Tuğba Gürbüz's Blog, page 78

February 7, 2018

Günlerin içinden geçerken

İzliyorumBizim evde televizyon yalnızca çizgi film ve radyo kanalları için açılıyor. Kendimi bildiğimden yeni eve taşınırken dijital yayın platformu üyeliğimi iptal ettim. Gel zaman git zaman film izleme ihtiyacı baş gösterdi. Ben de çareyi blutvde buldum. Özellikle dizileri ilgimi çekiyor. Uykusuz kalmadan, insan gibi her akşam bir bölüm izliyorum. The Handmaids Tale, The Young Pope, Apple Tree Yard, Fearless izlediklerimden. Yeni favorim: 11.22.63  Stephen King'in aynı isimli romanından uyarlanan dizinin konusunu kitabın arka kapağından alıntılayalım.
22 Kasım 1963'te, Dallas'ta üç el silah sesi duyuldu, Başkan Kennedy öldü ve dünya tarihi değişti. Peki, bütün bunları değiştirme şansınız olsaydı? Kendi kuşağının sosyal, kültürel ve politik meselelerini sindirmiş bir yazar olan Stephen King, bu mükemmel kurgulanmış gövde gösterisinde okuyucuları geçmişe uzanan inanılmaz bir yolculuğa çıkarıyor. Her şey Maine'deki Lisbon Falls kasabasında yaşayan ve fazladan iki kuruş kazanmak için sınavlara hazırlık derslerine (blog yazarının notu: yetişkinler için açılan dışarıdan lise bitirme derslerinden bahsediliyor) giren 35 yaşındaki İngilizce öğretmeni Jake Epping'le başlıyor. Öğrencilerinden kompozisyon ödevi olarak hayatlarını değiştiren bir olayı yazmalarını isteyen Epping, nefesini kesen bir ödevle karşılaşıyor: Harry Dunning'in babasının elli yıl önce eline çekici alıp ailesini katlettiği gecenin tüyler ürpertici hikâyesi. O kompoziyonu okuduğu an, Jake için bir dönüm noktası. Tıpkı 1963'ün ABD tarihi için bir dönüm noktası olması gibi... Kısa süre sonra kasabadaki lokantanın sahibi ve Jake'in arkadaşı olan Al, ona bir sır veriyor: Deposu, aslında  geçmişe, 1958'deki belirli bir güne açılan bir geçit. Ve Al, Jake'ten saplantı hâline getirdiği görevi devralmasını, Kennedy suikastını engellemesini istiyor. Böylece Jake, George Amberson olarak Ike, JFK ve Elvis'in büyük Amerikan arabalarının ve fiyonklu çorapların dünyasında, herkesin her yerde sigara içtiği bir Amerika'da yeni bir hayata başlıyor. Maine'deki Dunning ailesinin yaşadığı boğucu Derry şehrinden, Jake'in hayatının aşkıyla karşılaştığı Texas'taki sevgi dolu Jodie kasabasına, Lee Harwey Oswald'a ve Dallas'a uzanan bu romanda; geçmiş, geçmiş olmaktan çıkıp gerilim ve heyecan dozu yüksek bir maceraya dönüşüyor. Zamanda yolculuk hiç bu kadar inandırıcı ve bu kadar ürkütücü olmamıştı! 
Son cümledeki gerilimden bahsetmek gerekirse, inanın bana, tarihi önceden bilmek yetmiyor. Jake Epping için işler tereyağından kıl çeker gibi yürümüyor çünkü geçmiş değişime karşı koyuyor ve akıl almaz kazalar, dirençler Epping'in önünü kesiyor. 11:22:63 inandırıcılığı, heyecan dozu yerinde başarılı bir yapım. Alet çantası dolu bir kurmaca yazarın elinden çıkan romana dayalı senaryo, izlediklerimizden haz almamızı sağlıyor. 
OkuyorumUrsula K. Le Guin'i ilk kez Çağlar'ın hediyesi Mülksüzler kitabı ile tanıdım. Aradan geçen on yılda Kanatlı Kediler Masalı serisi ve Balık Çorbası adlı çocuk kitaplarını okumak ve Kadınlar, Rüyalar, Ejderhalar ve Dümeni Yaratıcılığa Kırmak kitaplarını karıştırmaktan öteye geçemedim. 2017'nin bahar aylarında Yerdeniz serisini, Aya Tırmanmak ve Diğer Öyküler'i aldım. Dört, beş ayımı onun romanları içinde kaybolarak geçirebilirdim. Bunun büyüme yolculuğuma katkısı olacağından, bana iyi geleceğinden emindim. Notos 66. sayısını (Ekim Kasım 2017) Ursula'ya ayırdığında, yeni yayımlanan Anlatış da kitaplıkta yerini aldığında tam da ihtiyaç duyduğum şeyin, Ursula'nın ejderha bilgeliği olduğunun, bunun için kendime alan açmam gerektiğinin farkındaydım ama her nedense ilk adımı atamıyordum. Derken Ursula öldü ve Margaret Atwood'un onun hakkında The Guardian için yazdığı yazı Hanife Aliefendioğlu çevirisiyle Çatlak Zemin'de yayımlandı. Ve ben aradığım ivmeyi bulabildim. Mülksüzler ile çıktım yola. 1974'te yayımlanan kitabın bir nebze bile eskimemesine hayranlık duyarak, yavaş yavaş içiyorum satırları. 30larındaki ben'in altını çizdiği yerlere bakıyorum, en çok da Çağlar'ın el yazısına, "tek mülkümüz aşk olsa şu dünyada" temennisine... 
DüşünüyorumToplumun sürüklendiği kamplaşma, üzerimizde gittikçe artan baskı, şiddet, düşünmeyen, muhakeme etmeyen, soru sormayan, verili cevapları tekrar sunmayı marifet sayan bir eğitim öğretim sisteminin velisi hâline gelmek beni kaygılı, endişeli bir ebeveyn yapıyor. Pek çok beyaz yakalı gibi, gitme fikri zaman zaman (hadi doğrusunu söyleyelim düzenli ve sık periyodlarla) beni de yokluyor. Bir planım yok. İçimde gerçek anlamda gitme isteği de yok çünkü normal koşullarda yaşamaktan memnun olduğum ve de olacağım tek şehirdeyim. Amma velakin kötü haber bombardımanı altında yaşamaktan, içtiğimiz suyun, soluduğumuz havanın zehirlenmesinden, dört beş yıllığına seçilen hükümetlerin yerele bu denli karışmasından, geri dönüşü olmayan kararlar almasından, çevre kıyımlarından bıktım usandım. Her defasında yeter noktamızın sınırlarının zorlanmasından, OHAL kisvesi altında yaptım oldulara seyirci kalmaktan ve bu dönemde çocuk büyütmeye çalışmaktan yoruldum. Yakındığım konularla yakından ilgilenen, mücadele eden pek çok dernek, sivil toplum örgütü var. İyi ki varlar ve hepimiz adına direniyorlar. Yaptıklarını ilgiyle takip etsem de yerimden kalkıp bir şey yapmıyorum. Bu umutsuzluk mu, kişilik özelliği mi onu da bilemiyorum. Damarlarımda aktivist kanı akmadığı kesin.  Hafiften duyduğum mahçubiyet nedeniyle hepimizin direnme şekli, mücadele yolu farklı diyerek kıvırabilirim. Değişimin bir parçası olmak istiyorum ama onun direnen tarafında durmaktan uzağım. Daha neşeli ve ümit veren, evet diyen tarafında yer almak benim karakterime daha uygun. Meselem daha çok, çocuk ve ebeveyn olmak odaklı. Burada açılması planlanan topluluk okulunu ilk duyduğumda, toplantılarına katılmaya başladığımda kendim gibi düşünen ebeveynlerle bir araya geleceğimi, ülkede süregiden otoriter dilin aksine özgür bir iklim bulacağımı düşünmüştüm. Kısa sürede bunun gerçekleşmeyeceğini anladım ve çocuklara vaat edilen ortamın çekiciliğine rağmen süreçten ayrılma kararı aldım. Orada edineceğini umduğum değerlerden vazgeçmiş değilim. Elimden geldiğince okumaya, araştırmaya ve uygulamaya çalışıyorum. Şefkatli Anne Günlükleri bu arayışın bir sonucu. Bu yolculuğu tek başıma sürdürmek istemiyorum. Ne zamandır bu konuda harekete geçmek, benim gibi düşünen ebeveynlerle bir araya gelmek, mesleki ve yaşamın getirdiği bilgi ve deneyimlerimiz doğrultusunda çocuklarımız için neler yapabileceğimize bakmak istiyordum. Kafamdan geçenler belli: Çocuklara iyi edebiyattan zevk alma tohumları ekmek, yaratıcılıklarını korumak, yaşadıkları kentin kültürel mirasını öğretmek, merak etmelerini, sorular sormalarını sağlamak, yaşadıkları çevreyi bilen, saygı duyan, suyuna, ağacına, havasına sahip çıkan bireyler olmalarına katkıda bulunmak...
Bu amaçlar doğrultusunda ebeveynlerle bir araya gelerek endişelerimizi paylaşmak, olumlu ve olumsuz deneyimlerimizi konuşmak, hem özlemini çektiğimiz barışçıl toplulukların kurulmasına  hem de birbirimizin gelişimine katkıda bulunacaktır. Özellikle şehirde yalnız, akraba desteğinden yoksun yaşayan anne babalar ve çocuklar için diğer aileler ile kurulacak güvene dayalı ilişkiler son derece hayati önem arz ediyor. Konuşmak için, destek almak, gelişmek, çocuklarımıza sahip olmasını umduğumuz değerleri verebilmek için birbirimize ihtiyacımız var.
DinliyorumAnadolu Beat'in 2012 yılında çıkan Flört albümünden geç haberdar oldum. Şu sıralar severek, döne döne dinlediğim gruplar arasında. 


