Gürhan Öztürk's Blog, page 4
April 8, 2014
ZİNDAN GÜNLÜKLERİ - V
5. Bölüm "MAĞARA"
Grup sessizdi. Kızıl Lale Ormanı'na neden bu isim verildiği de iyice anlaşılmıştı. Etraf bu çiçekle dolup taşıyordu. Firb iki tanesini bir sol bir de sağ kulağına takmış, birini de dudaklarının arasına almış ıslık çalarak ilerliyordu. Anlaşılan keyfi yerine gelmişti. Ölen haydut liderinin gizemli intiharı onu pek etkilememiş gibiydi. Eva'nın ise yüzü asıktı. Kendine kızıyordu. Ölen belki de çok ama çok kötü biriydi ve eğer kendisini öldürmeseydi ya onun yerine Safiel'e zarar vermeye kalksaydı ya da daha kötüsü ellerinden kaçsaydı olacakları düşünmek bile istemiyordu. Sacokhan'ın ne düşündüğünü anlamak olanaksızdı, ama son olaylardan sonra hep kızmaya her an hazır gibi duran yüzü daha da öfkeli bir hale bürünmüş gibiydi. Yani bilindik cüce simasını iyiden iyiye taşımaya başlamıştı. Safiel grup üyelerini gözlemliyordu. Kimse şüphelenmemişti bu ana kadar. Ona inanmışlardı. Haydudun nasıl kılıcı saklamayı başardığını, ellerini bağlıyken ve Safiel'in gözünün önündeyken nasıl kılıcına ulaştığını ve iplerini kesmeyi başarmışken neden Safiel'e zarar verip kaçmak dururken intihar ettiğini kimse sorgulamamıştı. Olayda bir sürü şüpheli durum vardı hâlbuki ama Safiel'in dediklerinin her birine inanmışlardı. Bu da Safiel'in vicdanına daha ağır bir yük yüklemişti aslında. Thomas, gruptan daha uzakta ve geriden yürüyordu. Herkes yaşlılığına ve yorgunluğuna bağlamıştı geride kalmasını. Ama o aslında düşünüyordu. Birazdan yapacağı konuşmanın provasını yapıyordu içinden. Yanlış bir söz söylemek istemiyordu, bu yüzden sözlerini önce kafasında toparlamaya çalışıyordu. Diğerlerinin duyamayacağı bir mesafe olduğuna emin olunca Safiel'i durdurdu: "Biraz beklesene, evlat. Yorgun düştüm. Biraz soluklanayım." "İsterseniz sesleneyim, sizi beklesinler." dedi Safiel hemen. Ama Thomas: "Hayır, buna gerek yok. İki dakika soluklanmam lazım sadece. Ardından onlara yetişiriz. Hem seninle de bir şey konuşmak istiyordum." dedi. Safiel bir şey demeden bekledi Thomas'ın diyeceği şeyi demesini. Thomas da kafasında düzgünce toparladığını umduğu sözleri söyledi: "Diğerleri anlamadılar ya da anlamak istemediler. Çünkü gerçeğin yaratacağı acıdan uzak durmak istemiş olmalılar. Ama ben belki de mesleğim gereği vicdanın sesini ve ruhun çığlığını tek bir bakışta bile duyabiliyorum artık. Söyle bana Safiel, ama doğruyu söyle. Neden öldürdün?" "Efendim, anlamadım. Ne öldürmesinden bahsediyorsunuz." diye kekeleyerek konuştu Safiel. "İstersen bu olay aramızda kalabilir, ben sadece gerçeği öğrenmek istiyorum. Çünkü emin olduğum bir şey var, Safiel. Vicdanın seni ömür boyu kemirecek, ama buna engel olabilirsin. Bunun için yapman gereken tek bir şey var. Bana vicdanının içini göster ve ruhunu dinlememe izin ver. Çığlıkları dinsin ki daha fena bir duruma düşmeyesin ileride." diye uyardı Thomas. "Durduk yere ormanın ortasında günah çıkartmayacağım. Benim vicdanım rahat, ruhumun çığlık attığı filan da yok. Saçmalıyorsun. Lütfen yola devam edelim, birazdan geride kaldığımızı anlayacaklar. Boşuna geri dönmesinler, hem zaten yeterince oyalandık." dedi Safiel nazik olmaya çalışarak. "Kendini kandırdığın sürece bana gerçeği söylemeye hazır da olamazsın. Böyledir işte gerçeklerin acısı ağırdır, ama o ana hastır. Yalanlar ise fark ettirmez, ama bir ömür boyu vicdanına kancasını atarak sana acı çektirir. Onu oradan sökemezsin bir daha." dedi son olarak Thomas. Yorgun bedeni gerçekten de yürümekte zorlanıyordu. Safiel rahibin yürümesine yardımcı olmak için sol tarafına geçti. Ardından: "Biraz zaman tanı, sana gerçeği söyleyeceğim." diye kulağına fısıldadı. Eva ve diğerleri de onların geride kaldığını fark edince beklemeye karar vermişlerdi. Eva bir mağara bulmuştu ve geride kalanları mağaranın önünde bekliyorlardı. "Biraz göz attım. Burası bize saldıran haydutların saklandığı in olmalı. İçeride hem silah deposu var, hem de kiler tarzı bir yer de yapılmış. Maalesef hana bugün varamayacağız, yorgun düştünüz hepiniz. Bu nedenle haydut sorunu da olamayacağını göz önüne alarak bu gece burada kalmamızı öneriyorum." Kimse bir şey demeyince Eva önerinin kabul edildiği sonucuna vardı. Mağaranın içi genişti, gerçekten de içeride kiler tarzı bir yer yapılmıştı. Yiyeceklerin çoğu tazeydi. Silah deposu Sacokhan'ın ilgisini çekmişti. Ama umduğu gibi balta bulamamıştı, genelde kalkanlar, yaylar ve bıçaklar vardı depoda. Firb ama hoşuna giden bir hançeri çantasına atmakta bir sıkıntı görmemişti. Eva da sadağını doldurmuştu oklarla. Eva hemen ateşi yaktı. Güneş batmıştı ve sert bir rüzgâr da esmeye başlamıştı. Ateşin etrafına toplandılar ve yemeklerini yediler. Safiel yine mecburen diğer grup üyelerinin yemeklerinden yemek zorunda kalmıştı. Çantasında yemek kalmamıştı, zaten çok az koymuştu ve onu da dün bitirmişti. Eva çoktan hana varmış olmayı umuyordu, ama en azından geceyi geçirebilecekleri bir yer bulmalarına sevinmişti. Sacokhan Seon'un nar şarabından kalan son şişeyi de çıkartmıştı ki bu özellikle Thomas'ın yüzünü güldürmüştü. Safiel dün öksürük krizine neden olan bu şaraptan ise içmek istememişti. Kedisiyle ilgileniyordu sakince. Diğerleri ise kendi aralarında muhabbete dalmışlardı. "Dün soracaktım aslında. Bu oldukça pahalı bir şaraptır. Benim çalıştığım kiliselerde bile genelde başrahibin odasında olurdu en fazla bir şişe ve o da çok değerli olduğundan hiç açılmazdı. Bu nadide içkiden çantanızda en az iki şişe barındırabildiğinize göre gerçekten de zengin bir cüce olduğunuz söylentisinin doğru olduğuna inandım." diye sözlerine başladı Thomas. "Bu da bir şey mi? Mahzenimde daha bu şaraptan en az yüz şişe daha olmalı." dedi keyfi iyice yerine gelen Sacokhan. "Bildiğim kadarıyla soylu bir ailenin oğlu da değilsiniz, bu işin sırrını öğrenebilir miyiz bizde?" diye sordu Thomas. Omuzlarını silkti Sacokhan sadece. Yanıt vermeye niyeti yoktu anlaşılan. Eva hemen: "Herkesin kendine saklamak istediği sırları olabilir, en iyisi saygı duyalım biz buna. Sacokhan sadece zengin bir cüce değil, aynı zamanda hayırsever biridir de. Yaşadığı şehirde okullara ve hastanelere ettiği yardımlarla bilinir kendisi, ondan kazandığı kadar verdiği sürece sırrı kendisine saklamasında bir sakınca yok bana göre." diye söze girdi. "Öyle olsun bakalım." dedi Thomas ve Safiel'e baktı belkide farkında olmadan. Bugün daha iyi fark etmişti ki grup üyelerinin her birinin sakladığı ve saklamaya da kararlı olduğu sırları vardı. Bunun iyi bir şey olmadığını düşünüyordu, ama kendisine sakladı bu düşüncesini. Sohbet kısa kesilmişti. Thomas grup üyelerinin geçmişini eşeledikçe daha fazla tepkiyle karşılaşacağını düşündüğünden başka bir şey demek istemedi. Firb ise gerilim yaşansın istemediğinden: "İsterseniz yine anılarımdan birini anlatabilirim." diye öneride bulundu. Eva gülümseyerek: "Çok isteriz, Firb. Hatta harika olur." dedi. "O zaman size bu sefer ilk kez bir cadıyla karşılaştığım maceramı anlatayım. Bundan evvel evvel öncesiydi, yılını bile hatırlayamıyorum artık. Sakallarımı tıraş etmeye başlayalı bir iki sene oldu ya da olmadı. Belki de o kadar genç bile değildim, yok yok daha mı yaşlı olduğum zamanlarda mıydı şimdi emin olamadım. Her neyse konumuzun yaşla, saçla alakası yok zaten. Bu karşılaştığım cadı kırışık suratına iyi gelecek zehirli bir mantarın peşindeymiş. Bu mantar da ünlü bir lordun bahçesinde yetişiyormuş. Lord mantar uzmanıymış sanırım, ama yemek kısmıyla değil daha çok zehir kısmıyla ilgileniyormuş olayın. Misafirlerinin büyük bir kısmının eve döndüklerinde gizemli bir şekilde ölmelerinin esas nedeni de buymuş aslında, mantar zehirlenmesinden öldürüyormuş sevmediği misafirlerini bu lord. Cadı da illüzyon konusunda uzmanmış, kendisini bir prenses gibi görünmesini sağlamış ama büyünün etkisi anca üç saat mi ne sürüyormuş. Lordun partisine katılmış, gizlice mantarın yetiştiği bahçeye girmek için bir kaç nöbetçi askerle, affedin prensesim ama gerçeği saklayamam, ilişkiye girmiş oracıkta. Nöbetçi askerleri atlattıktan sonra bahçeye adımını atmış. İşte tam bu anda ben bu cadıyla burun buruna geldim. Lordun partisi var dediler, ünlü Prenses Katherine de davetliymiş dediler. Ben de neymiş bu prenses bir göreyim demiştim. Gizlice kaleye girdiğimde bahçeye giren hoş bir kadın gördüm. Tablosunu görmüştüm prensesin ve o prenses işte bu kadındı. Peşinden bahçeye ben de girdim ve kadının mantarlardan birini koparmaya çalıştığını fark ettim. Ben mantarları iyi bilirim, bu nedenle onun zehirli olduğunu anlamıştım. Ama belli ki bu leydi bunu anlamamıştı, yani ben öyle düşünmüştüm. Onu yiyeceğini sanarak ileri atıldım ve bağırdım mantarı yememesi için. Cadı o anda aklına gelen ilk büyüyü yapmış ve benim üzerime bir lanet atıvermişti. O günün geri kalanını bir kurbağa olarak bataklıkta geçirmek zorunda kalmıştım. Cadıyı en son gördüğümde mantarı cebine atmış ve kaleden de kaçmak üzereydi. Gerçek prenses partiye geldiğinde o kadının sahtekâr olduğu anlaşılacaktı. Sonra da cadı avını başlattı lord ama iş işten geçmişti.” "O cadıyı hiç bulamadılar mı?" diye sordu Safiel. Firb şaşırmıştı birden çünkü Safiel’in kendi kedisiyle ilgilendiğinden anlatılanları dinlemediğini sanmıştı. "Bulmadılar diye duymuştum en son. Tabi bu olayın üzerinden nereden baksan bir elli sene geçmiştir." diye yanıt verdi Firb. "Harika bir anı daha. Korsan anısından sonra cadı anını da öğrenmiş olduk, bakalım daha bize neler anlatacaksın yolculuğumuz boyunca." diye yorumda bulundu Eva. Herkes uykuya dalmıştı ardından. Eva yine ısrar etmişti, kendisinin daha uykusunun gelmediğini söylemiş ve nöbetçi olarak durmayı kabul etmişti. Sabaha karşı Eva güneşi karşılamak için mağaradan çıkmıştı ki uzaktan gelen bir grubun ayak seslerini duymuştu. Birileri geliyordu hem de bu mağaraya doğru. Eva biraz daha yaklaştı ve gelen grubu inceledi. En az yirmi kişilik bir haydut grubuydu. İki kişi sedyede birini taşıyordu. Sedyedeki kişi ölüydü. Eva onu tanımıştı. Dün onlara saldıran haydutların ölen lideriydi. Acele etmeleri gerektiğinden haydutu ölünce ağacın kenarına bırakmak zorunda kalmışlardı. Anlaşılan haydutlar ölen liderlerinin cesedini bulmuşlardı. Eva hemen mağaraya koştu ve grup üyelerini uyandırdı. Tehlike büyüktü ve hemen kaçmaları lazımdı. Ama haydutlar bu kadar yakınken mağaradan dışarı da çıkamazlardı, hemen görülürlerdi. Safiel uyku sersemliğini üzerinden attıktan sonra bir öneride bulundu: "Bunu yapabilir miyim emin değilim, ama aklıma başka bir şey gelmiyor. Hepimizi bir süreliğine görünmez yapabilirim."
