Tuğba Gürbüz's Blog, page 30

January 27, 2023

Cennetten bir köşe

Klişeler her zaman işe yarar. Ben cennetten bir köşe diyeyim siz anlayın. Gözlerinizi kapatın. Yok açın. Okudukça, kelimeler betimlesin beni saran atmosferi. 



Hindistan cevizi ağaçlarının gölgelediği geniş bahçeler arasında az katlı betonarme binaların olduğu bir tesisteyim. 





Ahşap iyi cilalanmış heykeller var sağda solda, at, timsah. Lotus göletleri begonvillerle çevrili. 




Saman balyalarından yapılan kedilerle yeni yıl köşesi var bahçede. Çünkü Vietnam takvimine göre kedi yılındayız. 



Okyanus kenarı değil, hâlâ iç denizdeyim, Güney Çin Denizi ama sonsuz, uçsuz. İncecik, beyaz bir kum. Dev dalgalar dövdüğünden rengi koyu. Kite surf yapanlar var denizde tek tük ve dalgaların içine zıplayan çocuklar… Hakim ses dalgaların sesi. Güçlü bir uğultu yutuyor çocuk seslerini. Uzakdoğulu yetişkinler ne kadar sakinse çocuklar bir o kadar cıvıltılı, kimi zamansa vızıltılı. Ara ara tanımadığım kuş sesleri eşlik ediyor kahkahalara. Vietnam dili inişli çıkışlı bir ezgi. Tiz yükselişler, vurgular. Tai Chi yaptık sabah sahilde. Güç ve esneklik gerektiriyor. Keskin tek hareket yok içinde. Yavaş, yumuşak ve kavisli. Otuz dakika sonra bugünlük yeter diyor işini ciddiye alan eğitmen. Bizim düz, keskin ve hızlı hareketlerimiz karşısında şaşkın, bıkkın, umutsuz ve de çaresiz belki de. Kim bilir. Elimizden geleni yaptık. Bedenimizin izin verdiği ölçüde esnedik. Benim gibi zihni ve düşünceleri baskın, bedeni geride tutan birinin yapabileceği kadar esnedim. Daha fazlasını yapabilme hevesi ve umudunu da koruyarak. Sevdim seni Vietnam.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 27, 2023 02:55

January 26, 2023

Mekong Irmağının kıyısında

Dün Mekong ırmağı kıyısındaydık. Otobüsle 1,5 saatlik bir yolculuğun ardından tekneye bindik. Hindistan cevizi kabuklarının içinden Hindistan cevizi suyumuzu içtik. Turistler için tasarlanmış minik bir yerliymiş gibi oyununa katıldık. Ne kadar yerli o kadar gezgin. Mekong ırmağının taşıdığı bereketli alüvyonların oluşturduğu bir adacığa ayak bastık. Yerli kadınlar ve erkekler bize şarkı söyledi. Meyve ve lotus çayı da ikram ettiler. Ananasla başladı tadım. Bir çay tabağı içinde tuz ve baharat karışımı vardı. Ananası ona batırarak yememiz söylendi. Yerliymiş gibi batırıp bir lokma ananas ısırdım. Tuzsuz ananas daha güzel. Kesin bilgi yayalım.




İkinci istasyon bal tadımı ve akabinde polen, bal vb. ürünlerin pazarlaması, üçüncü istasyon çikolatanın kakao çekirdeğinden çikolataya olan yolcuğuydu. Kakao ağacı olmasa da çekirdek, birkaç parça fotoğraf mış gibi yapmaya yetti. Aralarda rengârenk çiçekler vardı. Mis gibi de kokuyordu. Ne yetersiz bir tanım. Ben dedim, inanın. Yazarınız konuşuyor. Birkaç yasemin çiçeğini göğüslerimin arasından içeri attım. "Persopolis" filminde büyükannenin yaptığı gibi. Filmler ve kitaplar bizi terbiye eder, biçimlendirir. Yeri geldiğinde oradaki eylemleri tekrarlarız. Mor yaseminleri geride bıraktım. Salon bitkisi olarak tanıştığım kimi bitkilerle selamlaştım. Sulak araziyi adımladım. Bizi bekleyen tuktuklara bindik ve suda yetişen bir tür Hindistan cevizinden şekerleme yapan imalathaneye gittik. Ilık şekerleme damağımızı şenlendirince kasaya yöneldik, üç, beş Allah ne verdiyse. Şu paradan kaç sıfır atacaktık? Gezginlik güzel şey.

Kadınların ve erkeklerin kürek çektiği kanolara bindik. Üzerimize eğilen Hindistan cevizlerinin gölgesinde, lotus çiçeklerinin arasında 2 km gittik. Yeniden tekneye bindik. Ve öğle yemeği yemek üzere lokantaya geçtik. Masanın tümüyle dolu olduğu yerel mutfak bizi mesut etti. Yalan yok.