İzleyeceğim
Çanakkale'de sinemaya gidebilmek büyük lüks. Aksiyon ve tapon romantik filmler haricinde gelen, zevkime hitap eden her türlü filmi sinemada izlemekten keyif alıyorum. Coco ve Cebimdeki Yabancı vizyonda. İlk fırsatta gidile.
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on February 07, 2018 03:20

February 1, 2018

ŞEFKATLİ ANNE GÜNLÜĞÜ:8

Çocukla Barış, Bodrum BBOM Öğretmen Okulunda tanışan Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerin orada öğrendikleri, araştırdıkları, derinleşmek istedikleri konuları ve sınıfa taşıdıklarını paylaştıkları dijital bir platform.Farklı yerlerde, farklı koşullarda çalışan üç öğretmen Sura Hart'ın rehberliğinde çıktıkları yolculuğu "Şefkatli Öğretmenin Günlüğü" köşesinde hafta hafta paylaşıyor. Gündemin ağırlığından kaçmak, umudunu arttırmak, çocuklarla ilişkilerinde fark yaratmak isteyen ebeveynler ve öğretmenler için küçük tavsiyelerle dolu günlükleri, kendi pratiğimize dökebilmek, sürecimizi gözlemlemek için bu şablonu kendi ev hâlimize uygulamak istedim. Adını da Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerden ilhamla "Şefkatli Anne Günlüğü" koydum.



Sura Hart ne diyor?
İnsanın kendini acımasızca eleştirme ve yargılama hâli genellikle başkalarını da eleştirmesi ve yargılamasıyla sonuçlanır. Unutmayın başkalarına şefkat kişinin kendine şefkatiyle başlar.
İhtiyaçlarınıza şefkatinizi artırmak için kendinize yönelttiğiniz ahlakçı yargıları tercüme etmeye zaman ayırın. Kendinizi yargıladığınızı fark ettiğinizde, bu yargıyı bir deftere not edin. Yargılarınızı, hemen o an duygu ve ihtiyaçlara tercüme etmeye vaktiniz yoksa; günün sonunda yargılarınızın üzerinden geçin ve not ettiğiniz her bir yargının ardındaki ihtiyacı belirleyin.

