Defne Suman's Blog, page 23

May 9, 2016

Ayşe Arman’la Röportaj

Ayşe Arman’la hayattan, tarihten, toplumdan, edebiyattan ve Emanet Zaman’dan konuştuk.


http://www.armanayse.com/icerik/kategoriler/roportaj/defne-suman_307.html


Screen Shot 2016-03-20 at 08.44.00

Foto: Fethi Karaduman


 


Filed under: Öykü-Edebiyat-Yazarlık, Basında, Türkçe Yazılar Tagged: ayşe arman, edebiyat, Emanet Zaman, seyahat, tarih
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on May 09, 2016 19:57

Ben Her Bahar Aşık Olurum

Defne Suman


Yoga Journal Türkiye’nin Mart-Nisan sayısında çıkan yazım.


Ben her bahar aşık olurum


Rüzgar olur, yağmur olurum…


Sezen Aksu’nun bu eski şarkısını bilmeyen var mıdır?


Sadece Sezen Aksu mu her bahar aşık olan? Elbette değil! Her bahar tabiat da aşık olur! Canla başka yenilenir, bütün güzelliğiyle varlığını gören gözlere, duyan burunlara, hisseden ruhlara sunar. Üstelik en berbat kışların ertesinde bile bunu yapacak gücü bulur kendinde. Gizli bir kaynaktır içim, der şarkı. O gizli kaynaktan açar çiçekler, betondaki çatlaktan bile bulur yolunu. Buzlu saçakların altında tir tir titreyerek geçirdikleri gecelerin güneşli sabahında kediler birbirlerinin peşine düşerler ve her yeni canla, her yeni meyveyle kışın karanlık günlerinin üzerine ümit ve yaşam sevinci düşer.


Alemin düzeni böyledir.


Kırılan dallar gibiyim/ Ben her bahar dirilirim / Gizli bir kaynaktır içim /Kendime bir yol bulurum.


Bu bahar erikler, bademler çiçek açarken biz ne yapıyoruz? Kalplerimizde o taze titreşimlerin aksini hissediyor muyuz? Ruhumuz diriliyor, içimizden taşıyor mu? Yoksa aklımızdaki bin bir meselenin gölgesinde, dünyayı pençesine almış zulüm ve nefret dalgası için aşk da hayat da yitip gidiyor mu?


Burada aşk derken bir kadına ya da bir erkeğe duyduğumuz aşktan değil, yüreğin diriliş hissini kastediyorum. Ama o dirilişi çoğumuz ilk aşkımız sayesinde, ilk aşkımız sırasında tecrübe ettiğimiz için de sanki gençlikte yaşanır da bir daha da başa gelmez bir şey gibi düşünmeye yatkınız.


Bir bahar pazarı hatırlıyorum. On beş yaşındayım. Tiyatro çalışması için okula gideceğiz. Pazar sabahları Nişantaşı bomboş. Okulun arkasındaki parkta kirazlar, bademler, şeftaliler coşmuş, tatlı rüzgarda pembe beyaz yapraklar uçuşuyor. Ben gözlerimin altına ilk defa mavi kalem çekmişim ve okulun arka duvarı boyunca sallana sallana kapıya yürüyorum. Birden başımı kaldırdım. Kapının orada birisi duruyordu. Bir demek ışık tam önüne düşmüştü, o mu değil mi emin olamadım. Yaklaştıkça netleşti. Oydu. Aşık olduğum çocuk, sırtına ceketini atmış, benim okul duvarı boyunca yürüyüşümü yüzünde samimi bir tebessümle izliyor, okula beraber girelim diye bekliyordu.


Sevinç kalbimden boğazıma oradan yüzüme çıktı.


Bahar ve aşk o anda benim için birbirine karıştı ve bir daha da ayrılmadı.


Ta ki kafası dolu, zamanı az, evli barklı bir yetişkin haline gelene kadar…


Bir gün bahçemizde açan badem ağacının yanından yürüyüp geçtiğimi fark ettim. Bizim bahçe dediğim aslında apartmanın otoparkı. Otomobiller neredeyse birbirinin üzerine park edildiği ve her türlü çiçeğin saksı dibine batırılan sigara izmaritleri sebebiyle üç vakte kadar solup gittiği bir alan olduğu için bütün ömrüme tanıklık etmiş bu badem ağacının hâlâ yaşıyor olması benim için başlı başına bir neşe kaynağı ama işte o gün işim vardı, kafam doluydu, bir yere geç kalmaktan korkuyordum ve bakıp geçtim. Sonra dikkat ettim eskiden beni sevinçten çıldırtan görüntüler, sesler, kokular Boğaz’ın mavisi, martıların çığlığı, taze ot kokusu… Bunları da kanıksamışım, neden eskisi gibi yüreğimi titretmiyor diye dertleniyorum.


