Tuğba Gürbüz's Blog, page 69
January 6, 2019
NASIL YAZIYORLAR? (13)
Yazarların yazma alışkanlıkları, okurun ilgisini çeken bir konu. Sevdiğim, sevmediğim, okuduğum, okumadığım tüm yazarların söyleşilerinde yazım, üretim aşamasına dair söylediklerini iştahla, ilgiyle okuyorum. Kurmacabiyografiler, web günlüğüm olduğuna göre, yeri geldikçe buraya da not düşebilirim. İşte on üçüncüsü: Ayla Kutlu
Dilimi seviyorum, ona saygı gösteriyorum, sözcüklerin anlamlarını algılamaktan, imgeleri sözcüklerin içine doldurmaktan hoşlanıyorum. Yalın, kısa cümleleri yeğliyorum. Yeni bir sözcüğün içeriği bana yeterli gelmiyorsa, dile daha önce girmiş sözcükleri yeğliyorum. Bunu yapmakta kendimi haklı buluyorum. Kurguya gelince: Sağlam bir kurgu, bir sanat yapıtının çok önemli, olmazsa olmaz koşuludur. Başarılı bir kurgu ancak çok okumakla kazanılan bir niteliktir. Kurgu; ana çatı, neden sonuç ilişkileri, açık sorulu bir yanın kalmaması ve kişilik özelliklerinin tam verilmesi; toplumsal katmandaki yerlerin, davranış, konuşma ve düşünce biçimleriyle koşut olması gibi, bir sanat yapıtının kemik yapısıdır. Bu kemik yapı ayakta durmayı, direnci sağlar. O yüzden çok önemserim. Roman yazarken, çok uzun süre çalışma gereğini duymamın bir nedeni de kurgudur. Kurguyu sağlam çatmazsanız, yapıtınız bir yerden sarkar, sözleri taşıyamaz, mantık bağları zayıflar... Bir romana "roman yazacağım," diye başlamazsınız. Çünkü romanda konunun sanıldığı gibi bir önemi yoktur. İnsanı algılatma düzeyi ve anlatım sistemi romanı iyi roman yapar. Anlatım sistemi... Bu deyimi gelişigüzel kullanmadım. Anlatım sistemini doğru kurmazsanız, öz ile biçim arasında uyuşmazlıklar oluşur. Somut bir örnek vermek isterim: üzerinde üç yıl uğraştığım Kadın Destanı, bütün ön çalışmalar -konu, tipler, kahramanlar, mekânlar, aman, yaşama koşulları gibi - hazır olmasına, yirmiden çok kez yazmaya başlamama karşın, anlatım sistemi oluşmadığı için yarım kaldı. Sistem, kurguya bağlı olarak özel bir dili gerektiriyordu. Daha önce yazılmış olan destanların mantığını da gerektiriyordu. Çağdaş bir yapıt için, eski yapıtların özünü algılamalıydım. İşte bunu gerçekleştirebildiğim zaman, sistemin kurulduğunu anladım. Sanatla uğraşmanın bir özgün yanı vardır: Bir şeyin olmadığını sezersiniz de neden olmadığını, ancak olanı bulduğunuz zaman çözebilirsiniz. Bunu bulamazsanız, sezginiz, yüreğinize kadar yürümüş bir diken gibi batar, durur. Başarırsanız diken erir, başaramazsanız... Dikenle yaşamayı öğrenirsiniz. Son olarak: Anlatmayı seviyorum. Anlatmak paylaşmak için söze ilk başlayan olmaktır. Söze birinin başlaması şarttır. Yoksa iletişimi nasıl kurabiliriz?
Kaynak: Bu yazı Kadın Destanı kitabı ön sözünden alınmıştır.
Dilimi seviyorum, ona saygı gösteriyorum, sözcüklerin anlamlarını algılamaktan, imgeleri sözcüklerin içine doldurmaktan hoşlanıyorum. Yalın, kısa cümleleri yeğliyorum. Yeni bir sözcüğün içeriği bana yeterli gelmiyorsa, dile daha önce girmiş sözcükleri yeğliyorum. Bunu yapmakta kendimi haklı buluyorum. Kurguya gelince: Sağlam bir kurgu, bir sanat yapıtının çok önemli, olmazsa olmaz koşuludur. Başarılı bir kurgu ancak çok okumakla kazanılan bir niteliktir. Kurgu; ana çatı, neden sonuç ilişkileri, açık sorulu bir yanın kalmaması ve kişilik özelliklerinin tam verilmesi; toplumsal katmandaki yerlerin, davranış, konuşma ve düşünce biçimleriyle koşut olması gibi, bir sanat yapıtının kemik yapısıdır. Bu kemik yapı ayakta durmayı, direnci sağlar. O yüzden çok önemserim. Roman yazarken, çok uzun süre çalışma gereğini duymamın bir nedeni de kurgudur. Kurguyu sağlam çatmazsanız, yapıtınız bir yerden sarkar, sözleri taşıyamaz, mantık bağları zayıflar... Bir romana "roman yazacağım," diye başlamazsınız. Çünkü romanda konunun sanıldığı gibi bir önemi yoktur. İnsanı algılatma düzeyi ve anlatım sistemi romanı iyi roman yapar. Anlatım sistemi... Bu deyimi gelişigüzel kullanmadım. Anlatım sistemini doğru kurmazsanız, öz ile biçim arasında uyuşmazlıklar oluşur. Somut bir örnek vermek isterim: üzerinde üç yıl uğraştığım Kadın Destanı, bütün ön çalışmalar -konu, tipler, kahramanlar, mekânlar, aman, yaşama koşulları gibi - hazır olmasına, yirmiden çok kez yazmaya başlamama karşın, anlatım sistemi oluşmadığı için yarım kaldı. Sistem, kurguya bağlı olarak özel bir dili gerektiriyordu. Daha önce yazılmış olan destanların mantığını da gerektiriyordu. Çağdaş bir yapıt için, eski yapıtların özünü algılamalıydım. İşte bunu gerçekleştirebildiğim zaman, sistemin kurulduğunu anladım. Sanatla uğraşmanın bir özgün yanı vardır: Bir şeyin olmadığını sezersiniz de neden olmadığını, ancak olanı bulduğunuz zaman çözebilirsiniz. Bunu bulamazsanız, sezginiz, yüreğinize kadar yürümüş bir diken gibi batar, durur. Başarırsanız diken erir, başaramazsanız... Dikenle yaşamayı öğrenirsiniz. Son olarak: Anlatmayı seviyorum. Anlatmak paylaşmak için söze ilk başlayan olmaktır. Söze birinin başlaması şarttır. Yoksa iletişimi nasıl kurabiliriz?
Kaynak: Bu yazı Kadın Destanı kitabı ön sözünden alınmıştır.
