2024 Yerel Seçimleri : Tarihsel Yol Ayrımı?
Seçim nedir?
Britannica ansiklopedisinin seçim maddesinde yazan şudur:
Seçim, bir kişiyi kamu görevi için seçmenin veya siyasi bir öneriyi oylama yoluyla kabul etmenin veya reddetmenin resmi sürecidir. Seçimlerin şekli ile özü arasında ayrım yapmak önemlidir. Bazı durumlarda seçim biçimleri mevcuttur, ancak seçmenlerin en az iki alternatif arasında özgür ve gerçek bir tercih yapma şansına sahip olmadığı durumlarda seçimin özü eksiktir.
Yukarıdaki tarifte altını çizdiğim unsurları tekrar etmek gerekirse seçim,
Kişileri kamu görevi için belirleme,(siyasi) bir öneriyi kabul etme veya reddetmeEn az iki alternatif arasında özgür ve gerçek bir tercih yapma eyleminin adıdır.Seçimler önemli midir?
Seçimler şüphesiz ki önemlidir. Oy verme hakkına sahip bireyler tercihlerini verdikleri oyla ifade ederler. Seçim sonuçları, sayısallaştırılmış ve seçeneklere dağılmış tercihlerdir. Modern dünyada seçimler, tercihlerin dağılımını ve ağırlığını ölçmenin tek ve biricik yoludur.
Seçimlere katılmama hakkı vardır ve seçmenin herhangi bir tercihte bulunmadığını, seçeneklerin hepsini olumlu veya olumsuz anlamda birbirine eşit tuttuğunu gösterir ve elbette seçim yapmamak da bir tercihtir. Ancak seçim yapmama, tercih belirtenlerin çoğunluğunun tercihini peşinen kabul etme anlamına gelir.
Oy kullanmayan bir seçmenin seçilenlerin uygulamalarına itiraz hakkı vardır, ancak seçim usulüne uygun biçimde yapıldıysa, seçilenlere itiraz etme hakkı yoktur; çünkü kendisine tercihi sorulduğu halde bir tercih belirtmemiştir.
Seçimlerde usul, sayım, döküm ve sonucun ilanı neden önemlidir?
Seçimler, bir topluluğun tercihlerini belirlemek için yapılır. Topluluğun tercihinin tespit edilmesinde seçmenler arasındaki eşitlik, seçimin önceden duyurulan kurallara göre yapılması, zamanında ve şeffaf bir şekilde sayım/dökümün yapılması ve sonucun ilan edilmesi, çıkan sonuç veya kazanan aday lehinde oy kullanmamış seçmenlerin rızasını almak bakımından önemlidir.
Demokrasi kültürü, bütün adayların eşit koşullarda yarışmasını, oylamaya sunulan seçeneklerin açıkça ve her boyutuyla tartışılmasını gerektirir. Eşitsiz koşullarda yarışma, sonuçlara saygı ve rıza gösterme konusunda sorunludur. Bu nedenle tartışmalı seçimler çözüm değil, sorun üretirler.
Bir anekdot:
24 Aralık 1995 genel seçimlerinde, arkadaşlarımla beraber Ankara’nın Çankaya ilçesinde, birer yurttaş olarak sayım sürecini izliyoruz. Sandık, bugün olduğu gibi o yıllarda da çok ağırlıklı olarak sosyal demokrat, liberal, seküler seçmenlerin oy kullandığı bir sandık. 1995 seçimlerinin birincisi Refah Partisi’ne tek tük oy çıkıyor. Pusulalardan birinde, seçmen mührü Refah Partisi’nin logosu üzerine vurmuş. Tercih görünmediği için Refah Partisi’nin sandık gözlemcisi sözlü itirazda bulundu. Biraz daha dikkatli bakınca, tercihin Refah’a olduğu fark edildi. Ancak gözlemcilerin neredeyse tamamı, geçersiz sayılan oyun Refah’a yazılmasına karşı çıktı. Oyun geçerli sayılmasına itiraz edenlerin çoğu, kurallardan ziyade, 9 ay önce yapılmış ve Refah Partisi adayının kıl payı kazandığı yerel seçimde, oyların “çalınmış” olduğunu düşündüğü için karşı çıkıyordu. Salona “onlar çaldıysa biz de bu şekilde kullanılmış oyu geçersiz sayalım” havası hakimdi. Bu ısrar anlamsızdı, çünkü Refah temsilcisi sayıma itiraz edecek ve tekrar sayıldığında bu oy geçerli sayılacaktı. Kalabalık bir grup halinde sayımı izleyen biz, müdahale ettik ve oyun geçerli sayılması gerektiği konusunda Refah temsilcisine destek olduk. Hiçbirimiz Refah’a oy vermemiştik ve siyasal pozisyonumuz da Refah’ın karşısında idi. Asıl savunduğumuz, tercihlerin sonuca doğru yansıması gerektiğiydi.
