Tuğba Gürbüz's Blog, page 72
September 19, 2018
ŞEFKATLİ ANNE GÜNLÜĞÜ 26
Çocukla Barış, Bodrum BBOM Öğretmen Okulunda tanışan Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerin orada öğrendikleri, araştırdıkları, derinleşmek istedikleri konuları ve sınıfa taşıdıklarını paylaştıkları dijital bir platform.Farklı yerlerde, farklı koşullarda çalışan üç öğretmen Sura Hart'ın rehberliğinde çıktıkları yolculuğu "Şefkatli Öğretmenin Günlüğü" köşesinde hafta hafta paylaşıyor. Gündemin ağırlığından kaçmak, umudunu arttırmak, çocuklarla ilişkilerinde fark yaratmak isteyen ebeveynler ve öğretmenler için küçük tavsiyelerle dolu günlükleri, kendi pratiğimize dökebilmek, sürecimizi gözlemlemek için bu şablonu kendi ev hâlimize uygulamak istedim. Adını da Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerden ilhamla "Şefkatli Anne Günlüğü" koydum.
Sura Hart ne diyor?
Her insan gibi genç insanların da önemli ihtiyaçlarından biri özerkliktir. Vermeye en çok istekli oldukları zamanlar seçim yapabildikleri zamanlardır.
Öğrencileriniz sizden bir talep duyduklarında istediğinizi yerine getirme konusunda hevesli olmazlar. Öğrencilerden talep yerine ricada bulunmayı öğrenmek onların isteyerek verip almalarını mümkün kılar.
Bir öğrencinizden bir şey istediğinizde ricada mı yoksa talepte mi bulunduğunuzu fark edin.
Ben ne düşünüyorum?
Düzen ve rutin oluşturmanın çocuklar üzerinde rahatlatıcı bir etkisi var ancak bunu sağlamak her zaman kolay değil. Bir rutinin basamaklarını belirlemeye çalışırken gözyaşı, gerilim ve onların defansıyla karşılaşmak bazen bizim de sabrımızı taşırıyor ve kolay yolu tercih ediyoruz, sesimizi yükseltiyor, bundan hoşlanmadığımızı ve uyması gerektiğini belli ediyoruz. Çocuk da daha fazla dır dır etmeyelim diye istediğimizi yapıyor. Ve bu sürüp gidiyor çünkü talep ettiğimizde dış kaynaklı bir motivasyon yaratıyoruz. Çocuk dırdır etmeyelim diye dediğimizi yapıyor yapmasına ama bir görev gibi gördüğü için etkisi de kalıcı olmuyor. O zaman Sura Hart'a kulak vermeli.
Denizle nasıl paylaşıyorum?
Geçen yıllardan öğrendiklerim var. Çocuklarla herhangi bir konuda alınacak kararları son dakikaya bırakmamak, her iki tarafın da sakin ve stressiz olduğu bir ortamda aceleye getirmeden konuşmak mühim. Konuşma sırasında ailedeki esas rolümüzün sakinleştirici otorite olduğunu hatırlamak, amir değil hayatını kolaylaştırıcı biri olarak orada bulunduğumuzu fark etmesini sağlamak mühim.
Okullar açılmadan bu yılın planlamasını yaptık. Bu plan hem onun hem benim yükümlülüklerimizi, isteklerimizi, hayallerimizi kapsıyordu. Bu bağlamda bir haftalık plan hazırladık. Gitmek istediği atölyeleri belirledik. İngilizce için öğrenme alanı açtık. Sabahları okula yürüyerek gitmeye, diğer yönlerde servis kullanmaya karar verdik. Geçen yıl olduğu gibi haftada bir gün çıkışta ben alacağım ve bahçede arkadaşlarıyla oynayacak. Geçen yıl uyuma ve uyanma konularına zaman içinde işlevsel bir çözüm getirdiğimiz için bu plana sadık kalacağımızı hatırlattım. Ve okullar açıldı.
Deniz'in geri bildirimi ne?
Karar alma sürecine katıldığında, duyulduğunu fark ettiğinde, istek ve ihtiyaçlarını dile getirdiğinde Deniz son derece güvenilir bir iş ortağı. Bir kez anlaşma yaptığımızda kararları uygulamak konusunda ona tekrar tekrar açıklama yapmam gerekmiyor.
Sonrasıyla ilgili ne düşünüyorum?
Dün nörolog komşum beni ziyarete geldi. Uzunca bir süredir çektiğim baş ağrıları hakkında da konuştuk. Ayak üstü muayene bile oldum. Ön teşhisi gerilim tipi baş ağrısı. Deniz duyunca cevabı yapıştırdı. "Evet annem stresli. Bana günde iki kez kızıyor."
Çoğunlukla sakinim. Enerjimi emen insanlarla hemen hemen hiç görüşmüyorum. Aslında pek az insanla görüşüyorum. Çok sosyal bir hayatım olduğu söylenemez. Özellikle okullar açıkken belirlediğimiz rutini bozmamaya dikkat ediyorum. Orası benim de konfor saham, çünkü. Bu sayede çok dışarı çıkmasam bile okumaya, yazmaya, evde film izlemeye zaman bulabiliyor, çoğunlukla kendimi sakin ve dingin hissediyorum. Ve fakat her günün, her ânın kontrolü elimde değil. Bazen istemediğim olaylara maruz kalıyorum. Ve dış koşullar beni merkezimden dışarı savuruyor. Bu savrulmayı sıfırlamak mümkün değil belki ama azaltmaya çalışabilirim. Ne demiş Lao Tzu: Bir kilometrelik yol bile ilk adımla başlar.
Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Uyku konusunda büyük yol katettiğimizi görüyorum. Deniz'in beni en zorlayan yanı, uyumak konusunda gösterdiği dirençti. Uyku öncesi kitap okuma, sohbet etme ritüelimize eklenen nefes ve meditasyon çalışmalarının çok işimize yaradığını söyleyebilirim.
Eski Günlüklere aşağıdan ulaşabilirsinizŞefkatli Anne Günlüğü 1Şefkatli Anne Günlüğü 2Şefkatli Anne Günlüğü 3 Şefkatli Anne Günlüğü 4Şefkatli Anne Günlüğü 5Şefkatli Anne Günlüğü 6 Şefkatli Anne Günlüğü 7Şefkatli Anne Günlüğü 8 Şefkatli Anne Günlüğü 9 Şefkatli Anne Günlüğü 10 Şefkatli Anne Günlüğü 11Şefkatli Anne Günlüğü 12Şefkatli Anne Günlüğü 13Şefkatli Anne Günlüğü 14Şefkatli Anne Günlüğü 15Şefkatli Anne Günlüğü 16Şefkatli Anne Günlüğü 17
Şefkatli Anne Günlüğü 18
Şefkatli Anne Günlüğü 19
Şefkatli Anne Günlüğü 20
Şefkatli Anne Günlüğü 21
Şefkatli Anne Günlüğü 22
Şefkatli Anne Günlüğü 23
Şefkatli Anne Günlüğü 24
Şefkatli Anne Günlüğü 25
Published on September 19, 2018 01:45
September 10, 2018
Denizce Sorular 1
Kim Bu Konuşan Gaye Dinçel'in ilk çocuk kitabı.Kitabın kahramanı Zeynep, muhasebeci dayısının yazdığı çocuk hikâyelerinin ilk okuru. Okuduğu hikâyelerde tanıştığı kahramanlar saldırgan, obur ve düşüncesiz. Kahramanların davranışlarına bir anlam veremeyen Zeynep onlarla konuşur ve gerçeklerin hiç de dayısının yazdığı gibi olmadığını keşfeder. Bakalım dayısını ikna edebilecek midir?