Published on January 06, 2019 07:15
NASIL YAZIYORLAR? (12)
Yazarların yazma alışkanlıkları, okurun ilgisini çeken bir konu. Sevdiğim, sevmediğim, okuduğum, okumadığım tüm yazarların söyleşilerinde yazım, üretim aşamasına dair söylediklerini iştahla, ilgiyle okuyorum. Kurmacabiyografiler, web günlüğüm olduğuna göre, yeri geldikçe buraya da not düşebilirim. İşte on ikincisi: Ayla Kutlu
Dilimi seviyorum, ona saygı gösteriyorum, sözcüklerin anlamlarını algılamaktan, imgeleri sözcüklerin içine doldurmaktan hoşlanıyorum. Yalın, kısa cümleleri yeğliyorum. Yeni bir sözcüğün içeriği bana yeterli gelmiyorsa, dile daha önce girmiş sözcükleri yeğliyorum. Bunu yapmakta kendimi haklı buluyorum. Kurguya gelince: Sağlam bir kurgu, bir sanat yapıtının çok önemli, olmazsa olmaz koşuludur. Başarılı bir kurgu ancak çok okumakla kazanılan bir niteliktir. Kurgu; ana çatı, neden sonuç ilişkileri, açık sorulu bir yanın kalmaması ve kişilik özelliklerinin tam verilmesi; toplumsal katmandaki yerlerin, davranış, konuşma ve düşünce biçimleriyle koşut olması gibi, bir sanat yapıtının kemik yapısıdır. Bu kemik yapı ayakta durmayı, direnci sağlar. O yüzden çok önemserim. Roman yazarken, çok uzun süre çalışma gereğini duymamın bir nedeni de kurgudur. Kurguyu sağlam çatmazsanız, yapıtınız bir yerden sarkar, sözleri taşıyamaz, mantık bağları zayıflar... Bir romana "roman yazacağım," diye başlamazsınız. Çünkü romanda konunun sanıldığı gibi bir önemi yoktur. İnsanı algılatma düzeyi ve anlatım sistemi romanı iyi roman yapar. Anlatım sistemi... Bu deyimi gelişigüzel kullanmadım. Anlatım sistemini doğru kurmazsanız, öz ile biçim arasında uyuşmazlıklar oluşur. Somut bir örnek vermek isterim: üzerinde üç yıl uğraştığım Kadın Destanı, bütün ön çalışmalar -konu, tipler, kahramanlar, mekânlar, aman, yaşama koşulları gibi - hazır olmasına, yirmiden çok kez yazmaya başlamama karşın, anlatım sistemi oluşmadığı için yarım kaldı. Sistem, kurguya bağlı olarak özel bir dili gerektiriyordu. Daha önce yazılmış olan destanların mantığını da gerektiriyordu. Çağdaş bir yapıt için, eski yapıtların özünü algılamalıydım. İşte bunu gerçekleştirebildiğim zaman, sistemin kurulduğunu anladım. Sanatla uğraşmanın bir özgün yanı vardır: Bir şeyin olmadığını sezersiniz de neden olmadığını, ancak olanı bulduğunuz zaman çözebilirsiniz. Bunu bulamazsanız, sezginiz, yüreğinize kadar yürümüş bir diken gibi batar, durur. Başarırsanız diken erir, başaramazsanız... Dikenle yaşamayı öğrenirsiniz. Son olarak: Anlatmayı seviyorum. Anlatmak paylaşmak için söze ilk başlayan olmaktır. Söze birinin başlaması şarttır. Yoksa iletişimi nasıl kurabiliriz?
Kaynak: Bu yazı Kadın Destanı kitabı ön sözünden alınmıştır.
Dilimi seviyorum, ona saygı gösteriyorum, sözcüklerin anlamlarını algılamaktan, imgeleri sözcüklerin içine doldurmaktan hoşlanıyorum. Yalın, kısa cümleleri yeğliyorum. Yeni bir sözcüğün içeriği bana yeterli gelmiyorsa, dile daha önce girmiş sözcükleri yeğliyorum. Bunu yapmakta kendimi haklı buluyorum. Kurguya gelince: Sağlam bir kurgu, bir sanat yapıtının çok önemli, olmazsa olmaz koşuludur. Başarılı bir kurgu ancak çok okumakla kazanılan bir niteliktir. Kurgu; ana çatı, neden sonuç ilişkileri, açık sorulu bir yanın kalmaması ve kişilik özelliklerinin tam verilmesi; toplumsal katmandaki yerlerin, davranış, konuşma ve düşünce biçimleriyle koşut olması gibi, bir sanat yapıtının kemik yapısıdır. Bu kemik yapı ayakta durmayı, direnci sağlar. O yüzden çok önemserim. Roman yazarken, çok uzun süre çalışma gereğini duymamın bir nedeni de kurgudur. Kurguyu sağlam çatmazsanız, yapıtınız bir yerden sarkar, sözleri taşıyamaz, mantık bağları zayıflar... Bir romana "roman yazacağım," diye başlamazsınız. Çünkü romanda konunun sanıldığı gibi bir önemi yoktur. İnsanı algılatma düzeyi ve anlatım sistemi romanı iyi roman yapar. Anlatım sistemi... Bu deyimi gelişigüzel kullanmadım. Anlatım sistemini doğru kurmazsanız, öz ile biçim arasında uyuşmazlıklar oluşur. Somut bir örnek vermek isterim: üzerinde üç yıl uğraştığım Kadın Destanı, bütün ön çalışmalar -konu, tipler, kahramanlar, mekânlar, aman, yaşama koşulları gibi - hazır olmasına, yirmiden çok kez yazmaya başlamama karşın, anlatım sistemi oluşmadığı için yarım kaldı. Sistem, kurguya bağlı olarak özel bir dili gerektiriyordu. Daha önce yazılmış olan destanların mantığını da gerektiriyordu. Çağdaş bir yapıt için, eski yapıtların özünü algılamalıydım. İşte bunu gerçekleştirebildiğim zaman, sistemin kurulduğunu anladım. Sanatla uğraşmanın bir özgün yanı vardır: Bir şeyin olmadığını sezersiniz de neden olmadığını, ancak olanı bulduğunuz zaman çözebilirsiniz. Bunu bulamazsanız, sezginiz, yüreğinize kadar yürümüş bir diken gibi batar, durur. Başarırsanız diken erir, başaramazsanız... Dikenle yaşamayı öğrenirsiniz. Son olarak: Anlatmayı seviyorum. Anlatmak paylaşmak için söze ilk başlayan olmaktır. Söze birinin başlaması şarttır. Yoksa iletişimi nasıl kurabiliriz?
Kaynak: Bu yazı Kadın Destanı kitabı ön sözünden alınmıştır.
