Tuğba Gürbüz's Blog, page 73
August 16, 2018
Dikkat, işinize yarayabilir!*
Bilinçli farkındalık (mindfulness), yargılamadan, olup biteni reddetmeden, kendini gündelik hayatın hızına kaptırmadan burada, bu ânın içinde olmaktır. Bilinçli farkındalık, şimdi olanlar üzerine düşünmek değildir, şimdide ve burada olmaktır. Şimdinin yoğunluğunu yaşama kapasitemizin en yüksek olduğu zamanlar, çocukluğumuzdur. Çocukken doğal olarak sahip olduğumuz şimdide yaşama becerisi sayesinde geçmiş ya da gelecek için tasalanmadan kendimizi hafif ve mutlu hissederiz. Sonra büyürüz. Geleceği hayal etmeyi ve geçmişe bakmayı öğreniriz. Beynimiz gelişir, zihinsel güçlerimiz artar. Yavaş yavaş, içten gelen, şimdide yaşama kapasitemizi kaybederiz. Yetişkinlikte bu yeteneğimizi yeniden kazanmamız, geliştirmemiz elbette mümkündür ama bu kıymetli armağanı hiç kaybetmeden korumak, çocuklarımıza korumanın yollarını öğretmek çok daha kolay ve mantıklı değil mi? Cevabınız evetse, size bir kitap önerim var. Bir Kurbağa Gibi Sakin Ve Dikkatli Duygu Dalgakıran’ın Fransızca edisyonundan çevirdiği, Pegasus Yayınları’ndan yayımlanan kitabın ortaya çıkış hikâyesi ilgi çekici. Hollandalı, farkındalık temelli stres azaltma öğretmeni Eline Snel, 2008-2010 yılları arasında okullarda çocuklara yönelik bir bilinçli farkındalık formasyonu geliştirdi. Temeli yetişkinler için hazırlanmış sekiz haftalık bir programa dayanan formasyonun adı “Dikkat, işime yarar!” idi. Üç yüz çocuk bu programa katıldı. On iki öğretmen ve beş okul sekiz hafta boyunca yarım saatlik formasyonu ve günde on dakikalık alıştırmaları yaptı. Alıştırmalar tüm okul yılı boyunca uygulandı. Bir yılın sonunda sınıf ortamlarının çok daha huzurlu, çocukların konsantrasyonunun daha fazla ve zihinlerinin daha açık olduğu gözlemlendi. Çocukların yargılama eğilimlerinin azaldığı, kendilerine ve başkalarına daha iyi davranmaya başladıkları açıkça fark ediliyordu. Bu olumlu kazanımların ardından giderek daha çok sayıda ebeveyn, Snel’e bu formasyonu evde devam ettirmek istediklerini iletiyor ve bir rehbere ihtiyaç duyduklarını belirtiyordu. Bir Kurbağa Gibi Sakin Ve Dikkatli bu ihtiyaçtan doğdu, pek çok dile çevrildi, 100 binden fazla sattı. Bir Kurbağa Gibi Sakin Ve Dikkatli, ebeveynler için hazırlanmış rehber niteliğinde bir kitap. On bölümden oluşuyor. Bölüm isimleri ise şöyle: Giriş, Bilinçli Anne Baba, Dikkat Nefesle Başlar, Dikkat Çalışmaları, Kafayı Bırakıp Bedeni Hissetmek, Fırtına Patlamak Üzereyse, Hoş Olmayan Duyguları İdare Etmek, Kafamızda Döndürüp Durduğumuz Düşünceler, Nazik Olmak Güzeldir, Sabır Güven Ve Kendi Hâline Bırakma. Snel, denizi kontrol edemeyeceğimizi, dalgaları durduramayacağımızı ama dalgalarla sörf yapmayı öğrenebileceğimizi söyleyerek konuya giriş yapıyor. Sorunların ve stresin altında ezilmektense bir an için durmaya, duruma bakmaya, sorunun durumun kendisinden değil ona tepki verme biçimimizden ortaya çıktığına dikkat çekiyor. Bilinçli farkındalık araçlarını kullanarak engellerle başa çıkmayı, sınırlarımızı aşmadan sakin ve dengeli olmayı öğrenmemizin ve öğretmemizin mümkün olduğunu izah ediyor. İlerleyen bölümlerde her çocuğun yaşayabileceği, her ailenin karşılaşabileceği durumlar üzerinden basit, anlaşılır ve işlevsel meditasyon önerilerini okurla paylaşıyor. Kitabın içinde yer alan ses CDsi 4 ile 10 dakika arasında değişen 11 farklı meditasyonu talimatlar eşliğinde yapabilmeyi olanaklı kılıyor. Bir Kurbağa Gibi Sakin Ve Dikkatli 5-12 yaş arasındaki çocuklara ve onların anne babalarına rahatlama, konsantre olma, sorunlarla başa çıkma konusunda eşsiz araçlar sunuyor. Dikkat, işinize yarayabilir! Son söz niyetine:Stresin büyük küçük hepimiz için zararlı olduğunu, stres altında, beyin fonksiyonlarının hızla gerilediğini, kişinin akılcı kararlar vermesinin güçleştiğini, duygusal zeka, özgüven ve başkalarıyla bağ kurma becerilerinin zedelendiğini biliyoruz. Gelişmekte olan beyin ve sinir sistemi sebebiyle çocuklar stresin olumsuz etkilerine karşı çok daha hassas bir konumdalar. Yapılan araştırmalar, bilinçli farkındalık eğitimiyle dürtüleri kontrol etme, karar alma, farklı bakış açıları kullanma, öğrenme, hatırlama, duygularını idare edebilme, bedenle bağ kurma gibi pek çok fonksiyonda olumlu sonuçlar elde edildiğini gösteriyor. Bilinçli farkındalık, çocuklara bir bütün olduğumuzu, kalp, zihin ve bedenden oluştuğumuzu söyler. Dikkatli bir şekilde üçüne de kulak vermeyi, dikkatini toplamayı, odaklanmayı, ihtiyaçlarını ve duygularını tespit etmeyi, dinlemeyi, kendi duygularına ve düşüncelerine (yargılamadan) yakından bakmayı, öğretir. Bilinçli farkındalık, rahatlamayı ve öğrenmeyi desteklemekle kalmaz, duygusal dengeyi sağlar, çocukların beyin gelişimini olumsuz etkilerden korur.
Bir Kurbağa Gibi Dikkatli Ve Sakin Eline Snel Fransızcasından çeviren Duygu Dalgakıran Pegasus Yayınları
*Bu yazı 3/6/2018 tarihinde kitapeki'nde yayımlanmıştır.
Bir Kurbağa Gibi Dikkatli Ve Sakin Eline Snel Fransızcasından çeviren Duygu Dalgakıran Pegasus Yayınları
*Bu yazı 3/6/2018 tarihinde kitapeki'nde yayımlanmıştır.
