Gürhan Öztürk's Blog, page 2
June 26, 2014
Son İnsan - 24
(Şimdi, İzmir)
Konak İskelesi’ne vardıklarında teknelere binmenin o kadar da kolay olmayacağını fark etmişlerdi. General Serhat öfkeyle: “Kahretsin, medya haberi nereden de aldı?” diye söyleniyordu. Limuzinden indiklerinde bir basın ordusuyla karşılaşmaları da bir olmuştu. Muhabirler dört bir yandan sarmışlardı ve mikrofonlarını yüzlerine doğru tutuyordu. Kameralar her taraftaydı sanki. Her anları canlı bir şekilde televizyon ekranlarında gösterilmekteydi. Durumun ciddiyetinin iyice farkında olan Rüyacı, General’in komutunu beklemeden harekete geçmişti. Çünkü asıl buradaki meselelerden biri de Ozan’dı, onun nerede olduğu bilinmiyordu kimseler tarafından ve kayıp olarak biliniyordu. Ailesine bile haber verilmemişti, çünkü Ozan düşman güçler tarafından yetenekleri ve yeri bilinmemesi gereken insanlardan biriydi. “Sorularınıza takımın en yaşlısı olarak benim yanıt vermem yönünde karar verdik. O yüzden öncelikle sorularınızı bana yönlendirirseniz çok sevinirim.” diye öne çıktı Rüyacı. “Özel güçlerinizin ne olduğunu söyleyebilir misiniz?” “Böyle insanüstü yeteneklere sahip olmak nasıl bir duygu?” “Kendinizi tehlikeli olarak görüyor musunuz?” “Bu projenin iyi bir şekilde sonuçlanacağına inancınız var mı?” “Devlet sizleri nasıl buldu?” “Hiç kaçmayı denediniz mi?” Sorular sürekli geliyordu. Yanıtlar beklenmiyordu bile. General haykırıyordu muhabirlere, kameraları çekmemeleri için uyarıyordu. Ama onu dinleyen yoktu. Görevliler boş yere uğraşıyorlardı. O kadar fazlaydılar ki basın, kaçacak yer yoktu. Ozan limuzinin içinde bekliyordu, ortaya çıkarsa ailesini tehlikeye sokabilirdi. O kayıp bir çocuk olarak kalmalıydı sadece. Ama ağlamasına engel olamıyordu. Ailesini çok özlüyordu. Ortaya çıkmak, ben buradayım demek istiyordu. Ne yeteneğin var ki senin deseler bir yanıtın olmayan Evren dilini yutmuştu neredeyse, ışık gözlerini kamaştırmıştı. Korkuydu duyduğu şey. Bir yandan da aklına kız kardeşi geliyordu. Acaba o da izliyor mudur haberleri, beni görüyor mudur diye düşünmeden duramıyordu. Kedi Çocuk ilk kez bu kadar ön planda olmuştu, hayatı boyunca hep saklandığı için birilerinden şimdi bu durumdan dolayı çok rahatsız olmuştu. Kameralara bakıyor, içindeki öfkeyi dindirmeye çalışıyordu. Bir yandan da gözü Starfell’deydi, çünkü asıl o öfkelendi mi tehlike çok büyük olurdu. İzmir’e de bir krater açılmasına neden olurlarsa proje sonsuza kadar iptal olurdu ve hayvanlar gibi avlanırlardı. Starfell gerçeğin farkındaydı. Öfkelenirse işleri biterdi. Ağrı Dağı şu anda yoksa nedeni kendisiydi, bunun bilincinde hareket etmesi gerekiyordu. O yüzden gözlerini kapadı ve başka şeyler düşünmeye çalıştı pek mümkün olmasa da. En çok ışıklardan etkilenen Marker’dı. Hiçbir şey göremez olmuştu artık. Gözleri aşırı gelişmiş olabilirdi, ama fazla ışık altında artık gözleri işe yaramaz hale geliyordu. Acı çekiyordu, başı çok şiddetli ağrımaya başlamıştı. Bitsin artık bu işkence diye diliyordu. Klik istese kameraların tamamını kapatabilirdi. Ama limuzinden inerken General ona hayır diye talimat vermişti. Bu genel bir paniğe neden olurdu ve dahası insanların özel yetenekleri olanlara güveni azalırdı, projeyi de tehlikeye sokardı. Efla sessiz kalmıştı. Hiçbir engin bilgi ya da erdemli söz onları buradan çıkartmaya yetmezdi. Bu yüzden elinden de bir şey gelmiyordu. Rüyacı’nın sözcü olarak öne çıkmasına içten içe seviniyordu sadece. Kara Altın buradan kurtulmak için tüm elementlerin gücüne başvursa bile yetmeyeceğini düşünüyordu. Her şeyle ilgili dalga geçecek illa bir şey bulurdu, ama şu anda o bile gülmüyordu. Duyduğu şey öfke miydi, korku muydu yoksa başka bir şey mi emin olamıyordu ama. Manuel masasına geçmek, çizimlerine geri dönmek istiyordu. Eskiden galerisine insanlar gelsinler, sanatını görsünler diye her şeyi yapmaya hazırdı, şimdi ise bu insanlardan kaçmak istiyordu tüm benliğiyle. İstemsizce içindeki sıkıntıdan kurturmak için ona yardım edecek bir el aramaya başladı ve sonunda buldu. Illyra’nın elini sıkmıştı, ona cesaret vermişti bu durum. Illyra şaşkınlıkla Manuel’e dönmüştü, ama sonra o da Manuel gibi cesaretini artıracak bir ele ihtiyacı olduğunu fark etmişti ve el ele durmak ona kuvvet vermişti. Bir süre sonra gerginliği azalmaya bile başlamıştı. Tüm sorular kafasında tartılıyordu sanki. Rüyacı yanıt vermekten kaçınsa da bazı sorulara o da yanıt veremiyordu aslında. Hiç inancı var mıydı bu projeye diye sormadan edemedi kendisine. İlk günü kaçmak için çaba harcamamış mıydı, Evren gibi o da? Ne olmuştu da değişmişti her şey üç günde? Ozan mıydı yoksa her şeyi değiştiren? Onu oğlu gibi görüyordu, hep istediği ama bir türlü olmayan bir oğul. Onu yeniden hayata bağlayacak bir oğul. Onu rüyalara değil gerçeğe götürecek bir oğul.
“İlginiz için teşekkür ederiz, ama şu anda bir görevin tam ortasındayız. Şu anda yaptığınız bize zarar veriyor. İzin verirseniz devam etmek istiyoruz.” dedi sonunda Rüyacı.
Konak İskelesi’ne vardıklarında teknelere binmenin o kadar da kolay olmayacağını fark etmişlerdi. General Serhat öfkeyle: “Kahretsin, medya haberi nereden de aldı?” diye söyleniyordu. Limuzinden indiklerinde bir basın ordusuyla karşılaşmaları da bir olmuştu. Muhabirler dört bir yandan sarmışlardı ve mikrofonlarını yüzlerine doğru tutuyordu. Kameralar her taraftaydı sanki. Her anları canlı bir şekilde televizyon ekranlarında gösterilmekteydi. Durumun ciddiyetinin iyice farkında olan Rüyacı, General’in komutunu beklemeden harekete geçmişti. Çünkü asıl buradaki meselelerden biri de Ozan’dı, onun nerede olduğu bilinmiyordu kimseler tarafından ve kayıp olarak biliniyordu. Ailesine bile haber verilmemişti, çünkü Ozan düşman güçler tarafından yetenekleri ve yeri bilinmemesi gereken insanlardan biriydi. “Sorularınıza takımın en yaşlısı olarak benim yanıt vermem yönünde karar verdik. O yüzden öncelikle sorularınızı bana yönlendirirseniz çok sevinirim.” diye öne çıktı Rüyacı. “Özel güçlerinizin ne olduğunu söyleyebilir misiniz?” “Böyle insanüstü yeteneklere sahip olmak nasıl bir duygu?” “Kendinizi tehlikeli olarak görüyor musunuz?” “Bu projenin iyi bir şekilde sonuçlanacağına inancınız var mı?” “Devlet sizleri nasıl buldu?” “Hiç kaçmayı denediniz mi?” Sorular sürekli geliyordu. Yanıtlar beklenmiyordu bile. General haykırıyordu muhabirlere, kameraları çekmemeleri için uyarıyordu. Ama onu dinleyen yoktu. Görevliler boş yere uğraşıyorlardı. O kadar fazlaydılar ki basın, kaçacak yer yoktu. Ozan limuzinin içinde bekliyordu, ortaya çıkarsa ailesini tehlikeye sokabilirdi. O kayıp bir çocuk olarak kalmalıydı sadece. Ama ağlamasına engel olamıyordu. Ailesini çok özlüyordu. Ortaya çıkmak, ben buradayım demek istiyordu. Ne yeteneğin var ki senin deseler bir yanıtın olmayan Evren dilini yutmuştu neredeyse, ışık gözlerini kamaştırmıştı. Korkuydu duyduğu şey. Bir yandan da aklına kız kardeşi geliyordu. Acaba o da izliyor mudur haberleri, beni görüyor mudur diye düşünmeden duramıyordu. Kedi Çocuk ilk kez bu kadar ön planda olmuştu, hayatı boyunca hep saklandığı için birilerinden şimdi bu durumdan dolayı çok rahatsız olmuştu. Kameralara bakıyor, içindeki öfkeyi dindirmeye çalışıyordu. Bir yandan da gözü Starfell’deydi, çünkü asıl o öfkelendi mi tehlike çok büyük olurdu. İzmir’e de bir krater açılmasına neden olurlarsa proje sonsuza kadar iptal olurdu ve hayvanlar gibi avlanırlardı. Starfell gerçeğin farkındaydı. Öfkelenirse işleri biterdi. Ağrı Dağı şu anda yoksa nedeni kendisiydi, bunun bilincinde hareket etmesi gerekiyordu. O yüzden gözlerini kapadı ve başka şeyler düşünmeye çalıştı pek mümkün olmasa da. En çok ışıklardan etkilenen Marker’dı. Hiçbir şey göremez olmuştu artık. Gözleri aşırı gelişmiş olabilirdi, ama fazla ışık altında artık gözleri işe yaramaz hale geliyordu. Acı çekiyordu, başı çok şiddetli ağrımaya başlamıştı. Bitsin artık bu işkence diye diliyordu. Klik istese kameraların tamamını kapatabilirdi. Ama limuzinden inerken General ona hayır diye talimat vermişti. Bu genel bir paniğe neden olurdu ve dahası insanların özel yetenekleri olanlara güveni azalırdı, projeyi de tehlikeye sokardı. Efla sessiz kalmıştı. Hiçbir engin bilgi ya da erdemli söz onları buradan çıkartmaya yetmezdi. Bu yüzden elinden de bir şey gelmiyordu. Rüyacı’nın sözcü olarak öne çıkmasına içten içe seviniyordu sadece. Kara Altın buradan kurtulmak için tüm elementlerin gücüne başvursa bile yetmeyeceğini düşünüyordu. Her şeyle ilgili dalga geçecek illa bir şey bulurdu, ama şu anda o bile gülmüyordu. Duyduğu şey öfke miydi, korku muydu yoksa başka bir şey mi emin olamıyordu ama. Manuel masasına geçmek, çizimlerine geri dönmek istiyordu. Eskiden galerisine insanlar gelsinler, sanatını görsünler diye her şeyi yapmaya hazırdı, şimdi ise bu insanlardan kaçmak istiyordu tüm benliğiyle. İstemsizce içindeki sıkıntıdan kurturmak için ona yardım edecek bir el aramaya başladı ve sonunda buldu. Illyra’nın elini sıkmıştı, ona cesaret vermişti bu durum. Illyra şaşkınlıkla Manuel’e dönmüştü, ama sonra o da Manuel gibi cesaretini artıracak bir ele ihtiyacı olduğunu fark etmişti ve el ele durmak ona kuvvet vermişti. Bir süre sonra gerginliği azalmaya bile başlamıştı. Tüm sorular kafasında tartılıyordu sanki. Rüyacı yanıt vermekten kaçınsa da bazı sorulara o da yanıt veremiyordu aslında. Hiç inancı var mıydı bu projeye diye sormadan edemedi kendisine. İlk günü kaçmak için çaba harcamamış mıydı, Evren gibi o da? Ne olmuştu da değişmişti her şey üç günde? Ozan mıydı yoksa her şeyi değiştiren? Onu oğlu gibi görüyordu, hep istediği ama bir türlü olmayan bir oğul. Onu yeniden hayata bağlayacak bir oğul. Onu rüyalara değil gerçeğe götürecek bir oğul.
“İlginiz için teşekkür ederiz, ama şu anda bir görevin tam ortasındayız. Şu anda yaptığınız bize zarar veriyor. İzin verirseniz devam etmek istiyoruz.” dedi sonunda Rüyacı.
Published on June 26, 2014 05:45
June 25, 2014
Son İnsan - 23
(Üç ay önce, İzmir)
İnsanların yalanlarını ortaya çıkartmada üstüne yoktu Firble’ın. En son işinde Kara Altın lakaplı dolandırıcının yakalanmasına yardım etmişti. Bu başına gelen iyi bir olaydı yakın zamanki olayları düşündüğü zaman, hatta ufak bir zafer kutlaması yapması gerektiğini düşünüyordu. Üçkuyular Meydanı’nda tanıdık bir kumrucuya gitti ve kendisine lezzetli bir kumru sipariş etti. Kumru, İzmir’in diğer bir simgesiydi ve bir kuş türü değildi. İçine bolcana salam ve sucuk doldurulan değişik konseptte bir ekmek arası çeşidi denilebilirdi. Yanına da ayran almıştı. Firble oldu olası ne bar ne de disko gibi mekanlara gitmişti. Hatta geceleri pek dışarı çıkmaz, evinde televizyonunu izler, kitabını okurdu. İçki de içmeyi sevmezdi. Gerekmediği sürece de içmeyi düşünmüyordu. Ayranını tam yarılamıştı ki karşı masaya genç biri oturdu. Genç ona çok tanıdık gelmişti. Sanki gazetede bir haber okumuştu o gençle ilgili, ama o anda hatırlayamamıştı. Genç de kumru sipariş etmişti, içecek olarak da kola istemişti ayran yerine. “Midene dikkat etmelisin, genç dostum. İleriki yıllarında midende bir sorun çıksın istemezsin.” diye laf attı gence. Çekingen gibi görünse de aslında Firble çok cana yakın ve konuşkan bir insandı. Dışarıda tanımadığı insanlarla da muhabbet etmeyi ve yeni dostlar edinmeyi severdi. Genelde pek dostu olduğu söylenemezdi, çünkü pek sabit olarak bir yerde durduğu yoktu. “Bir süre sonra miden uyum sağlıyor asitli içeceklere, aslında akciğerler gibi. Pasif içicilerin asıl sigara içenlerden daha fazla akciğerlerinde sorun yaşamalarının nedeni de bu.” diye bilmiş bir şekilde karşılık verdi genç. “Yine de bu sigara içenleri haklı çıkartmaz.” “Hayır, aynı şekilde karaciğerden yola çıkacak olursak içki içenleri de haklı çıkartmaz.” “Sigaradan da içkiden uzak duruyorsun, belli. Bak bu iyi bir şey. Çünkü senin yaşındaki çocuklar sigara ve içkiyi bir marifetmiş gibi içmekten zevk duyarlar.” “Ne bu? Bu yaşında hacı olmaya mı karar verdin? Ya da dini bir program sunucusu musun?” Firble gencin yorumuna ister istemez güldü. Sonra da: “Hayır, sadece iletişime geçmeye çalışıyordum. Bilirsin gençlerle anlaşmak belli bir yaştan sonra o kadar da kolay olmuyor.” diye belirtti. O sırada gencin masasına askeri üniformalı bir adam yaklaştı. Gence: “Sipariş verdin mi?” diye sordu. “Evet, efendim.” diye kısaca yanıt verdi genç. Askeri üniformalı adam, Firble’a dönerek: “İşte aradığım adam da buradaymış! Öncelikle size teşekkür etmeliyim, Bay Firble. Sayenizde bir taşla iki kuş vurmuş olduk.” diyerek söze başladı. “Pardon, ama ben adımı söylediğimi hatırlamıyorum, aynı şekilde sizin de adınızı duymadım.” “Ah, özür dilerim. Heyecanımı bağışlayın. Bu kadar kişi arasında en çok sizinle tanışmayı iple çekiyordum. Çünkü projemin en değerli elemanlarından biri sizsiniz. Ben General Serhat. Biliyorsunuz, yakında bir yasa çıkmak üzere. Özel yetenekleri olduğu tespit edilenleri ilgilendiren bir yasa ve bu kişiler arasında sizin de olduğunu biliyoruz. Bu genç dostum sayesinde hatta.” diye anlattı ve Ozan’ın omzuna sevecen bir şekilde dokunduktan sonra elini Firble’a uzattı. Firble çekinmeden uzatılan eli sıktı, ama ardından soramadan edemedi: “Benim yeteneğimden haberdarsınız, o halde benim yanımda yalan söyleyemezsiniz. Bunu biliyorsunuz değil mi?” “Maalesef, biliyoruz.” diye yanıt verdi General. Şaka mı yaptığını anlayamamıştı Firble, ama üzerinde durmadı. “Devlet bana çok özel bir görev verdi, sizin gibi özel yetenekleri olan insanlardan bir takım kurup ülkemiz adına faydalı olabileceğinizi ispatlayabilirsem hem dünyada ülkemiz bu konuda diğer ülkelerin yaptıklarından daha barışçıl bir çözüm bulmuş olacak, hem de sizler özgürce yaşayabileceksiniz. Ne diyorsunuz, Firble? İki taraf için oldukça faydalı bir çözüm gibi durmuyor mu?”
“Düşünmek bile yersiz. Tabiki de böyle bir projede ben de yer almak isterim, efendim.” dedi Firble tereddüt etmeden.