Published on January 06, 2019 07:15
January 4, 2019
Karin Karakaşlı ile söyleşi*
“Çocuk edebiyatı benim için gerçek anlamda bir okul ve hiçbir dersi kaçırmıyorum”
Uçan Kız Volante kitabınızı çocukluğunuza ithaf etmeniz aklıma Lee Weatherly’nin çocuklar için yazmak konulu bir tavsiyesini getirdi. Şöyle diyor Weatherly: Çocuklar için yazacaksanız çocukluğunuzu hatırlamalısınız. Dışarıdan gözlem yaparak, çocukları izleyerek yazmaya çalışmak yetmez. Çocuk olmayı yeniden içinizde hissetmelisiniz. Oyun oynamayı yeniden keşfedin. Ormanda sessiz yürüyüşler yapın ve etrafa çocuk merakıyla bakın, sorular sorun: “Neden?” “...olursa ne olur?” Çocuk kitapları yazmanın çocuk sahibi olmakla pek ilişkisi yok. Bütün mesele o duyguları içinde hissetmek ve sonra da yazmak. Çocuklar için yazmak sizin için de benzer bir deneyim mi?Kesinlikle öyle. Kardeşim yok. Dolayısıyla çocukken, hâlâ mahallede oynayabilen o mutu kuşağa ait olsam da geceleri yalnızdım. Hayali arkadaşlarım Unubli ve Kolunkbank’la saatler süren maceralarımı, resimleri olmayan bir kitapta iki satır arasındaki o incecik boşlukta gözümün önünde canlanan resimlerle birlikte bulunduğum odadan ve günden nasıl da bağımsızlaştığımı keşfettiğim o ilk ânı hiç unutmadım. Çocuk kitapları yazarken kendi çocukluğumu yardıma çağırıyorum. Yaşımı unutmak, bir çocuğun diline, hislerine ve düşünüşüne dönmek tadabileceğim en büyük mutluluklardan biri gibi geliyor. O mutlulukla yazıyorum kitapları.
Çocuklar için yazarken nasıl bir ön hazırlık yapıyorsunuz? Hikâye nasıl uç veriyor? Duygu ve temayı önceden belirliyor musunuz? Sadece çocuk edebiyatında değil, her kitabımda uzun süreli bir hazırlık dönemine ihtiyaç duyuyorum. Kahramanlara ve kurguya dair genel bakış, kimi bölümlerin ismi, hangi karakter tarafından anlatılacağı, zaman, mekân, dış görünüş ve ruh haline ilişkin ayrıntılar el yazısıyla tuttuğum notların başında geliyor. Henüz yazılmamış o kitabın içinde kalıyorum. Yazmaya başladığımda ise artık hiç ara vermeden bütün yapıyı akıtmam gerekiyor. Her yazar için bu süreç farklıdır. Kimi yazar paragrafları, belli bölümleri yeniden gözden geçirir, tamamen bozup sil baştan kurabilir. Benimse su gibi akmam gerekiyor. O yüzden hazırlık dönemini uzun tutuyorum.Çocuklar için yazarken ise bütün bunlara ek olarak, kurguda minik okurları rahatsız edecek herhangi bir boşluk olmamasına, dilin anlaşılır yalınlığına, bölümlerin sıralanışına, diyalogların sahiciliğine ve elbette hikâyenin samimiyetine dikkat ediyorum. Bu anlamda çocuk edebiyatı benim için gerçek anlamda bir okul ve hiçbir dersi kaçırmıyorum.
Volante’nin kaçışı sırasında havaalanında karşılaştığı yetişkinler, ona nasıl davranması ya da düşünmesi gerektiğini söylemiyor. Kurulan eşit ve özgür ilişki sayesinde hem Volante kendini büyümüş hissediyor, hem de hikâyenin anlamı okurun kalbine daha çok etki ediyor. Bu, yazarken gözettiğiniz bir unsur mu?
Evet, bunu özellikle gözettim. Yetişkinler genelde çocuklarla konuşurken didaktik cümleler kurma eğiliminde olur. Neyi ne zaman nasıl yapmaları gerektiği konusunda çocuklara sürekli uyarılar ve açıklamalarda bulunulur. Ya da tam tersi bir şekilde bebek diliyle konuşmalara rastlanır. Çocuklar bunların hiçbirinden hoşlanmıyor. Onlar yetişkinlerden farklı değil, dünya üzerinde geçirdikleri zamana bağlı olarak daha az deneyime sahip ama yetişkinliğin kalıp ve maskelerini kuşanmadıkları için de çok açık kalpli ve özgün varlıklar. Kendisine gerçek bir saygı ve sevgi ile yaklaşıldığını hisseden bir çocuğun size sunabilecekleri büyüleyici bir deneyim. Oyunun güzelliğini, şaşırmanın keyfini, keşfetmenin heyecanını hatırlamak hepimiz için çok özel bir hediye. Bunun içinse sınırlara saygı ve anlayış içeren karşılıklı bir güven tesisi şart. Elbette çocukları kendi güvenlikleri açısından bilgilendirmek, deneyimleri paylaşmak, onların başlarına gelen her şeyi anlatabilecekleri sıcaklığı sağlamak çok önemli. Ama Uçan Kız Volante’nin en önemli meselelerinden biri “Yabancıya güvenilmez” gibi sınırlayıcı ve tekinsizlik uyandırıcı bir genelleme yerine, kendisine kimin iyi ya da kötü geleceğini anlayabileceği bir donanım sunmanın önemini kavratmak. Biz tanışana kadar herkes yabancıdır. Dolayısıyla aşırı korumacılığın yaratacağı tutukevine yenik düşmeden, sağlam ve sağlıklı ilişkiler kurabilen çocukların mutluluğunu hatırlatmak ve bu mutluluğu onlara bahşedebilmemiz için yapabileceklerimizi düşünmek, bunları paylaşmak istedim.
Uçan Kız Volante nesillerarası iletişime de dikkat çeken, her neslin birbirinden öğreneceği çok şey olduğunu gösteren sıcacık bir hikâye sunuyor okura. Nesillerarası iletişimin sizin çocukluk anılarınızdaki yeri nedir?
Çocukluğumdan beri yaşlılarla çok özel bir bağım oldu. Deneyimlerin gücüne hep inandım ve yakınına oturup sohbet ettiğim büyüklerden, onların kâh gülümseyip kâh hüzünlenerek anlattıkları hikâyelerden çok şey öğrendim. Anneannesiyle aynı odada yatan, anlattıklarıyla onu kahkahalara boğan bir çocuktum. Bu sıcaklığı hiç unutmadım. Halen de en büyük mutluluğum, bu dünyada daha farklı zamanlara tanıklık etmiş eski kuşakların aslında her daim geçerli olan o güzelim hikâyelerini paylaşmak. Çocukların ve yaşlıların birlikte zaman geçirmelerini, toplumsal normların dayattığı yaş faşizmini yenmesi açısından da çok önemli ve gerekli buluyorum.
