Gürhan Öztürk's Blog, page 3

May 5, 2014

VAROLUŞ - LİDERLER

LİDERİNİ SEÇ! VAROLUŞ MÜCADELESİNE SEN DE KATIL! Dünya büyük bir felaketin ardından toparlanmaya çalışıyor ve insanlar yaşam mücadelesinde onlara liderlik edebilecek birilerini arıyorlar. Herkesin arayışı farklı… Burada Varoluş serisinde liderlere yer verilecektir. Taraflar tanıtılacaktır.
GÖÇEBE LİDER
Adı: Korhan AyazTakma İsmi: PoyrazEski Mesleği: Tarih ProfesörüSimgesi: Katana
Arayış mücadelesi boyunca bir yerde uzun bir süre kalmıyor, amacı aslında hiçbir zaman liderlik değil. O aslında huzur içerisinde olabileceği bir yuva bulmaya çalışıyor. Hayatta kalmayı bu yeni dünya düzeninde en iyi başaranlardan biri olarak karakterinin yozlaşmaması için uğraşıyor. Keskin kılıcının dost düşman ayırt etmeden herkese zarar verebileceğinin farkında, bu yüzden iki kimliği birden taşımaya çalışıyor, bir tarafı babacan bir tavır içerisinde ve yoldaşlarının fikirlerine değer veriyor, ama bir tarafı da gerektiğinde soğukkanlı bir katil olmaktan çekinmiyor. Onun liderliğinde hayatta kalabilirsiniz, ama göçebe bir hayata mahkûm kalabilirsiniz ve bir de ne kadar tarafsız kalmaya çalışsanız da hiç alakanızın olmadığı başka grupların savaşında arada kalıp zarar görmeniz de olasılıklar dâhilindedir.
FAŞİST LİDER
Adı: Gökçen DereağzıTakma İsmi: ReisEski Mesleği: Muhasebe MemuruSimgesi: Paslı Ayna
Ona sadık bir hizmetkâr olun ve sorgulamadan emirlerini yerine getirin. Gerçekten de düzeni oturtmayı başaran ve hayatta kalmanızı sağlayacak bir liderin yanında emin ellerde olabilirsiniz. Ama baktığı aynada sadece karanlıkta kendisini görür ve çerçevedeki pas gibi olası tehditlerin genelde pek farkına varmaz, farkına varsa bile çerçevedeki o pasın nasıl ki aynaya zar zor ulaşabileceğine inandığı gibi kendisine zarar gelmeyeceğine inanır. Sert ve eleştirilmeye gelemeyen bir yapısı vardır. Kan dökmekten asla çekinmez, gerekirse kendi adamlarına bile sırt çevirebilir, ama siz onu sorgulayamazsınız asla. Maalesef dünyanın yeni düzeninde hayatta kalmayı başarabilen ve kendi sınırlarını çizebilen Reis, en azından bir süreliğine yakınında olmak isteyebileceğiniz bir lidere dönüşebilir. Yeter ki büyüklenip başka gruplara savaş açmaya kalktığı anda olacakları önceden sezip sıvışabilmeyi başarmaya bakın siz oradan.
DİNDAR LİDER
Adı: Hacı Hüseyin Yıldız  Takma İsmi: HocaEski Mesleği: İmamSimgesi: Tespih
İnandığı doğrulara göre insanları yönlendirir ve onun için bu felaketten insanları kurtuluşa götürecek olan esas şey ahlaktır. İnsanların kötü yola girmeyi daha kolay göze alabileceklerine inanır, hırsızlık, tecavüz gibi kötü şeylerin insanların başına gelmemesi için de erkenden önlem almayı daha doğru bulur. Bunun için de acımasız tedbirler almaktan hiç çekinmez. Kitleleri ikna etmede de son derece başarılıdır. Gerçekten de felaketin ardından insanların bir arada yaşadığı huzurlu bir ortam olarak görebilirsiniz bu liderin yanında kendinizi, ama maalesef kimsenin öngöremeyeceği şeyler de olabilir. Kendisi değil de bu sefer ona inanan insanlar, başkalarının eleştirilerine tahammül edemeyecektir ve hemen lideri sorgulamaya kalkan dışlanacaktır. Daha da kötüsü insanlar daha çabuk cahilliğin pençesine düşebilecekler ve ahlaksız olarak gördükleri her şeye linçle karşılık vermekten çekinmeyeceklerdir. Kör, sağır ve dilsiz rolünü oynamayı kabul eder, hayatta kalmayı bu şekilde içinize sindirirseniz acımasız dünya düzeninde yaşamanızı garanti altına alabilirsiniz bir ihtimal, seçim sizin.
ASİ LİDER
Adı: Meltem DereağzıEski Mesleği: KasiyerSimgesi: Kanlı Gelinlik
Her zaman bir umut olduğuna inanmalısınız ama gerektiğinde savaşmaktan da çekinmeyeceksiniz. İnsanların içindeki kötülüğün perdesinin kaldırılabileceğine ve geçmişin mutlu anılarıyla iyiliğin kazanabileceğine olan inancınız sizin esas silahınız olmalı. Mutlu anılarının üstü kanlanmış olabilir, o leke yıkansa bile hiç geçmez ama siz asla vazgeçmemelisiniz. Sevdiğinize karşı onu geri getirebilirsiniz umuduyla sonuna kadar savaşırsınız. Ama bunu asla unutmayın, siz asisiniz, karşı çıktığınız lider faşist ve zor kullanmaktan çekinmeyen biri olsa bile kötü olarak görülen siz olabilirsiniz. Buna karşı hazırlıklı olun ve savaşınızda zarar verecek hiç silah kullanmamaya özen gösterseniz bile size silah doğrultacaklardır ve acımadan ateş de edeceklerdir. Çünkü siz itaat etmeyensiniz. Yine de sonuna kadar ikna etmeye çalışırsınız, asi ruhunuzu barış hayallerinizle korursunuz. Bu uğurda da ölebileceğinizi asla unutmayın. Amacınız burada sadece hayatta kalmak değil, yanlış olana karşı durup ileride daha çok insanın zarar görmesini engellemeye çalışıyorsunuz.
DİSİPLİNLİ LİDER
Adı: Alev KurtuluşEski Mesleği: BüyükelçiSimgesi: Ateş

Bir kere gücü tadan insan onu elinde bulundurmak isteyecektir. Başka gruplara da tahammül edemez. Çünkü çok seslilik her zaman zaman kaybettirir onun anlayışına göre. Ama onları gerektiğinde müttefik olarak kullanır, asla tamamen sırtını dönmez kimseye. Düşmanlarına ise hiç zerre acımaz. Bir kere savaşa girdi mi düşmanını yok etmeden bırakmaz, asla tehditlere boyun eğmez. Onun için kurallar ve disiplin hayatta kalmanın altın anahtarıdır. Ona uymanız için sizi asla zorlamaz. Ancak onun askeri olmayı kabul ederseniz onu sorgulayamazsınız, hatalı emirler verdiğini bildiğiniz halde ateş etmeniz gerekse bile o silahı ateşleyeceksiniz. Bir de unutmayın, verdiği emir yüzünden vahim bir sonuç meydana gelirse bile hatalı olan o değil, yine siz olacaksınız. Hatalarınızdan ders çıkartmaya bakın siz. Hayatta kalmayı istiyorsanız, iyi bir tercih olabilir kendisi ama müttefiki ya da yakınında onun ilgisini çekmeyen bir insan olmayı başarırsanız. İlla gerekirse asker de olurum derseniz, buyurun sizi tutan yok.
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on May 05, 2014 09:01

April 19, 2014

VAROLUŞ ÖRNEK BÖLÜM - III

Başlangıç Notu:  Buradan Varoluş'un önokuma dosyasına ulaşabilirsiniz ve ilk 55 sayfası kadarını okuyabilirsiniz, ama bu bölümlerde konu gereği hala romanın pek bilim kurgusal yönlerine pek girilemediğinden ve romanın bu yönünü en çok gösteren bir başka karakter William ile sizleri tanıştırmak istiyorum, burada ona ait örnek bir bölümü okuyabilirsiniz.
WILLIAM (1)
            Helikopterin sesine bir türlü alışamamıştı ve alışamayacak gibi görünüyordu bu gidişle. Aslında o daha çok, havada durma hissinden hoşlanmıyordu. Uçakta bu bir derece daha az hissediliyordu ama helikopterde çok bariz bir şekilde havada olduğunuzu anlıyordunuz.             Helikopterin üstünün küllerle dolu olduğunu görebiliyordu, en azından camdan  bakmak imkânsızlaşmıştı. Navigasyonla arası pek iyi değildi, coğrafyası da en zayıf olduğu yöndü zaten eski dünyada. Ama yaklaştıklarını hissediyordu, zaten bir süre sonra da berbat bir aksanı olan Arap tercümanı geldiklerini belirtti.            “Suudi Arabistan’a hoş geldiniz…” dedi tane tane İngilizcesiyle tercüman. Ellerinde  İngilizceden az buçuk anlayan bir kişi vardı, o da Aber’di. İsmi ilginç geldiğinden ona anlamını sorma gafletinde bulunmuştu. Bir saatin ardından Hz. Musa’nın akrabalarından biri olduğunu kısmen anlayabilmişti. Başkası ona Aber ne demek diye sorarsa Hz. Musa’nın torunu diyecekti, yüksek ihtimalle de doğruydu. Ama zaten kimse onu bunu sormayacağından sıkıntı da yoktu.            “Batık bölgeye yaklaştık mı?” diye sordu William tercümana.            “Evet, krater az ileride,” diye yanıt verdi Aber ve daha sonra fısıltıyla: “Kıyamet alameti, bunu herkes bilir,” dedi çok gizli bir bilgiyi veriyormuşçasına. William gülümsemekle yetindi. Arap yarımadasında bir bölgede nedensiz yere çukur oluşacağı, İslam dininde Kıyamet alametlerinin en önemlilerinden biriydi. Bu bilginin yarattığı korkuyu tahmin etmek güç değildi. Kratere yaklaştıkça da bunu açıkça görmeye başladılar. Bu bölgelerde hayatta kalmayı başaran insanların neredeyse tamamı kraterin etrafında toplanmışlardı ve inançlı bir şekilde ölmek için kıyamet hazırlıklarını yapıyorlardı.

             “Sen inanma,” dedi darılarak Aber ve dışarıdaki gökyüzünü gösterdi. Sürekli simsiyah bulutlarla kaplıydı. “Duman. O da alamet.”            “O halde ben bir gözümü kopartayım da Deccal’i aramakla fazla zaman kaybetmeyin,” diye alay ederek konuştu William. Bu saçmalıklara zaman ayıramazdı. Aber’in inançlarına saygı duyuyordu ama buraya niçin geldiğini de kendisine hatırlatmak istiyordu.             “Ben bir bilim adamıyım Aber. Kusura bakma ama senin kadar kesin konuşamam. Kanıt bulmam gerekiyor.”            Helikopter yavaşça alçalmaya başlamıştı. William işte bu anı bekliyordu. Aber de arkasında konuşmadan indi.             “Kâfir,” diye içinden söylendiğini William duyabiliyordu, Aber ile arasının artık eskisi gibi olmayacağı belliydi.            Krater kocamandı, oluşan boşluk ise derinlere kadar gidiyordu. Her taraf küçük büyük kaya parçalarıyla doluydu. Dağlar tuzla buz olmuştu sanki burada. Hemen yerden toprak numunesi toplayarak işe başladı, ardından da Aber’e yerde gördüğü taşlardan birkaç tane toplamasını rica etti.            Eline aldığı taşlardan birini incelerken aslında onun ne olduğunu biliyordu: “İridyum.”
            Ağır olan taşları toplamasına yardım etmek için Aber’in yanına gitti ve krateri göstererek: “Bu bir kıyamet alameti değil. Sadece devasa bir meteor… Bundan 65 milyon yıl önce dinozorların soyunu yok ettiği düşünülen cinsten hem de.”
(ÖRNEK BÖLÜM SONU)
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 19, 2014 09:37