İnsanların yalanlarını ortaya çıkartmada üstüne yoktu Firble’ın. En son işinde Kara Altın lakaplı dolandırıcının yakalanmasına yardım etmişti. Bu başına gelen iyi bir olaydı yakın zamanki olayları düşündüğü zaman, hatta ufak bir zafer kutlaması yapması gerektiğini düşünüyordu. Üçkuyular Meydanı’nda tanıdık bir kumrucuya gitti ve kendisine lezzetli bir kumru sipariş etti. Kumru, İzmir’in diğer bir simgesiydi ve bir kuş türü değildi. İçine bolcana salam ve sucuk doldurulan değişik konseptte bir ekmek arası çeşidi denilebilirdi. Yanına da ayran almıştı. Firble oldu olası ne bar ne de disko gibi mekanlara gitmişti. Hatta geceleri pek dışarı çıkmaz, evinde televizyonunu izler, kitabını okurdu. İçki de içmeyi sevmezdi. Gerekmediği sürece de içmeyi düşünmüyordu. Ayranını tam yarılamıştı ki karşı masaya genç biri oturdu. Genç ona çok tanıdık gelmişti. Sanki gazetede bir haber okumuştu o gençle ilgili, ama o anda hatırlayamamıştı. Genç de kumru sipariş etmişti, içecek olarak da kola istemişti ayran yerine. “Midene dikkat etmelisin, genç dostum. İleriki yıllarında midende bir sorun çıksın istemezsin.” diye laf attı gence. Çekingen gibi görünse de aslında Firble çok cana yakın ve konuşkan bir insandı. Dışarıda tanımadığı insanlarla da muhabbet etmeyi ve yeni dostlar edinmeyi severdi. Genelde pek dostu olduğu söylenemezdi, çünkü pek sabit olarak bir yerde durduğu yoktu. “Bir süre sonra miden uyum sağlıyor asitli içeceklere, aslında akciğerler gibi. Pasif içicilerin asıl sigara içenlerden daha fazla akciğerlerinde sorun yaşamalarının nedeni de bu.” diye bilmiş bir şekilde karşılık verdi genç. “Yine de bu sigara içenleri haklı çıkartmaz.” “Hayır, aynı şekilde karaciğerden yola çıkacak olursak içki içenleri de haklı çıkartmaz.” “Sigaradan da içkiden uzak duruyorsun, belli. Bak bu iyi bir şey. Çünkü senin yaşındaki çocuklar sigara ve içkiyi bir marifetmiş gibi içmekten zevk duyarlar.” “Ne bu? Bu yaşında hacı olmaya mı karar verdin? Ya da dini bir program sunucusu musun?” Firble gencin yorumuna ister istemez güldü. Sonra da: “Hayır, sadece iletişime geçmeye çalışıyordum. Bilirsin gençlerle anlaşmak belli bir yaştan sonra o kadar da kolay olmuyor.” diye belirtti. O sırada gencin masasına askeri üniformalı bir adam yaklaştı. Gence: “Sipariş verdin mi?” diye sordu. “Evet, efendim.” diye kısaca yanıt verdi genç. Askeri üniformalı adam, Firble’a dönerek: “İşte aradığım adam da buradaymış! Öncelikle size teşekkür etmeliyim, Bay Firble. Sayenizde bir taşla iki kuş vurmuş olduk.” diyerek söze başladı. “Pardon, ama ben adımı söylediğimi hatırlamıyorum, aynı şekilde sizin de adınızı duymadım.” “Ah, özür dilerim. Heyecanımı bağışlayın. Bu kadar kişi arasında en çok sizinle tanışmayı iple çekiyordum. Çünkü projemin en değerli elemanlarından biri sizsiniz. Ben General Serhat. Biliyorsunuz, yakında bir yasa çıkmak üzere. Özel yetenekleri olduğu tespit edilenleri ilgilendiren bir yasa ve bu kişiler arasında sizin de olduğunu biliyoruz. Bu genç dostum sayesinde hatta.” diye anlattı ve Ozan’ın omzuna sevecen bir şekilde dokunduktan sonra elini Firble’a uzattı. Firble çekinmeden uzatılan eli sıktı, ama ardından soramadan edemedi: “Benim yeteneğimden haberdarsınız, o halde benim yanımda yalan söyleyemezsiniz. Bunu biliyorsunuz değil mi?” “Maalesef, biliyoruz.” diye yanıt verdi General. Şaka mı yaptığını anlayamamıştı Firble, ama üzerinde durmadı. “Devlet bana çok özel bir görev verdi, sizin gibi özel yetenekleri olan insanlardan bir takım kurup ülkemiz adına faydalı olabileceğinizi ispatlayabilirsem hem dünyada ülkemiz bu konuda diğer ülkelerin yaptıklarından daha barışçıl bir çözüm bulmuş olacak, hem de sizler özgürce yaşayabileceksiniz. Ne diyorsunuz, Firble? İki taraf için oldukça faydalı bir çözüm gibi durmuyor mu?”
“Düşünmek bile yersiz. Tabiki de böyle bir projede ben de yer almak isterim, efendim.” dedi Firble tereddüt etmeden.
Published on June 25, 2014 03:42
June 24, 2014
Son İnsan - 22
(On beş dakika sonra)
“Vay vay vay, uzay gemisi sanki!” diyordu Kara Altın. Gerçekten de dediği kadar vardı. Son teknoloji ürünü büyük bir jetti ve içi de hepsini alacak kadar genişti. Hepsinin oturabileceği bir koltuk vardı içinde. İçeride dışarıyı görebilecekleri hiçbir cam olmaması da rahatsız edici bir detaydı. Sabahleyin onlar kahvaltı yaparken bu devasa jetin tesisin önüne indiği düşünüldüğünde ne kadar sessizce hareket ettiği anlaşılabiliyordu. Jeti kullanacak olan kimsenin olmaması en çok Starfell’i rahatsız etmişti nedense. “Benim bindiğim tüm uçak ve helikopterlerde bir pilot bulunurdu. Ne demek bu jet tamamen kendisi hareket ediyor?” “Merak etme, Starfell. Ben bir sorun olduğu zaman anında bunu hissederim.” diye rahatlatmaya çalıştı Klik. “İçim rahatladı şimdi, en azından bir sorun olduğunu bilerek düşmüş olacağız desene.” diye karşılık verdi Starfell. “Son teknoloji ürünü olan bu jet uzaktan kontrol ediliyor. Yani pilot buradan değil de bir bilgisayar aracılığıyla jeti kontrol ediyor gibi düşünebilirsiniz. Sonuç olarak bir pilot yok değil, jet kendiliğinden hareket etmiyor. Onu kontrol eden biri var, ama burada bulunmuyor sadece.” diye açıklama yaptı General. “Eskiden kaptanlar gemilerini en son terk ederdi, şimdi maşallah gemilerinde bulunmuyorlar bile.” diye yorum yaptı Kara Altın. Jet harekete geçtikten bir süre sonra hepsini uyku bastırmıştı. General: “Kusura bakmayın, standart bu prosedürden bahsetmeyi unutmuştum.” dedi ve kendisi de diğerleri gibi uyuyakaldı. (Birkaç saat sonra, İzmir)
Jetten indiklerinde güneş batmak üzereydi. Ama hala aynı gün içinde olup olmadıklarını anlamaları için birisinin saatine bakmaları gerekecekti. “Bir kere de önceden düzgünce uyarsan olmaz mıydı?” diye söyleniyordu Kara Altın. Firble sanki ilk defa nefes alıyormuşcasına derin bir nefes almıştı. Yine İzmir’de olmaktan dolayı içini sevinç kaplamıştı. “İzmir ne de güzel bir şehir değil mi?” dedi keyifle etrafına. İzmir’in simgelerinden biri olan Saat Kulesi’ni uzaktan görebiliyordu. Konak Meydanı’ndalardı. Jet, Meydan’ın yakınlarındaki askeri bir bölgede jet için özel olarak ayrılmış bir alana iniş yapmıştı. Karşılarında Atatürk Kültür Merkezi’ni gören Firble eski anılarına dalmadan edemedi. “Buradan dümdüz gidersen eski okulum İzmir Kız Lisesi’ne varmış olursun. Hatta bir nevi simgesi olan şelalesini az ileride görebilirsin.” diye anlatıyordu Illyra’ya bir tek onun anlattıklarını ilgiyle dinlediğini belli ettiği için. “İnanmıyorum, kız olmadığını üç sene anlamadılar mı Firble?” diye takıldı Marker. “Bir sene de hazırlık, dört sene okumuştum. İsmi kız lisesi olabilir, ama orası karma bir lise olmuştu benim okuduğum yıllarda.” diye yanıt verdi Firble sevecen bir sesle. Sonra anlatmaya devam etti: “Kız Lisesi’nden sonra Karataş gelir, ardından Asansör’e gidersin. Oradan manzara muhteşemdir. Genç çiftlere öneririm. Lisedeyken bir kız arkadaşım vardı, onu götürmüştüm. Pek etkilenmemişti gerçi, gereksiz görmüştü.” “Kısaca o kadar romantik bir mekana götürdün ve kızı öpemedin mi, Firble?” diye alay etti Klik. “Niyetim kızı rahatsız etmek değildi, sınıftan bir arkadaşımdı. Öyle bir niyetim hiç olmamıştı. Eğer düşündüğün şey buysa düşüncelerini kendine sakla derim.” “Anlaşılan biri bir kızın elini bile tutmamış…” diye yorumda bulundu Starfell. Bu yoruma Illyra bile gülmeden geçemedi. Firble ise hiçbir şey demeye gerek duymamıştı. General Serhat: “Konuşmalarını bittiyse devam edelim lütfen, basınla uğraşmak istemezsiniz herhalde. Her ne kadar gizli tutmaya özen göstersek de birileri sizin varlığınızı öğrendi mi tüm operasyon ters köşe olabilir.” diye uyardı.
Üç adet limuzin ayarlanmıştı onlar için. Sırasıyla binip Konak İskelesi’nin yolunu tuttular. Oradan bir tekneye binip batık geminin bulunduğu yere gideceklerdi.
“Vay vay vay, uzay gemisi sanki!” diyordu Kara Altın. Gerçekten de dediği kadar vardı. Son teknoloji ürünü büyük bir jetti ve içi de hepsini alacak kadar genişti. Hepsinin oturabileceği bir koltuk vardı içinde. İçeride dışarıyı görebilecekleri hiçbir cam olmaması da rahatsız edici bir detaydı. Sabahleyin onlar kahvaltı yaparken bu devasa jetin tesisin önüne indiği düşünüldüğünde ne kadar sessizce hareket ettiği anlaşılabiliyordu. Jeti kullanacak olan kimsenin olmaması en çok Starfell’i rahatsız etmişti nedense. “Benim bindiğim tüm uçak ve helikopterlerde bir pilot bulunurdu. Ne demek bu jet tamamen kendisi hareket ediyor?” “Merak etme, Starfell. Ben bir sorun olduğu zaman anında bunu hissederim.” diye rahatlatmaya çalıştı Klik. “İçim rahatladı şimdi, en azından bir sorun olduğunu bilerek düşmüş olacağız desene.” diye karşılık verdi Starfell. “Son teknoloji ürünü olan bu jet uzaktan kontrol ediliyor. Yani pilot buradan değil de bir bilgisayar aracılığıyla jeti kontrol ediyor gibi düşünebilirsiniz. Sonuç olarak bir pilot yok değil, jet kendiliğinden hareket etmiyor. Onu kontrol eden biri var, ama burada bulunmuyor sadece.” diye açıklama yaptı General. “Eskiden kaptanlar gemilerini en son terk ederdi, şimdi maşallah gemilerinde bulunmuyorlar bile.” diye yorum yaptı Kara Altın. Jet harekete geçtikten bir süre sonra hepsini uyku bastırmıştı. General: “Kusura bakmayın, standart bu prosedürden bahsetmeyi unutmuştum.” dedi ve kendisi de diğerleri gibi uyuyakaldı. (Birkaç saat sonra, İzmir)
Jetten indiklerinde güneş batmak üzereydi. Ama hala aynı gün içinde olup olmadıklarını anlamaları için birisinin saatine bakmaları gerekecekti. “Bir kere de önceden düzgünce uyarsan olmaz mıydı?” diye söyleniyordu Kara Altın. Firble sanki ilk defa nefes alıyormuşcasına derin bir nefes almıştı. Yine İzmir’de olmaktan dolayı içini sevinç kaplamıştı. “İzmir ne de güzel bir şehir değil mi?” dedi keyifle etrafına. İzmir’in simgelerinden biri olan Saat Kulesi’ni uzaktan görebiliyordu. Konak Meydanı’ndalardı. Jet, Meydan’ın yakınlarındaki askeri bir bölgede jet için özel olarak ayrılmış bir alana iniş yapmıştı. Karşılarında Atatürk Kültür Merkezi’ni gören Firble eski anılarına dalmadan edemedi. “Buradan dümdüz gidersen eski okulum İzmir Kız Lisesi’ne varmış olursun. Hatta bir nevi simgesi olan şelalesini az ileride görebilirsin.” diye anlatıyordu Illyra’ya bir tek onun anlattıklarını ilgiyle dinlediğini belli ettiği için. “İnanmıyorum, kız olmadığını üç sene anlamadılar mı Firble?” diye takıldı Marker. “Bir sene de hazırlık, dört sene okumuştum. İsmi kız lisesi olabilir, ama orası karma bir lise olmuştu benim okuduğum yıllarda.” diye yanıt verdi Firble sevecen bir sesle. Sonra anlatmaya devam etti: “Kız Lisesi’nden sonra Karataş gelir, ardından Asansör’e gidersin. Oradan manzara muhteşemdir. Genç çiftlere öneririm. Lisedeyken bir kız arkadaşım vardı, onu götürmüştüm. Pek etkilenmemişti gerçi, gereksiz görmüştü.” “Kısaca o kadar romantik bir mekana götürdün ve kızı öpemedin mi, Firble?” diye alay etti Klik. “Niyetim kızı rahatsız etmek değildi, sınıftan bir arkadaşımdı. Öyle bir niyetim hiç olmamıştı. Eğer düşündüğün şey buysa düşüncelerini kendine sakla derim.” “Anlaşılan biri bir kızın elini bile tutmamış…” diye yorumda bulundu Starfell. Bu yoruma Illyra bile gülmeden geçemedi. Firble ise hiçbir şey demeye gerek duymamıştı. General Serhat: “Konuşmalarını bittiyse devam edelim lütfen, basınla uğraşmak istemezsiniz herhalde. Her ne kadar gizli tutmaya özen göstersek de birileri sizin varlığınızı öğrendi mi tüm operasyon ters köşe olabilir.” diye uyardı.
Üç adet limuzin ayarlanmıştı onlar için. Sırasıyla binip Konak İskelesi’nin yolunu tuttular. Oradan bir tekneye binip batık geminin bulunduğu yere gideceklerdi.
Published on June 24, 2014 04:19
June 23, 2014
Son İnsan - 21
Başlangıç Notu: Son İnsan 7 ana bölümden oluşan bir hikayedir, bu bölümde 3. ana bölüme başlanmaktadır.