Massimo sayesinde ailesiyle paylaştığı sayısız sıcak anları hatırlayan Volante’nin öfkesi uçup gider. İstese de onların ilgisizliğine dair hikâyeyi zihninde diri tutamaz. Bu, her yaştan okura sunduğunuz en önemli hediye kanımca.Volante’nin isyanı aslında yeterince sevilip önemsenmediğine ilişkin kapıldığı korku ve güvensizlik. Ablası Tessa onun gözünde her şeyi sinir bozucu bir mükemmellikte kotarabilen örnek çocuk. Küçük kardeşi Paulo, şirinliğiyle herkesi fetheden bir yaratık. Ortanca Volante ise bu denklemde kendisini beklentileri yerine getiremeyen, hayallere daldığı için sürekli uyarılan bir fazlalık olarak hissediyor. Tatil için anneannenin evine doğru çıktıkları yolculuk sırasında ailesinin havaalanındaki telaş içinde bir an ona hiç bakmadan yerlerinden kalkıp salona doğru harekete geçmeleri son damla oluyor ve yanlarından uzaklaşıveriyor. Ancak o yalnız geçirdiği zaman içerisinde karşılaştığı insanlar aslında Volante’nin nasıl özel bir çocuk olduğunu ve ailesinin onu nasıl sevdiğini görmesini sağlıyor. O uyanış eşliğinde de endişeden deliye dönen ailesine dönüyor. Elbette aynı insan olmayarak. Çünkü herkes değişir ve dönüşür. Bu da hayatın biz canlılara sunduğu en büyük hediye.
Hikâyede en sevdiğim noktalardan biri, kavuşmanın ardından Tessa ile Volante’nin sohbeti ve birbirlerini yeni bir gözle görmeye başlamaları oldu. Bu sohbet sırasında Volante bir şeyi yapabildiği için kusursuz yapmakla tutkuyla yapmak arasındaki farkı öğreniyor ve Tessa’ya denemeye devam etmesini öneriyor. Bakmak ve görmek arasındaki fark, bu olsa gerek.Volante, havaalanında geçirdiği o kısacık ama uzun zamanda öğrendikleri eşliğinde, mükemmel varlık olarak gördüğü ablasının da kendi içinde yaşadığı güvensizlikleri fark ediyor. Şimdi artık her şey yerli yerine oturuyor sanki. Tıpkı o çizdiği resimler gibi. Kalbiyle görmeye başlıyor Volante ve dünya artık başka bir hale bürünüyor. Kendisiyle birlikte anlam kazanan bir gezegene...
Havaalanında tanıştığı yazar Eşlin ile yazışmalarında, küçük Volante’nin Eşlin’in hayatında da derin izler bıraktığını görüyoruz. Anlıyoruz ki yazar Eşlin hayatın akışı içinden hikâyeler yakalamakta çok mahir. Sizin yazarlık deneyiminiz nasıl? Gündelik olan, yazılarınıza ne oranda sızıyor?Hayattan çok beslenen bir insanım ben. Her ne kadar mutlulukla şaşıracağımız şeyler de azalsa da hayatın sunmaya muktedir olduğu mucizelerden hiç umudumu kesmedim. Varlığından heyecan duyduğum insanlar, görmeyi istediğim mekânlar, tesadüf gibi görünen ama aslında en derindeki arzularımıza denk gelen, enerjimizle yarattığımız karşılaşmalar, beklenmeyen iyilikler en karanlık zamanlarda bile devam etmemi sağladı. Hakikatten mahrum bırakıldığımız her ânı kaydetmek, suskunların, susturulmuşların sesini duyurmak ve hayal gücüm eşliğinde yeni dünyalar yaratmak üzere edebiyata sığındım. Bunu yaparken de edebiyatla hayatı, yazmakla yaşamayı birbirinden hiç ayırmadım. Hâlâ da böyle yapıyorum.
Volante’nin kaçışı, bilmeden gitmekle başlasa da, hem gidende, hem de gidilenlerde değişime yol açan bir inzivaya evriliyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?Her ayrılık gidende de kalanda da değişime yol açar. Hesapta giden, belli bir kararla harekete geçendir ama bazen de aslında kalabileceği bir yer olmadığı için gitmek zorunda kalmış olandır. Volante bu süreçte kendisini, resme olan aşkını, özgüvenini keşfederken ailesine karşı tepkisinin aslında korkularıyla tetiklendiğini anlıyor. Dahası, Volante sadece kendisi değişmekle kalmıyor, karşılaştığı her insanda da dönüşüme yol açıyor. Çünkü öğrenmek ve paylaşmak karşılıklı bir edimdir ve birlikte yaşandığında mucizeye dönüşür.
Uçan Kız Volante okurla buluşan son yapıtınız. Üzerinde çalıştığınız, okurla yakın zamanda buluşacak bir dosyanız var mı?Şimdilerde bir şiir dosyası üzerinde çalışıyorum. Tıpkı çocuk ve gençlik edebiyatı gibi, şiir de bana çok şey öğreten koca bir kâinat. Orada zaman ve mekândan bağımsız, dilin sınırlarını sonuna kadar zorlayarak, kelimelerin azlığında çoğalarak kendimi gerçek anlamda özgür ve tamamlanmış hissediyorum. Bir anlam buluyorum. Ve o anlamı aktarmaya çalışırken ulaşıp iyi geleceğim insanları düşlüyorum. Hayat bir süreliğine daha yaşamaya değer oluyor.
Uçan Kız Volante Yazan Karin Karakaşlı Resimleyen Merve Atılgan İlk kitaplar (2. sınıf, 3. sınıf, 4. sınıf)
* Bu söyleşi 22/12/2018 tarihinde Mevzu Edebiyat'ta yayımlandı.
Published on January 04, 2019 02:36
December 31, 2018
December 30, 2018
Philip Pullman'dan Yazar Adaylarına Öneriler
Fikirler yazarların aklına nasıl gelir?