Published on August 16, 2018 01:21
August 15, 2018
Yazar Adaylarına Tavsiyeler
Bütün o ünlemleri kaldırın. Ünlem kendi esprine gülmek gibidir. F. Scott Fitzgerald
İyi bir kitap içindekilerden değil, dışında bırakılanlardan oluşur. Mark Twain
Unutulmaması gerekeni yazın. İsabel Allende
Diyalog yazarken yüksek sesle okuyun. Konuşmalar ancak o zaman dile gelir. John Steinbeck
Diyalog içerisinde yer almadığı ve kaçınılmaz olmadığı sürece kesinlikle argo kullanmayın. Çünkü tüm argo kelimeler kısa sürede tazeliğini yitirir. Ernest Hemingway
Yaratmanın ilk koşulu, işlekliğini yitirmiş, dongun ya da ölü diyebileceğimiz birtakım biçimlerden kaçınmaktır. Edip Cansever
Yazmaya, sona mümkün olabilecek en yakın yerden başlayın. Kurt Vonnegut
Kötü kahramanlarınızı her yönüyle kötü, başkahramanlarınızı her yönüyle kusursuz yapmayın. Jane Austen
Dilin sesi, her şeyin başladığı yerdir. Bir cümleyi sınamanın yolu, kulağa düzgün geliyor mu diye sormaktır. Ursula K. Le Guin
Yazın. Risk alın. Kötü olabilir ama gerçekten iyi bir şey yapabilmenizin tek yolu bu. William Faulkner
İyi bir kitap içindekilerden değil, dışında bırakılanlardan oluşur. Mark Twain
Unutulmaması gerekeni yazın. İsabel Allende
Diyalog yazarken yüksek sesle okuyun. Konuşmalar ancak o zaman dile gelir. John Steinbeck
Diyalog içerisinde yer almadığı ve kaçınılmaz olmadığı sürece kesinlikle argo kullanmayın. Çünkü tüm argo kelimeler kısa sürede tazeliğini yitirir. Ernest Hemingway
Yaratmanın ilk koşulu, işlekliğini yitirmiş, dongun ya da ölü diyebileceğimiz birtakım biçimlerden kaçınmaktır. Edip Cansever
Yazmaya, sona mümkün olabilecek en yakın yerden başlayın. Kurt Vonnegut
Kötü kahramanlarınızı her yönüyle kötü, başkahramanlarınızı her yönüyle kusursuz yapmayın. Jane Austen
Dilin sesi, her şeyin başladığı yerdir. Bir cümleyi sınamanın yolu, kulağa düzgün geliyor mu diye sormaktır. Ursula K. Le Guin
Yazın. Risk alın. Kötü olabilir ama gerçekten iyi bir şey yapabilmenizin tek yolu bu. William Faulkner
Published on August 15, 2018 03:26
August 14, 2018
Mevzumuz Öykü: Şenay Eroğlu Aksoy ile söyleşi*
Öykü 'geniş bir biçimde anlatılan olay' değildir
Öykü ne değildir? Hikâye değildir. Geniş bir biçimde anlatılan olay değildir. Genellikle “beş on sayfadan” oluşan düz yazı türü değildir.Edebiyat üzerinden akrabalık kurduğunuz bir şairin en sevdiğiniz şiirinden iki ya da üç dizeyi bizimle paylaşır mısınız?“Mutsuzluktan söz etmek istiyorumDikey ve yatay mutsuzluktanMükemmel mutsuzluğundan insan soyunun”Atmosfer, bir betimlemeler zinciri değilse, nedir?Kurmacayı gerçeğe bağlayan ayrıntılar bütünüdür. Birazdan sana bir şey anlatacağım, derken okuru metnin parçası kılmanın matematiğidir.Sahne kurmaktır. Camı çerçeveyi, odaya düşen ışığı olduğu kadar jest ve mimikleri, sembolleri yerli yerinde bir araya getirmektir.Anlatılmak istenen hikâyenin can evidir ki hikâye onun içinde büyülü bir fısıltıya dönüşüp sımsıkı kavrar okuru.Öykücü, çağının tanığı olmalı mıdır?Salt bu kaygıyla yola düşülmez elbette ama öylesi tarihsel dönemler vardır ki edebiyatı kaçınılmaz olarak etkiler. Adına çağa tanıklık denir mi bilmem. Çünkü edebiyat sel gittikten sonra kalan kuma,onun da ötesinde minik bir kum tanesine odaklanır çoğunlukla.Edebiyatın ana malzemesi insan ve yaşam olduğuna göre elbette yazar yaşadığı çağın bir parçası, kendini şekillendiren toplumun yansımasıdır.Tanıklık; gerçeği bire bir yansıtma, olduğu gibi aktarma zorunluluğu yükler insana ki bu sanatın kurmacada yeni bir gerçeklik kurma arzusuna ters düşer. Sanatçı yaşamdan topladığı parçaları, anlatmak istediği meseleyi öne çıkararak kurmaca bir dünyada bir araya getirir. Bu dünyayı gerçekçi kılmak için onlarca yol yaratır. Gerçeküstü gerçeğe dokunmak için vardır örneğin. Tanıklık ve gerçeküstü sözcüklerini yan yana düşünebilir misiniz? Biri sınırları tam olarak çizilemeyen, yerden yüksekte gezinen düş gücünü, diğeri sert, bozulamaz, ayakları yerde bir aynılığı sezdirir.Bu yüzden sanat eserinin tanıklık etmektense sarsıcı olması her şeyden daha etkileyici gelmiştir bana.Ernest Hemingway, “... bazen bir öyküye başlayıp da tıkandığımda ateşin önüne oturur ve küçük portakalların kabuklarını ateşin ucuna doğru sıkıp yanarken çıkardıkları mavi alevleri izlerim. Ayağa kalkar, Paris'in çatıları üzerinden bakarak: ‘Endişelenme. Nasıl her zaman yazdıysan şimdi de yazacaksın. Tek yapman gereken doğru bir cümle yazmak. Bildiğin en doğru cümleyi yaz,’ diye düşünürüm,” diyor. Yazarken tıkandığınızı hissettiğinizde bildiğiniz en doğru cümleyi hatırlamak için nelere başvurursunuz?Yazarı yeniden metne çağıran o tek cümle benim de yakıcı gerçeğimdir çoğu zaman. Her kopuşta kolaylıkla yakalanmaz/yakalanamaz da üstelik. İnsan zamanla öğreniyor onu aramayı, beklemeyi, gelmiyorsa yeniden başlamayı.Onu bulmak için çoğunlukla sanata sığınırım. Şairlerim, yazarlarım, ozanlarım, fotoğraf sanatçılarım, yönetmenlerim,r essamlarım vardır. Onların sesleri, sözleri iyi gelir. Oralarda eylenirken beni yazıya yeniden bağlayacak düş/ düşünce/ duygu bazen fısıltıyla, bazen de gümbür gümbürgeliverir.Dil amaç mıdır, araç mı?Anlatırken araç, yeni bir söyleyiş ararken amaç; amaca dönüşmüş araç, bazen de tam tersi. Ona doğru eğildiğinizde yansınızı gösteren bir nehir ayna belki…Ama dikkatli olunmalı küçük bir taş parçası bile dağıtıp parçalayabilir yüzeyde salınan,hayranlıkla seyrettiğiniz yansınızı. Derindir ve akmaktadır. Ona karşı her zaman temkinli olunmalı, kesin tanımlardan kaçınılmalı bence. Ne zaman böylesi yollara girilse biri çıkıp irkiltici bir kurmaca metin koyuverir ortaya ve eldeki tüm tanımlar yerle bir olur.Öykücü, bir hikâye kahramanı yarattığında onu pek çok özelliğiyle var etme lüksüne sahip değil. Onu bir âna, küçük bir kesite sığdırmakla yetinmek durumunda. Buna itiraz eden, kendi hikâyesini uzun uzun anlatmak isteyen, sizi yazı masasına geri çağıran bir öykü kahramanınız oldu mu?Olmadı. Siz sorunca neden olmadı acaba, diye düşündüm. Ya da öbür öykücülerin olmuş mudur? Kahramandan çok mesele ettiğim şeyler bir takıntı gibi gelip bulur beni.Aynı meseleleri deşer dururum. Sesi boğulmuş olanın, geride bırakılanın, karanlığa sürülenlerin dili olmak isterim. Hayatın içinde de görmezden gelineni öne çıkarmayı tercih ederim. Bu çok insani bir refleks sanırım. Ama yazmak tüm bunları da içine alan geniş bir vaha. İyi edebiyatçı küçücük bir ayrıntıyı bile ustalıkla anlatmayı başarır. Bir keresinde “Hep siyasi şeyler yazmak zorunda mısınız?” demişti bir okurum. Aslına bakarsanız bir öykücüyü böyle ele almak,onu dar bir alana sıkıştırmak demektir fakat bunlardan kaçış yok.Oysa dil ve anlatımdır bir edebiyatçıyı var eden.