General sabahki olay hiç yaşanmamış gibi davranıyordu. Artık yavaşça üstünlüğü elinden alınıyor olsa da sanki bu durumun farkında bile değildi. Evren her ne kadar başta sorun yaratsa da sonradan kız kardeşinin hayatını borçlu olduğunu hatırlatmasının ardından General’e sadık olmaya başlamıştı. Illyra kafeste olmaktan haz etmiyor olsa da artık yabani davranmıyordu. Efla da tekerlekli sandalyeden kurtulmasına neden olduğu için buradan pek de ayrılmayı kendisine yakıştıramıyordu, sanki borcunu ödemek istiyordu. Firble da onu huzursuz eden iğnenin ortadan kaldırılmasının ardından yine güvende hissediyordu kendisini. Marker’a gelince o işe yaradığını düşündüğü bir topluluk içinde bulunuyor olmaktan dolayı mutluydu. Aynı şey itiraf edemiyor olsalar da Manuel ve Klik için de geçerliydi. Zaten Starfell askerlikten gelen duygularla hareket ediyor ve bu disiplin dolu ortamda bulunmak onu rahatlatıyordu ister istermez. Ozan ve Rüyacı ise iyice birbirlerine ısınmışlardı, artık sürekli beraber vakit geçiriyorlardı. Rüyacı, Ozan’ı eski çırağı yerine koymuştu. Ozan ise baba gibi gördüğü biriyle vakit geçiriyor olmaktan ötürü mutluydu. Bir tek Kedi Çocuk rahat değildi. Illyra ve Manuel’e anlattıklarını düşünüyordu. Onların sır tutacağına inanıyordu, ama bulundukları ortamda bir türlü kendini rahat hissedemiyordu. Özellikle General’in hala bir şeyler karıştırdığını düşünüyordu. Bu düşüncelerini kahvaltıda diğerleriyle paylaştı: “O iğne yüzünden Firble’ın yanında rahatlıkla yalan söyleyebiliyordu. Bu yüzden bize ilk başta dediklerinin hangisinin yalan hangisinin doğru olduğunu öğrenmemiz gerekmez mi sizce de?” Starfell yine sorun çıkmasını istemiyordu. Bu yüzden tartışma çıkmadan önce konuya el atmak istedi: “Bakın, General sabahleyin demiş ya Efla, Firble, Marker ve Rüyacı hepsi duymuş. Eğitim bir hafta sürecekmiş. Birazcık rahat olmayı öneriyorum sizlere. Ne olursa olsun ülkemizin bir askeri ve yaptığı şeylerin ülkemiz için olduğuna inanıyorum. Hem düşünün devletin ileri gelenleri tarafından şu anda güvenlik önlemleri maksimum düzeyde olan bir hapishanede bilim adamları tarafından denek olarak sürünüyor olabilirdik. Onun yerine bize bir fırsat verdiler. Ben bu fırsatı iyi değerlendirelim derim.” Kara Altın, bu konuda Starfell’in yanındaydı: “Eskiden dolandırıcı ve hilebazın tekiydim. Gücümü bencil amaçlarım için kullanıyordum. Burada bize büyük bir amaç veriyorlar, insanlık için atılacak büyük bir adımda işe yarayacak olmaktan dolayı gurur duyuyorum açıkçası.” Illyra yine de kolayca kanmıyordu. Kedi Çocuk gibi General’in hala bazı konularda dürüst olmadığını düşünüyordu: “Ben uzun bir zamandır General’i tanıyorum ve size açıkça şunu söyleyebilirim ki bir hafta sonra bizi özgür filan bırakmayı düşünmüyorlar. Bizler artık ülkemizin özel bir ordusunun askerleri olarak hizmet edeceğiz, bunu aklınızın bir köşesine yazın ve onlar izin verene kadar sürekli hayatımızı bu tesisin içinde geçireceğiz.” “Bundan dolayı gurur duyan bir tek ben miyim?” diye karşılık verdi Starfell kollarını iki yana açarak. “Neyden dolayı?” diye sordu yemekhaneye giriş yapan General Serhat. Kimseden yanıt gelmeyince konuşmasını sürdürdü: “Hazır olun beyler ve bayanlar. Birazdan ilk görevinizi alacaksınız.” Büyük salona geçmişlerdi. Dev ekrana projektörden görüntüler yansımaktaydı. O sırada da General konu hakkında bilgi veriyordu: “Ege Denizi’nden bir görüntü izlemektesiniz. Turistleri İzmir’e götüren bir gemi aniden duruyor ve burada da görüldüğü üzere birden batmaya başlıyor. İşin ilginç yanı geminin hiçbir tarafından bir delik olmaması ve gemideki yolcuların hiç birinin gemiden kurtulmaya çalışmaması. Gemi batarken kimseler tarafından fark edilemesi de işin bir diğer boyutu. Bu çekilen görüntüler uydu aracılığıyla elde edildi ve ancak olayın ardından gemiye ulaşabildiler yetkililer. Gemi tamamen batmış durumdaydı ve yolcuların tamamı sanki gemi hiç batmamış gibi koltuklarında oturmuş vaziyette bulunmuşlardı. Kaptan ve diğer görevlilerin ise hiç birine ulaşılamadı. Uyduda gemi batarken hiç kimsenin gemiden ayrılmadığı görülmekte, yani gemiden daha önce bir şekilde ayrılmış olmalılar.” Rüyacı ilk yorumu yaptı: “Bu görüntüler boğulmuş olan yolcuların sanki geminin battığı anda derin bir uyku halinde olduklarını gösteriyor. Sonuçta yeteneğimi kullandığımda insanların farkından olmadan beyinleri derin bir uyku anına geçiş yapıyor ve bu yüz ifadelerini gördüğümde ilk aklıma kendi yeteneğimi kullandığım anlar geldi.” “Boğulmuş bir insanla uyuyakalarak boğulmuş bir insanı nasıl ayırabildin, bu da büyük bir başarı.” diye alay etti Kara Altın. “Rüyacı doğru söylüyor.” dedi General Serhat: “Yolculardan alınan kan örneklerinde uyku getirici yüksek dozda ilaçlar bulunmuş. Hava yoluyla bu ilaçların yolculara etki etmiş olduğunu düşünüyoruz. Görevliler maske takarak gazdan korunmuş olabilirler sonuçta.” “Peki, geminin bir hasar almadan olduğu yerde batmış olmasını nasıl açıklıyoruz?” diye sordu Klik. “İşte bu sizin yanıtlamanız gereken soru, Klik.” diye yanıt verdi General hemen. “Burada hapis olduğumuzu sanıyordum ben, General. Daha nerede olduğumuzu bile bilmezken Ege Denizi’nde batan bir gemi gizemini nasıl çözmemizi bekliyorsunuz?” diye araya girdi Illyra. “Size hiçbir zaman hapiste olduğunuz söylenmedi. Buraya kendi isteğinizle geldiniz, bazılarını zorlamış olabilirim ama inanın gerekli olduğu yapılan hareketlerdi onlar. Yeri geldiğinde sizlerle uzun uzun tartışırız da. Ama bilmeniz gereken şey şu: Buraya sizi eğitmek için gelmiş bulunuyoruz ve sizler ülkemize faydalı olun diye uğraşıyoruz bir tehdit olmak yerine.” “O halde tesisten çıkabileceğimiz anlamına mı geliyor bu?” diye sordu Manuel.
“Sadece benim gözetimim altında, evet. Hep beraber geminin battığı yere gideceğiz. Hepimizi götürecek bir hava aracı hazır bekliyor dışarıda. On beş dakika hazırlanmanız için zaman veriyorum. Şimdilik bu kadar, dağılabilirsiniz.” diye yanıt verdi General soruya ve ardından kendisi de hazırlanmak için odasına gitti.
General sabahki olay hiç yaşanmamış gibi davranıyordu. Artık yavaşça üstünlüğü elinden alınıyor olsa da sanki bu durumun farkında bile değildi. Evren her ne kadar başta sorun yaratsa da sonradan kız kardeşinin hayatını borçlu olduğunu hatırlatmasının ardından General’e sadık olmaya başlamıştı. Illyra kafeste olmaktan haz etmiyor olsa da artık yabani davranmıyordu. Efla da tekerlekli sandalyeden kurtulmasına neden olduğu için buradan pek de ayrılmayı kendisine yakıştıramıyordu, sanki borcunu ödemek istiyordu. Firble da onu huzursuz eden iğnenin ortadan kaldırılmasının ardından yine güvende hissediyordu kendisini. Marker’a gelince o işe yaradığını düşündüğü bir topluluk içinde bulunuyor olmaktan dolayı mutluydu. Aynı şey itiraf edemiyor olsalar da Manuel ve Klik için de geçerliydi. Zaten Starfell askerlikten gelen duygularla hareket ediyor ve bu disiplin dolu ortamda bulunmak onu rahatlatıyordu ister istermez. Ozan ve Rüyacı ise iyice birbirlerine ısınmışlardı, artık sürekli beraber vakit geçiriyorlardı. Rüyacı, Ozan’ı eski çırağı yerine koymuştu. Ozan ise baba gibi gördüğü biriyle vakit geçiriyor olmaktan ötürü mutluydu. Bir tek Kedi Çocuk rahat değildi. Illyra ve Manuel’e anlattıklarını düşünüyordu. Onların sır tutacağına inanıyordu, ama bulundukları ortamda bir türlü kendini rahat hissedemiyordu. Özellikle General’in hala bir şeyler karıştırdığını düşünüyordu. Bu düşüncelerini kahvaltıda diğerleriyle paylaştı: “O iğne yüzünden Firble’ın yanında rahatlıkla yalan söyleyebiliyordu. Bu yüzden bize ilk başta dediklerinin hangisinin yalan hangisinin doğru olduğunu öğrenmemiz gerekmez mi sizce de?” Starfell yine sorun çıkmasını istemiyordu. Bu yüzden tartışma çıkmadan önce konuya el atmak istedi: “Bakın, General sabahleyin demiş ya Efla, Firble, Marker ve Rüyacı hepsi duymuş. Eğitim bir hafta sürecekmiş. Birazcık rahat olmayı öneriyorum sizlere. Ne olursa olsun ülkemizin bir askeri ve yaptığı şeylerin ülkemiz için olduğuna inanıyorum. Hem düşünün devletin ileri gelenleri tarafından şu anda güvenlik önlemleri maksimum düzeyde olan bir hapishanede bilim adamları tarafından denek olarak sürünüyor olabilirdik. Onun yerine bize bir fırsat verdiler. Ben bu fırsatı iyi değerlendirelim derim.” Kara Altın, bu konuda Starfell’in yanındaydı: “Eskiden dolandırıcı ve hilebazın tekiydim. Gücümü bencil amaçlarım için kullanıyordum. Burada bize büyük bir amaç veriyorlar, insanlık için atılacak büyük bir adımda işe yarayacak olmaktan dolayı gurur duyuyorum açıkçası.” Illyra yine de kolayca kanmıyordu. Kedi Çocuk gibi General’in hala bazı konularda dürüst olmadığını düşünüyordu: “Ben uzun bir zamandır General’i tanıyorum ve size açıkça şunu söyleyebilirim ki bir hafta sonra bizi özgür filan bırakmayı düşünmüyorlar. Bizler artık ülkemizin özel bir ordusunun askerleri olarak hizmet edeceğiz, bunu aklınızın bir köşesine yazın ve onlar izin verene kadar sürekli hayatımızı bu tesisin içinde geçireceğiz.” “Bundan dolayı gurur duyan bir tek ben miyim?” diye karşılık verdi Starfell kollarını iki yana açarak. “Neyden dolayı?” diye sordu yemekhaneye giriş yapan General Serhat. Kimseden yanıt gelmeyince konuşmasını sürdürdü: “Hazır olun beyler ve bayanlar. Birazdan ilk görevinizi alacaksınız.” Büyük salona geçmişlerdi. Dev ekrana projektörden görüntüler yansımaktaydı. O sırada da General konu hakkında bilgi veriyordu: “Ege Denizi’nden bir görüntü izlemektesiniz. Turistleri İzmir’e götüren bir gemi aniden duruyor ve burada da görüldüğü üzere birden batmaya başlıyor. İşin ilginç yanı geminin hiçbir tarafından bir delik olmaması ve gemideki yolcuların hiç birinin gemiden kurtulmaya çalışmaması. Gemi batarken kimseler tarafından fark edilemesi de işin bir diğer boyutu. Bu çekilen görüntüler uydu aracılığıyla elde edildi ve ancak olayın ardından gemiye ulaşabildiler yetkililer. Gemi tamamen batmış durumdaydı ve yolcuların tamamı sanki gemi hiç batmamış gibi koltuklarında oturmuş vaziyette bulunmuşlardı. Kaptan ve diğer görevlilerin ise hiç birine ulaşılamadı. Uyduda gemi batarken hiç kimsenin gemiden ayrılmadığı görülmekte, yani gemiden daha önce bir şekilde ayrılmış olmalılar.” Rüyacı ilk yorumu yaptı: “Bu görüntüler boğulmuş olan yolcuların sanki geminin battığı anda derin bir uyku halinde olduklarını gösteriyor. Sonuçta yeteneğimi kullandığımda insanların farkından olmadan beyinleri derin bir uyku anına geçiş yapıyor ve bu yüz ifadelerini gördüğümde ilk aklıma kendi yeteneğimi kullandığım anlar geldi.” “Boğulmuş bir insanla uyuyakalarak boğulmuş bir insanı nasıl ayırabildin, bu da büyük bir başarı.” diye alay etti Kara Altın. “Rüyacı doğru söylüyor.” dedi General Serhat: “Yolculardan alınan kan örneklerinde uyku getirici yüksek dozda ilaçlar bulunmuş. Hava yoluyla bu ilaçların yolculara etki etmiş olduğunu düşünüyoruz. Görevliler maske takarak gazdan korunmuş olabilirler sonuçta.” “Peki, geminin bir hasar almadan olduğu yerde batmış olmasını nasıl açıklıyoruz?” diye sordu Klik. “İşte bu sizin yanıtlamanız gereken soru, Klik.” diye yanıt verdi General hemen. “Burada hapis olduğumuzu sanıyordum ben, General. Daha nerede olduğumuzu bile bilmezken Ege Denizi’nde batan bir gemi gizemini nasıl çözmemizi bekliyorsunuz?” diye araya girdi Illyra. “Size hiçbir zaman hapiste olduğunuz söylenmedi. Buraya kendi isteğinizle geldiniz, bazılarını zorlamış olabilirim ama inanın gerekli olduğu yapılan hareketlerdi onlar. Yeri geldiğinde sizlerle uzun uzun tartışırız da. Ama bilmeniz gereken şey şu: Buraya sizi eğitmek için gelmiş bulunuyoruz ve sizler ülkemize faydalı olun diye uğraşıyoruz bir tehdit olmak yerine.” “O halde tesisten çıkabileceğimiz anlamına mı geliyor bu?” diye sordu Manuel.
“Sadece benim gözetimim altında, evet. Hep beraber geminin battığı yere gideceğiz. Hepimizi götürecek bir hava aracı hazır bekliyor dışarıda. On beş dakika hazırlanmanız için zaman veriyorum. Şimdilik bu kadar, dağılabilirsiniz.” diye yanıt verdi General soruya ve ardından kendisi de hazırlanmak için odasına gitti.
Published on June 23, 2014 08:38
June 19, 2014
24 6. Bölüm

24’ün önceki bölümlerinde...
MICHAEL WHITLEY Michael Whitley: “...biz gizli bir örgütün peşindeyiz. Kendileriyle ilgili bir kanıt bulduk, örgütün neredeyse hepsinin isminin geçtiği bir belge ama belgenin orijinali bir bankada saklıydı. Bankadan biz çalamadan onlar harekete geçtiler, sahte bir banka soygunu düzenlediler ki onlar bu belgeyi bankadan başka bir yere götürürken polis bize engel olsun. Bankayı sürekli gözlüyorduk, onlar da bunun farkındaydı yani direk Henry Reed elinde bu belge bankadan çıkamazdı.”Cole Ortiz: “Bu iş nereye gidiyor şimdi anladım. Benden bu yüzden yardım istiyorsunuz. Zaten biliyorsunuz, ama elinizde kanıt yok. Bu örgüte karşı çalışan başka bir grup daha var ve bu belgeyi şimdi onlar ele geçirdiler. Sizler de bu diğer grup kim bulmanın peşindesiniz.”Michael Whitley: “Peki, yardım edecek misiniz Bay Ortiz?”Cole Ortiz: “Bir şartım var, en azından CTU’da güvendiğim kişilere haber vereyim ki onlar da yardım edebilsinler. CTU müdürü Kate Hoffman’a güvenebiliriz.”Michael Whitley: “Tam olarak hepsini bilmesek de Kate Hoffman’ın casus olduğuna eminiz.”
CTU NEW YORK Kate Hoffman: “Hoşgeldiniz...”Michael Whitley: “Hoşbulduk, kızım. Demek CTU’nun ilk müdürü olarak buraya geri dönmek bu zamana kısmetmiş.”
GÜRHAN ÖZTÜRK Gürhan Öztürk: “Anlaşılan ikimiz de saklanmak konusunda iyi olduğumuzu kanıtladık.Kate Hoffman: “Sen bir grup için casusluk yapıyorsun, bir örgütün peşindesin ve benim de o örgüte düşman olan başka bir grup için casusluk mu yaptığımı ima ediyorsun? Anlamam gereken bu mu o cümlenden? O zaman Mandy’nin tasması sende mi? Henry’i öldürtüp belgenin aslını elde eden kişi sen misin?”Gürhan Öztürk: “Bak bu doğru işte. Belge emin ellerde ve yakında örgüt adalete teslim edilecek. Siz yeter ki bana engel olmayın.” Kate Hoffman: “Bunu yapamam, hatta seni içinde bulunduğum grup gelene kadar tutmam istendi.”Michael Whitley: “Barış mı istiyorsun? O zaman önce barıştan yana olduğunu göster.” Gürhan Öztürk: “Barış için çoğu zaman fedakarlıkta bulunmak gerekir, bu bazen savaş gibi görülebilir ama bazı savaşlar barışa giden yolu simgelerler. Barış için...”
Birazdan okuyacağınız bölüm 13:00 ile 14:00 arasında geçmektedir.
CTU New York, 13:00:01Sedyenin üzerinde hızla revire doğru götürülüyordu Gürhan, ama herkes çoktan onu öldü kabul etmişlerdi. Michael hala şoktaydı, onu durdurmak için hiç bir şey yapamamıştı. Her şey aniden oluvermişti.Kate, yaşlı adamı sakinleştirmeye çalışıyordu: “Kimse böyle olsun istememişti.”“Sanırım onun üzerine çok gittim, daha sakin olmayı başarsaydım belki de böyle olmazdı.” dedi pişmanlıkla Cole. Michael’dan ziyade bu olaydan en çok etkilenen Cole olmuştu.“Onu günah keçisi yaptık, her şeyin sorumlusu olarak onu gördük. Bunda hepimiz hatalıyız, sadece sen değilsin Cole.” dedi Kate. Arlo elinde çalan bir telefon yanlarına geliyordu: “Gürhan’ın telefonu çalıyor. Ne yapmalıyız sizce?”“Belki bağlı olduğu gruptan birileridir.” diye tahminde bulundu Michael.“En iyisi sen telefonu aç, Arlo. Onun patronusun sonuçta, telefonunu masada unuttuğunu söylersen belki karşı taraf inanabilir.” dedi Cole.“Bu iyi fikir.” diye onayladı Kate de.Arlo fikri pek beğenmemiş olsa da ısrar etmedi ve telefonu açtı.“Alo, ben Arlo Glass. Gürhan Öztürk’ün telefonu. Kiminle görüşüyorum acaba?”Karşı taraftan gelen bir kadın sesi beklenmedik bir şeydi Arlo için.“Ben Damla, Gürhan’ın kız kardeşiyim. O iyi mi? Telefonunu tuvalete giderken bile yanında taşır o.”Arlo bahane olarak tuvalete gitmeyi kullanacaktı, ama anlaşılan pek işe yaramayacaktı. Ne diyeceğini bilememişti. Kate telefonu Arlo’nun elinden aldı.“Damla Hanım, benim adım Kate Hoffman. CTU müdürüyüm. Üzgünüm ama kardeşinizle alakalı bir durum söz konusu burada, hemen gelebilir misiniz?”“O iyi mi? Yoksa başına bir şey mi geldi?”“Hanımefendi, kesin bir şey söyleyemem bu konuda. Buraya gelirseniz her şeyi daha detaylı bir şekilde size anlatabilirim.”“Lütfen, onun iyi olduğunu söyleyin en azından.”Kadının kardeşi için ne kadar endişelendiği sesinden anlaşılıyordu. Ne söylemesi gerektiğini Kate de bilememişti. Michael’a baktı, ne zaman başı sıkışsa babasından ziyade ona giderdi öğüt almak için. Michael gülümsedi. Başka çaresi yoktu, yalan söyleyecekti.“Kardeşinizin durumu iyi, yanlışlıkla kendini boynundan yaraladı. Şu anda ameliyata alındı. Ama doktorlar her şeyin yolunda olacağını söylediler.”Bir süre kadının ağlamasını dinledi, konuşamıyordu, sanki sözcükler hıçkırıklarının arasında boğuluyordu. Ardından sakinleşince Damla: “Peki, hemen geliyorum.” diyebildi ve telefonu kapattı. 13:08:06... 13:08:07... 13:08:08...