Sanırım, bu soruyu on farklı yazara sorsanız, on farklı yanıt alırsınız. Çok eski zamanlarda ozanlar, ilham perisi olduğu düşünülen Musa'lara inanırlardı. Şiir, tragedya, dans ve diğer sanat dalları için toplam dokuz Musa olduğuna inanılırdı. Ozanlar ve müzisyenler, ilham vermesi için kendi Musalarına dua eder ya da belki kurban keserlerdi. Günümüzde hâlâ Musa'lara inananların olduğunu zannetmiyorum ama bir zamanlar insanların neden onlara inandığını anlayabiliyorum. Akla bir fikrin gelmesi gizemli bir olaydır; "ben yazarım" demeniz ille de yazacak bir fikir bulacağınız anlamına gelmez. Fikirler sanki dışarıdan bir yerlerden, karanlıktan, sebepsiz yere çıkagelir. Fakat hazırlıklı olmakta fayda var. İnsanlar bana fikirlerimin nereden geldiklerini sorduğu zaman onlara bazen şöyle derim: "Nereden geldiklerini bilmiyorum ama nereye geldiklerini biliyorum: Çalışma masamın üstüne geliyorlar ve ben orada değilsem gerisin geri dönüp gidiyorlar." Demek istediğim şu: "İster masa başında olun ister başka bir yerde, aklınıza iyi bir fikir geldiğinde hazırlıklı ve ne yapacağınızı biliyor olmalısınız." Okuldayken kriket oynadığım zamanlarda aklıma iyi fikirler gelirdi. Çünkü ne doğru dürüst atış yapabiliyordum ne de topu yakalayabiliyordum. Onun için de beni sahanın en uzak köşesine gönderirlerdi ve ben de orada yarı hayal âlemine dalmış, yarı oyuna dikkatimi vermiş halde vakit geçirirdim. Zaten galiba hayatımın büyük bölümünü bu şekilde geçirdim. Bazı yazarlar, akıllarına bir fikir gelir gelmez yazabilmek için yanında bir defter taşır. Bu yöntem sizin de işinize yarayabilir. Zaman zaman ben de denedim ama çok işime yaramadı çünkü bir öyküyle ilgili iyi bir fikir yakaladığımda o fikir zihnime yapışıp kalır, tıpkı kırlarda yürürken üstünüze başınıza takılan pıtraklar gibi. İstesem de ondan kurtulamam. Fikirler her yerden gelebilir. Okuduklarımdan pek çok fikir alırım; bir başka yazarın yazdıklarından ilham almakta hiçbir sakınca yoktur. Çoğumuz okuduğumuz bir yazıdan çok etkilendiğimiz için benzer bir yazı yazma isteğiyle başlarız bu işe. Sadece insanları seyretmek ve dinlemek bile aklınıza pek çok fikir getirir. Fakat aklınıza iyi bir fikir gelmesi yalnızca bir başlangıçtır. O fikirden yola çıkarak bir öykü kurgulamanız gerekir. Kimileri yazar olmak için gereken tek şeyin esinlenmek olduğunu düşünür. Hiç de değil! Pek çok kişinin aklına iyi fikirler gelir ama bunların pek azının gerisi gelir ve bir öyküye dönüşür. İşte sıkı çalışma bu noktada devreye girer. Ama sakın endişelenmeyin; düzenli ve sıkı çalışırsanız ve istediğiniz gibi yazamadığınızı hissettiğiniz anlarda bile yılmadan devam ederseniz Musa'nız sizi görecek, yeni fikirlerle size ilham verecektir. Ve yaşayacağınız en güzel duygulardan biri, haftalardır üzerine uğraştığınız sorunu çözmenizi sağlayacak fikrin aklınıza gelmesi olacaktır. Bunun ne olduğunu gerçekten de olabildiğini biliyorum ve Musa'lara bir açıdan hâlâ inanmamın nedeni de bu zaten. Öyle ya da böyle, ilham perilerine saygı duyuyorum.
Kaynak:Küçük İnsanlardan Büyük Sorular Hayli Mühim İnsanlardan Basit Cevaplar Derleyen Gemma Elwin Harris Çeviri Şiirsel Taş Domingo Yayınevi
Published on December 30, 2018 04:16
December 26, 2018
Andrew Clements'ten Yazar Adaylarına Tavsiyeler
Genç yazara verebileceğim en iyi tavsiye: Okumak. Ulaşabildiğiniz tüm iyi kitapları okuyun. İyi yazının nasıl göründüğünü ve hissettirdiğini öğrenin, dikkatinizi iyi yazının size nasıl hissettirdiğine ve nasıl düşündürdüğüne verin. Ve bir sonraki aşamaya geçin, yazarın kullandığı unsurları keşfetmeye çalışın. Bir kitapta olan her şeyin bir amacı olduğunu hatırlayın. Kelimeler öylesine sayfada belirmez. Başkalarının binlerce ve binlerce kez yaptığı seçimlere bakıyorsunuz ve bir yazar gibi düşünmeye başlayacaksanız o cümlenin neden öyle yazıldığını keşfetmek zorundasınız.
*Bu tavsiye, yazarın www.andrewclements.com adlı şahsi web sitesinden alınarak tarafımdan Türkçeye çevrilmiştir.
Published on December 26, 2018 12:55
SAKAR CADI VİNİ VE DİŞ PERİSİ
Edebiyatta diş hekimliği teması "Sakar Cadı Vini ve Diş Perisi" hikâyesinden tadımlık bir bölümle devam ediyor.…Vilbur patisini ağzına götürdü. Gözlerinde bir telaş ifadesi vardı."Eyvah, Vilbur!" dedi Vini. "Yoksa dişlerini mi döktüm?"Vilbur patilerini yavaşça ağzından çekti. Sonra da ağzını açıp diliyle tek tek dişlerini yokladı. Hepsi yerli yerindeydi."Bunun için kokmuş peynirlere şükret!" dedi Vini. "Yine de seni Dişçi Parıldakdiş'e götüreyim mi, bir kontrol etsin?""Mırrıv-ov-ov!" dedi Vilbur.Yakalanmamak için hemen perdeden yukarı tırmandı."Tamam, tama!" dedi Vini. "Ama dikkatli olsan iyi edersin. Dişlerin gevşemiş olabilir. En iyisi şu güzelim sıcak kabaklardan ye ve kamışla portakal suyundan iç."Vini tekrar koltuğa yerleşti."Çelme tak! Pas ver" diye bağırırken bir havuç dilimini yoğurt sosuna batırdı, sonra da ağzına attı. Nam-nam! "Gıdıkla onu!" dye haykırırken susamlı gevreklerden biraz aldı ve onu da katır kutur yemeye başladı.Ama birden, "Aıııı!" yaparak elini ağzına götürdü Vini. Uzun parmaklarını ağzına sokup bir şey çıkardı..."Bir diş!""Miyoov!" dedi Vilbur. Diş çok ilgisini çekmişti.Vini elindeki dişe bakarak, "Şimdi ben dişsiz ne yapacağım?" dedi. "Bu dişe ihtiyacım vardı! Televizyondaki güreşçiler gibi görüneceğim şimdi! Bir daha asla güzel olamayacağım! Üstelik açlıktan öleceğim. Ne olacak şimdi?"
Vilbur onu dürtükleyerek su içme kamışını vermek istedi.
"Hayır!" diye sızlandı Vini. "Her şeyin suyunu kamışla içmek istemiyorum!" Ama Vilbur bu sefer elinde bir telefon rehberi tutmuş ona bir telefon numarasını gösteriyordu.