Ben ne düşünüyorum? 
Üst üste Şefkatli Anne Günlükleri yazdıktan sonra yaklaşan (şu anda devam eden) yarı yıl tatilini fırsat bilip günlüklerle ara vermek ve başka konular hakkında yazmak istedim. Bu araya ihtiyacım vardı çünkü hem özlediğim edebiyat yazılarına, kolektif işlere yönelmek (her ne kadar yapamasam da biri yargı ve kendine şefkatten mi bahsetmişti) hem de "yargı" haftasının hakkını vermek istiyordum. Hakkını vermek nedir açıklayayım.
8. günlüğü layığıyla yazabilmek için gözetmem gereken bazı hususlar vardı: kendimi yargıladığım anları fark etmek, bunları belirlemek, Sura Hart'ın önerdiği şekilde ardında yazan ihtiyacı saptamak, bunlara dair notlar almak gibi. Bu hazırlıklar olmaksızın yeni günlüğü yazmak istemiyordum. İşte o an bir türlü gelmedi. Haftalarca bir şey yapacaktım ben, günlük notlar alacaktım, neydi yahu o konu dedikten sonra, hatırladım ve başladım.
İtiraf etmek gerekirse bir hafta boyunca her gün kendimi yargıladığım anları belirle(ye)medim. Çoğu zaman bunu yapabilmek için kendime duraklama fırsatı dahi tanımadım. Gene de kimi anlar için, zihnimde çentikler atmayı, bazı akşamlar eve gittiğimde defterime yazmayı başardım. Yazmak, eşittir hatırlamak. Yazdıkça tuttuğum notlar çoğaldı, yeniden hatırladım.
Yargıların ardında yatan ihtiyaçlara bakmak... Kendiliğimden, çaba harcamadan yapabileceğim kıvamda değilim, henüz. Kırk fırın ekmek yemem lazım. Zira hoşuma gitmeyen bir davranış sergilediğimde, yargının ardında yatan ihtiyacı belirlemek yerine en iyi bildiğim şeyi yapıyorum, yani kendime kızıyor ve suçluyorum. Bu döngüyü ancak biraz zaman geçince, sakin kafayla düşündüğümde kırabiliyorum. Şimdi bütün çabam bu: içten gelen ilk tepkileri susturmanın bir yolunu bulmak, kendime ve karşımdakine yönelik suçlayıcı ve yargılayıcı ifadelere sarılmak yerine, olumsuz duygularıma ve davranışlarıma bakmak, altında yatan ihtiyaçları görmek. Bunu yaptıkça olaylar, kişiler, mekânlar değişse de, her defasında karşımdaki insandan işbirliği ve anlayış beklediğimi, kabul görmek, takdir edilmek, desteklenmek, duyulmak, görülmek, gözetmek/gözetilmek istediğimi açıkça görüyorum. Bunu fark etmeyi önemsiyorum. Çünkü bu sayede dikkatimi kendime çevirebiliyorum. Karşımdakini suçlamadan, serzenişte bulunmadan kendime odaklanmanın bir yolunu bulduğumda, merkezimde kalmayı başardığımda, muhatabım savunmaya ya da saldırıya geçmeden beni dinleyebiliyor en azından bu olasılık artıyor. Şiddetsiz İletişim'in bizi davet ettiği yer, tam da burası. Formül basit: gözlem yap, duygularının ve ihtiyaçlarının farkına var ve "ben" dilini kullan. Uygulamak ise bir o kadar zor.
Bir kitap okumak ve kendini değiştirmek kolay iş değil. Bu yolda birlikte yürüyebileceği, konuşabileceği, alıştırmalar yapabileceği, oyunlar oynayabileceği arkadaşları olmalı insanın. Akıl vermeden, varsayımlarda bulunmadan, teselli etmeden, lafı ağzınızdan çalmadan, sizi can kulağıyla dinleyen bir arkadaş bulduğunuzda, olay örgüsünden, saatlerce aktarsanız bıkmayacağınız diyaloglardan ve dahi monologlardan kurtulmak,  duygu ve ihtiyaçlara odaklanmak mümkün. Bunu denemeye değer buluyorum. Yine de kendimi şiddetsiz iletişimin ancak eşitler arasında kurulabileceğine inanmaktan alıkoyamıyorum. Zalimin, seçimini ahlaki olandan yana kullanmayanların yaptıklarının ardında yatan ihtiyaçları görmek, anlamak istemiyorum. Ne peygamberim ne de derviş...
 
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on February 01, 2018 06:11

January 31, 2018

İlk Okuma Kitapları Listesi

Mini mini birler için kolay okunan ve eğlenceli kitap önerileri listesi
(Liste Deniz'in okuma sırasına göre yapılmıştır.)
Yataktan Düşen Ayıcık 











Yazan Julia Donaldson Resimleyen Anna CurreyÇeviren belirtilmemişTürkiye İş Bankası Kültür Yayınları 
Aç Tırtıl 








Yazan ve resimleyen Eric Carle
Çeviren Fatih Erdoğan
Mavibulut Yayınları

Şuşu ve Üçtekeri













Yazan Yıldıray Karakiya
Resimleyen Başak Günaçan
Redhouse Kidz

Burası Benim Yerim












Yazan Pippa Goodhart
Resimleyen Rebecca Crane
Çeviren Alp Gökalp
abm çocuk&ilkgençlik

Şuşu, Can ve Dörtteker













Yazan Yıldıray Karakiya
Resimleyen Başak Günaçan
Redhouse Kidz

Bir Çizgi Film Daha













Yazan Tülin Kozikoğlu
Resimleyen Banu Taylan
İletişim Yayınları 
Ben Bir Ressamım













Yazan Tülin Kozikoğlu
Resimleyen Banu Taylan
İletişim Yayınları 
Fillerin Kanatlarına Ne Oldu?


















Yazan Lesley Sims
Resimleyen Katie Lowell
Çeviren belirtilmemiş
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları 
Bir Dakika
















Yazan ve resimleyen Somin Ahn
Çeviren Alp Gökalp
abm çocuk&ilk gençlik

Dişimi İstiyorum













Yazan ve resimleyen Tony Ross
Çeviren İlke Aykanat Çam
TUDEM

Hepsi Benim! Foli













Yazan Tülin Kozikoğlu
Resimleyen Banu Tayln
İletişim Yayınları

Bekçi Amos'un Hastalandığı Gün













Yazan Philip C. Stead
Resimleyen Erin E. Stead
Çeviren Esin Uslu
YKY

Yavru Köpek Çomar Kurbağa Çopar













Yazan ve resimleyen Axell Scheffler
Çeviren Ali Berktay
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları


Afacan Maymun Nasıl Yemek Yer?