Baharla karışık aşk nerede? Aşkla karışık bahar nerede?


Ülkeyi, dünyayı, insanlığı pençesine almış bu cinnet ve zulüm dalgası yüzünde mi böyleyim?


Belki. Ama öte yandan biliyorum ki yaşama sevincini en insanlık dışı koşullar altında yaşayanlar da duyabiliyor. Hatta onları hayatta tutan tek şey bu sevinç, umut… O halde kendi karamsarlığımı, hissizliğimi dünyanın gidişatına bağlayamam.


Neye mi bağlayabilirim?


Alışkanlığa. Tembelliğe. Rahatlığa. Bakar körlüğe.


İlerleyen yaşıma…


Evet, yaşadığımız baharların sayısı artarken ona karşı duyduğumuz coşku da azalıyor. Bunun adına da yaşlanmak deniyor!


Bir çocukla bir ihtiyarın farkını düşünün: Onları birbirinden ayıran vücutları, akılları, tenlerinin tazeliği değil yaşama duydukları sevinçtir.


Yıllar geçerken vücut gibi yüreklerimiz de kuruyor yani?


Galiba öyle.


Peki vücudumuz yavaş yaşlansın diye gösterdiğimiz onca özeni ruhumuza da gösteriyor muyuz?


Yaşama sevinci çocukken içimizde gani gani. O yüzden çocukken denizin tuzundan, balonun kırmızısından, odunun kokusundan büyüleniyoruz. İlk gençliğimizde aşk var, hormonlarla da beslenen kıpır kıpır hisler. O zamanlarda her bahar aşık olmak kolay.


Peki şimdi?


Vücut gibi kalp ve ruhu da her gün çalıştırmamız gerekiyor.


Hatha Yoga insanın katmanlardan oluştuğunu söyler. Fiziksel vücut ilk ve en dıştaki katmandır. Hemen sonrasında nefes vücudu gelir. Fiziksel organizmayı hayatta tutan elektrik akımı. İlk nefesle girip, son nefesle çıkacak olan can katmanı. Ondan bir sonraki katman zihindir. Bunu da beyin dalgaları olarak düşünebiliriz. Bir düşünce ile diğer arasında gidip gelen cereyan. Bu üç katman sürekli olarak birbirleri ile iletişim içindedir. Zihin katmanında gerçekle örtüşmeyen bir inanç yüzünden (“Ben sevilmeye değer bir insan değilim” gibi) oluşan bir tıkanıklık nefesi etkiler, bir yerde tıkanan nefes de fiziksel organizmanın sağlığını tehlikeye sokar.


Hatha Yoga bu üçlü arasında düzenli bir iletişim yaratmaya çalışır. Bir yandan fiziksel vücudu çalıştırarak nefesin akışını muntazam hale getiririz ve canlanan nefes vücudu vasıtasıyla zihindeki tıkanıkların çözülme sürecini başlatırız. Ama bu tek yönde ilerleyen bir trafik değildir. Öte yandan zihinsel kalıpları çözüp, nefes yoluyla bu çözülmeyi vücuttaki tıkanıklara taşımak gerekir. Yoksa çalışma amacına ulaşamaz.


Yoga sırasında can kazanıyoruz. Oksijen kana karışırken, Sanskitçe adı Prana olan nefesin özü, yani can da karnımızdaki bir merkezde (kanda) birikiyor. Karnımızda bir nevi can rezervi yaratıyoruz ve yorgun veya hasta olduğumuzda bu rezervden kullanıyoruz. Aynı şekilde yine yoga sırasında sevinç rezervi de yaratabiliriz. Bu can rezervi yaratmaktan biraz daha zor. Çünkü inandığımız kalıpları kırmayı gerektiriyor. Bana, sana, ona ve dünyaya duyduğumuz şüphelerin önce keşfi sonra da düzeltilmesini gerektiriyor.


Zihinsel kalıpları kırdık diyelim, içinden ne çıkıyor?


Yeni bir ben!