"YOK, yok, yok!" diye çığlık çığlığa bağırdı Vini. "Hayatta Dişçi Parıldakdiş'e gitmem! Katiyen olmaz!"
...
Bu hikâye Sakar Cadı Vini'inin Fotoğraf Albümü kitabından alınmıştır.
Yazan Laura Owen
Resimleyen Korky Paul
Çeviren Bülent O. Doğan
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Vilbur onu dürtükleyerek su içme kamışını vermek istedi.
"Hayır!" diye sızlandı Vini. "Her şeyin suyunu kamışla içmek istemiyorum!" Ama Vilbur bu sefer elinde bir telefon rehberi tutmuş ona bir telefon numarasını gösteriyordu.
"YOK, yok, yok!" diye çığlık çığlığa bağırdı Vini. "Hayatta Dişçi Parıldakdiş'e gitmem! Katiyen olmaz!"
...
Bu hikâye Sakar Cadı Vini'inin Fotoğraf Albümü kitabından alınmıştır.
Yazan Laura Owen
Resimleyen Korky Paul
Çeviren Bülent O. Doğan
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Published on December 26, 2018 12:21
December 20, 2018
CANIM AĞACIM*
Canım Ağacım Kanadalı yazar ve illustratör Jacques Goldstyn’in Türkçeye çevrilen ilk eseri. Jacques Goldstyn’in yazıp resimlediği Can Sanat Yayınları’ndan yayımlanan kitabın çevirisi Mehmet Erkurt’a ait.
Kitap pek çok yönüyle Cömert Ağaç kitabını çağrıştırıyor. Her iki kitap da ismi bilinmeyen bir çocuk ve ağacın dostluğunu ele alıyor, kısa ve yalın bir hikâye anlatıyor, anlatıya sade çizgiler eşlik ediyor ve her iki hikâye de ağacın ölümüyle bitiyor.
Cömert Ağaç’ta çocuk ve ağacın bir ömür boyu süren arkadaşlığı ele alınırken Canım Ağacım kısa bir zaman diliminde geçiyor ve çocuğun Bertolt adını verdiği ağacın son kışının ardından hikâye nihayetleniyor. Cömert Ağaç’ta ağacın ölümü bizzat çocuğun elinden (maddi hırslarını gidermek için) gelirken, Canım Ağacım’da çocuk, ölümünün ardından yakın arkadaşı Bertolt’u onurlandırıyor.
Cömert Ağaç’taki çocuğun aksine onu asla terk etmiyor çünkü o bir münzevi, farklılıklarıyla yaşadığı toplumda göze battığının, insanların onunla alay ettiğinin farkında ama bu onu hiç de rahatsız etmiyor. Yalnızlığından memnun, ilgi alanları var.
Ağaca tırmanmak en sevdiği şeylerin başında geliyor. Elbette Bertolt’a ve elbette ilkbaharda. Çünkü bahar gelince, tepeden tırnağa yeşile keser Bertolt. Harika bir gizlenme yerine döner. Gizlenme yeri yeterli değil onu tarif etmeye. Bertolt, bu koca meşe, bir ev, sığınak, labirent, hatta bir kale, bir çocuğa, sincap ailesine, bir kargaya, puhu kuşuna, ağustos böceklerine, sıvacık kuşlarına ve diğerlerine… Bir 500 yılı var ki ayakta, dimdik ve de dilsiz. O sustukça dile gelir çocuk, bir bir anlatır yaşadıklarını, baharda, yazda, sonbaharda ve de kışta.
İlkbaharda, yaprakların arasına saklanmak gibisi yoktur. Kimselere görünmeden, tepeden görür kasabanın tüm gizli saklısını, kilometrelerce öteyi, hatta yer yuvarlağını… Fırtınanın koptuğu günlerse bir masal gibidir! Dante’nin şiirleri gibi. Rüzgâr sizi önüne katıp götürmesin diye sımsıkı tutunmanız gerekir. Dalı budağı, tıpkı fırtınaya yakalanmış bir kalyonun direkleri gibi gıcırdasa ve çatlasa da Bertolt güvenli bir sığınak gibidir. Ona sığınanları yarı yolda bırakmaz ama asıl cümbüş baharda, onun da eli kulağında.
İlkbaharın gelişi ilk kez neşelendirmez çocuğu. Tüm ağaçları çiçekler, tomurcuklar, yapraklar basar, Bertolt hariç. Günler, haftalar geçer, ümitle bekler çocuk ama bir gün gerçeği kabullenir. Bertolt ölmüştür.
Şöyle dillendirir içinden geçenleri:
Bir kedi öldüğünde, bunu hemen anlarız.
Aynı şey bir kuş için de geçerli.
Ama bir ağaca baktığınızda,
bunu hemen anlamazsınız.
Karşınızda hareketsiz,
dev bir sırık gibi dikilir.
Nefesini tutuyormuş gibi...
Bize bir oyun oynuyormuş gibi...
Oysa oyun oynamıyordur Bertolt. Yalnızca yeryüzündeki zamanı bitmiştir. Ölen bir kediye, kuşa veda etmek gibi değildir ayakta ölmüş bir ağaca veda etmek ama bir mobilyaya ya da yakılacak oduna dönüşmeden önce sevgili dostunu onurlandırmanın bir yolunu bulacaktır çocuk.
Canım Ağacım
Yazan ve resimleyen Jacques Goldstyn
Çeviren Mehmet Erkurt
Can Çocuk
+8
* Bu yazı 14/12/2018 tarihinde Yeşil Gazete'de Çocuklar İçin Yeşil Kitaplar köşesinde yayımlanmıştır.