Yazan Jane Clarke
Resimleyen Georgie Birkett
Çeviren Derin Erkan
1001 Çiçek Kitaplar

İyi Geceler Ayı Kardeş













Yazan ve resimleyen Holly Surplice
Çeviri Derin Erkan
1001 Çiçek Kitaplar

Güvercin Kakası













Yazan Elisabeth Baguley
Resimleyen Mark Chambers
Çeviren Burcu Ural Kopan
Marsık Kitap

Taş Devri Bebeği

















Yazan Julia Donaldson
Resimleyen Emily Gravett
Çeviren Derin Erkan
1001 Çiçek Kitapları 



 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 31, 2018 12:47

January 30, 2018

Listeler, yeni yıl kararları ve BuJo

Okumak istediğimiz kitaplar, izlemek istediğimiz filmler, görmek istediğimiz yeni yerler, öğrenmek istediğimiz yeni şeyler... Kabul edelim yapabileceklerimiz, yapmak istediklerimizin daima gerisinden gelecek. Zihnimize uçuşan yüzlerce parlak fikirden pek azını hayatımıza geçirebileceğiz. Ya elimizden gelenin en iyisini yapmakla yetinecek ve bu durumu kabulleneceğiz ya da için için kendimizi yiyeceğiz. Burada defalarca dile getirdim. Okumak, yazmak ve günlük hayatın getirdiği sorumluluklara yetişmek konusunda sıkıntı yaşıyorum. Yetişememe hâli beni yoruyor ve geriyor. Neticede sahip olduğumuz zaman sınırlı, içini güzel şeylerle doldurmak istiyorum. Haksız sayılmam ama görüyorum ki bu istek beni çoktan eline geçirmiş, yaptıklarımın farkına varmama engel oluyor. Yapamadıklarımı saymaya, sündürmeye, hayatımı şikâyetnameye çevirmek yerine kontrolü elime almaya kararlıyım. Malum yeni yıl dediğin, kararlar ve listelerle gelir. İşte bazıları:Gerçekler ve düşüncelerYetişemiyorum, okuyamıyorum, yazamıyorum...Tüm bunlar gerçek değil, birer düşünce. Bunun farkına varıyorum.Listeler Zamanımı doğru kullanabilmek adına listeler yapmayı ihmal etmiyorum. Bu sayede önceliklerimi belirleyebiliyor, hızlı günlük akış sırasında gözden kaçırabileceğim ayrıntılara hâkim olabiliyorum.   Küçük adımlar büyük kazançlarDaha derli toplu, düzenli olmak, özellikle zamanımı iyi kullanmak için büyük değişimler gerekmiyor. Her gün 10-20 dakika arası zamanı eve harcamak, sosyal medyada geçirilen zamanı kısıtlamak (belki kendimize de çocuklara olduğu gibi tablet ve bilgisayar yasağı getirmeliyiz), defter ve kalemle yeniden dost olmak gibi küçük, hayata geçirmesi, sürdürülebilirliği kolay adımlar atmakla işe başlıyorum.
Dijital ortamda çöp gibi görünen, dişe dokunmayan kelimeler bir deftere yığıldığında kişinin hayatına bir hacim ve doluluk hissi katıyor. Yapabildiklerimiz, yapmak istediklerimizin yanında minicik bir kum tanesi belki ama yapıldıysa şayet, anımsanmaya değer ve kıymetli. İşte bu sebeple yeni yılda kum tanelerini biriktirmeye karar verdim. İki ana defterim var. Biri çalışma odamda klavyenin önünde duruyor. Ve bana o hafta yapacaklarımı hatırlatıyor. Ödenecek faturalar, market alışverişi, çamaşır, ütü, yemek pişirme, aranacak bir arkadaş, planlar, buluşmalar, tamamıyla gündelik yaşamı kolaylaştırmaya yönelik direktifler... Diğer defter ablamın hediyesi mandalalı bir ajanda. Zamansız 52 haftalık bir ajanda bu. Sol tarafta haftanın günlerinin adı yazılı. Her bir güne, iki üç satır ayrılmış. Sağ tarafta ise boş bir sayfa var. Sayfanın altında boyamak üzere boş bir mandala çizimi bulunuyor. Bu defter, üzerimden hızla akıp giden zaman karşısında bir elek vazifesi görüyor. Okuduğum öyküleri, kitap tanıtım yazılarını, söyleşileri, hoşuma giden blog yazılarını not alıyorum. Bu sayede deftere baktığımda hayatımın hiç de zannettiğim gibi boşa akıp gitmediğini görebiliyorum. Bunu akıl eden ilk insan evladı olmadığımı biliyordum da, bu eylemin fiyakalı bir adı olduğundan hiç haberdar değildim.  Blogger arkadaşım Konserve Ruhlar'dan öğrendim, meğer buna Bullet Journalling deniyormuş.
Ryder Carrol tarafından geliştirilen ve kısaca BuJo diye adlandırılan sistemin yaratıcılığı arttırdığı, zamanın daha düzenli ve verimli kullanımına olanak sağladığı söyleniyor. İnternetteki örnekler daha fazlasını işaret etse de BuJo hayatımızı kolaylaştırmak amacıyla yaratılan resimli ve yazılı kişisel ajandalar aslında. BuJoya gösterilen ilgi o denli artmış ki, Ryder Carrol konu hakkında bir TEDx konuşması bile yapmış. Bknz:



Herhangi bir BuJo'yu elime almadım, yakından görmedim ve denemedim. Ama sözle bir anlaşmamız olduğunu iyi biliyorum. Neyi hayatınıza sokmak isterseniz onu alırsınız. Renkli kalemler, post-itler ve çıkartmalar kullanarak kısa notlar almak, hayalleri dile getirmek ve onlarla ilgili görseller çizmek, denemeye değer. Baksanıza ne kadar da davetkarlar.


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 30, 2018 06:11

January 29, 2018

Picasso'nun Pantolonları

Müze mağazalarında baştan çıkıyorum. Kesin bilgi. Ellerimi, kollarımı doldurmak istiyorum. Reprodüksiyonlar, kupalar, kitap ayraçları, magnetler... Annelikle beraber çocuk kitapları da girdi işin içine. Yolumuz Picasso Müzesi'ne düşünce kendimi tutamadım. Mağazada harcadığım euroları neredeyse beşle çarparak ödemek, bir haftalık tatil için aylarca çalışmam gerektiğini hatırlamak pek de keyifli olmayacak biliyorum ama hesap kesim tarihine ve bir sonraki tatile (yaz ayları) daha var. Aldığım kitapların ve sanat oyunlarının keyfini sürebilirim.Hazineleri eşelemeye Nicholas Allan'ın yazıp resimlendirdiği Picasso'nun Trousers* kitabıyla başladık. İngiliz yazar ve illüstratör Nicholas Allan'dan bu kitap vesilesiyle haberdar oldum. Biyografisinde otuzun üzerinde kitap yazdığı, pek çok ödül sahibi olduğu yazıyor. Türkçeye çevrilen tek kitabı Veli Nereye Gitti bebekler nasıl oluşur sorusuna yanıt veren neşeli bir kitap. Henüz okumadığım bir kitap hakkında bu kadar emin konuşmamın sebebi aşağıdaki video.