Fidley, Barrow & Bain Avukatlık Bürosu, 13:16:04Damla acele ediyordu. Kardeşinin durumunu öğrenmek için öncelikle işyerinden ayrılması gerekecekti. Ama haber vermeden çıkamazdı. Kendisi bir avukattı. İki aydır bu avukatlık bürosunda çalışıyordu. Koridorlarda koşturarak ilerlerken aniden açılan asansörden çıkan kişi ile çarpıştı. Çarpıştığı kişi Sandra Palmer’dı. Koyu tenli, uzun boylu ve atletik yapılı bir görünüme sahipti. Disiplinli ve hiç bir şekilde kendinden ödün vermeyen biriydi, ama daha çok eski Amerikan Başkanlarından ikisi olan David Palmer ile Wayne Palmer’ın kız kardeşi olarak tanınıyordu. “Bu değişik bir hoşgeldiniz idi.” dedi Sandra gülümsemeye çalışarak.“Özür dilerim, efendim. Benim hemen çıkmam lazımdı da.” dedi telaşla Damla.“Damla, sakin ol lütfen. Hem ikimiz de burada aynı konumdayız, bana efendim demene gerek yok.”“Kardeşim CTU’da çalışan bir analist, onu demin aradım ama müdürü çıktı telefona ve bana kardeşimin yaralandığını, şimdi de ameliyata alındığını söyledi. Şimdi de oraya gitmem gerekiyor, önce haber vermeliyim yalnız.”“Kimseye haber vermene gerek yok, sen hemen çık, tatlım. Ben seni soran olursa durumu açıklarım.”“Teşekkür ederim, Sandra. O zaman ben hemen gideyim.” dedi Damla ve asansöre bindi. 13:20:19... 13:20:20... 13:20:21...
New York, 13:26:34Gözleri bağlı bir şekilde sürüklenmek başına gelebileceğini düşündüğü bir şey değildi. Dizleri kan içinde kalmıştı. Sol bileğinde ise en az bir kırık kemik olduğuna emindi, daha fazla da olabilirdi. Konuşan iki kişi vardı yakınında, ama odada nefes alma seslerinden tahmin edebildiği kadarıyla kendisi dışında beş kişi daha vardı. “Her şey hazır mı?” diye sordu liderleri olduğu ses tonundan anlaşılan kişi.“Evet, her şey hazır, efendim.” diye cevap verdi hiç tereddüt etmeden hemen biri.“O zaman sıradaki aşamaya geçebiliriz.” dedi ardından lider.“Gerçekten de bunu yapıyoruz.” dedi heyecanla gözleri bağlı adamı adamı sürükleyenlerden biri.“Gevezelik yapmayın. Acele edin.” diye azarladı lider.Göz bağı açıldığında nerede olduğuna dair bir ipucu edinememişti. Onu kaçıranların liderleri olan adam yeni tıraş olmuş yüzü ve elinde tuttuğu keskin bıçağıyla onun yanına yaklaştı.“Benden korkmanıza gerek yok. En azından şimdilik.” 13:27:34... 13:27:35... 12:27:36...
CTU NEW YORK, 13:45:40“Bir internet yayını yakaladık, dünyada tüm televizyon kanallarına aktarılmış ve tüm dünya naklen bunu yayınlıyor.” diye uyardı Arlo heyecanla. CTU’nun devasa ekranında bir video açılmıştı. Yayına çıkmadan önce yakın zamanda tıraşını olmuş, elinde kalaşkinof kırklı yaşlarında bir adam bir açıklama yapıyordu.“Bundan neden daha yeni haberimiz oluyor.” dedi şaşkınlıkla Kate.Kimse müdürün dediğiyle ilgilenmemiş gibiydi, herkes videodaki adamın dediklerini dinliyordu.“Amerikan Halkı, bu zamana kadar ülkenizin yaptıkları karşısında sessizliğinizi korumayı tercih ettiniz. Yaptıkları her şeyde size de bulaşan suçluluk duygusunu bir kenara ittiniz. Ama artık size kendinizi temizleme fırsatı sunuyorum.” diyordu adam.Gözleri ve elleri bağlı iş adamı kılıklı bir rehine adamın ayaklarının dibine fırlatılmıştı o anda. Rehineyi göstererek: “Jason Mass. Dünyanın en büyük petrol platformlarından ikisinin sahibi. Hayırsever bir iş adamı sözde. Ama Afrika’da ve Orta Doğu’da teröristlere para yediriyor, karşılığında ise diğer ortaklarının işlerine yarayacağı denekler alıyor, bir sürü köyün katliamının baş suçlularından bir tanesi. Bunun dışında illegal yollardan geliştirilip zenginlere ya da terörist liderlerine satılan kimyasal ve biyolojik silahların ticaretinde de baş rolde.” diye açıkladı.“Benim adım Kerem Tekiner. Dediğim gibi size bir fırsat sunmaya geldim, kendinizi aklayabileceksiniz. Bu bahsettiğim insanlardan yirmi üç tane var ve birini sizin için halledeceğim. Gerisi ise size kalmış. Ama bilmeniz gereken bir durum daha var, o da üç saat içinde bu insanların kanlarının kaldırımlara saçılmış bir biçimde görmezsem önce bir hastaneyi, ardından da gelişgüzel bir okulu patlatırım. Ve inanın bunu gerçekten de yaparım.”Jason Mass kıpırdamadan bekliyordu ölümünü. Sözlerini bitiren Kerem Tekiner ise silahını Jason’ın ensesine dayadı ve: “Barış için öncelikle kurban vermek gerekir.” dedi ve adamı öldürdü.“Sıra sizde, geri kalanları öldürmeniz için üç saatiniz var. Av başlasın...” diye sözlerini bitirdi Kerem ve kameraya yirmi iki kişinin adının olduğu bir kağıt göstererek yayını bitirdi.Yayın kesildi ardından. Herkes şoktaydı. Ne olduğuna anlam verememişlerdi.“Bu Gürhan’ın içinde bulunduğu grup olmalı.” dedi düşünceli bir şekilde Michael.“Bu video canlı mıydı kesin olarak? Belirleyebiliyor muyuz videonun kaynağını? Kanallara nasıl ulaşmışlar aynı anda. Hemen bana biriniz yanıt versin.” diye tepinircesine bağırdı Kate.“Videonun kaynağının yeri ulaşabilir olsa da boşuna kendimizi yormamız taraftarı değilim.” dedi Arlo ve ardından devam etti: “Bu kadar kolay ulaşmamızın tek bir nedeni olmalı, o da bir yer değiştirici cihaz kullanmış olmaları yani ben A noktasındayım ama bu cihaz sayesinde B noktasındayım gibi görünüyor. İnternetin böyle cilveleri de var maalesef.”Cole araya girdi: “Öncelikle bu yirmi iki kişiyi bulup koruma altına almamız gerekmiyor mu?”“Haklısın, Cole. İroniye bak, en başında o kişileri bulup adalete teslim etmek için bir grup kurmuştum şimdi ise o zengin ukalaları barış için öldürülmemeleri için korumamız gerekecek.” dedi acı bir şekilde. 13:55:05... 13:55:06... 13:55:07...
New York, 13:58:06“Sence bunu yapabilecekler mi?”Soruyu soran adamına baktı Kerem önce sakince, ardından da cevabını verdi: “Önce umursamayacaklardır her zaman yaptıkları gibi, ardından tehditler gerçeğe dönüştüğünde hepsi birer kaplana dönüşecekler ve tüm şehir bir avcılar loncası haline gelecek. Bu şehirden canlı kurtulmalarına imkân kalmayacak.”“Peki, Gürhan’a ne olacak? Onun sayesinde CTU’nun ruhu duymadan oranın geniş internet bağlantısı sayesinde aynı anda tüm kanallara videomuzu gönderebildik ve bu kişilerin isimlerini öğrendik.”“Onun için dua edeceğiz, evlat. Her şehit olan askerimize yaptığımız gibi.” 13:59:58... 13:59:59... 14:00:00
Published on June 19, 2014 08:42
June 11, 2014
24. 5. Bölüm

24’ün önceki bölümlerinde
HENRY REED Henry Reed: “Sıra bana geldi demek. Biliyordum, en baştan seni kullanmasının sebebi buydu. Bu yüzden seni işe almam için ısrar ettiler. Beni öldürünce iş bitecek sanıyorlar, ama değil isimlerini biliyorum ve ölsem bile o isimleri açığa çıkartmanın bir yolunu bulurum. Beni sınamaya kalkma demiştim, kadın.” Mandy: “Buraya kadar.”
COLE ORTIZ Leon: “Bu anlaşmada adı geçen kişiler gizli bir örgütün elemanlarıdır ve ben bu örgütü ortaya çıkarmaya çalışan bir grubun üyesiyim.”Cole Ortiz: “O zaman bu bir davetiye mi?”Leon: “Evet, Cole. Bunu bir davetiye olarak görebilirsin.”Cole Ortiz: “Peki, bu grubun bir lideri var mı yoksa hep senin yanık suratın ve içki kokan ağzınla mı muhatap olacağım?”
GÜRHAN ÖZTÜRK Mandy’e gönderdiği mesaj: “Tamamdır.”Gürhan Öztürk: “Liste tamamlandı.”
Birazdan okuyacağınız bölüm 12:00 ile 13:00 arasında geçmektedir.
New York, 12:00:01
Karşısında yaşlı bir adam duruyordu. Beklediği şey bu değildi. Cole ağrıyan başını tutamamanın siniri içindeydi, elleri bağlı bir şekilde hala aynı odada olduğunu fark etti. Yaşlı adam elinde piposu Cole’un ayılmasını bekliyor gibiydi. Cole’un ayıldığını görünce de konuşmaya başladı.“Benim adım Michael Whitley. Sana kısaca neler döndüğünü anlatmaya geldim.”“Olan şey şu, beni kaçırdınız.”“Leon demişti arada bir geyik yapma potansiyelin olduğunu.”“Leon yanık suratlı arkadaş mı?”“Evet, onun da bahsettiği üzere biz gizli bir örgütün peşindeyiz. Kendileriyle ilgili bir kanıt bulduk, örgütün neredeyse hepsinin isminin geçtiği bir belge ama belgenin orijinali bir bankada saklıydı. Bankadan biz çalamadan onlar harekete geçtiler, sahte bir banka soygunu düzenlediler ki onlar bu belgeyi bankadan başka bir yere götürürken polis bize engel olsun. Bankayı sürekli gözlüyorduk, onlar da bunun farkındaydı yani direk Henry Reed elinde bu belge bankadan çıkamazdı.”Cole en azından neden böyle değerli bir belgeyi bankadan çıkartmak için sahte bir banka soygunu düzenlendiğini anlamıştı, ama hala kafasında soru işaretleri vardı. En büyüğü de bu olayın kendisiyle ne ilgisi olduğu sorusuydu. “Tamam, güzel açıkladın. Kısa, öz, en aptal kişinin bile olayı anlayabileceği bir şekilde gayet tok sesinle elinde pipo bana dik ve sert bir bakış atmayı da ihmal etmeyerek yaptın açıklamanı. Belgenin orijinalini ele geçirme fırsatını kaçırdınız kısaca. Bu mu yani?”“Kısaca bu.”“O zaman benim neden hala ellerim bağlı, neden hala bu odada bekletiliyorum ve neden beni en baştan kaçırdınız? Madem bu örgütün peşindesiniz, peşini bırakmayın benimle uğraşacağınıza. Yahu siz kimin nesisiniz de kendinize böyle kutsal bir amaç edindiniz, güvenlik güçlerine ya da en azından CTU’ya bir mektup gönderseydiniz biz sizin yerinize harekete geçebilirdik.”Yaşlı adam güldü, daha çok anırır gibi bir ses çıkarttı. Piposunu da elinden düşürmüştü bu eylemi esnasında. “Bu kadar basit değil, hele ki CTU’da bir casus varken hiç değil.”“CTU içeri sızmayı başarmış casuslarıyla ünlüdür, ama şu anda eminim temiz olduğumuza.”Yaşlı adam bu konuda Cole’u ikna etmek için çaba harcamadı bile, başka bir konudan bahsetmek istiyor gibiydi daha çok.“Henry Reed, örgütün ona zarar verebileceği endişesiyle orijinal belgeyi kendisi alıkoymaya kalktı ama yaklaşık on beş dakika evvel polis onu kendi evinde ölmüş bir şekilde buldu. Tahminimiz Mandy isimli suikastçi tarafından öldürülüp elinden de belgenin alınmış olması yönünde. Sahte banka soygununun da başında Mandy vardı zaten.”“Ben Mandy, Henry için çalışıyor diye düşünüyordum.” “Biz de en başta böyle bir yanılgıya kapılmıştık, Bay Ortiz. Ama anlaşılan Mandy örgütün içinden daha yüksek konumda biri tarafından tutulmuş ya da işin içinde başkaları da var.”Bu sefer gülme sırası Cole’daydı.“Bu iş nereye gidiyor şimdi anladım. Benden bu yüzden yardım istiyorsunuz. Zaten biliyorsunuz, ama elinizde kanıt yok. Bu örgüte karşı çalışan başka bir grup daha var ve bu belgeyi şimdi onlar ele geçirdiler. Sizler de bu diğer grup kim bulmanın peşindesiniz.”“Peki, yardım edecek misiniz Bay Ortiz?”“Bir şartım var, en azından CTU’da güvendiğim kişilere haber vereyim ki onlar da yardım edebilsinler.”“Mesela kimlerden bahsediyoruz burada?”“Her ne kadar arada bir sinir etse de güvendiğim biri olan baş analizcilerden Arlo Glass olabilir, bir de CTU müdürü Kate Hoffman’a güvenebiliriz.”Yaşlı adam birden kızar gibi baktı.“İşte o olmaz.”“Kim, Arlo mu yoksa Kate mi?”“Tam olarak hepsini bilmesek de Kate Hoffman’ın casus olduğuna eminiz.” 12:10:08... 12:10:09... 12:10:10...
CTU New York, 12:18:04Kate bilgisayarına gelen yeni haberi okuyordu. Henry Reed evinde ölü olarak bulunmuştu. İlk belirlenen metan zehirlenmesi olduğu şüphesiydi. “Henry Reed demek ki en baştaki adam değil.” diye sesli düşündü Kate.O sırada odasına elinde bir bardak kahveyle Gürhan geldi. “Bir daha istersiniz diye düşündüm de, yoğun bir gün sonuçta.”“Aaah, iyi düşünmüşsün, Gürrahan.” dedi Kate yine ismi yanlış hatırlayarak.Gürhan bardağı masaya bıraktıktan sonra tabancasını çıkartarak Kate’e doğrulttu.“Anlaşılan ikimiz de saklanmak konusunda iyi olduğumuzu kanıtladık.”Kate ne olduğunu anlamamış gibiydi.“Gürayhan, ne yapıyorsun? Güvenliği çağırmadan bu deliliğe bir son ver.”“Bir kere adım Gürrahan ya da Gürayhan değil, adım Gürhan, ortadaki harf r olarak söyleniyor. İkincisi ise benim senden daha fazla bağlantımın olduğunu bilmen gerektiği. Ben yalnızca içinde bulunduğum grupla bağlantıda olmam, hem görevim gereği peşinde olduğum örgüt kimse oradan bir bağlantı edinmeye çalışırım ama bununla da yetinmem, peşinde olduğum örgüte düşman olan diğer gruplarda da kendime bağlantılar kurarım ki ona düşman olan grup harekete geçmeden benim de haberim olsun.”Kate kafası karışmış bir şekilde bakmasını sürdürdü. Belki de cümle uzun ve karışık gelmişti. Her ne kadar cümle yazılı bir şekilde sunulmuş olsaydı anlaşılması daha kolay olabilirdi ama söylendiği zaman ne demeye çalışıldığı belli olmuyordu.“Sen bir grup için casusluk yapıyorsun, bir örgütün peşindesin ve benim de o örgüte düşman olan başka bir grup için casusluk mu yaptığımı ima ediyorsun? Anlamam gereken bu mu o cümlenden?”“Hemen hemen doğru sayılır. Hatta daha açıklayıcı ve anlaşılır da denebilir.”Kate daha fazla ısrar etmedi. Kabul etmiş gibi bir bakış attı.“O zaman Mandy’nin tasması sende mi? Henry’i öldürtüp belgenin aslını elde eden kişi sen misin?”“Bak bu doğru işte.”“Şimdi ne olacak, beni öldürecek misin?”“Hayır, demem o ki artık bu işin peşini bırakabilirsiniz. Belge emin ellerde ve yakında örgüt adalete teslim edilecek. Siz yeter ki bana engel olmayın.”“Bunu yapamam, hatta seni içinde bulunduğum grup gelene kadar tutmam istendi.”Gürhan birden tuzağa düştüğünü anladı ama geç kalmıştı. Kapı aniden açıldı ve içeri Arlo ile birlikte iki güvenlik görevlisi girdi.“Bu zibididen hep şüphelenmiştim zaten. Fazla korkaktı.” diye söyledi Arlo.Gürhan güvenlik görevlileri tarafından götürülürken Kate de birisini arıyordu.“Tamam, yakaladık onu.”Karşı taraftaki Cole idi.“Biz de on dakikaya geliyoruz. Ben gelene kadar sorguya başlamayın, onunla ilk yumruk temasında ben bulunmak istiyorum.” 12:24:20... 12:24:21... 12:24:21...