Published on December 20, 2018 23:46
December 19, 2018
Çocuk ve Kitap
Sık sık velilerden çocuklarının kitap okumayı sevmediğini söylediklerini işitiyorum. Çocukların kitap okumayı sevmesi için okul öncesi kitaplarla bağ kurmaya başlaması, evde mütevazi de olsa bir kitaplık olması, ebeveynlerini kitap okurken görmesi şart. Okumayı sökene kadar kitaplarla, anlattıkları hikâyelerle bağ kurmamış bir çocuğun yetişkin desteği olmadan kitap okumaktan zevk alır hâle gelmesi her zaman mümkün değil. Çocuğunuzun içine kitap okumaktan zevk alma tohumları ekmek için yapabileceğiniz bazı basit yöntemler ya da bizim evin hâlleri:Birlikte düzenli kitap okuyunİki yaşından beri Deniz'e düzenli olarak kitap okuyorum. Elbette iki yaşlarındayken bu tam bir okuma olmuyordu. Çoğunlukla resimler üzerinden takip edebileceği şekilde kısaltarak okuyor ya da anlatıyordum. Bazen yalnızca tek bir sayfaya bakmak istiyor. Bir resim üzerine konuşuyorduk. Zamanla onu gözlemledim ve dikkatini okuduğumuz metne vermeye başladığında kısa hikâyeleri baştan sona okumaya başladık. Ve "bir daha oku anne" çağı başladı. "Bir kere oku, iki kere oku, bir kitap daha oku" evresi oldukça uzun sürdü. Aynı kitapları döne döne okuduğumuz, tutkuyla bağlandığı kitapların olduğu dönemlerde birlikte okuduğumuz kitapları paylaştığım bir de blog vardı: bikipakİsim annesi Deniz. Kitap yerine kipak dediği, yatağa girerken "Ben bi kipak alayım, oku" dediği günlerde açtığım bloğa bir başka isim vermek de aklıma gelmedi doğrusu. Blog bugünlerde atıl. Belki ileride Deniz okuduğu kitaplar hakkında kendi yazmaya başlar. Kitaplar ulaşabileceği bir yerde bulunsun. Kitapları odasında ulaşabileceği yerde bulundurmak çocuğun kitaplarla bağını arttırıyor. İstediği zaman istediği kitabı bulmasını sağlıyor. Siz okumasanız bile kitabı elinde eviriyor çeviriyor, resimlerine bakıyor. Onlarca kez dinlediği kitabı ezberden oyuncaklarına ya da evcil hayvanlarına okuyabiliyor. Kitap okumayı uyku öncesi ritüeline dahil edin.Kitap okumadan uyuyakaldığı geceler hariç Deniz'e hep kitap okudum. Yolculukta, tatilde, her nerede olursak olalım. Geç yattığını düşündüğüm bir iki istisnai gece "Hadi geç oldu, bu gece kitap okumayalım" dediğimde "Annoş bana kitap okumuyor" diye ağlaması, yaygara koparması beni kendime getirdi. Bu saate kadar ayakta durduysa, beş on dakika daha durabilir diye düşündüm ve kitap okuma keyfimizi sabote etmedim. Birlikte kitap okumak üzere yatağa girmek, birlikte heyecanlanmak, meraklanmak ve hikâyelerden keyif almak özel bir zaman. Bu çocuğunuzun ona değer verdiğinizi, sevdiğinizi anlamasını sağlıyor. Günümüzde çocuk kitapları çok eğlenceli. Birlikte kitap okumanın size de kendinizi iyi hissettireceğinden eminim. Bir kütüphane kartı olsun.Deniz üç yaşlarından beri Halk Kütüphanesi'ne üye. İlk defa üye kartı çıkartmak istediğimizde okula gitmediği için üye olamayacağını, kendi kartımla çocuk bölümünden ödünç kitap alabileceğimi söylemişlerdi. Konuşup ısrarcı olunca kendi üyelik kart çıktı. 2015 yılında "En Çok Kitap Ödünç Alan Üye" ödülü bile aldı. Kütüphane yıkılıp yeni yerine taşındığından beri çok nadiren kullanıyoruz. Çocuk Kültür Evi'ne ve Çocukluk Bizde Kalsın Derneği'ne düzenli gittiğimiz için onların kütüphanesinden faydalanıyoruz. Böylece kitap karıştırma, bir arı gibi kitaplar ve raflar arasında gezinme Deniz'de huy ediyor. Okumayı söktükten sonra da ona kitap okumayı sürdürün. Okumayı öğrendikten sonra da ona kitap okumaya devam ettim. Çünkü Deniz artık iyi bir dinleyiciydi ve bölümlü hikâyeleri, kısa romanları takip edebiliyordu. Onları okumaya çalışsa, çok yavaş okuyacak, harfleri çözmeye çalışmaktan hikâyenin anlamını kaçıracak, belki de kitaplardan soğuyacaktı. İşin aslı birlikte kitap okumaktan ben de keyif alıyordum. Kendi becerene kadar eşlik ettiğim, zorunluluk olarak gördüğüm bir süreç değildi. O yüzden devam etti. Bunun yanı sıra eskiden benim ona okuduğum kitapları onun bana okuması konusunda onu cesaretlendirdim. Bu bir süre devam etti. Okuması hızlanınca, daha önce okuduğu, konusunu bildiği kitapları okumanın onun için heyecan verici olmadığını, sıkıldığını (bir kez daha oku anne yaşını geçmişti) ifade edince her ikimiz de birbirimize yeni kitaplar okumaya başladık. Ve daha sık kütüphane yolunu tutar olduk. Çünkü okuma hızı gereği az yazılı, iri puntolu erken çocuk kitaplığı kitapları okuması gerekiyordu ama okuduğunu anlama, zevk alma yaşı daha ilerideydi. Bu kısa dönemi çok fazla yeni kitap almadan kütüphaneyle geçirmek daha akılcıydı. Deniz şimdi ikiye gidiyor. Hâlâ her gece birbirimize kitap okuyoruz. Bu sayede Deniz öğretmenin her gün 20 sayfa kitap okuma önerisini bir ödev, zorunluluk olarak görmüyor, kaç sayfa daha okumam gerek diye sormuyor. Bazen 10 sayfa okuyor, bazen 20, bazen 30... Bir bölüm bittiğinde çok heyecanlandıysa, meraktan çatlayacaksa bir bölüm daha okuyor. Böylece sayfalar çoğalıyor. Telaffuz düzeliyor. Kelimelerin hakkını vererek, noktalama işaretlerine özenerek, bir dinleyicinin varlığını da gözeterek okumaya çalışıyor.
Çocuklar hikâye dinlemekten hoşlanır. Kitaplar aynı çizgi filmler gibi onlara hikâye iletmenin bir aracıdır. Çocuklar iyi hikâyeleri avlamaktan hoşlanır. Bir kez buldular mı ellerinden düşürmez, kısa sürde yalayıp yutarlar. Kitap okumak keyif vermenin yanı sıra kelime dağarcıklarını, kendilerini ifade etme becerilerini, olayları, durumları ve insanların ne hissettiğini anlama kapasitelerini arttırır. Tüm bunlar okul başarılarını da olumlu etkiler.Rengârenk çizimler, şahane illüstrasyonlar çocukların sanata ilgi duymasını, taklit etmesini, sonra kendi özgün çizimlerini ortaya çıkarma cesareti göstermelerini sağlar. Kısa sürede okumaya başlayınca kelimelerin canlandığını, gözünün önünde yepyeni bir dünya canlandığını görürler. Evet, iyi kitaplar pahalıdır ama Bir Lol bebek kadar değil. Bir Lol bebek fiyatına alacağınız 5-6 şahane kitap, çocuklarınıza yaratma cesareti verir, onlara ilham olur. İçinde didaktizm barındırmayan iyi bir hikâye, hümanizm, eşitlik, dayanışma vb evrensel davranış ve değerlerle tanışmasını, içselleştirmesini, üzerine düşünmesini sağlar.