İlhan Berk “Anlam ve Anlamı Aşmak” başlıklı yazısında, “Anlamı aşmak, her iyi şiirin neredeyse asıl sorunu olmuştur. Bu da disiplinler zincirini kırmakla başlar,” diyor. Buradan yola çıkarak soruyorum. Anlamı aşmak iyi öykünün de meselesi midir? Anlamı sarsıntıya uğratan, anlamı aşma konusunda size cesaret ve ilham veren, sizi özgürleştiren yazar/şair/metinleriniz hangileridir?Ne güzel bir tanımlama. Elbette benim için de önemli, öykü bileşenlerini farklı kullanarak anlamı aşabilmek. Başlarda Tezer Özlü, Ferit Edgü, Onat Kutlar vardı. Hakkâri’de Bir Mevsim'i okurdum sık sık, cümleleri nasıl kurduğuna, anlatıyı nasıl eksilterek var ettiğine bakardım. İshak’sa atmosferin ana öykü bileşeni, yapı taşı haline getirilmesi konusunda derinden sarsmıştı beni.Bir ara Sadık Hidayet’in Kör Baykuş’unu dönüp dönüp okudum. Sanki sözcüklerle garip bir buğu yaratmıştı Hidâyet. Okuru o buğunun içinde tutarak anlatıyordu hikâyeyi. Bunu nasıl yapabildiğine şaşmıştım, olağanüstü gelmişti. Ne zaman tıkansam onlara sığınıyorum hâlâ.Kim konuşuyor burada? Öyküde "ben" kimdir? Öykücü metnin neresindedir?Öykücü en çok dilde olmalıdır bana kalırsa. O dil kullanımı ki bizi çağdaşlarımızdan ve bizden öncekilerden ayıracak en çarpıcı imzadır. Yazarın kişisel hayatından izlerse soruda kastedilen, bu magazinsel bir arayış olur ki meraklısı kurmaca metne bakarak ip uçları bulduğunu düşünse de hemen kaybediverir o ip ucunu yazarın bir tek açıklamasıyla.“Eserin ilk hâli bok gibidir” demiş Ernest Hemingway.İlk taslak ortaya çıktıktan sonra, yazarını bekleyen zor görevdir, yeniden yazmak, bozmak, kulağı tırmalayan, fazladan anlatılmış, gereksiz ayrıntıları silmek, beklemek, metne defalarca yeniden dönmek.... Hiç bitmeyecek gibi görünen yeniden yazma süreci sizin için ne zaman biter? Dergilerde yayımlanan öykülerinizi kitaba alırken ya da kitapların sonraki baskılarında herhangi bir değişiklik yapar mısınız? Bu konuda neler düşünüyorsunuz?Söz ettiğiniz yeniden yazma süreci bende biraz farklı işliyor sanırım. Beni yazıya çağıracak ilk cümleyi bulmak asıl takıntılı olduğum şey.O bitince de ilk paragraf sancısı başlar. Paragrafı da buldum mu rahat rahat yazarım. Bitirdikten sonra inanılmaz bir haz, vardır geriye kalan. Ama bu sahici gelmez bana-daha doğrusu zamanla öğrendim o hazzın ipiyle kuyuya inilmeyeceğini- bekletmek yazdığınız metinle aranıza mesafe koymak önemli. Haftalar sonra döndüğüm öykülerin kimisinde bu muymuş beni etkileyen, dediğim olur. Onları bir kuyuya fırlatır biraz da o kuyuya inip çıkarken güçlenirim. Attıklarınız da büyütür sizi. Onlar sayesinde kalemimi daha iyi tanırım. Sözcük seçimi konusunda artık sorun yaşamıyorum ama “sahici” öyküler yazmak o bitmez bir uğraş gerektiriyor inanın. İlk kitabım Evlerin Yüreği ikinci baskıyı yaptı. Öykülere de dile de hiç dokunmadım. Aklıma da gelmedi dokunmak. Demek içime sinmiş hepsi. Eksik olduğunu düşündüğüm şeyleri tabii ki düzeltirdim. Örneğin; geçenlerde dergilerden birinde yayımladığım öyküde sözcüklerden birini anlamı ıskalayan bir şekilde kullandığımı Behçet Çelik’in uyarısıyla fark*Bu söyleşi tarihinde Mevzu Edebiyat'ta yayımlanmıştır.
Published on August 14, 2018 06:17
July 30, 2018
ŞEFKATLİ ANNE GÜNLÜĞÜ 23
Çocukla Barış, Bodrum BBOM Öğretmen Okulunda tanışan Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerin orada öğrendikleri, araştırdıkları, derinleşmek istedikleri konuları ve sınıfa taşıdıklarını paylaştıkları dijital bir platform.Farklı yerlerde, farklı koşullarda çalışan üç öğretmen Sura Hart'ın rehberliğinde çıktıkları yolculuğu "Şefkatli Öğretmenin Günlüğü" köşesinde hafta hafta paylaşıyor. Gündemin ağırlığından kaçmak, umudunu arttırmak, çocuklarla ilişkilerinde fark yaratmak isteyen ebeveynler ve öğretmenler için küçük tavsiyelerle dolu günlükleri, kendi pratiğimize dökebilmek, sürecimizi gözlemlemek için bu şablonu kendi ev hâlimize uygulamak istedim. Adını da Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerden ilhamla "Şefkatli Anne Günlüğü" koydum.
Sura Hart ne diyor?
Öğretmenin öğrenciler arasında ve öğrencileri ile besleyeceği ilişki biçimleri bir niyet meselesidir. Temel soru, "Sınıfınızda hangi tür ilişkiler beslemek istiyorsunuz?" sorusudur. Niyetiniz netleştiğinde onu gerçekleştirme yollarını bulmak ve yaratmak da mümkün olur.
Sınıfınızda beslemek istediğiniz ilişki biçimlerine dair vizyonunuzu yazın. Bu ilişkileri besleyecek başka şeyler de aklınıza geliyor mu?
Ben ne düşünüyorum?
"Evde hangi tür ilişkiler beslemek istiyorum?" Temel soru, bu.
Herkesin ihtiyaçlarının eşit gözetildiği, sadece kendi ihtiyacımızı gidermek için sabit, değişmez bir strateji yaratmak, ona sarılmak ve dayatmak yerine ortak, herkesin rızasının alındığı, çözüm arayışlarına açık bir ev ortamı yaratmak istiyorum.
Denizle nasıl paylaşıyorum?
Giderek daha çok gözettiğim ve davranış kalıplarımı değiştirdiğim bir alan: rıza almak.
Eve giderken yol üzerinde markete uğramak, benzin almak vb yapmam gereken birtakım işler var diyelim, pratik olsun diye Deniz'e herhangi bir açıklama yapmadan oraya birlikte gitmek yerine planımı açıklayıp onun için uygun olup olmadığını soruyorum. O da bana gelip gelmek istemediğini söylüyor. Cevap hayır ise altında genellikle bir ihtiyaç yatıyor: açlık, yorgunluk, orada canının sıkılacağı düşüncesi, anneannede veya iş yerinde biraz daha oyun oynama ihtiyacı. Bunu net olarak duyduğumda ihtiyacımı giderip Deniz'i almak ya da Deniz'i bir başkasının getirmesi gibi yeni bir strateji belirleyerek barışçıl ve huzurlu ortamın devamlılığını sağlayabiliyorum.
Deniz'in geri bildirimi ne?
Herkes gibi Deniz de gözetilmekten hoşlanıyor. Ona haber vermeden plan yapıldığında, eve birileri ondan habersiz davet edildiğinde çocuk haklarını hatırlatıyor ve eşit muamele görme arzusunu ifade ediyor. Rıza konusunun önemi açıkça görülüyor.
Sonrası ile ilgili ne düşünüyorum?
Uzun zamandır Zeynep Aksoy'un youtube üzerinden yayınladığı reset dizisine bakmıyordum. Geçtiğimiz günlerde konu başlıklarına bir göz attım ve "Dramasız Çocuk Disiplini - Dr. Dan Siegel'"i seçtim. Dr. Dan Siegel'in Dramasız Çocuk Disiplini yaklaşımını ele alan sohbetten bana şu sorular kaldı.
"Çocuk yetiştirirken bir niyetin ve felsefen var mı?"
"Çocuk yanlış yaptığında, uygun davranmadığında bu niyet ve felsefe ile uyumlu, sürekli uygulayabileceğin önceden belirlenmiş bir stratejin var mı?"
Diyelim ki tetiklendin...
"Farkında mısın? Stratejine bağlı davranabiliyor musun? Çocuğa bir şey öğrettiğini hatırlıyor musun?"Dan Siegel yaklaşımının ele alındığı diğer programları da izlemeyi planlıyorum.
Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Denizle bazen rolleri değiştiriyoruz. O benim annem oluyor, ben de onun kızı. Bu oyun, Deniz'e nasıl bir anne olduğumu, onun beni nasıl gördüğünü ortaya koyuyor. Deniz'in genel olarak benden razı olduğunu görüyorum.