Saygon’dan güneye Hoi Min’e olan yolculuk bitmek üzere. Oteller bölgesindeyiz. Biraz uyku, biraz kitap ve bu bitmiş yazı.
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 26, 2023 04:22

January 25, 2023

Akıyor yol, çeltik tarlaları boyunca


Bugün Vietnam'da üçüncü günümüz. İlk gün akşam saatlerinde vardığımız için rehberimiz otelden ana meydana kadar götürdü. Maksat, yolu, nerelerde yemek yenileceğini göstermekti. Çok yorgun olduğumuz için yerel saatle 12'de yatmakla uyku düzeni oturur sandım. Kazın ayağı öyle değilmiş. Dün de yorgun olmama karşın yerel saatle 01.30'da uyandım. Sağa dön, sola dön. İki saat cin gibiydim. Ne zaman uyudum, ne zaman uyandım hiç anlamadım. 

Sabah bütünüyle Vietnam kahvaltısı yaptım. Po çorbası dedikleri et suyunda noddle, et ve sebze parçacıkları, pirinç pilavı, buharda pişmiş hamurlar, egzotik meyveler ve yeşil çay. 

Ardından Mekong deltasına gitmek üzere yola çıktık. Şimdi otobüsteyim. 1,5 saatlik yolculuğu ebi konu anlık gezi günlüğü tutar gibi kullanıyorum. 



Mekong deltasına yerel halk ülkenin pirinç kâsesi diyormuş, bizim Konya ovasını tarım ambarıma benzetmemiz gibi. Mutfaklarında geniş yer tutan pirinç ve egzotik meyveler burada yetişiyormuş. Nisan ekim arası muson yağmurlarıyla yükselen sular, taşıdığı alüvyondan zengin topraklar sayesinde epey verimli yörede tarımın sürdürülebilirliğini sağlamak için vergi muafiyeti tanınmış. Kırsal kesimin şehre göç yerine, yerinde kalması ve üretime devam etmesi için alınan önlem bugün de devam ediyormuş. 



Dünkü gezi tamamen Vietnam Savaşı, kuzey ve güneyin birleşmesi üzerine olduğu için otobüsle giderken telefonla yazmak yerine kendime yazmak için zaman tanımak, çektiğim fotoğrafların altındaki kimi notları gözden geçirmek, başlamak için bir eşik seçmek ve oradan ilerlemek için kabaca bir rota belirlemek istiyorum. O yüzden ikinci günü atlıyorum.

Yılbaşı bayramı sürüyor. Bugün dördüncü gün. Vietnamlılar ilk gün evi köşe bucak temizler, ailenin en büyüğünü ziyaret edermiş. Ailenin büyüğü gelen çocuklara kırmızı zarflarda para verir, içine mutluluk, para niyetleri koyarmış. Vietnamlılar atalarına çok saygılı bir millet. Ata kültü önemli. 9 kuşak geriye giderek kendilerinin dünyaya gelmesini sağladıkları için onları onore ediyorlarmış. Mezar ziyaretleri, orayı temizleme, evlerde sunak hazırlama hepsi bu ritüele dahil. Lobide geleneksel bir tet bayramı sunağı vardı. Taze çiçekler, meyve (5 adet), tütsü (üçlü olarak yakılıyor).

Şehir artık gerimizde kaldı. Pirinç tarlaları, tek katlı küçük yapılar, tarlalarını ortasında ataların mezarları... Yunanistan'a yol kenarlarında trafik kazasında hayatını kaybedenlerin anısına konan Ortodoks kilisesi görünümlü küçük anıtlar gibi, yan yana pek çok küçük anıt mezar yatıyor. Yaşamla ölüm kırsalda gittikçe el ele veriyor, bizim köy örneklerimizde olduğu gibi.

Çeltik tarlaları yeşil. Tek tük çiftçi çalışıyor yarı beline kadar otların arasında. Hindistan cevizi ve muz ağaçları, minik kanallar, Karadeniz kadar yeşil bir coğrafyada yol alıyoruz hala. Köprüler üzerinden geçiyoruz. Lotus çiçekleri kafa kafaya verip yeşil halı öbekleri oluşturmuş. Heves ve heyecan el ele. Kayıklara binmek, doğanın içinde huzur bulmak, bol bol fotoğraf çekmek, meyve ve lotus çayı içmek az ötemde. Şimdilik bana müsaade.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 25, 2023 00:41

January 24, 2023

Vietnam turu başladı

Vietnam turumuz başladı.

Uzunca bir uçuşun ardından havaalanına indik. Kapıda vize onaylanınca pasaport kontrolünden geçtik. Kendimizi dört saat ileride bulduk. Baharat kokuları ve nem karşıladı bizi. Ve de Tet bayramı.



Tet bayramı Çin takvimine göre yeni yılın başlangıcı olan 21 Ocak'ta başlıyor. 6 gün resmi tatil. Saygon ışıl ışıl, canlı ve çok kalabalıktı. 