Çocuklar hikâye dinlemekten hoşlanır. Kitaplar aynı çizgi filmler gibi onlara hikâye iletmenin bir aracıdır. Çocuklar iyi hikâyeleri avlamaktan hoşlanır. Bir kez buldular mı ellerinden düşürmez, kısa sürde yalayıp yutarlar. Kitap okumak keyif vermenin yanı sıra kelime dağarcıklarını, kendilerini ifade etme becerilerini, olayları, durumları ve insanların ne hissettiğini anlama kapasitelerini arttırır. Tüm bunlar okul başarılarını da olumlu etkiler.Rengârenk çizimler, şahane illüstrasyonlar çocukların sanata ilgi duymasını, taklit etmesini, sonra kendi özgün çizimlerini ortaya çıkarma cesareti göstermelerini sağlar. Kısa sürede okumaya başlayınca kelimelerin canlandığını, gözünün önünde yepyeni bir dünya canlandığını görürler. Evet, iyi kitaplar pahalıdır ama Bir Lol bebek kadar değil. Bir Lol bebek fiyatına alacağınız 5-6 şahane kitap, çocuklarınıza yaratma cesareti verir, onlara ilham olur. İçinde didaktizm barındırmayan iyi bir hikâye, hümanizm, eşitlik, dayanışma vb evrensel davranış ve değerlerle tanışmasını, içselleştirmesini, üzerine düşünmesini sağlar.
Published on December 19, 2018 00:32
December 15, 2018
ÇOCUK OLMAK ZOR (mu acaba?)
Çocuk Olmak Zor! Jennifer Moore-Mallinos'un yazdığı, Marta Fabrega'nın resimlediği Tübitak Popüler Bilim Kitapları'na ait bir yayının ismi bu. Hikâyenin anlatıcısı Tatiana'nın gözünden çocuk olmanın zorluklarına değinilen kitabın çevirisi Ebru Kılıç'a ait.
Tatiana çocuk olmanın zor olduğuna çok emin. Zorunluluklardan, kurallardan ve onları her an, her yerde izleyen büyüklerden şikâyetçi. Oysa biz yetişkinler pek de fazla sorumluluğumuzun olmadığı, sokakta doyasıya oynadığımız, vara yoğa güldüğümüz o günleri mumla arıyoruz. Çocukluk ne bizim anımsadığımız kadar dertsiz, tasasız ne de Tatiana'nın düşündüğü kadar zor. Hikâye ilerledikçe kitabı okuyan yetişkin de, hikâyenin kahramanı Tatiana ve çocuk okur da ortada bir yerde buluşuyor zaten. Hepimiz anlam arayışı içindeyiz, çocuklar da dâhil. Çocuklara herhangi bir şeyi yapmalarını buyurmak yerine, onlara neden-sonuç ilişkisini gösterdiğimizde, bu eylemi neden yapmaları gerektiğini söylediğimizde gerek ev gerek okul yaşamında şahane iş ortaklarına dönüyorlar. Tecrübeyle sabit. Bu açıklamaları yapmaya biz yüksünüyoruz bazen. Yüksündükçe çocuk olmak zor nidaları yükseliyor. Açıklamalar çoğaldığında ise "yetişkinler ve kuralları" algısı siliniyor, yerini daha düzenli, planlı, kolay, güvenli, huzurlu ortamlar yaratmak için gücü birlikte kullanmak, işbirliği, dayanışma, yardımlaşma, destek olma kavramları alıyor. İşte o zaman çocuklar, yetişkinlerin yalnızca çocuklara kurallar koymadığını, kendilerinin de uyduğu bir dizi kural olduğunu, bu kuralların da toplumsal bir mutabakatın güvencesi olduğunu rahatlıkla görebiliyor. İşte o zaman çocuk yetişkinliği göklere çıkarma hevesine kapılmaz ve çocuk olmanın iyi yanlarına odaklanır.
Uzun yaz tatilleri, oyunlar, saçmalama hakkı... Büyümek kesinlikle bekleyebilir!
Çocuk Olmak Zor!
Yazan Jennifer Moore-Mallinos
Resimleyen Marta Fabrega
Çeviri Ebru Kılıç
Tübitak Erken Çocukluk Kitaplığı
+6
Tatiana çocuk olmanın zor olduğuna çok emin. Zorunluluklardan, kurallardan ve onları her an, her yerde izleyen büyüklerden şikâyetçi. Oysa biz yetişkinler pek de fazla sorumluluğumuzun olmadığı, sokakta doyasıya oynadığımız, vara yoğa güldüğümüz o günleri mumla arıyoruz. Çocukluk ne bizim anımsadığımız kadar dertsiz, tasasız ne de Tatiana'nın düşündüğü kadar zor. Hikâye ilerledikçe kitabı okuyan yetişkin de, hikâyenin kahramanı Tatiana ve çocuk okur da ortada bir yerde buluşuyor zaten. Hepimiz anlam arayışı içindeyiz, çocuklar da dâhil. Çocuklara herhangi bir şeyi yapmalarını buyurmak yerine, onlara neden-sonuç ilişkisini gösterdiğimizde, bu eylemi neden yapmaları gerektiğini söylediğimizde gerek ev gerek okul yaşamında şahane iş ortaklarına dönüyorlar. Tecrübeyle sabit. Bu açıklamaları yapmaya biz yüksünüyoruz bazen. Yüksündükçe çocuk olmak zor nidaları yükseliyor. Açıklamalar çoğaldığında ise "yetişkinler ve kuralları" algısı siliniyor, yerini daha düzenli, planlı, kolay, güvenli, huzurlu ortamlar yaratmak için gücü birlikte kullanmak, işbirliği, dayanışma, yardımlaşma, destek olma kavramları alıyor. İşte o zaman çocuklar, yetişkinlerin yalnızca çocuklara kurallar koymadığını, kendilerinin de uyduğu bir dizi kural olduğunu, bu kuralların da toplumsal bir mutabakatın güvencesi olduğunu rahatlıkla görebiliyor. İşte o zaman çocuk yetişkinliği göklere çıkarma hevesine kapılmaz ve çocuk olmanın iyi yanlarına odaklanır.
Uzun yaz tatilleri, oyunlar, saçmalama hakkı... Büyümek kesinlikle bekleyebilir!
Çocuk Olmak Zor!
Yazan Jennifer Moore-Mallinos
Resimleyen Marta Fabrega
Çeviri Ebru Kılıç
Tübitak Erken Çocukluk Kitaplığı
+6
Published on December 15, 2018 13:26
Tuğba Gürbüz's Blog
- Tuğba Gürbüz's profile
- 1 follower
Tuğba Gürbüz isn't a Goodreads Author
(yet),
but they
do have a blog,
so here are some recent posts imported from
their feed.