Haydutların sesleri yakındı, anlaşılan mağaranın önüne varmışlardı. Eva: "Yap hemen büyüyü." diye fısıldadı büyücüye.
Haydutların sesleri yakındı, anlaşılan mağaranın önüne varmışlardı. Eva: "Yap hemen büyüyü." diye fısıldadı büyücüye.
Published on April 08, 2014 06:46
April 7, 2014
ZİNDAN GÜNLÜKLERİ - IV
4. Bölüm “PİŞMANLIK”
Safiel ilk kez müdürün odasına çağırılmamıştı. Ama bu sefer suçu neydi hiç emin değildi. Bazen kuralların ne olduğunu bilmek yetmiyordu sanırım, uymak da gerekiyordu. Odada Bayan Nolan her zamanki kibirli bakışlarıyla koltuğunda oturuyordu ve o kemik çerçeveli gözlüğünü de takmıştı. Safiel uyuz olurdu o gözlüğe. Ama biri daha vardı odada. Safiel onun elf olduğunu hemen anlamıştı. Elf, Safiel'i görünce gülümseyerek ayağa kalktı ve büyücüyü selamladı. Ardından elini uzattı tokalaşmak maksadıyla. Ama Safiel ne yapacağını bilememişti, ondan öylece ayakta dikiliyordu. Bayan Nolan öksürerek öğrencisinin kendisine gelmesi için uğraştı nafile bir şekilde. Sonra da: "Öğrencimin kusuruna bakmayın, biraz ürkek ve çekingen biridir." dedi durumu toparlamak için. "Sorun değil, Bayan Nolan. İzin verirseniz Safiel ile yalnız konuşmak istiyorum." dedi elf. Müdür hemen ayağa kalktı: "Tabi ki de, oda sizindir, Prenses Eva. Arzu ettiğiniz bir şey olursa ben hemen odanın dışında bekliyor olacağım." Eva, müdürün çıkmasını bekledi. Müdür çıktıktan sonra da: "Bir süre sonra o ses tonu bunaltıyor değil mi?" dedi. Safiel de: "En sonunda benim gibi düşünen birini buldum." dedi gülümsemesine engel olamayarak. "Ne dersin, Safiel? Bu akademiden dışarı adım atmak ve bir maceranın içinde kendini bulmak istemez misin?" diye sorusunu yöneltti Eva konuyu daha fazla uzatmadan. "İsterim de. Hem de çok isterim. Ama ben neyim ki, işe yaramazın tekiyim. Sorun olurum." diye yanıt verdi umutsuz bir şekilde Safiel. "Bu düşünceni değiştirmeye geldim ben de." dedi Eva karşılık olarak. Safiel, Eva ile olan ilk karşılaşmasını hatırlarken: "İşte şimdi tam sırası, Safiel. Ne kadar işe yarar biri olduğunu kendine ispatlama vaktin geldi." diyordu Eva. Haydutlar saldırıya geçmişlerdi. Fazla vakit yoktu düşünmeye, herkes elinde ne varsa kullanacaktı artık. Sacokhan baltasına güveniyordu ve baltasını kullanırken aynen bir sanatçının kusursuzluğunu sergiliyordu. Firb ise kıyafetinin belli kısımlarına saklamış olduğu ufak bıçaklarına güveniyordu. Onları ustalıkla fırlatıyordu. Her attığı hedefi vuruyordu. Thomas da bir rahipti ve içindeki inanç ışığını kullanarak düşmanlarını çarpabiliyor ya da müttefiklerini iyileştirebiliyordu. Eva bir korucu olarak yay kullanmada uzmandı. Firb gibi o da hedefini tam on ikiden vurmakta sıkıntı yaşamıyordu. Sacokhan ile haydutlardan elinde ağır bir balta olan ölümüne kapışıyorlardı. Baltalar çarpıştıkça kıvılcımlar çıkıyordu ortaya. İkisinin de vazgeçmeye niyeti yok gibiydi ve ikisi de daha yorulma emaresi göstermiyordu. Eva ile Firb, ağaçlara saklanan ve elindeki yayları kullanmaya niyetli haydutları zorlanmadan indirmişlerdi. Eva sağ taraftakileri, Firb sol taraftakileri halletmişti. Haydutların lideri ise elindeki kılıçla Thomas'a doğru yürüyordu. Thomas elinde ne varsa kullanıyordu. Onu yavaşlatacak kadar çarpmıştı. Ama yetmiyordu. Adam dayanıklı çıkmıştı. O esnada haydutlardan büyücü olan Eva'yı kendine hedef seçmişti ve onu dondurmaya hazırlanıyordu. Safiel bunu görmüştü ve hemen harekete geçti. Büyücünün büyü yapmasını bir süre engelleyecek bir büyü biliyordu. Yakın zamanda derste öğretilmişti. Sözleri de basit sayılırdı. Büyüler, Büyü dili olarak da bilinen Latelion dilinde söylenirdi. Belki başka dilde de büyü yapılabileceğine dahil teoriler atılmış olsa da şu ana kadar başarı sağlanamamıştı. Latelion dili hala büyü yapılırken başvurulan bir dildi. "Ex Para Ost" diye bağırdı ve hedefine odaklandı Safiel. Dersin uygulamasına girememişti daha, ama anlaşılan büyü işe yaramıştı çünkü karşı tarafın elinde biriktirmiş olduğu buz kristalleri yok olmuştu. Büyüler, büyücünün mana olarak da bilinen enerjisini harcardı. Belli bir süre sonra büyücünün manası biterdi ve enerjisi dolana kadar büyü yapamazdı, dahası yorgun da olurdu ve başka şeylere odaklanamazdı enerjisi geri gelene kadar. Yakın zamanda öğrendiği bu büyü de Safiel'in manasını yüksek oranda azaltmıştı, çünkü aşırı derece yorgun düşmüştü. Gözlerini bile açamaz olmuştu. Haydutun ise tam tersi daha yorulmadığı belliydi. Bir süre büyü yapamayacaktı, ama hala elindeki asayı Safiel'in kafasına indirecek kadar enerjisi yerindeydi. Safiel yere devrilmişti. Kedisi de cübbesinden düşüvermişti. Yere düşen sahibinin yanaklarını yalıyordu kendine gelmesi için. Ama işe yaradığı söylenemezdi. Haydut ise iyice onlara yaklaşmıştı, tam asasını kaldırmıştı ki önüne biri çıktı. Eva: "Bu kadar kolay olacağını mı düşündün?" dedi hayduta dalga geçercesine ve yayının sert kısmıyla haydutun yüzüne vurdu. Sert darbenin ardından kendine gelmekte zorlanan hayduta ise son darbeyi Firb vurmuştu, bıçaklarından birinin arka kısmıyla haydutun ensesine geçivermişti. Tabi bu eylem esnasında zıplaması komik bir görüntüye de sebep olmuştu. Sacokhan ise en sonunda rakibini alt etmeyi başarmıştı. Bu kadar zorlanacağını tahmin etmemişti. Arenalardan uzak kaldığını belli ediyordu bu olay, ama neyse önemli olan sonunda ayakta kalanın kendisi olduğuyla. Baltasını rakibinin karnına saplamıştı, onu çıkarttıktan sonra rakibinin giysisine sürerek baltasındaki kanı temizledi. Geriye haydutların lideri kalmıştı. Thomas onu yavaşlatmak için elinden geleni yapmıştı. En sonunda tamamen felç olmuştu adam ve kıpırdayamaz bir halde kalmıştı. Acınacak bir ifadeyle önce kendi adamlarına baktı. Hepsi ölmüştü. Sonra da saldırdıkları gruba baktı, tam tersi hepsi sağdı. Ağladı ağlayacaktı bu duruma. "Bunu ne yapalım?" diye sordu Sacokhan keyifle. "Pişman mısın? Bu kadar kişinin ölmesine değdi mi?" diye sordu Eva. Yüzü çok sertti. Safiel onun bu haline alışık değildi, ondan birden bir garip olmuştu. "Benim işim bu, millet. Anlayın beni de. Haydut olarak elimden bu geliyor benim. Beni bırakın, yine aynısını yaparım." dedi kendinden emin, pişkin bir ses tonuyla haydutların lideri. "Pişman olmak kötü bir şey değildir. Aksine hayat kurtarır." dedi Thomas, anlaşılan günah çıkartmakla uğraştığı o rahiplik günlerini hatırlatmıştı bu durum. "Seni gidi domuz, yalancı. Ben inanmam yüce şeylere. Tanrılarmış! Külahıma konuş sen. Bu hayatta pişman olmayacağım tek şey bir şeye, olmayan bir şeye inanmadan yaşamış olmamdır." dedi haydutların lideri, ardından da ağzının düzelmesi üzerine yere tükürmeyi ihmal etmedi. "Bu adam sizin de sinirinizi bozmaya başladı mı?" dedi Sacokhan hevesle. Baltasını kaldırdı kaldıracaktı. "Hayır, onu öldürmeyeceğiz. Pişman olmasını sağlayacağız." dedi kararlı bir ses tonuyla Eva. "Ben de Eva'ya katılıyorum." dedi Thomas hemen. Firb da: "Gerekmedikçe adam öldürülmesine karşıyım." diye destekledi. Safiel hiç bir şey demedi. Sacokhan ise: "Aman, bana ne." dedi hevesi kırılarak, sonra da baltasını yere indirdi. "İyice geç olmadan ormana girelim madem. Zaten yeterince haydutları gördük, artık daha fazlasıyla karşılaşacağımızı sanmıyorum. Hemen şu bahsettiğim hana varmak istiyorum." diye önerdi Eva. Firb çantasından kalın bir ip çıkarttı: "Bununla esirimizi bağlamaya ne dersiniz?" Eva: "Mahzen gibisin Firb. O çantanda başka neler saklıyorsun, merak ediyorum açıkçası. Bir de sonradan ortaya çıkartıyorsun ya." dedi gülümseyerek. Firb da: "Gerektiği an geliyor, öyle çıkartıyorum ben de." diye karşılık verdi. Eva esirin ellerini iyice bağladı. Haydutların lideri konuşmuyordu bile. Safiel, Eva'ya yaklaştı: "Esiri ben götürürüm. Siz yorulmayın." "Emin misin?" diye sordu tereddüde düşen Eva. "Merak etme, çocuk değilim." dedi Safiel emin bir şekilde. Grup yola çıkmaya hazırdı artık. Eva öne geçti. Safiel de esirle beraber en arkada kalmıştı. Herkesin ona bakmadığına emin olduktan sonra esire: "Hiç bir zaman pişman olmayacaksın, değil mi?" diye sordu. Haydutların lideri hiç bir şey demedi. Yürümeye devam etti. Safiel: "Sana bir soru sordum. Yanıt versen iyi olur." dedi. "Bu iplerden kurtulduğum zaman yapacağım ilk şey bu beni bağladığınız ipleri boğazına tıkmak olacak, seni boğulurken izlemek çok ilginç olacak." diye yanıt verdi haydutların lideri pişkin bir şekilde. "İşte beklediğime benzer bir yanıt." dedi Safiel sinsi bir gülümseme eşliğinde ve yere düşen kılıçlardan birini sakladığı cübbesinden çıkarttı, sonra da hızlı bir şekilde önce haydudun iplerini, ardından boğazını kesti. Adam ölürken Safiel bağırdı önde giden gruba: "Yardım edin. Adam kılıcını saklamış. Boğazını kesti." Thomas adama yardım etmek için hemen koştu, ama boğazından kesildiği için geç kalınmıştı. Üzüntüyle: "Elimden bir şey gelmez bu dakikadan sonra." dedi. "Özür dilerim. Adamın böyle bir şeye kalkışacağını nereden bilebilirdim?" dedi çekinerek Safiel. "Asıl benim dikkat etmek gerekirdi. Sana da zarar verebilirdi. Neyse ki ucuz atlattık." dedi Eva. Rahatladığı belli oluyordu. Eğer Safiel'e bir şey olsaydı kendisini affedemezdi hiç.
"Neyse ki..." dedi Safiel de fısıltıyla.
"Neyse ki..." dedi Safiel de fısıltıyla.