April 18, 2014

ZİNDAN GÜNLÜKLERİ - DOKTOR RAPORU

SON            Doktor notlarını gözden geçiriyordu. Hastasının hayat hikayesi ile anlattığı öykü arasında bir bağlantı kurarak yardımcı olabileceğini düşünüyordu:            Hasta anne babasını on yaşında bir trafik kazasında kaybetmişti. On yaşından beridir evli ablasının yanında yaşamaya başlamıştı. On altı yaşında geride kalmış olan tüm ailesini ve sevdiklerini evde çıkan bir yangın neticesinde kaybetmişti. Ablasını masal prenseslerine benzetirdi ve eşi askere gittiği için o dönene kadar ablası ailesiyle onlarda kalıyordu. Dünyada gezmediği mekân kalmamış gezgin ağabeyi de bir baltaya sap olamadığından sonunda geldiği yer ailesinin yanı oluyordu. O felaket gecesinde uzun zamandır görmediği zengin iş adamı amcası da onları ziyarete gelmişti. Bir de kütüphanede çalışan ve sıklıkla onlarda kalan hiç evlenmemiş yaşlı bir dayısı vardı. Hasta itiraf etmekte zorlanıyor, ama yangına neden olanın kendisi olduğu belirlendi. Evde eski sandıklardan bulduğu bir kitabın onunla konuştuğunu ve ondan istenilenleri yaptığını iddia etmişti. Şizofreni belirtileri o zamanlar ortaya çıkmış olsa da ailesi üzerinde durmamıştı ve bu en büyük hataları olacaktı. Eniştesi askerden döndükten sonra psikolojik olarak harap olmuş genci görünce elinden bir şey gelemeyeceğini fark edip terk etmişti.            Hasta ise sokaklarda yaşamaya başladı ve sokaktan bulduğu bir kediyi yanına aldı. Ona kendi yarattığı bir dünyada geçen öyküler anlatırken kendisi de o dünyanın bir parçası oldu. Bu dünyada mutlu sonlar yoktu, zaten yarattığı dünyanın en önemli kuralı buydu. Bu dünyasında gerçek sandığı şeylerin aslında hayal ürünü olduğunu fark etmesine neden olacak kediyi ise öykülerinde hep hayal ürünü olan aslında oymuş gibi göstermeye meyilliydi.            “Bugünlük de bu kadar mı, doktor? Bir dahaki gün devam ederiz öyküye değil mi?”
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 18, 2014 03:54

April 17, 2014

ZİNDAN GÜNLÜKLERİ - XI

11. BÖLÜM “KAÇIŞ”            Lord Fernard döndüğü zaman şaşkınlıklar içerisinde eşinden kendisi yokken olan olayları dinliyordu. Özellikle Prenses Eva’nın da işin içinde olduğunu duyması iyice şaşırmasına neden olmuştu.            “Hazine odamıza mı girmeye çalışmışlar?” diye sordu inanamayarak Fernard.           “Evet, hayatım. Son anda yakalamayı başardık. Hemen zindana atılmalarını emrettim, sen dönünce ne yapman gerektiğini daha iyi bilirsin diye düşündüm.” diye iyi ve sadık eş rolünü oynuyordu Arafel. Hala karşısındakini cadı olduğundan ve gerçek eşi Katherine olmadığından bihaber olan Fernard da eşinin bu olay karşısında göstermiş olduğu cesarete hayran kalmıştı, kendisi yokken artık yönetimin emin ellerde olduğunu görmüştü.            “O hırsızlar sana zarar verebilirlerdi, sevgilim. Böylesi bir tehlike altına seni soktuğum için çok özür dilerim.”           “Öyle deme, hayatım. Sana sen yokken şehrine nasıl da iyi baktığımı göstermemi de sağlamış oldu, artık için daha rahat gidebilirsin o siyasi gezilerine.”           Lord Fernard eşinin alnından öptükten sonra: “İstersen zindana indiğim zaman sen de bana eşlik et de o hırsızlara ne tür bir ceza vereceğimize birlikte karar verelim. Hala inanamıyorum, elf kralına ne diyeceğim ben şimdi. Kızının hırsız olduğuna asla inandıramayız.” dedi. Arafel ise iyi bir eş rolüne devam ederek Fernard’ın elini tuttu ve ona cesaret verdi: “Bu işin sonunu birlikte göreceğiz, aşkım.”            O sırada zindanda karanlığın içinde Eva’nın grubu durum değerlendirmesi yapıyorlardı. Safiel, cadı ile olan dövüşünde öfkesine yenik düşerek tüm gücünü harcamıştı, ondan artık büyü yapmayı bırak yürümeye bile mecali kalmamıştı.             “Zaman geçtikçe geminin fark edilme ihtimali de artıyor, biliyorsunuz kendisi arananlar listesinde hep birincilikte kendine yer bulan ünlü bir korsan gemisidir.” dedi Alenthas.           “Lord Fernard dönmüştür ve Arafel onu bir güzel yalanlarıyla yine kandırmıştır. Bir elf prensesini bile idam ettirmeye kadar gidebilir iş.” diye belirtti Eva, burada bahsi geçen elf prensesisinin de kendisi olması işin ironik kısmını oluşturuyordu.           “Hepimiz hatalıyız, bunu kabul etmeliyiz. Grubun huysuz yaşlısı olarak görüneceğimi biliyorum, ama hatalı olduğumuz noktaları söylemek de benim görevim. Bir kere Firb ve Eva’nın zamanında yapmış olduğu hataları saymıyorum bile. Acele ettik, hemen saldırıya geçmeyecektik. Lord Fernard’ı bekleyip ona durumu izah etmeye çalışmalıydık.” diye kendi fikirlerini söyledi Thomas.           “Tüm dediklerinde haklısın, Thomas. Ama şu an için ne yapmalıyız bence bunu konuşmak daha doğru olacaktır.” dedi Sacokhan, bir cüce olarak grubun en aklı başında elemanı olma sorumluluğunu göstermenin ne kadar zor olmaya başladığını düşünüyordu bir yandan da.            Firb ise konuşulanlarla pek ilgilenmiyor gibiydi. Zindanın en karanlık köşesinde kendi başına bir şeyler yapıyordu. Yaptığı şeyin ne olduğu karanlık yüzünden pek anlaşılmıyordu.            Zindanın kapısı açıldığında içeriye altı kadar asker ve Lord Fernard ile eşi Katherine girdi. Arafel, iyice Lordun eşi Katherine rolüne bürünmüştü. Fernard’ı hiçbir şekilde yanındakinin aslında bir cadı olduğuna inandıramayacakları barizdi. Bu yüzden de Eva pek ikna etmekle uğraşmanın fayda getirmeyeceğine emin bir şekilde Fernard’a soğuk bakışlar atıyordu sadece.            “Bu günleri de görecekmişiz! Bir elf prensesi kendi kurduğu ekiple beraber benim hazine odama girmeye çalışırken yakalanıyor. Belki de öncelikle bir açıklama dinlemeliyiz sizden.” diye söze başladı Lord Fernard.           “Ne anlatabilirim ki? Her şey size göre bu kadar barizken açıklama yapmaya çalışmamın ne gibi bir faydası olacak, sizi eğlendirmekten başka.” diye karşılık verdi Eva.           “Kendin de dedin. Eğlendir beni. Eğer anlattıklarınız hoşuma giderse en azından bir ya da ikinizin canını bağışlayabilirim.”           “Bence bu şaklabanlığı kısa keselim, hayatım. Cellatlar hazır bizi bekliyorlar zaten.” diye söze girdi Arafel.           “Haklısın. Askerler hepsini idam sehpalarının bulunduğu yere götürün. Halka da haber verin. Hırsızlığın nasıl bir sonucu olduğunu herkes görmeli, bir prenses bile olsa herkes suçunun bedelini öder.”           Yarım saat sonra halkın heyecanlı bekleyişi sürerken idam edilecek suçlular tek tek artık kullanılmayan arenaya çıkartılıyorlardı. Altı farklı idam sehpası hazırlanmıştı. Eşinin de önerisiyle her bir suçlunun farklı bir biçimde öldürülmesine karar vermişti Lord Fernard ve hangi sehpada hangi suçlunun öldürüleceğine de halk karar verecekti. Lord demokrasinin tam bu tür işlere alet edilmesi gereken bir araç olduğuna inanıyordu.            “Verion halkı! Benim asil soyumun en değerli hazinelerinin saklı olduğu gizli odama girmeye çalışan ve üstüne üstlük bunu benim misafirperverliğimden faydalanarak yapan bu altı suçluyu huzurlarınıza sunuyorum. Şimdi söyleyin bana, bu suçlulardan hangisini ipte asalım, hangisinin boynunu giyotinde ayıralım, hangisini kaynar suda boğalım, hangisinin vücuduna demir sopalar sokarak öldürelim, hangisinin zehirle herkesin önünde kusarak kendi kanında boğulmasını izleyelim ve hangisinin bizzat sizin linç etmenize müsaade edelim?”           Alenthas, her bir ölüm şeklini dinledikten sonra: “Masraftan da hiç kaçmamışlar.” diye yorumda bulundu.           Safiel hala çok güçsüzdü, ondan tam olarak ne kadar zor bir durumda olduklarının farkında olamıyordu.            Thomas dua ediyordu Tanrısına, ama bu kadar çığlık ve bağırışın ortasında odaklanamıyordu, inancının zayıflığını gösterirdi bu durum oysaki gerçek bir inanan her durumda duasını eksiksiz yapabiliyor olmalıydı.           “Yoksa beni sen de mi terk ediyorsun?” diye sorgulamadan edemedi Thomas sonunda.            Firb, Lordun yanında sahte gülümsemesiyle duran cadıya bakıyordu büyük bir nefretle. Karanlık geçmişi yine karşısına dikilmişti. Zamanında bu cadıyla işbirliği yaptığı için duyduğu pişmanlık hiç geçmeyecekti.            Eva, buçukluk dostunun omzuna yavaşça dokunarak ona suçun sadece kendisinde olmadığını hatırlattı. O cadının yaşamasına Eva izin vermişti, çünkü o cadı eskiden asil bir elf büyücüsüydü ve Eva’nın kuzeniydi. İhanetinin bedelini ona hiç ödetememişti, her şeyi geride bıraktığını sanıyordu ama kaçamamıştı o da geçmişinden.            Sacokhan korkmuyordu ölümden. Tek derdi yeterince sarhoş olamadan ölecek olmasıydı. Cüceler de savaşa giderken bolca içmek bir gelenekti, böylece cesaretleri hiç azalmaz ve sonuna kadar deli kuvvetiyle savaşmayı sürdürürlerdi.            “Sanırım bu sefer hiç kaçış yok!” diyebildi fısıltıyla, sesini ancak yakınında duran Alenthas duyabilmişti.           Halk ise kudurmuş vaziyetteydi, ilk hangi kişinin ne şekilde öldürüleceğinin oylaması yapılıyordu. Lord Fernard bu işi de çok ciddiye almıştı ve her sıranın başına bir görevli göndermişti. Görevliler genel olarak o sırada söylenen kişinin adını ve ne şekilde öldürülmesinin istendiğini Lord Fernard’a söylüyorlardı. Toplamda elli sıra olduğundan iş biraz vakit alıyordu.           Safiel cebinde korkudan sesini çıkartmadan duran kedisinin başını sıvazlıyordu. Kendisi ölürse kedisine ne olacağını düşünüyordu. Birden o anda fark etmişti. Birazdan öldürülecekti, daha yeni yeni bulundukları durumun ciddiyetini anlamaya başlamıştı. İçine dolan korkunun etkisiyle bağlı olduğu demirden yapılma sıkı kelepçelerden kurtulmaya çalıştı beyhude yere. Çok zayıftı hala ve kafası allak bullak olmuştu. Hiç büyü yapacak kadar güçlü hissetmiyordu kendisini.           Arafel’in de bir gözü büyücünün üzerindeydi zaten. Büyücüden yayılan en ufak enerjiyi hissetmek için tüm odağını onun üzerinde tutmak zorunda kalmıştı. Ama büyücü o kadar zayıf düşmüştü ki daha bir gün büyü yapmasına imkân yok gibiydi.           Şamanizmden anlayan Alenthas’ın ise güçlerine başvurmak için alet edevatını kullanması gerekiyordu. Bunlar genelde ya totemler, ya da envai çeşit kolye ve baharat karışımları oluyordu. Çantası ya da cebindeki her şeylerini askerler almıştı. Ondan Alenthas, cadının gözünde hiç tehdit değildi. Zaten Alenthas da elinde geveze çenesi dışında bir şeyi kalmadığının farkındaydı.           Lord Fernard görevliler ile konuştuktan sonra sıralamayı ve ölüm şekillerini açıklamaya başladı: “Anlaşılan halkımız ilk başta sarhoş olmayı hayal etmekle yetinmek zorunda kalacak cücemizin öldürülmesini istemiş, ölüm şekli olarak da giyotini uygun görmüşler.”           Sacokhan tamamen tepkisizdi, ne bir yorum yaptı ne de herhangi bir harekette bulundu. Lord Fernard ölüm listesini açıklamayı sürdürdü: “İkinci olarak da genç ve geveze serseri arkadaşlarının öldürülmesi yönünde halkımız karar vermiş, ölüm şekli olarak da suda boğulması seçilmiş.”           Alenthas başta o geveze serserinin kendisi olduğunu anlayamamıştı, ardından da: “Hayatım hep sularda geçti zaten, burada olabilecek en uygun sonu seçmişsiniz bana.” dedi sakince.           Lord Fernard üçüncü kişiyi açıkladı ara vermeden: “Ardından sahte dualarıyla herkesi kendisi gibi günahkâr hale getiren uydurma papaz efendinin kendisine layık bir şekilde bedenine ardı ardına sokulacak olan demir çubuklarla öldürülmesi uygun görülmüş halkımız tarafından.”            Thomas içinde bastırdığı duyguları saklayamamıştı, aniden: “Sen hepimizi koru, yüce Tanrım!” diye bağırdı. Ama bu duası halk tarafından gülerek karşılanmıştı, çünkü onlara göre karşılarında olan bir sahtekârdı.           “Papaz efendinin ölümünün ardından sıra geliyor yaşlı buçukluğa. Ona da son derece uygun bir ölüm şekli seçilmiş, zorla içirdiğimiz zehrin ardından hepimizin karşısında kan kusup ölecek acı içerisinde.” diye sıradaki kişiyi açıkladı Lord Fernard.           “Zehirle acı dolu bir ölüm, gerçekten de çok hoşmuş.” diyebildi Firb. Diyecek başka ne vardı ki zaten.           “Beşinci kişi de zaten hastalıklı gibi görünen ve biz bir şey yapmasak bile her an ölecekmiş gibi duran büyücü yoldaşları olacak. Onun ölümü de tamamen Verion halkının adaletli elinden gelecek, büyücüyü size sunacağız ve istediğiniz her şeyi yapabileceksiniz. Tek şartımız hemen öldürülmemesi, süründürülmesi.”            Safiel o hastalıklı büyücünün kendisi olduğunu tahmin etmek de zorlanmadı. Hala aklı kedisindeydi. Linç edilmeden evvel kedisinin kaçabilmesi için bir şeyler yapmalıydı. Öksürüğünü tutamıyordu ve nefes almakta zorlanıyordu. Bu haline kimse acımıyor ve yukarı taraflardan başına doğru yiyecek maddeleri atılıyordu. Genelde üstü vıcık vıcık olsun diye domates ya da kafasına isabet ederse iyice acıtsın diye elma oluyordu bu yiyecek maddeleri.           “Son olarak da geriye prensesimiz kalıyor. O da iple asılarak ibretlik bir şekilde ölecek huzurunuzda, ey Verion halkı.” diye bağırarak açıkladı ölüm listesindeki son ismi de Lord Fernard.           “Özür dilerim.” diyordu Eva. Sadece tek birine değil, altı kişi içindi bu özürler.           “Özür dilerim, Safiel, büyücü yoldaşım. Sana yardım etmekti tek arzum. Zor günler geçiriyordun ve bu maceranın sana iyi geleceğini ummuştum.           Özür dilerim, Thomas. İnançlarına ters olduğu halde bana yardım etmeyi kabul ettin ve ben sana yeterince teşekkür bile edecek zaman bulamadım.           Özür dilerim, Firb. Zamanında pişman olduğun halde cadıyı durdurmana sana yardım etmedim ve geçmiş yine karşımıza dikildi. Şimdi belki de böyle bir durumla karşılaşmayacaktık hiç birimiz.           Özür dilerim, Sacokhan. Bu dünyada herkese yardım etmeye çalıştın, kazandığın her şeyi iyilik adına harcadın. Bana da yardım etmeyi içtenlikle kabul ettin. Ama şimdi burada onurlu bir cücenin hak etmediği bir ölümle karşı karşıya bıraktım seni.           Özür dilerim, Alenthas. Gemine binip denizlerde maceradan maceraya sürüklenmen gereken genç yaşında hayatını kaybetmek üzeresin. Seni bu duruma ben soktum.           Özür dilerim, Alasten, eşim, hayatım. Seni son bir defa görememenin acısını taşıyorum ve belki de hiçbir zaman nerede, nasıl bir ölümle bu dünyadan ayrıldığımı bilemeyeceksin. Sana olan sözümü hiç tutamadım. Özür dilerim, sevgilim. Ama bil ki sana olan sevgim tamamen gerçekti ve seni çok seviyorum. Ölümle bulaşacağım son saniyelerde bile sana olan sevgime tutunacağım.”           Safiel her şey sona ermeden önce Eva’ya başından beri bildiği şeyi söylemek istedi: “Kedinin gerçek olmadığını biliyordum…”                                                                                 ***           Alasten rüya göremezdi bu hapishaneye getirildiği andan beri, çünkü uyumak böylesi bir yerde çok zor oluyordu. Ama daldığı bu nadir anların birinde Eva’nın sesi kulaklarında yankılanırken buldu kendini ve çığlık atarak kalktı yatağından.           “Bitsin artık bu acı. Geçsin bu günler. Mutlu bir sonu hak etmiyor muyuz biz?” diye haykırdı ve pis yastığını ıslatana kadar ağladı. Gözyaşları akarken artık eskisi gibi ağlamaktan utanmadığını fark etti, hatta çok iyi geliyordu ağlamak.
           “Sana söz verdim, sevgilim. Seni bekleyeceğim. Beni en sonunda kurtaracağını biliyorum.” dedi ve tekrardan gözlerini kapatarak uyumaya çalıştı. Bilmiyordu ki mutsuz sona sahip bir hikâyenin içinde yer aldığını…
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 17, 2014 04:29