Bizim badem ağacının her bahar başka çiçekler açması gibi biz de her bahar yeni bir benle dünyaya açılabiliriz.


Çiçek böcek edebiyatı yapmıyorum. İnsan zihni (kalbi, ruhu) tabiattaki bütün varlıklar gibi baharda tazelenip yepyeni bir yüzle dünyayı kucaklamaya programlı aslında. Onun için söylüyorum. Yeter ki eskiye sıkı sıkı sarılmayalım. Tek zannettiğimiz gerçeğin göreceli bir şey ve belki de bir kurgu olabileceğini bir düşünelim.


Yoga bir özgürlük sanatıdır.


İnsanı yaşamdan alıkoyan korku ve endişelerden arınma disiplinidir.


Prana vücudu toksinlerden, ruhu da kaygıdan, korkudan arındırmaya gücüne zaten sahip. Yeniliklere evet demek ve hatta o bile değil, o evet’e direnen, o evet’i bir türlü diyemeyen parçamıza kulak verip, ona şefkatle yaklaşmak bile yeni bir ben’in tohumunu atıyor.


Gizli bir kaynaktır sahiden de içimiz…


Oraya her sabah bir dokunmak yeter.


Her bahar aşık olmak hâlâ mümkün!


Fotoğraflar: Alicia J. Rose Photograpy® (Yoga Shala PDX’in izniyle)


AR80030_AR80030-R2-E008


Filed under: Türkçe Yazılar, Yaşama Dair, Yoga Tagged: aşk, bahar, hathayoga, sezenaksu, shadowyoga, Yoga
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on May 09, 2016 04:28

April 29, 2016

March 24, 2016

Η συγγραφή της Σιωπής της Σεχραζάτ

Όντας γέννημα θρέμμα της Κωνσταντινούπολης, το ενδιαφέρον μου για τη Σμύρνη ήταν Screen Shot 2014-06-10 at 11.39.26περιορισμένο και επιφανειακό. Ώσπου την επισκέφθηκα για να διδάξω ένα σεμινάριο γιόγκα. Ήταν άνοιξη. Αμυγδαλιές και κερασιές άνθιζαν παντού. Μετά το μάθημα φόρεσα τα ακουστικά μου κι έκανα έναν περίπατο στο φημισμένο «Κορδόνι» της Σμύρνης. Νέοι άνθρωποι ξάπλωναν στο γρασίδι, κορίτσια χασκογελούσαν μεταξύ τους, άλλοι κάθονταν τεμπέλικα στα καφενεία ακούγοντας μουσική, κάτι τσιγγάνες έλεγαν τη μοίρα στα παγκάκια μπροστά στη θάλασσα, τη θάλασσα με το βαθύ μπλε χρώμα. Στον ουρανό ούτε ένα σύννεφο.


Read the whole article @9786180114508


http://blog.psichogios.gr/h-dafnh-soyman-grafei-gia-to-neo-ths-biblio-h-siwph-ths-sexrazat/


Defne Suman

Δάφνη Σούμαν


Filed under: Ελληνικά Tagged: σμύρνη
1 like ·   •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 24, 2016 08:03

Bir roman nasıl doğar?

Yeni romanım Emanet Zaman’ın yazılış hikayesi kendi başına bir roman olabilir.


Doğma büyüme bir İstanbul kızı olarak İzmir’e ilgim son derece yüzeysel, yok denecek kadar azdı. Hatta çocukluğumda arabayla geçtiğimiz bir kaç seferi saymazsak hayatımda İzmir’e gitmemiştim bile! Nihayet 2012’de bir yoga kursu vermek üzere İzmir’e davet edildim. Bahar vaktiydi. Bademler, kirazlar çiçek açmış. İnsanlar sokaklara dökülmüş… Dersten sonra meşhur kordonda tek başıma yürüyor, ipod’umdan rasgele şarkılar dinliyordum. İnsanlar çimenlere, deniz kenarında kafelere yayılmış, genç kızlar kol kola yürüyor, Çingene kadınlar fimage002al açıyordu. Gökyüzü de deniz de masmaviydi.


Birden kulağımda Yunanca bir şarkı başladı: Μένω Εκτός. Durdum. Gözlerim dolmuştu. Etrafımdaki neşeli insanarla bakıp içimde birden çöken kederin sebebini anlamaya çalıştım. Öyle tuhaftı ki şarkı çaldıkça sanki topraktan hüznün buhar gibi yükseliyordu. Oracıktaki bir banka oturup göz yaşlarımı serbet bıraktım.