Published on April 07, 2014 03:30
April 6, 2014
ZİNDAN GÜNLÜKLERİ - III
3. Bölüm “KAHVALTI”
Güneşin doğuşunu karşılarken büyücü gözlerini açmıştı, Safiel'in ilk gördüğü görüntü işte buydu. Keşke her sabah böyle uyansam diye düşünmeden edememişti. Güneş ışıkları Eva'ya vururken o duruşu, o gülümsemesi insanın içini ısıtıyordu. Safiel bir süre kendine gelememişti. Ne demesi gerektiğini de uzun süre düşündü durdu. Sonunda Eva ona: "Günaydın." deyince kendine geldi. "Günaydın." diyebildi sonunda Safiel de. Diğerleri çoktan uyanmıştı anlaşılan. Sacokhan onlara doğru geliyordu. Yüzü ıslaktı. Yakında temiz bir akarsu olmalıydı, Safiel de yüzünü yıkayıp iyice kendine gelmek için ayağa kalktı. Ayağa kalktığında bir an için başı döner gibi olmuştu, ama hemen toparlanıverdi. Eva bunu fark etti mi emin olamamıştı. Eva ise hiç bir şey demedi ona. Sacokhan çantasını düzeltmeye başladı. İçki şişelerinin düzgünce durduğuna emin oldu, o kadar şişenin kırılması başına gelebilecek en büyük felaketti onun için. Sacokhan’ın çantasıyla uğraşırken konuşulanları dinlemeyeceğini düşünerek Safiel, Eva'ya bir soru sordu, aklını kurcalayan bir soruydu bu bir kaç gündür. "Diğerlerini anlıyorum. Ama neden ben? Neden sırf beni bu grubun bir parçası yapmak için Hexford'a kadar geldin? Bende ne gördün?" "Sende gördüğüm şey güvendi. Büyücüler özellikle yaşlandıkça ve kendilerini geliştirdikçe kibirlerine yenilebiliyorlar. Ama sen kendini sadece bir büyücü olarak değil aynı zamanda bir insan olarak görebiliyorsun. Bu benim için çok önemliydi." diye yanıt verdi Eva da. Sacokhan, konuşulanları duymuştu aslında. Safiel ona arkası dönükken Eva'ya göz kırptı. Sonra hazır olduğunu belirtircesine gerindi. Safiel de kafası karışmış bir şekilde yüzünü yıkamaya gitti. "Büyücülere pek güvenmem. Cüceler olarak ırksal özelliğimizdir zaten bu. Ama bu çocuk nedense bana güven veriyor. Bir tek o kedisi yok mu? Beni tedirgin ediyor." diye düşüncesini paylaştı Sacokhan, Eva'ya büyücünün arkasından. "Merak etme. Zaten Safiel'i gruba seçmemin esas nedeni o kediydi." dedi Eva da ve ardından Sacokhan'a göz kırptı. Safiel akarsuyun kenarında Thomas ve Firb'ü buldu. Yüzünü yıkarken onlara günaydın demeyi de ihmal etmedi. Firb enerjik duruyordu, maceraya en hazır kişi oydu aralarında. Gezgin biri olduğu nasıl da belli oluyordu? Bir yerde sabit duramıyorlardı işte. Thomas, artık tüm ilgisini kedisine vermiş büyücüye dikkatle bakıyordu. Firb'e: "Sence bu kadarı sana da garip gelmiyor mu? Kediyle bu kadar ilgilenmesi, ona efendi muamelesi göstermesi sence doğru mu?" diye sordu. "Dün konuşurken ondan garipsemiştim ya durumu. Akademide öğrencilere kedi ya da başka bir hayvan ile yakın bir ilişki kurulmasına izin verilmez diye biliyordum ben. Belki de bu sadece basit bir kuraldan öte bir şeydir. Dahası eğer böyle kesin bir kural varsa, en baştan onun bize dediğinin doğru olmama ihtimali de geliyor aklıma." dedi Firb. "Yani diyorsun ki kediden akademinin haberi yok, Safiel onu saklıyor muydu?" dedi Thomas şaşırarak. Firb: "Sadece bir ihtimal. Şimdilik kendimize saklamamız gerektiğine inandığım bir teori." dedi hemen ve konuyu kapattı. Ardından Firb, büyücünün yanına dostane gülümsemeyle yaklaştı ve: "Biz seni beklerken akarsuyun kenarında bir şeyler de yemiştik. İstersen sana da hızlıca bir kahvaltı hazırlayalım, ne dersin?" diye sordu. "Yok, teşekkür ederim ama ben genelde kahvaltı yapmam." dedi Safiel utanarak. Thomas da: "Olur mu, kahvaltı çok önemlidir. Günün en önemli öğünüdür. Hem sen gençsin, itiraz istemiyorum hepimizden çok senin enerjik olman gerekiyor aramızda." diye uyardı. Kamp alanına geri döndüklerinde Eva'nın çoktan Safiel için bir kahvaltı hazırlamış olduğunu fark ettiler. Safiel iyice utanmıştı. Ne diyeceğini bilemiyordu. Geç kalkmıştı ve başkaları ona kahvaltı hazırlamıştı. Aslında ona çocuk gibi davranmalarından rahatsız olmaya başlamıştı, yine de bu durum hoşuna gitmiyor değildi. "Çabuk olmana gerek yok. Biz seni bekleriz. Sen sakince kahvaltını yapabilirsin." dedi Eva gülümseyerek. Safiel de daha fazla üstelemedi ve kahvaltısını düzgünce yaptı. Yola bir saat sonra anca çıkmışlardı. Öğlene geliyordu güneş artık. Ormandan çıkmışlardı ve bir patikadan yola devam ediyorlardı. Yolculuk sessiz ve sakin bir şekilde sürüyordu. "Hep gezmek, sürekli yollarda olmak nasıl bir duygu?" diye sordu Safiel, Firb'e. Firb yerden taş toplayıp onları cebine biriktiriyordu. Güzel biçimli bir taş bulmuş ve parmakları arasından o taşı gezdiriyordu. Safiel ona soru sorduğunda önce bir gülümsedi. Genel olarak sürekli karşılaştığı sorulardan biri olduğu içindi aslında bu gülümsemenin nedeni. "Yol hiç bitmez. Ama biz gezginler buna inanmayız. Elbet bir son vardır deriz. Amacımız biraz da bu sona ilk ulaşan olmaktır. İmkânsız bir hedef, bunun da farkındayım. Sonuçta her yeri gezmek, görmek, yeni maceralara yelken açmak artık bir tutku halini alıyor belli bir süre sonra. Alışkanlık oluyor ve bırakamıyorsun. Anlatabildim sanırım." diye yanıt verdi Firb. "Çok iyi anladım." dedi Safiel. Firb'e hayran olmaya başlamıştı. Onunla sohbet etmek ve anılarını dinlemek istiyordu sürekli. Ama onu sıkmaktan da korkuyordu biraz. "Bu patikanın bir sonu olacak mı?" diye sordu Sacokhan, yürüyüş boyunca gruba önderlik eden Eva'ya. Eva grubun geri kalanının da yorulmaya başladığının farkındaydı, ama hedeflediği bir yer vardı. Oraya bir an evvel ulaşmak istiyordu. Sakince: "Çok az kalmış olması lazım. Ama patika bitince dinlenemeyiz, buralarda geceyi geçirmek istemezsiniz. Güvenin bana." dedi. "Ormana girmeyecek miyiz gene?" diye sordu merakla Thomas, Eva'nın yanıtından sonra. Eva: "Evet, yine bir ormandan geçmemiz lazım. Ama bu orman dün gece kamp kurduğumuz gibi güvenilir değildir. Genelde haydutların in olarak kullandığı tehlikeli bir bölgedir. Bu yüzden ormanı gündüz gözüyle hemen aşıp bildiğim bir han var, oraya ulaşmak istiyorum." diye açıkladı. Firb hemen çantasından bir harita çıkardı. Parmağıyla gittikleri rotayı takip ederken: "Sanırım Gül Ormanı'ndan çıktık, şimdi Kızıl Lale Ormanı'na girmek üzereyiz. Pek yaratıcı değiller bu bölgede yaşayanlar anlaşılan, hep çiçek isimlerini vermişler yerlere." dedi. Thomas bir kahkaha patlattı ardından: "Birisi yanında bir harita taşıyor ve bize söylemiyor daha. Dostum sürprizlerle dolusun." "Bu haritayı buraya gelmeden önce kendim çizmiştim. Çok hoş bir kütüphaneye yolum düşmüştü de orada çok hoş haritalar vardı. Ben bir hırsız değilim, ama bir içeriye göz atmadan da duramadım her zamanki gibi. Neyseki defterim yanımdaydı da en azından bir kaç yerin haritasını çizebildim." diye açıkladı Firb. Eva Firb'ın haritaları çizmiş olduğu defterine göz attı ve hayranlığını belli edercesine: "Bu gerçekten de harika. Ben de ilerideki bölgelerin çoğunu bilmem, bu haritalar çok işimize yarayacak." dedi. Sacokhan heyecanla ileriyi gösterdi: "Bakın, ileride dumanlar yükseliyor." "Birilerinin yardıma ihtiyacı olabilir." dedi Thomas ve gruptan daha önde dumanın olduğu yere ilerledi. Eva endişeyle: "Bekleyin, buralar tehlikeli dedim. Tuzak olabilir." diye uyardı ama Thomas'ın dinlemeye niyeti yok gibiydi. Vicdanı buna engel oluyordu. Patikanın ortasında bir kaç kütük ateşe verilmişti. Sanki bu yolu kullanan yolculara engel olsun diye bilerek bırakılmış gibiydi. Tüm grup üyeleri ateşin olduğu yere varınca Eva'nın endişesi gerçeğe dönüştü ve bir grup haydut etraflarını sardı. "Beş kişilik bir grup, hem de bir elf var aralarında. İşte bu güzel oldu. Esir pazarına çok yüksek bedele satabiliriz hepsini." dedi keyifle haydutların lideri. "Hal hatır sormadan direk saldırıya mı geçeceksiniz?" diye sordu Firb aşırı derecede sakin bir ses tonuyla. Haydutlardan ses çıkmamıştı. Sacokhan: "Sanırım diplomasiyle uğraşmaya niyetleri yok gibi." dedi ve yavaşça çantasından baltasını çıkarttı. Yedi haydut vardı toplamda. Dördünün elinde yayı vardı ve ağaçların arasına saklanarak nişan almışlardı. Haydutların liderinin kalkanı ve sağlam bir kılıcı vardı. Yanında da iri yapıda iki adamı vardı. Birinin Sacokhan'ın baltasına eş büyüklükte bir baltası vardı. Diğeri ise bir asa taşıyordu, yani bir büyücü olmalıydı.
"Bu savaş demek oluyor sanırım?" dedi Safiel ve bu sözünün ardından iki grup arasında savaş başladı.
"Bu savaş demek oluyor sanırım?" dedi Safiel ve bu sözünün ardından iki grup arasında savaş başladı.