April 15, 2014

ZİNDAN GÜNLÜKLERİ - X 2. KISIM

           Eva, kadim ormanın derinliklerinde yer alan gizli tapınağın merdivenlerinde ince tülden yapılma beyaz elbisesi ve parlak yeşil taşlardan yapılma tacıyla yanında sevdiği adam Alasten ile beraber emin adımlar atarak yürürken bunun hayatının en mutlu günü olduğunu düşünüyordu.           Alasten onurlu bir prens olarak tanınırken özel günlerde giydiği büyükbabasından kalma zırh dışında öyle fazla şaşaalı bir şey giymemişti. Zırhın göğüs kısmında bir kılıç şekli yer alıyordu ki bu Denestir'in simgesiydi aynı zamanda. Gözlerinde mutluluk uzaktan bile fark ediliyordu, doğru bir karar verdiğine inanıyordu ve hayatını bu güzel prensesle birleştirmeye de hazırdı.           Tapınağın içerisinde tam ortada kızıl renkte yapraklarıyla nadir yetişen bir ağaç yer alıyordu, Sevda ağacı olarak da bilinirdi. Bu ağacın altında elfler evlilik yeminlerini ederlerdi, onlar için bu yeterliydi ama iki tarafı da iyi tanıyan bir şahidin olması gerekiyordu. Bir kişi olması yeterdi, tabi genelde elflerde de olsa evlilik törenlerde kalabalık bir aile ortamı olurdu ama bu seferki çok farklı bir evlilik töreniydi.           Eva'nın kuzeni Arafel şahit olarak bulunuyordu, hem bu evliliği gizli tutacağı konusunda da söz vermişti. Her şey mükemmeldi, Eva ile Alasten birbirlerine bakarken ağacın altında o anın sonsuza kadar sürmesini istiyor olmak bencilce miydi Eva emin olamamıştı.           "Yeminim budur ki sana olan sevgim sonsuz, sana yüreğimi içerisinde sana olan sevdam, sadakatim ve geleceğimle beraber sunuyorum bu kutsal ağacın altında. Hiç bir zaman bu yemini ettiğim için pişman olmayacağım, çünkü biliyorum ki sana olan sevgim gerçek, saf ve masum. Seni seviyorum, iyi ki hayatıma girdin ve artık benim hayatım sensin, benim nefesim sensin, sevgilim."           Eva yemini etmişti, sıra Alasten'deydi ama Eva öyle güzel sözler söylemişti ki gözyaşları süzülürken konuşamamıştı bile. Eva'ya sarılmak ve ona olan sevgisini haykırmak istiyordu sadece. Elinden tutarak uzaklara, özgürce beraber olabilecekleri bir yere gitmek istiyordu hemen.            Sonunda tutamadı kendini ve ağlamaya başladı. Mutluluktandı bu ve tamamen duygularının kontrolündeydi, kendini tutması daha doğru olurdu belki de ama o anda sadece özgürce davranabilmek istemişti. Eva'ya sarıldı ve haykırdı: "Sen benim prensesimsin, benim asıl sen nefesim oldun! Beni özgür bıraktın, benim elimden tuttun ve beni hayata bağladın!"           "Sanırım bunu da yeminden sayabiliriz." diye araya girdi Arafel gülümseyerek. Eva ile Alasten de öyle düşünüyor olmalıydılar çünkü öpüşme faslına geçmişlerdi bile.           Eva farkında olmadan elini dudağına götürmüştü, Thomas'ın onu izlediğini fark ettiğinde: "Anılar, ne zaman aklında belireceği belli olmuyor." dedi.           "Gerçek olan şey içinde olandır, onlar da duygulardan oluşur..." diye mırıldanıyordu Safiel, Eva'yı takip ederken. Elinde tuttuğu bir kitaptan yakın zamanda okuduğu ve aklında kalan bir cümle olmalıydı. Büyücünün dediğini duyan Alenthas garip bakışlar atarak: "Kütüphaneden kitap aşırmadın değil mi?" diye sordu. Safiel: "Hayır, canım kitap benim. Daha yeni başladım sayılır da okumaya." diye yanıt verdi hemen.           Prenses Katherine'i kendi bahçesinde gülleriyle ilgilenirken buldular, tabi herkes artık biliyordu ki o aslında bir cadıydı. Elf bir büyücü demek daha doğruydu, dahası Eva'nın düğününde şahit olarak yanlarında bulunan Arafel'in ta kendisiydi, ama gerçek adını unutmuş bile olabilirdi artık.            "Sonunda o an geldi, anlaşılan." diye söze başladı Katherine. Sonra Firb'e döndü: "Sana kızmıyorum, eski ortağım. Hain olarak damgalanmanı ben de istemezdim açıkçası."           "Bana artık ortak deyip durma, asıl hain olan sensin. Beni kurbağaya dönüştürüp asıl arkadan vuran sen olmuştun." diye hırsla karşılık verdi Firb.           "Oyun bitti, hain. Gerçek yüzünü göster." diye bağırdı Eva. Katherine ise gülerek: "Beni bu şekilde öldürmek işinize gelmiyor değil mi? Sonuçta sizden başka herkese göre ben hala Prenses Katherine'im." dedi.           "En baştan yapmam gerekeni şimdi yapacağım, Arafel. İhanetinin karşılığını ödeyeceksin." dedi Eva kendinden emin bir ses tonuyla.           Sacokhan: "Artık konuşma faslını geçsek mi?" diye sordu hevesle, baltasını hazır etmişti bile.           "Cüce yoldaşımıza tamamen katılıyorum." dedi Alenthas da.           Katherine ya da gerçek adıyla Arafel, savaşa çoktan hazırdı ve elinde elektrikten bir küre biriktirmişti. Arafel düşmanlarını korkutmak amacıyla bahçenin ortasına büyüsünü fırlattı ve elektrikten oluşan küre kadının sağ elinden hedefine doğru yola çıktı. O anda kimsenin aklına gelmeyen oldu, Safiel’in kedisi cübbesinden kaçtı ve tam da kürenin düştüğü yere doğru koşmuştu.           Bahçenin ortasında bir yarık oluşmuştu patlamanın neticesinde ve Safiel kedisini yerde ölmüş bir şekilde bulmuştu. Arafel’e öfke dolu gözlerle bakıyordu: “Beni tamamen yalnız bıraktın, kedim benim her şeyimdi.”           “İşte şimdi ayvayı yedik sanırım. Büyücü yoldaşımızın beyni tamamen sulandı.” diye belirtti Alenthas. Eva da bunu fark etmişti ve elinden bir şey de gelmezdi artık. En başından bu işe kalkışmaması gerekiyordu, Safiel’e o kediyi hiç hediye etmeyecekti.           “Safiel eminim kediyi geri getirmenin bir yolu vardır.” diye moral vermeye çalışıyordu boş yere Eva.           Arafel durumu pek anlayamamıştı ve düşmanlarının onu oyaladığını düşünüyordu: “Ne kedisinden bahsediyorsunuz? Bahçemi sizin yüzünüzden mahvettim, beni daha kötüsünü yapmaya mecbur bırakmayın.”           “Pis cadı! Kedimi öldürdün!” diye bağırdı Safiel ve ağzından büyü sözleri döküldü: “Tele orte kon…”           Büyü sözlerinin ardından Safiel kaybolmuştu, Arafel endişe dolu bir ses tonuyla: “Büyücü nereye gitti? Hile yapacağınızı tahmin etmeliydim!” dedi.            Safiel, Arafel’in tam arkasında belirmişti ve saksılardan biriyle cadının ensesine vurmasıyla cadı yere acıyla devrilmişti. Ardı ardına vurmaya devam ediyordu. Eva ve Thomas, büyücüyü cadının üzerinden kaldırmaya çalışıyorlardı boş yere. Sacokhan ve Alenthas ne yapmaları gerektiğini bilmez bir şekilde birbirlerine bakıyorlardı.           “Kime yardım etmemiz gerekiyor, kafam karıştı iyice.” diye belirtti Alenthas kafası karışmış bir şekilde.           Firb ise elindeki bıçağı bastırarak tutuyordu, terlemişti iyice. Thomas ve Eva’nın iyice hedefinin önünden çekildiğine emin olduğu an bıçağını fırlattı ve bıçak Safiel’in boğazına saplandı.           Safiel kan kusarken Thomas hemen soğukkanlığını koruyarak aklına gelen ilk iyileştirme duasını okumaya başlamıştı: “Tanrım, yoldaşımı bize bağışla, ölmesine izin verme!”           Tanrısıyla kurmuş olduğu bağın o anki yoğunluğuna ve samimiyetine bağlı olarak rahibin duasının kabulü gerçekleşiyordu.            Sacokhan çoktan Firb’ü tüm gücüyle yere indirmişti anında: “Bu kadar kişi arasından bir senden ihanet beklemezdim.”           Alenthas ise yaralı büyücünün yanına koşmuştu, kendisi şamandı ve bir rahip gibi olmasa da iyileştirmeden anlardı. Thomas’ın dualarının bir işe yaramayacağı kesinleşmişken ve büyücünün ölmesine kısa bir süre kalmışken Alenthas cebinden birkaç taş çıkardı, bunları iki elinde ezdi ve sonra bunları büyücünün üzerine serpiştirirken anlaşılmaz bir şeyler fısıldadı. Alenthas’ın ve Safiel’in etrafından hafif tonda yeşil bir ışık ortaya çıkmıştı. Safiel’in boğazındaki yara hızla kapanmaya başlamıştı.            Herkes rahat bir nefes alırken Eva hain yoldaşının yanına doğru ilerliyordu. Firb ise: “Ben değildim, kontrolü ele geçirdi. İnanın bana.” diyordu.           Eva bunun üzerine yaralı cadıya döndü ve gerçeği fark etti. Bahçede karşılaştıkları Prenses Katherine kılığına bürünmüş Arafel aslında gerçek değildi, bir yanılsamaydı. Gerçek olan askerlerle bahçeye giriş yapıyordu.           “Lord Fernard ihanetlerinin cezasını ödeyecektir, onları kelepçeleyip zindana atın hemen.” diye emir yağdırıyordu Arafel, hala Katherine görünümünde.           Bahçenin altında Lord Fernard’ın hazine odasına giden gizli bir geçit vardı ve bahçenin ortasındaki yarık tam da o gizli geçidi ortaya çıkartmıştı. Hırsızlık suçuyla yakalanan yoldaşlar zindana kapatılmışlardı.           “Seni hain sandım, özür dilerim Firb. O cadının bedenleri kontrol edebildiğini bilmiyordum.” dedi Sacokhan utanarak.           “Önemli değil, dostum. O anda duruma göre doğru bir karar verdin, belki birine daha zarar verebilirdim.” diye rahatlattı Firb, cüce dostunu.           Safiel ise yanılsama olayının ardından kedisinin aslında ölmediğinin ortaya çıkmasıyla yüzü gülüyordu. Alenthas, Eva’ya: “İyi yırttık, bu kedi vakasından. Ama bu işin sonu iyi olmayacaktır ve bir tek bu durum beni mi rahatsız ediyor?” diye alçak sesle düşüncesini belirtti.           Konuşulanları duyan Thomas da: “Ben en başından beri Eva’nın bu olayda yanlış bir karar verdiğini söylüyordum zaten, ama olmuş bir kere ve artık başka bir şeye kalkışmak büyücü yoldaşımıza daha büyük zararlar verebilir.” diye fikrini dile getirdi.           “O günlerde siz yoktunuz. Bir tek ben vardım Safiel’in yanında. O iblis tüm sevdiklerini öldürürken ve dahası bunu onun bedenini ele geçirerek yaptığında, herkes bu gerçekten dolayı ondan uzak durduğunda bir ben onu terk etmedim.” diye anlattı Eva.
           “Dediğim gibi olmuş olanı değiştiremeyiz artık.” dedi Thomas.
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 15, 2014 06:55