CTU New York, 12:34:11Michael Whitley piposunu cebinden tekrar çıkartmamak için zor tutuyordu. Alışkanlıklar kolay kaybolmuyordu. CTU ajanı Cole Ortiz ve Michael’ın en güvenilir adamlarından Leon da yanındaydı. CTU’ya ilk girdiğinde tarifi imkansız bir duyguya kapılmıştı. Kendini pek güvende hissettiğini söyleyemezdi, ama içinde oluşan güven duygusuna da engel olamıyordu. Sanki evine gelmişti.Kate gelen konuklarını karşıladı. Babası olarak gördüğü kişiyi çalıştığı iş yerinde ağırlamak gibi bir onura erişmişti.“Hoşgeldiniz...”“Hoşbulduk, kızım.”Cole’un buraya gelirlerken Michael ile fazla olmasa da konuşma fırsatı olmuştu. CTU içerisinde casus olarak Kate’i kullanıyordu Michael ama bu operasyondan onu gizli tutmaya özen gösteriyordu, bu nedenle Cole, Kate’i de yanımıza alalım dediğinde ilk başta karşı çıkmıştı. Çünkü kızı olarak gördüğü kişiyi direk ön saflara getirmek istemiyordu. “Demek CTU’nun ilk müdürü olarak buraya geri dönmek bu zamana kısmetmiş.” dedi güleryüzüyle Michael.“Zibidiyi sorgu odasında hazırladık, isterseniz hemen sizi oraya götürebilirim.” diye araya girdi Arlo. Gürhan ismini söylerken zorlanıyordu, bu nedenle artık ona herkesin ortasında rahatlıkla çeşitli argo lafları söyleyebiliyordu.“Dediğim gibi ilk onunla ben görüşeceğim, öyle anlaştık.” dedi hemen Cole.“Peki, öyle olsun. Buyurun o zaman Cole onu sorgularken bizler de aynanın diğer tarafındaki yerlerimizi alalım.” dedi Kate.Gürhan koluna takılmış serum şişesine bakıyordu, bir beş dakikadır başka bir yöne başını çevirmemişti. Ardından odada hazır bekleyen işkence aletleri konusunda uzmanlaşmış ajana döndü.“Dozu ayarlama konusunda iyisindir umarım, yanlış bilgi vermek istemem yoksa.” diye alay etti Gürhan.“Merak etme, ağzından baklayı almamız için gereken doz neyse onu vereceğim.” 12:39:42... 12:39:43... 12:39:44...
CTU New York, 12:50:08“Merhaba, Görrrran.” dedi bastırarak Cole.“Adıma neredeyse hiç yaklaşamadım, hele o kadar r harfini heba etmeni de hesaba katarsak çok utanç verici oldu.”“Artık sana istediğim şekilde isim söyleyebilirim, Gönan.”“Bak bu hiç olmadı, en azından r harfini yerinde bıraksaydın.”“Çok mu sinir ediyor seni bu durum?”“Hiçte bile, yabancı bir ülkede dilinizi bilmeyen aptalların arasında yaşayacaksınız alışmanız gereken bir şey bu. İsmi Ahmet olan bir arkadaşım vardı, neden Los Angelas şehrinde nükleer bomba patlatmaya çalışan teröristlerle takıldı daha iyi anlıyorum.”“Buraya senin terörist dostların hakkında konuşmaya gelmedim, ama ilgi çekici bir konu olduğu kesin. Önce asıl meseleyi halledelim, anlaşılan seninle daha çok görüşmelerimiz olacak.”Gürhan bu sefer sinirlenmiş gibiydi.“Amaçlarımız aynı değil mi? Ne fark eder? Ha sizler o örgütü çökertmişsiniz, ha benim içinde bulunduğum grup. Her şeyi illa Amerika halledecek, her yıl 4 Temmuz günü dünyayı uzaylılardan kurtaracaksınız diye bir kural yok.”“Demek başka bir ülkeye bağlı bir grup bu, Türkiye mi yoksa?”“Ben Türk’üm diye hemen ülkeme saldırın değil mi? İşte bu kadar beyinsizsiniz, her şeyi bu kadar basit görmeyi bırakırsanız ve benim yardımımı kabul ederseniz birlikte kutsal bir amaç uğruna bir araya gelebiliriz.”“Neymiş o kutsal amaç?”“Barış tabi, bundan daha kutsal bir şey daha olabilir mi?”Cole geri çekilmişti. Bir şey söylemeden odadan çıktı ve Kate’in yanına gitti. Etkilenmişti sanki. Gürhan’ın bakışında bir şeyler görmüştü. Doğruluk payı olabilir miydi söylediklerinde?“Amacımızın Gürhan’ın hangi gruba bağlı çalıştığını bulmak, Cole. Şimdi sulu gözlerinin üzerine biraz kum dök de kendine gel.” diye söylendi Kate.“Ama efendim anlamadığım bir şey var. Michael da herkesten gizli çalışarak bu örgütün peşindeydi. Ben bile ilk başta kötü tarafın eline düştüm sandım, belki o da iyi bir amaca hizmet eden bir grubun içindedir. Hiç mi olası değil?”Cole normalde bu kadar çabuk ikna olmaz ve savunmacı olmazdı. Kate ne diyeceğini bilememişti.“Bir de ben görüşeyim. Buna izin var mı?” diye sordu Michael.“Bilemiyorum ki.” dedi Kate sıkıntıyla.“Merak etme, bana zarar vermeye kalkacak değil ya.” dedi gülümseyerek.Michael sorgu odasına girdi, piposuna da elina aldı hemen.“Seni tanıyor muyum?” diye sordu Gürhan.“Numara yapmayı bırak, bağlantıları iyi olan biri olarak casusunun kim olduğunu öğrendiğin grubun başındaki kişiyi de biliyor olman lazım.”“Evet, sen Michael Whitley’sin. Benim gibi sen de o belgenin peşindeydin, ama ben senden daha hızlı davrandım. Henry Reed’i takip ediyordum, ne zaman o Mandy’den böyle bir sahte sorgun ayarlamasını istedi ben de Mandy’e ulaşıp onu yanıma çektim. Daha fazla para verdiğin sürece Mandy’nin sadakatini satın almak zor olmuyor.”“Belge şimdi nerede?”“Mandy güvenli bir yere bıraktı çoktan ve o gittikten sonra da belgeyi daha güvenli bir yere götürdük, daha sonra da daha daha güvenli bir yere taşınacak. Bu böyle sürecektir herhalde, ta ki belgedeki kişiler yakalanıncaya kadar.”“Hangi grup adına çalışıyorsun?”“Kutsal bir amacı olan bir grup adına, sadece barış isteyen bir grup adına çalışıyorum.”“Adı yok mu bu grubun?”“Senin grubunun adı yok diye biliyorum, illa benimkinin neden ismi olsun?”“Çünkü ben sadece bir kaç kişiyle beraber sırf bu belgeyi ele geçirmek için uğraşan, amacımız bitince de dağılacak olan bir grubun başındayım. Senin bahsettiğin şey ise daha çok bir kardeşlik gibi hatta bir tarikat gibi duruyor. İsmi, hatta bir sembolü olan bir grup olmalı.”Gürhan, Michael’ın tahminlerinden de sorularından da sıkılmıştı. “Bu kadar yeter. Daha fazla konuşmayacağım.”“Hayır, konuşacaksın, konuşmalısın da.” diye üsteledi Michael.“Kimseye zarar vermeye niyetim yok, ama beni rahat bırak. Yoksa ilk zarar görecek olan kişi sen olursun.”İşkence aletlerinin başında bekleyen ajan tetikte bekliyordu. Özellikle böyle bir sözden sonra daha dikkatli olmaya başladı.“Barış mı istiyorsun? O zaman önce barıştan yana olduğunu göster.” dedi Michael.“Barış için çoğu zaman fedakarlıkta bulunmak gerekir, bu bazen savaş gibi görülebilir ama bazı savaşlar barışa giden yolu simgelerler.” diye bağırdı Gürhan ayağa kalkarak. Başı dönüyor olsa da bunu belli etmedi.“Otur hemen.” dedi odadaki ajan.“Bana daha fazla emir veremeyeceksiniz.” Gürhan serum yüzünden koluna batırılmış olan iğneyi çıkarttı ve onu boğazına sapladı.“Barış için...”
12:59:58... 12:59:59... 13:00:00...
Published on June 11, 2014 04:56
June 4, 2014
24 4. Bölüm

24’ün önceki bölümlerinde...
CTU NEW YORK Kate Hoffman: “Bu işin peşindeyiz, ne de olsa başka yapacak işimiz yok. Ama Mandy yakalanmadan başka yapacak bir şeyimiz de kalmadı.”Cole Ortiz: “Haklısınız, efendim. Beklemekten başka yapacak bir şey yok, polisler umarım en yakın zamanda yakalarlar.”Kate Hoffman: “Hadi, git evine dinlen, Cole. Bugünü de işe gelmiş gibi sayarız, yarın da izin günün olur. İyi bir uykuyu çoktan hak ettin.” Cole Ortiz: “Teşekkür ederim, efendim. Çok iyi olur bu, gerçekten de.”Arlo Glass: “Üç dakika geciktin.”Gürhan Öztürk: “Biliyorum, efendim. Ama yakındaki kahve makinesi bozuldu demiştiniz, ben de uzaktaki kahve makinesine gitmek zorunda kaldım.”Arlo Glass: “Benim dediğim her söze sorgulamadan hep güvenecek misin, Gürhan?”Gürhan Öztürk: “Tabi ki. Aksini düşünmem bile.”Arlo Glass: “O zaman bir dahaki sefere yakınımızda duran kahve makinesi bozuk dediğim zaman, uzaktakine gitmeden önce bir de kendin kontrol etmeyi akıl edersin umarım.”
HENRY REED Henry Reed: “Belgeler elimde, artık size ulaşmalarını sağlayacak hiç bir kanıt kalmadı.”Telefondaki kişi: “Belgeyi hemen yok etmeni istiyorum.”Henry Reed: “Eğer arzunuz bu yöndeyse hemen kasadan çıkartıp yok ederim.”Telefondaki kişi: “Çabuk ol. O belge ortadan kalkmalı.”
MANDY Mandy: “Bir daha görüşebileceğimizi sanmıyorum, Dev. Bu çok tehlikeli olur, hatta en iyisi bunun için önlem almamız. Tabi beni seviyorsan...”Devon: “Biliyorsun, Mandy. Sormaman gerekli zaten.”Mandy: “Keşke böyle bitmeseydi.”
Birazdan okuyacağınız bölüm 11:00 ile 12:00 arasında geçmektedir.
CTU New York 11:00:01
Cole gittikten sonra ofisinden hiç çıkmamıştı müdür Kate, olaylar arasında bir bağlantı bulmaya çalışıyordu. Cole’un imalarına göre banka sahibi Henry Reed bir şeyler saklıyordu, belki de banka soygunuyla bir ilgisi vardı. Sorular üst üste geliyordu, Kate de kendine göre cevaplar bulmaya çalışıyordu sorulara.Soru: Neden bir insan sahibi olduğu bankanın soyulmasına aracılık eder? Cevap: Bankasında saklanan çok kıymetli bir belgenin o belgeden haberdar olan birilerinin farkına varamayacağı bir şekilde bankadan çıkartılması için soygun ayarlanmış olabilir.Soru: Bu kıymetli belgede ne olabilir?Cevap: Bir anlaşma ile alakalı belgedir, ama asıl önemli olan imzalar ve isimler olmalı, o belgeyi ele geçiren kişiler belgede adı geçen imza sahiplerinden de haberdar olabilirler.Soru: Bu kıymetli belgenin tam olarak kıymeti nedir, birinin canını yakacak bir belge mi?Soru-cevap oyunu Kate için bitmişti. Kırmızı kalemiyle çıkardığı sonuçları ajandasına not aldı kısaca. İş bitince de odasından çıktı.“Gür... Güray, neyse adın, bir baksana.” diye seslendi yeni gelen analiste. Analist genç biriydi ve genelde heyecandan dili tutulur kekelerdi.“Adım... Gü... Gürah... han...” dedi birden müdürüyle karşılaşan Gürhan.“Pardon, yeni isimleri öğrenmem biraz zaman alabiliyor Gürahhan.”İsmini yanlış söylediğinin farkında olsa da bozuntuya vermeden gülümsedi Gürhan ve heyecanını bastırmaya çalışarak: “Ne istemiştiniz, efendim?” diye sordu.“Kahvem bitmiş de odamdan çıkıp yenisini alacaktım ama sen bir koşu getirsen de ben şimdi yürümesem.”“Peki, efendim. Ben hemen getiriyorum.” dedi Gürhan ve yanından geçtiği masalara çarparak koşturdu. Son aldığı darbe çok kötü bir yerine gelmişti, Arlo bile bunu görünce acıdı, ama sonra: “Sanırım birisinin ikinci defa sünnet olması gerekecek.” diye yorumda bulundu, Gürhan’ın inancını da hatırlayarak. 11:07:04... 11:07:05... 11:07:06...
New York, 11:18:21Cole gözlerini açtığında hala onun bayılmasına neden olan ilacın kokusunu hatırlayabildiğini fark etti acı bir şekilde. Karanlık bir odadaydı, ama birisinin odaya girip ışığı açması fazla sürmemişti.“Sonunda uyandın.” Adamın sesinden evine hırsız gibi girip onu kaçıranın o olduğunu anladı. Yüzünün bir kısmında yanık izleri vardı, Cole deneyimlerinden bunun kimyasal bir silahtan kaynaklandığını anlayabilmişti.“Bu biraz tatsız bir başlangıç oldu farkındayım. Ama senin gibi birine ihtiyacımız vardı. Seni ikna etmeye de zamanımız yoktu.”Cole adamın içki kokan ağzından daha fazla cümle duymamak için konuşma ihtiyacı hissetti. En azından o zaman mide bulandırıcı içki kokusundan bir süreliğine kurtulmuş olacaktı.“Birini bir şey yapmaya ikna etmenin daha kolay yollarının olduğunu duymuştum, kaçırmak bunlardan biri değil.”Adam başka bir şey demedi ve cebinden bir kâğıt parçası çıkartıp Cole’a fırlattı. Cole hemen üzerine fırlatılan kâğıt parçasına baktı, sonuçta kâğıt parçasının ona zarar verecek bir silaha dönüşme olasılığı düşüktü.Kâğıt illegal bir anlaşmanın belgesiydi, daha doğrusu onun kopyasıydı. Çoğunu tanımasa da imza sahiplerinin bir kısmını biliyordu, çoğu siyasetçi ya da iş adamıydı.“Bu bankadan çalınan belgenin kopyasıdır.” diye açıkladı yaralı yüzlü adam.“Bunu bana neden gösteriyorsun? Benimle ne ilgisi var?”“Çünkü bir tek sen bu banka soygununun arkasında başka bir şeyin daha olabileceğini tahmin ettin.”Aslında önce müdürüm böyle düşünmüştü, diye söylemeye yelteniyordu ki son anda vazgeçti. Müdürünün de başını yakmanın âlemi yoktu durduk yere.“Bu anlaşmada adı geçen kişiler gizli bir örgütün elemanlarıdır ve ben bu örgütü ortaya çıkarmaya çalışan bir grubun üyesiyim.”“O zaman bu bir davetiye mi?”Bu karşılığı beklemiyordu, bu yüzden Cole’un aniden böyle demesini gülerek karşıladı adam.“Evet, Cole. Bunu bir davetiye olarak görebilirsin.”“Peki, bu grubun bir lideri var mı yoksa hep senin yanık suratın ve içki kokan ağzınla mı muhatap olacağım?”Bu karşılığı da beklemiyordu, ama bunu gülerek karşılayamadı, sinirlenmiş olsa da bir şey demedi ve odadan ayrıldı. Çıkmadan ışığı kapatmıştı, arkasından da kapıyı kilitlemişti.“Kahretsin, en azından saat kaç onu söyleseydiniz. Bu karanlık odada gece mi gündüz mü kafam karıştı.” 11:24:44... 11:24:45... 11:24:46...
New York, Henry Reed’in dairesi, 11:43:14Belge tamamen yok edilmişti böylece. Ama isimleri unutmamak için Henry not defterine geçirip kasasına saklamıştı. Bir nevi sigortaydı bu. Başına bir iş gelirse birileri bunu ödeyecekti en azından.Henry, bir süre tekerlekli sandalyesinde uyuyakalmıştı ama kafasını kaldırdığında daha saatin fazla geçmemiş olduğunu fark etti. Bazı zamanlar on saat sandalyede uyuyakaldığı oluyordu, kimse de ilgilenemiyordu çünkü uyandırıldı mı çok ani tepkiler verebiliyordu çalışanlarına kovmak gibi. Sonra zaten iyice kullanılmaz hale gelen belinin altı ağrıdan bütün gününü zehir ediyordu.Ne zamandır odada onun uyanmasını beklemişti, emin değildi. Ama önemli olan şimdi odasında olmuş olmasıydı. Polislerin onu yakalayacağını ummuştu, ancak öyle olmadı. Mandy, Henry’nin karşısındaydı.“Sıra bana geldi demek. Biliyordum, en baştan seni kullanmasının sebebi buydu. Bu yüzden seni işe almam için ısrar ettiler.”Mandy sessizdi, hiç konuşmadan bekliyordu. Henry’nin ise diyecekleri bitmemişti.“Beni öldürünce iş bitecek sanıyorlar, ama değil isimlerini biliyorum ve ölsem bile o isimleri açığa çıkartmanın bir yolunu bulurum.”Mandy sakinliğini bozmadan beklemesini sürdürdü. Bu durum Henry’i çileden çıkartmıştı. Öksürük krizi de peşi sıra gelmişti. Öksürüğünü dindirmek için oksijen maskesini eline aldı hemen.“Beni sınamaya kalkma demiştim, kadın.” diye bağırdı öksürüğü kesilince. Bu son lafı oldu.Mandy o uyurken tekerlekli sandalyesine takılı olan oksijen maskesini çıkartmış yerine metan gazı içeren başka bir tüp yerleştirmişti. Renksiz, kokusuz bir gaz, etrafta nasıl öldüğüne dair bir ipucu barındırmayacağı bir ölüm şekli. Pencereyi açıp metan gazının odadaki varlığını silmişti çoktan.Henry’nin kasasına yaklaştı. Cep telefonundan David’den gelen son mesajını açtı. Altı haneli 534872 olan şifreyi girdi hemen. İşinin ehliydi, kasanın şifresini öğrenemeden Henry’i öldürmemesi gerektiğini biliyordu. Bu nedenle Henry belgeyi kasasına yerleştirirken David’in yanında olacağını ve şifreyi öğrenebileceğini tahmin etmiş, onunla anlaşma yapmıştı. David şifreyi gördükten sonra Mandy’e mesajla göndermişti. Ama anlaşmanın sonu gelemeden Mandy, David’i öldürmek zorunda kalmıştı.Kasadan Henry’nin saklamış olduğu not defterini buldu ve hemen oradaki isimleri asıl çalıştığı patronuna mesajla gönderdi.“Buraya kadar.” dedi zafer edasıyla Mandy, görevi bitmiş, yapması gerekeni yapmıştı.Patronundan biraz sonra gelecek son mesajı bekliyordu artık. Sonra da yine uzun bir süre ortalarda görünmeyecekti. 11:47:32... 11:47:33... 11:47:34...