Binlerce motosiklet şehrin sokaklarında ilerliyordu. Düzensizliğin içindeki düzen. Asimetrik simetri. Hindistan trafiğinden hallice. Otel şehrin ce canlılığın göbeğinde olunca duş alıp çıktık. Sarı yeni yıl çiçekleriyle, kırmızı süslerle ışıl ışıl  sokaklar hayli davetkardı. Rehberimizin bu yıl tavşan yılı demesine karşın her yer kedilerle süslüydü. 



Bu yıl hem tavşan hem kedi yılıymış anlaşılan. Ancak halk nezdinde kedi yılı belli. Bunun tatlı da bir hikâyesi var. Gogıllayınca çıkıyor. Ucu gidip kedilerin neden fareleri sevmediğine kadar dayanıyor. Sokaklar panayır yeri gibi. Bizim aklımızda sokak lezzetleri. Kokuları takip ettik. Hem gözlerimizi hem midemizi şenlendirdik. Seçtiğiniz et, tavuk, deniz ürünü, sebze ne varsa kızgın yağda kızarıyor ve yanında sosla servis ediliyor. Hızlı ve leziz.



Saat farkı etkilemesin, düzenimiz iyice şaşmasın diye yerel saatle 11.30 gibi uyuduk. 6.30ta kalktık. 7.30'ta Cu Chi Tüneli kompleksini gezmek üzere yola çıktık. Size bu satırları şehre dönüş yolunda otobüste yazıyorum. Karnım zil çalıyor. Öğle yemeğinin ardından Savaş müzesine gideceğiz. Bugünün teması Vietnam Amerika Savaşı. Her ikisini birlikte yazacağım. İlk fırsatta aralara fotoğraf da eklerim.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 24, 2023 01:40

January 22, 2023

Her Yerde Sanat

İstanbul Havalimanı'nda Deniz Sağdıç'ın Ready Remade adlı portre sergisi var. Atık kağıt, kumaş, fermuar, ilaç tabletlerinden yapılan portreler canlı renkleri, gerçekçi ayrıntıları ile hayli ilgi çekici. Her türlü malzeme ile sanat yapmanın mümkün olduğunu gösterirken dünya üzerinde insan eliyle üretilen (ki artık bunun toplam ağırlığının yeryüzünde yaşayan doğal formların ağırlığını misliyle geçtiğini biliyoruz) materyallerin yarattığı atık sorununa da dikkat çekiyor. Sanatla her nerede olursak olalım karşılaşmak güzel. Özellikle de çocukların. Estetik algı, beğeni böyle gelişiyor.



Atık materyallerden yapılan portreler bana yıllar evvel izlediğim bir filmi hatırlattı. "Seviyor, Sevmiyor".



Film iki bölümden oluşuyor. Aynı sekansla başlayıp aynı sona ulaşıyor.  İlk bölüm Seviyor'da genç bir kadının evli sevgilisine duyduğu sevgi, yaşadığı hayal kırıklığı anlatıyor. Aynı sekansa geri dönüp bu kez erkek kahramanla yürüdüğümüzde olayların ilk tanıklığımızdan bambaşka olduğumuzu fark ediyoruz. Film hakkında spoiler vermek istemiyorum. Eğer izlerseniz neden aklıma geldiğini anlayacaksınız.

Karşımda ışıklı bir ekran var. Uçuşumuza ait bilgileri seçebilmek için gözlerimi kırpıştırıyorum. Beyaz ışıklar parıldıyor, uzuyor, kısalıyor, harfler birbirinin içine düşüyor. Sanırım yakın gözlüğü zamanım geldi. 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 22, 2023 14:30

Düş Yola

Havaalanına gitmek üzere yoldayız. Karanlığın içinde ilerliyoruz. Kızım büyüdü artık. Eskisi gibi yol boyu onu eğlemem gerekmiyor. Kulaklıklarını taktı. Film izliyor. Ben ise ayın 21'i olmasına karşın henüz tek blog yazısı girmediğimi hatırlıyor, yazmaya koyuluyorum.

Bugün ayın 21'i. Çanakkale mektuplarının ikincisi havalandığı gün. İkinci mektubu okuyanlardan selam aldığım gün. Mutluluk verici! (Mektupları her ayın 21inde yolluyorum ve fakat aradan da abone olmak ve almak mümkün. O durumda hızlı bir şekilde yolluyorum.)