Published on April 06, 2014 07:02
April 5, 2014
ZİNDAN GÜNLÜKLERİ - II
2. Bölüm “KAMP”
Ateşin başında sessizce yemeklerini yiyorlardı. Herkes çantasına yolculuk öncesi doldurduğu yemeklerinden çıkartmıştı. Eva, herkese özenle topladığı meyvelerden ikram etti. Elma, çilek ve üzüm başta olmak üzere bir sürü taze meyve vardı çantasında. Safiel aceleyle çıkmak zorunda kaldığı için fazla bir şey alamamıştı. Zaten kendisi de fazla bir şey yememişti, daha çok kedisini doyuruyordu. “Kedinin bir adı var mıdır?” diye bir soru yöneltti Thomas. Grup üyeleri arasından en çok bu genç büyücü ilgisini çekmişti, özellikle kedisiyle olan ilişkisini gözlemliyordu sürekli. “Aslına bakılırsa bizim oralarda yaşamasına müsaade edilen tek kedi benimkisi olduğu için, kedi diye seslenildiğinde hep ben kendi kedimden bahsedildiğini anlıyordum. Bu yüzden bir isme de gerek duymamıştım.” diye yanıt verdi Safiel. Kedisi karnını doyurmuş, şimdi büyücünün cübbesine iyice sarılmış bir vaziyette uykuya dalmak üzereydi. Cübbenin çoğu kısmı da kedinin tırnak izleriyle doluydu. “En güzeli, akılda kalıcı olmuş. Zaten ismi ne olursa olsun, ben ona yine kedi diyecektim.” diye söze girdi Sacokhan. “Kulede yaşamak zor olsa gerek? Demek dedikleri kadar varmış. Evcil hayvan bile beslenmesine izin verilmiyor diye duymuştum da, bu kadarı abartı gelmişti.” diye sohbete katıldı Firb da. “Hexford yine en insaflısı olarak bilinir, diğer akademiler daha kuralcı ve sert diye duymuştum ben de.” diye karşılık verdi Safiel. Pek hatırlamak istemediği anılar aklına geliyor gibiydi, büyücünün yüzündeki ifadenin farkına varan Firb da daha fazla konu hakkında bir şey sormak istemedi. “Hexford’da okuduğuna göre gerçekten de zeki ve başarılı bir öğrenci olmalısın. Oraya ancak en iyiler gider derler.” dedi Thomas. Safiel’in okuduğu akademinin adını duyunca büyücüye olan ilgisi daha da artmıştı. Saygısızlık yapmak istemiyor olsa da Safiel, geçmişiyle ilgili konuşmak istemiyordu. Thomas’ın dediklerine karşılık sadece gülümsedi, bir şey demedi. Sacokhan çantasından özenle getirdiği içki şişelerinden birini çıkartıyordu. Keyifle: “Yemeğimizi yedik. Eh sohbet ederken bir şeyler içmemek olmaz değil mi, dostlar?” dedi ve şişeyi açıp, herkesin bardağına içkiden doldurdu. “Vay be, Seon’un ünlü nar şarabından tatmayalı bayağı olmuştu.” dedi Thomas içkisinden bir yudum aldıktan sonra Safiel içkisinden bir yudum aldığı gibi öksürmeye başladı. Sacokhan da büyücünün sırtına pek de nazik olmayan bir şekilde vururken: “Uyarmayı unuttum. Oldukça sert bir şaraptır, benim gibi içkici olmayanları sarsabilir.” diye belirtti. “Gerçekten de güzel şarapmış. İkram için teşekkür ederiz.” dedi Eva da. “Bir prensesten bunu duymak benim için bir mutluluktur. Asıl ben teşekkür ederim.” dedi bir cüceden beklenmedik bir kibar ses tonuyla Sacokhan. “Firb dostum, haydi bize bir hikâye anlatsana. Bu güzel havada, dostların arasında ne de keyifli olurdu senden hoş bir hikâye dinlemek. Öyle değil mi?” diye rica etti Thomas, eski dostundan. “Bilmem ki herkes sizin gibi düşünmüyor olabilir. Sıkmak istemem şimdi durduk yere.” dedi Firb tereddüt ederek. “Olur mu öyle şey? Sizden bir hikâye dinleme onuruna ulaşma fırsatını kimsenin kaçırmak isteyeceğini sanmıyorum.” dedi hemen Eva. “Peki, madem. Fazla sizleri sıkmadan kısa bir anımı anlatabilirim sanıyorum.” diye söze başladı Firb. “Zamanında çoğunuz bilmez ama yolum bir korsan gemisine düşmüştü. Hep o koca gemileri merak etmişimdir. İlgi alanım gereği aslında, yoksa geminin kaptanının değerli mücevherleriyle bir işim yoktu bile. Adımız çıkmış ya bir kere, maymuncuğunuz varsa ya hırsızsınızdır ya da hırsızlara bu tür aletleri satan kötü niyetli bir satıcısınızdır. Kaptan da ünlü Barboes Whitley olmasın mı? Tarihle içli dışlıyımdır ama öyle gemi isimlerini filan bilmişliğim yoktur. Yoksa geminin adının Deniz Yosması olduğunu okuduğum anda kaptanın kim olduğunu da çıkartmam icap ederdi. Ben daha çok neden geminin adı böyle olmuş, onunla ilgilenmiştim halbuki. Her neyse daha fazla uzatmayayım, bulunduğumuz yerde bir koydu ama kayıt dışı yerlerden yani korsan gemilerine hizmet eden bir liman vardı orada. Geminin limana yanaştığının ikinci gecesiydi, handa boş boş otururken canım sıkılmıştı. Hele hanın tam karşısında bu heybetli gemi duruyorken aklım başka bir şeye odaklanamıyordu bile. Şiir bile yazamaz olmuştum, düşünün yani o derece. Gizlice yola çıktım ve dosdoğru geminin içerisine sızdım. Kendi adamlarına bile güvenmeyen kaptan gemiye sadece iki nöbetçi bıraktığı için geminin içerisinde oradan oraya dolaşmak fazla zor olmamıştı, ta ki kaptanın odasına varıncaya kadar. Odada bir sürü tablolar, kılıçlar, değerli mücevherler vardı. Her biri detaylıca incelenmeyi hak ediyordu. Pek tabi ki de onları çalmak gibi bir niyetim yoktu. Ama anlaşılan odada ayağından zincirlenmiş bir hayata mahkûm edilmiş papağan öyle düşünmemişti, kulakları sağır edici bir şekilde bağırmaya başlamasın mı? Hırsız var, hırsız var. Bir de en kötüsü papağanın tasvir sanatını geliştirmiş olmasıydı. Küçük, boyu kısa, yeşil gözlü bir hırsız var!” “Kaptan ile karşılaştın mı peki?” diye heyecanla sordu Safiel. “Onunla karşılaşmış olsaydım şu anda bu anımı sana anlatamıyor olurdum yüksek ihtimalle, genç dostum. Hayır, ben pencereden nöbetçiler odada girmeden kaçıvermiştim. Ama buz gibi suya düşmüştüm. Bu halde ortalarda da gezinemezdim. Ben olduğum ortaya çıkardı. Hem papağanın arkamdan dediklerini de duymuştum. Nasıl biri olduğumu biliyorlardı. Üşüdüğüm halde o soğuk gecede dinlenmeye vakit bulamadan en yakın ormana giriverdim, sabahı nasıl ettim hatırlamıyorum bile. Çok kötü hastalandığımı biliyorum ama, bir ay burnum tıkalı dolaşmak zorunda kalmıştım. İşte böyle!” Anısını anlatmayı bitirdiğinde grup üyelerine baktı. Herkes memnundu anlaşılan anlatılan hikâyeden. Eva gülümseyerek: “Ucuz atlatmışsınız, merakınız umarım sizi daha tehlikeli durumlara sokmaz bir daha.” diye yorumda bulundu. “Hoş bir anıydı, ilgiyle dinledim. Ama artık izin verirseniz ben kestirmek isterim. Göz kapaklarım kapanıyor kendiliğinden.” dedi Sacokhan. “Haklısınız, uyumamız lazım. Buralar tehlikesiz bölgelerdir. Rahatlıkla uyuyabilirsiniz. Ama benim daha uykum gelmedi. Siz uyurken ben nöbette durabilirim.” diye belirtti Eva. “Bu pek uygun düşmez ama, sizin gibi leydi başımızda nöbet tutarken bizim uyumamız?” diye çekincesini dile getirdi hemen Thomas. “Ben bir prensesim, ama aynı zamanda bir elfim. Uykuya sizin kadar ihtiyacım yok, ancak sizler yorgun düştünüz. Uyumanız lazım. Lütfen ısrar ediyorum. Yarından itibaren belki böyle rahat bir dinlenme ortamı bulamayacağız, bu yüzden bu yerin tadını çıkartırdım sizin yerinizde ben olsaydım.” diye karşılık verdi Eva. Daha fazla ısrar etmenin bir anlamı yoktu, Thomas da bir şey demedi. Herkes uyumak için gözlerini kapatırken Eva yıldızlara bakıyor ve bundan sonraki gecelerin de hep böyle huzurlu olmasını umuyordu.
Published on April 05, 2014 11:59
April 4, 2014
ZİNDAN GÜNLÜKLERİ - I
1. Bölüm "TANIŞMA"
Rüzgârın fısıltısına kulak kabartmış bir şekilde dikiliyordu. Kıyafetleri basit birer kumaştan oluşuyor olsa da o duruşuyla bir prenses olduğunu belli ediyordu. Saygısını sunuyordu sanki etrafına. Dahası rüzgâr ona bir şey anlatıyormuş gibiydi. Anlayışla başını sallıyordu. Rüzgârın bu kadar anlatacak ne derdi var diye büyücü yoldaşı merak etmiyor değildi, ama sakince beklemesini sürdürdü. "Burada beklemeliyiz, büyücü dostum. Birazdan bize yetişecekler." diye konuştu en sonunda Eva. Halkının yanında bir prenses olabilirdi, kıyafetleri sağlam kumaşlardan, takıları değerli incilerden, çizmeleri kalın deriden yapılmıştı. Ama burada herkesle aynı seviyeydi. Dahası bir prenses olduğunun bilinmesi tehlikeli olabilirdi bilinmedik yerlerde. Dediği de olmuştu. Büyücü dostu kedisi üşümesin diye iyice onu cübbesinin içine sarıverirken uzaktan onlara yaklaşan birilerinin sesleri de duyuluyordu. Safiel memnundu bu durumdan. Prenses Eva'yı tanıyordu zaten. Uzun yıllara dayanan bir dostlukları vardı. Diğerlerinin ise namını duymuştu, her birinin kendisini özel yapan bir uzmanlık alanı vardı ve Safiel dersine iyi çalışmıştı. Thomas, uzun yıllar ünlü kiliselerde çalışmış bir rahipti. Emeklilik günlerinin tadını çıkartıyordu. Kütüphanesinde cilt cilt bir sürü kitap koleksiyonu vardı. Her birini de kelimesi kelimesine biliyordu. Hafızası kuvvetliydi ve yaşlı zihni çoğu gençten daha üstündü zekâ konusunda. Firb bir buçukluktu ama boyunun kısalığına bakılmaması lazımdı. Yaşlıydı ama çevikti. Eli hızlıydı, kaybolmak konusunda uzmandı. Buna sinsilik denemezdi aslında. Kilitli kapıları açmak çocuk oyuncağı olsa da o daha çok bu yeteneğini her yeri gezip görme hayalini gerçekleştirmek adına geliştirmişti. Hırsızlık gibi işlerde gözü yoktu. Kilitli ama gezilmesi şart eski tapınakları da görmek lazımdı. Sacokhan ağzı bira kokan, sözü fazla uzatmayan, işine odaklanan, baltasına yapışık, geleneklerine bağlı bir cüceydi. Fazla konuşmaz, ama konuştu mu bilgece konuşurdu. Çok savaş görmüştü, bu yüzden de gerekmedikçe işine şiddet karıştırmadan halletmeye çalışmayı daha erdemli bir davranış olarak görmeyi başarmış nadir cücelerdendi. "Sanırım hepimiz tamamız." diye söze girdi Thomas. Grubun lideri olacaksa hiç düşünmeden bu konumda olmayı hak eden biriydi. Önce saygıyla Prenses Eva'yı selamladı, ardından da diğer grup üyelerini süzdü. Tek tek bakışlardan kişilik analizi yapabiliyordu. Karşısındakinin ruhunu gördüğü iddia edilirdi, tabi bu sadece abartıydı. O sadece beden dilinden yola çıkarak kişilik değerlendirmesi yapardı. Safiel biraz çekingen duruyordu, kedisiyle sıradan bir hayvan gibi değil, onun efendisiymiş de söyleyecekleri ve yapacakları şeyler için ondan izin alacakmış gibi ilgileniyordu. Efendi olan kediydi, büyücü onun boyunduruğu altına girmişti. Kendisi üşüsün, ama kedi rahat etsin daha önemliydi sanki. Ama büyücü durumdan şikâyetçi değildi, Thomas da bir şey demeye gerek duymadı. Eva ise asil bir duruş sergiliyordu. Sadece grup üyelerini değil, etrafı da inceliyordu, dahası dinliyordu da. Rüzgârın ona anlatacakları bitmemiş gibiydi. Doğayla bu kadar iç içe bir yaşamı Thomas da arzulardı ama elfler kadar olamazdı ne de olsa bir insandı ve elflerin doğaya duyduğu o hayran kalınası saygıdan mahrumdu. Firb ile eski dostlardı. Tarihi bir kilisede çalıştığı dönemde yaşlı buçukluğu girilmesi yasak bir bölgede yakalamıştı. Yaptığının bir suç olmasından çok, kilitli kapılardan nasıl geçtiği ve nöbetçileri nasıl atlattığıyla daha çok ilgilenmişti. Firb da ona yetenekleri sayesinde gittiği diğer yerleri anlatmaya başlamıştı ve bu dostluklarının da başlangıcı olmuştu. Farkında olmadan Firb ayrılırken Thomas'a bulundukları kilisenin mahzeninden yürüttüğü şarabı hediye etmişti, Thomas bozuntuya vermemişti ve kilisenin en değerli şarabını mahzene geri koyarak Firb'ü belki de başından edecek bir suçu örtbas etmişti. Eski arena şampiyonu, aynı zamanda şehrinde bir sürü han, bağ ve tarla sahibi de olan zengin kesimden bir cücenin de aralarında olması garibine gitmişti. Sacokhan kumara karşıydı ama arenada gücünü sergilemeyi severdi. Diğerleri ona para yatırmışlar, umurunda olmazdı. O sadece işin eğlence tarafındaydı ve kazandığı halde o paraları kabul etmeyen dürüst ve onurlu biriydi de. İçki içmek en büyük hobisiydi. Kasasında paradan çok başka ülkelerden özenle getirttiği o yöreye özgü değerli içkiler saklıydı. Her birini de önemli bir kutlamada açardı, tabi her hafta bir bahaneyle bir kutlama yapardı çünkü onun için amaç sadece içmekti. Bu kadar parayı nasıl kazandığı ise sırdı. Miras değildi, arenadan da kazandığı halde para kabul etmemişti çünkü kumarın her türlüsüne karşıydı. Ama bilinen tek gerçek çok zengin olduğu ve memleketinde hayırsever bir efendi olarak tanındığıydı. "Süzme işiniz bittiyse, sırasıyla birbirimize kendimizi takdim etsek diyordum. Öylesi daha kolay ve hızlı olmaz mı, papa efendi?" diye sessiz geçen süreyi bozdu Safiel. Çekingen kişiliğinin altında böylesine ukala ve alaycı bir kişilik yattığına şaşırmıştı Thomas. Beklenmedik olmuştu. Gizemli gelmişti ona, dahası hoşuna da gitmişti. "Papa efendi demek ha?" dedi keyifle. "Dostumun ukalalığını mazur görün. Genç işte, bazen nerede nasıl davranması gerektiğini bilemiyor." diye araya girdi Eva. Gerilim yaşansın istemiyordu. Safiel'e kızmıştı böyle gereksiz yere gevezelik etmesinden ötürü. Safiel ise iyi bir espri yaptığını düşünüyordu, karşı tarafın da memnun olduğu ortadaydı. "Üzülmeyin, leydim. Ben kızmadım. Genç efendinin cesurca konuşmasından hele hiç rahatsız olmadım. Aksine eğlendim bile. Böylesi bir tanışmayı hayal etmemiştim doğrusu. Çok şaşırdım." diye belirtti uzun uzun Thomas. Ardından da Safiel'in de belirttiği üzere kısaca kendisini tanıttı gruba: "Benim adım Thomas. Berkley Kütüphanesi’ne yolunuz düşmüşse biliyorsunuzdur, oranın sahibiyim. Uzun yıllar rahip olarak hizmet ettim." "Berkley bayağı uzak sayılır. Oradan buraya gelmek üç hafta sürer." diye tahmin yürüttü Sacokhan. Thomas da hemen doğruladı bunu: "Haklısınız, gerçekten de uzaktır buraya yaşadığım yer ama olsun uzun yolculukları severim." "Ben de biraz kendimden bahsedeyim madem. Adım Sacokhan. Cantham'dan geliyorum. İçkiyi severim. Kısaca bu. Bilmeniz gerekenler bunlar. Gerisi teferruata girer." diye kendisini tanıttı Sacokhan da. "Zaten ben hepinizle önceden tanışıyorum. Sanırım bu yüzden aranızda en avantajlı durumda ben görünüyorum. Ama bu durum sizi yanıltmasın, çünkü her birinizde bu potansiyeli gördüğüm için sizi bir araya getirdim ilk baştan." diye sözlerine başladı Eva. Safiel merakına yenik düşerek Eva'nın sözlerini kesmekte bir mahsur görmedi, aslında biraz daha dişini sıksa Eva zaten cevabını verecek olsa da: "Ne potansiyeli?" "Anlaşılan cevap sabır değil, genç dostum." diye Eva'nın cevabından önce tahminini söyledi Sacokhan. "Öyle olsa, büyücü dostum ilk elenen olurdu. Alınmaca yok ama." dedi hemen göz kırparak Eva, büyücü dostunun şakacı olduğu kadar alıngan olduğunu da bilerek. "Birlikte bir şeyler başarabileceğimizi umuyorum, her birimizde birbirimizin eksiğini kapatacak ayrı bir yetenek olduğunu biliyorum. Zamanla bu daha iyi anlaşılacaktır." diye sözlerini sürdürdü Eva ve sözü Safiel'e bıraktı. Safiel aslında saygısızlık etmemek adına en sona bırakmıştı konuşma sırasını, sessizce bekleyen Firb'ün önce kendisini takdim etmesini daha doğru bulmuştu. Ama anlaşılan sıra kendisine gelmişti. Önce öksürdü sanki çok önemli bir açıklama yapacakmış gibi, ardından: "Merhaba. Ben, ben işte Safiel! Büyücüyüm, aranızdayım. Umarım... Umudum her şeyin iyi olacağı yönünde. Bilmem işte... Bir de burcum yengeç, bilmem ilgilenen olur mu?" diye kendisini tanıttı. Konuşurken o deminki özgüven patlamasından eser yok gibiydi. Safiel'in konuşması bitince gözler Firb'e çevrilmişti. Yaşlı buçukluk önceden konuşmasını hazırlamış gibi bir tavırla konuşmaya başladı: "Bana Firb derler. Kendimi bir gezgin olarak tanıtmak hoşuma gidiyor. Gezmediğim yer kalmadı diyeceğim günler gelecek mi bilmiyorum ama belli olmaz, sonuçta illa gezilecek bir yer oluyor hep."