Deniz kitabı okudu ve merak ettiklerini Gaye Dinçel'e sordu.
Dayısının kitabı ile Zeynep’in düşüncelerini ayırmakta zorlandım. Biri kırmızı ya da mavi olsa, olmaz mıydı? Yana yatık yazmanın yeterli olacağını düşünmüştük. Güzel bir öneri, teşekkür ederim. Sonraki baskı için yayınevine ileteceğim.
Niye kitabın içinde bir kitap var? J(Bu bir espri)J
Zeynep’in dayısı kitabın içine canlı bir insan mı koymuş? Zeynep’le nasıl konuşuyor? Zeynep’le konuşanlar, dayısının öykülerindeki kahramanlar. Yani balıkçı, dinozor ve ejderha. Bu fantastik bir öykü olduğundan hepsi konuşabiliyor.J
Niye anne babası benim yaşımda bir çocuğa cüzdan gönderdi? (Ve fili sevdim J)El yapımı bir cüzdan bu, Zeynep’in hoşuna gideceğini düşündükleri için gönderiyorlar. İçine istediği her şeyi koyabilir ya da anı olarak saklayabilir.J
Dayısı işe gittiğinde Zeynep niye evde tek başına duruyor? Aslında okuldan dönüyor ama okuldan döndükten sonra da bekliyor. Zeynep dayısını evde tek başına mı bekliyor? Bunu hiç düşünmemiştim. Belki güvendikleri bir komşu ya da tanıdık, dayısını beklerken Zeynep’le ilgileniyordur. Zeynep’e sormak lazım.J
Zeynep diyor ki: “Sırada bir ejderha öyküsü varmış. Belki o benim bildiğim ejderhalardandır.” Zeynep’in düşündüğü ejderhalar nasıl ki? Zeynep neşeli, güçlü, tüm canlılara yardım eden ejderhalar düşlüyor.
Dayısı Zeynep’e güzel mi diye okutuyor. Sonra “Sen benim kahramanımı benden daha iyi tanıyamazsın” diyor. Niye öyle diyor? Dayısının hayalindeki kahramanlar yazdığı gibi. Farklı olabileceklerini düşünemiyor.
Dayısı neden her şeyin tersini yazıyor? Neden her kahraman kötüymüş gibi yazıyor? Dayısı, hayal gücü sınırlı bir yetişkin. Hep kahramanların kötü olduğu öyküler okuduğu, başka olasılıkları hayal edemediği için öyle yazıyor.
Devamı olacak mı? Zeynep bilge bir ejderhaya dönecek mi? Yani Prenses Ayna Güzeli gibi bu kitabın da devamı olacak mı? Devamını yazıyorum. Neler olacağını söylemeyeyim, sürpriz.J Bir ipucu verebilirim. Zeynep ve ejderha birlikte yolculuğa çıkacaklar.
Prenses Ayna Güzeli’ni okudun mu? Okumadım. Senden duyunca tanıtım yazısını okudum, oldukça ilgi çekici görünüyor. En kısa zamanda alıp okuyacağım.
Annem gibi sen de çok çocuk kitabı okuyor musun? Evet. En sevdiklerim çocuk kitapları. O kadar fazla okumak istediğim var ki…Başka hiçbir şey yapmasam bile zaman yetmez. En çok merak ettiklerimi alıp okuyorum.Fikirlerin ve soruların için teşekkür ederim. Yeni kitaplarda buluşmak dileğiyle…
Kim Bu Konuşan Yazan Gaye Dinçel Resimleyen Özlem Arslanoğlu Sağlam Gergedan Yayınları Türkiyeli Yazarlar Dizisi
Deniz kitabı okudu ve merak ettiklerini Gaye Dinçel'e sordu.
Dayısının kitabı ile Zeynep’in düşüncelerini ayırmakta zorlandım. Biri kırmızı ya da mavi olsa, olmaz mıydı? Yana yatık yazmanın yeterli olacağını düşünmüştük. Güzel bir öneri, teşekkür ederim. Sonraki baskı için yayınevine ileteceğim.
Niye kitabın içinde bir kitap var? J(Bu bir espri)J
Zeynep’in dayısı kitabın içine canlı bir insan mı koymuş? Zeynep’le nasıl konuşuyor? Zeynep’le konuşanlar, dayısının öykülerindeki kahramanlar. Yani balıkçı, dinozor ve ejderha. Bu fantastik bir öykü olduğundan hepsi konuşabiliyor.J
Niye anne babası benim yaşımda bir çocuğa cüzdan gönderdi? (Ve fili sevdim J)El yapımı bir cüzdan bu, Zeynep’in hoşuna gideceğini düşündükleri için gönderiyorlar. İçine istediği her şeyi koyabilir ya da anı olarak saklayabilir.J
Dayısı işe gittiğinde Zeynep niye evde tek başına duruyor? Aslında okuldan dönüyor ama okuldan döndükten sonra da bekliyor. Zeynep dayısını evde tek başına mı bekliyor? Bunu hiç düşünmemiştim. Belki güvendikleri bir komşu ya da tanıdık, dayısını beklerken Zeynep’le ilgileniyordur. Zeynep’e sormak lazım.J
Zeynep diyor ki: “Sırada bir ejderha öyküsü varmış. Belki o benim bildiğim ejderhalardandır.” Zeynep’in düşündüğü ejderhalar nasıl ki? Zeynep neşeli, güçlü, tüm canlılara yardım eden ejderhalar düşlüyor.
Dayısı Zeynep’e güzel mi diye okutuyor. Sonra “Sen benim kahramanımı benden daha iyi tanıyamazsın” diyor. Niye öyle diyor? Dayısının hayalindeki kahramanlar yazdığı gibi. Farklı olabileceklerini düşünemiyor.
Dayısı neden her şeyin tersini yazıyor? Neden her kahraman kötüymüş gibi yazıyor? Dayısı, hayal gücü sınırlı bir yetişkin. Hep kahramanların kötü olduğu öyküler okuduğu, başka olasılıkları hayal edemediği için öyle yazıyor.
Devamı olacak mı? Zeynep bilge bir ejderhaya dönecek mi? Yani Prenses Ayna Güzeli gibi bu kitabın da devamı olacak mı? Devamını yazıyorum. Neler olacağını söylemeyeyim, sürpriz.J Bir ipucu verebilirim. Zeynep ve ejderha birlikte yolculuğa çıkacaklar.
Prenses Ayna Güzeli’ni okudun mu? Okumadım. Senden duyunca tanıtım yazısını okudum, oldukça ilgi çekici görünüyor. En kısa zamanda alıp okuyacağım.