April 13, 2014

ZİNDAN GÜNLÜKLERİ - X 1. KISIM

Başlangıç Notu: Uzun bir bölüm olduğu için iki parçaya bölünerek bu bölüm verilecektir. 
10. Bölüm "CADI AVI"            Lord Fernard mantar ağırlıklı çok leziz bir kahvaltı sofrası hazırlatmıştı konuklarına. Herkes şüpheci bir şekilde yaklaşsa da yemeklere Eva'nın gönül rahatlığıyla yemesi üzerine diğerleri de zehirlenme korkusu olmadan yemeklerini yemişlerdi. Firb endişeli gibiydi, yemeğini yerken aşırı sessizdi. Thomas durumdan şüphelenmişti ve en sonunda dayanamadı.           "Dostum, buraya geldiğimizden beridir ağzını bıçak açmıyor. Dün gece sabaha karşı odaya geldin, uykusuz kaldığın da belli oluyor. Derdin nedir, yardımcı olmak isterim."           Firb'in derdini paylaşmak gibi bir niyeti yoktu, onun yerine: "Dün odaya geldiğimde gayet horulduyordun, anlaşılan hepimizi ayakta uyutuyormuşsun da haberimiz yokmuş." diye takıldı. Gereksiz yere yapılan esprilere gelemeyen Thomas: "Uykum hafiftir benim, kapıyı açınca uyanmıştım ama sonra tekrardan daldım." diye Firb'ın sözlerine alındığını belirtti.           "Şaka yapmıştım, ama sanırım fazla kaçtı bu sefer ki. Özür dilerim." diye düzeltmeye çalıştı durumu hemen Firb. Ama Thomas daha başka bir şey demedi. Yemeğine devam etti.           Lord Fernard kahvaltıdan sonra özür dileyerek yanlarından ayrıldı. Bugün başka bir şehre gitmesi gerekiyordu. "Siyasi meseleler, ama gitmem lazım." diye belirtmişti sadece.            "Merak etmeyin, sevgili eşim Katherine burada kalacak. Herhangi bir sıkıntınız oldu mu ona söylemeniz yeterlidir."            Eva, Lord Fernard'ın elini samimi bir şekilde sıkarak: "Konukseverliğinize müteşekkiriz. Babama burada geçirdiğim huzur dolu günleri anlatmak için sabırsızlanıyorum." dedi.           "Bu sözleriniz beni onurlandırdı, Prenses." dedi Lord Fernard ve ardından ayrıldı.            Firb genelde odasından ayrılmıyordu. Safiel, Alenthas ve Sacokhan da bahçede dolaşarak vakit geçiriyorlardı. Bu uygun anı fırsat bilen Thomas, Eva ile yalnız konuşmak için yanına gitti.           "Ormanda geçirdiğimiz konforsuz iki günün ardından handa uzun bir süreliğine son kez bir yatakta uyuyorum diye düşünmüştüm, ama yanılmışım. Burada handan bile daha rahat bir gece geçirdik ve karnımız da epey doydu." diye sözlerine başladı Thomas.           "Biliyorum, handan beridir grubun huysuz ihtiyar rolüne büründüm. Ama bilmem sen de fark ettin mi, sadece ben değil grubun her bir üyesinde bir değişiklik var. Firb'daki durum hele çok dikkatimi çekiyor benim, belki aşırı gözlemci olduğumdan da kaynaklanıyor olabilir." diye asıl konuya girdi hemen ardından.           "Ona biraz zaman ver, düzelecektir." dedi Eva sadece. Ama Thomas bu tavrın ne olduğunu biliyordu: "Sen ne olduğunu biliyorsun. Bu Sacokhan'ın zenginliği ya da Safiel'in kedisi gibi ses çıkartmayacağım bir durum değil, çünkü bunun başımıza bir iş çıkarabilecek bir mesele olduğunu anlayacak kadar tecrübem var."           "Ne olduğunu anlatırsam bunu saklayabilecek misin, çünkü diğerleri bilirse Firb'e bir daha güvenmezler." dedi ciddi bir şekilde Eva.           "İşte buna inanmam, o benim kadim bir dostumdur. Ne yapmış olabilir ki, güvenimizi sarsacak kadar?" diye sordu şaşkınlık içinde Thomas.           "Yıllar önce Firb buradaydı ve bir cinayete karıştı. Prenses Katherine'i öldürdü, tam ayak bastığın noktada." diye gerçeği söyledi Eva.           "Şaka yapıyor olmalısınız çünkü Lord Fernard'ın eşi Katherine'den bahsediyorsunuz ve o içeride, yaşıyor." dedi hemen Thomas, yüzünde alaycı bir ifade vardı ve Eva'nın şaka yaptığını düşünüyordu.           "O Katherine değil, bir cadı. Firb zamanında ona çalışıyordu, daha doğrusu ortaktılar. Uzun bir süre beraberdiler, sonra cadının burada kurulu bir düzen kurmasına yardım etti ve kendisi de bir daha bir yerde uzun bir süre duramaz oldu, gezmeye başladı. Göçebe bir hayata işte böyle başlamıştı. Firb eskiden, şimdi tanıdığın Firb değildi."           Thomas: "Sanırım biraz oturmam lazım." diyebildi, yıllardır tanıdığı dostunun geçmişini bilmiyordu ve umursamamıştı zaten, çünkü böyle bir geçmişi olacağını tahmin etmemişti.           "Peki, sen gerçeği nereden biliyorsun?" diye sordu ardından.            "Cadı ile isteyerek ayrılmadılar, cadı amacına ulaşınca tüm delilleri yok etmek istedi ve Firb'ı da lanetledi. Bir kurbağa olarak hayatına başlayan Firb'ın karşısına neyseki ben çıkmıştım, onu bu lanetten kurtardım ve gerçeği anlatmasını sağladım. Bunu sır olarak saklamasına yardımcı oldum, yoksa insanlar ve elfler arasında bir sorun çıkabilirdi."            "Elflerle konunun ne alakası var?"           "O cadı bir elfti, dahası uzaktan bir akrabamdı ve Prenses Katherine ile Lord Fernard'ın düğününe konuk olduğumuz gece Katherine'in aslında bir cadı olduğunu fark etmiştim. Ardından Firb çıktı karşıma bir kurbağa olarak ve lanetinden kurtulmasına yardım ettim. Gerçeği ortaya çıkartamadık ama çünkü cadı bizi tehdit etmişti, babamın da bu işin içinde olduğu yalanını ortaya dökeceğini söylemişti. Biz de cadı olan kuzenimin, zavallı Fernard ile evlenmesine ses çıkartamadık ve konu böyle kapandı. Firb da göçebe hayatına başlayınca olayın üzerine gidemedim bir daha da ben."           Thomas yüzünü buruşturdu ve kızmaya başladı: "Bunu sizden beklemezdim, babanızın adını temize çıkartabilirdiniz. Bu riske girmeniz gerekirdi, Lord Fernard'ın bir cadıyla evlenip sahte bir mutluluk yaşıyor olması kadar hastalıklı bir durum daha düşünemiyorum."           "Biliyorum, ama kişisel meselelerim vardı. Yakın zamanda ailemden gizli evlenmiştim, ama eşim Alasten Feler hapishanesine götürülmüştü ve ben ailemden bile yardım alamıyordum. İhanete uğramıştım ve dahası o hainin üstüne üstlük bir insanı kandırıp onunla evlenmesine tanık olmuştum."           "Yoksa o cadı, sizin düğününüzde şahit olan ve ardından size ihanet eden dostunuz mu?"            "Evet, aynen öyle. Biz ona Kıvılcımların Büyücüsü derdik, babam ona Ahu gözlüm diye takılırdı, ama artık uzun zamandır gerçek adını bile unutmuş olmalı Katherine adını kullandığı için. Firb'ın lanetini üzerinden kaldırması ve Alasten ile olan evliliğimi saklaması karşılığında, onun Lord Fernard'ı kandırıp kendisini Prenses Katherine gibi göstermesine ses çıkartmadık biz de." diye tüm gerçeği paylaştı Eva.           "Şimdi ne yapacağız peki, yine ses çıkartmadan duracak mıyız? Seni zamanında tehdit etmiş, ama şimdi elinde bir koz var mı? Ben bu gerçeği bilirken sessiz kalamam, diğerlerine de anlatırsak onlar da aynı tepkiyi vereceklerdir. Hadi ama Prenses, haklı olduğumu sen de biliyorsun." diye ikna ediyordu Thomas.           "Hayır, bunu yapamayız." diye sesi duyuldu arkadan Firb'ın.           "Hiç geldiğini duymadık bile." diye durumu toparlamaya çalıştı Thomas, ama Firb'in her şeyi duyduğunu biliyordu.           "Buradan hemen gitmemiz lazım, o cadı çok güçlü. Alenthas'a diyelim, hemen gemisini bulup gidelim buradan." dedi Firb, sesindeki korku fark ediliyordu.           "Dur biraz, öyle pat diye gidilmez. Bir kere gemimin bir korsan gemisi olmadığı yalanı ortaya çıkmadan gemiye binmemiz gerekiyor, bu pek de zeki olmayan insanların geminin adının Eniz Osması olmadığını anlamaları yakındır." diye söylendi Alenthas konuyu konuşmak için tüm grup toplandığında. Geminin esas adı Deniz Yosması idi, ama Alenthas geminin adını saklamak için baş harflerini silmişti.           "Beni çok şaşırttın, Firb. O cadıyı yakaladılar mı diye sana sormuştum, cadıyla olan anını anlattığında. Ama gerçek çok ama çok farklıymış." dedi Safiel. Şaşkınlık mı yoksa hayranlık mı duyuyordu, pek de anlaşılmıyordu.           "İtiraz ediyorum, bir cadıdan bahsediyoruz. Eski meseleler yüzünden başımıza iş açmayı reddediyorum, hem onu cadı diye öldürdük diyelim görünüşü değişmezse bu sefer Lord Fernard ile düşman olmaz mıyız? Zaten bir prens veledini kurtarmak için kıçımızı tehlikeye atıyoruz, bir de üstüne üstlük bir korsan gemisine binmemiz gerekiyor. Daha fazlasına onay vermiyorum." diye konuştu Sacokhan.           "Biliyorum grupta yeniyim, ama bu sahnede birimizin de durup biz ne yapıyoruz diye sorması gerekmiyor mu?" diye patladı Alenthas. Ardından: "Karnımız doydu, sırtımız rahata erdi diye saçmalamayın, bir cadıdan bahsediyoruz. Elime aldım meşaleyi, yaktım cadıyı diye olmuyor bu işler. Pek korsan olduğum söylenemez ama çok cadı gördüm sayılır, unutmayın ben aslında bir şamanım ve en iyilerinden olduğum söylenir." diye ekledi.           "Farklı bakış açıları için teşekkür ederiz, ama burada sorulması gereken soru şu olmalı: Bir cadı var, bu cadıdan haberimiz varken arkamızı dönüp nasıl yola devam edebiliriz? Vicdanımıza bu konuda nasıl hesap vereceğiz?" diye konuştu Thomas.           "Bir rahipten de bu beklenirdi zaten." diye sıkıntısını dile getirdi Alenthas hemen.           "Emekli bir rahip." diye düzeltti Eva. Sonra da: "Thomas haklı, dostlar. Bu gerçeği uzun zamandır bilmeme rağmen elimden bir şey gelmiyordu, ama daha fazla sessiz kalamam. Hatamı telafi etmeliyim." dedi. Firb'e döndü ve: "Hatamızı telafi etmeliyiz." diye ekledi.           “Ben senin yanındayım, Prenses. Sen beni gruba geri aldın, seni yarı yolda bırakmayacağım. Bana güvenebilirsin." dedi gülümseyerek Safiel.           "Teşekkür ederim, büyücü dostum." diye karşılık verdi Eva, ama Safiel onu duymamıştı bile, kedisiyle ilgilenmeye başlamıştı çoktan.
           "Bu işi bitirelim o halde." diye son sözü söyledi Firb kararlı bir ses tonuyla.
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 13, 2014 08:19