Eski Günlüklere aşağıdan ulaşabilirsinizŞefkatli Anne Günlüğü 1Şefkatli Anne Günlüğü 2Şefkatli Anne Günlüğü 3 Şefkatli Anne Günlüğü 4Şefkatli Anne Günlüğü 5Şefkatli Anne Günlüğü 6 Şefkatli Anne Günlüğü 7Şefkatli Anne Günlüğü 8 Şefkatli Anne Günlüğü 9 Şefkatli Anne Günlüğü 10 Şefkatli Anne Günlüğü 11Şefkatli Anne Günlüğü 12Şefkatli Anne Günlüğü 13Şefkatli Anne Günlüğü 14Şefkatli Anne Günlüğü 15Şefkatli Anne Günlüğü 16Şefkatli Anne Günlüğü 17
Şefkatli Anne Günlüğü 18
Şefkatli Anne Günlüğü 19
Şefkatli Anne Günlüğü 20
Şefkatli Anne Günlüğü 21
Şefkatli Anne Günlüğü 22
Published on July 30, 2018 08:25
July 24, 2018
ŞEFKATLİ ANNE GÜNLÜĞÜ 22
Çocukla Barış, Bodrum BBOM Öğretmen Okulunda tanışan Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerin orada öğrendikleri, araştırdıkları, derinleşmek istedikleri konuları ve sınıfa taşıdıklarını paylaştıkları dijital bir platform.Farklı yerlerde, farklı koşullarda çalışan üç öğretmen Sura Hart'ın rehberliğinde çıktıkları yolculuğu "Şefkatli Öğretmenin Günlüğü" köşesinde hafta hafta paylaşıyor. Gündemin ağırlığından kaçmak, umudunu arttırmak, çocuklarla ilişkilerinde fark yaratmak isteyen ebeveynler ve öğretmenler için küçük tavsiyelerle dolu günlükleri, kendi pratiğimize dökebilmek, sürecimizi gözlemlemek için bu şablonu kendi ev hâlimize uygulamak istedim. Adını da Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerden ilhamla "Şefkatli Anne Günlüğü" koydum.
Sura Hart ne diyor?
İlişki temelli bir sınıfta öğrenme ortamında sorumlu olan tek kişi öğretmen değildir. Öğretmenler, sınıftaki bağlılık ve canlılığa birincil olarak katkıda bulunan bireyler olmaları için; öğrencilere kendilerini ifade etmelerinin, başkalarını dinlemenin ve birbirleriyle bağlı çalışmanın yeni yollarını öğrenecekleri fırsatlar sunarlar.
Öğrencilerinizin sınıf yaşantısına katkıda bulunmalarını teşvik etmek için neler yapıyorsunuz?
Ben ne düşünüyorum?
Bu günlükler aracılığıyla yapmaya çalıştığım şey, Sura Hart'ın saygı, sevgi, şefkat odaklı sınıf ortamı yaratabilmeleri için öğretmenlere ve öğretmen adaylarına önerdiği alıntıları okumak, içselleştirmek, kendi küçük ipuçlarımı bulmak ve ev ortamına taşımak. Bazı alıntıları okuduğumda, örneğin bu haftanın alıntısı, bunun ev hâli olmaz, muhakkak sınıf ortamında öğretmen ve öğrencilerle birlikte çalışılmalı diye düşünüyorum. Ve hemen yazmaya koyulamıyorum.
Aradan belli bir süre geçtikten sonra taslağı yeniden açıyorum ve ancak yazmaya başladığımda "Uygulanamaz unut gitsin!" düşüncesi kayboluyor. Yazarak hatırlıyorum, farkına varıyorum ve düşüncelerimi çok daha kolay hizaya sokuyorum ve görüyorum ki, değişim için küçük ama kararlı ve sürekli adımlar yetiyormuş.
Denizle nasıl paylaşıyorum?
Açıkçası başlarken çok fark yaratacağını düşünmediğim birtakım uygulamalara neredeyse bir senedir devam ediyoruz. Örneğin: Her akşam uyku öncesi "Bugün en yoğun duygun ne?" sorusuna cevap aramak, aile toplantıları düzenlemek, alınan kararları uygulamak, ebeveyn olarak hata yaptığımda davranışımın sorumluluğunu almak, özür dileyerek, telafi ederek örnek teşkil etmek, can kulağıyla dinlemek, Deniz'e duygularını ve ihtiyaçlarını fark etmesi konusunda yardımcı olmak, tüm bunları günlük akışın içine yerleştirmek.
Deniz'in geri bildirimi ne?
Deniz duygu ve ihtiyaçlarının giderek daha çok farkına varıyor. Kendini ifade etme becerisi yüksek. Olumsuz duyguları hakkında rahatlıkla konuşuyor. Buradan çözüme gitmek kolaylaşıyor. Bu süreç benimle böyle ilerlerken akranlarıyla ya da başka aile bireyleri ile yaşadığı çatışmalarda bazen ne yapacağını bilemediğini, kendini ifade etmek, duygularından, ihtiyaçlarından bahsetmek yerine şikâyet mekanizmasını devreye soktuğunu görüyorum. İlk bölüm ne kadar umut vericiyse, şikâyet faslı da bir o kadar umut kırıyor ve heves kaçırıyor.
Sonrası ile ilgili ne düşünüyorum?
Çocuksu şikâyetler ve gerçek şikâyetler... Bazen karışıyor. Bu konuda bilgilenmeye, doğru yaklaşımı bulmaya ve aradaki ayrımı Deniz'e doğru aktarabilmeye ihtiyacım var.
Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Pazar günü Özgen'in kolaylaştırıcılığıyla şiddetsiz iletişim alıştırmaları yaptık. Gerek kendi vakamda, gerekse izlediklerimde seçim yapma ve uyum konusunda farkına vardığım birtakım hususlar içimi ferahlattı. Kolaylık, seçim yapma ihtiyaçlarımı gözetme kararı aldığım için kendimi takdir ediyorum.
Eski Günlüklere aşağıdan ulaşabilirsinizŞefkatli Anne Günlüğü 1Şefkatli Anne Günlüğü 2Şefkatli Anne Günlüğü 3 Şefkatli Anne Günlüğü 4Şefkatli Anne Günlüğü 5Şefkatli Anne Günlüğü 6 Şefkatli Anne Günlüğü 7Şefkatli Anne Günlüğü 8 Şefkatli Anne Günlüğü 9 Şefkatli Anne Günlüğü 10 Şefkatli Anne Günlüğü 11Şefkatli Anne Günlüğü 12Şefkatli Anne Günlüğü 13Şefkatli Anne Günlüğü 14Şefkatli Anne Günlüğü 15Şefkatli Anne Günlüğü 16Şefkatli Anne Günlüğü 17
Şefkatli Anne Günlüğü 18
Şefkatli Anne Günlüğü 19
Şefkatli Anne Günlüğü 20
Şefkatli Anne Günlüğü 21
Published on July 24, 2018 04:03
July 23, 2018
ÖNEMLİ BİR ŞEY YOKSA CİYAKLAMA*
Kardeşler, oyun arkadaşları ve sınıf arkadaşları arasında birbirini şikâyet etmek yaygın görülen bir davranıştır. Çocuklar, ilgi çekmek, başka bir çocuğun kendisini ya da başkalarını rahatsız edici davranışını engellemek, kuralları bildiğini göstermek gibi pek çok nedenle arkadaşlarını şikâyet edebilir. Biz yetişkinler, bu tür çocuksu şikâyetleri duymaktan hoşlanmayız ama önüne de geçemeyiz. Aldırmamak, şikâyet etmelerinden hoşlanmadığımızı söylemek, kendi aralarında çözmelerini tavsiye etmek gibi stratejiler pek işimize yaramaz çünkü çocuklar bu tür çatışmaları kendi aralarında çözebilecek etkili araç ve taktiklere henüz sahip değildirler, bu sebeple de şikâyet etmeyi sürdürürler. Şikâyet etmenin bir alışkanlığa dönmemesi için, çocuklarımıza kendi başlarına çözebilecekleri durumlarla, yetişkinlerin yardımını gerektiren acil, ötelenemez durumları ayırt etmeyi, bu sorunların çözümüyle ilgili becerileri ve stratejileri öğretmemiz gerekir. İşe her şeyi büyüklere yetiştirme ve zorunlu bilgi verme arasındaki farkı öğreterek başlayabiliriz. Yetişkin müdahalesinin zorunlu olduğu durumları (güvenlik, yaralanma, eşya hasarı vb) net olarak bildirmek işleri kolaylaştıracaktır. Bu şekilde çocuk incinmediği, yaralanmadığı, herhangi bir hasarın oluşmadığı durumları kendi başına halledebileceği durumlardan ayırmaya başlar. Sonraki aşamada yetişkin, çocuğa şikâyet etmek yerine kullanabileceği alternatifleri anlatır, öğretir, kendi problem çözme