Üstünden seneler geçti; 1995 seçimlerinin Türkiye tarihinde çok derin etkileri oldu. Ben o gün doğrusunu yaptığımızı düşünüyorum. Hile ve haksızlık belki bir oy kazandırır veya kaybettirir, ama uzun vadede kimseye bir şey kazandırmaz. Her oy değerlidir ve bizim tercihimizi yansıtmasa bile saygı gösterilmeli ve doğru sayılmalıdır.
Türkiye çok partili sisteme erken mi geçti?
Cumhuriyeti kuranların toplum yeterince olgunlaşmadan ve demokratik bilince ulaşmadan iktidarı karşı devrimcilere teslim ettikleri hep söylenegelir. Toplumun demokratik kültürünün yeterince olgunlaşmamış olduğu doğrudur. Ancak yaklaşık 75 sene sonra bugün de durum budur. O halde çok partili, serbest seçime geçmek için doğru zaman nedir? 1950 yılında, Demokrat Parti’nin büyük bir meclis çoğunluğu kazanarak zaferle çıktığı seçim o sene değil de diyelim ki beş, on, yirmi yıl sonra yapılsaydı sonucunun farklı olacağı iddia edilebilir mi? Dahası, bu süre içinde demokratik kültürün gelişeceğini kim iddia edebilir? Mesela çok koyu bir diktatörlüğün egemen olmayacağını kim söyleyebilir? Türkiye o sene geçmeseydi, belki de asla çok partili serbest seçimlere geçemeyecekti.
Bence Türkiye 1945’de çok partili sisteme geçerek ve 1950 yılında kapalı oy, açık sayım ilkesine göre seçim yaparak doğru tercihte bulundu. Bu tercih, aynı zamanda bir dünya ve sistem tercihiydi. Türkiye o gün, o tercihi yapmasaydı, belki de 75 sene sonra bugün, göstermelik seçimlerle galiplerin oyla (!) zafer ilan ettiği bir ülke olacaktı. Bugünkü durumun bundan daha iyi olmadığını düşünenler vardır. Ancak kimse geçmiş 75 senede oluşan seçim kültürünü hafife almamalıdır. Türkiye’de sadece ulusal düzeyde değil, her düzeyde seçimler yapılıyor: Muhtar ve ihtiyar heyeti, meslek odaları, sendikalar, apartman/site yönetim kurulu seçimleri, vb. yapılıyor. Bunlarının her birinin bir usulü, yasası, yönetmeliği var. Yüzbinlerce insan bu seçimlerde seçme ve seçilme hakkını kullanıyor.
Türkiye’nin Tanzimat’tan bugüne 200 senelik çok gelişmiş bir demokrasi kültürü var ve Türkiye tarihinin en büyük kazanımı da budur. Toplumların tarihinde iniş/çıkışlar vardır, ancak önemli olan doğrultudur ve Türkiye’nin bugüne kadarki doğrultusu tartışmasız bir şekilde demokrasi yönündedir.
Türkiye’nin yakın tarihindeki seçimlerin anlam ve önemi nedir?