Toprağın acıyı içinde barındarabileceğini işte ilk o zaman anladım.


Yine de yeni bir roman yazmaya oturduğumda aklımda İzmir yoktu. Tarihi bir roman yazmayı ise aklımdan bile geçirmiyordum. Ama işte yazarlığın en esrarengiz ve keyifli taraflarından bir tanesi bu… Sizi nereye çekeceğini bilmiyorsunuz. Bir planı takip ettiğinizi zannederken bir karakter çıkıveriyor satırların arasından. Ona kulak asmasanız bile o rüyalarınıza girip, kaleminizin ucundan çıkıyor.


Şehrazat da benim hayatıma böyle girdi. Üzerinde çalıştığım başka bir romandaki uzak bir halaydı. İzmir’de bir köşkün kulesinde yaşayan, kimsenin yaşını bilmediği ve dilsiz esrarengiz bir hala… Bir iki satırda gelir geçer sanmıştım. Şehrazat beni bırakmadı! Anlatacak bir hikayesi vardı ve ona şimdi kulak vermezsem hikaye buhar olup gidebilirdi. Kalemi Şehrazat’ın rehberliğine bıraktım.


Kuleli kiosk

Şehrazat’ın hikayesini anlattığı Kuleli Köşk


O hikayesini anlatırken ben de araştırmaya koyuldum. Yavaş yavaş gözümün önünden bir perde kalktı ve kendimi yepyeni bir dünyada buldum. Bu dünyada güzellik ile zarafete değer veriliyor, Türkler, Rumlar, Latinler, Ermeni ve Yahudi’ler yan yana yaşıyor, birbirlerini seviyor, sayıyor ve bu kozmopolit liman kentinin sakinleri oldukları için gurur duyuyorlardı. Burası eski İzmir’di. Burada şık kafeler, tiyatrolar, sanata, edebiyata meraklı insanlar, yabancıların ağzını açık bırakacak güzellikte kadınlar ve onlara saygıyla şapka çıkartan erkekler, çınarların gölgesinde nargile tüttüren ihtiyarlar ve kapı dolaşıp bohçasındaki ipekleri şehrin kadınlarına satan çingeneler vardı. İnsanlar üç dili birden konuşuyor, gazeteler, sokak isimleri üç ayrı alfabede yazılıyordu.


Başım dönmüştü! Ben de bu dünyada yaşamak istiyordum. Eski İzmir’de çocuk olmak, elbiselerimle denize dalıp, akşamüstü mahallede ip atlamak, orada büyümek, okula gitmek, uzak kumsallarında sevişip, katmerli kurabiyelerinden yemek, Bornova bahçelerindeki çay partilerinde yakışıklı gezginlerle dans etmek istiyordum… İçimde o dünyanın parçası olma arzusu şiddetlendikçe ben kaleme daha sıkı sarıldım. Çünkü o yitik şehirde yaşamı tecrübe etmenin tek yolu onu hayal gücümde yeniden kurmakla mümkün olacaktı. Böylece eski İzmir’in sokaklarını, okullarını, meydanlarını, otellerini, kafelerini hayalimde yeniden yarattım, sayfalar boyunca o eski şehrin bir ucundan diğerine yürüdüm durdum.


O dünyayı bir defa kurduktan ve ona tüm kalbimle bağlandıktan sonra beni bekleyen kaçınılmaz sonla yüzleşme vakti geldi. Bu eşi benzeri bulunmak güzel şehri, bu neşeli kozmopolit dünyayı yıkmak zorundaydım. Yıkılmış, yitip gitmişti çünkü. Artık topraktan tüten kederin sebebini biliyordum. Topraklarından sürülen, orada ölen, orada sevdiklerini bırakan insanların acısıydı… Ve bölüm bölüm yıkımı ve kaybı anlatmaya giriştim. Artık sadece Şehrazat değil, bu yolculuk boyunca bana eşlik etmiş bütün karakterler Avinaş, Hilmi Rahmi, Sümbül, Panayota, Edith, çingene Yasemin…. hepsi yanımdaydı. Hepsi o acılı günleri, biricik Smirni’lerinin yıkımını anlatmak, savaşı, kirli hesapların aldığı canları, yok ettiği hayatların kaydını tutmak ister gibi telaşla kafamda konuşuyorlardı.