bilgi ve becerilerini sunabilir. Bir diğer etkin yöntem de kitaplardan faydalanmaktır. Kendisiyle benzer sorunlar yaşayan kahramanların eğlenceli hikâyeleri oldukça öğretici ve dönüştürücüdür. Öğretmenim Jonathan Kâğıdımı Yırttı şikâyet konusunda başvurulabilecek eğlenceli ve etkili bir hikâyedir. Hikâye, birbirini şikâyet edip duran domuzcuklar ve öğretmenleri Bayan McNeal hakkındadır. Her şey Jessica’nın Bayan McNeal’ın masasına koşturmasıyla başlar. “Peter kuyruğumu çekti!” Diğer domuzcukların şikâyetleriyle devam eder: “Rachel pembe kalemimi aldı!”, “Frankie, Sookie’ye şişko domuz dedi.”, “Jonathan kâğıdımı yırttı!”, “Emily sırama domuz ağılı dedi!” Çok geçmeden herkes birbirini şikâyet eder. Sınıfta huzursuz ve güvensiz bir ortam oluşur. Bu duruma son vermek isteyen Bayan McNeal’ın domuzcuklara acilen kendi başına çözebilecekleri çocuksu sorunlar ile yetişkinlere iletmesi gereken önemli şeyler arasındaki farkları öğretmesi gerekmektedir. Tahtaya yeni bir sınıf kuralı yazar: “Önemli bir şey yoksa ciyaklama” Bayan McNeal önemli bir şeyin kapsamını net bir şekilde ortaya koyar: birinin yaralanması, tehlikede olması, canının yakılması, bir hayvanın incitilmesi, kendisine ait olmayan veya herkese ait olan bir şeye zarar verilmesi. Bunlar acil durumdur ve muhakkak bir yetişkinden yardım istenmelidir. Günün ilerleyen saatlerinde yaşanan küçük bir kaza, domuzcukların bu yeni dersi ne kadar iyi öğrendiklerini gösterecektir. Okuyan Us Yayınevi bünyesinde Okuyan Koala markasıyla yayımlanan Öğretmenim Jonathan Kâğıdımı Yırttı markanın diğer kitapları gibi APA (Amerikan Psikoloji Derneği) onaylı. 3-8 yaş arası çocukların karşılaşabileceği okul yaşantısı, korkular, yeni kardeş doğumu, utangaçlık gibi gündelik yaşama ait zorlukları ve dikkat eksikliği, depresyon, boşanma, hastalıklar, travma, ölüm gibi özel problemleri ele alan kitapların her birinin sonunda “Ebeveynlere ve Eğitimcilere Not” bölümü yer alıyor. Söz konusu bölümde, ailelere, öğretmenlere, sosyal hizmet uzmanlarına, terapistlere, pedagog ve psikologlara kitabın içeriği, sorunun çözümü, çocuklara yaklaşım konusunda değerli bilgiler aktarılıyor. Didaktik anlatımdan uzak, eğlenceli, illüstrasyonlarıyla dikkat çeken kitapları okurken hem eğlenecek hem de çocuklara yardımcı olacaksınız.
Öğretmenim Jonathan Kâğıdımı Yırttı Yazan Jeanie Franz Ransom Resimleyen Jackie Urbanovic Çeviren Selim Yeniçeri Okuyan Koala 3-8 yaş
* Bu yazı 11/6/2018 tarihinde kitap ekinde yayımlanmıştır.
Published on July 23, 2018 02:27
July 18, 2018
SONYA'NIN TAVUKLARI*
Sinek Sekiz, sürdürülebilir yaşam, ekoloji, çevre konularında ilham veren kitaplar yayımlayan küçük ve bağımsız bir yayınevi. Sonya’nın Tavukları yayınevinden çıkan ilk çocuk kitabı. Phoebe Wahl’ın yazıp resimlediği kitabın çevirisi Billur Kakıcı’ya ait. Sonya, ailesiyle beraber kırsalda yaşayan bir kız çocuğu. Bir gün babası elinde üç pofuduk civcivle gelir. O günden itibaren Sonya, civcivlerin bakımını üstlenir ve onların gönüllü annesi olur. Sonya’nın iyi bakımı ve doğal ortam sayesinde civcivler kısa sürede büyür ve yetişkin tavuklara döner. Sonya, sabah olduğunda gezmeleri için tavukları kümesten çıkartmak, kümesi temizlemek, sularını değiştirmek, oturdukları yerlere taze saman koymak, beslemek, geceleri kümese sokmak ve kümesin kapısını kapamak gibi günlük işleri hiç aksatmadan, bıkmadan, sabırla ve sevgiyle sürdürür. Günün birinde tavuklardan birinin yumurtladığını, kuluçkaya yattığını fark eder ve çok sevinir. Yakında annelik yapacağı bir civcivi daha olacaktır. Kısa süre sonra bir gece bahçeden gelen ciyaklamalı ve patırtılı seslere uyanır. Aceleyle botlarını ayağına geçirir ve soluğu kümeste alır. Kümese girdiğinde yerlere savrulmuş tavuk tüylerini, en tepedeki kalaslara tünemiş iki tavuğunu görür. Üçüncü tavuğun başına geleni tahmin etmek zor değildir. Bu sırada babası da kümese gelir. Sonya’yı kucağına alır ve eve götürür. Sonya’nın ağlaması bitip sakinleşene kadar sessizce bekler. Ardından baba kız olanlar hakkında konuşurlar. Sonya, henüz bir civcivken bakımını üstlendiği, sevgiyle, özenle büyüttüğü tavuğu bir tilki tarafından kaçırıldığı ve öldürüldüğü için mutsuzdur, bunun adil olmadığını düşünmektedir. Babası aynı görüşte değildir. Ona göre doğada her canlı açlığını gidermeye, yavrularına bakmaya çalışmaktadır. Sonya’ya adaletsiz görünen şey, tilki için son derece doğal bir eylemdir. Babası Sonya’ya bu durumu şöyle izah eder: “Bizim tarlanın hemen arkasındaki ormanda bir tilki yaşıyor. Ve her gün yavrularını besleyebilmek, yuvasına yiyecekle dönmek için çok uğraşıyor. Çoğunlukla bir fare ya da köstebek bulabiliyor ama bazen, mesela bugünkü gibi soğuk günlerde, tilkinin yavrularına daha büyük bir yemek götürmesi gerekebiliyor. O da bu yemeği bulabilmek için elinden ne gelirse yapıyor. Anne tilki götürdüğü tavuğun bizim tavuğumuz olduğunu bilmiyordu. Ama bilse bile onun için bir önemi olmazdı. Anne tilkinin tek düşündüğü yavru tilkilerin karnını doyurmak.” Sonya tavuğunu kaybettiği için hâlâ üzgündür. Bununla beraber her canlının hayatta kalma, yavrularını besleme dürtüsünü de anlayabilmiştir. Ertesi gün kaçırılan tavuk için bir anma töreni düzenler ve kümesin yanında tilkinin girdiği deliği bulup tamir ederler. Çiftlikte işler olağan seyrinde akmaya devam eder. Günler geçer, kaybettiği tavuğun emaneti yumurtadan civciv çıkar. Sonya, "Sana annelik yapacağım, yüzün gülsün, karnın doysun, gece rahat uyu diye her şeyi yapacağım," der ve öyle de olur. Sonya’nın Tavukları çocuklara çiftlik yaşantısını, hayvan bakımının gerektirdiği sorumlulukları anlatıyor. Tüm sorumluluklar yerine getirilse, önlemler alınsa dahi ölümün önüne geçmenin mümkün olmadığını gösteriyor. Çocuklara haklı ya da haksızı işaret etmeden tüm hayvanların en güçlü dürtüsünün hayatta kalmak olduğunu, yaşam ve ölümün el ele olduğunu vurguluyor. Bu vurguyu çok değerli buldum çünkü hepimiz küçük yaşlardan itibaren hayatlarımız sabit kalsın istiyoruz. İyilik, güzellik hâli hep korunsun, mutsuzluk ve üzüntü bizden daima uzak kalsın diye nafile bir çabaya girişiyoruz. Değişime, belirsizliğe karşı koyuyor ve mutsuz oluyoruz. Çocuk okura farklı bir yerden seslenen, yaşamın olağan akışını, inişleri ve çıkışları, üzüntüleri ve sevinçleri, kayıpları ve doğumları olduğu gibi kabul eden ve çocuk okura sunan Sonya’nın Tavukları’nı ben çok sevdim. Siz de okuyun ve çocuklarla yaşam ve değişim üzerine sohbet etme imkânı yaratın isterim.