Annem gibi sen de çok çocuk kitabı okuyor musun? Evet. En sevdiklerim çocuk kitapları. O kadar fazla okumak istediğim var ki…Başka hiçbir şey yapmasam bile zaman yetmez. En çok merak ettiklerimi alıp okuyorum.Fikirlerin ve soruların için teşekkür ederim. Yeni kitaplarda buluşmak dileğiyle…
Kim Bu Konuşan Yazan Gaye Dinçel Resimleyen Özlem Arslanoğlu Sağlam Gergedan Yayınları Türkiyeli Yazarlar Dizisi
Published on September 10, 2018 12:39
September 9, 2018
ŞEFKATLİ ANNE GÜNLÜĞÜ 25
Çocukla Barış, Bodrum BBOM Öğretmen Okulunda tanışan Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerin orada öğrendikleri, araştırdıkları, derinleşmek istedikleri konuları ve sınıfa taşıdıklarını paylaştıkları dijital bir platform.Farklı yerlerde, farklı koşullarda çalışan üç öğretmen Sura Hart'ın rehberliğinde çıktıkları yolculuğu "Şefkatli Öğretmenin Günlüğü" köşesinde hafta hafta paylaşıyor. Gündemin ağırlığından kaçmak, umudunu arttırmak, çocuklarla ilişkilerinde fark yaratmak isteyen ebeveynler ve öğretmenler için küçük tavsiyelerle dolu günlükleri, kendi pratiğimize dökebilmek, sürecimizi gözlemlemek için bu şablonu kendi ev hâlimize uygulamak istedim. Adını da Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerden ilhamla "Şefkatli Anne Günlüğü" koydum.
Sura Hart ne diyor?
İlişki temelli bir sınıfta, hem kendilerinin hem de başkalarının armağanlarının farkına varmaları için öğrencilere destek olunur. "Birbirine bağlar" ihtiyaçlarını karşılamaları için öğrencilerinize yardımcı olabilirsiniz.
Herkesin ihtiyacını karşılamak için öğrenciler kendi armağanlarını vermenin ve başkalarının armağanlarını almanın yollarını ararlar.
Öğrencilerden armağanlarının bir listesini yapmalarını isteyin (bu listeyi yazarak veya çizerek yapabilirler). Sınıf arkadaşlarının bu konudaki fikirlerini alabilirler. Öğrencilerin armağanları ile ilgili farkındalıklarını artırmak için bu listeleri okuyabilir veya sınıfta görebilecekleri bir yere asabilirler.
Ben ne düşünüyorum?
Okulların kapanmasına bir ay kala rehberlik servisi Sura Hart'ın bu alıntısını destekleyen bir çalışma yaptı. Bir kutu hazırlandı ve çocuklara sınıfta yaptıkları iyi davranışları yazarak içine atmaları söylendi. Bunu duyduğumda çok heyecanlandım çünkü çocukların sınıf ortamına sundukları katkıları fark etmelerini sağlayacak bir uygulamaydı. Deniz bir süre düşündü. Hevesle birtakım olumlu davranışlarını saydı. Sonra yaptığı şeylerin çok da önemli, özel ve farklı olmadığına inandı. Nihayetinde konuya ilgisini kaybetti. Kutunun durduğu süre zarfında bazı annelerin çocuklarıyla bir şeyler yazdığını ve içine attığını gördüm. Sonrasında bununla ilgili Deniz'den, öğretmenden ya da rehberlik servisinden herhangi bir geri bildirim almadığım için etkinliğin sonuçları, kazanımlarıyla ilgili bir fikrim yok.
Herhangi bir eylemin, dönüştürücü sonucunu görmek istiyorsak sürekliliğini sağlamak şart. Bu sürekliliği sağlamak için çocukların bir yetişkinin rehberliğine ihtiyacı var. Yoksa en parlak, etkin fikirler bile kısır tohumlara dönüyor ve yeşermiyor.
Denizle nasıl paylaşıyorum?
Deniz'in sınıfında "Senin Kovan Ne Kadar Dolu?" kitabını okumuş, kısaca duygular, içimizdeki hava durumundan bahsetmiştim. Kovamızı dolduran ve boşaltan olaylar ve durumlar üzerine biraz sohbet etmiş ve onlara kitabın iç sayfasından çektiğim fotokopileri dağıtmış, gün içinde kovalarını boşaltan ve dolduran şeyleri yazmalarını istemiştim. Amacım kovaları dolduran şeylere dikkat çekmek, bunları aldıkları ve verdikleri armağanlar olarak görebilmelerini sağlamak ve kuru teşekkürler yerine şiddetsiz iletişim usulünde takdir etmeyi, takdir almayı deneyimlemelerini sağlamak, en azından oraya giden yolun taşlarını döşemekti.
Deniz'in geri bildirimi ne?
Deniz'in sınıfında yaptığımız bu okuma deneyimi esnasında 29 kişilik sınıfın tamamının ilgisini ve dikkatini üzerimde toplayamadım. Bununla beraber ilgi gösteren çocuklardan nefis geri dönüşler aldım. Takip eden günlerde 6 çocukla parkta bir okuma günü daha yaptık. Orada çemberde "Ben bugün nasılım? İçimdeki hava nasıl? Ne hissediyorum?" diye konuşurken gelen cevaplardan aklımda kalanlar:
"Bugün benim içimde yağmur yağıyor çünkü öğretmen bize okulun başından beri çektiği fotoğraflardan bazılarını gösterdi. Ağladım."
"Benim burnum çok rahatsız oldu. Buraya çöp kokusu geliyor."
"Benim içim güneşli çünkü kitap okuyacağız."
Okumanın ardından hep beraber bir kutlama kutusu hazırlamış ve etkinlik süresince yaptığımız ve eve giderken yanımızda götürdüğümüz en güzel, yoğun deneyimi yazmış ve ileride hatırlamak üzere kutunun içine atmıştık.
Deniz bu etkinliğin devamını iple çekiyor.
Sonrasıyla ilgili ne düşünüyorum?
Deniz pek çok yaşıtı gibi öğretmen merkezli bir sınıf ve öğrenme ortamının içinde. Öğretmen bilge, bilgi dağıtıcı, çocuklar ise cahil ve alıcı rolünde. Öğretmenin sorularını cevaplamak için söz alıyorlar ama çoğunlukla sessizce dersi takip etmek durumundalar. Bu beni eskisi gibi rahatsız etmiyor. Bir yıllık devlet okulu deneyiminin ardından öğretmenin tepede olduğu öğrenme ortamlarının yanı sıra, çocuklara söz hakkı tanıyan, onlara görüşlerini, düşüncelerini ifade etmeyi sağlayan bir iki alan açmanın yeterli olacağı inancındayım. Bunu sağlamak için alternatif öğrenim kurumlarına, özel okullara tonlarca para harcamanın hiç de şart olmadığını deneyimledim. Aile toplantıları, yaşadığınız şehirde hafta sonu gidebileceği bir sanat atölyesi, çocuk katılımıyla gerçekleşecek doğa yürüyüşleri, yaratıcı okuma gibi pek çok seçenek bulabilir ya da geliştirebilirsiniz. Kitap okuma kulübü de benim gönülden verme alanım. Kaldığımız yerden devam etmek istiyorum.
Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Yaz dönemini bol bol çocuk kitabı okuyarak, bu kitapları Deniz ve arkadaşlarıyla nasıl paylaşabileceğime dair düşünerek, küçük notlar alarak geçirdim. Bu konuda gösterdiğim kendimi geliştirme gayreti ve süreklilik için kendimi takdir ediyorum.
Eski Günlüklere aşağıdan ulaşabilirsinizŞefkatli Anne Günlüğü 1Şefkatli Anne Günlüğü 2Şefkatli Anne Günlüğü 3 Şefkatli Anne Günlüğü 4Şefkatli Anne Günlüğü 5Şefkatli Anne Günlüğü 6 Şefkatli Anne Günlüğü 7Şefkatli Anne Günlüğü 8 Şefkatli Anne Günlüğü 9 Şefkatli Anne Günlüğü 10 Şefkatli Anne Günlüğü 11Şefkatli Anne Günlüğü 12Şefkatli Anne Günlüğü 13Şefkatli Anne Günlüğü 14Şefkatli Anne Günlüğü 15Şefkatli Anne Günlüğü 16Şefkatli Anne Günlüğü 17
Şefkatli Anne Günlüğü 18
Şefkatli Anne Günlüğü 19
Şefkatli Anne Günlüğü 20
Şefkatli Anne Günlüğü 21
Şefkatli Anne Günlüğü 22
Şefkatli Anne Günlüğü 23
Şefkatli Anne Günlüğü 24
Published on September 09, 2018 00:53
September 6, 2018
SAKIN BU KİTABI OKUMA
Kışkırtıcı bir isme ve kapağa sahip bu resimli kitabı Andy Lee, yeğeni George için yazmış. Niyeti kız kardeşi ve kocasına sürpriz yapmak ve George'un 1. yaş gününün anısına yalnızca bir adet basmak imiş ama arkadaşı Horg "Kitabını beğendim, daha çok basabilir miyiz?" diye sorunca çok sayıda basılmış ve George dışında okurlarla da buluşmuş. Hatta başka dillere çevrilmiş.
Kitabın kapağı en "Ben kitapları sevmem" diyen çocukları dahi meraklandıracak türden. Kapağın önünde kocaman puntolarla SAKIN BU KİTABI OKUMA yazıyor. Endişeli baştan aşağı mavi bir yaratık elinde "Başka bir şey oku" yazan pankart tutuyor. Arka kapağın ön kapaktan aşağı kalır yanı yok. "Bu kitabı bırak!", "Şuraya bak orada daha iyi bir kitap var. Git onu oku!", "Duyduğuma göre bu kitap tekinsizmiş! Şansını zorlama!", "Bence başka bir şey yap!", "Git TV seyret!", "Bugün dışarı çıktın mı?" telkinleri havada uçuşuyor. Bu oyunsu davete kayıtsız kalmak zor. Kapağı açıyoruz. Endişeli kahramanımızın eli havada bizi durdurmaya çalışıyor.
"Hey! Kitabı açtın. Sanırım yanlışlıkla oldu, değil mi? Sorun değil, bazen yanlışlıklar olur. Hiç kızmadım bile.Ama lütfen bu sayfayı çevirme."
İlerleyen sayfalarda kahraman bu tutumunu sürdürüyor. Okuru kitabı kapatmaya ikna etmeye çalışıyor. Sakince, öfkeli, tehdit ederek, korkutarak, kandırmaya çalışarak, küserek, aldırmaz davranarak, anne babasına şikayet ederek, rüşvet vererek... Ama ne yapsa okurun ilerleyişini durduramıyor. Büyük puntolar, havada uçuşan ünlemler, kahramanın uç noktalarda dolaşan duygu durumları, sürekli bize hitap eden üslubu abartılı ve mimikli okumaya olanak sağlıyor. Eğlenceli bir okuma deneyimi sunuyor. Okul öncesi ve okumayı yeni öğrenen 1. sınıf öğrencileri için ideal bu eğlenceli kitabı bol bol hediye etmeyi, çocuklara kitap sevgisi aşılamayı ihmal etmeyin.
Bu da George, kendisine ithaf edilen kitabıyla
fotoğraf: The Sydney Morning Herald
Sakın Bu Kitabı Okuma Yazan Andy Lee Resimleyen Heath Mckenzie Çevirmen bilgisi yer almıyor Remzi Kitabevi Okul öncesi
Kitabın kapağı en "Ben kitapları sevmem" diyen çocukları dahi meraklandıracak türden. Kapağın önünde kocaman puntolarla SAKIN BU KİTABI OKUMA yazıyor. Endişeli baştan aşağı mavi bir yaratık elinde "Başka bir şey oku" yazan pankart tutuyor. Arka kapağın ön kapaktan aşağı kalır yanı yok. "Bu kitabı bırak!", "Şuraya bak orada daha iyi bir kitap var. Git onu oku!", "Duyduğuma göre bu kitap tekinsizmiş! Şansını zorlama!", "Bence başka bir şey yap!", "Git TV seyret!", "Bugün dışarı çıktın mı?" telkinleri havada uçuşuyor. Bu oyunsu davete kayıtsız kalmak zor. Kapağı açıyoruz. Endişeli kahramanımızın eli havada bizi durdurmaya çalışıyor.
"Hey! Kitabı açtın. Sanırım yanlışlıkla oldu, değil mi? Sorun değil, bazen yanlışlıklar olur. Hiç kızmadım bile.Ama lütfen bu sayfayı çevirme."
İlerleyen sayfalarda kahraman bu tutumunu sürdürüyor. Okuru kitabı kapatmaya ikna etmeye çalışıyor. Sakince, öfkeli, tehdit ederek, korkutarak, kandırmaya çalışarak, küserek, aldırmaz davranarak, anne babasına şikayet ederek, rüşvet vererek... Ama ne yapsa okurun ilerleyişini durduramıyor. Büyük puntolar, havada uçuşan ünlemler, kahramanın uç noktalarda dolaşan duygu durumları, sürekli bize hitap eden üslubu abartılı ve mimikli okumaya olanak sağlıyor. Eğlenceli bir okuma deneyimi sunuyor. Okul öncesi ve okumayı yeni öğrenen 1. sınıf öğrencileri için ideal bu eğlenceli kitabı bol bol hediye etmeyi, çocuklara kitap sevgisi aşılamayı ihmal etmeyin.
Bu da George, kendisine ithaf edilen kitabıyla
fotoğraf: The Sydney Morning HeraldSakın Bu Kitabı Okuma Yazan Andy Lee Resimleyen Heath Mckenzie Çevirmen bilgisi yer almıyor Remzi Kitabevi Okul öncesi
Published on September 06, 2018 02:43
September 2, 2018
ŞEFKATLİ ANNE GÜNLÜĞÜ 24
Çocukla Barış, Bodrum BBOM Öğretmen Okulunda tanışan Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerin orada öğrendikleri, araştırdıkları, derinleşmek istedikleri konuları ve sınıfa taşıdıklarını paylaştıkları dijital bir platform.Farklı yerlerde, farklı koşullarda çalışan üç öğretmen Sura Hart'ın rehberliğinde çıktıkları yolculuğu "Şefkatli Öğretmenin Günlüğü" köşesinde hafta hafta paylaşıyor. Gündemin ağırlığından kaçmak, umudunu arttırmak, çocuklarla ilişkilerinde fark yaratmak isteyen ebeveynler ve öğretmenler için küçük tavsiyelerle dolu günlükleri, kendi pratiğimize dökebilmek, sürecimizi gözlemlemek için bu şablonu kendi ev hâlimize uygulamak istedim. Adını da Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerden ilhamla "Şefkatli Anne Günlüğü" koydum.