Son bölümleri trans halinde yazdığımı söyleyebilirim. Hayalimde en ince ayrıntısına kadar canlandırdığım ve söze döktüğüm bir dünyanın ve insanlarının yıkımını yazmak, o günleri yaşamak gibi bir şeydi. Bazı günler yazarken ağladım. Bazı günler içim öfkeden kedere, kederden çaresizliğe savruldu durdu.


9786180114508

Emanet Zaman Yunanistan’da Şehrazat’ın Suskunluğu ismiyle okuruna kavuştu.


Sonunda ortaya Emanet Zaman çıktı.


Şimdi çocukları yuvadan uçmuş bir anne gibi heyecan, gurur ve telaşla karakterlerimin kendi yollarını çizmelerini izliyorum. Biliyorum ki siz, sevgili okur ile buluştukça onlar canlanacaklar. Ne demişler? Bir romanı yüzde elli yazarı, yüzde elli okuru yazarmış!


Bugün sizleri de o dünyaya taşıyabildiğim için çok mutluyum. Emanet Zaman’ın satırlarında buluşmak üzere…


Defne Suman.


Defne Suman


Buradan da romanın tanıtım videosunu seyredebilirsiniz. Yunan yayınevim hazırladı, Doğan Kitap yayınladı. Ben izlemeye doyamıyorum. Umarım siz de seversiniz.


 


 


Filed under: Anı, Öykü-Edebiyat-Yazarlık, Türkçe Yazılar Tagged: Emanet Zaman, izmir, Smyrna, Yaratıcı Yazarlık, yazarlık, Şehrazat'ın Suskunluğu
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 24, 2016 05:54

March 18, 2016

Emanet Zaman Çıktı!

Yeni romanım Emanet Zaman bütün kitapçılarda… Yorumlarınızı bekliyorum. :)


1905 Eylül…


İngiliz casusu Hintli Avinaş Pillai İzmir limanına iniyor. Ömrünün sonuna kadar bağlı kalacağı Edith Lamarck’a âşık olacağını henüz bilmiyor…


1919


Rum kızı Panayota’nın içi kıpır kıpır… İlk aşkının İzmir’e ayak basan Yunan ordusuna katılarak Anadolu’da savaşacağını aklının ucundan bile geçirmiyor.


1926


Büyük İzmir Yangını’ndan Miralay Hilmi Rahmi tarafından kurtarılan Şehrazat suskun. Geçmişini hatırlıyor, anlatacak büyük bir hikâyesi de var ama konuşmaya henüz hazır değil…


Edith, Panayota ve Şehrazat… Bu üç kadını birbirlerine bağlayan güçlü bir bağ var sadece Hintli casusun bildiği… Ve de Bornova’daki Levantenleri, Frenk Mahallesi’ndeki Rumları, Haynots’taki Ermenileriyle bir yüzyıla yayılan bu hikâyeyi kucaklayan sımsıcak, yitik İzmir…


 


image002


 


Filed under: Öykü-Edebiyat-Yazarlık, Türkçe Yazılar, Yaşama Dair
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 18, 2016 13:49

February 19, 2016

An Interview about my New Novel

Here is a link to an interview conducted with me by dear INO COHEN about literature, life, Greek-Turkish relationships, Smyrna, Istanbul and and my new book The Silence of Sehrazad (“Emanet Zaman” in Turkish)


https://inocohen.files.wordpress.com/2013/03/defne-suman-english.pdf


IMG_0240


Filed under: Öykü-Edebiyat-Yazarlık, Blogs in English Tagged: Emanet Zaman, Greece, Greeks in Turkey, Literature, Silence of Sejhrazad, Smyrna, turkey, İstanbul
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on February 19, 2016 10:10

February 14, 2016

Yeni Roman

Önümüzdeki haftalar içinde Yunanistan ve Türkiye’de arka arkaya çıkacak olan yeni romanım Emanet Zaman’ın ( Η Σιωπή της Σεχραζάτ) tanıtım videosu için tıklayınız:


Η Σιωπή της Σεχραζάτ


9786180114508


 


Filed under: Türkçe Yazılar
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on February 14, 2016 22:07

January 25, 2016

Γειά σας!

2011_5_Greece_Turkey_-992

Foto: Aisha Harley


Γειά σας!