Sinek Sekiz’in okurlarına bir de duyurusu var:Sinek Sekiz, çevre literatüründeki temel eserleri Türkçe’ye çevirmek amacıyla 9 sene önce kuruldu. Yayınladığımız kitaplar okuyup, ilham aldığımız, hayatımızı dönüştürürken bize kılavuz olan eserlerdi. Daha çok kişiye ulaşmasını istedik. Basit, sade, kendine yeten, dayanışmacı, yerelliği önemseyen yaşam biçimlerinin çoğalmasının iyiliğine olan inançla kitaplara emek verdik. Önce ‘Ekoloji Cep Rehberi’ni ardından ‘Permakültüre Giriş’i yayınladık. Kitaplar okuruna ulaştı, yenileri oldu. Bu sürede şehir de, kitaplara ulaşma yöntemleri de, biz de değiştik, dönüştük. Toprağa ve temel yaşam bilgisine yakın olma isteğimiz büyüdü. Böylece yeniden kırsala göçtük. Köklendik, yerleştik ve yayınevini de yaşam anlayışımıza olabildiğince yaklaştırmaya niyet ettik.Kırsaldan yaşayıp çalışmayı, kendi hayatımızda kullandığımız basit gereçleri üretmeyi, doğal malzemeleri elleriyle işleyerek geçimlerini sağlayan yöremizdeki zanaatkarları desteklemeyi ve bunları ulaşılabilir kılmayı istiyoruz. Bütün üretimlerimize doğrudan ulaşmanızı sağlayan bu web sitesi ile sizlerle yeniden buluşabilmekten dolayı çok mutluyuz. Hepimiz için daha sürdürülebilir, adil ve iyi bir dünya için emek vermek güzel. Bu yolda birlikte yürüyebilmek dileğiyle…
Sonya’nın Tavukları Yazan ve resimleyen Phoebe Wahl Çeviren Billur Kakıcı Okul öncesi
*Bu yazı 9/6/2018 tarihinde Yeşil Gazete'de Çocuklar İçin Yeşil Kitaplar köşesinde yayımlanmıştır.
Published on July 18, 2018 01:05
July 12, 2018
Fatma Nuran Avcı ile söyleşi
"Öykü yazarken giriş cümlesine, ilerlerken konuyu saptırmamaya, karakter ve kahramanların söz ve davranışlarına dikkat ederim."
Mevzu Edebiyat okurlarının, Leyla Erbil'in hayatını, yazın dünyasını, getirdiği yenilikleri, kendini kabul ettirme süreçlerini ablası Mürvet Hanım'a anlattırdığı kurgu söyleşiden tanıdığı Fatma Nuran Avcı'nın ilk öykü kitabı "Son Cevizlik" NotaBene Yayınları'ndan çıktı. Avcı ile kitabı ve yazın anlayışı üzerine konuştuk.
Mevzu Edebiyat okurları, sizi, Leyla Erbil’in hayatını, yazın dünyasını, getirdiği yenilikleri, kendini kabul ettirme süreçlerini ablası Mürvet Hanım’a anlattırdığınız kurgu söyleşiden biliyor. Sizi biraz daha yakından tanıyabilir miyiz?1966 Yılında Aksaray’da doğdum. İlköğrenimimi Sakarya’da, liseyi Bursa’da tamamladım. 1986 yılında evlendim. Eskişehir Anadolu Üniversitesi İktisat Bölümü’nü bitirince devlet memurluğuna başladım. Kısa sayılacak çalışma hayatım oldu. Eşimin işi dolayısıyla İzmit, Karamürsel, Yalova, İstanbul derken şimdi de İzmir’ deyiz. Şehirleri dolaşırken pek çok insan tanıdım, hikâyesini dinledim. İyimserdim, gurbet acısı çekmek yerine farklı kültürlerden gelen insanları tanıma olanağı bularak,hayata tutunmayı öğrendim. Son Cevizlik beklemiş bir ilk kitap mı, yazmaya mı geç başladınız?İki anlamda da sorunun cevabı, evet.2011 yılında İstanbul’a taşındığımızda kızım serbest avukatlığa başlamış ve kısa süre sonra evlenmişti. Oğlum üniversiteye gidiyordu. Sorumluluklarımın azaldığı dönemdeydim,yeterince sabırla beklemiştim. Artık hayalimi gerçekleştirme zamanımın geldiğine karar verdim.Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri’ni duymuştum. Bir telefon numarası çevirerek kaydımı yaptırdım. Böylelikle yazmak için düğmeye bastım. Öykü yazabileceğime dair ilk yüreklendirici metni yazdığımda çok mutluydum. Ancak ilerleyen zamanda öykünün hiç de kolayca yazılabilen, mükemmel anıların ışığında yazılamayacağını anlayarak çalışmalarımı derinleştirdim. Daha çok okudum, yeni, farklı atölyelere gittim. Olgun, onaylanmış öyküleri yazıp dosya halinde yayınevine giden yolculuğum altı yılımı aldı.Biçimsel yeniliklerin, söz oyunlarının peşine düşmeden, olayın eksik bırakılmadığı, somut gerçekçi hikâyeler anlatıyorsunuz. Anlatıcılığınız nereden besleniyor?Kısaca söylemek gerekirse çaresizlikten besleniyorum. Bir yaralı bakış, bir kırık cümle beni, haksızlıkları, eşitsizlikleri gördüğüm, duyduğum ve müdahale edemediğim anlara geri döndürüyor. Ve öykü yerini ararken yaşadığım kentlere götürüyor. Ardından isyan sesleri yakalıyor beni. O da yazdırıyor usul usul.Özellikle ilk kitaplarda, yazarın kendi yaşantısının fazla uzağına düşemediğini, klişeleri yeniden ürettiğini görebiliyoruz. Bu da beraberinde tekdüzeliği getiriyor.“Son Cevizlik” monotonluktan uzak, kahramanlarının ve konuların çeşitliliğiyle dikkat çeken bir ilk kitap. Bu gözettiğiniz bir unsur muydu?Gözetmek değil de, var olan, önleyemediğim, başka insan hayatlarına duyduğum merak ve öğrenme isteğimin öykülerime yansıması aslında. Farklı hikâyeler beni çekiyor. Kendimden bahsetmek, uzun, sıkıcı yaz günlerimi anımsatıyor. Yazmaya değer ne yaşadın, diyorum. Ne öksüz, ne yetimsin. Hayat cömert davrandı sana, diyorum. 99 Depreminden sonra tamamen kendime acımaktan, kişisel sorunlarımdan kurtulmayı başardım. Önümde yaşayacağım yıllar varsa değerli olan sadece zaman, diyorum, hayatı ve insanı seviyorum, her şeye rağmen.Küçük meseleleri anlatırken ardındaki büyük meseleleri göstermeyi ihmal etmiyor, hacimlerine oranla ağır hikâyeler anlatıyorsunuz. Bu hikâyeleri aktarırken çağın gerçeklerini aktarmakla kalmıyor, estetiği de gözetiyorsunuz. Bu anlatım tarzına sadık kalacak mısınız?Teşekkür ederim öncelikle. Açıkçası küçük olaylardan büyük gerçekliği yakalamaktan vazgeçeceğimi sanmıyorum. Her zaman kısacık, içi dolu ve net cümlelere kulak kabartırım. Tanık olduğum anlık olayları zihnimde geliştirerek neden sonuç ilişkisini sürekli düşünürüm. Neden böyle konuştu, sorusuna cevap ararım. Buldukça da öykü çıkar bir anda. Karmaşanın içinde, fikirleri tartışan, detaylarla yoğunlaşmış, ne düşünce sistemine, ne anlatma gücüne sahip değilim. Amacım göstermek sadece. Estetik boyutta metnin tadı, rengi adına çabaladığım bir durum. İki yüzlülük ve yalan hep benim temam olarak kalacak gibi. Anlatım tarzımönümüzdeki yıllarda değişir mi, tam olarak ben de bilmiyorum.