Herkesin kendini tanıtması bitince Eva: "İsterseniz bu gece yıldızların altında kampımızı yapalım, yarın sabahtan yola çıkarız." diye önerdi. Kimse bu öneriye karşı çıkmadı.
Herkesin kendini tanıtması bitince Eva: "İsterseniz bu gece yıldızların altında kampımızı yapalım, yarın sabahtan yola çıkarız." diye önerdi. Kimse bu öneriye karşı çıkmadı.
Published on April 04, 2014 03:06
April 3, 2014
ZİNDAN GÜNLÜKLERİ
Başlangıç Notu: Bu hikayemi de Frpworld sitesinde yazmaya başlamıştım. Akıl hastanesinde bir adamın kendi zihninde yaşadığı bir macerayı anlatıyordu, çoğu fantastik eserde standart olarak yer alan bir grubun hikayesiydi bu: Grubun liderliğini bir elf prensesi yürütüyordu, çekingen bir büyücü, kütüphanecilik yapan eski bir rahip, çok yer görmüş gezgin bir buçukluk ve arena şampiyonu bir cüce ile takım tamamlanıyordu. Gruba sonradan katılacak olanlar ise bir şaman ve prensesin bir yerlerde tutsak şövalyesiydi. Hastayı tedavi eden doktorlar onun zihninde yaşamaya başladığı macerayı takip ederlerken bir yandan da ipuçlarını yorumlayarak hastanın geçmişte yaşadığı travmaları ortaya çıkartmak çalışmaktadırlar.
GİRİŞ O anlatırken notlarını almaya devam ediyordu doktor da. Kalem bitiyor, yenisi geliyor ama hastasının anlatacakları bilmiyordu. Söze hep aynı şekilde başlar, ama geri kalanında geçen sefer nerede kaldıysa tam o noktadan anlatmaya devam ediyordu. Hiç bitmeyecek olan bir romanın sayfalarını çeviriyor gibi hissediyordu doktor. Artık ilk söze başladığında dediklerini doktor ezbere biliyordu. “Uyumadan evvel babam bana bir macera grubunun öykülerini anlatırdı, büyücüler, cüceler, prensesler hep zihnimi uyuşturur ve beni huzurlu bir uykuyla buluştururdu. Ben de büyüdüğümde babam gibi çocuğuma uyumadan evvel kendi uydurduğum bir grubun maceralarını anlatmak istiyordum, ama bu hayalimin gerçekleşmesi artık pek mümkün görünmüyor. Babamı kaybetmenin acısıyla biraz daha büyüdüğümde yalnız kalmamak için eve aldığım kedime sanki beni dinleyecekmiş gibi çocuğuma anlatmayı dilediğim öykülerden anlatmaya başladım. Kedim çok nazlıydı, söz dinlemezdi ama sesimin ona karşı bir etkisi vardı. Ben konuşurken susup beni dinlerdi, bu da benim hoşuma giderdi.
Babam bana her öykünün mutlu bir sonu hak ettiğini söylemişti bir keresinde, ben de bu kurala çok uymak istemiştim. Ama benim öykümün sonunda mutluluk vaat edilmiyor, aşık çiftler bir araya gelemiyor, dostlar birbirini affedemiyor, barış yerine savaşı arzu edenler amacına ulaşıyor. Bu öyle bir öykü ki sadece hayal kurmaktan hiç vazgeçemeyenlere hitap ediyor…”
GİRİŞ O anlatırken notlarını almaya devam ediyordu doktor da. Kalem bitiyor, yenisi geliyor ama hastasının anlatacakları bilmiyordu. Söze hep aynı şekilde başlar, ama geri kalanında geçen sefer nerede kaldıysa tam o noktadan anlatmaya devam ediyordu. Hiç bitmeyecek olan bir romanın sayfalarını çeviriyor gibi hissediyordu doktor. Artık ilk söze başladığında dediklerini doktor ezbere biliyordu. “Uyumadan evvel babam bana bir macera grubunun öykülerini anlatırdı, büyücüler, cüceler, prensesler hep zihnimi uyuşturur ve beni huzurlu bir uykuyla buluştururdu. Ben de büyüdüğümde babam gibi çocuğuma uyumadan evvel kendi uydurduğum bir grubun maceralarını anlatmak istiyordum, ama bu hayalimin gerçekleşmesi artık pek mümkün görünmüyor. Babamı kaybetmenin acısıyla biraz daha büyüdüğümde yalnız kalmamak için eve aldığım kedime sanki beni dinleyecekmiş gibi çocuğuma anlatmayı dilediğim öykülerden anlatmaya başladım. Kedim çok nazlıydı, söz dinlemezdi ama sesimin ona karşı bir etkisi vardı. Ben konuşurken susup beni dinlerdi, bu da benim hoşuma giderdi.
Babam bana her öykünün mutlu bir sonu hak ettiğini söylemişti bir keresinde, ben de bu kurala çok uymak istemiştim. Ama benim öykümün sonunda mutluluk vaat edilmiyor, aşık çiftler bir araya gelemiyor, dostlar birbirini affedemiyor, barış yerine savaşı arzu edenler amacına ulaşıyor. Bu öyle bir öykü ki sadece hayal kurmaktan hiç vazgeçemeyenlere hitap ediyor…”
Published on April 03, 2014 08:08
February 19, 2014
ZİHNİMDEKİ KAYIP ANAHTAR
Başlangıç Notu: Geçen yaz bir öykü yarışması için gönderdiğim kısa bir öyküdür.
Sağ eli titremeye başlayana kadar yazmayı sürdürdü, en son saymayı bırakmıştı ama defterin yirmi altıncı sayfasında olmalıydı. Sürekli alt alta aynı cümleleri yazıyordu, artık ne için yazdığını bile hatırlamıyordu. Sanırım bir deney olarak başlamıştı her şey, bulanık düşünceler arasında yaptığı şeyi anlamlandırmaya çalışıyordu boş yere belki de. Artık durması gerektiğini kendisine hatırlatırken bir delinin günlüğü olabilecek edebi eserine bir yandan da göz atmayı ihmal etmedi. Son bir kez baktı ve defalarca yazdığı o cümleyi içinden okudu:“BU SEFER KİMLİĞİMİ BULDUM…”İçinden gülümsedi ve huzur içinde defterini kapatıverdi. Çekmecesine defteri kaldırmasıyla ofisine birisinin girmesi bir oldu. Takvimini bugün kontrol edememişti, ondan gelen kişi hakkında bir bilgisi yoktu.Levent, ilk kez buraya geliyordu. O kadar inat etmiş olmasına rağmen bu desteğe ihtiyacı olduğunun farkındaydı artık. Sonuçta bu onu deli kalıbı içerisine sokmazdı ki, gittiği bir hastane değildi ve kendisi bir hasta olmayacaktı. Karşısındaki kişi bir psikologdu ve derdini paylaşıp kafasında çözemediği şeyler hakkında tavsiye alacaktı sadece. Kendisine bunun yanlış bir durum olmadığına inandırmaya çalışıyordu, yine de bir yanı bu kapıdan içeri adımı attığı anda ona kızıp duruyordu nedense.Bir süre garip bir sessizlik yaşanmıştı. Levent, psikoloğun suratına bir süre bakamadı ve onun yerine masanın üstüne odaklanmıştı. Masa gayet derli toplu görünüyordu. Telefonu sağ köşede duruyordu ve yanında yapışık ikiz gibi duran bir mendil kutusu konmuştu. Telefonun parlak olmasından zaten o mendil kutusundan sürekli ıslak mendillerin eksildiği anlaşılıyordu. Anlaşılan psikolog biraz fazla titizdi. Ardından psikoloğun isminin yazılı olduğu levhaya gözleri takıldı. O da gülünç derecede parlaktı, adam her sabah onu da parlatıyor olmalıydı. Her harf özenle silinmiş gibiydi ve Levent levhanın üstündeki adı içinden birkaç defa söylerken buldu kendini: Psikolog Oktay Ateş.“Hoş geldiniz” diye karşıladı psikolog gelen kişiyi ve masasının önüne özenle konmuş olan deri koltuğa buyur etti. Pencere kenarında duran psikologların simgesi sayılan yatmalı kanepeye daha geçmeyeceklerdi belli ki.“Merhaba… İki gün önce telefonda konuşmuştuk… Ben şey… Bugün için…”Sinir olmuştu kendisine, çünkü iki seneye yakın kekelemiyordu. Bunu atlattığını düşünüyordu, ama anlaşılan kekelememesinin tek nedeni heyecanlanabileceği bir ortama kendisini sokmayacak kadar çekingen bir hayat yaşaması olduğunu fark ediyordu o anda. Psikolog her zaman ciddi davranırdı, gülümsemeyi ihmal etmezdi ama karşısındakinin kusurları karşısında tepki göstermezdi karşı taraf utanmasın diye. O yüzden gelen kişinin sözlerinde kekeme kısımları duymamış gibi davranarak konuştu o da.“Takvimim bugünlerde çok dolu diye biliyorum. Ondan unutmuşum. Lütfen oturun öncelikle, bugün zaten biraz tanışma şeklinde geçecektir.”Levent başka bir şey demeden, diyemeden daha doğrusu, gösterilen deri koltuğa oturuverdi. Kekemelik yapacağından korkuyordu ve dudakları kilit olmuş vaziyetteydi.“Lütfen rahat olun, endişelenmeden konuşabilirsiniz” diye rahatlatmaya çalıştı psikolog hemen. Ama pek işe yaramıyor gibiydi sözleri. Karşı taraf korktuğu şeyin başına gelmesinden dolayı hem utanıyor hem de kendine kızıyor olmalıydı. O da başka bir yol denemeye karar verdi.“İsterseniz önce ben konuşayım, eğer konuşmak isterseniz hiç çekinmeden beni durdurabilirsiniz.”Karşı taraf başını salladı sadece, öneriyi kabul etmişti.“Benliğimizde bazen oturmuş gibi duran karakter özelliklerimiz vardır, bunlar sürekli bizimle beraber anılarımıza yerleşirler, her anımızda bizimle olurlar. Mesela kıskançlığı üzerine yapışmış bir insan, bu karakter özelliğini her anında sergileyecektir. Bu basit bir örnek oldu farkındayım, ama ne demek istediğimi anlatıyor en azından.”Psikolog karşı tarafın onu dikkatlice dinlediğinin farkındaydı, bu iyi bir gelişmeydi. Gelen kişilerin çoğunun dinleme problemi oluyordu. En azından huysuz biriyle karşı karşıya değildi. Sözlerine devam ederken çekmecesini açtı bir yandan da. En son koyduğu defterini görünce içi ürperdi. Onu görmemiş gibi davranarak çekmecede duran dosyalardan birini çıkarttı.“Zihnimizde karanlık bir oda vardır. Anahtarı zihnimizin derinliklerinde kaybolmuştur. Hepimiz farkında olmadan ona ulaşmak isteriz. Orada yüzleşmek istemediğimiz şeyler vardır. Tüm benliğimizin karanlık taraflarını o odaya kapatırız. Ama insanoğlu meraklıdır, bir şekilde kendisine itiraf edemese de o anahtarı arar durur ömrü yettiğince.”Konuşurken bir yandan da çıkarttığı dosyayı açmıştı ve anlattığı şeye örnek olabilecek bir vaka aramaktaydı. “İşte bahsetmeye değer ilginç bir vaka! Size herkese göre normal sayılabilecek bir adamı göstermek istiyorum. Adı mühim değil. O da sıradan sorunlarını konuşmak için buraya gelmişti. Ama seanslarım esnasında zihninin en karanlık kısımlarına yolculuğa çıkmaya başlamıştık ve sonunda farkında olmadan kayıp anahtarı buluvermişti. O odayı açtığı anda artık iş benden çıkmıştı. Birilerine haber vermek zorunda kalmıştım.”“Peki… adama ne oldu?”Levent anlatılan şeylerin kendisiyle ilgisini çözememişti, ama karşı tarafı dinlemek hoşuna gitmişti. Hatta anlatacağı şeyin devamını merak ederken bulmuştu kendini.“Şizofren teşhisi ile akıl hastanesine kaldırıldı. Demem o ki hepimiz aslında karanlık sırlar barındıran birer günahkarız. Sadece zihnimizde kayıp olan bir anahtarın karşımıza çıkıp çıkmamasına bağlı olarak karanlık benliğimiz ortaya çıkabiliyor.”“Ne… ne demeye çalışıyorsunuz? Benim de anahtarı bulmama az mı kaldı?”“Hayır, ben sadece ilgini çekmeye çalışıyordum. Bak, seni konuşturdum bile ve gayet akıcı konuşuyorsun. Kendinden sakın utanma.”Levent gülümsemeyi beklemiyordu konuşmanın devamında. Yani psikoloğun anlattığı şey o kadar önemli değildi, o sadece sohbete katılması için ortaya bir konu atıyordu. Onu konuşturacak ya da merakta bırakıp soru sormasına neden olacak ilginç bir konudan bahsediyordu. “Heyecanlandıkça olan bir durumsa eğer bu, sana önerim sen de konuşmalara dahil ol ve devamında göreceksin konuşmayı başlatan ve insanların dinlediği kişi sen olacaksın.”Levent alt dudağını ısırıyordu, ama psikolog bunu iyi bir işaret olarak görüyordu. Yüreğinde bir şeyler çözülüyor gibiydi. Bu zamana kadar hep endişelenmiş ve korkuyla yaşamıştı. Bu da onda kekemelik olarak ortaya çıkıyordu. Herkeste bir başka şekilde ortaya çıkardı bu durum, kimisinin dudakları kendiliğinden atar, kimisini ateş basar, kimisinin bedeninin bir tarafı uyuşur ya da yüzünde bir yerlerde sinir bozucu sivilceler ortaya çıkar. Heyecanlanmak doğaldır, ama hayatımızda sırf bunu endişelendiğimiz şeylerle karşılaşmamak için bir bahane olarak kullanmak hatalıdır. Levent’in gözleri pencerenin yanındaki yatmalı koltuğa kaymıştı, anlaşılan oraya hiç geçmeyeceklerdi. Psikolog da Levent’in nereye baktığını fark etmişti.