Καλωσήρθατε στο μπλογκ μου «Insanlik Hali”, που στα ελληνικά σημαίνει «Περί της Ανθρώπινης Φύσης». Οι περισσότερες αναρτήσεις είναι στα τούρκικα, αλλά όσο πιο συχνά μπορώ προσπαθώ να γράφω στα αγγλικά και στα ελληνικά. Μπορείτε να δείτε τις αγγλικές μου αναρτήσεις στην κατηγορία Blogs in English.


 


Αν σας ενδιαφέρει να μάθετε ποιος τα γράφει όλ’ αυτά να σας πω κάτι για μένα:


Γεννήθηκα στην Κωνσταντινούπολη.   Αν και έχω ταξιδέψει σ’ όλον τον κόσμο, πάντα κατέληγα στο ίδιο ψηλό πράσινο κτήριο όπου γεννήθηκα και μεγάλωσα, στο κέντρο της Πόλης.


Πήγα σχολείο στην ίδια γειτονιά και μετά στο Πανεπιστήμιο του Βοσπόρου, λίγα μόλις χιλιόμετρα από το σπίτι μου.


Μέχρι τα 23 δεν είχα φύγει από την περιοχή εκτός για κάμπινγκ στις παραλίες της νοτιοδυτικής Τουρκίας.


Πήγα στη Σχολή της Κοινωνιολογίας και ολοκλήρωσα τις μεταπτυχιακές μου σπουδές πάνω στο ίδιο θέμα. Η μεταπτυχιακή μου διπλωματική εργασία που έκανα υπό την επίβλεψη της Δρος Nilufer Gole είχε τίτλο «Απόψεις Ηθικής, Σεμνότητας και Νεωτερικότητας: Η περίπτωση της Fadime Sahin».   Εστίασα σε ένα σεξουαλικό σκάνδαλο που διαδραματίστηκε σε Ισλαμικούς κύκλους και είχε λάβει μεγάλη δημοσιότητα από τα ΜΜΕ.


Μέχρι το έτος 2000, δύο μεγάλες αλλαγές είχαν συμβεί στη ζωή μου: η μία ήταν ότι είχα κερδίσει στον λαχνό την Πράσινη Κάρτα της μόνιμης διαμονής στις ΗΠΑ και η άλλη ότι αποφάσισα να εγκαταλείψω την ακαδημαϊκή μου καριέρα και να ταξιδέψω στον κόσμο μόνη μου, κάνοντας εθελοντική εργασία. Μετά από ένα σύντομο ταξίδι στις ΗΠΑ ξεκίνησα για την Ανατολή και ταξίδεψα στην Ινδία, την Ινδονησία, τη Μαλαισία, το Λάος και τελικά την Ταϋλάνδη όπου συνάντησα δύο καταπληκτικούς ανθρώπους που δίδασκαν γιόγκα, την Μπήατριξ και τον Πάντσο, οι οποίοι έγιναν οι πρώτοι μου δάσκαλοι. Ήταν αφοσιωμένοι ασκητές της Χάθα Γιόγκα, εραστές του ωραίου, του απλού και του Θεϊκού.   Έμεινα όσο πιο κοντά τους μπορούσα για τα επόμενα τρία χρόνια και με την καθοδήγησή τους έμαθα όχι μόνο να ασκούμαι στη γιόγκα αλλά και για τον Βουδδισμό, την φιλοσοφία των Βέδα και μελέτησα διάφορα κείμενα σχετικά με την Χάθα Γιόγκα.


Σε ένα από τα ταξίδια μου στις ΗΠΑ, στο Πόρτλαντ του Όρεγκον, ανακάλυψα την Shadow Yoga, ένα υποσύστημα της Χάθα Γιόγκα που εφαρμόζει ο Ζάντερ Ρεμέτε.   Εντυπωσιάστηκα από τις απλές και πολύ αποτελεσματικές κινήσεις, τις δυνατότητες που άνοιγε για την αλλαγή του ωυχισμού του ασκούμενου και τις άφθονες πληροφορίες που προσέφερε για την Αγιουρβέδα, την Μαρμαστάνα και τη φιλοσοσφία των Βέδα. Καθώς άρχισα να κατανοώ πώς λειτουργού οι μπάντας και ο ρυθμός στα βαθύτερα στρώματα του δικού μου σώματος και εαυτού, αποφάσισα να παραμείνω στο Πόρτλαντ αντί να επιστρέψω στην Ταϋλάνδη. Για τρία χρόνια μαθήτευσα με τον δάσκαλό μου της Shadow Yoga στο Πόρτλαντ, ενώ παρακολουθούσα τα σεμινάρια του Ζάντερ Ρεμέτε και της Έμμα Μπαλνάβες σε διάφορα μέρη του κόσμου. Σήμερα συνεχίζω τις σπουδές μου με τον Ζάντερ και την Έμμα και με την άδειά τους διδάσκω το σύστημα της Shadow Yoga στην Κωνσταντινούπολη και το Πόρτλαντ.