Dışarıda yağmur var. Zifiri karanlık. Telefondan yazmak zor. Tatilde Wi-Fi bulma sıkıntım olmaz umarım. Daha yazmam gereken yedi blog yazısı var zira. Fotoğraf eklemeyi bilmiyorum. Ah blogspot, canım blogspot. El alışkanlığı gibisi yok. Yeniye geçiş her zaman kolay değil benim için. Yeniye direnç gösteren küçük çocuklara benziyorum kimi zaman. Daha esnek bir zihin, daha olumlu bir ben, bunlar konuşarak, okuyarak değil küçük yaşlardan itibaren izlenerek öğreniliyor belki de bilmiyorum. Pek çok insan buraya varmak için birtakım araçlardan medet umuyor: yoga, mindfulness, Budizm, Zen, Bektaşilik, Şiddetsiz İletişim, psikolog seansları... Hepsi aynı isteğe, amaca yönelik. Bir yol diğerinden üstün değil. Ama bunca sıkışmışlık, öfkeyle kuşatılma arasında sakin kalmak kolay iş değil. Niye bu konularda geviş getiriyorum bilmiyorum. Yazınca kalem buraya çekiyor galiba. Yol hâli, seferilik. Bu seferlik böyle olsun. Yeni aya ilk adımı atmış olayım. Gerisi gelir nasıl olsa... 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 22, 2023 02:49

December 28, 2022

Hem taşındım hem buradayım

Açıklama: Wordpress'e geçmek beni biraz zorladı. Hâlâ alışabilmiş değilim. Ben de burada yazmaya devam etmeye, orada da aynı yazıları paylaşmaya karar verdim. İlk adım, wordpressten burada eksik kalan yazıları almak. 


Yeni Başlangıçlar (27 Aralık 2022)

Yeni adresimde ilk yazı.

Tuhaf şey, alışkanlıkların değişmesi.

Yeni bir eve taşınmışsın, eşyaların yerini bilmiyorsun gibi bir yabancılık hissi. Günlerdir elimin varmayışı belki de bu acemilik hissinden. Ama ne demiş Turgut Uyar, "Efendimiz acemilik"

Efendimiz acemilik olsun, varsın bu yeni yılda. Yeni, yepyeni şeyler denediğimizin, eskiye, mevcuta sımsıkı yapışmadığımızın işareti ne de olsa, acemilik.

Siz yeni şeyleri nasıl öğrenirsiniz? Kullanma kılavuzu kullanma alışkanlığınız var mıdır? Yoksa geçmiş deneyimlerden gelen el yordamıyla mı bulursunuz? Belki de bir bilene soruyorsunuzdur? Evdeki cihazların kullanma talimatını okuduğum vaki değil. Bey kızıyor, o kadar kitap okuyorsun, bir de şunu oku. Yok, gelmiyor içimden, servis elemanlarının gösterdiği, hatırımda kalan yetiyor, gerisi deneme yanılma. Geçen gün fırını çalıştırmam gerekince, beynim durdu, ya ne yapıyorduk, şu saat işaretinin sağına, soluna bir şeyler basıyorduk, (ah eski canım fırınım, keşke onu taktırsaydım), saatin ayarını bozdum, fırını çalıştıramadım, kös kös açtım kullanma kılavuzunu, saatin sağını soluna aynı anda basıyormuşsun, dereceyi, ısının geleceği yönü seçmek yetmiyor her nedense, ne saçma, basit ve sade olan güzeldir.

Sade deyince zihnim hop diye kitap kapaklarına zıpladı. Kitap kapaklarında da sadeliği seviyorum. Kapak görselinin dışında beyaz bir çerçeve kalması hoşuma gidiyor, gözün boşluk ihtiyacını da karşılıyor çünkü o görüntü. Lodos Çarpması'nda vardı öyle bir boşluk. Güzel kapaktı vesselam. Geçen gün bana göre biten, ama yayıncıları ikna edemediğim iki dosyama kapak tasarladım Canva'da. Yetişkin öykü dosyama verdiğim ismi değiştirmem gerek, aynı isimde bir film varmış meğer, üstelik de çok satan bir kitaptan uyarlanmış galiba. Zihin o kadar şok şeyi içeri alıyor ve o kadar çok şeyi unutuyor ki, bazen beğendiğimiz bir fikri, öykü ya da kitap başlığını ilk kez ben buldum sanıyoruz. Kendisiymiş Gibi'de de yapmıştım. Öykülerden birinin adını Boz Bulanık koymuştum, Nezihe Meriç'in kitabını unutup. Aynı isimle yayımlanan kitaplar olabilir elbette. Her dilde, tüm zamanlarda hangi isimlerin kullanıldığını nereden bilebiliriz ama arama motoru diye de bir şey var. Kullanmak gerek.

Yazı çizi işlerinin sabır gerektirdiğini biliyordum ancak ekonomik kriz, yüksek maliyetler nedeniyle bezdirici bir yavaşlık hüküm sürüyor şu sıra. Bir başka işim olduğuna şükrediyorum. Geçinme meselesi çözüldüğü için değil, zihnimi meşgul tutan başka, dolu dolu bir gündem olduğu için. Yoksa yazarak yaşamak, üretimin hızıyla uyuşmayan bekleyiş insanı küstürür, gücendirir. Çok net. 2023'ün bu makus kaderi yıktığım yıl olmasını dileyelim.

Çanakkale'den Mektuplar'ın dışında bir çağrım, davetim daha var

Benimle yazmak ister misin?