“O psikanaliz çalışmalar için kullanılır, senin durumunda sen yatmadan da konuşabiliriz.”Levent bunun üzerine gülmeden duramadı ve bir bilgiyi daha öğrendikten sonra artık kalkma zamanının geldiğini düşünmüştü. Teşekkür etmek için elini uzattığında: “Buraya gelmeden önce gerçekten de endişeliydim. Sitenizdeki resminizi değiştirmenizi öneririm. Hem orada yaşlı duruyorsunuz hem de benim gibileri korkutuyorsunuz” diye takıldı.“Sanırım haklısın. Ah, tabi daha adınızı bile hiç öğrenemedim. Takvime de bakmadığımdan hatırlayamadım da.”“Levent Laleli.” “Tanıştığımıza memnun oldum, Levent Bey. Sanırım bir başka daha seans istemeyeceğinizi tahmin ediyorum, ama ne sıkıntınız olursa olsun çekinmeden arayabilirsiniz.”“Çok teşekkür ederim, Oktay Bey. Çok ilginç bir deneyim oldu benim için, bu şekilde aydınlanacağımı hiç beklemezdim. O karanlık odaya hiç adım atmam umarım.”Levent mutlu bir şekilde ayrılıyordu oradan. Bu yüzden de ayakkabısına sonradan damladığını fark ettiği kana hiç dikkat etmedi ya da umursamadı bile. Bir daha buraya uğramayacaktı ne de olsa ve geride bıraktığı tatlı bir anı olarak hatırlayacaktı. Psikoloğun anlattığı kayıp anahtar zırvalarını pek anımsamayacaktı, ama hayatının geri kalanında bulunduğu ortamlarda ilgisini çeken bir konu olduğu zaman hiç çekinmeden muhabbete katılabilecekti. Psikolog bu endişelerinin yersiz olduğunu ona göstermişti ve bundan sonraki hayatında bir kere bile kekeleme sorunuyla karşılaşmamıştı. Psikoloğu da araması gerekmemişti.Oktay Ateşli’ye ise gelecek olursak o Levent Bey ile telefonda konuşmuş ama hiçbir şekilde yüz yüze gelememişti. Masasının altında ölü bedeni Levent’in psikolog sandığı kişi ile olan seansı boyunca fark edilmeden durmuştu. Kendisini psikolog sanan ve bu kimliğe girmekte pek sıkıntı yaşamayan katili ise ofisinden ayrılmadan önce aynada kendisine bakıyordu.
Karanlık odasının kapısını açmış bu kişi, o odanın anahtarını bulmasına vesile olan kişiye akıl hastanesinden çıktığının ertesi günü bir ziyarette bulunmuştu. Her şeyin başında sıradan bir sohbet için gelmişti oysaki ama onunla olan konuşmaları yüzünden benliğindeki karanlık yönlerini keşfetmişti ve en sonunda bunu fark eden psikolog onu akıl hastanesine kapattırmıştı. Hastaneden çıktığı gibi de soluğu burada almıştı. Kimlik bunalımını ise bu şekilde çözeceğini hiç tahmin etmemişti ve anlaşılan iyi bir psikolog da olmayı başarmıştı. Artık bu sefer kimliğini bulmuştu…
Sağ eli titremeye başlayana kadar yazmayı sürdürdü, en son saymayı bırakmıştı ama defterin yirmi altıncı sayfasında olmalıydı. Sürekli alt alta aynı cümleleri yazıyordu, artık ne için yazdığını bile hatırlamıyordu. Sanırım bir deney olarak başlamıştı her şey, bulanık düşünceler arasında yaptığı şeyi anlamlandırmaya çalışıyordu boş yere belki de. Artık durması gerektiğini kendisine hatırlatırken bir delinin günlüğü olabilecek edebi eserine bir yandan da göz atmayı ihmal etmedi. Son bir kez baktı ve defalarca yazdığı o cümleyi içinden okudu:“BU SEFER KİMLİĞİMİ BULDUM…”İçinden gülümsedi ve huzur içinde defterini kapatıverdi. Çekmecesine defteri kaldırmasıyla ofisine birisinin girmesi bir oldu. Takvimini bugün kontrol edememişti, ondan gelen kişi hakkında bir bilgisi yoktu.Levent, ilk kez buraya geliyordu. O kadar inat etmiş olmasına rağmen bu desteğe ihtiyacı olduğunun farkındaydı artık. Sonuçta bu onu deli kalıbı içerisine sokmazdı ki, gittiği bir hastane değildi ve kendisi bir hasta olmayacaktı. Karşısındaki kişi bir psikologdu ve derdini paylaşıp kafasında çözemediği şeyler hakkında tavsiye alacaktı sadece. Kendisine bunun yanlış bir durum olmadığına inandırmaya çalışıyordu, yine de bir yanı bu kapıdan içeri adımı attığı anda ona kızıp duruyordu nedense.Bir süre garip bir sessizlik yaşanmıştı. Levent, psikoloğun suratına bir süre bakamadı ve onun yerine masanın üstüne odaklanmıştı. Masa gayet derli toplu görünüyordu. Telefonu sağ köşede duruyordu ve yanında yapışık ikiz gibi duran bir mendil kutusu konmuştu. Telefonun parlak olmasından zaten o mendil kutusundan sürekli ıslak mendillerin eksildiği anlaşılıyordu. Anlaşılan psikolog biraz fazla titizdi. Ardından psikoloğun isminin yazılı olduğu levhaya gözleri takıldı. O da gülünç derecede parlaktı, adam her sabah onu da parlatıyor olmalıydı. Her harf özenle silinmiş gibiydi ve Levent levhanın üstündeki adı içinden birkaç defa söylerken buldu kendini: Psikolog Oktay Ateş.“Hoş geldiniz” diye karşıladı psikolog gelen kişiyi ve masasının önüne özenle konmuş olan deri koltuğa buyur etti. Pencere kenarında duran psikologların simgesi sayılan yatmalı kanepeye daha geçmeyeceklerdi belli ki.“Merhaba… İki gün önce telefonda konuşmuştuk… Ben şey… Bugün için…”Sinir olmuştu kendisine, çünkü iki seneye yakın kekelemiyordu. Bunu atlattığını düşünüyordu, ama anlaşılan kekelememesinin tek nedeni heyecanlanabileceği bir ortama kendisini sokmayacak kadar çekingen bir hayat yaşaması olduğunu fark ediyordu o anda. Psikolog her zaman ciddi davranırdı, gülümsemeyi ihmal etmezdi ama karşısındakinin kusurları karşısında tepki göstermezdi karşı taraf utanmasın diye. O yüzden gelen kişinin sözlerinde kekeme kısımları duymamış gibi davranarak konuştu o da.“Takvimim bugünlerde çok dolu diye biliyorum. Ondan unutmuşum. Lütfen oturun öncelikle, bugün zaten biraz tanışma şeklinde geçecektir.”Levent başka bir şey demeden, diyemeden daha doğrusu, gösterilen deri koltuğa oturuverdi. Kekemelik yapacağından korkuyordu ve dudakları kilit olmuş vaziyetteydi.“Lütfen rahat olun, endişelenmeden konuşabilirsiniz” diye rahatlatmaya çalıştı psikolog hemen. Ama pek işe yaramıyor gibiydi sözleri. Karşı taraf korktuğu şeyin başına gelmesinden dolayı hem utanıyor hem de kendine kızıyor olmalıydı. O da başka bir yol denemeye karar verdi.“İsterseniz önce ben konuşayım, eğer konuşmak isterseniz hiç çekinmeden beni durdurabilirsiniz.”Karşı taraf başını salladı sadece, öneriyi kabul etmişti.“Benliğimizde bazen oturmuş gibi duran karakter özelliklerimiz vardır, bunlar sürekli bizimle beraber anılarımıza yerleşirler, her anımızda bizimle olurlar. Mesela kıskançlığı üzerine yapışmış bir insan, bu karakter özelliğini her anında sergileyecektir. Bu basit bir örnek oldu farkındayım, ama ne demek istediğimi anlatıyor en azından.”Psikolog karşı tarafın onu dikkatlice dinlediğinin farkındaydı, bu iyi bir gelişmeydi. Gelen kişilerin çoğunun dinleme problemi oluyordu. En azından huysuz biriyle karşı karşıya değildi. Sözlerine devam ederken çekmecesini açtı bir yandan da. En son koyduğu defterini görünce içi ürperdi. Onu görmemiş gibi davranarak çekmecede duran dosyalardan birini çıkarttı.“Zihnimizde karanlık bir oda vardır. Anahtarı zihnimizin derinliklerinde kaybolmuştur. Hepimiz farkında olmadan ona ulaşmak isteriz. Orada yüzleşmek istemediğimiz şeyler vardır. Tüm benliğimizin karanlık taraflarını o odaya kapatırız. Ama insanoğlu meraklıdır, bir şekilde kendisine itiraf edemese de o anahtarı arar durur ömrü yettiğince.”Konuşurken bir yandan da çıkarttığı dosyayı açmıştı ve anlattığı şeye örnek olabilecek bir vaka aramaktaydı. “İşte bahsetmeye değer ilginç bir vaka! Size herkese göre normal sayılabilecek bir adamı göstermek istiyorum. Adı mühim değil. O da sıradan sorunlarını konuşmak için buraya gelmişti. Ama seanslarım esnasında zihninin en karanlık kısımlarına yolculuğa çıkmaya başlamıştık ve sonunda farkında olmadan kayıp anahtarı buluvermişti. O odayı açtığı anda artık iş benden çıkmıştı. Birilerine haber vermek zorunda kalmıştım.”“Peki… adama ne oldu?”Levent anlatılan şeylerin kendisiyle ilgisini çözememişti, ama karşı tarafı dinlemek hoşuna gitmişti. Hatta anlatacağı şeyin devamını merak ederken bulmuştu kendini.“Şizofren teşhisi ile akıl hastanesine kaldırıldı. Demem o ki hepimiz aslında karanlık sırlar barındıran birer günahkarız. Sadece zihnimizde kayıp olan bir anahtarın karşımıza çıkıp çıkmamasına bağlı olarak karanlık benliğimiz ortaya çıkabiliyor.”“Ne… ne demeye çalışıyorsunuz? Benim de anahtarı bulmama az mı kaldı?”“Hayır, ben sadece ilgini çekmeye çalışıyordum. Bak, seni konuşturdum bile ve gayet akıcı konuşuyorsun. Kendinden sakın utanma.”Levent gülümsemeyi beklemiyordu konuşmanın devamında. Yani psikoloğun anlattığı şey o kadar önemli değildi, o sadece sohbete katılması için ortaya bir konu atıyordu. Onu konuşturacak ya da merakta bırakıp soru sormasına neden olacak ilginç bir konudan bahsediyordu. “Heyecanlandıkça olan bir durumsa eğer bu, sana önerim sen de konuşmalara dahil ol ve devamında göreceksin konuşmayı başlatan ve insanların dinlediği kişi sen olacaksın.”Levent alt dudağını ısırıyordu, ama psikolog bunu iyi bir işaret olarak görüyordu. Yüreğinde bir şeyler çözülüyor gibiydi. Bu zamana kadar hep endişelenmiş ve korkuyla yaşamıştı. Bu da onda kekemelik olarak ortaya çıkıyordu. Herkeste bir başka şekilde ortaya çıkardı bu durum, kimisinin dudakları kendiliğinden atar, kimisini ateş basar, kimisinin bedeninin bir tarafı uyuşur ya da yüzünde bir yerlerde sinir bozucu sivilceler ortaya çıkar. Heyecanlanmak doğaldır, ama hayatımızda sırf bunu endişelendiğimiz şeylerle karşılaşmamak için bir bahane olarak kullanmak hatalıdır. Levent’in gözleri pencerenin yanındaki yatmalı koltuğa kaymıştı, anlaşılan oraya hiç geçmeyeceklerdi. Psikolog da Levent’in nereye baktığını fark etmişti.“O psikanaliz çalışmalar için kullanılır, senin durumunda sen yatmadan da konuşabiliriz.”Levent bunun üzerine gülmeden duramadı ve bir bilgiyi daha öğrendikten sonra artık kalkma zamanının geldiğini düşünmüştü. Teşekkür etmek için elini uzattığında: “Buraya gelmeden önce gerçekten de endişeliydim. Sitenizdeki resminizi değiştirmenizi öneririm. Hem orada yaşlı duruyorsunuz hem de benim gibileri korkutuyorsunuz” diye takıldı.“Sanırım haklısın. Ah, tabi daha adınızı bile hiç öğrenemedim. Takvime de bakmadığımdan hatırlayamadım da.”“Levent Laleli.” “Tanıştığımıza memnun oldum, Levent Bey. Sanırım bir başka daha seans istemeyeceğinizi tahmin ediyorum, ama ne sıkıntınız olursa olsun çekinmeden arayabilirsiniz.”“Çok teşekkür ederim, Oktay Bey. Çok ilginç bir deneyim oldu benim için, bu şekilde aydınlanacağımı hiç beklemezdim. O karanlık odaya hiç adım atmam umarım.”Levent mutlu bir şekilde ayrılıyordu oradan. Bu yüzden de ayakkabısına sonradan damladığını fark ettiği kana hiç dikkat etmedi ya da umursamadı bile. Bir daha buraya uğramayacaktı ne de olsa ve geride bıraktığı tatlı bir anı olarak hatırlayacaktı. Psikoloğun anlattığı kayıp anahtar zırvalarını pek anımsamayacaktı, ama hayatının geri kalanında bulunduğu ortamlarda ilgisini çeken bir konu olduğu zaman hiç çekinmeden muhabbete katılabilecekti. Psikolog bu endişelerinin yersiz olduğunu ona göstermişti ve bundan sonraki hayatında bir kere bile kekeleme sorunuyla karşılaşmamıştı. Psikoloğu da araması gerekmemişti.Oktay Ateşli’ye ise gelecek olursak o Levent Bey ile telefonda konuşmuş ama hiçbir şekilde yüz yüze gelememişti. Masasının altında ölü bedeni Levent’in psikolog sandığı kişi ile olan seansı boyunca fark edilmeden durmuştu. Kendisini psikolog sanan ve bu kimliğe girmekte pek sıkıntı yaşamayan katili ise ofisinden ayrılmadan önce aynada kendisine bakıyordu.