April 12, 2014

ZİNDAN GÜNLÜKLERİ - IX

9. Bölüm "AT ÜSTÜNDE YOLCULUK"            Ertesi gün herkes zindeydi, çok rahat bir uyku çekmişlerdi ve yeni bir maceraya hazırdılar. Hancı Tombul Onar gruba geniş ve konforlu bir oda hazırlamıştı. Dahası sabah kalktığında sıcak suyla banyo yapmışlar ve tıka basa yemek yedikleri harika bir kahvaltı yapmışlardı. Eva ile önceden anlaştıkları üzere Hancı Onar, altı adet at da hazır etmişti. Her biri bir ata binmiş ve biraz isteksiz bir şekilde yola çıkmak için hazırdılar.           "Her şey için çok teşekkür ederim, Onar. Bizi krallar ve kraliçeler gibi ağırladınız." dedi Eva hancıya.            Onar da: "Ne demek, Prenses! Sizin gibi bir konuğu ağırlamak bizim için bir mutluluktu, yine bekleriz." diye karşılık verdi gülümseyerek.           Yolculuk sakin başlamıştı. Eva ve Alenthas nereye gittiklerini biliyorlardı, diğerleri sessizce onları takip ediyordu sadece. Sacokhan bile artık soru sormaz olmuştu, çünkü bir şey bilmeyince her şeyin daha anlamlı geldiğini fark etmişti.           "Tatlı cehalet!" diye mırıldanıyordu kendi kendine.           Alenthas, meraklı gözlerle büyücüyü süzüyordu. Konuşmak istiyordu ama sözlerine nasıl başlayacağını bilememişti. Safiel durumdan sıkılmıştı, bir yandan kedisini severken: "Bir şey sormak istiyorsan, sor. Öyle gözetlenmekten hoşlanmam." diye belirtti.           "Ah, bu iyi oldu. Beni büyük bir dertten kurtardın. Merakımı mazur gör, grup arkadaşlarımız nerelerdeydin umursamıyor olabilirler ama ben neden hana geç geldin öğrenmek istiyorum."            Bunun üzerine Firb araya girdi: "Birbirimize halatla bağlı değiliz ya, sana ne söylendi bilmiyorum ama bir asker birliği olmadığımız kesin. Safiel'in ormanda işleri vardı, onları halletti geldi. Hatta ona ormanda kaybolmasın ve bize yetişsin diye harita da vermiştim. Sanırım işe yaradı, öyle değil mi Safiel?"           Firb göz kırparak durumun kontrol altında olduğunu belirtince Safiel: "Harita çok işe yaradı, teşekkür ederim, Firb." dedi.           "Haritanı Safiel'e verdiğini bilmiyordum, dememiştin bunu." dedi Eva şaşırarak. Firb de: "Evet, demedim. Gerek görmedim." dedi sakince. Eva da üstelemedi.           Safiel yine kedisiyle ilgilenmeye başlamıştı. Alenthas da büyücüyle konuşmakta ısrar ediyordu: "Kusura bakma, biraz güven sorunum vardır da. Ama yaşadıklarını duydum, çok acı günler olmalı hele o iblisli olayı hala zihninden çıkartamamış olmalısın."           Safiel gülümsemeye çalışarak: "Zordu, gerçekten de zor günlerdi. Bana yardım eden Eva'ydı, o olmasaydı toparlayamazdım asla ve tabi ki o olaydan sonra kedi bana destek oldu." diye anlattı.           "Kediyi sana hediye eden Eva'ydı, doğru biliyorum değil mi?" diye sordu Alenthas ve imalı bir şekilde Eva'ya baktı. Eva da konudan rahatsız olduğunu belirten bir yüz ifadesine bürünmüştü.           "Evet, Eva ile dostluğumuzun simgesi oldu bu kedi aynı zamanda." diye yanıt verdi Safiel.           Verion Şehri'ne atlar sayesinde beş saat sonra varmışlardı. Uzaktan şehri tanıyan Firb'e Thomas takılmadan edemedi: "Bu o cadı ile karşılaştığın şehir değil mi, dostum?"           "Şimdi amacımız şehrin limanına demirlenmiş gemime ulaşabilmek, o gemi bizi doğruca Feler Adası'na ulaştıracak. Ondan sonrasını da o zaman planlarız." diye anlattı Alenthas.           "Gemin olduğundan bahsetmemiştin?" diye şaşırarak sordu Sacokhan.           "Yani bu konuda övünmeyi sevmem ama gemimim en hızlı gemi olarak bilindiğini gururla diyebilirim." dedi Alenthas umursamaz bir ses tonuyla.           "Buna inanmamızı mı bekliyorsun? En hızlı geminin ünlü korsan Kaptan Barboes'un gemisi Deniz Yosması olduğunu buradaki herkes bilir." diye belirtti Thomas hemen.           "Tamam, işte ben de o gemiden bahsediyordum." diye karşılık verdi Alenthas.           "Nasıl yani? Kaptan Barboes'in gemisini mi çaldın?"            "Hayır, çalmadım. O ölünce gemi bana kaldı."           "Bu nasıl olur?"           "Kaptan Barboes benim babamdı."           Eva: "Bu gerçeği Alenthas'ın kendisinin demesini doğru buldum ve evet, Thomas o bakışlarını anlıyorum. Bir korsanla beraber iş yapmam demek istiyorsun ve ben de bu yüzden gerçeği direk demek istememiştim." diye Thomas'ı susturdu.           Şehre vardıklarında hemen Lord Fernard'a konuklar haber verilmişti. Etraf çeşitli mantar tarlalarıyla doluydu. Lord Fernard meşhur bir mantar uzmanıydı. Mantarlarla ilgili her şeyi bilirdi, yemek konusunda da zehir konusunda da.           Lord Fernard, eşi Katherine ile konukları kalesinin önünde karşıladı. Prenses Eva, Fernard ile Katherine'in düğününe katılmıştı ailesiyle birlikte. Firb ile de ilk kez bu düğünde tanışmışlardı. Firb, bir cadıyla karşılaşmasının acısını o gününü bir kurbağa olarak geçirerek tatmıştı. Tam büyünün etkisi geçmişti ki biraz olsun kalabalıktan uzaklaşmak isteyen Eva'nın tam önünde normal haline dönmüştü.           "Prenses Eva, aileniz nasıllar? Kral II. Legoen uzun zamandır topraklarımızı ziyarete gelmedi, umarım herhangi bir rahatsızlığı yoktur." diye sordu Lord Fernard.           Bıyıklı, şişman ve kel bir adamdı yani herkesin zevki kendineydi ama Eva Lord Fernard'ı çok itici buluyordu. Sadece görünüşü de değil karakteri için de öyle düşünüyordu.           "Babamın sağlığı çok iyi, teşekkür ederim. Bugünlerde işleri çok yoğun diye biliyorum ondan ziyaretlere zaman ayıramıyor olmalı." diye yanıt verdi Eva.           "Verion Şehri'ne hoş geldiniz, Prenses." dedi Fernard'ın eşi Katherine. Eva, Katherine'i soğuk ve ikiyüzlü bulurdu, aslında evlenmeden önce de tanırdı onu ve o zamanlar daha güler yüzlü ve sıcak biri olduğunu düşünürdü.           "Teşekkür ederim." dedi sade bir şekilde Eva.           Lord Fernard onları kalesinde ağırlamıştı. Akşam yemeği handa yediklerinin yanında kıyasa yer bile bırakmayacak cinstendi. Hangisi ana, hangisi ara yemek karışır olmuştu. Eva genelde sohbet ediyordu, diğerleri ses çıkartmadan yemeklerini yiyorlardı. Alenthas bile konuşmaması gerektiğinin bilincinde gibiydi, oysaki Thomas bundan çok tedirgin olmuştu. Gereksiz yere Lord ile saçma sapan konuşmaya kalkacağından emindi. Neyse ki böyle bir şeye kalkışmamıştı ki Thomas huzurlu bir şekilde yemeğini yiyebilmişti.           Üç oda hazırlanmıştı. Birinde Thomas ve Firb, birinde Sacokhan, Alenthas ve Safiel kalacaktı. En lüks oda ise Prenses Eva'ya verilmişti ki kimse buna itiraz etmemişti. Eva, Lord Fernard ile bahçede son siyasi konularla ilgili sohbet ederken diğerleri odalarına çekilmişti. Firb her zamanki gibi gezme hobisine kalkışmıştı, tabi Thomas'ın uyumasını beklemişti. Bundan Thomas'ın hoşlanmayacağını düşünmüştü.           Tabloların sergilendiği geniş bir odayı turlarken Katherine'nin de odada olduğunu fark etmişti. Katherine, önce gülümsedi. Gülümsemesinde bir hainlik vardı. Ardından: "Bir daha buraya dönmezsin sanmıştım, eski dostum." diye konuştu.           "Planladığım bir şey değildi, ortak. İşlerin tıkırında olmasına sevindim, Lord Fernard hala aslında bir cadıyla evli olduğunu ve sevgili Prenses Katherine'in bir cadı avının kurbanı olduğunu keşfetmemiş olmalı." diye karşılık Firb. Sesindeki değişim şaşırtıcıydı, grubun tanıdığı Firb gibi değildi.
           "Senin sayende, ortak. Hepsi senin sayende." dedi Katherine, aslında Katherine değildi, bir cadıydı. Firb sayesinde şu anda bulunduğu konumdaydı.
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 12, 2014 08:12