"Eğer her şeyin, kesinlikle her şeyin hazır olduğu ânı beklersek, hiçbir zaman hiçbir şeye başlayamayız."            TurgenyevBir yazarı, yazar adayından ayıran en önemli şey denemeye cüret etmesidir. Yazmak, diğer tüm beceriler gibi  alıştırma yapmak ve süreklilik ister. Yazmak istiyor, nereden başlayacağını bilmiyorsan ya da düzenli yazma alışkanlığı edinmek istiyorsan sana bir teklifim var. Bir ay boyunca benimle yazmak ister misin? Her hafta sana, içinde yazma ipuçları, yazmaya dair düşüncelerin, en az bir alıştırmanın yer aldığı bir eposta yollayacağım. Bir sonraki mektuba kadar alıştırmayı/alıştırmaları yapıp bana geri yollayacaksın. Yazdıklarının üzerinden birlikte geçeceğiz.  Amacım, üretkenliğini, başlamayı belli koşullara bağlamadan yalnızca yola çıkman, yazmanın çok da zor olmadığını görmen,  düzenli yazma alışkanlığı edinmen ve el kasının ısınmaya başladığını hissetmen.  Zıplayın ağ belirecektir!

Davetim ilgini çektiyse ayrıntılara shopierden ulaşabilirsin. Yazı alıştırmalarında buluşmak ümidiyle... 


Bu Sabaha Dair (28 Aralık 2022)

Çanakkale Mektupları'nın ikincisini 21 Ocak'ta yollayacağım.

Cümleler kuruyor, bozuyorum. İkinci mektubun konusunu seçmeye çalışıyorum. Truva Savaşı ile devam edeceğim için seçmek kolay değil. Muazzam genişlikte bir anlatı neticede. Biliyorsunuz, Truva Savaşı'nı ağırlıklı olarak İlyada ve Odyseia'dan öğreniyoruz. İlyada savaşın son on altı gününü anlatıyor. Agamemnon'un Apollon'a saygısızlığı nedeniyle Akhalar arasında yayılan ölümcül salgınla başlıyor, Priyamos'un Hektor'un ölüsünü almak için Akileus'un ayaklarına kapanması ve kurtarmalıklar vermesi, Hektor'un naaşının Truva kentine gelmesiyle bitiyor. Odyseia ise on yıla varan maceralı bir eve dönüş yolculuğunun kısa bir özeti gibi. Tüm bunları özetlemeye çalışmak oradan oraya sekmeyi gerektiriyor. Lineer bir anlatıyla anlatmak neredeyse imkânsız. Her olayın, bir başkasına bağlı olduğu, Tanrıların, Tanrıçaların sık sık ölümlülerin işine karıştığı, gidişatı değiştirdiği devasa bir anlatı. Yıllardır okumak istediğim, yapısı nedeniyle neresinden tutacağımı bilemediğim bir bütün. Çocuklar için yazılmış, başka kurgu ve kurgu dışı anlatılar yoluyla yavaş yavaş aşina olduğum bir dünya. Bu yıl her iki destanı okumak istiyorum. Mektup projem ve şimdiye değin okuduklarım sayesinde yabancılık hissi artık kaybolduğu için şimdi buna hazırım. Madem anlatmaya soyunuyorum, yazacağım mektupların içeriğinin bir kısmını da buradan geçireceğim, bir kez baştan sona okumak boynumun borcu zaten. Bu konulara ilk kez ben değinmeyeceğim elbette. Bununla beraber benim zihnimden geçtiği şekilde, kendimce yorumlamayı da önemsiyorum. Çanakkale Mektupları tam da bu perspektif ve benim yorumum üzerinden yükseliyor aslında. Çanakkale'nin coğrafyasına, tarihi ve mitolojik söylencelerine benim perspektifimden bakmaya dair bir davet bu ve her daim geçerli. Bu mektuplara geç kalmak diye bir şey yok. Neresinden tutarsanız orasından gireceğiniz, yakalayacağınız, katman katman beraber üzerine çıkacağımız bilgiler yığını. Öğrenmek ve bir konuda yol almak tam da bu değil mi? Truva kenti katmanları gibi bilginin, üst üste yığıldığı, giderek gelişip genişlediği, hangi katmanın eski, hangi katmanın yeni, kaynaklarının nereler olduğunun belirsizleştiği bir alan. Yalnızca öğrenmek de değil, dünyaya okur yazar gözüyle bakmak de benzer bir seyir ve deneyim. Ne zaman aştık o eşiği, ne zaman görebilir hâle geldik o ayrıntıları, metaforları bilmiyoruz ama gördükçe, sınadıkça kurum kurum kuruluyoruz, yüzümüzde mütevazi maskemizle. Yazar kibri diye de bir şey var. Bunu kimi iş birliği gerektiren durumlarda görmüşlüğüm var. Ama konumuz bu değil.

