu, oluyor... Amma velakin bir sporcu disipliniyle okumak ve yazmak, bu türden bir zorunluluğun dayattığı yalnızlık ve yalıtılmışlık bana göre değil. Kendimi edebiyatçı gibi görmediğime, her ölmüş yazar/şair hakkında görüş beyan etmeyeceğime, her dosya konusunda kalem oynatmaya yeltenmeyeceğime göre, öykü gelip bağrıma konana kadar kaleme, kâğıda (daha doğrusu klavyeye) saldırmanın lüzumu yok. Bunu biliyor olmak beni rahatlatıyor. Belki de fazla rahatlatıyor.
Hangi okul?Deniz seneye birinci sınıfa başlıyor. Gündem belli. Hangi okul?Benim zamanımda ilkokul yarım gündü. Sabahçı olmaya bayılırdım. Öğlen okuldan gelir gelmez ilk iş yemek yer, ödevlerimi yapar, kendimi sokağa atardım. İlkokul yıllarımdan aklımda kalan en önemli belki de tek şey uzun oyun saatleri... Kendimi şanslı sayıyorum.Çalışan annelerin sayısının artmasıyl aslında ilköğretim okulları da, kreşlerde verilen bakım hizmetlerini devam ettirir oldu. En önemli işlevleri uzayan ders saatleri, etüdlerle çocukları anne babanın mesaisi bitene kadar okulda tutmak.
Sokakta
Dün gece cep telefonumu arkadaşımda unuttum. Sabah Deniz'i okula bıraktıktan sonra telefonu almak üzere arkadaşımın evine doğru yola koyuldum. Arkadaşımın evi hayli işlek, iki ana yolu birbirine bağlayan bir sokakta yer alıyor. Otobüslerin de ana güzargâhında. Sokağa dönüp henüz birkaç metre ilerlemişken bir yaya araba geliyor mu diye bakma zahmetine kapılmadan kendini yolun ortasına attı. Hızlı gitmiyordum yine de aynı anda hem frene hem de hafifçe kornaya bastım. Film de burada koptu zaten. Yaya geçidinde onun geçiş üstünlüğünü gasp etmediğim ya da trafik kurallarını ihlal etmediğim halde işitmediğim azar kalmadı. Söylediklerini üzerime almış, alınmış değilim yalnızca sokakta öfkenin, saygısızlığın, şiddetin bu kadar egemen olmasına üzülüyorum ve kızımın bu koşullar altında büyümesini, bu dile alışmasını istemiyorum.
Ferzan Özpetek'in ilk Türk filmim dediği İstanbul Kırmızısı'nın vizyona girmesiyle biz de seyirciler arasında yerimizi aldık. Bu, bile başlı başına mutluluk kaynağı, aslında. Cinemaximum Burda 17'nin film seçimleri malum. Daha iki üç hafta önce (üşenmedim saydım) günde 24 matineyi Recep İvedik'e ayırıp cumartesi pazar sabah seanslarında dahi Karlar Kraliçesi 3: Ateş ve Buz filmine yer vermemişti. Dolayısıyla hakkında çok yazılıp çizilmeden, beklentiye girmeden, ya da filmden soğumadan izleyebildiğime memnunum.Gel gör ki ünlü oyuncular, iyi görüntüler, merak uyandıran bir konuya rağmen aradığımı bulamadım. Filmi izlerken duyduğum eksiklik hissi, çıktıktan sonra da geçmedi. Bazı gizemler çözüldü, bazı soruların cevabı verildi ancak kahramanların hikâyelerinin derinleşmediği, yüzeysel verildiği hissi bâki. Halit Ergenç, Orhan rolüyle göz dolduruyor. Zerrin Tekindor göründüğü kısacık sahnelerde (klişe tabirle) devleşiyor.
Okuma Grafiğim
Okuma grafiğim hiçbir zaman belli bir çizgide gitmiyor, bazen iştahla saldırıyorum, bazen ayda bir, iki kitapla yetiniyorum. Pek çok şey gibi okumanın da görev gibi yapılmasından hoşlanmıyorum, zira. Bu iki cümleye varmak, bu cümleleri yazmak kadar kolay olmadı.
Kitap yayımlandıktan sonra (amiyane tabirle) gaza gelip okumaya ve yazmaya daha çok vakit ayırmam gerektiğini hissediyordum. Dolayısıyla okuyamadığım, yazamadığım zamanlarda suçluluktan, huysuzluğa varan türlü çeşit tepkiler sergiliyordum. Hâliyle evde yalnız kaldığım, ayaklarımı uzatıp gönlümce kitap okuduğum günlerden abartılı memnuniyet duyduğum zamanlar da oldu, oluyor... Amma velakin bir sporcu disipliniyle okumak ve yazmak, bu türden bir zorunluluğun dayattığı yalnızlık ve yalıtılmışlık bana göre değil. Kendimi edebiyatçı gibi görmediğime, her ölmüş yazar/şair hakkında görüş beyan etmeyeceğime, her dosya konusunda kalem oynatmaya yeltenmeyeceğime göre, öykü gelip bağrıma konana kadar kaleme, kâğıda (daha doğrusu klavyeye) saldırmanın lüzumu yok. Bunu biliyor olmak beni rahatlatıyor. Belki de fazla rahatlatıyor.