April 11, 2014

ZİNDAN GÜNLÜKLERİ - VIII

8. Bölüm "HAN"            Uçan Kaz Han'ına ilk giriş yaptıklarında Eva'yı tanıyan garson kız hemen onlara bir masa ayarlamak için elindeki işleri bırakmıştı, anlaşılan Eva bu handa tanınan ve önem verilen bir müşteriydi ki diğer işler geri plana atılabiliyordu anında. Sacokhan daha çok hanın ismine takmıştı, saçma gelmişti çünkü kazlar zaten uçuyordu özellikle kaz kelimesinin başına sıfat olarak uçan kelimesi fazlalıktı ona göre.           "Telif haklarından dolayı." dedi Eva, cüce yoldaşına dönüp. Sacokhan garip bir bakış atınca açıklama gereği duydu: "Bakışlarından hana girdiğimizden beri hanın adının saçmalığını düşündüğünü tahmin edebiliyorum çünkü ilk bende de öyle olmuştu. Sonra öğrendim, Kaz adında yüz civarı han adı varmış etrafta ve artık öyle ki Kaz ya da başka bir hayvan ismini kullanmak için bile hanlar birliğine belli bir ücret ödemen gerekiyormuş."           "Saçmalık!" diye mırıldandı Sacokhan daha beter. Çünkü hanlar birliği ona daha büyük bir saçmalık geliyordu, hancıların yakında daha başka haklar kazanması yönünde adımlar atılacağını duymuştu Sacokhan bu maceraya başlamadan önce ki bu onu daha beter kızdırmıştı. "Saçmalık!" diye tekrar mırıldandı.           O esnada garson kız onlara uygun bir masa hazırlamıştı. Hepsi oturmuşlardı ve artık Eva'nın konuşmasına başlamasını bekliyorlardı. Eva garsona bir bakışıyla diyeceğini anlatmıştı ve garson hızlı bir şekilde masayı donatmaya başlamıştı. Eva sürahiden kendine bir bardak su doldurduktan sonra sözlerine başladı.           "Hepinizle uzun yıllara dayanan bir dostluğum var. Thomas, beni bir kızın olarak görürsün hep. Sacokhan, sırtına güvenle dayanabileceğim bir dost oldun hep. Firb her konuda bir rehber ve bir öğretmen olarak gördüm hep seni. Bugün burada toplandık, çünkü yardımınıza ihtiyacım var ve teşekkür ederim, daha konunun ne olduğunu bilmeden gelmeyi kabul ettiğiniz için en başında."           "Tabi ki kızım, ne olursa olsun yine gelirdim. Başın gerçekten de büyük bir belada olmalı." dedi Thomas samimi bir sesle.           "Yine de bu artık maceramızın neyle ilgili olduğunu öğrenmek istemiyoruz anlamına gelmiyor, meselenin ne olduğunu paylaşacaksın diye umuyorum Prenses." dedi Sacokhan kibar olmaya çalışarak.           Eva cebinde özenle sakladığı iki yüzüğü masanın üzerine bırakıverdi. Altın yüzükler üzerlerinde süs niyetine iki adet ufak yaprak taşıyordu ki yapraklar platindendi. Yüzüklerin iç kısmında ise kabartma halinde elfçe isimler yazılıydı, birinde Eva, diğerinde ise Alasten yazıyordu. Bunlar evlilik yüzükleriydi.            Herkes şaşkınlıktan küçük dillerini yutmuş vaziyetteydi, çünkü Eva herkesten evli olduğunu saklamıştı. Sakince: "Feler Hapishanesi'ni duymuş muydunuz?" diye sordu.           "Oraya gittim sayılır, Prenses. O hapishane daha inşa edilmeden önce kendi halinde bir grup yerlinin yaşadığı topraklardı." diye söyledi Firb.           "İşte benim oraya gidip eşimi kurtarmam lazım." diye gerçeği söyledi sonunda Eva.           "Dur, dur biraz. Alasten, Denestir Ülkesinin prensi değildir umarım?" diye sordu Thomas. Sesindeki endişeyi saklayamıyordu artık.           "Alasten, Denestir'in prensi ve benim eşim. Herkes onu öldü sanıyor, kardeşlerinden gördüğü ihanetin ardından elflere sığındı, kendisini öldü gibi göstermesine yardım ettik. Bir kaç senenin ardından birbirimize âşık olduğumuzu itiraf ettik birbirimize, ama ailem Alasten'i kendi evlatları gibi görmeye başlamıştı, bizler onların gözünde iki kardeş gibiydik artık. Biz de gizlice evlendik ve sakladık gerçeği. Ama evlenmemiz için bir şahit gerekiyordu geleneklerimize göre ve dost bildiğim birinden rica ettim bunu, şahidimiz oldu. Sonra ise onun tarafından ihanete uğradık ve Alasten'i elflerin hazinelerini gizlice korsanlara sattığı yalanını ortaya attı, ailemi inandırdı da. İki sene geçti, Alasten hala Feler Hapishanesi'nde ve ben artık beklemekten yoruldum."           "O hapishaneden kaçmak imkânsız derler, bizden bunu istiyor olamazsın, kızım." dedi Thomas. Eva'ya yardım etmek istiyordu ama bu tehlikeli bir görevdi ve eğer yapabilirse vazgeçirmek için elinden geleni de yapardı.            "Yanılıyorsun, Thomas. O hapishaneden bir kişi kaçmayı başardı ve maceramız için onu bize eşlik etmesi için ikna ettim ben de." diye yanıt verdi Eva.           Deri kıyafetlerinin kokusu burunlarına kadar ulaşmıştı, hâlbuki daha hana yeni giriş yapmıştı. Arbeletini sırtına geçirmiş, kalın sopasını bir yanına, kılıcını bir yanına asmıştı. İşte grup, hem bir avcı hem de bir şaman olan Alenthas ile ilk böyle karşılaşmıştı.           "Bir mahkûmla beraber bu macerada yer almak isteyebileceğimi gerçekten de düşündün mü?" diye sordu Thomas hayal kırıklığı içinde.           "Aman da hayal kırıklığı da mı yaşarmış, bunak rahibimiz." diye söze girdi Alenthas ve masaya oturdu. Sonra garson kıza seslendi: "Şarabınızdan rica etsem biraz daha alabilir miyiz, sanırım arkadaşların sarhoş olmaya ihtiyaçları var da."           "Bu terbiyesizlik, doğru konuş." diye azarladı Sacokhan. Alenthas ise: "Bir cüceden terbiye almak, bak bu ilginç olurdu." dedi alay etmesini sürdürerek.           "Hem cücelerde sarhoş olmanın nefes almaya eş değer olduğunu sanırdım, acaba akrabalarına buçukluk kanı filan karışmış olabilir mi çünkü bir cüce gibi davranmıyorsun pek fazla." diye sözlerine devam etti. Sacokhan yumruğunu masaya vurarak: "Prenses, terbiyesiz hallerimi görmek istemiyorsan bu şaklabanı sustur!" diye konuştu.           "Alenthas, bunu konuşmuştuk. Aramızda saygın kişiler bulunuyor, eğer onları öyle görmüyorsan en azından bana saygı göster." diye uyardı Eva. Alenthas: "Bunun benim saygılı halim olduğunun farkındasın değil mi, Prenses Hanım?" diye belirtti.           "Hem grup gözlerime az gibi geldi, bunların hepsi yaşlı başlı adamlar hani genç bir büyücü var demiştin. Yoksa yediniz mi?" diye sordu ardından.           "Hee, yedik. O da böyle aynı senin gibiydi, biliyor musun? Şimdi o büyücüyü ne kadar da özlediğimi fark ettim." dedi Sacokhan iç çekerek.           "En azından ben deli değilim. Konuşmalarımı beğenmiyor olabilirsiniz, ama dürüstümdür, yalanım yoktur ve arkadan iş çevirmem. Bana uyuz olabilirsin ama güvenebilirsindir de. Bu sana yetmez mi?"           "Belki de yetmiyordur." dedi hana yeni giren bir kişi. Grup üyeleri, özellikle Eva gülümsedi hana giriş yapanı gördüğünde. Safiel yanlarına gelirken Eva: "Aramıza tekrardan hoş geldin, dostum." dedi.                                                                                 ***           Feler Hapishanesi, bir adanın üzerine kurulmuştu. Adanın yerlileri defedilmiş ve yerine bu aşılmaz duvarlarıyla ünlü hapishane inşa edilmişti. Hapishanenin derinliklerinde yer alan odaların birinde zincire vurulmuş bir halde yarı uyur vaziyette bekliyordu Alasten. Artık umudu pek fazla kalmamıştı, ama bir söz vermişti. Bekleyeceğini söylemişti. Onu kurtaracağı ana kadar çekeceği acılara dayanması gerekiyordu sadece.
           "Çok az kaldı, geliyorum." diyordu Eva ona gülümseyerek bakarken. Dudakları yumuşacıktı, öpücüğü ona cesaret ve umut veriyordu. Alasten sevdiği kadına bakarak: "Sözümü tutacağım. Seni bekliyorum." dedi.
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 11, 2014 12:04