Öykülerde ilk dikkatimi çeken mekân kullanımı ve gündelik konuşma dilinin çok doğal bir şekilde aktarılması oldu. Alet çantanızda neler var? Öykü yazarken nelere dikkat edersiniz?Aslında doğadan ve insandan biriktirdiklerim var. Bereketli taşra ilçelerinde, denizin, toprağın, ağaçların yanı başında geçirdiğim yıllar var. Çantada bir de çok değerli atölye notlarım, hocalarımın öğütleri bulunuyor. Öykü yazarken giriş cümlesine, ilerlerken konuyu saptırmamaya, karakter ve kahramanların söz ve davranışlarına dikkat ederim diyebilirim. Bir de yakaladığım sesi kaçırmamaya özen gösteririm.Farklı yaratıcı yazarlık atölyelerine katıldığınızı biliyorum. Yaratıcı yazarlık atölyelerinde yazar adaylarına belli formüller verildiği, bu formüller neticesinde teknik özellikleri tastamam ama yavan, fotokopi metinler yazıldığı, yazar adayının belli yazarlara öykündüğü, kendisini güncelle ya da popüler olanla hizalarken Türk Edebiyatı’nın yapı taşlarını göz ardı ettiği gibi pek çok eleştiri var. Bu konuda ne düşündüğünüzü merak ediyorum. Farklı yazarların atölyelerine katılmak size neler kattı, sizden neler aldı?Deneyimlerim sonucundaki eleştirim, hem atölye yöneticisi hocalarına, hem yazar adaylarına yönelik olacak. Dokuz haftaya sıkıştırılmış programlarla anlatılmak istenen konuların çabucak kavranabilir olmadığı, bu zaman aralığının yeterli gelmediği inancındayım her şeyden önce. Yazar adaylarını yüreklendirmek adına verilen primler ise bazen yarardan çok zarar verebiliyor. Dil yetkinliği, anlatım bozukluğu gibi temel konularsa kimileri için önem arz etmiyor. Kurguyu tam çözemeden, sinemasal sahnelerin peşinde koşarken öykünün dağılıp ne anlattın, sorusuna yazdıklarından çok cevap veren, savunan yazar adaylarını ikna etmek zorlaşıyor. Basit gibi sunulan kısa eğitimin sonucunda sanırım, ben yazdım, oldu dediler, daha ne, diyenlerin sayısına yenileri ekleniyor. Maalesef ne kadar iyi niyetli olursa olsun bu atölyelerin ticari işletme olduğu, sırası geldiğinde bu uygunlukta davrandıkları ise benim gözlemlerim arasında. Bana ne kattığına gelince, her şeyden önce büyük bir yaşam deneyimi oldu atölyeler. 45 yaşında ev kadını olarak çeşitli meslek ve yaş grubu yazar adayı arasındaki şaşkınlığımı üzerimden atmam kolay olmadı. Üstelik şehre de yabancıydım. Kısaca daha çok çalışmam gerektiğini öğreten faydalı, verimli, eğlenceli, güzel yıllardı, diyebilirim.Bugünlerde neler yapıyorsunuz? Masada okunmayı, yazılmayı bekleyen neler var? Teşekkür ederim.Şimdilerde son on altı yıldayım. İtaat ve isyan kelimeleriyle boğuşuyorum. Yeni öykülerimin temelleri atıldı. Duvar örüyorum. Son çıkan öykü kitapları,arkadaşımın armağanı Emile Zola’nınHayvanlaşan İnsan ve dergiler okunmayı bekliyor. Asıl ben teşekkür ederim.
FATMA NURAN AVCI’NIN ÖZGEÇMİŞİ1966 Aksaray doğumlu. İlköğretimini Sakarya’da, liseyi Bursa’da tamamladı. Eskişehir Anadolu Üniversitesi İktisat bölümü mezunu. 2011’den bu yana Yaratıcı Yazarlık Atölyelerinde eğitim alarak öykü yazmaya başladı. Notos, Lacivert, Vagon, Edebiyatist, Gamlı Baykuş, Roman Kahramanları gibi dergilerde öyküleri, kitap tanıtımları, söyleşileri yer aldı. 2018 yılı mart ayında “Son Cevizlik” adlı ilk öykü kitabı Notabene Yayınevi’nden çıktı. İzmir’de yaşıyor. Evli bir kız, bir erkek çocuk annesi.
* Bu söyleşi 5/6/2018 tarihinde Mevzu Edebiyat'ta yayımlanmıştır.
Published on July 12, 2018 02:30
July 10, 2018
KORKACAK NE VAR!
Prof. Dr. Bengi Semerci'nin yazdığı, Serap Ergel'in resimlediği Duygularım ve Davranışlarım serisinden bir başka kitap: Korkacak Ne Var!
Çocuklara korku duygusunu anlatmak, tanıtmak ve korkuyla baş edebilme becerilerini öğretmek için yazılan kitap bir çocuk odasında başlıyor. Oyunlar oynanmış, yatma saati gelmiş. Kahramanımız çok mutlu çünkü arkadaşı evinde kalacak. Arkadaşına kendi yatağını veriyor. Arkadaşı merakla soruyor."Sen nerede yatacaksın?""Ben zaten annemle babamla yatıyorum." Arkadaşı şaşırır ve bu yaşta anne babayla yatmanın yanlışlığını anlatır. Kahramanımız gerekçelerini sıralar: ya eve bir hırsız girerse onu kaçırabilir, gece su içmek ya da tuvalete gitmek için tek başına karanlıkta odasından çıkmak çok korkutucudur. Arkadaşı ailesinin ona öğrettiği yöntemleri paylaşır ve arkadaşını tuvalete gitmeye, mutfağa su içmeye gitme, odasında karanlıkta kalmaya yüreklendirir ve kahramanımız ertesi gece odasında tek başına uyumayı başarır. Hikâye aracılığıyla çocuk okur da kitabın kahramanı gibi, korktuğu şeyleri tanımayı, korkmamayı öğrenmenin mümkün olduğunu, ihtiyaç duyarsa anne ve babasının yan odadan da ona yardım edebileceğini görecektir. Kitabın yazarı Psikatri uzmanı Prof. Dr. Bengi Semerci olduğu için metnin içine ebeveynlere yönelik bilgiler serpiştirmeyi unutmamış. İşte ipuçları:Çocuklarınız içinde korku ögeleri olan filmler izlemeyi sevebilir ama biraz daha büyüyüp korkmadan seyredebileceği yaşa gelene kadar izletmeyin. Çocuklarınızla "Odada ne var?" oyunu oynayın. Işık açıkken çocuğunuzdan odada neler olduğuna bakmasını ve size saymasını isteyin. Işığı kapatın. Şimdi odada ne var diye sorun. Karanlıkta göremese bile odada aynı şeyler olduğunu söyleyin ve yeniden açın. Odada hâlâ aynı şeyler olduğu hakkında sohbet edin. Çocuğun baş ucunda gece lambası bulundurun ve açık tutun. Ona seslendiğinde yanına gideceğinizi söyleyin ve sözünüzü tutun. Gece uyanır susar ya da tuvaleti gelirse mutfağa veya banyoya lambaları açarak gitmeyi ve lambaları söndürerek dönmeyi öğretin. Çocuklarla korkular hakkında sohbet edin. Yetişkinlerin de korkuları olduğunu, onların da korkularını anlamaya, tanımaya ve korkmamaya çalıştığını bilmek çocukları rahatlatır.