Hangi okul?Deniz seneye birinci sınıfa başlıyor. Gündem belli. Hangi okul?Benim zamanımda ilkokul yarım gündü. Sabahçı olmaya bayılırdım. Öğlen okuldan gelir gelmez ilk iş yemek yer, ödevlerimi yapar, kendimi sokağa atardım. İlkokul yıllarımdan aklımda kalan en önemli belki de tek şey uzun oyun saatleri... Kendimi şanslı sayıyorum.Çalışan annelerin sayısının artmasıyl aslında ilköğretim okulları da, kreşlerde verilen bakım hizmetlerini devam ettirir oldu. En önemli işlevleri uzayan ders saatleri, etüdlerle çocukları anne babanın mesaisi bitene kadar okulda tutmak.
Sokakta
Dün gece cep telefonumu arkadaşımda unuttum. Sabah Deniz'i okula bıraktıktan sonra telefonu almak üzere arkadaşımın evine doğru yola koyuldum. Arkadaşımın evi hayli işlek, iki ana yolu birbirine bağlayan bir sokakta yer alıyor. Otobüslerin de ana güzargâhında. Sokağa dönüp henüz birkaç metre ilerlemişken bir yaya araba geliyor mu diye bakma zahmetine kapılmadan kendini yolun ortasına attı. Hızlı gitmiyordum yine de aynı anda hem frene hem de hafifçe kornaya bastım. Film de burada koptu zaten. Yaya geçidinde onun geçiş üstünlüğünü gasp etmediğim ya da trafik kurallarını ihlal etmediğim halde işitmediğim azar kalmadı. Söylediklerini üzerime almış, alınmış değilim yalnızca sokakta öfkenin, saygısızlığın, şiddetin bu kadar egemen olmasına üzülüyorum ve kızımın bu koşullar altında büyümesini, bu dile alışmasını istemiyorum.
Published on March 30, 2017 04:33
March 29, 2017
KARAKTER ÜZERİNE
Karakter oluştururken, niçin temel bir özelliğin vurgulanması gerekir? Bu soruya başka bir soruyla cevap verilebilir: Atıcılık yeteneğinizi geliştirirken, niçin bir ahırın duvarını hedef almak yerine, bir boğanın gözünün içini hedef alarak hedefinizi daraltırsınız? Bir insanla ilgili yazarken, onun kurumuş bir iskelet gibi sert olduğunu düşünmeyin. Siz ona iyi davranırsanız, o da size temel özelliklerini ele verecek şeyler söyleyebilir. Sizin, karakterinizi yansıtacak temel özelliklere gereksiniminiz varsa, buna okurların da gereksinimi vardır. Okura her şeyi anlatmak yarar sağlamayacak, büyük olasılıkla kafasını karıştıracaktır. Böyle bir metin, yoğunlaştırılmış bütünlükten yoksun, belli belirsiz göndermelerle düzenlenmiş olarak kalacaktır. Örneğin karakteriniz küstah biriyse, bunu öykünüzde yalnızca bir kez söylemeyin; onun küstahlık etmesine bütün öykü boyunca izin verin. Değişik biçimlerde bu özelliğini vurgulayın.
PEARL HOGREFE
Kaynak
Yazar Olabilir miyim?