April 10, 2014

ZİNDAN GÜNLÜKLERİ - VII

Başlangıç Notu: Bu bölüm Safiel'in tek kişilik macerasını içerir. Aynı zaman fantezi edebiyatının kralı, Yüzüklerin Efendisi serisinin yazarı J. R. R. Tolkien'e de göndermeler vardır.
7. Bölüm “HARİTA”            Gecenin ortasında akıntıya kapılmış bir kayık misali nereye gittiğini bilmeden yalpalayarak, arada bir ayağı taşa takılarak yürüyordu. Rüzgâr dibinde esiyor, kulakları soğuktan donuyordu. Pişmanlık mıydı hissettiği yoksa soğuk yüzünden zihni ona oyun mu oynuyordu emin olamıyordu artık ama Safiel'in bildiği tek bir şey vardı, o da artık yalnız olduğuydu ve buna neden olan şey de kendisiydi.           Kendi düşüncesizliği ve ileriyi düşünmeden hareket etmenin sonuçlarına katlanması gerekiyordu. Gruptaki herkes ondan yaştan büyük ve görmüş geçirmiş kişilerdi, belki Eva bir elf olduğu için görünüşü gereği bunu belli etmiyordu ama Safiel'in genç yaşının yanında oldukça büyük kalıyordu. Bu yüzden kendisini yetersiz görmüş ve işe yaramazın biri olduğunu iyice fark etmişti.            Soğuktan tir tir titremese bu yaşadıklarını cidden hak etmiş olduğunu bile kabul edebilirdi, Eva belki de grup adına doğru bir karar vermişti ama bu yine de acımasızlık değil miydi genç birini tehlikeli bir ormanda yalnız başına bırakmak? Bari hana kadar eşlik etmesine izin verselerdi de oradan sonra herkes kendi yoluna gitseydi, daha adaletli olmaz mıydı?           Ay ışığı ne kadar güzel diye düşünmeden edemedi, ama ardından özenle yontulmuş bir taş gözüne çarptı. Ay ışığı altında çok hoş duruyordu, taşa yaklaştıkça bunun bir mezar taşı olduğunu fark etti. Tedirgin olsa da mezar taşının üzerindekileri okumak için yaklaştı.           Mezar taşının üstündeki yazıları okumakta başta zorlanmıştı çünkü gözleri bir an için bulanık görür olmuştu sonra yazılar netleşivermişti. Mezar taşında SAFİEL PERSOUL D.T. 675 Ö.T. 475 yazıyordu. Bu mezar taşı Safiel için hazırlanmıştı, ama ölüm tarihi doğum tarihinin 200 sene gerisindeydi.           "Kendi yolundan gitmek istiyorsan bazen ölümü bile göze alabilmelisin." dedi bir ses arkasından. Safiel korkarak arkasını döndü ve konuşanın Firb olduğunu fark etti, kafası karışan büyücü ne diyeceğini bilememişti.           "Başkasının yolundan gitmen gerektiğinde ise çoğu zaman senden daha çok fedakârlık beklenir." diye sözlerine devam etti Firb ve ileriyi gösterdi. Mezar taşının ilerisinde dört mezar daha vardı, Safiel üstündekileri okuyamıyordu, bulanık görüyordu ama tahmin edebiliyordu kimin mezar taşları olduğunu.           "Yani diyorsun ki ya ölümüm pahasına kendi yolumdan gideceğim ya da grubun bir parçası olacağım, ama benden çok büyük bir fedakârlık beklendiğinde bunu hiç düşünmeden yapabilecek cesaretim var mı buna emin olamıyorum." dedi Safiel. Firb büyücüye yaklaştı ve ona bir harita gösterdi: "Önce aklındakini hallet, sonra bizi nerede bulacağını biliyorsun zaten."           Firb gözleri önünde kaybolmuştu, ardından mezar taşları da kaybolmaya başlamıştı. Safiel, Firb'ın ona verdiği haritaya baktı. Bu geçen gün haydutların mağarasında gruptan gizlice bulup da söylemediği o gizemli haritaydı. Haydutların peşinde olduğu ve mağarada aramaya çalıştıkları haritaydı.            Aniden uyandığında ilk fark ettiği terlemiş olmasıydı, güneş iyice yükselmişti. Anlaşılan öğlen olmak üzereydi. Hemen cebine baktı ve haritayı buldu. Rahat bir nefes alarak: "İşte buradasın." dedi.           Terli suratını kedinin yalamaya başlamasıyla iyice kendine gelen Safiel daha da geç olmadan yola koyulması gerektiğini fark etmişti. İki haritayı da üst üste koyarak karşılaştırma yaptı. Üstteki haydutların mağarasından kimselere bulduğunu söylemediği ve sakladığı haritaydı, bir hazinenin yerini gösteriyordu ve gösterdiği yer ise bir mezarlıktı.           İkinci ve altta kalan harita ise gruptan ayrılmadan önce Firb'ın ona Eva ve diğerlerine söylemeden gizlice verdiği bir haritaydı. Harita bulundukları ormanın ve çevresinin haritasıydı. Bu harita sayesinde bir gün içerisinde ormandan çıkıp güvenli bir bölgeye ulaşabileceğini ummuştu Firb, ama büyücünün bu ormandan hemen çıkmak gibi bir derdinin olmadığını bilmiyordu.           Bir dere kenarından su içtikten sonra yola çıkmaya hazırdı. Keyifli bir ıslık eşliğinde yürüyordu Safiel, ne de olsa daha günlük güneşlikti ortalık. Mezarlığa akşam olmadan varacak gibi de görünüyordu. Haydutların bulmaya çalıştığı hazineyi ilk o bulacaktı ve böylece en azından yalnız başına bir şeyi başarmış olacaktı. Bir şeyi başarması gerekiyordu şu kendini ezik hissettiği hayatta yoksa cidden yaşamaya değer bir şey bulmakta zorlanıyordu artık.           Kedisi her zamanki gibi sol cübbesinin iç cebindeydi, sıcak bir yuvada olmanın tadını çıkartıyordu. Sanırım o da bu yalnız maceradan en az Safiel kadar keyif almaya başlamıştı. Her şey plana uygun ilerliyordu.            "Bunu yalnız başına yapmak istemeni anlıyorum, bir şeyi başarabileceğini kendine ispatlamak istiyorsun." dedi bir ses. Ne kadar zamandır yanında yürüdüğünü tahmin edemediği Prenses Eva'ydı sesin sahibi.           "Beni yanından ayıran sensin, yoksa bunu yalnız yapmak gibi bir niyetim yoktu." dedi Safiel kendinden emin bir şekilde.            "O yüzden mi ben seni gruptan attığımı söylemeden önce haritayı bulduğun halde bize bu haritadan bahsetme gereği duymadın, bu haritayı kendine sakladığını söylemek bu kadar mı zor, Safiel?" diye karşılık verdi Eva.           "Sanırım haklısın, sessizce dostuna da düşmanına da yaklaşmakta iyice ustalaşan prenses dostum." diye gülümsedi Safiel. Sonra: "Beni gruptan atmamış olsaydın da ben belki ertesi gün ayrılacaktım size haber vermeden sırf bu haritanın gösterdiği hazineyi kendim bulup tek kişilik bir başarıya imza atabilmek için." diye itiraf etti.           "Seni anlıyorum, başını eğmene de gerek yok. İşini bitirdiğinde hana gel, seni orada bekliyor olacağız, Safiel. Hala grubun bir parçasısın, bunu yüreğimden gelerek söylüyorum." dedi Eva ve gözlerinin önünde kayboldu. Safiel gözlerini ovuşturdu önce, rüya olup olmadığını anlamak için de tokat attı kendine ama bu sefer ayıktı. Eva ile hayali bir konuşma mı yaptı, emin olamamıştı birden.           Kedisinin miyavlama sesini duyduğunda iyice kafası karışmıştı. Uzaktan geliyordu. Ne ara cübbesinden çıkmıştı ve uzaklaşmıştı, anlayamamıştı. Kedisinin sesinin geldiği yöne doğru ilerledi ve sislerle kaplı mezarlığa ulaştığını fark etti. İki saatlik yol hangi ara bitmişti, Eva ile hayali de olsa en fazla bir kaç dakikadır konuşuyor gibi gelmişti ona.           Kedisini yerden alıp tekrar cübbesinin iç cebine koydu ve haydutların haritasını kontrol etti. Aradığı mezar, haritanın kenarına not edilmişti: RONALD TOLKEN. Elf dili, tarihi ve kültürü üzerine araştırmalar yapmış ve bu konu üzerine bir sürü ciltler dolusu kitaplar yazmış bir araştırmacının mezarının yazarın isteği üzerine eşiyle beraber bu mezarlığa gömüldüğünü Safiel önceden biliyordu akademiden.           Mezarlık fazla büyük değildi, bu yüzden aradığı mezarı bulmakta sıkıntı yaşamamıştı. LUTHAEN TOLKEN ve RONALD TOLKEN, mezarlığın en göze hoş gelen iki mezarı olarak uzaktan bile fark ediliyorlardı. Hazineyi bulmasına az kalmıştı. İki mezarı da kazması gerekecekti, çünkü hazine sandığı adamın mezarında ama anahtarı eşinin mezarındaydı haritadaki bilgilere göre.           Susuz, aç ve yorgun bir şekilde kazmaya başladı. Küreği mezarlığın içindeki bekçi kulübesinden temin etmişti, ama bekçinin ortalarda olmaması bir şans mı yoksa bir uyarı mı emin olamamıştı Safiel. O endişeleri bir kenara bırakıp kazmasına devam etti ve sonunda sandığa ulaştı, ama tahmin ettiği sandık kilitliydi. Gerçi beklediğinden daha ufak duruyordu ama içindeki değerli şeyin boyutu belki ufak olabilirdi.           Kadının mezarını kazması daha çok vaktini almıştı, çünkü anahtar sandıktan daha çok derinlere gömülmüş gibiydi. Güneş batmış ve yıldızlar ortaya çıkmıştı. Ay yüzünü göstermişti. Tam iyice bitap olmuş bir hale gelmişti ki anahtarı bulmuştu.            "İşte beklediğin an geldi, bu senin kendi başarın, Safiel." diyordu sesli bir şekilde Safiel sandığı açarken.            Sandığın içinden çıkan toz uzun bir süre öksürmesine neden olmuştu. Öksürük krizi geçince sandığın içinden çıkan şeye hayal kırıklığıyla bakıverdi. Bir kitaptı sandığın içindeki güya değerli olan şey. Kitap, yazarın bilinmeyen ve belki de ölmeden önce yazdığı, bu sandığa koyduğu bir romanıydı. Adı ise EFENDİ idi. Kapağını kaldırdığında Safiel sanki onun için yazılmış bir söz gördü, yazardan bir not vardı.
           "Benim güzel hırsızım, sonunda biri bu kitabı buldu ve o şanslı kişi sen oldun. Bunu oku, sonuna kadar oku hem de. Kendi kendinin efendisi olduğunu sanıyordun ya, ne kadar özgür olduğunu. İşte sana aslında nasıl bir köleye dönüştüğünü anlatacağım ve belli mi olur, bu hayatta yardımcı olduğum o son kişi sen olursun, dostum."
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 10, 2014 02:07