Karanlık odasının kapısını açmış bu kişi, o odanın anahtarını bulmasına vesile olan kişiye akıl hastanesinden çıktığının ertesi günü bir ziyarette bulunmuştu. Her şeyin başında sıradan bir sohbet için gelmişti oysaki ama onunla olan konuşmaları yüzünden benliğindeki karanlık yönlerini keşfetmişti ve en sonunda bunu fark eden psikolog onu akıl hastanesine kapattırmıştı. Hastaneden çıktığı gibi de soluğu burada almıştı. Kimlik bunalımını ise bu şekilde çözeceğini hiç tahmin etmemişti ve anlaşılan iyi bir psikolog da olmayı başarmıştı. Artık bu sefer kimliğini bulmuştu…
Published on February 19, 2014 07:11
January 23, 2014
Evrim Kuramı ve Mekanizmaları - Çağrı Mert Bakırcı

Evrim Ağacı ekibinin bir parçası olarak bu ekibin bizzat başında bulunan en has insanın çıkartmış olduğu kitabı alıp okumamazlık yapamazdım. Şimdi kitap ayağıma gelsin deyip de D&R'dan önsiparişimi vermiş beklerken birden 10 Ocak'tan 17 Ocak'a tarihin ertelenmesi, ama Pandora'dan sipariş edenlerin ya da kitap fuarından alanların çoktan kitabı yalayıp yuttuğu Darwin'in sus pozunda fotoğraflar çekip paylaştığını görmem beni bayağı kudurtmuş olsa da sonunda kitabıma kavuşabildim. Burada internetten sipariş vermekten korkanların kulağını bir çekiştirme gereksinimi duyuyorum aslında, D&R ya da Pandora gibi büyük kitapevlerinin siteleri güvenilirliklerini kanıtlamış vaziyetteler, hiç bir sorun çıkmıyor artık biraz güvenin diyorum ve devam ediyorum.
Öncelikle çok sade ve anlaşılır bir dille sizleri karşılıyor Çağrı Mert (hangi adı daha çok kullandığını bilemiyorum, buradan kendisine sorayım madem, Çağrı mı Mert mi?). Her bölümün başında ilgi çekici bir hikayenin olması da konuya ısındırması açısından gerçekten özgün bir hareket geldi gözüme, sonuçta bir bilimsel kitap olarak kendisine önyargıyla yaklaşanlar olacaktır ama gerçekten sırf Mete Özge'yi aldatmış mı, dedektif kanıtları bulacak mı diye merak ederken buluyorsunuz kendinizi ve bu esnada da teori ile kanunun arasında ne gibi farklar var bunu da aradan çıkartıveriyorsunuz. Bu yazarlık numarasını çok beğendiğimi söyleyebilirim. İkinci olarak kitabın daha güzel bir numarası daha var, o da yazarın "değişim noktaları" adıyla sunduğu bazı özel özetvari cümleler. Eğer bu değişim noktasını kavramışsanız, konunun özünü anladığını kendinize kanıtlayabiliyorsunuz ve bir nevi test yapma şansı da veriyor kitap size evrim hususunda ne kadar bilgi sahibi olduğunuzu daha açık bir şekilde görebilmek için.
Önsöz ve Sonsöz kısımları saymazsak 7 ana bölüme ayrılmış durumda kitap. Bölümlerin arasında en hoşuma gideni ve cidden keyif aldığım bölüm "Canlılığın Başlangıcına Bir Yolculuk" başlığıyla karşıma çıkan 2. bölüm oldu, umarım bu bölümü okuyanların kafasında bir sürü soru işareti giderilecektir. Benim de kafamda oturttuğumu düşündüğüm bazı yanıtların bu kitapta kanıtları olduğunu görmem de ayrı bir lokum tadı kattı, kahvenin yanında iyi gidiyor cidden kitap.
Hikayeleştirilmiş anlatım ve değişim noktaları dışında kitabın düzeni ve akılda kalıcı bölüm isimleri de diğer artıları, mesela ilk bölümün adı çok hoşum gitmişti ilk okurken: Gerçeklerin Omzunda Yükselen Teoriler. Cidden akılda kalıcı bir isim olmuş. Diğer bölüm isimlerini yazmayacağım, okurken siz görün istiyorum. Charles Darwin'i daha da saygıyla anmamıza vesile olacak bu kitap umarım sadece bir başlangıç olur ve çok ufak çaplı imla hataları haricinde gözüme takılan, rahatsız eden bir şey olmadı, aksine yazara saygım daha da arttı.
Buradan kitaba nereden ulaşabileceğinizle alakalı daha ayrıntılı bilgi alabilirsiniz: http://evrimagaci.org/fotograf/48/5366
Published on January 23, 2014 07:42
January 3, 2014
Son İnsan - 20
Başlangıç Notu: 7 ana bölümden oluşan bu hikayenin 2. ana bölümünün son parçası okuyacağınız bu kısım.
(Dördüncü gün)
"O bir Tanrı olmalı." diye fısıldadı Serhat elinde bir dikiş iğnesi, ofis olarak kullandığı odada oturuyordu. "Bunu size söyleyen bendim, General. Bunca yıl ölmemeyi başarmış birisi olsa olsa Tanrı olabilir demiştim size." Gelen Efla'ydı. Serhat hemen iğneyi ceketinin iç cebine taktıktan sonra: "Tanrı'nın yirmi yaşında bir delikanlı gibi görünmek isteyeceğini sanmıyorum." diye karşılık verdi. "Ben Tanrı demedim, olsa olsa Tanrı olabilir dedim. İkisi farklı şeyler." "Bana göre aynı, Bay Efla. Her neyse size nasıl yardımcı olabilirim?" Efla sözlerine başlamadan önce hafifçe öksürdü. Ardından: "Öncelikle Firble'ye ne yaptın bilmek istiyorum." dedi. "Bilmek senin işin sanıyordum." diye alaycı bir ses tonuyla yanıt verdi Serhat. "Hayır, öyle olsaydı Tanrı olan ben olurdum. Şöyle açıklayayım: Beynimde boş bir levha var ve onu dolduruyorum." "Tabula Rasa." "Evet, aynen öyle General. Felsefeyle ilgilendiğinizi bilmiyordum. Hele ki askerlikte felsefeye yer yoktur diyen biri olarak şaşırttınız beni." Serhat masasının üstünde duran kar küresini eline aldı. Kar küresinin içinde tesisin küçük hali vardı. Küreye bakarken Efla'ya açıklamasını yaptı: "Bana bir hafta süre verdiler. Bir hafta! Bir haftanın sonunda sizin hazır olmanız gerekiyor. Projenin sonuçlandırılabilmesi için elimden geleni yapıyorum ama bunun ne kadar zor olduğunu bilmiyorsunuz. Hepinizi burada tutmak adına bazen yalan söyleyebilmem gerekiyor. Bunun için de demin şu ceketime taktığım iğneye ihtiyacım var, ama iğnenin biraz yan etkisi olduğunu ben de bilmiyordum. Firble'yi huzursuz ediyor, o endişelerinin tüm nedeni o iğne." "Yolun ortasında bir iğne, diyorsunuz General. Bakın, gerçeği söylemek daha kolay değil miydi?" O anda gerçeği anlamıştı Serhat. Çevresine bakarak: "Rüyacı, anladık bu bir yanılsama. Kesebilirsin şunu." diye konuştu. Ama Efla kaybolmamıştı. Serhat hemen ceketinin içine baktı, iğne orada yoktu. "Sanırım iğnenizi düşürdünüz, General." Elinde bahsi geçen dikiş iğnesiyle ortaya çıkan kişi Marker'dı. Ardından Serhat, Rüyacı ve Firble'nin de odada olduklarını gördü. "Demek bunun için bana bilardo oynamayı teklif etmiştin, Marker." dedi her şeyi anlayan Serhat. "Gözleri hassas olan birinin o iğneyi sizden alabilmesi gerekiyordu." diye karşılık verdi Marker. "Ardından iğnenin çalındığını fark etmemeniz için bir yanılsama gerekliydi." diye ekleme yaptı Rüyacı. "Artık hepimiz aynıyız, General. Yalan yok, endişe yok." dedi Efla ve Rüyacı ile Marker odadan çıkarken onları takip etti. Odada sadece Firble kalmıştı. Sol göğsünde ağrı kaybolmuştu. Tekrar huzur duygusu geri dönmüştü. "Merak etmeyin, General. Başarısız olmayacaksınız. Yeter ki bir daha hile yapmaya kalkışmayın." dedikten sonra Firble de odadan çıktı. Kar küresini elinden bırakmayan Serhat pencereye yaklaştı ve tüm gücüyle küreyi dışarıya fırlattı. Kar küresi şans eseri bahçeye düştü ve cam kırılmadı.
"Anlaşılan bu bir işaret. Onlar gibi ben de burada hapisim şu anda." dedi Serhat endişeli bir sesle.
...Devam Edecek...