Sabah 5.30'ta uyandım. Kitabımı alıp salona geçtim. Battaniyeyi serdim kucağıma, okumaya koyuldum. Çocuklar uyandı sırayla. Tüylü olan yılbaşı süsleriyle oynadı biraz. Büyük olan kucağıma kıvrıldı yeniden uykuya daldı. Bu sabah kahvaltı hazırlama sırası babada olduğu için ben kucağımda Deniz, sessizce bekledim. Çok daha rahat sığdığı, hafif olduğu günleri anımsayarak. Bu aralar bebekliği düşüyor aklıma. Benden büyüklerin tadını çıkar, zaman çok hızlı akıyor dediklerini hatırlayarak. Çocukların büyümesi, kendilik arayışları, kendilerine ait dünyaların genişlemesi ve bebeklik çağında merkezinde biz olduğumuz halde şimdi perifere itilmemiz, zevklerimizin, beğenilerimizin sorgulanması, burun kıvrılması, yine de özel günlerde hâlâ baş rolde olabilmemiz türlü çeşit haller... Bir çocuğun sağlıklı büyümesi, kendi alanını genişletmesi ve muhtaç olmaması güzel şey aslında. Uyandı, gitti geldi, sarıldı, yeniden kıvrıldı, kalktı. Ebeveynliğin tam da bu olduğunu düşündüm o anda. Sen yerindesin, merkezde o hep bir şeylere üşüşüyor, sonra sana dönüyor, uğruyor ve yeniden yol alıyor. Servise doğru yol alacakken sisi fark etti. Kedi de alıştı onunla çıkmaya. Sis var, dur şoför fark etmez, teker altında kalır mazallah deyip salmayınca direndi, kaçmaya yeltendi. Balkona çıkıp sisin yoğun bir süt denizi olmadığını görünce açtım pencereyi. Hop diye zıpladı. Bir an ne yapacağını şaşırdı. Deniz'i aradı belki de gözleri, bacaklarının arasına dolanıp peşinde hoplayıp zıplamak için. Sis nedeniyle ilk hastam iptal etmiş. Haber verdiler. Ocağı yaktım. Bir çay daha içtim. Renklileri ayırdım, makineyi çalıştırdım. Çalışma odasından birkaç kez seslendim dışarı. Ses gelmedi. Giyindim, parfüm sıktım. Balkona gittim, yeniden seslenmek için. Sani'yle göz göze geldik. İç saati tıkır tıkır işliyor. O mamasını yerken çıktım evden. Oturdum bunları yazdım. İkinci hasta da uyuyakalmış iyi mi....

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 28, 2022 02:53

December 23, 2022

TAŞINDIM

 Dostlar, Romalılar, yurttaşlar, beni dinleyin!

Arkadaşlarımın uyarısıyla blog yazılarımın eposta ile takip edilemediğini, yorum bırakmanın usandırıcı olduğunu fark ettim. Madem son yazının başlığı hayat eylemi ödüllendirir, ona uygun davranmak gerek. Tüm arşivimle birlikte wordpressteyim. Beklerim. 

www.kurmacabiyografiler.wordpress.com

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 23, 2022 07:44

December 22, 2022

Hayat eylemi ödüllendirir

2022 de bitiyor. Dün en kısa gündü. Ve de en uzun gece. 21 Aralık. Yazın habercisi. Gündüzün geceyle tutuştuğu kavganın galibi gündüz olacak ve yaz yavaş yavaş gelecek. Bir anda değişmeyecek elbette. Yine karanlıkta uyanacağız çoğu, karanlıkta gireceğiz eve. Geceler uzun sürecek. Havalar üşütecek. Battaniyelerin altına gireceğiz bazen. Koltukta büzüşüp dertop olacağız. Bir de bakacağız bahar gelmiş.

21 Aralık milat, nereden baksan. Ben de bu miladı kaçıramazdım yeni başlayacağım proje için. Evet, mektuplardan söz ediyorum. Yaratma hazzı ile paylaşma coşkusu, tüm dünya görsün hevesi kardeş. Yazar olmak, bir yerde okurunla paylaşacağın bilgisiyle yazmak demek olduğuna göre yazdıklarının bir an evvel okurunla buluşturma heyecanında ayıplanacak bir yan olmasa gerek. Dijital araçlar, aradan yayıncıyı çıkarıyor. Editörün, genel yayın yönetmenin onayı, yayın programı sırası, kâğıda, mürekkebe gelen zam seni etkilemiyor. Yazıyor ve paylaşıyorsun. Okuruna ulaşmanın türlü türlü yolu var neticede. Bununla beraber matbu kitap formunda ulaşmanın hazzı bambaşka. Kitapların et ve süt ürünü gibi raf ömrü olduğunu unutup raflar aracılığıyla okura ulaşmak kolaymış gibi yapalım. Çünkü yeni yıl ruhu iyimser, inançlı ve umutlu olmayı gerektirir. 

Ne diyordum. Çanakkale mektuplarının ilki dün havalandı. Okurlarına ulaştı. Bir kısmı okumakla yetinmeyip bana yazdı. Bu etkileşim şahane. Bu mektupların ağırlıklı ulaşmasını istediğim, yanıtlarını okumayı özellikle dilediğim kesim çocuklar elbette ama yetişkin okurlara da hiç itirazım yok. Bir hişt sesi neticede yazılan. Ve nereden gelirse gelsin güzel, kıymetli. 