Ben Türkiye’de bugüne kadar yapılan her seçimin, bir diğerinden farklı bir anlam ve önemi olduğunu düşünüyorum. 1950 seçimi, yönetimin demokratik bir şekilde devredilmesi seçimiydi. 1961 seçimleri yeni anayasanın pekiştirilmesi, 1965,1969 ve 1973 seçimleri yeni kuşak siyasetçilere devir, 1977 seçimleri kurucu parti CHP’nin siyasal programını yenileme, 1983 seçimleri askeri yönetimden çıkış, 1995 sisteme kökten itiraz eden Refah’ın yükselişi, 2002 seçimleri sonraki yirmi yıla damgasını vuracak Ak Parti dönemini açan seçimlerdi. Her birinin zamanın ruhuna uygun olumlu/olumsuz sonuçları oldu. Bu seçimlerin her biri, Türkiye’nin değişen sosyoekonomik ve sosyopolitik yapısının sonuçlarını ortaya koydu. Bu seçimlere katılım p’le arasında değişti. Katılım oranı, Batı ülkelerindeki seçimlere katılımın çok üzerinde oldu ve halk genel anlamda tercihlerini ortaya koydu. Her seçimde bir karar verildi ve halk verilen kararın sonuçlarını yaşadı.
Yazının en başında seçimlerin neden önemli olduğunu belirtmiştim. Şu şekilde kurulan cümlelerin ahlaki olarak da, siyasi olarak da, sosyopolitik olarak da bir anlamı yok: “Halk tercihini böyle kullandı, ama...” Bu cümlelerdeki “ama”dan sonrasını okumaya bile gerek yok. Çünkü bu şekilde kurulan bir cümlede ikinci değerlendirme önemsizdir ve cümleyi kuranın öznel değerlendirmesi olmanın bir anlam ve önemi yoktur. Seçim sonuçları, sayısallaştırılmış tercihlerdir ve her toplum yaptığı tercihlerin sonucunu yaşar. Bu tercihlerin aksine tercih belirtmiş olmak, kişiyi sonuçlardan muaf kılmaz. Bir tercih yapılmışsa sonuçları herkesi bağlar ve etkiler.
2024 Yerel Seçimi neden önemlidir?
Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. Yılına denk gelen 2023 genel ve cumhurbaşkanlığı seçimleri ile 2024 yerel seçimleri, tıpkı bundan öncekiler gibi anlam ve önemi büyük iki seçimdir. Benim değerlendirmeme göre bu iki seçim, sadece Türkiye Cumhuriyeti’nin yüz yıllık geçmişinin değil, hatta Türk modernleşmesinin iki yüzyıllık geçmişinin de değil, Türklerin bin yıllık tarihinin en önemli seçimleridir.
Türkler bin yıl önce Moğol baskısıyla Hazar kıyılarından ve kuzeyde çökmekte olan Hazar Devletinden koparak boylar halinde Anadolu’ya girdi, Anadolu’nun kadim halklarıyla kaynaşarak sonraki bin yıl anayurtları olacak Anadolu’ya yerleşti. Bu kaynaşma, tarih sahnesine yepyeni bir toplumu çıkarttı. Bu toplum, Anadolu’ya göçlerle gelen Türk boylarından da, Anadolu’da yerleşik kadim halklardan da farklı bir kültürü benimsedi. Yepyeni bir yaşam kültürüyle kaynaşan bu toplumlar, hızla çöken Bizans’ın kalıntıları üzerinde büyük ve önemli devletler kurdular. Kurdukları devletler, batıdan gelen Haçlı orduları ve doğudan gelen Moğol baskısına karşın çok uzun yıllar istikrarlı bir şekilde ve tarihin o dönemi dikkate alındığında genel olarak barış ve huzur içinde yaşadı. Tarihin aynı döneminde Avrupa büyük kargaşalıklar içindeyken, Anadolu halkları birkaç istisna hariç genel olarak iç kargaşalığa düşmeden yaşadı.
Sarsıntılı geçen 19. Yüzyılda Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın kısa süren seferi ve 20. Yüzyılda Sevr sonrası, gene kısa süren işgal hariç Anadolu toprakları istila görmedi, sömürgeleşmedi, yabancı gücün egemenliği altına girmedi.
1923 yılında ilan edilen cumhuriyetten sonra da genel olarak sakin bir yüzyıl geçirdik. 1950’lerde çok kısa süren Kore ve 1974 Kıbrıs savaşı hariç – ki ikisi de topraklarımız dışındadır- savaşsız bir yüzyıl geçirdik. 1980’lerin ortalarında başlayan, 1990’larda zirvesine ulaşan terör sorununu da ülke topraklarımız dışında tutmayı başardık. Dünyada toplumları bir arada tutan, genellikle o topluma yönelmiş bir dış düşman tehdididir. Oysa biz, genel olarak savaşsız geçen bu dönemde, ciddi bir dış tehdit olmadan da bir ulus/toplum olmayı başardık.