Sura Hart ne diyor?
Öğrenciler için işbirliği içinde çalışmak şaşırtıcı derecede doğaldır.
Nasıl etkileşim kuracaklarına dair yeni seçimleri ve becerileri olunca, endişeleri duyulduğunda ve ihtiyaçları karşılandığında; birlikte çalışmanın, birlikteliğin en keyifli hâli olduğunu anlarlar.
Öğrencilerinizi birlikte işbirliği içinde çalışırken izleyin. Heyecanın ve doğaçlama yürüyen problem çözme süreçlerinin farkına varın. Karşılıklı alışverişin ritim ve akışının sahip oldukları iletişim becerilerine bağlı olarak ilerleyişini fark edin.
Ben ne düşünüyorum?
Bayramda 4 gece çadırda kaldık. Çadırın kurulmasından, sökümüne, her konuda, birlikte çalışmanın keyfine vardık. Benzer bir hazzı, onu arkadaşlarıyla ilişki içinde izlediğimde de hissediyorum. Birlikte büyüyorlar. Giderek daha fazla şey paylaşıyor ve bize daha az ihtiyaç duyuyorlar. Karşılıklı alışveriş içerisindeler, bilgi, deneyim, eğlence... Onları izlemek güzel.
Denizle nasıl paylaşıyorum?
Kendimi yorgun hissettiğim için olsa gerek, bu yaz, geçmiş yıllara nazaran evde daha çok vakit geçiriyoruz. Telaştan, koşturmadan uzak, sakince dinlenmenin, evde kalmanın keyfini çıkarıyoruz. Deniz'in de evde olmaktan, oyuncaklarıyla oynamaktan hoşnut olduğunu görüyorum. Birliktelik yalnızca oyun ve evde sinema keyfinden ibaret değil. Ev işleri ve evde düzenin korunması konularında da işbirliği içindeyiz.
Deniz'in geri bildirimi ne?
Deniz, elinden gelen katkıyı, uyum içinde, doğallıkla sunuyor. Herkesten bu katılımcılığı bekliyor ve dile getiriyor.
Sonrası ile ilgili ne düşünüyorum?
Sosyal medya hesaplarımı kapattım. Okumak, üzerinde çalışmak istediğim yığınla alan var. Okulların açılmasıyla beraber bu alanlara eğilmeyi, ilerleyen yıllarda verimlerini almayı umuyorum.
Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Şefkatli Anne Günlüklerini yazmak benim bir ebeveyn olarak yüzümü çevirdiğim, yürüdüğüm yönü, niyetimi işaret ediyor. Bu niyeti biraz daha açmak gerekirse, bir anne olarak kızıma sınırlar çizmek, o sınırlar içinde duygularının ve ihtiyaçlarının farkında, kendi seçimlerini yapan, bu seçimleri yaparken etik değerleri gözeten, eylemlerinin sorumluluğunu alan bir insan evladı yetiştirmek istiyorum. Bu günlükleri yazmak, bana niyetim üzerine düşünme, beni zorlayan çatışma anlarında niyetimle uyumlu stratejiler geliştirme fırsatı tanıyor. O yüzden yazmaya devam...
Eski Günlüklere aşağıdan ulaşabilirsinizŞefkatli Anne Günlüğü 1Şefkatli Anne Günlüğü 2Şefkatli Anne Günlüğü 3 Şefkatli Anne Günlüğü 4Şefkatli Anne Günlüğü 5Şefkatli Anne Günlüğü 6 Şefkatli Anne Günlüğü 7Şefkatli Anne Günlüğü 8 Şefkatli Anne Günlüğü 9 Şefkatli Anne Günlüğü 10 Şefkatli Anne Günlüğü 11Şefkatli Anne Günlüğü 12Şefkatli Anne Günlüğü 13Şefkatli Anne Günlüğü 14Şefkatli Anne Günlüğü 15Şefkatli Anne Günlüğü 16Şefkatli Anne Günlüğü 17
Şefkatli Anne Günlüğü 18
Şefkatli Anne Günlüğü 19
Şefkatli Anne Günlüğü 20
Şefkatli Anne Günlüğü 21
Şefkatli Anne Günlüğü 22
Şefkatli Anne Günlüğü 23
Published on September 02, 2018 02:15
August 31, 2018
ASFALTA ÇARPAN KAFALAR
...Sağ taraftaki, yani üst çene kemiğimin sağındaki son iki azı dişinin arasında kendimi bildim bileli lanet bir boşluk vardı ve bir süredir ne yesem oraya takılıyordu. Sonunda dişim çürüdü vekatlanılmaz bir ağrı başladı. Anibal rasgele bir dişçiye gidemeyeceğimi söyledi; çünkü kadınlardan sonra en fena insanlar dişçilermiş. Cebinden bir kartvizit çıkardı ve, Korelidir, ama iyidir, dedi. Benim için hemen o öğleden sonra sonraya randevu aldı. John Sohn genç gösteren bir adamdı, yaşıtım olabileceğini düşündüm ama Korelilerin yaşını kestirmek zordur. Ağzımı uyuşturdu, iki dişimi oydu ve açtığı delikleri bir macunla kapladı. Bütün bunları yüzünde bir gülümsemeyle, bana hiç acı çektirmeden yaptı. Onu gözüm tuttu, hatta bir ara asfalta çarpan kafa resimleri yaptığımdan bahsettim. John Sohn, bir an suskunlaştı, kendisi için bir aydınlanma ânıydı bu, ardından Ben de tam böyle bir şey arıyordum işte, dedi. Beni şu hakiki Kore lokantalarından birine götürdü. Yani turistik olmayan bir Kore lokantasına, hani girişindeki gösterişsiz küçük kapının ardında müthiş bir Koreliler diyarı barındıran şu mekânlardan birine. Masalar geniş ve yuvarlaktı, her masada en fazla iki kişi vardı, menü Koreceydi, garsonların da müşterilerin de tamamı Koreliydi. John Sohn benim için geleneksel bir yemek seçti ve nasıl hazırlamalarını istediğini garsona ayrıntılı bir biçimde açıkladı. John Sohn, bekleme odasına asmak için devasa bir tablo yaptırmak istediğini söyledi. En önemli kısmın dişler olduğunu söyledi. Fikri ilgimi çekmişti. Bir anlaşma önerdim: Ben onun istediği tabloyu yapacaktım, o da benim dişlerime çekidüzen verecekti. Tabloyu neden istediğini açıklamaya koyuldu, hastaları arasında nasıl ses getireceğinden ve reklam kavramının kendi kültüründeki öneminden bahsetti.