April 9, 2014

ZİNDAN GÜNLÜKLERİ - VI

6. Bölüm “İNANÇ”            "Bein Eksore" diye ses çıktı Safiel'in ağzından. Bu görünmezlik büyüsünün sözleriydi, hem kendisi için hem de grup üyeleri için yapmıştı bu büyüyü. Bu büyüyü yapınca iyice enerjisinin azalacağının farkındaydı, ondan yere oturarak yapmıştı. Büyüyü yaptığı gibi de haydutlar içeri girmişti.           Bu büyünün özelliği gereği konuşmamak ve fazla kıpırdamamak gerekiyordu. Bir kaç adım attın mı ve ağzını açtın mı büyü bozuluveriyordu. Büyünün ne kadar süreceği de belli olmazdı, çok usta büyücüler bir gün bile etkisini gösteren bir görünmezlik büyüsü yapabilirlerdi ama Safiel gibi acemi bir büyücünün görünmezlik büyüsü en fazla on dakika etkisini gösterebilirdi.           Sacokhan işin saçmalığından dem vuracaktı ama bir şey demeye vakit bulamamıştı. Öyle sap gibi dikileceklerse ne anlamı vardı bu görünmezlik büyüsünün, dahası hareket edemeyeceklerse ve bulundukları yere haydudun biri gelirse ne olacaktı, çarpınca büyü bozulacaktı, dahası büyü bozulacak diye haydudun kendisine çarpmaması için yer de değiştiremeyecekti. Çok saçma bir durumdalardı kısacası.           "Her yeri didik didik arayın." dedi mağaraya ilk giren haydut. Garip bir kolye takıyordu, daha doğrusu mide bulandırıcı. Kolyesinde iki kulak, iki göz, beş de parmak takılıydı. Sanırım öldürdüğü adamlardan bir hatıra saklıyordu boynunda.            Sedyeyi yere bıraktıktan sonra haydutlardan biri: "Burada olduğuna emin misin?" diye sordu. Diğeri ise sedyeye yatırılmış cesede bakarak: "William salaktır, plan yapmasını da bilmez. Ama haritayı burada bırakacak kadar da aklı yerindedir herhalde. Ne cebinde ne de etrafında bulamadık. Ölen adamlarını da aradık, yoktu." diye anlattı.           Sonra sönmeye yüz tutmuş ateşi fark etti ve haydutlara: "William'ın altı adamını da bulmuştunuz değil mi?" diye sordu.           "Evet, Greg. Ne oldu ki?" diye yanıt verdi bir tanesi.           "Biri ya da birileri bu mağaraya gelmişler, belki de haritanın peşindelerdi ya da William'ı öldüren kişiler de olabilir."            Ardından derin bir nefes aldı, sanki bir şey anlamaya çalışıyor gibiydi. En sonunda da: "Yalnız değiliz." dedi.           İlk hareketi Firb yaptı. Arkası dönük haydutlardan birine yaklaştı ve yeni bulduğu hançeri adamın ensesinden soktu. Bunun üzerine Sacokhan: "İşte beklediğim an geldi. Korkakça beklemek cücelere göre değildi zaten." dedi heyecanlı bir sesle ve üzerindeki görünmezlik büyüsünü baltasını çıkartmak için hareket edince bozdu.            Eva: "Kahretsin." dedi endişeli bir sesle. Cüce yoldaşının gösterdiği heyecanı paylaşamıyordu, çünkü mağaraya gelen haydutların sayısını biliyordu. Bu kadar kişiye karşı ne kadar dayanabilirlerdi, gruptan o sorumluydu ve birisine bile zarar gelmemesi gerekiyordu görevini tamamlayabilmek için. Safiel şaşırarak bakıyordu o esnada Eva'ya çünkü böylesi bir sözün bile ağzından çıkması şaşırtmıştı büyücüyü.           Safiel görünmezlik büyüsünü bozmamıştı ama, çünkü enerjisi kalmamıştı. Başka büyü yapamazdı, hiç bir şey yapamazdı daha doğrusu. Ondan fark edilmemekten başka elinden bir şey gelmiyordu.           Kolyesiyle hemen haydutların arasında kendini belli eden Greg: "O haritayı bulun, hepsini öldürün. Ama şu elf pisliğini bana bırakın, kardeşimin intikamını ben alacağım." diye bağırdı.           Eva anlamamıştı, neden katilin kendisi olduğunu düşünmüştü ki haydut. Haydut ise balyozunu çıkartmış ve Eva'yı ezmeye hazırlanıyordu. Kılıcını çıkarttığı anda Eva sorusunun yanıtını almıştı, ölen haydut kendisini bu kılıçla öldürmüştü. Karşısında zeki ve iyi bir gözlemci olduğu anlaşılan bir düşman vardı, burası kesindi.           "Senin o elf kulakların kolyeme çok yakışacak." dedi adam keyifle balyozunu savururken. Eva: "Ben olsam bu kadar kendime güvenmezdim, kardeşin de aynı hatayı yapmıştı." dedi.           "İşte buna inanmam. Kardeşim öldükten sonra bir hayat olmadığına inanırdı, bu yüzden ölmemek için elinden geleni yapardı." diye karşılık verdi adam.           Eva bir an duraksamıştı, haydudu yakaladıklarında onlara dediklerini hatırladı. Gerçekten de bir Tanrı'ya inanmadığını anlatmıştı onlara ve yaptıklarından da pişman değildi. Bu işte bir gariplik vardı, gerçekten de intihar etmemiş olabilir miydi, o zaman Safiel yalan söylemiş olurdu. Eva kendine geldi hemen çünkü bu olasılığın olması imkansızdı, tamamen saçmalıktı.            Sacokhan ve Firb mağaranın içine daha fazla haydut girmemesi için elinden geleni yapıyorlardı. On tanesini öldürmüşlerdi ve Firb mağaraya yaklaşanlara bıçak fırlattığı için geri kalanlar geri çekilmişlerdi, mağaraya yaklaşamıyorlardı bile.           Eva: "Daha fazla adamını canından etmek istemezsin. Teslim ol." diye önerdi düşmanına ama adamın öyle bir niyeti yok gibiydi. Balyozunu son bir defa savururken: "Asla!" diye inledi.           Balyozunu yere indirmek zorunda kalmıştı ve ağzından gelen kanı durdurmaya çalıştı. Nefes alamamaya başladı bir süre sonra. Acı çekerken yalvarıyordu: "Ne olur, kurtarın beni." diye.            Safiel, Eva'nın yanına geldi, büyüyü yapan oydu: "Bu onu bir dakikaya öldürür." Eva ise: "Büyüyü durdur, onu bu şekilde öldüremezsin. Bu çok acımasızca." diye belirtti hemen.           "Büyünün geri dönüşü yoktur." diye açıkladı sakince Safiel. Kedisini seviyordu bir şey olmamış gibi adam karşılarında kan kusarken. Eva etrafına bakarak: "Thomas sen bir şeyler yapamaz mısın?" diye sordu. O anda grup fark etmişti ki bir kayıpları vardı. Thomas sabah olduğunda yanlarında yoktu, Eva haydutlara karşı uyarmaya geldiğinde onu fark edememişti ama şimdi hatırlamıştı.            Greg ise: "Beni kurtarırsanız size ilginizi çekecek bir şeyler söylerim. Peşinde olduğumuz şeyin ne olduğunu bilseydiniz şu anda ilk başta o yanındaki büyücü beni kurtarmaya kalkardı." diye anlattı son nefeslerini verirken.           Bu sözlerinin ardından tam gözlerini kapatmıştı ki birden nefes alabilmeye başladı, kan kusması da geçmişti. Safiel büyüyü durdurmuştu. Eva hayretler içerisinde: "Hani büyünün geri dönüşü yoktu." dedi. Safiel sakince: "Yalan söyledim." diye karşılık verdi.           "Anlat hemen. Aradığınız neyin haritasıydı?" dedi Safiel hayduda. Eva ise: "Şimdi bununla uğraşamayız, Safiel. Görmüyor musun, durumumuz ne kadar tehlikede? Mağaranın önündeki haydut kalabalığından geçmemiz gerekiyor, Thomas'ı bulmamız lazım." diye belirtti. Safiel ama Eva'nın dedikleriyle ilgilenmiyordu. Haydudu sarsarak: "Anlat." dedi yine.           Greg ise gülmeye başladı. Safiel'i sinir etmişti bu durum. Bir şey demiyor, kafayı yemiş bir şekilde gülmeye devam ediyordu. Safiel: "Sanırım büyüyü durdurmak için geç kalmışım, adamın beyni gitmiş. Her iki durumda da işimize yaramaz artık." diye açıkladı. Eva: "Aman ne güzel." diyebildi sadece.           Firb uzun bir müddet mağaraya yaklaşan bir haydut olmaması üzerine kafasını yavaşça dışarı çıkarttı. Bir baktı ki dışarıda haydutlardan eser kalmamıştı. Sacokhan'a dönerek: "Sanırım bunu haber vermeliyiz." dedi.           "Bu kadar haydutun hiç ses çıkartamadan kaybolmuş olmasını açıklayamıyorum." dedi Eva. Dışarı çıkmış, yerdeki izlere bakıyordu. Gruba döndü ve açıklamasına devam etti: "Geri çekilmemişler, yok olmuşlar. Ayak izleri yok hiç bir yerde."            Safiel deliren haydut liderinin yanındaydı diğerleri dışarıda konuşurken. Ona sakince bakarken: "Kardeşine ne olduğunu tam olarak bilmek ister misin?" diye sordu.           Adam hiç bir şey demiyor, arada bir gülüyordu sadece. Safiel ise gerçeği anlattı: "Sanırım Thomas'ın dediğini yapacağım ve birisine gerçeği söyleyerek vicdanımı temizleyeceğim. Kardeşini öldüren kişi benim ve bunu bilmeni istiyorum ki onu öldürdüğüm için hiç pişman değilim. Aksine içim çok rahat."           Greg bunun üzerine gülmeyi kesti ve Safiel'e saldırdı: "Seni pis domuz, kardeşimi öldürdüğüne seni pişman edece..."           Sözleri yarım kalmıştı ve yere devrildi. Boynuna bir ok saplanmıştı, oku atan Eva idi. Büyücü dostuna utanarak bakarak: "Demek gerçek buymuş." dedi.           Mağaranın önünde bekleyen diğerleriyle buluştu. Safiel boş yere özür diliyordu. Eva ama kararlıydı: "Artık sana güvenemem. Arkamdan bir daha iş çevirmene müsaade edemem. Geri dön, Safiel. Sen ihtiyacım olan kişi değilmişsin. Bu grupta artık sana yer yok."            Sonra: "Haydutların izlerini göremedim. Nasıl ortadan kayboldular anlam veremedim, ama Thomas'ın izlerini gördüm. Hemen yola çıkarsak ona yetişebiliriz." diye diğerlerine konuştu. Sacokhan: "Ama giden kendisi, neden onun peşinden gidiyoruz ki?" diye kararı sorguladı. Eva: "Önce neden böyle bir şey yaptı, onu öğrenmeden kesin bir yargıda bulunamam." dedi.           Safiel çantasını toplamak için içeri girmişti. Kedisiyle konuşuyordu: "Sanırım yine bir şeyi başaramadık, dostum."            Firb da peşinden içeri girmişti. büyücünün omzuna dokunarak: "Öyle düşünme. Belki de senin için doğru olan bu olacaktır. Bize iyilikmiş gibi gözüken çoğu şey aslında şer getirebilir, ama şimdi sana acı veren şeylerin ileride iyilik getireceğini de ön göremezsin." diye konuştu.            "Eva haklı bir konuda. Ben güvenilmez biriyim." dedi Safiel. Firb ise hemen: "Hayır sana güvenemeyeceğini söyledi. Daha hazır değilsin demek ki. Bu gidişin illa dönüşü olmayacak anlamına gelmiyor, demek ki bir süre yalnız kalmalısın. Sonradan hazır olduğunda bu grupta sana her zaman bir yerimiz var. Sana inancım var benim Safiel, sen iyi bir yüreğe sahipsin ve Eva da bunu bildiği için öyle davranıyor. Ondan bu kadar hayal kırıklığına uğradı belki de." dedi.           Safiel daha başka bir şey demedi ve mağaradan çıktı. Diğerlerine bakacak yüz bulamamıştı kendisine, grup ile vedalaşmadan kendi yoluna gitti.           Eva yola çıkmaya hazırlanan Sacokhan'ı durdurdu: "Bekleyin dedi, daha birisinin gelmesini bekliyoruz."           Thomas ağaçların arasından çıkıp grubun yanına döndüğünde Firb ve Sacokhan ne diyeceklerini bilememişlerdi. Eva da durumu açıkladı: "Dün gece Thomas ile konuştuk ve Safiel'in haydudu neden öldürüp bize de bundan bahsetmediğini anlamaya çalıştık. Hepimiz gerçeği biliyorduk, ama başta ben olmak üzere hepimiz bunu kabul edemiyorduk. Bu yüzden bir karar verdim, haydutlar gelmeseydi işler daha iyi olacaktı ama neyse ufak bir macera yaşanmış oldu. Bir süre kendisiyle baş başa kalıp hatalarını görmesi gerekiyordu. Hazır olduğunda o bize zaten yetişecekti, handa onu bekliyor olacaktık. Ama vicdanını kemirmesine de izin veremeyiz, yaptıkları için pişman olmalı yoksa ileride bu öfkeye dönüşür ve daha kötü sonuçları olur. Thomas'ın kaybolmuş gibi yapmasını ben istemiştim, Thomas ile konuyu konuştuğumuz anlaşılmasın, Safiel iyice utanmasın istemiştim. Hepimiz onun iyiliğini istiyoruz, umarım bunu yakında kendi de görür."
           Thomas: "Haydutlar mağaranın önüne geldiğinde anca durumu anlamıştım, yapacak bir şey yoktu. Bir süre sonra ancak en zor zamanlarda başvurduğumuz bir dua geldi aklıma. Neyse ki inancım yeterince yüksekmiş, Tanrı bana acıdı ve yardım etti." diye açıkladı. Sacokhan: "Ne dedin ki Tanrı'ya?" diye sordu. O da: "Düşmanı önümden çek ki yoluma devam edebileyim." diye yanıt verdi.
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 09, 2014 01:13