21. yüzyılın başında yaşanan ağır ekonomik kriz sonrasında Türkiye, geçmiş on yıllardan farklı bir rotaya girdi. Bu dönemde sadece ülkenin modern kuruluş ilkeleri, doktrini, doğrultusu, temel sözleşmesi değil, belki bunlardan da önemlisi, yurttaşlarının kimliği, kökeni, yaşam biçimi, inanç veya inançsızlığı ve hatta kurucuları tartışmaya açıldı. Önceleri bir siyasal söylem olarak görülen bu lafız, zamanla dozu artarak devam etti ve yakın zamanda toplumun önemli bir kesimini aşağılayan, hakkını, hukukunu yok sayan, onları düşmanlaştıran uygulamalara dönüştü. Ülkenin kuruluşu, kurucuları ve asli unsurları ağza alınmayacak hakaretlere ve yok saymaya maruz bırakıldı.
Yazının en başında, seçimlerin toplumların ölçülebilir tercihlerini gösterdiğinden söz etmiştim. Kem söz elbette sahibine aittir, ancak söz eyleme geçtiğinde toplumlar tercihlerini açıkça göstermek zorundadır ve seçimler bu tercihleri göstermenin en basit ve demokratik yoludur.
Şu anda önümüzdeki soru şudur: Biz, bir toplum olarak bir arada ve barış içinde yaşamayı tercih ediyor muyuz, etmiyor muyuz? Eğer seçimler, toplumun bir kesimini açıkça düşman ilan edenlerin kazanması ile sonuçlanırsa, artık “halk tercihini böyle kullandı, ama…” ile başlayan cümlelerin bir anlamı kalmamış demektir. Çünkü toplumu oluşturan her bireyin de bir sorumluluğu vardır ve toplum önüne konan sandıkta, tercihini belirtmek zorundadır. Tercih kullanmamak, yani oy vermemek, sonuca rıza göstermek demektir. Tercih, toplumun bir kısmının hakkını, hukukunu, kimliğini, kökenini, inancını/inançsızlığını, yaşam biçimini, değerlerini, tercihini yok sayanların lehineyse ve sandıktan her seferinde bu yönde bir çoğunluk kararı çıkıyorsa, sadece yüz veya iki yüzyıllık değil, bin yıllık bir tarihin de sonuna gelinmiş demektir. Tarih, bu tercihler yönünde akacak, toplum bu tercihlerinin sonucunu yaşayacaktır.
Bu bağlamda 2023 seçimleri önemliydi, bir “tercihle” sonuçlandı. Belki de tarihin bir lütfu olarak, hemen bir sene sonra yapılacak 2024 yerel seçimleri, bu tercihin –belki de son kez- sağlaması olacak. Eğer toplum bir arada yaşama iradesi gösteremezse, tarihin şaşmaz yargısı, bu tercihin gereğini yerine getirecektir.
Benim bakış açımdan 2024 yerel seçimi, belediye başkanlarının seçileceği sıradan bir seçim değil. Kimin aday olduğu, olamadığı, kimin hangi logoyla bu seçime girdiği, kıl payı mı, büyük farkla mı kazandığı da önemli değil.
Bence bin yıllık tarihimizin en önemli seçimini yapacağız ve sanırım ki bu seçim ya tamam, ya devam seçimi olacak.
Korkarım ki, aylardır aday tartışması yapan kamuoyu, seçimi kendi kişisel ajandaları nedeniyle önemsizleştiren siyasetçiler, Türkiye tarihinin bu en kritik dönemecinin farkında bile değil. Bir kısmı seçimden sonrası için hesaplar yapsa da, ben bir “sonra” olduğunu düşünmüyorum. Elbette tarih sona ermeyecek, ancak bu seçimin sonuçlarına göre belki de çok keskin bir şekilde yön değiştirecek.
Ben tercihimi yukarıdaki perspektife göre kullanacak, yaşamımın kalan yıllarındaki kişisel tercihlerimi de, toplumun bu seçimde vereceği karara göre belirleyeceğim.