"Asfalta Çarpan Kuşlar"
Ağızdaki Kuşlar
Samantha Schweblin
Can Sanat Yayınları
Öykü
"Asfalta Çarpan Kuşlar"
Ağızdaki Kuşlar
Samantha Schweblin
Can Sanat Yayınları
Öykü
Published on August 31, 2018 13:49
August 27, 2018
Eyüp Tosun ile söyleşi
“Beni heyecanlandırmayan metin kimseyi heyecanlandırmaz”
Öykülem dergisinin emektarlarından Eyüp Tosun’un ilk öykü kitabı Kör Islıkyayımlandı. Tosun ile yazın yolculuğu, öykü anlayışı ve ilk göz ağrısı üzerine konuştuk. Seni ilk kez Algadon Edebiyat’ta yayımlanan “Kitapsız Öykücü Söyleşileri” ile tanıdım. Kör Islık’ta da yer alan “Annemin Kaderi” adlı öykünün Notos Öykü’de yayımlanmasının ardından gerçekleştirilen söyleşide öykün yayımlandıktan sonra mevcut öykü dosyanı sildiğini söylüyordun. Sancılı bir yazın sürecin olduğunu söyleyebilir miyiz? Yazmaktan çok silmek, paylaşmaktan çok bekle(t)mek ile daha ilgili gibisin. Bu konuda neler söylemek istersin? O zamanlar henüz bir dosyam yoktu ama dört tane öykümü sildim. Nedenini bilemediğim bir korku ve heyecana kapılmıştım. Kesinlikle belirttiğin gibi. Yazdığım bir şeyi çok uzun süre bekletiyorum. Tekrar okuduğumda beni heyecanlandırırsa çalışmaya başlıyorum ama bir şey hissetmezsem direkt siliyorum. Çünkü beni heyecanlandırmayan metin kimseyi heyecanlandırmaz.
Kör Islık ’ta farklı öykü konuları, kişileri, mekânlar var değişmeyen şey ise anlatanın kalıbına uymaya gösterdiğin özen. Bu konu üzerinde düşündüğün, çalıştığın belli. Öykü yazarken en çok nelere dikkat edersin? Bir kere sırf yazmak için oturmam hiçbir zaman. Yani belirli bir saatim yoktur. Buna inanmam da. Kafamda gezinen hikâyeler vardır. Sürekli onları düşünürüm. Öncelikle kafamda bitiririm. Ne anlatacağımdan ziyade onu nasıl anlatacağıma kafa yorarım. Hesap kitap yapmam ama bir matematiği sürekli gözetirim. Öykü yazarken dikkat ettiğim çok şey var ama sanırım en zevk aldığım kısım sonlar. Çoğu zaman sonucu kafamda kurarım ve beni ona götüren heyecan zinde tutar.
Öykülerinde toplumsal haksızlıklar, sosyal adaletsizliklere yer veriyorsun. Bir öykünde anlatıcına şöyle dedirtiyorsun nitekim: “Sessizce kabul edilmek zorunda bırakılan her şey insan için zulümdü. Paşa her fotoğraf çekişinde bir sene yaşlandı. İnsan, zulmü görünce birçok şey yapmak geçer içinden. Çoğunu yapamaz. Bu, böyledir.” Öykünü “Yermi, insanlığın vicdanıydı. Ne ölüyor ne de yaşadığını belli ediyordu” sözleriyle ilerletiyorsun. Sessizce kabul edilmek zorunda bırakılan her şey kalemini dürter mi?Çok fazla içselleştirdiklerim dürter diyeyim. Çoğuna aldırmadan yaşamayı öğreniyorsun ama bazıları gölge gibi, nefes gibi hep hatırlatıyor kendini. Son yıllarda güncel ve yakıcı olayların hemen akabinde yayımlanan derlemelere rastlıyoruz. Hiç ısmarlama öykü yazdın mı? Bu konudaki görüşün nedir? Yazmadım. Ben normal olarak da çok az ve geç yazan biriyim. Bu tarz derleme öykülerden çok az beğendiğim oluyor. Zaman ve konu olarak kısıtlanmak yaratıcılığı ve metnin özgünlüğünü etkiler diye düşünüyorum.
Kör Islık ne hakkında, kitaptan iki alıntıyla anlat deseler şu cümlelerini ödünç alırdım. “İnsanlar yükseklere çıktıkça kirleniyordu her şey, haliyle de alçaktakilere kir kırıntıları saçılıyordu.” (“Kırşehir Amour” adlı öyküden)“İnsanın çabası, kahrına avuntu olmuyordu.” (“Çörek Otu” adlı öyküden) Seni yakalayan cümle/ler olması mutlu etti beni.
Aynı zamanda Öykülem’in yayın kurulundasın. 11 sayı hazırladıktan sonra, dergiye gönderilen öykülerin niceliği ve niteliği üzerinden bir değerlendirme yapacak olursan sana göre günümüz öyküsünün en büyük problemi ve en umut vaat eden yanı nedir?En büyük problem okumamak. İyi bir okur olmadan asla iyi bir yazar olunmaz. İlk öyküden başlayarak her dönemin en azından öne çıkan isimleri, kitapları okunmalı. Böylelikle her öykü yazan, kendine yakın ismi bulacak. Ve ona bakarak eksikliklerini görecek. Bir diğer problem acelecilik. Yazdıkları hemen beğenilsin ve yayınlansın istiyor çoğu. Kendilerince haklılar, ama aceleci davranmanın, bunu bir hırs hâline getirmenin faydası değil zararı vardır. Daha çok problem var tabii ama uzatmayayım. Umut vaat eden şeylere gelince, çok genç yaşta güzel öyküler yazanlar var. Bu çok sevindiriyor bizi.
Kör Islık ’ı en çok kim okusun isterdin? Bilmem. Düşündüm şimdi, gelmedi aklıma kimse.
Kitap yayımlanalı henüz çok kısa bir zaman geçti ama âdettendir soralım. Masada neler var? İnanır mısın hiçbir şey yok! Tek cümle dâhi yok.
* Bu söyleşi 21 Nisan 2018 tarihinde Mevzu Edebiyat'ta yayımlandı.