Yazarla tanıştığımıza, hakkında merakımız arttığına göre Picasso'ya dönelim.Kitabın başında genç Picassoyla tanışıyoruz. Yirmili yaşların henüz başında. Resim yapmak için Paris'e gitmek istiyor. "No!NO! NO! Picasso" said his dad.But Picasso said ..."YES!"Bu kalıp kitap boyunca sık sık tekrarlanıyor. Böylece çocuk okur, Picasso'nun hayat boyu süren arayışlarına, kalıplara boyun eğmemesine, kendi sezgilerini dinlemesine ve getirdiği yeniliklere tanık oluyor ve mavi, pembe, kübizm gibi dönemleri ve ünlü yapıtları hakkında bilgi sahibi oluyor. 


Picasso's TrousersYazan ve resimleyen Nicholas Allan Yayınevi Red Fox
5-7 yaş




*Bu, aynı zamanda Deniz'e okuduğum ilk İngilizce kitap oldu. Yeni aldığımız ve müzede Picasso resimlerini gördüğü ve her bir resme tek tek, birkaç saniye içinde yeni isimler taktığı için olsa gerek kitabı dinleme konusunda hevesliydi. Pek önerilmemesine karşın ben her sayfayı okuduktan sonra Türkçeleştirdim. 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 29, 2018 12:47

January 28, 2018

MEVZU EDEBİYAT

Kolektif Bir Mecra Olmayı Hedefleyen Yeni Bir Edebiyat Sitesi Kuruldu: MEVZU EDEBİYAT

El ele, elden ele şiarıyla yeni bir edebiyat sitesi kuruyoruz: Mevzu Edebiyat! Burası mevzuyu edebileştirenlerin, edebiyatı mevzulaştıranların ve edebiyata dair mevzuları dert edinenlerin buluştuğu bir platform. Kolektif aklın yaratıcılığına güvenerek, kolektif emekle bir site inşa ettik, istedik ki dünya ve ülke edebiyatının hızla akan gündemi içinde gözden kaçanları yakalayalım. İstedik ki hem edebi gündemi hem de gündeme giremeyeni hedefleyelim ve yeniler kadar eskilerin de güncelliğini gözetelim. “Dünya vardır ve yazar konuşur” diyen Barthes’tan ilham aldık ve edebiyat varsa biz de konuşuruz dedik. Bu sitede yazarı, okuru, eleştirmeni buluşturduk ve edebiyat üzerine düşündük, yazdık, konuştuk. Hedefimiz farklı mecralarda, edebiyat hakkında düşünen, yazan insanları bir araya getirmek, teorik ve kuramsal yazıların yanı sıra kitap eleştirileri, denemeler, edebiyat haberleri, röportajlar ve soruşturma dosyalarını okura sunmak. Mevzu, okurun da mevzusu olduğundan çağrımızdır: Edebiyat ve kültür alanında teorik yazı ve araştırmalar, edebiyat türleri ve biçimleri üzerine tartışma ve yeni sorular, kitap tahlilleri, röportajlar, özel dosyalarla gündeme taşımak istedikleriniz ve edebiyat haberleri ile katkı sunmak için bizimle iletişime geçebilirsiniz. El ele, elden ele... Çünkü Mevzu Edebiyat!
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 28, 2018 12:47

January 20, 2018

Kısa kısa, tamamen kişisel notlar

Ben bir bloggerım. Tatlı ve güzel bir tesadüf sonucu, bu adreste dört yıldan uzun süredir yazıyorum. Yola çıkarken çok da kesin bir amacım ya da planım yoktu. Okuduğum kitaplar, izlediğim filmler, gördüğüm şehirler, aklıma takılanlar hakkında usul usul konuşmak, mırıldandıklarımı paylaşmak istedim, hepsi bu. Blog yazılarını mektuba benzetmek yanlış olmaz. Bu mektupların ilk alıcısı elbette, benim. Kendim için yazıyorum. Hatırlamak için, unutmamak için, geçmişe dönüp baktığımda o günlerde nelerin zihnimi meşgul ettiğini, nasıl hissettiğimi anlamanın bir yolu olarak yazıyı kullanıyorum. Bu anlamda bir bebeğin üzerine takılan mama önlüğünden farksız, blog yazıları. Buraya dökülüp saçılanlar iyi ya da kötü beni besleyen şeyler. Yıllar içinde kitap tanıtımları, yazar söyleşileri, öykü soruşturması, sürdürülebilir yaşama dair ipuçları, masal söyleşileri,  şiddetsiz iletişim gibi geniş bir alanda bireysel ve kolektif pek çok yazı hazırladım. Kolektif işler çoğu zaman ansızın, kendiliğinden doğdu, zamanı gelince bittiğini duyurdu bana ve bitti. Bu içten gelen değişime direnmeyip onunla uyum içinde hareket ettiğimde ortaya çıkan zenginlik beni mutlu ediyor. Değişime karşı koymak, direnç göstermek bende huzursuzluk, karmaşa, suçluluk yaratıyor.  Onunla uyum içinde hareket edebildiğim zaman, blogtaki sessizlik dönemleri, içerikteki değişiklikler, çıkanlar... hepsini olduğu gibi kabul ediyorum, içim huzur, barış ve iyimserlikle doluyor. Burası benim değişim, büyüme ve oyun alanım.                                                                        * Hepimizin şikâyet ettiği konular: yetişemiyorum, zamanım yetmiyor, bir şeye (spor, kitap kulübü, herhangi bir kurs) başlıyorum, devamı gelmiyor. Devamını getirmek konusunda kendimi şanslı hissediyorum. Geçen yıl aynı ekiple ekim ayından mayıs sonuna kadar beden farkındalığı çalışmıştım. Şimdi biraz daha geniş (ve giderek genişleyen) bir toplulukla şiddetsiz iletişim çalışıyoruz. Buluşmalarla ilgili tek kural var: her ayın üçüncü cumartesi saat 17.00-19.00 arası. Bu bireylere göre değişim göstermiyor, gelebilen geliyor, gelemeyen gelemiyor, bir sonraki buluşmadan devam ediyor. Ne yapıyoruz bu buluşmalarda? Özetle, olayların ve kişilerin arkasına, daha uzağına bakmaya çalışıyoruz. Ne oldu sorusundan ziyade ne hissediyorum, neden böyle hissediyorum, bu duygu bana ne anlatıyor olabilir sorularına odaklanıyor ve farklı farkındalık alıştırmaları yapıyor, kendimizle bağlantımızı arttırarak, oyun ihtiyacımızı gidermeye çalışıyoruz. Ebeveynlerin bu tür oyun alanlarına herkesten çok ihtiyacı var. Çocuk yetiştirmek hiçbir yerde kolay iş değil ama yeni Türkiye'de çocukları maruz kalabilecekleri cümle kötülükten, zehirlenmeden korumak için hepimiz kanatlarımızı bir atmaca gibi açıyoruz, pençelerimizi çıkarıyoruz. Gerginiz, baskı altındayız ve yalnızız. Özellikle Milli Eğitim'e hiç güvenmiyoruz. Hâliyle, uzmanlığımız olmadığı halde pek çok değişik alanda okumalar, araştırmalar yapmak zorunda kalıyoruz, çocuklarımızı desteklemenin yollarını bulmak istiyoruz. Şu satırları yazarken bile kaygı ve endişe beni eline geçirdi. Şakaklarımın zonklamasından, ensemden yayılan ağrıdan anlayabiliyorum bunu. Zorunluluk olarak görmek, kaygı ve endişe sarmalında kaybolmak yerine, duygularımın ve ihtiyaçlarımın farkına varabilirim. O zaman kendimi tüketmeden, bir oyuncu gibi dahil olurum sürece, merak ettiğim için, kendimi geliştirme ve büyüme fırsatı yakalamak için. İçimdeki oyuncuya kapı açtıkça üzerimdeki stresi, baskıyı azaltabiliyorum, hiç değişmeyecekmiş gibi duran döngüyü durdurabiliyor ve küçük değişimler yaratabiliyorum. İşte bu yüzden gündemi takip etmeyi, yaşamaktan utanmayı, zaman tünelimi bir sivil toplum örgütünün vitrini olarak kullanmayı bıraktım. Bu onayladığım anlamına gelmiyor, sessiz kalıp kötülüğü çoğalttığıma da inanmıyorum. Ahlaki seçimler yapmaya devam ediyorum ama yaşama hakkımı da korumaya çalışıyorum, hepsi bu.
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 20, 2018 03:04