CTU New York, 11:57:56Arlo öfkeyle köpürüyordu: “Hey, Gürhan. Sana sesleniyorum, duymuyor musun? Son raporları göndermeni bekliyorum hala.”Gürhan endişe dolu sesiyle kendi masasından karşılık verdi: “Merak etmeyin, hemen gönderiyorum, efendim.”“On beş dakika önce de aynısını demiştin.” “Jason Mass.” diye mırıldandı yazarken farkında olmadan Gürhan.Gürhan son ismi de defterine geçirmekle meşguldü telefonuna gönderilmiş mesajdan. Mesaj Mandy’dendi. Yirmi altı isim göndermişti mesajında. İsimlerin tamamını yazdıktan sonra Mandy’e mesaj attı: “Tamamdır.”Ardından işinin başına döndü ve son raporları Arlo’ya bilgisayarından gönderdi. Ayağa kalktı ve Arlo’ya tuvalete gideceğinin haberini verdi. Kimsenin görmediğine emin olduktan sonra telefonunu çıkardı ve birisini aradı. Kendinden emin bir şekilde: “Liste tamamlandı.” dedi.11:59:58... 11:59:59... 12:00:00...
Published on June 04, 2014 06:00
June 2, 2014
24. 3. Bölüm

24’ün önceki bölümlerinde...
CTU NEW YORK Cole Ortiz: “Soygun asıl yaptıkları iş için bir örtbas olmalı, olayı soygun olarak gösteriyorlar ama iş bu kadar basit olamaz. Bunu öğrenmenin tek bir yolu var, bankanın sahibiyle görüşmeliyiz. O bize bu konuda yardımcı olabilir.”Arlo Glass: “Henry Reed, adamımız bu.” Cole Ortiz: “Adresi benim cep bilgisayarıma gönder.”
HENRY REED David Press: “Kızım Jenny’den haber alamadım. Ne zaman gelirler?”Henry Reed: “Güvenli eve gitmiş olmaları lazım, adresi biliyorsan kızınla orada buluşabilirsin.” David Press: “Evet, adresi hatırlıyorum. Teşekkür ederim, efendim.”Henry’nin Sekreteri: “Bay Reed, CTU’dan gönderilmiş bir ajan sizinle görüşme talep etmektedir.”Henry Reed: “Ne ile ilgili olduğunu söylediler mi?”Henry’nin Sekreteri: “Soygunun yapıldığı size ait olan banka ile ilgili bilgi almak istiyorlarmış.” Henry Reed: “Peki, odama gönderin.”Cole Ortiz: “Herhangi bir belge kaybı var mı peki, efendim?”Henry Reed: “Bilmem, daha bu konuda bir araştırma yapma şansımız olmadı. Bir kaç saate kaybın ne olduğu ortaya çıkacaktır. Bu işler aceleye getirilirse yanlış hesap ortaya çıkabilir, Ajan Ortiz. Sanıyorum parasal konularla aranız pek yok.”Cole Ortiz: “Yeterince bilgim var sanıyorum, efendim. Neyse o zaman, herhangi bir belge kaybınız olmuşsa bunun hemen bildirirsiniz. Biz de ona göre sıradaki hareketimizi belirleriz.”
MANDY David Press: “Kızımı polis mi öldürdü, Devon? Doğruyu söyleyin bana.”Mandy: “Yeter, ben öldürdüm tamam mı?” David Press: “Kızımı benden aldın, ben de seni...”Gümmm! Mandy: “Artık burası güvenli değil, gidelim.”
Birazdan okuyacağınız bölüm 10:00 ile 11:00 arasında geçmektedir.
CTU New York, 10:00:01Ajan Ortiz CTU binasına geri döndüğünde banka sahibi ile ilgili edindiği izlenimleri paylaşmak için müdürünün yanına gitti hemen. “Çok rahat davranıyor. Garip bir şeyler var bu adamda. Kesin bir şeyler saklıyor, ama soygunla bir ilgisi var mı emin olamadım.”Yorgunluktan deri koltuğa yığıldığında müdürünün ofisinde uyumayı bile düşünmeye başlamıştı. Kate, arada bir kafasını yere doğru eğen ajanının anlattıklarını dinledi ve bir süre durum değerlendirmesi yaptı.“Bu işin peşindeyiz, ne de olsa başka yapacak işimiz yok. Ama Mandy yakalanmadan başka yapacak bir şeyimiz de kalmadı.”“Haklısınız, efendim. Beklemekten başka yapacak bir şey yok, polisler umarım en yakın zamanda yakalarlar.”Gözleri kapanmak istiyordu, zorla gözlerini açık tutuyordu ama yakında göz kapakları onu yenecek gibiydi. Göz kapaklarının altına kibrit çöpü koymayı düşünürken müdürünün sesiyle kendine geldi.“Hadi, git evine dinlen, Cole. Bugünü de işe gelmiş gibi sayarız, yarın da izin günün olur. İyi bir uykuyu çoktan hak ettin.”“Teşekkür ederim, efendim. Çok iyi olur bu, gerçekten de.”Deri koltuktan kalkmaya niyeti yoktu, en azından bacakları kalkmamak için direniyordu. Yine de son bir gayretle kalktı ve müdürünün ofisinden çıktı. Arlo son gelişmeleri bizzat Cole’dan öğrenmek için yanına yaklaşıyordu ki Cole kendisinden uzak durması için sağ avcuyla gerekli işareti gösterdi. Hemen eve gitmek ve uyumak istiyordu. Arlo da daha fazla Cole’u sinirlendirmek istemediğinden geri çekildi.O da kendisine istediği iki şekerli, köpüğü bol kahvesini getirmekte olan çaylak analistine seslendi: “Üç dakika geciktin.”“Biliyorum, efendim. Ama yakındaki kahve makinesi bozuldu demiştiniz, ben de uzaktaki kahve makinesine gitmek zorunda kaldım.”Genç analist eli yandığı halde bardağı tutmaya devam etti. Arlo da bilerek bardağı gencin elinden almadı bir süre daha. Ardından da: “Bu kahvede köpük kalmamış, bana yenisini getir.” dedi.“Ama efendim, zaten buraya getirinceye kadar köpüğü kayboluyor. Ben ne yapabilirim ki?”Gözlüğü yere düştü düşecekti, ama elinde tuttuğu sıcak bardağa odaklandığından başka bir şeyle ilgilenemiyordu. En sonunda merhamet duygusuna yenilen Arlo bardağı gençten aldı ve gerçekten de kahvenin sıcak olduğuna o da hak verdi. Ama o bardağı elinde tutmak yerine masasının üstüne koymayı akıl etmişti hemen.“Benim dediğim her söze sorgulamadan hep güvenecek misin, Gürhan?”“Tabi ki. Aksini düşünmem bile.”“O zaman bir dahaki sefere yakınımızda duran kahve makinesi bozuk dediğim zaman, uzaktakine gitmeden önce bir de kendin kontrol etmeyi akıl edersin umarım.”Genç analist Gürhan diyecek bir şey bulamamıştı. Bir Türk olarak CTU’da çalışmaya hak kazanmıştı ve bu işte yükselmek istiyordu. Bu yüzden herkesle iyi geçinmek istiyordu. Herkese hemen inanıyordu, ama Arlo da her seferinde bunun aksini yapması gerektiğini belirtiyordu, ardından gene onu kandıracak bir şey söylüyordu. Gürhan gene kanıyordu onun dediklerine.“Şimdi masana geç ve raporlarını bitir.” dedi Arlo, birisine emir vermek ne de zevkliymiş diye düşünmeden edemedi.“Onları zaten bitirmiştim, efendim.”“Öyle mi? Aferim, o halde sunucuları bir kontrol et, herhangi bir veri kaybı olup olmadığını anlamak için.”“Size kahve getirmeden önce kontrol etmiştim, isterseniz bir daha kontrol ederim.”“Gerek yok, o zaman masana geç ve ben senden bir şey isteyene kadar otur.”Gürhan bu emir karşısında şaşkınlığını gizleyemese de uymak zorundaydı ve Arlo’nun masasının iki sağında yer alan masasına gitti.“Salak.” dedi arkasından Arlo, gencin duymayacağı şekilde. 10:07:04... 10:07:05... 10:07:06...
New York, Henry Reed’in dairesi, 10:21:08Henry işlerin halledilmiş olmasından memnundu. CTU’nun olaya hemen el atmasından rahatsız olmuş olsa da işlerin kendi lehine sonuçlandığını düşünüyordu. Telefonu aniden çalınca ürperdi. Beklediği bir telefondu aslında, hatta biraz daha erkenden arayacaklarını tahmin ediyordu.“Belgeler elimde, artık size ulaşmalarını sağlayacak hiç bir kanıt kalmadı.”“Belgeyi hemen yok etmeni istiyorum.”“Ben de öyle isteyeceğinizi tahmin etmiştim, ama ne olur ne olmaz diye kasamda bekletiyordum. Eğer arzunuz bu yöndeyse hemen kasadan çıkartıp yok ederim.”“Çabuk ol. O belge ortadan kalkmalı.”Soğuk, emreden bir ses, yüzünü kimselere göstermeyen biri diye düşündü Henry. Belgede adı geçen bu kadar önemli kişi arasından hangisinin olduğunu tahmin bile edemezdi. Belgede yirmi altı kişinin adı geçiyordu, çoğu önemli siyasetçi veya iş adamıydı. İşini şansa bırakamazdı, belgeyi yok edecekti gerçekten de ama önce bir not defterine belgedeki kişilerin isimlerini yazacaktı. Sonra da not defterini özel kasasında saklayacaktı. Belge ise arzu edildiği gibi yok edilmiş olacaktı.Gümüş kaplama çakmağını çıkarttı ve belge iki saniyede tutuştu. Masasının altında duran ufak çöp kovasına attı hemen yanmakta olan belgeyi ve bir süre siyah dumanın havaya karışmasını izledi. Tabi ardından uzun süren bir hırıltı öksürük sürecine girecekti. 10:24:06... 10:24:07... 10:24:08...
New York, 10:46:31Berbat, diye düşündü Mandy. Gerçekten de berbat bir oteldi. Ama şimdilik en güvenli yerlerden birisi burasıydı. Devon’ın eskiden takıldığı uyuşturucu bağımlısı arkadaşlarının buluşma yerlerinden biriydi. Otelin bodrum katında gizli odalar vardı ve o odalarda uyuşturucu satışı gerçekleşiyordu. Polisler kaç defa şikayet üzerine burayı basmışlardı, ama o odaları bulamamışlardı. Sadece uyuşturucu kullandığı tespit edilen otel müşterileriyle karşılaşmışlardı. Gizli odaların bulunmaması için özellikle köpeklerin koku duyularıyla oynayan bir takım kimyasallar kullanıldığını tahmin etmişti Mandy, ama bu konu hakkında kimseye soru sormadı. Uyuşturucu işi ilgilenmediği tek suç dalıydı.Küflenmiş duvarların, paslı demirlerin, örümcek ağlarının eksik olmadığı bu yerde rahat edememişti Mandy. Yine de sessizce Devon ile birlikte odalarında bir süre zaman geçirmeyi kabul etmişti. Yatak gıcırdıyordu. Lamba arada bir bozuluyor, ama bir süre sonra kendi kendine tekrar çalışıyordu. Arada bir de hamam böcekleri üstlerine çıkmaya çalışıyordu. Yine de her şeye rağmen Mandy, Devon’a istediği şeyi vermişti. İkisi de ter içinde iki kişilik koca yatakta yatmaktalardı. “Bundan sonra ayrı ayrı gitmemiz daha doğru olacaktır.” diye belirtti Mandy, üstünü giyinirken.“Buna gerek yok bence.” dese de Devon, Mandy’i ikna etmenin imkansız olduğunu biliyordu.Giyindikten sonra Mandy: “Seninle tekrar karşılaştığıma memnun oldum, Devon.” dedi. İçten bir gülümseme eşlik ediyordu sözlerine. Devon da gülümseyerek karşılık verdi.“O zaman bu bir veda mı?” “Bir daha görüşebileceğimizi sanmıyorum, Dev. Bu çok tehlikeli olur, hatta en iyisi bunun için önlem almamız. Tabi beni seviyorsan...”“Biliyorsun, Mandy. Sormaman gerekli zaten.”“Keşke böyle bitmeseydi.”Mandy ağlıyordu, hayatından çıkardığı kişilerin sayısının iyice arttığı bilinciyle. Kimseyi sevemezdi, kimseyle yakın temasta bulunamazdı, yoksa birine bağlanır ve işini yapmak zorlaşırdı.Devon’a ateş ettiğinde kalbine gelmesine dikkat etti, böylece hemen ölmesini sağlamıştı acı çekmeden. Son kez Devon’a baktı ve gözyaşlarını silip yoluna devam etti. 10:51:09... 10:51:10... 10:51:11...
New York, Cole Ortiz’in Dairesi, 10:57:02Cole kendisine sıcacık bir çikolatalı süt hazırlamıştı. Sonra yatağını yastığa koyacak ve bütün gün, hatta iki bütün gün uyuyacaktı. Evdeki tüm elektronik cihazları kapattı, hatta ileri gidip telefonların da kablolarını söktü, işini garantilemek için. Bir daha Arlo gibi kişiler tarafından uyandırılmak istemiyordu.En son olarak perdeleri de kapatıp güneşin ve soğuğun içeri sızmasını da engelledi. Sonra mavi çizgili pijamalarını giyip yatağına uzandı. Gözlerini kapatmıştı ki alnına dayanmış bir silahla tekrar göz kapaklarını kaldırmak zorunda kaldı.“Sessizce ayağa kalk, ajan.” Yüzünde gaz maskesi takılı adamın hırsız olmadığı belliydi. Cole bunun bir kabus olmasını diliyordu ki gaz maskeli adam bir sprey çıkarttı ve spreyle Cole’un yüzüne sıktı. Bayıltıcı bir gaz olduğunu daha sıkıldığı ilk an anlayan Cole zaten uykusuz olduğundan dolayı hiç bir şekilde irade gösteremeden gazın etkisiyle bayıldı.
10:59:58... 10:59:59... 11:00:00
Published on June 02, 2014 04:57
May 28, 2014
24 2. Bölüm

24’ün önceki bölümlerinde...
Mandy Mandy: “Sadece planlarda bir değişiklik olup olmadığını soracaktım.” Patron (Hırıltılı sesiyle): “Değişiklik yok. Diğerleri harekete geçtiler bile. Seni bekliyor olmalılar.”Devon: “Sanırım bunun bir soygun olduğunu hatırlatmamıza gerek yok.” Mandy: “Senin geleceğini bilmiyordum, dememişlerdi bana.”Devon: “Bu işte de beraber olmamıza sevindim, Mandy.”
CTU New York Kate Hoffman (CTU Müdürü): “Şu anda New York’ta bir banka soygunu gerçekleştiğini biliyorsunuz, polis olay mahalinde ama bizi asıl ilgilendiren mesele, soygunculardan biri. Eski başkanlara yapılan suikast girişimleri de dahil olmak üzere bir sürü terör eylemine karışmış bir suçlu.”Arlo Glass: “Bildiğim kadarıyla Mandy bundan bir kaç yıl önce bizzat Beyaz Saray tarafından affedilmişti.”Kate Hoffman: “Öyleydi ama, bir daha bu ülkeye dönmemesi ve herhangi bir suça karışmaması şartıylaydı bu. Bunun dışında deneyimli bir suikastçinin böyle basit bir banka soygunu için tutulacağını sanmıyorum, bu işin içinde başka şeyler çıkabilir.”
David Press David Press: “Belge elimde. Soygun amacına hizmet etti.”Patron: “Güzel, çabuk onu bana getir.”David Press: “Yola çıktım bile.”
Cole Ortiz Cole Ortiz: “Üç aydır zaten her gün CTU’dayım, bırak bugün senin o şebek yüzünü görmeyeyim, Arlo.”Arlo Glass: “Müdür tüm izinleri iptal ettirdi ve herkesi CTU’ya çağırdı.” Cole Ortiz: “Tamam, yirmi dakikaya geliyorum.”
Birazdan okuyacağınız bölüm 09:00 ile 10:00 arasında geçmektedir.