Published on August 27, 2018 02:42
Mevzumuz Öykü: Tekgül Arı ile söyleşi*
“Öykünün tutumluluğu sadece sözcükler içindir”
Öykü ne değildir?Öykü geveze değildir, teknik mi, hiç duymasın bu sözü, sonra kırılır, bırakıp gider sizi. Öykü, oldukça hassastır, az sözcük ve kısıtlı sayıda karakterle çok şey anlatır. Ânı yaşar, ancak zamanı anların içerisinde geriye, ileriye giderek cömertçe genişletir. Öykünün tutumluluğu sadece sözcükler içindir. Anlaşılmak gibi bir kaygısı yoktur. Çünkü bıraktığı boşlukların içerisinde gerekli ipuçlarını vermesini bildiği gibi okuyanı da içine çekme, hatta yeni bir karakter olarak öyküye katma becerisine sahiptir.Edebiyat üzerinden akrabalık kurduğunuz bir şairin en sevdiğiniz şiirinden iki ya da üç dizeyi bizimle paylaşır mısınız?ah! bir perdenin asılışının benden aldığı gökyüzüdürbana düşen terk edilmiş bir merdivenden inmek(Yeniden Doğuş / Furuğ)
Atmosfer, bir betimlemeler zinciri değilse, nedir?Betimleme mi atmosferi kapsar yoksa atmosfer mi betimlemeyi? Bu sorunun cevabını veren bir yazar var mıdır? Atmosfer bana göre dildir. Dilin kuruluşu, sesi ve ritminin ayarıyla yükselir, düşer, yükselir…Betimleme de tadıtuzu olur.Öykücü, çağının tanığı olmalı mıdır? Böyle bir kural yok elbette. Yazar özgür olmalı her zaman. Fakat etrafında bombalar patlarken, parçalanmış cesetler oraya buraya saçılırken, ırklar üzerine oyunlar oynanırken, savaşlar sürerken bir yazar bütün bunlara sırtını nasıl dönebilir ki? Mutlaka öyküsünün bir yerine sızacaktır diye düşünürüm.Ancak ülkemizde yazarın çağına tanıklığıyla ilgili öyküler mimetik sanatlar kategorisindeymiş gibi değerlendirilerek edebiyattın içinden bir dönem uzaklaştırılmaya çalışıldı. Elbette bunun gizil bir yanıvardı. Baskıcı İktidarların hedefi olan içine kapanmış, birbirinden kopuk bireyler sayesinde toplumsal kontrolü sağlarken, bu zihniyete göre hareket eden edebiyat kanonu da toplumdan kopuk öykülerin yazımını önceleyerek yazarın yazma özgürlüğüne bir şekilde ket vurmuş oldu. Oysa varoluşçuluk tam anlaşılsaydı,çağın tanıklığını ayrı bir yerde tutmayıp dengeyi kurmuş olacaktık ve yazarın tanıklığıyla bugünkü durumları daha iyi değerlendirebilecektik. Simone de Beauvoir, Albert Camus, Paul Sartre, Franz Kafka gibi yazarlar varoluşçuluk içinde eserler verirken toplumsal sorunlara oldukça duyarlı yaklaşmışlardı. Ernest Hemingway, “... bazen bir öyküye başlayıp da tıkandığımda ateşin önüne oturur ve küçük portakalların kabuklarını ateşin ucuna doğru sıkıp yanarken çıkardıkları mavi alevleri izlerim. Ayağa kalkar, Paris'in çatıları üzerinden bakarak: ‘Endişelenme. Nasıl her zaman yazdıysan şimdi de yazacaksın. Tek yapman gereken doğru bir cümle yazmak.Bildiğin en doğru cümleyi yaz,’ diye düşünürüm,” diyor. Yazarken tıkandığınızı hissettiğinizde bildiğiniz en doğru cümleyi hatırlamak için nelere başvurursunuz?Öykü yazarken tıkanırsam hemen bırakırım o öyküyü. Fikir istediği kadar çarpıcı ve güzel olsa da zorlamam kendimi. Zorlasam bile o öykü kendini yazdırmamak için diretecektir. Benim hiperaktifbir düş dünyam var. Yenisi muhakkak gökyüzüne bakarken, bir müzik eserini dinlerken, yemek pişirirken, çayımı yudumlarken zihnime kuruluverir. Açıkçası ben öyküyü değil öykü beni buluyor.Dil amaç mıdır, araç mı? Dil her şeydir. Sesiyle, müziğiyle, mimikleriyle, sembolleriyle çokluğun içinde “bir” olan şeydir.Öykücü, bir hikâye kahramanı yarattığında onu pek çok özelliğiyle var etme lüksüne sahip değil. Onu bir âna, küçük bir kesite sığdırmakla yetinmek durumunda. Buna itiraz eden, kendi hikâyesini uzun uzun anlatmak isteyen, sizi yazı masasına geri çağıran bir öykü kahramanınız oldu mu?Ah! Olmaz olur mu? Gevezelik yapmak isteyen karakterlerimin öyküleri romana evriliyor sonunda. Yazdığım iki öykü bu nedenle roman oldu. Öykülerim üstünde baskı kurmak istemem. Düşünün bir karakterin peşi sıra gitmek, ya yarı yolda kalmak ya da yolu tamamlamadan boş dönmek. Öykü yazmak müthiş bir macera bana göre.Bu yüzden kalemi de seçimi de öyküye bırakıyorum. Lüksüne düşkünse yapacak bir şey yok. İlhan Berk “Anlam ve Anlamı Aşmak” başlıklı yazısında, “Anlamı aşmak, her iyi şiirin neredeyse asıl sorunu olmuştur. Bu da disiplinler zincirini kırmakla başlar,” diyor. Buradan yola çıkarak soruyorum. Anlamı aşmak iyi öykünün de meselesi midir? Anlamı sarsıntıya uğratan, anlamı aşma konusunda size cesaret ve ilham veren, sizi özgürleştiren yazar/şair/metinleriniz hangileridir?Son yıllarda öyküde dili ve biçimi aşma çabaları yanında özellikle avangarthareket tarzına bir yönelim var. Geleneksel olanın karşısında duran birçok öykücü klasik anlatım biçimlerinden uzaklaşarak daha özgürlükçü yazıyorlar. İlhan Berk’in şiir için “disiplinler zincirini kırmakla başlar” sözünü öykü klasik yapıyı kırarak yapmaya çalışıyor zaten. Ancak şiir gibi anlamı aşmak ister mi? Öykü şiire göz kırpar ama şiir ona pek yüz vermez.Bazı şairler anlamı aşma çabasındalar farkındayım. Ancak sözcükleri yan yana dizmekle olmuyor. Hadi oldu diyelim bu kez de duygu eksik kalıyor. Ben içime işleyecek şiirin duygusunu da yakalamak isterim.Bana cesaret ve ilham veren birçok şair ve yazarım var. Birini yazsam diğerini yazmasam önce benim gönlüm kırılır. Ama iç sesim Sevim Burak, Leyla Erbilve DidemMadak diyor ille de. Ah! Unutmadan Eduardo Cadava “Işık Sözcükleri”, Walter Benjamin üzerine yazılmış. Beni etkileyen bu kitabı epeydir başucumda tutuyorum. Kim konuşuyor burada? Öyküde "ben" kimdir? Öykücü metnin neresindedir?Öyküde “ben” bir karakterdir. Öykücü olsa olsa karakterlerin yerine geçen bir oyuncu ya da bir izleyicidir sadece. Ama okuduğum bazı kitaplarda. “Ben” anlatıcı öyküler boyunca karakterler değişiyor, yer, zaman, mekân değişiyor ama her öykü tek bir sesle ilerliyor. Üstelik kasaba, köy ve şehirleri dolaşıyor başkarakter. Herkes başkarakterin sesiyle bilge bilgekonuşuyor: O zaman da şunu düşünüyorum öykücü bir ses yakalıyor, her yeni öykü için ses oluşturmak için zahmete girmiyor. Çok sıkılıyorum öyle kitapları okurken. Çok afili sözler ya da değişik bir kurgusu varsa ya da çok övülmüşse kitap, o zaman ara vere vere okuyorum. Üzerine notumu da düşüyorum. “Eserin ilk hâli bok gibidir” demiş Ernest Hemingway.İlk taslak ortaya çıktıktan sonra, yazarını bekleyen zor görevdir, yeniden yazmak, bozmak, kulağı tırmalayan, fazladan anlatılmış, gereksiz ayrıntıları silmek, beklemek, metne defalarca yeniden dönmek... Hiç bitmeyecek gibi görünen yeniden yazma süreci sizin için ne zaman biter? Dergilerde yayımlanan öykülerinizi kitaba alırken ya da kitapların sonraki baskılarında herhangi bir değişiklik yapar mısınız? Bu konuda neler düşünüyorsunuz?Ben trans halinde yazıyorum ve öykü bittikten sonra akılla dönüp baktığımda metin sorunluysa, özellikle sesini bulamamışsa onu bir kenara atıyorum. Bazen senelerce bakmadığım oluyor o metne. Yeniden yazamıyorum aynı öyküyü. İstesem de yazamam, çünkü yeni bir öykü zihnimi sarmış oluyor. Ancak yazdığım öykü bir kıvama gelmişse, demlenme sonrası hâlâ beni etkiliyorsa uzun bir ince işçilik dönemim oluyor. Bazen de ince işçilik döneminden sonra bile içinde beni rahatsız eden ama bulamadığım bir şeylerin hissine kapılıyorsam,onu yıllarca beklettiğim de oluyor. Bir öyküyü altı yıl beklettim, hislerimde yanılmadığımı da gördüm. Dergilerde yayımlanmış öyküleri kitaba alacaksam, üzerinde yeniden derin bir çalışma yaparım. Değişiklik yapmam gerekiyorsa sevinçle yaparım. Aynı şey kitaplarım için de geçerli. Elbette öykünün özünü bozarak yapmam bunu. Özü bozuluyorsa zaten başka bir öykü olmuştur.