İkinci mektubun odağına kimi, neyi alacağım konusunda kararsızım. İki seçenek var baştan beri kafamda. Şimdiden kolları sıvadım. Okuyorum, izliyorum. Yol boyu beliriyor mektuplar. Okuduklarım arasından biri belirginleşiyor ve peşine düşüyorum bulduklarımın. Bir arı misali çiçekten çiçeğe, pardon kitaptan belgesele sürükleniyor, oradan süzdüklerimi yalın, akıcı bir dille, 7den 77ye herkesin ilgisini çekeceğim bir üslupla anlatıyorum. Dijital araçların bize sunduğu olanaklardan da faydalanarak. Yani diyeceğim o ki arkadaşım, bu mektuplara geç kalmak diye bir şey yok. Tren kaçmış değil. Peron orada her ne zaman gelirsen binebilirsin. Bu mektupları yeni yıl hediyesi olarak düşünebilirsin. Kendine ya da bir arkadaşına, belki bir çocuğa. Bir sınıf öğretmeni tanıdığına hediye edebilirsin, öğrencileriyle paylaşsın diye. Bir sınıf dolusu çocuğa sesim ulaşsın, onların sesi bana taşınsın çok isterdim mesela. İlk adımın yola çıkmak ve yazdıklarını dünyanın kafasına atmak. Ben de tam olarak bunu yapıyorum şu an. Yazıyor ve yazdıklarımı dünyanın kafasına atıyorum. İlgini çekmezse içinden sövebilir, ilgini çekerse ne dediğime kulak verebilirsin. İncelemen için link burada

                                                                                *


Bir haftadır canda uygulamasıyla oynuyorum. Ücretsiz şablonlar aracılığıyla yazar adaylarına tavsiyeler niteliğinde görseller hazırlıyorum. Şablonlar sabit. Yaptığım yalnızca hazır şablondaki metin yerine kendi iletimi girmek. Ortada bir tasarım yok. Buna karşın ortaya çıkan görseller beni tatmin ediyor. Blogta uzun yıllar boyunca biriktirdiğim "Yazar Adaylarına Tavsiyeler" etiketli yazılardan küçük bölümler paylaşıyorum. Bloğuma verdiğim uzun soluklu emeği görünür kılan bu pratik dijital araç ve sundukları beni heyecanlandırdı. Bir kısmı yeni bir şey öğrenmeden kaynaklı muhtemelen. Yeni şeyler öğrenmek keyif veriyor. O heyecanı kaybetmemek mühim. Özellikle de yaş ilerleyince. Ama bizim ülke, kendisinden başkasıyla meşgul olma fırsatı tanımıyor. İç siyaset, insanı hep karamsarlığa, umutsuzluğa, isyana, sürüklüyor. Geçim, gelecek kaygısı tükenmiyor. O yüzden kendi küçük kişisel dünyamıza sahip çıkmak, içeriyi mutlulukla, hevesle, yaratıcılıkla doldurmak kıymetli ve de hayati. Yeni yıl için herkese sağlık, mutluluk, heves, doyum ve yaratıcılık diliyorum. Yeni yıl tasarımlarımdan  birine göz atmak ister misin? Nezaket, emeğim hazır şablon üzerinden yazı değişikliği yapmaktan ibaret değilmiş gibi tebrik etmeyi ve övmeyi gerektirir :)