New York, 09:00:01Altgeçide girdiklerinde polis arabasından inip yayan olarak yollarına devam etmişlerdi. Köprünün altından dümdüz devam edip ara sokaklarda izlerini kaybettiriyorlardı. Arabaların giremeyeceği bir şekilde kaçıyorlardı ve helikopterin onları fark etmemesi için de hep üstü kapalı yerlerden geçiyorlardı.Devon pes etmiş gibiydi, özellikle sırtında taşıdığı para dolu torbalar yüzünden artık daha fazla koşamayacak duruma gelmişti. Mandy’nin bu tarz geciktirmelere kızdığını biliyordu ama en azından iki dakika dinlenmeden daha fazla ilerleyemezdi.“Durun hele, dinlenelim azıcık.” diye sızlanınca Mandy ise kızgın suratıyla hemen ona döndü. Tahmin ettiği gibi geciktirmesinden dolayı kızgın değildi aslında.“Şu torbaları sana at demiştim, gördüğün en yakın çöp kovasına. Ağırlık taşımamamız gerekiyor.”“O kadar parayı atmaya niyetim yok ama.”“Sırtında taşıdıklarından daha fazla para seni bekliyor, yapma şöyle açgözlülük. Senin yüzünden yakalanacağız yoksa.”Devon daha fazla bir şey diyerek Mandy’i sinirlendirmemesi gerektiğini biliyordu, bu yüzden onun dediklerine boyun eğdi ve para dolu torbaları yakınlarında olan çöp kovasına atmak için ilerledi. Ama başka biri bu karardan mennun değildi.Jenny, rehine numarası yaparak Mandy ve Devon’ın kaçmasına yardım etmişti. Soygunun aslında başka bir iş için örtbas olarak kullanıldığından haberdardı ama soygun parasının böyle kenara atılacağını bilmiyordu. Bu durum hoşuna gitmemişti. Devon ağır torbaları atmak için harekete geçtiğinde adamın sırtından tabancasını kaptı ve tabancayı Mandy’e doğrulttu.“Çabuk tabancanı bana doğru gönder.”“Kızım, aptal olma. Üç torba para için her şeyi mahvetme.” diye karşılık verdi Mandy. Tabancasını ise hiç ona göndermeye niyeti yoktu.“Belki siz bu iş için bayağı bir para koparacaksınız ama bana soygun parasının üçte biri verilecek şeklinde denmişti, bu yüzden bu işe girmiştim. Şimdi ise siz hakkım olan kısımla beraber paraları çöpe atıyorsunuz.”Devon: “Merak etme, patronla konuşuruz. Sana da payını verir.” diye ikna etmeye çalışsa da Mandy duruma daha duygusuzca yaklaşıyordu.“Tabancayı kullanacaksan kullan, hadi durma. Öldür bizi de tüm paralar sana kalsın. Sonra da tamamen kendi başına kalırsın ve polislerden kaçmayı başarsan bile, bu işi mahvettiğin için patron senden öç almaya çalışacaktır.”“Beni ilgilendirmez, ben sadece payımı istiyorum.”“Payını almak istiyorsan bundan daha ikna edici şekilde davranmalısın.”Jenny aynı anda hem Devon’a hem de Mandy’e tabancayı tutmaya çalışsa da durum gitgide kötüleşiyordu. Polis de etraftayken daha fazla burada oyalanamazdı. “Peki, sadece taşıyabileceğim kadarını alacağım, sonra da sizi bırakacağım.” Devon’ın yere bıraktığı torbalardan ikisini boşta kalan eliyle kaldırmaya çalıştı, ama yalnızca birini kaldırabildi ve onu taşırken bile zorlanıyordu. Yavaşça geriye doğru adım attı ve onlardan uzaklaşmaya çalıştı. O sırada da köprünün altından çıkmış, açık araziye yaklaşmıştı ve yakınlarda olan polis helikopteri onu görebilmişti. Helikopteri fark eden Jenny ani bir hareketle başını yukarı çevirdi ve bu fırsattan yararlanan Mandy hemen tabancasını kaldırıp üç kez ateş etti. Kanlar içinde yatan Jenny’e son bir bakış atan Devon, arkasını bile dönmeden koşmaya başlayan Mandy’nin peşinden gitti. 09:04:54... 09:04:55... 09:04:56...
CTU New York, 09:20:07Cole Ortiz, CTU binasına girdiğinde hala yanağındaki tıraş olurken kesmiş olduğu yarayla ilgileniyordu, iki de bir eli yarayı kaşımak için gidiyordu. Bunun sinir bir durum olduğunu düşünürken Arlo da yanına geliyordu.“Gelmeyeceksin sanmıştım.”“Müdür herkesi çağırıyor diyen sendin.”“Tabi ya, öyle demiştim.”Arlo’nun alaylarını duymazlıktan gelen Cole müdürün ofisine doğru ilerledi. Bugünün olayının banka soygunu olduğunu CTU’ya gelirken öğrenmişti çoktan, yanında taşınabilir ufak bilgisayarı vardı ve oradan sadece ajanların anında her şeyden haberdar olabilmeleri için kurulmuş CTU’nun özel sitesine girebiliyordu. Tabi gizli bilgilerin yer almadığı bu siteye sadece on altı haneli şifreleriyle ajanlar girebiliyordu, terörist örgütlerin çoktan bu siteye sızmış olduklarını tahmin ediyorlardı zaten. Amaç sadece izinde olan ajanların temel durum hakkında bilgi edinmeleri olduğundan fazla dikkate alınmıyordu. Hatta çoğu zaman sahte bilgilerin de eklendiği oluyordu ve o bilginin sahte olduğunu belirten anahtar sözcükleri bilmek gerekiyordu bunun için de.Müdür Kate Hoffman, ofisinde telefonla konuşmaktaydı. Ofis sade bir şekilde döşenmişti. Kapının kenarına konulmuş olan basit vazoyu saymazsak ofis süsten uzak tutulmuştu. Ofisin içinde de bir masa, iki deri koltuk ve bir dolaptan başka mobilya yer almıyordu. Ofis sadece müdürün rahat bir şekilde telefon görüşmesi yapabilmesi için yapılmıştı sanki.Müdürünün telefon konuşmasını bitirmesini bekliyordu Cole sakince. Uykusunu pek alamamıştı. İki saatlik uykuyla duruyordu. O sırada yine farkında olmadan eli yanağındaki yaraya gitmişti ve kanatana kadar kaşımıştı.“Bunun bir numara olduğunun anlamaları gerekiyordu, bu kadar aptal nasıl olabiliyorlar? Bana beş dakikada bir bilgi vereceksiniz, o kadının yakalanmasını istiyorum. Umarım yeterince kendimi ifade edebilmişimdir.”Sert bir şekilde telefonunu kapattıktan sonra ofisinde onu sakince bekleyen ajanına döndü.“Bugün izin günün sanıyordum.”“Efendim, tüm ajanların gelmesini istemişsiniz. Arlo bana öyle demişti.”“O mu seni aradı?”“Evet?”“Eğer izindeki ajanları buraya çağırmak isteseydim bunu bir analiste yaptırmazdım, haberleşme bölümü bunun için var, öyle değil mi?”Bir şaka kurbanı olduğunu acı bir şekilde fark eden Cole sinirlerine hakim olma sürecini çabuk geçiştirdi.“O zaman burada olduğuma göre konu hakkında yardımcı olmak isterim.”“Aslında yardımını isterim, sonuçta en iyi ajanlarımdan birisin. Ama bugün izin günün, yüzündeki şişkinlikten uykusuz olduğun anlaşılıyor, yoksa tıraş olurken bu kadar derin bir yara açacak biri değilsin. Bu yüzden gidebilirsin.”Cole hemen müdürün ofisinden çıkıp soluğu Arlo’nun yanında aldı ki Arlo zaten yanına geleceğini bildiğinden hazırlıklıydı.“Kahve? Hem de çift şekerli ve köpüğü bol. En sevdiğinden.”“Bırak şebekliği, Arlo. Bu hiç hoş değildi.”Arlo başka bir şey demedi ve Cole için özel olarak hazırlamış olduğu kahveyi kendisi içmeye başladı. Bilgisayar ekranına döndü. Casus uçaklarını soygunun yapıldığı yerde gezdiriyordu. Polisler genç bir kızın cesedinin başındalardı ve kızın yakınlarında bankadan çalınan para torbaları vardı.“Çok enteresan. Mandy için işini iyi bilir derlerdi. Paraları geride bırakacak kadar işler kötüye gitmiş olmalı.” diye yorumda bulundu Arlo.“Eğer amaç sadece soygun değilse...” diye sesli düşündü Cole ve yeni bir telefon görüşmesi öncesi bir kaç dakika soluklanan müdürünün yanına koştu. Arlo da yeni bir heyecan fırtınasının kopmakta olduğu düşüncesiyle Cole’un peşinden gitti.“Soygun asıl yaptıkları iş için bir örtbas olmalı, olayı soygun olarak gösteriyorlar ama iş bu kadar basit olamaz.” diye hemen konuya girdi Cole.Kate içten içe en başından böyle düşünüyordu zaten, para dolu torbaların geride bırakılmış olması da bu düşüncesini kanıtlar nitelikteydi. Cole’a hak verdi, ama şimdi öncelikli olarak soyguncuların yakalanması gerekiyordu ki soygunun ne amaçla yapıldığı anlaşılsın.“Belki banka kasasında paranın dışında başka bir şey saklıdır.” diye tahminde bulundu Cole.“Nasıl bir şey mesela?”“Önemli bir belge olabilir. Bunu öğrenmenin tek bir yolu var, bankanın sahibiyle görüşmeliyiz. O bize bu konuda yardımcı olabilir.”Arlo hemen cep bilgisayarını çıkarttı ve on beş saniyelik bir klavye tıklatmasının ardından: “Henry Reed, adamımız bu.” dedi.“Adresi benim cep bilgisayarıma gönder.” dedi Cole hemen.“Bu işi cidden yapmak istiyor musun?” diye sordu Kate, gerçi cevabı çoktan belliydi.“Bir şeyler yaparak oyalanmazsam, Arlo’nun midesinde her an bir delikle karşılaşabilirsiniz, efendim.”“Mesaj alınmıştır. Hadi git, bakalım gerçek neymiş öğren.”Arlo yüzsüzlüğünü bozmadan: “En iyisi ben kahvem soğumadan bitireyim.” dedi ve yanlarından ayrıldı. 09:26:17... 09:26:18... 09:26:19...
New York, Henry Reed’in dairesi, 09:35:48David Press, diğer elinde mavi beresi belgeyi patronuna uzatırken elinin titremesini engelleyemedi. Patronu hırıltılı bir öksürüğün ardından belgeye göz attı ve doğruluğuna emin olduktan sonra saklamak için tekerlekli sandalyesiyle kasasına yaklaştı. Belgeyi koyup kasasını kapattı ve hemen oksijen maskesini takıp uzun uzun nefes aldı. Artık en ufak zorlamada nefesi kesiliyordu.Kel kafasını kaşıyan David, korkusunun geçtiğini düşünerek konuşmaya başladı: “Belge artık elinizde olduğuna göre, ben de paramı alıp gitsem diyordum.”“O iş kolay.” dedi kısaca patronu ve masasının üstünde duran zarfı alıp David’e uzattı.Zarfın içinde ne kadar para olduğuna bile bakmadan paltosunun cebine attı David, ama odadan ayrılmaya niyeti yok gibiydi.“İşimiz bitti, çıkabilirsin.” dedi patronu.David öncelikle bir konuda güvence istiyordu: “Kızım Jenny’den haber alamadım. Ne zaman gelirler?”“Güvenli eve gitmiş olmaları lazım, adresi biliyorsan kızınla orada buluşabilirsin.”“Evet, adresi hatırlıyorum. Teşekkür ederim, efendim.”David, odadan çıktı. Yirmi dakikaya buradan güvenli eve anca varırdı. O Mandy denilen kadına güvenmiyordu, bu nedenle kızına hemen kavuşmak istiyordu.David’in odadan çıkmasının ardından masanın üstündeki ufak cihazdan bir kadın sesi duyuldu: “Bay Reed, CTU’dan gönderilmiş bir ajan sizinle görüşme talep etmektedir.”Henry, cihazın üstündeki düğmeye basarak konuştu: “Ne ile ilgili olduğunu söylediler mi?”“Soygunun yapıldığı size ait olan banka ile ilgili bilgi almak istiyorlarmış.”Henry biraz düşündükten sonra: “Peki, odama gönderin.” diye belirtti.Cole Ortiz’in zenginlerle ilgili düşündükleri tartışma konusu yaratacak cinstendi. Zenginlerin kendini beğenmişliğini ve kendileriyle konuşmak için güvenlik görevlilerinin bile önemli bir siyasetçilermiş gibi izin beklemelerini sinir bozucu buluyordu. Soygunun yapıldığı banka kendinin, mağdur olan sensin, senin polislere paralarını geri almak için yalvarman gerekirken ne bu rahatlık, biraz insan telaş yapar, endişelenir yahu, demek istemiş olsa da saygısızlık etmeden konuşmaya özen gösterdi Ajan Ortiz.“Polis bana bilgi verdi, paraların tamamı ele geçirirmiş. Bu durumda olayın da kapatılmış olacağını düşünmüştüm.”“Öyle olması gerekirdi, ama soyguncular hala yakalanamadı ve para torbaları geride bırakılıp ortadan kaybolduklarından dolayı soygunun başka bir amaç taşıdığını düşünüyoruz, efendim.”“Neden böyle düşünüyorsunuz?”“Çünkü soygunculardan biri tanınmış bir suçlu ve böyle basit işlere bulaşacak biri de değil.”“Benden tam olarak nasıl bir bilgi paylaşımında bulunmamı bekliyorsunuz, Ajan Ortiz? Durumu anladığımı söyleyemeyeceğim.”Durumu anladığını söylesen şaşardım şeklinde başlayan bir cümle kullanmamak için kendini zor tutmuştu Cole, ama sakince konumaya devam etti. İkide bir oksijen maskesine sarılan bu zengin iş adamına biraz daha merhamet gösterebileceğini düşünüyordu.“Bankanız sadece para kasası olarak mı kullanılıyordu, yoksa önemli belgelerin de saklandığı oluyor muydu?”“Bankaların sadece para saklamak amaçlı olmadığını hepimiz biliriz, yanılıyor muyum Ajan Ortiz?”Bana edebiyat yapmasana, cahil biri yok karşında diye öfkelenmemek için bacağını şiddetle sıkmaya başlamıştı Cole, yine saygı çerçevesinde işlerin yürümesi için sakin olmaya gayret etti.“Herhangi bir belge kaybı var mı peki, efendim?”“Bilmem, daha bu konuda bir araştırma yapma şansımız olmadı. Bir kaç saate kaybın ne olduğu ortaya çıkacaktır. Bu işler aceleye getirilirse yanlış hesap ortaya çıkabilir, Ajan Ortiz. Sanıyorum parasal konularla aranız pek yok.”Beni sınamaya kalkma, sakın bunu deneme diye ayağa kalkmasına ramak kalmıştı. Gülümseyerek hem karşı tarafa sinirlendiğini fark ettirmemeye çalıştı, hem de kendisini sakinleştirdi.“Yeterince bilgim var sanıyorum, efendim. Neyse o zaman, herhangi bir belge kaybınız olmuşsa bunun hemen bildirirsiniz. Biz de ona göre sıradaki hareketimizi belirleriz.”Ayağa kalktı ve hemen bu zenginin odasından çıkmak istiyordu. Ama Bay Reed’in son bir alaycı lafı daha vardı.“Bu bir satranç değil, Ajan Ortiz, oyun da değil. Lütfen durumu ciddiye alabilecek ajanlarla bir daha muhatap olmak istiyorum. Şimdi çıkabilirsiniz.”Seni ciddi bir şekilde çeşitli biçimlere sokardım ama zaten yeteri kadar sana ayarı veren vermiş, daha bana gerek kalmamış demeyi artık cidden çok istiyordu. Yine de bir şey demedi, iyi günler bile dilemeden odadan çıktı. 09:42:33... 09:42:34... 09:42:35...
New York, 09:54:02Güvenli eve varmışlardı. Eski bir fabrikaydı burası. Bir oyuncak fabrikası diye tahmin etmişti Mandy. Devon hala Jenny’nin ölmüş olduğuna inanamıyordu.“Sen ne yaptın? Farkında değil misin, babası da bu işin içindeydi? Gelecek ve kızını soracak.”“Olan oldu, artık biraz sakin olur musun?”“Olamıyorum, çünkü eminim ki babası gelince burada bir olay çıkacak ve sonunda sen o adamı da öldürmek zorunda kalacaksın.""İyi ya, sonu senin de söylediğin şekilde olacaksa sorun yok zaten.”Çamur içinde kalmış ayakkabısını siliyordu sakince ve Devon bu tür bir sakinliğe anlam veremiyordu.“Bay Reed, buraya sığınacağınızı söylemişti.” diye bir ses duyuldu girişin olduğu taraftan.David buraya varmış olduklarını görünce rahatlamıştı, ama onlara yaklaştığında kızı Jenny’i göremedi. Devon Mandy’e dönerek: “Bırak önce ben halletmeye çalışayım.” dedi. Mandy ise hiç ilgilenmiyordu, ayakkabısındaki çamurla ilgileniyordu.“David, sakin kalmayı başarabileceksen sana söyleyeceklerim var.”“Sadece kızım nerede onu söyle, Devon.”Mandy bakışlarını David’e çevirdi, hissiz bir tonda: “Kızın öldü.”David sanki biri midesine vurmuş gibi hissetmişti, yere yıkıldı ve mavi beresi içeri giren rüzgarın etkisiyle uzak taraflara doğru sürüklendi. Mavi berenin uzaklaşmasını izledi, o bereyi ona iki hafta önceki doğum gününde Jenny hediye etmişti. “Kızımı koruyamadım, onu benden aldınız.” diye söyleniyordu, gözyaşları süzüldükçe zihninde Jenny’nin mutlu sesi yankılanıyordu: “Doğum günün kutlu olsun, babacığım. En sevdiğin renge sahip bu bereyi bulana kadar iki saat dolaştım. Ama umarım buna değmiştir.”“Değmez olur mu, canım kızım?”“Seni seviyorum, babaların en muhteşemi.”“Asıl ben seni seviyorum, tatlım. İyi ki varsın, iyi ki yanımdasın.”“Her zaman yanındayım, babam benim.”“Kızım, canım kızım benim...”Devon ne diyeceğini bilemiyordu. Mandy ise çoktan çamurlu ayakkabılarına dönmüştü bile. David gözyaşlarını silerek: “Nasıl olduğunu anlatın, kızım nasıl öldü bilmek istiyorum.” diye haykırdı.“Bir yanlış anlamaydı her şey sadece. Kızın paraların geride bırakılacağını bilmiyormuş, paraları almaya kalktı. Sonra polis helikopteri onu görünce olanlar oldu.”“Kızımı polis mi öldürdü, Devon? Doğruyu söyleyin bana.”“Yeter, ben öldürdüm tamam mı?” diye bağırdı Mandy. Başı ağrımıştı, sıkılmıştı bu durumdan.“Sen... Seni şeytan... Kızıma nasıl kıyabildin, seni pislik?”“Bize silah tutan senin kızın oldu, David. Gerçekten doğruyu söylüyorum.” diye araya girdi Devon. Ama artık iş işten geçmişti.David’in yanında tabanca yoktu, sadece koruma amaçlı cebine koymuş olduğu bir çakısı vardı. Onu çıkarttı ve Mandy’e öfkeyle koştu.“Kızımı benden aldın, ben de seni...”Güm! Alnına denk gelmişti kurşun. Silah sesi boş binada yankılandığında Devon ürpermişti. Umarım etrafta duyan olmamıştır diye umut etmişti. Mandy ise tabancasını yerine koydu ve ardından: “Artık burası güvenli değil, gidelim.” dedi.