* Bu söyleşi 17 Mayıs 2018 tarihinde Mevzu Edebiyat'ta yayımlanmıştır.
Published on August 27, 2018 02:35
August 17, 2018
MERAKLI BAHÇE*
Peter Brown’un yazıp resimlendirdiği, Sevin Okyay’ın İngilizce aslından çevirdiği, Hep Kitap etiketli “Meraklı Bahçe” ekoloji temalı bir çocuk kitabı. Kitabın ortaya çıkış hikâyesini Peter Brown şöyle anlatıyor: “Manhattan’ın batı yakasında eski, yükseltilmiş bir demiryolu vardır, adı da Highline’dır (Yüksek Hat). Trenleri onlarca yıl boyunca şehir sokaklarının çok yukarısından gümbürdeyerek geçti ama 1980’de Highline kapatıldı ve unutuldu. İnsanlarla trenler işe karışmayınca doğa da yeniden süsleme özgürlüğüne kavuştu. Yıllarla birlikte, paslı raylar ve çakıllar yavaş yavaş yerlerini yabani çiçeklerle ağaçlara bıraktı. Eğer bugün demiryoluna bakacak olursanız sokakların tepesinden ve binaların arasından kavisler çizen yemyeşil bir bahçe görürsünüz. Bir kaldırımdaki çatlaklardan fışkıran otlardan ya da tuğla bir duvara tutunmuş bir altınbaşak otu püskülünden tutun da terk edilmiş bir demiryolu boyunca dolanan bir çayıra kadar, doğa en akla gelmeyecek yerlerde gelişip serpilebilir. Bütün bunlar beni meraklandırdı: Ya tüm şehir doğayla gerçekten işbirliği yapmaya karar verse neler olurdu? O şehir nasıl değişirdi? Her şey nasıl başlardı?” “Meraklı Bahçe” işte bu sorunun cevabını arıyor.Her şey beton, tuğla ve çelikle örülü, herhangi bir bahçesi ya da yeşilliği olmayan, insanların evlerin içine kapandığı gri ve kasvetli bir şehirde başlıyor. Liam kentin sıra dışı sakinlerinden biri. Bu küçük oğlan, diğerlerinin aksine dışarıda zaman geçirmeyi, yürümeyi seviyor. Bir gün terk edilmiş tren yolunun oralarda raylara çıkan bir merdiven keşfediyor. Ne zamandır rayları yakından incelemek isteyen Liam, karanlık merdivenleri çıkıyor. Göz alabildiğince uzanan raylar dışında küçük bir alanda yabani bitkiler fark ediyor. Bitkilere yakından baktığında ölmek üzere olduklarını görüyor ve yardım elini uzatıyor. Liam iyi bir bahçıvan değil ama denemeye ve öğrenmeye devam ediyor. Bitkiler de bu ilgiden memnun. Canlanıyorlar ve daha ötesini merak ediyorlar. İlk keşfe çıkan küçük yabani otlar ve yosunlar oluyor. Diğer bitkiler de ardından… Havalar soğuduğunda Liam bahçesini ziyaret edemez hâle geliyor ama içindeki bahçıvanlık ateşi de sönmüyor. Bu dönemi bahçıvanlık bilgilerini arttırarak, yeni aletler geçiriyor. Kış bittiğinde bahçe bakımsız, bitkiler perişan… Ama güneşin ve Liam’ın yakın ilgisi sayesinde bahçe kısa sürede canlanıyor ve şehrin geri kalanını keşfe çıkıp yayılıyor. Bitkilerin istilası, şehrin güzelleşmesini, insanların dışarıda daha çok zaman geçirmesini ve yeni bahçıvanların ortaya çıkmasını sağlıyor. “Meraklı Bahçe” bize kent içinde, sınırlı toprağa sahip olduğumuzda bile bahçecilik yapabileceğimizi gösteren, çocukları bahçıvanlık yapmaya teşvik eden özel bir kitap. Çocukların bu konuya ilgisini çekebilmek şart çünkü insan nüfusunun büyük çoğunluğu kentlerde, beton, tuğla ve çelikle örülü evlerin içinde yaşıyor. Gıda ile ilişkileri tüketmekten ibaret. Çocuklar gıdanın sofralara gelene kadar geçirdiği yolculuktan bihaber yetişiyor. Manavlarda, marketlerde her mevsim, her ürünün bulunması hem mevsimsel döngüyü takip edememelerine hem de hasat edilene kadar verilen emeğin göz ardı edilmesine yol açıyor. Bu da bilinçsiz tüketim alışkanlıklarına, gıda israfına yol açıyor. Çocukların bu konudaki farkındalıklarını arttırmak için şehirlerin ve şehirlilerin tüketici konumundan çıkıp sınırlı da olsa üretici konumuna geçmesinin gerekliliğine inanıyorum. Sayısı giderek artan hobi bahçeleri, balkon bahçeciliği örnekleri, dikey saksılarla dar alanlarda dahi ürün yetiştirmenin mümkün olması bize şehirde de yapabileceğimiz şeyler olduğunu gösteriyor. Siz de bir yerden başlayın. Çocuklarınızın ilgisini hazır bahçıvanlığa çekmişken doymak için olmasa bile bir yerli tohumu çoğaltmak, onun hamiliğini yapmak için üretin.
Meraklı Bahçe Yazan ve resimleyen Peter Brown Çeviren Sevin Okyay Hep Kitap Çocuk Kitapları
* Bu yazı 7/2018 tarihinde Yeşil Gazete'de Çocuklar İçin Yeşil Kitaplar köşesinde yayımlanmıştır.
Published on August 17, 2018 00:05
Tuğba Gürbüz's Blog
- Tuğba Gürbüz's profile
- 1 follower
Tuğba Gürbüz isn't a Goodreads Author
(yet),
but they
do have a blog,
so here are some recent posts imported from
their feed.