Yaratıcı Yazarlık Dersleri
Semih Gümüş
Notos Kitap
Deneme
Published on March 29, 2017 13:30
March 28, 2017
March 27, 2017
DİŞ
“Sen bizim dağ köylerini bilmezsin hoca, devlet istese her an konar istemese de kardan, kıştan, kıyametten dokuz ay Allah’a, üç ay da şehre bağlı bırakır. Dişlerim çeneme kadar iltihaplanmış, ağrıdan kıvranıyordum. Duvarlara başımı vuruyor, yüzüm acıdan ekşiyor, uzandığım minderler her kıvranışımda halıları kaldırıyor, üzerimdeki kazağı boğazıma dek çekiştiriyordum, soğuk hava çıplaklığıma sokuluyordu. Uyku, yemek, su, çay haramdı bana.Kâh yılan tıslamasını andırırcasına, kâh penseyle tırnaklarım çekiliyormuşçasına ağrıdan havlıyordum. Dakikalarca dişlerimin iltihabını damağımda biriktiriyor, tükürüyordum. Ağzımı aralayıp dışarının soğuğunu dişlerime doluşturuyordum. Çenemi, camları, duvarları, kapıları yumrukluyor, kanayan parmaklarımın yarasını fark etmiyordum. Şakaklarımda zonklayan ağrı sinirlerime vuruyor, karnımı deliyor, göğüs kafesimden gövdemin zerresine kadar soğuk terler akıtıyordu. Yüzümün sol tarafı bazen şişiyordu, aynadan kendime bakmaktan korkuyordum. Annem, babam çektiğim acının huzurunda çaresizce bakıyorlardı. Hiçbir şey fayda etmiyordu. Neyse akşam karanlığı çökmek üzereyken köpekler uzun aradan sonra hep birden havlamaya başlamıştı.Pencerede dışarıya başımı çıkarıp etrafı seyrediyordum. Sonra kapının sertçe vurulduğunu duydum. Annem açar açmaz, karşıdaki duvara çarpıp yere serildi. Babamla kalktık derken, içeri girdiler, silahlarını doğrulttular, duvardaki av tüfeğini biri duvardan almaya çalışırken ben anneme doğru yöneldim. Ensemden tutarak duvara savurdular, ayağa kalkar kalkmaz askerlerden biri silahın kabzasını çenemin soluna doğru geçirdi. Ağzım yüzüm kan içinde kaldı. Babama sorular soruyorlar, bilmiyorum, dedikçe vuruyorlardı. Beni de unutmuyorlardı, yüzüme yumruklarını yerleştiriyor, botlarıyla da basıyorlardı. Neyse ki çekip gittiler, babamın elmacık kemiğinin üstü şişmiş, morarmıştı. Annem ikimizin yüzünü sıcak suyla yıkadı. Öyle rahatlamıştım ki hocam, dişimi bile o an unutmuştum. Dilimi ağrıyan dişime vurduğumda boşluğu hissetmiştim. Minderlerin, halıların üzerine baktım; ağrıyan dişimle birlikte kırılan iki diş daha buldum. Yüzümü sevinç kaplamıştı, sızı hafif hafif vursa da artık ağrı falan yoktu.
Mustafa Orman'ın ilk öykü kitabı Derdin İncinmesin'de yer alan Diş öyküsünden bir bölüm. Öykünün tamamını Birgün Pazar'dan okuyabilirsiniz.
Published on March 27, 2017 07:02
March 16, 2017
444 0 ...
Para kazanmanın pek çok yolu var elbette ancak belli bir profesyonel işi yıllar boyu sürdüğünüzde, uzmanlığa olan inancınız artıyor ve kendinizi diğer (farklı branşlar da olsa) uzmanlarla beraber "ne iş olsa yaparım abi" kafasını eleştirirken buluyorsunuz. Bu durum sadece diplomasız mesleklerle sınırlı değil, oysa. Türkiye'de pek çok kişi, aldığı lisans eğitimiyle ilgili iş kollarında çalış(a)mıyor. En yaygın örneği bankacılık ve çağrı merkezi sektörleri olmalı. Müdürlerinin talimatıyla beni (ve hepimizi) kredi kartı ya da kredi almak, internet kotası yükseltmek vb. gerekçelerle arayanlara pek de kibar davrandığımı söyleyemem. Telefonda uzun uzun sohbet etmeyi oldum olası sevmiyorum. Dolayısıyla aslında ihtiyaç duymadığım bu arzları bana ileten şahıslarla iletişim kurma konusunda çok hevesli değilim. Bir de henüz konuşmanın başında uzun soyadımı yanlış telaffuz ettiklerini duyduğumda, eni konu içim sıkılıyor, konuşmayı sürdürmek istemiyorum. Bazen sırf bu sebeple, belki de işime yarayabilecek ürünlere dair bilgiyi alamadığımı düşünüyorum ve açık yüreklilikle, can kulağıyla dinlemeye niyet ediyorum. Bu konuda eskiye nazaran daha sabırlıyım. Gel gör ki, (umarım istisnadır) çağrı merkezlerinin çalışanlarının diksiyonları, seçtikleri kelimeler, konuşma tarzları bana ne sunduklarını anlamamın önünde ciddi bir engel. Tüm kalbimle değişmeye ve iletişim kurmak için dinlemeye niyet etmişken, dilin bir araç olarak dahi kullanılamadığını görmek bende bezginlik ve kızgınlık yaratıyor ve sonuç değişmiyor. Görüşmeyi olanca hızımla sonlandırıyorum. Çağrı merkezi çalışanlarıyla tek derdi olan ben miyim?
Published on March 16, 2017 05:52
Tuğba Gürbüz's Blog
- Tuğba Gürbüz's profile
- 1 follower
Tuğba Gürbüz isn't a Goodreads Author
(yet),
but they
do have a blog,
so here are some recent posts imported from
their feed.