January 18, 2018

BAĞIRMAYAN ANNE BABA OLMAK

Defalarca başladığım, defalarca yarım bıraktığım kitap...  Hafta başı bir kez daha başladım. Altını çizerek, içe bakış sorularını yanıtlayarak, önemli bulduğum satır başlarını her an elimin altında taşımak için anahtarlık şeklindeki cep defterine notlar alarak okuyorum. Bitmek üzere. Birinci bölümde şöyle sesleniyor Hal Edward Runkell okura:Ebeveynler dünyanın her yerinde yaşamlarının en zorlu mücadelesini veriyor. Karşılıklı saygı ve dayanışmaya dayalı sevgi dolu bir aile ortamı yaratmaya çalışmak. Ve bunu sorumsuzluğu ve rahatına düşkün olmayı öven bir toplumda yapmaya çalışıyorlar. Doğal olarak kendilerini hiç olmadıkları kadar endişeli hissediyorlar. Çok yoğunlar ve takdir görmüyorlar. Bence yardıma ihtiyaçları var.Bu kadar içeriden sesleniyor Runkell bize. İçimizdeki yorgun, telaşlı, odağını yitirmiş ebeveynin yanında yer alıyor. Bay Mükemmel olmaya soyunmuyor. Kendi hatalarına da yer veriyor. Her bölümün sonunda örnek hikâyeler üzerinden ebeveynleri durum ne kadar karmaşık görünürse görünsün sakin kalmaya, "ben" dilini kullanmaya, bakış açısını değiştirmeye (çocuklarınızdan sorumlu değilsiniz, çocuklarınıza karşı sorumluluklarınız var) davet ediyor. En önemli vazifemizin ailedeki "sakinleştirici otorite" olmayı hedeflemek olduğunu söylüyor ve bunun yollarını anlatıyor. Kitapta pek çok alt başlık var. İşte bazıları:Kendinize odaklanın. İyi bir ilişki kurmak isteyenlerin en büyük düşmanı duygusal tepkilerdir. Çocuklarımızdan sorumlu değiliz fakat onlara karşı sorumluluklarımız da anlayabildiğimizden çok daha fazla. Çocuklarımız üzerinde etki bırakmak istiyorsak, önce kendi üzerimizdeki kontrolümüzü yeniden kazanmalıyız. Başkalarının verdiği karşılık nedeniyle duygularımızın üzerindeki kontrolümüzü kaybediyoruz. Çocuklarınız sabrınızı taşırmaz, sihirli düğmelerinize basmaz ve sınırınızı zorlamaz. Onlar kesinlikle bu kadar güçlü değildir.  Duygusal tepkilerinize siz karar verirsiniz. Her zaman bir seçeneğiniz vardır. 
Sakinleştirici otorite olmak neden bu kadar önemli? Çocuklarımıza bağırdığımızda gerçekte neyi haykırıyoruz? Bunun cevabını da veriyor, Runkell:Çocuklarımıza bağırdığımızda duygusal olarak pasif duruma geçeriz ve tek bir mesaj veririz: BENİ SAKİNLEŞTİR! ... Böyle davranarak onların bize itaat etmemelerini ya da dinlememelerini kaldıramadığımızı söylüyoruz. Baş edemiyoruz  ve aklımızı kaçırıyoruz. "Bunu yaptığına inanamıyorum!""Aklından ne geçiyordu senin?""Seninle konuşurken yüzüme bak!"Bunların yerine dilediğiniz kelimleri koyun, mesajınız değişmez: Uzlaşman gerekiyor yoksa kendimi kaybedeceğim. Ve kendimi kaybettiğimde yine senin boyun eğmen gerekecek yoksa sakinleşemeyeceğim. Bütün duygusal tepkilerim sana bağlı. 
İtiraf etmesi zor ama tablo bu. Ailenin duygusal hayatını, ailenin en az olgun kişisinin büyüme sancılarına, isteklerine ve zaaflarına teslim etmek istemiyorsak, Hal Edward Runkell'ın Şiddetsiz İletişim temelli ebeveynlik önerilerine kulak vermek de, uygulamaya çalışmak da fayda var.