                                                                                   *

Cumartesi, pazar finallerim var. Çocuk Gelişimi Önlisans 3. dönem öğrencisiyim. Diş hekimliği, annelik, iyi çocuk edebiyatı okuru olmaktan kaynaklı bir alt yapı olsa da, altı derse çalışmak gerekiyor. Uzaktan öğrenim, biraz öz disiplinle gidiyor. Hem çalışmak hem de başka işlerle de meşgul olmak oraya ayıracağım zamandan çalıyor. Yumurta kapıya dayanınca, son bir hafta pdfleri okuyorum ve giriyorum. Neticede genel kültürümü arttırma, çocuk kitapları yazma pratiğime faydası olur düşünceleriyle kaydoldum, bölüme. Öğretmen çıkayım, devlete atanayım, bir özel kurumda çalışayım gibi niyetlerim yok. Bununla beraber özellikle uzaktan öğretimde Çocuk Gelişimi'ne ilginin çok yüksek olduğunu okuyorum. Uzaktan öğrenimle öğretmenlik yapma yetki ve becerisi kazanmak mümkünmüş gibi dağıtılan diplomalara, en önemlisi umut tacirliğine ne demeli bilmiyorum. Hemen her meslekte, herhangi bir plan yapılmaksızın kontenjanlar arttırılıyor. Bilimsel eğitim yükü, doçent, profesör kadroları yerine henüz doktorasını almış, akademik kariyerlerinin başındaki uzmanların sırtında. Gençlerin de ailelerin de işi hayli zor. Etrafımda hiç kimse çocuğunu devlet üniversitelerine göndermek istemiyor. Özel üniversitelerin ücretleri, öğrencilerin barınma masrafları anne babaların belini büküyor. Bu zor şartlar altında alınan diplomaların maddi karşılığını almak istiyor gençler. Etik değerleri gözetmeksizin sosyal medyada gördükleri olumsuz örneklerin sınırlarını zorluyorlar. Hastalarını müşteri, koltuğuna oturanı yolunacak kaz gibi gören hekim sayısının arttığını görmek üzüntü verici. Nereden girdim bu konuya bilmem. Oysa yeni yıla doğru koştuğumuz günlere iyimser ve umutlu olmak yakışır. O halde çevirelim kazı yanmasın. İkinci üniversiteye ve uzaktan öğrenime talebin arttığını görüyorum. İnsanların kendini geliştirme, öğrenme çabasını olumlu buluyorum. Mesleğini bitirip para kazanmaya çalışan gençlerin çalışkanlığı meslekteki büyüklerinin etik değerleriyle birleştiğinde gençlik ateşi ve bilgelikten doğacak gücün, bu kıymetli işbirliğinin olumlu kazanımlarla sonuçlanacağına inanıyorum. Tıpkı en uzun gece, en kısa gün mevzusu gibi, nereden bakarsan, onu görürsün. Hepimiz etrafımızı çeviren insanların bir ortalamasıysak şayet, yeni yılda ve daima iyi, umutlu, çalışkan, erdemli insanlarla çevrili olsun dört bir yanınız. Yaratıcılığınızın ateşi hiç sönmesin. İdeal şartları aramadan harekete geçtiğiniz bir yıl olsun. Ne derler bilirsiniz: Hayat eylemi ödüllendirir. Bu finali güzel bir şarkıyla taçlandırmak gerek. 




 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 22, 2022 03:15

December 11, 2022

Çanakkale'den mektup var

Bir süredir yeni kurmaca metinler yazmadığımı ve yeterince okumadığımı  düşünüyor, dolu dizgin yazma anının geri geleceği zamanı kolluyordum. Bu arada içimi ferah tutmaya, bolluk ve kıtlık zamanlarının normal olduğunu hatırımda tutmaya çalışıyordum. Yazmanın da mevsimleri var ne de olsa. Sular seller gibi aktığın günler kadar kuraklık da yazıya dahil. Yine de yazılacak binlerce konu öylece beklerken boş boş oturuyorum algısının insanı huzursuz eden bir yanı var. Yazmak için yüzlerce fikri, senelerce zihninde taşımamışsın, defterden deftere geçirmemişsin, hakkında konuşmamışsın gibi o ilk taslağın bir türlü çıkmadığı, seni heyecanlandıran bir fikrin her şeyin önüne geçmediği bir hal, bahsettiğim. Yıllardır çocuklara Çanakkale'yi anlatmak istiyordum ama ne o eşiği geçebiliyor, ne de kapıyı açacak anahtarı bulabiliyordum.Son birkaç günde kendiliğinden yolu açıldı. Heyecanlandım. Kâğıda kaleme sarıldım. Giderek belirginleşti, olgunlaştı. Şöyle, "Çanakkale'den mektup var!'' başlığı altında  mektuplarımı isteyen okurlarla paylaşacağım.Bu amaçla Shopier.com'da kurmacabiyografiler adında bir dükkan açtım. Ayrıntıları buradan da paylaşmak isterim.
Eğer istersen, 2023 yılı bitene kadar sana her ay bir mektup yazmak istiyorum. İlk mektubu yılın en kısa gününde, 21 Aralık'ta yollayacağım. Kendimden, yazdığım çocuk kitabından, henüz kitaplaşmamış öykü dosyalarımdan, yaşadığım şehirden, burada yaşamış, yolu buradan geçmiş kimi önemli insanlardan bahsedeceğim. Toplam 13 elektronik mektup. Bu mektupların ağırlıklı hedef kitlesi 8-12 yaş arası çocuklar. Bununla beraber davetim ilgini çektiyse, içeriğin 7den 77ye herkese uygun olduğunu söyleyebilirim. Unutmadan istersen sen de bana yazabilirsin. Mektubunu okuyacağıma emin olabilirsin. 
Mektupları toplu olarak indirimli veya tek tek almak mümkün. Ürün açıklamasına, koşullarına aşağıdan ulaşabilirsiniz. İlginize şimdiden teşekkür ederim. Umarım görüşürüz. 
Yıllık paket Aylık paket
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 11, 2022 10:55

Tuğba Gürbüz's Blog

Tuğba Gürbüz
Tuğba Gürbüz isn't a Goodreads Author (yet), but they do have a blog, so here are some recent posts imported from their feed.
Follow Tuğba Gürbüz's blog with rss.