 


Εκτός από τη γιόγκα, το γράψιμο καταλαμβάνει μεγάλο μέρος της ζωής μου. Το πρώτο μου βιβλίο («Το Μαβί Βουνό» – μόνο στα Τούρκια μέχρι στιγμής) δημοσιεύτηκε το 2011.   Είναι μια συλλογή από δοκίμια και κομμάτια από το ταξιδιωτικό μου ημερολόγιο.   Το δεύτερό μου βιβλίο («Το Κρυφτό» – κι αυτό στα τουρκικά) έχει αστυνομική πλοκή που, τελικά, αποκαλύπτει την εσωτερική δυναμική των σχέσεων σε μια μεγαλοαστική οικογένειας της Κωνσταντινούπολης. Αναπόφευκτα, όπως κάθε πρώτη προσπάθεια μυθιστοριογραφίας, «Το Κρυφτό» περιέχει πολλά βιογραφικά στοιχεία. Το τρίτο μου βιβλίο, «Η Σιωπή της Σεχραζάτ» είναι ένα ιστορικό μυθιστόρημα που διαδραματίζεται στη Σμύρνη, το κοσμοπολίτικο λιμάνι της Οθωμανικής Αυτοκρατορίας. «Η Σιωπή της Σεχραζάτ» θα δημοσιευτεί στην Ελλάδα και την Τουρκία στις αρχές του 2016.


 


Τα μπλογκ που αναρτώ εδώ δεν αφορούν την γιόγκα. Αντίθετα, προσπαθώ να γράφω όσο μπορώ λιγότερα για το θέμα αυτό, αφού πιστεύω ότι μπορεί κανείς να την μελετήσει μόνον υπό την επίβλεψη ενός καλού δασκάλου.   Τα μπλογκ μου έχουν ποικίλο χαρακτήρα, από απομνημονεύματα μέχρι διηγήματα, κοινωνιολογικά άρθρα και ταξιδιωτικές αναμνήσεις. Ως νέα γυναίκα που μένει στην Κωνσταντινούπολη, έχω αναπόφευκτο πάθος με τα δικαιώματα της γυναίκας, την ελευθερία, την δικαιοσύνη και την δημοκρατία. Το κομμάτι που έγραψα κατά τη διάρκεια της αντίστασης στο Γκεζί Παρκ το 2013, «Τι Συμβαίνει στην Κωνσταντινούπολη», διαβάστηκε από εκατομμύρια αναγνώστες σε όλο τον κόσμο και βοήθησε στην κατανόηση της εσωτερικής δυναμικής του κοινωνικού κινήματος στην Τουρκία.


 


Εδώ, ελπίζω να διερευνήσω την ανθρώπινη φύση και την ζωή. Πάνω και πέρα από τις τοπικές μας ταυτότητες, πιστεύω ότι υπάρχει ένα κοινό έδαφος κατανόησης. Πιστεύω ότι υπάρχει μια παγκόσμια ανθρώπινη κατάσταση που μπορεί να εκφραστεί και να μεταφερθεί από τον έναν στον άλλον άσχεται από τον πολιτισμό, την τάξη, την φυλή, την θρησκεία ή την χρονική στιγμή.


Αν και οι περισσότερες αναρτήσεις μου μιλούν για «μένα», μέσα απ’ αυτές σκοπός μου είναι η διερεύνηση της Ανθρώπινης Φύσης.


Σας ευχαριστώ που επισκεφτήκατε το μπλογκ μου! Ελπίζω να το απολαύσατε.


Επικοινωνία


Περισσότερες πληροφορίες σχετικά με τις τάξεις που διδάσκω και το πρόγραμμά τους θα βρείτε στην ηλεκτρονική διεύθυνση, www.defnesumanyoga.com


Περισσότερες πληροφορίες για τα βιβλία μου θα βρείτε στην ηλεκτρονική διεύθυνση, http://www.defnesuman.com


 



Filed under: Ελληνικά

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 25, 2016 05:32