Bağırmayan Anne Baba Olmak sakin kalarak çocuk büyütmek Yazan Hal Edward Runkel Çeviri Ebrar Güldemler Aganta Yayınevi 




 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 18, 2018 00:20

January 17, 2018

OKUL YOLU

Geçen cuma, hafta başından beri alışık olduğum şekilde ağız diş sağlığı eğitimi vermek üzere giyindim. Siyah kumaş pantolon, düz renkli bir tişört, hırka. Okulun önünde arabanın içinde hırkamı çıkarıyor ve diş desenli önlüğümü üzerime giyiyordum. Formanın bana resmi, üzerini süsleyen gülümseyen ve kendisini fırçalayan diş resimlerinin ise sevimli hava vereceğini umuyordum. Her gün, ilk ders saatini, mini mini birlerle ağız diş sağlığı üzerine konuşarak geçirmek zevkliydi. Her anlatıcı gibi, dikkatimi izleyicilerime veriyordum. Nerelerde sıkıldıklarını, nerelerde eğlendiklerini gözlemliyor, içeriği her defasında buna göre şekillendiriyor, bilgi aktarmak ve katılımlarını sağlamak arasında denge tutturmaya çalışıyordum.  Arkadaşlarıyla tanıştığım, ilk tenefüstte onlarla vakit geçirdiğim için kızım da bu durumdan memnundu. Derste anlattıklarımın başka pratik yararları da vardı. Birkaç gün önce sınıfın içinde hızlı çekim yürüyünce, nöbetçi öğrenci, onun adını da yaramazlar listesine yazmıştı. Bu düpedüz haksızlıktı çünkü hızlı yürümek koşmak değildi ve yaramazlık sınırlarına girmiyordu. Deniz gelişmiş adalet duygusu ve belagat yeteneğiyle bensiz de adını sildirirdi o listeden ama diğer nöbetçinin "Onun annesi bize gelip dişleri anlattı, adını silelim," demesiyle kelimelerden tasarruf edilmişti bir kere. Deniz bunun için bana müteşekkirdi. "Aferin, okula hep gel" demesi, bundandı. Ama her şeyin bir sonu vardı. Haftanın son günü gelmişti. Misafirliğim buraya kadardı. 1-A'ya da girecektim ve bitecekti. Kızım müdürle konuşup ikilere, üçlere ve dörtlere de girmemi istiyordu. Bense gözümü yeni okullara dikmiştim. Bu düşünceler içinde arabanın yanına vardığımızda onu başka bir aracın tamponuyla flört eder bulduk. Servise pazartesiye kadar sabahları Deniz'i benim bırakacağımı söylemiştik. Servisi aramak, apartmana geri dönmek, zile basmak, arkadaki aracın çıkmasını beklemek ya da ...Böyle durumlarda söylenmeye meyilliyim. Benim için bir başka aracın çıkışını engelleyecek şekilde park etmenin kabul edilebilir yanı yok. Bununla beraber bu ahlakçı yargıya yoğunlaşırsam, birlikte yaşam kurallarının ihlalinin bende karmaşa ve kaos yaratacağı kesin. Güne stresle başlamak istemiyorum. Çünkü akşam kızımın "Bugün olan en güzel şey ne?" sorusunu yanıtlayacağım. En çekilmez günün içinden bile güzel anlar çıkartabilmeye bakıyorum. Günün sonunda birbirimize anlattığımız anlardan oluşuyor aslında, hayat hikâyelerimiz. Ahlakçı yargılara yapışabilir, kontrol edemeyeceğimiz şeyler yüzünden mutsuz ve gergin olmayı seçebiliriz ya da anlık değişimlere açabiliriz kendimizi. Telaşsız bir sabahtan yana kullanıyoruz oyumuzu. İki bacağımız var, diyorum içimden, hadi okula yürüyelim, ne zamandır yürümedik diyoruz dışımdan. Deniz okula yürüyerek giden arkadaşlarını sayıyor bir bir. Hangilerine rastlayabileceğimizi konuşa konuşa gidiyoruz.
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 17, 2018 04:04

January 9, 2018

ŞEFKATLİ ANNE GÜNLÜĞÜ:7



Çocukla Barış, Bodrum BBOM Öğretmen Okulunda tanışan Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerin orada öğrendikleri, araştırdıkları, derinleşmek istedikleri konuları ve sınıfa taşıdıklarını paylaştıkları dijital bir platform.Farklı yerlerde, farklı koşullarda çalışan üç öğretmen Sura Hart'ın rehberliğinde çıktıkları yolculuğu "Şefkatli Öğretmenin Günlüğü" köşesinde hafta hafta paylaşıyor. Gündemin ağırlığından kaçmak, umudunu arttırmak, çocuklarla ilişkilerinde fark yaratmak isteyen ebeveynler ve öğretmenler için küçük tavsiyelerle dolu günlükleri, kendi pratiğimize dökebilmek, sürecimizi gözlemlemek için bu şablonu kendi ev hâlimize uygulamak istedim. Adını da Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerden ilhamla "Şefkatli Anne Günlüğü" koydum.
Sura Hart ne diyor?
Öğrencilerin okula getirdikleri yegâne ihtiyaç öğrenme değildir. Aidiyet, eğlence, özgürlük ve katkıda bulunma ihtiyaçlarını da getirirler. Bu ihtiyaçlar kabul edilip karşılanmadığı sürece kendilerini yeterince güvende hissedemez ve bunun sonucu olarak da öğrenme sürecine tümüyle odaklanamazlar.Öğrenciler için bir ihtiyaçlar listesi yaratın - okula gelirken yanlarında getirdikleri tüm ihtiyaçları içeren bir liste. En az haftada bir, herkesten bu listeye bakıp ihtiyaçlarını okulda nasıl karşılandığını ifade etmesini isteyin.Elde ettiğimiz bu bilgileri sınır tartışmalarınızın temeli olarak kullanın.