(Dördüncü gün)
"O bir Tanrı olmalı." diye fısıldadı Serhat elinde bir dikiş iğnesi, ofis olarak kullandığı odada oturuyordu. "Bunu size söyleyen bendim, General. Bunca yıl ölmemeyi başarmış birisi olsa olsa Tanrı olabilir demiştim size." Gelen Efla'ydı. Serhat hemen iğneyi ceketinin iç cebine taktıktan sonra: "Tanrı'nın yirmi yaşında bir delikanlı gibi görünmek isteyeceğini sanmıyorum." diye karşılık verdi. "Ben Tanrı demedim, olsa olsa Tanrı olabilir dedim. İkisi farklı şeyler." "Bana göre aynı, Bay Efla. Her neyse size nasıl yardımcı olabilirim?" Efla sözlerine başlamadan önce hafifçe öksürdü. Ardından: "Öncelikle Firble'ye ne yaptın bilmek istiyorum." dedi. "Bilmek senin işin sanıyordum." diye alaycı bir ses tonuyla yanıt verdi Serhat. "Hayır, öyle olsaydı Tanrı olan ben olurdum. Şöyle açıklayayım: Beynimde boş bir levha var ve onu dolduruyorum." "Tabula Rasa." "Evet, aynen öyle General. Felsefeyle ilgilendiğinizi bilmiyordum. Hele ki askerlikte felsefeye yer yoktur diyen biri olarak şaşırttınız beni." Serhat masasının üstünde duran kar küresini eline aldı. Kar küresinin içinde tesisin küçük hali vardı. Küreye bakarken Efla'ya açıklamasını yaptı: "Bana bir hafta süre verdiler. Bir hafta! Bir haftanın sonunda sizin hazır olmanız gerekiyor. Projenin sonuçlandırılabilmesi için elimden geleni yapıyorum ama bunun ne kadar zor olduğunu bilmiyorsunuz. Hepinizi burada tutmak adına bazen yalan söyleyebilmem gerekiyor. Bunun için de demin şu ceketime taktığım iğneye ihtiyacım var, ama iğnenin biraz yan etkisi olduğunu ben de bilmiyordum. Firble'yi huzursuz ediyor, o endişelerinin tüm nedeni o iğne." "Yolun ortasında bir iğne, diyorsunuz General. Bakın, gerçeği söylemek daha kolay değil miydi?" O anda gerçeği anlamıştı Serhat. Çevresine bakarak: "Rüyacı, anladık bu bir yanılsama. Kesebilirsin şunu." diye konuştu. Ama Efla kaybolmamıştı. Serhat hemen ceketinin içine baktı, iğne orada yoktu. "Sanırım iğnenizi düşürdünüz, General." Elinde bahsi geçen dikiş iğnesiyle ortaya çıkan kişi Marker'dı. Ardından Serhat, Rüyacı ve Firble'nin de odada olduklarını gördü. "Demek bunun için bana bilardo oynamayı teklif etmiştin, Marker." dedi her şeyi anlayan Serhat. "Gözleri hassas olan birinin o iğneyi sizden alabilmesi gerekiyordu." diye karşılık verdi Marker. "Ardından iğnenin çalındığını fark etmemeniz için bir yanılsama gerekliydi." diye ekleme yaptı Rüyacı. "Artık hepimiz aynıyız, General. Yalan yok, endişe yok." dedi Efla ve Rüyacı ile Marker odadan çıkarken onları takip etti. Odada sadece Firble kalmıştı. Sol göğsünde ağrı kaybolmuştu. Tekrar huzur duygusu geri dönmüştü. "Merak etmeyin, General. Başarısız olmayacaksınız. Yeter ki bir daha hile yapmaya kalkışmayın." dedikten sonra Firble de odadan çıktı. Kar küresini elinden bırakmayan Serhat pencereye yaklaştı ve tüm gücüyle küreyi dışarıya fırlattı. Kar küresi şans eseri bahçeye düştü ve cam kırılmadı.
"Anlaşılan bu bir işaret. Onlar gibi ben de burada hapisim şu anda." dedi Serhat endişeli bir sesle.
...Devam Edecek...
Published on January 03, 2014 05:56
January 2, 2014
Son İnsan - 19
(Şimdi, Bilinmeyen bir yer)
General Serhat odada yalnız olduğuna emin olduktan sonra görüntülü telefonunun ahizesini eline aldı ve hızlıca tuşlara bastı. Başkanım diye hitap ettiği yaşlı adam çıktı görüntüye. "Umarım kötü bir haber değildir, General." "Sadece biraz vicdanım sızlıyor, başkanım. Biliyorum, bu proje sizin için çok kıymetli ve sonuna kadar götüreceğim. Yine de o ölen askerleri düşünüyorum da, gerekli miydi bu emin olamıyorum." Yaşlı adam sıkılmış gibiydi, bunun için mi aradı diye kızdığı da belli oluyordu. Yine de sesini sakin tutarak konuşmaya çalıştı. "General, bu bizim için de hoş bir şey değildi. Ama olması gereken buydu. Siz sadece ceketinizin iç cebinden iğneyi ne olursa olsun çıkartmamaya bakın. Sonuçta o iğnedeki ufak bir cihaz sayesinde Firble'nin yanında yalan söyleyebiliyorsunuz. Hepsi birden sizi linç etmeye kalkışırsa eğer, tamamen tek başınıza olacaksınız. Bu yüzden kendinize gelin ve projeye sadık kalın." Anlaşılan telefon görüşmesinin sonuna gelinmişti. Yaşlı adam başka bir şey demeden telefonu kapatmıştı bile. Serhat düşüncelere gömülmüş bir halde uzun bir süre kıpırdamadan odasında oturdu. Dün düşünüldüğünden fazla sakin geçen bir gündü. Diğerleri ne yapıyorlar diye bir göz atmaya karar verdi sonunda. Kedi Çocuk, Manuel ve Illyra bahçede dolaşıyorlardı. Kedi Çocuk bir şeyler anlatırken sakince dinliyorlardı. "O kolyeyi ortaya çıkartan sendin, Illyra. Kolyenin saklı olduğu piramidin de ortaya çıkmasına neden olan sendin, Manuel. Bu yüzden bunları size anlatmak istedim. Size güvenebileceğimi biliyorum." Illyra, Kedi Çocuk'un anlattıklarından etkilenmiş gibiydi. Kedi Çocuk'un sözleri bittikten sonra: "Keşke yirmi yıl önce yanıma geldiğinde bunları anlatsaydın. Kolyenin senin için ne anlama geldiğini bilmiyordum." dedi. "Ben de başta inanmak istememiştim anlattıklarına ama o gördüğüm rüya beni ikna etmeye yetti." diye belirtti Manuel. "Bu ama aramızda kalmalı, size güvenebilirim değil mi?" diye sordu Kedi Çocuk ve soruya ikisi de olumlu anlamda başlarını sallayarak yanıt verdiler. Kedi Çocuk, Illyra ve Manuel aralarında bir kolyenin de yer aldığı büyük bir sırrın ortağı olmuşlardı artık. Manuel farkında olmadan Illyra'ya bakarak gülümsediğini fark etti. Illyra da arkadaşça gülümseyerek karşılık verdi. Kedi Çocuk'un ise yavaşça onların yanından ayrılıp odasına ilerlerken yüzü gülüyordu. Artık dostu diyebileceği birileri olmuştu. General Serhat daha ne kadar herkesi burada tutmak için yalan söylemesi gerektiğini düşünüyordu. Yapay gülümsemesiyle bilardo oynamakla meşgul olan Klik ve Marker ile onları oynarken seyreden Evren'in yanına ilerledi. Marker bilardo sopasını ona uzatarak katılmak isteyip istemediğini sordu ve Serhat da oynamak istediğini belirtti. Firble uzun zamandır hissetmediği endişe duygusunun içinde büyüdüğünü hissediyordu. Sol göğsünü tutarken bu hissin geçmesini bekliyordu boş yere. Efla, hayatının önemli bir dönemini beraber geçirdiği tekerlekli sandalyesine veda ediyordu, cezası bitmiş bir mahkum gibi kendini hür hissediyordu. Gökyüzüne döndü ve göz kırpan yıldızlara bakarak: "Artık size elveda diyebilirim." dedi ve çöp tenekesine attığı tekerlekli sandalyesine son kez baktıktan sonra içeri geçti. Kara Altın banyoda tıraş oluyordu, kara sakalından kurtuluyordu, düşen her bir kıl parçası geçmişinde işlemiş olduğu günahları sembolize ediyor gibiydi. Kömür gibi gözlerine aynada bakarak: "Yaptıklarımı telafi edecek fırsatım umarım hala vardır." dedi. Starfell okuduğu son kitabı rafa geri koyarken öfkesini yeterince kendisinden uzaklaştırdığını umuyordu. Çünkü öfkelendiği zaman neler olabileceğini biliyordu ve bir daha bunun gerçekleşmesini istemiyordu. Bu yüzden kitap okuyarak sakin durmaya çalışıyordu dünkü olaydan beri. Ozan balkonda sakince oturmakta olan Rüyacı'ya özenle yapmış olduğu limonatadan bir bardak getirdi. Rüyacı memnuniyetle bardağı aldı. İkisi sessizce limonatalarını içtiler.
İşte böylece üçüncü gün ilk iki güne nazaran daha sakin geçmişti. Ama kimse bundan şikayetçi değildi.
...Devam Edecek...
General Serhat odada yalnız olduğuna emin olduktan sonra görüntülü telefonunun ahizesini eline aldı ve hızlıca tuşlara bastı. Başkanım diye hitap ettiği yaşlı adam çıktı görüntüye. "Umarım kötü bir haber değildir, General." "Sadece biraz vicdanım sızlıyor, başkanım. Biliyorum, bu proje sizin için çok kıymetli ve sonuna kadar götüreceğim. Yine de o ölen askerleri düşünüyorum da, gerekli miydi bu emin olamıyorum." Yaşlı adam sıkılmış gibiydi, bunun için mi aradı diye kızdığı da belli oluyordu. Yine de sesini sakin tutarak konuşmaya çalıştı. "General, bu bizim için de hoş bir şey değildi. Ama olması gereken buydu. Siz sadece ceketinizin iç cebinden iğneyi ne olursa olsun çıkartmamaya bakın. Sonuçta o iğnedeki ufak bir cihaz sayesinde Firble'nin yanında yalan söyleyebiliyorsunuz. Hepsi birden sizi linç etmeye kalkışırsa eğer, tamamen tek başınıza olacaksınız. Bu yüzden kendinize gelin ve projeye sadık kalın." Anlaşılan telefon görüşmesinin sonuna gelinmişti. Yaşlı adam başka bir şey demeden telefonu kapatmıştı bile. Serhat düşüncelere gömülmüş bir halde uzun bir süre kıpırdamadan odasında oturdu. Dün düşünüldüğünden fazla sakin geçen bir gündü. Diğerleri ne yapıyorlar diye bir göz atmaya karar verdi sonunda. Kedi Çocuk, Manuel ve Illyra bahçede dolaşıyorlardı. Kedi Çocuk bir şeyler anlatırken sakince dinliyorlardı. "O kolyeyi ortaya çıkartan sendin, Illyra. Kolyenin saklı olduğu piramidin de ortaya çıkmasına neden olan sendin, Manuel. Bu yüzden bunları size anlatmak istedim. Size güvenebileceğimi biliyorum." Illyra, Kedi Çocuk'un anlattıklarından etkilenmiş gibiydi. Kedi Çocuk'un sözleri bittikten sonra: "Keşke yirmi yıl önce yanıma geldiğinde bunları anlatsaydın. Kolyenin senin için ne anlama geldiğini bilmiyordum." dedi. "Ben de başta inanmak istememiştim anlattıklarına ama o gördüğüm rüya beni ikna etmeye yetti." diye belirtti Manuel. "Bu ama aramızda kalmalı, size güvenebilirim değil mi?" diye sordu Kedi Çocuk ve soruya ikisi de olumlu anlamda başlarını sallayarak yanıt verdiler. Kedi Çocuk, Illyra ve Manuel aralarında bir kolyenin de yer aldığı büyük bir sırrın ortağı olmuşlardı artık. Manuel farkında olmadan Illyra'ya bakarak gülümsediğini fark etti. Illyra da arkadaşça gülümseyerek karşılık verdi. Kedi Çocuk'un ise yavaşça onların yanından ayrılıp odasına ilerlerken yüzü gülüyordu. Artık dostu diyebileceği birileri olmuştu. General Serhat daha ne kadar herkesi burada tutmak için yalan söylemesi gerektiğini düşünüyordu. Yapay gülümsemesiyle bilardo oynamakla meşgul olan Klik ve Marker ile onları oynarken seyreden Evren'in yanına ilerledi. Marker bilardo sopasını ona uzatarak katılmak isteyip istemediğini sordu ve Serhat da oynamak istediğini belirtti. Firble uzun zamandır hissetmediği endişe duygusunun içinde büyüdüğünü hissediyordu. Sol göğsünü tutarken bu hissin geçmesini bekliyordu boş yere. Efla, hayatının önemli bir dönemini beraber geçirdiği tekerlekli sandalyesine veda ediyordu, cezası bitmiş bir mahkum gibi kendini hür hissediyordu. Gökyüzüne döndü ve göz kırpan yıldızlara bakarak: "Artık size elveda diyebilirim." dedi ve çöp tenekesine attığı tekerlekli sandalyesine son kez baktıktan sonra içeri geçti. Kara Altın banyoda tıraş oluyordu, kara sakalından kurtuluyordu, düşen her bir kıl parçası geçmişinde işlemiş olduğu günahları sembolize ediyor gibiydi. Kömür gibi gözlerine aynada bakarak: "Yaptıklarımı telafi edecek fırsatım umarım hala vardır." dedi. Starfell okuduğu son kitabı rafa geri koyarken öfkesini yeterince kendisinden uzaklaştırdığını umuyordu. Çünkü öfkelendiği zaman neler olabileceğini biliyordu ve bir daha bunun gerçekleşmesini istemiyordu. Bu yüzden kitap okuyarak sakin durmaya çalışıyordu dünkü olaydan beri. Ozan balkonda sakince oturmakta olan Rüyacı'ya özenle yapmış olduğu limonatadan bir bardak getirdi. Rüyacı memnuniyetle bardağı aldı. İkisi sessizce limonatalarını içtiler.
İşte böylece üçüncü gün ilk iki güne nazaran daha sakin geçmişti. Ama kimse bundan şikayetçi değildi.
...Devam Edecek...
Published on January 02, 2014 06:25