09:59:58... 09:59:59... 10:00:00
Published on May 28, 2014 06:47
May 19, 2014
24 1. Bölüm

Birazdan okuyacağınız bölüm 08:00 ile 09:00 arasında geçmektedir.Olaylar gerçek zamanlı olarak ilerlemektedir.
New York, 08:01:02
Yoğun geçen kar yağışının ardından güneş kendini yeni göstermeye başlamıştı. En sonunda kış yerini bahara bırakmaya karar vermişti. Yollarda yürümek işkenceydi hala ama, dükkanların camları bile soğuktan çatlamıştı, direklere yanlışlıkla değdiğinde ise derini kopartacak kadar soğuğun hala etkisini sürdüğünü acı içinde keşfedebiliyordun.
Sarı peruğunu belli edercesine hızlıca yürümesini sürdüren kadın cep telefonunun tuşlarına hızla bastı ve karşı tarafın açmasını bekledi. O esnada sağ baş parmağını emerek kanı durdurmaya çalışıyordu, belli ki soğuğun hala etkisini sürdüğünü keşfedenlerin grubuna katılmıştı. Demin dengesini kaybedip tutunduğu direkte hala kanından bir parça buz kristalleri halinde de olsa görülebiliyordu.
Karşı taraftan hırıltı bir erkek sesi duyuldu: “Beni arama dememiş miydim, kadın?”
Kadın yüzüne bulaşmış kanı silerken fısıltı halinde soruya cevap verdi: “Öncelikle bana bu şekilde hitap etme diye kaç defa demem gerekiyor? Bana saygı duymazsan bu işi burada bitiririm.”
Fısıltısından bile tehdidi hissedilebiliyordu. Karşı taraf tehdidi ciddiye almamış olacaktı ki ses tonunu değiştirmeden konuşmasını sürdürdü: “Hitap şeklimden mennun değilsen anlarım, ama bana bir daha bu şekilde aptalca tehditlerde bulunma. Yoksa bir şekilde seni bulurum ve karşılığını veririm, kadın.”
“Öyle olsun, sadece planlarda bir değişiklik olup olmadığını soracaktım.”
Artık eskisi kadar kendine güvenerek konuşamıyordu, çünkü en ufak tehdide pabuç bırakmayacak biriydi karşı taraftaki. Zaten bu bir nevi denemeydi kadın için, patronunu test etmişti neye nasıl tepki vereceğini görmek için.
“Değişiklik yok. Diğerleri harekete geçtiler bile. Seni bekliyor olmalılar.”
“Peki, sadece emin olmak istedim.”
“Son kez uyarıyorum, benim sabrımı bir daha bu ucuz numaralarla test etmeye kalkma. Bir daha da beni arama.”
Telefon kapanmıştı çoktan, ama kadın hala telefonu kulağına yakın tutuyordu. Buraya kadar gelmişti, artık devam etmek zorundaydı. Bu uğurda nelerini feda etmişti, artık geri dönüşü yoktu bu işin.
Banka’ya giriş yaptığında güvenlik görevlisine gülümsemeyi ihmal etmedi ve kendine bir sıra numarası alıp en yakın koltuğa oturdu. Gözleri etrafta tanıdık avına çıkmıştı. Sıradakilerden biri olan mavi bereli, kahverenkli paltolu adamı tanımıştı. İki koltuk yanında oturan koyu siyah saçı ve mavi lensleriyle göz alıcı bir güzelliğe sahip genç kızı da görmüştü. Bunlardan başka bir kişi daha olması lazımdı ve o da içeri girmek üzereydi.
Devon stresini azaltması için ağzına attığı sakızını çiğnerken bankaya yaklaştı, güvenlik görevlisi de onun tedirgin hareketlerini o daha bankaya yaklaşırken fark etmişti. Ama silahına davranmakta geç kalmıştı ve Devon daha hızlı hareket ederek bankaya girmeden onu vurmayı başarmıştı.
İçeri girdiğinde ise planın ikinci kısmında rol alması gereken kadını gözlerini aradı. Kadın da onu bekliyordu zaten. Sarı peruğunu düzelterek ayağa kalktı ve Devon ise hemen kadına bir tabanca fırlattı. Koyu saçlı genç kız ve sırada bekleyen mavi bereli adam ise rehine gibi davranıyorlardı.
“Sanırım bunun bir soygun olduğunu hatırlatmamıza gerek yok.” diye bağırdı Devon ve sakızını yere tükürdü.
Kadın, Devon’a yaklaştı ve adamın dudağına bir öpücük kondurdu: “Senin geleceğini bilmiyordum, dememişlerdi bana.”
Devon da aynı tepkiyi verdi, o da soygunda yanına verecekleri kişinin kim olduğunu bilmiyordu.
“Bu işte de beraber olmamıza sevindim, Mandy.”
08:06:11... 08:06:12... 08:06:13...
CTU New York 08:18:49
Anti-Terörist Birimi için sıkıcı bir gündü. Bir banka soygunu haberi vardı, ama o NYPD (New York Polis Departmanı)’nın işiydi. Senatör ve hatta Amerikan Başkanları’na yapılan suikast girişimleri, teröristlerin veya düşman ülkelerin gönderdiği kimyasal, biyolojik ve nükleer silahlar, Beyaz Saray gibi ülke için önemli binalara olan saldırılar derken bunca yıl oldukça hareketli dönemler geçirmişlerdi. Bir sürü müdür, ajan ve analist gelmiş gelmişti buradan. Ama artık eskisi gibi değildi her şey, burayı CTU yapan elemanlarının çoğu ya emekli olmuş ya da görevlerinin birinde düşmanlar tarafından öldürülmüştü. Zaten emeklilik en fazla müdürlerin başına gelirdi ve bu genelde istifa ya da görevde başarısızlık sonucu kovulma ile olan bir emeklilik şeklinde olurdu.
Casus uçaklar konusunda oldukça deneyimli olan ve sürekli New York semalarında gezintiye çıkan, arada da CTU bilgisayarlarını çıplak kadın resimleri için bir arşiv olarak kullanan Arlo bile artık CTU’nun eskisi kadar keyifli bir yer olmadığını düşünmeye başlamıştı. Hatta bazı ajanlar aralarında şu banka soygunu olayıyla ilgilensek mi diye bile tartışıyorlardı ama tabi ki içinde terörizm ile ilgili bir kavram geçmediği sürece hiç bir suç onların ilgi alanına girmezdi. Yoksa diğer teşkilatların var olma amacı kalmazdı.
Makineden bir bardak ılık su doldurmak amaçlı ayağa kalkan Arlo bu süre zarfında etrafta koşuşturan genç bayanların bacaklarını gözetlemeyi de ihmal etmedi. Arada bir yakalandığı da olurdu, ama CTU’nun en zeki elemanı unvanını sürdürdüğü sürece bu davranışlarına katlanmak zorunda kalacaklarını bildiğinden rahattı.
“Hey, Elle. Bugün ne yapıyorsun?” diye sordu cesaret patlaması yaşadığı bir an. Yeşil gözleri ve ince hatlı yüzüyle Elle’i kendince elde etmeye çalışıyordu, ama Elle arkadaş canlısı bir şekilde karşılık vermeye çalışsa da Arlo’yu sinir bozucu buluyordu. Hem zaten sevgilisi vardı ve olmasa bile Arlo gibi bir inek sevgilisi olsun istemezdi.
“Bitirmem gereken raporlar var, Arlo. Başka sorun yoksa, rahat bırak beni lütfen.”
Lütfen lafı kullanıldığı sürece Arlo bayanların peşini bırakmazdı ve yine bırakmayacaktı.
“Belki de bu haftaiçi bir ara sinemaya gidebiliriz diyecektim, çok kaliteli bir aşk filmi gelmiş de belki hoşuna gider diye düşündüm.”
“Senin kaliteden anladığın içinde geçen seks sahnelerinin yoğunluğu olduğu sürece seninle sinemaya gitmem, Arlo.”
“Ne, ben sanatsever insanım ve önyargılı da değilim, iki insan sevişiyorsa bunda ne kötülük var. Böyle dar kafalı olduğunuz için insan evrim geçiremedi bir türlü, maymunlarla akraba olmak hoşuna mı gidiyor?”
“Anlaşılan senin hoşuna gidiyor, Arlo. Yoksa bu kadar şebek yüzlü olmanın başka bir nedeni mi var?”
Şebek lafı geri çekilme sinyali demekti Arlo için, daha fazla uzatmadı ve Elle’i yenildiği savaş alanında yalnız başına zaferini kutlaması için bıraktı.
O sırada CTU’nın kocaman ekranlarından birinde bir soygunun görüntüleri gösterilmeye başlandı ve CTU müdürü Kate Hoffman ofisinden çıktı. Emin adımlarla ekranın bulunduğu tarafa yürüyordu. Kumral saçından yayılan mis gibi deniz kokusu Arlo’yu kendine getirmeye yetmişti, gerçi hep kendine hatırlatması gerekiyordu. CTU müdürü kırk sekiz yaşındaydı, yani öz annesinden dört yaş küçüktü. Onu koluna takıp gelini olarak tanıtamazdı annesine, ama yine de o saçına sıktığı parfümü yüzünden aşık olmasına ramak kalıyordu her seferinde.
“Lütfen herkes buraya bakabilir mi?” diye söze girdi Kate.
Lütfen diye söze başlarsın da seni dinlemez miyiz, diye içinden düşünmeyi ihmal etmedi Arlo ama sonra öksürerek ciddi bir pozisyon aldı ve müdürünün anlattıklarını dinlemeye başladı.
“Şu anda New York’ta bir banka soygunu gerçekleştiğini biliyorsunuz, polis olay mahalinde ama bizi asıl ilgilendiren mesele, soygunculardan biri.”
Sarı peruğunu her ne kadar kimliğini saklamak için kullansa da CTU’da gelişmiş bir yüz tanıma programı vardı ve kadın soyguncunun kimliği belirlenmişti bile çoktan. Mandy isminde biriydi, gerçek ismi olmadığı kesindi ama kendisinin bile artık asıl adını unuttuğu tahmin ediliyordu ve soyadı da bilinmeyenler arasındaydı.
“Eski başkanlara yapılan suikast girişimleri de dahil olmak üzere bir sürü terör eylemine karışmış bir suçlu.”
Arlo söze girme gereksinimi duymuştu, her ne kadar müdür konuşurken kimsenin çıt çıkarmamasını içten içe istese de.
“Bildiğim kadarıyla Mandy bundan bir kaç yıl önce bizzat Beyaz Saray tarafından affedilmişti.”
“Öyleydi ama, bir daha bu ülkeye dönmemesi ve herhangi bir suça karışmaması şartıylaydı bu. Bunun dışında deneyimli bir suikastçinin böyle basit bir banka soygunu için tutulacağını sanmıyorum, bu işin içinde başka şeyler çıkabilir.”
“Belki de paraya ihtiyacı vardır, suikastçilik dönemi geride kaldığına göre kimse de ona başka iş vermiyordur, iyi bir aşçı olduğunu sanmıyorum doğrusu.”
“O halde kadın sezgisi diyelim bu duruma, seni bu cevabım yeterince tatmin eder mi?”
“Tabi ki de efendim, sizin gibi bir kadının sezgisine karşı çıkmak ne haddime!”
“O halde işimize dönelim, birazdan polisler bir operasyonla soyguncuları yakalamak için harekete geçecekler. Yakalandıklarında CTU’ya getirilmelerini talep ettim. Sorgu için hazırlıklı olun kısacası. Şimdilik bu kadar.”
Kate konuşması bittikten sonra ofisine geçerken Arlo ister istemez müdürünün bacaklarına bakıyordu.
08:23:34... 08:23:35... 08:23:35...
New York Bankası, 08:45:09
“Kasayı açtık, gerekenleri de almayı başardık. Yapmamız gereken neyse yaptık. Artık tüymemiz gerekiyor.” diye belirtti Devon.
“Haklısın, polisler birazdan içeri damlar ve rehineleri tek tek öldürmekten başka elimizde kozumuz da kalmaz.” dedi acımasızca Mandy.
“Hiç değişmemişsin, Mandy.”
“Yufka yürekli olsaydım, zamanında başkanın elini sıkmazdım.”
Amerikan Başkanı’nı öldürmek için kendi eline sürdüğü kimyasal maddeyle başkanın elini sıkmıştı. Ama artık o günler geride kalmıştı. Terörist liderleri, çıkarcı iş adamları ve yozlaşmış siyasetçilerin en popüler tercihlerinden biriydi. Bir sürü kişiyle çalışmış ve hep de işlerinde başarılı olmuştu. Yakalanmamayı başarmıştı. Ama sonunda geride takip edilebileceği bir iz bırakmıştı ve bu yakalanmasına neden olmuştu. Neyse ki adına çalıştığı terörist liderinin yeri hakkında bilgiye bir tek o sahipti de başkan tarafından bizzat affedildiğine dair bir belgeyle özgürlüğünü geri almıştı.
Rehinelerin arasında yer alan koyu saçlı kızın sesi duyulduğunda kaçış planları da devreye sokulmuş oluyordu.
“Lütfen yapmak istediğiniz şeyi yaptınız, paraları da alın gidin artık. Annem hasta, ilaçlarını bekliyor.”
“Demek öyle, kalk ayağa fahişe. Ben böyle numaraları yemem.” diye bağırdı Mandy ve genç kızı kolundan yakaladı. Devon arkasında bir kaç para dolu torbayla, rehine olarak yanına aldığı genç kız bankadan dışarı çıktılar.
Polisler elbette genç kıza zarar verecekleri korkusuyla geri çekileceklerdi. Her zaman böyle olmuştu ve bu kural hiç değişmemişti. Rehineler için de iki durum vardı, rehine işi bitince ya suçlu tarafından infaz edilirdi ya da aslında rehinenin de suçlu ile birlikte olduğu ortaya çıkardı.
Jenny için de durum ikincisiydi. Banka soygununun bir parçasıydı. Jenny’nin masum bakışları da işlerini kolaylaştırıyordu. Bir polis arabası çalıp kaçmaları kolay olmuştu. Rehine arabada olduğu sürece arabaya saldıramazlardı, en fazla helikopter ile takip edebilirlerdi. Ama altgeçide vardılar mı helikopter de sorun olmaktan çıkacaktı.
Diğer rehineler de bankadan çıkartılıyorlardı polis tarafından. Aralarında mavi bereli ve kahverenkli paltolu olan cebindeki dosyayı tekrardan kontrol ettikten sonra yoluna devam etti. Polisin onu izlemediğine emin olduktan sonra da telefonuyla birisini aradı. Hırıltılı sesiyle patronu heyecanla konuştu: “Halledildi mi?”
“Evet, efendim. Belge elimde. Soygun amacına hizmet etti.”
“Güzel, çabuk onu bana getir.”
“Yola çıktım bile.”
Güneş sıcaklığını iyice gösteriyordu, bu yüzden kel kafasını soğuk tutmasın diye taktığı mavi beresini çıkarttı ve bereyi paltosunun ceplerinden birine tıkıştırdıktan sonra bir taksi çağırdı.
08:51:06... 08:51:07... 08:51:08...
New York, Cole Ortiz’in Dairesi, 08:58:04
Cole Ortiz’in bugün izin günüydü güya, ama gelen telefon hemen CTU’ya gelmesi yönündeydi.
“Cidden uykumun en güzel anını berbat ettiğin için sana nasıl bir harekette bulunmamı isterdin? Üç aydır zaten her gün CTU’dayım, bırak bugün senin o şebek yüzünü görmeyeyim, Arlo.”
“Müdür tüm izinleri iptal ettirdi ve herkesi CTU’ya çağırdı.” diye ısrar etti Arlo.
“Öyle demek, sanırım bana olan gıcıklığından.”
“Hayır, büyük bir olay var. Gelince açıklarım.”
“Tamam, yirmi dakikaya geliyorum.”
Ama önce sakal tıraşı olmama müsaade edin en azından, diye iç geçirdi Cole ve banyoya doğru yol aldı.
08:59:58... 08:59:59... 09:00:00...
Published on May 19, 2014 03:40