Ben ne düşünüyorum?
Aidiyet ve katkıda bulunma ihtiyaçlarının birbirini desteklediğini ve güçlendirdiğini düşünüyorum. Katkı sunmak, nihayetinde bir taleptir, her zaman karşılanmaz. Bazen topluluğa sizden önce girenler, karar vericiler, idare edenler sizin fikirleriniz karşısında çılgına dönerler. Onlar herkes adına en iyiyi bilirler, yaparlar. Başka önerilere tamamen kapalıdırlar. Fikirlerinizi, önerilerinizi eleştiri olarak gördükleri için sizi görmezden gelmeye, susturmaya çalışırlar. Değiştiremeyeceğiniz bir ortamsa anlamaya, izah etmeye çalışmayın. Cevap hakkının, yaşam hakkını elinizden almasına izin vermeyin. Çirkin Ördek Yavrusu'nun hikâyesini hatırlayın. Kendinizi ait hissetmediğiniz bir ortamda büyüme, gelişme, serpilme şansınız olmaz. Ait olmadığınız bu yerden ayrılın. Yürüyün ve ardınızda bırakın.
Yaratın. Hayallerinizi gerçekleştirin. Eyleme geçmek, hayallerinizi ve düşüncelerinizi hayata geçiremeyeceğiniz yerde kalıp çürümekten, kendinizi zehirlemekten iyidir. Eyleme geçmek, tohum ekmek gibidir. Muhakkak filiz verir. Herhangi bir işe canı gönülden koyulduğunuzda eşzamanlılık örneklerinin nasıl birbiri ardına geldiğini hatırlayın. Çalışmaya devam edin.
Denizle nasıl paylaşıyorum?
Okul ve sınıf ortamının bir parçası değilim. Bununla beraber yaklaşık bir haftadır Deniz'in okuluna giderek ilk ders saatinde farklı sınıflara giriyor, ağız diş sağlığı eğitimi veriyorum. Benim için çocukları doğal ortamlarında gözlemlemek eşsiz bir deneyim. Çocukların yegâne ihtiyaçlarının bilgi almak olmadığını, kendi deneyimlerini paylaşmaktan hoşlandıklarını görebiliyorum. Bunu yapabildikleri oranda beni dinlemeye açık olduklarını, beni yalnızca bir ders saati dinledikleri halde şimdiden birtakım alışkanlıklarını değiştirmeye başladıklarını mutlulukla fark ediyorum.
Söz hakkı aldıklarında, ait hissettiklerinde, eğlendiklerinde öğrenmeye, katkı sunmaya çok daha açık hâle gelmek hem çocuklar hem yetişkinler için geçerli. O yüzden son aile toplantımızda ihtiyaçlarımız üzerine odaklandık. Her ikimiz de üç ihtiyaç belirledik ve yazdık. Ben panoma, Deniz de odasının kapısına açtı. Bir hafta boyunca birbirimizin ihtiyaçlarını gözetmeye, desteklemeye ve yardımlaşmaya karar verdik. Bugün ikinci gün. İyi gittiğini söylemeliyim.

Deniz'in geri bildirimi ne?Deniz okula başlarken okuma yazma öğreneceği için heyecanlıydı. Okula götürdüğü en büyük ihtiyaç "öğrenmek" gibi görünüyordu. Zaman geçtikçe aidiyet (kendi arkadaş grubunu seçme, 1 B sınıfının bireyi olma) özgürlük (tenefüslerde dışarı çıkma), eğlence (bahçede oyun oynama) gibi ihtiyaçlar en az öğrenmek kadar güçlü hâle geldi. Şu sıralar Deniz'in okul sahası içerisinde iki önemli ihtiyacı var.Katkıda bulunmak: bunun için her fırsatta resim çiziyor. 1, 1,5 ve 2 TLden satışa sunduğu resimlerden kazandığı parayı öğretmenine verecek. Böylece yırtılan Haftanın Günleri kartları yerine yırtılmayanı yapılabilecek. Yaptığı resimleri yetişkinlere satmaya başlayınca gelir elde etmeye başladı. Onaylanmak: Deniz duyduğunu doğru yazmak konusunda epey ilerleme kaydetti. Bunun öğretmeni ve arkadaşları tarafından görülmesini arzu ediyor. Bu ihtiyacı henüz karşılanmadı.
Sonrası ile ilgili ne düşünüyorum?Her salı Deniz'in piyano dersi var. Son haftalarda, onu, çocuk kütüphanesinden seçtiğim kitapları okuyarak bekliyorum. Geçen salı tercihimi Çıtır Çıtır Felsefe serisinden iki kitaptan yana kullandım. Mutluluk ve Mutsuzluk ve Doğa ve Kirlilik.
Doğa ve Kirlilik kitabı doğanın emrimize amade olmadığını gösteriyor, sürdürülebilir bir dünya için bizi ahlaki seçimler yapmaya davet ediyor. Kitapta kirliliğin vardığı noktalar tüm gerçekliğiyle anlatıldığı için Deniz'in yaş grubunu umutsuzluğa sürükleyebileceğinden, korku ve kaygı uyandırabileceğinden çekindiğim için birlikte okumayı biraz erteleyebilirim.
Mutluluk ve Mutsuzluk ise hemen, ertesi gün işime yaradı. Bazı sabahlar Deniz'e gününün nasıl geçmesini umduğunu soruyorum. Islanmamak için sundurmanın altında servis beklerken bana "Yağmursuz, güneşli bir gün olmasını" istediğini söylediğinde kitaptan bazı başlıklar geldi aklıma. Böylece kısa da olsa, kontrol edebileceğimiz ve edemeyeceğimiz durumlar, mutluluğu içsel ya da dışsal durumlara bağlama vb konular üzerine sohbet edebildik.
Günışığı Kitaplığı'nın Çıtır Çıtır Felsefe, TUDEM'in Filozof Çocuk ve Okuyan Koala'nın APA Çocuk Kitapları serisini edinmek güzel olacak. Tüm bu kitapları almak için bir sponsor, hiç fena olmazdı.
Kendimi nasıl değerlendiriyorum?Yazmak, kayıt altına almak, alışkanlıklarımızı, davranışlarımızı belirlemek, değişmesini arzu ettiklerimizi, memnun olduklarımızı, geliştirmek istediklerimizi saptayabilmek için elzem. Bu sayede olumlu, olumsuz yaptıklarımızın daha çok farkına varabiliyoruz. Çok minicik değişimlerin nasıl motive ettiğini görebiliyoruz. Günlükleri düzenli yazdığım, yazdıklarımı uygulamaya gayret ettiğim için kendimi takdir ediyorum.


Eski günlüklere aşağıdan ulaşabilirsiniz.

Şefkatli Anne Günlüğü 1
Şefkatli Anne Günlüğü 2
Şefkatli Anne Günlüğü 3
Şefkatli Anne Günlüğü 4
Şefkatli Anne Günlüğü 5
Şefkatli Anne Günlüğü 6
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 09, 2018 02:13

Tuğba Gürbüz's Blog

Tuğba Gürbüz
Tuğba Gürbüz isn't a Goodreads Author (yet), but they do have a blog, so here are some recent posts imported from their feed.
Follow Tuğba Gürbüz's blog with rss.