Korkacak Ne Var!Yazan Prof. Dr. Bengi Semerci Çizen Serap Ergel Duygularım ve Davranışlarım serisi Yeşil Dinozor
Çocuklara korku duygusunu anlatmak, tanıtmak ve korkuyla baş edebilme becerilerini öğretmek için yazılan kitap bir çocuk odasında başlıyor. Oyunlar oynanmış, yatma saati gelmiş. Kahramanımız çok mutlu çünkü arkadaşı evinde kalacak. Arkadaşına kendi yatağını veriyor. Arkadaşı merakla soruyor."Sen nerede yatacaksın?""Ben zaten annemle babamla yatıyorum." Arkadaşı şaşırır ve bu yaşta anne babayla yatmanın yanlışlığını anlatır. Kahramanımız gerekçelerini sıralar: ya eve bir hırsız girerse onu kaçırabilir, gece su içmek ya da tuvalete gitmek için tek başına karanlıkta odasından çıkmak çok korkutucudur. Arkadaşı ailesinin ona öğrettiği yöntemleri paylaşır ve arkadaşını tuvalete gitmeye, mutfağa su içmeye gitme, odasında karanlıkta kalmaya yüreklendirir ve kahramanımız ertesi gece odasında tek başına uyumayı başarır. Hikâye aracılığıyla çocuk okur da kitabın kahramanı gibi, korktuğu şeyleri tanımayı, korkmamayı öğrenmenin mümkün olduğunu, ihtiyaç duyarsa anne ve babasının yan odadan da ona yardım edebileceğini görecektir. Kitabın yazarı Psikatri uzmanı Prof. Dr. Bengi Semerci olduğu için metnin içine ebeveynlere yönelik bilgiler serpiştirmeyi unutmamış. İşte ipuçları:Çocuklarınız içinde korku ögeleri olan filmler izlemeyi sevebilir ama biraz daha büyüyüp korkmadan seyredebileceği yaşa gelene kadar izletmeyin. Çocuklarınızla "Odada ne var?" oyunu oynayın. Işık açıkken çocuğunuzdan odada neler olduğuna bakmasını ve size saymasını isteyin. Işığı kapatın. Şimdi odada ne var diye sorun. Karanlıkta göremese bile odada aynı şeyler olduğunu söyleyin ve yeniden açın. Odada hâlâ aynı şeyler olduğu hakkında sohbet edin. Çocuğun baş ucunda gece lambası bulundurun ve açık tutun. Ona seslendiğinde yanına gideceğinizi söyleyin ve sözünüzü tutun. Gece uyanır susar ya da tuvaleti gelirse mutfağa veya banyoya lambaları açarak gitmeyi ve lambaları söndürerek dönmeyi öğretin. Çocuklarla korkular hakkında sohbet edin. Yetişkinlerin de korkuları olduğunu, onların da korkularını anlamaya, tanımaya ve korkmamaya çalıştığını bilmek çocukları rahatlatır.
Korkacak Ne Var!Yazan Prof. Dr. Bengi Semerci Çizen Serap Ergel Duygularım ve Davranışlarım serisi Yeşil Dinozor
Published on July 10, 2018 16:48
July 7, 2018
ŞEFKATLİ ANNE GÜNLÜĞÜ 21
Çocukla Barış, Bodrum BBOM Öğretmen Okulunda tanışan Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerin orada öğrendikleri, araştırdıkları, derinleşmek istedikleri konuları ve sınıfa taşıdıklarını paylaştıkları dijital bir platform.Farklı yerlerde, farklı koşullarda çalışan üç öğretmen Sura Hart'ın rehberliğinde çıktıkları yolculuğu "Şefkatli Öğretmenin Günlüğü" köşesinde hafta hafta paylaşıyor. Gündemin ağırlığından kaçmak, umudunu arttırmak, çocuklarla ilişkilerinde fark yaratmak isteyen ebeveynler ve öğretmenler için küçük tavsiyelerle dolu günlükleri, kendi pratiğimize dökebilmek, sürecimizi gözlemlemek için bu şablonu kendi ev hâlimize uygulamak istedim. Adını da Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerden ilhamla "Şefkatli Anne Günlüğü" koydum.
Sura Hart ne diyor?
İnsanları veya şeyleri korumak için güce ihtiyaç duyulan zamanlar vardır.
Örneğin bir öğrenci, diğer bir öğrenciye vurmak üzereyse öğretmen bir yaralanmaya engel olmak için çocuklardan birini tutabilir. Ancak bu durumda güç, cezalandırmak için değil korumak için kullanılmıştır.
Sınıfınızda yanlış bir şey yapmış birini cezalandırmak için mi, yoksa sizin ve grubun değer verdiği şeyleri korumak için mi güç kullanıyorsunuz?
Ben ne düşünüyorum?
Deniz okula 3 yaşında yarım gün giderek başladı. Şimdi ilkokulda. Bu, üçüncü okulu. Farklı atölyelere gitti, gidiyor. Gittiği her okulda, atölyede şiddete meyleden, kötü söz söyleyen, orada bulunmaktan hoşnut olmadığı için diğer çocukların ilgisini, dikkatini dağıtan çocuklar oldu, oluyor. Deniz bu durumların hepsinden şikayetçi. Sevdiği için gitmeye devam etmek istiyor bununla beraber öğretmenlerden daha aktif, kalıcı bir çözüm de bekliyor. Bu çözüm neredeyse hiçbir zaman gelmiyor.
Denizle nasıl paylaşıyorum?
Sura Hart alıntısının çağrıştırdığı bir anı.
Deniz 2,5 yaşlarında. Parkta kaydıraktan kaymak için merdivenleri tırmanmaya çalışıyor. 7-8 yaşlarında bir oğlan çocuğu her defasında yolunu kesiyor, kolunu tutuyor, ona engel oluyor. Bir süre izledikten sonra duruma müdahale etmek için Çağlar yerinden kalkıyor. Çocuğun önünde ayakta duruyor ve Deniz'i engellemesini engelliyor. Şiddeti engellemek için ilk olarak araya girmeyi, bir bariyer oluşturmayı tercih ediyorum, ben de. Yapan tanıdığım bir çocuk ise konuşmayı deniyor, tanımadığım bir çocuk ise sessiz kalarak yalnızca şiddeti engelliyor ve Deniz'i oradan uzaklaştırıyorum.
Şiddet konusunda onunla sık sık konuşuyor, kimseye vurmamasını, kötü söz söylememesini öğütlüyor, buna maruz kalırsa "Bu yaptığından hoşlanmıyorum," diyerek durdurmasını, durdurma konusunda yetersiz kalıyorsa, sınıf öğretmeni ya da nöbetçi öğretmenden yardım istemesini söylüyorum.
Deniz'in geri bildirimi ne?
Şu an gittiği okul, oldukça büyük. Toplam 24 şube ve 800'e varan öğrencisi var. Ortak bahçede güvenlik konusu beni gerçekten kaygılandıran bir mevzuydu. Akran zorbalığına maruz kalmasından korkuyordum. Deniz bir şekilde bu tür çocuklardan uzak durmayı beceriyor. Doğrudan fiziksel şiddete uğramadı. Kötü söze ya da rahatsız edici davranışlara maruz kaldığında ise konuşarak anlaşmaya çalışıyor. Eğer karşı taraf benzer davranışları her zaman uyguluyor ise bıkkınlık hissediyor ve konuşmanın bir çare olmadığına inanıyor ve konuyu doğrudan öğretmene aktararak ondan yardım istiyor. Ama gördüğüm şu ki, bu çağrı genellikle yetersiz kalıyor ya da Deniz böyle algılıyor ve bize durumu böyle iletiyor.
Sonrası ile ilgili ne düşünüyorum?
Dört yıllık velilik deneyimim boyunca gördüğüm kadarıyla, şiddet, çocuğa ceza vererek ya da özür dilemesini isteyerek çözülmüyor. Çocuk özür diliyor ama yapacağını yapmaktan da geri durmuyor. Okul ve ebeveynler arasında sıkı bir işbirliği, uzman desteği şart. Okulların rehberlik servislerinin daha aktif olduğu, anne baba eğitimleri verdiği okul ortamlarının çoğalmasını hayal ediyorum.
Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Bir ebeveyn olarak bu konularda kendimi geliştirme çabamı takdir ediyorum.
Eski Günlüklere aşağıdan ulaşabilirsinizŞefkatli Anne Günlüğü 1Şefkatli Anne Günlüğü 2Şefkatli Anne Günlüğü 3 Şefkatli Anne Günlüğü 4Şefkatli Anne Günlüğü 5Şefkatli Anne Günlüğü 6 Şefkatli Anne Günlüğü 7Şefkatli Anne Günlüğü 8 Şefkatli Anne Günlüğü 9 Şefkatli Anne Günlüğü 10 Şefkatli Anne Günlüğü 11Şefkatli Anne Günlüğü 12Şefkatli Anne Günlüğü 13Şefkatli Anne Günlüğü 14Şefkatli Anne Günlüğü 15Şefkatli Anne Günlüğü 16Şefkatli Anne Günlüğü 17
Şefkatli Anne Günlüğü 18
Şefkatli Anne Günlüğü 19
Şefkatli Anne Günlüğü 20
Published on July 07, 2018 02:45
Tuğba Gürbüz's Blog
- Tuğba Gürbüz's profile
- 1 follower
Tuğba Gürbüz isn't a Goodreads Author
(yet),
but they
do have a blog,
so here are some recent posts imported from
their feed.

