Bir CHP yazısı
1923’te Cumhuriyet Halk Fırkası olarak kurulan, 1935 Kurultay’ında Cumhuriyet Halk Partisi adını alan günümüz CHP’si, yüz yıla yaklaşan tarihinde pek çok iniş çıkıştan sonra 24 Haziran 2018 seçimlerinden sonraki yoğun tartışmalarla yeniden ve çok güçlü bir şekilde gündeme geldi. Cumhuriyeti kuran parti olması, ilk başkanının Mustafa Kemal Atatürk olması ve Türkiye siyasi tarihinin bütün önemli dönemeçlerinde oynadığı (ya da oynamadığı) kritik rolleriyle, senelerdir iktidara gelemese de Türkiye’nin en önemli siyasal örgütü hala CHP.
Tarihinin iniş çıkışlarla dolu olduğundan yukarıda bahsetmiştim.
1920’lerde Amerikan, Fransız ve Rus devrimlerinden,
1930’larda falanjizmden,
1940’larda faşizmden etkilenen,
1950’lerde iktidarı kaybettikten sonra çok dinamik bir muhalefet çizgisine çekilen,
1960’ların özgürlükçü anayasal ortamında “ortanın soluna” kaymaya başlayan,
1970’lerin toplumsal muhalefetinin etkisiyle Avrupa sosyal demokrasisine yaklaşan,
12 Eylül 1980 askeri darbesi sürecinde kapatıldıktan sonra genel başkanının popülist-milliyetçi sol çizgideki DSP’si ile örgütünün neo-liberalizmin etkisiyle merkeze kayan Avrupa tipi sosyal demokrasisinden etkilenen SHP’si arasında kendisine yol arayan,
1992’de yeniden açıldıktan sonra önce SHP’yi,
2002 yılında da büyük bir krizle iktidardan düşen DSP’yi kendi bünyesinde toplayan,
2000’lerin AKP tek parti iktidarı döneminde ideolojik rotasını kaybederek kendisine yol arayan ve -25 oy bandına sıkışan CHP yeniden bir yol ayrımında.
Öncelikle CHP’nin 2002 ile 2018 arasında yaşanan üç önemli gelişmeye bağlı olarak sıkışıp kaldığı oy tabanının sosyolojik/iktisadi özelliklerini ve CHP’ye oy verme motivasyonunu tanımlamak gerekiyor:
1) Değişen sosyo-ekonomik yapı:
CHP’nin 1950 yılından sonra yapılan çok partili seçimlerdeki ilk on yıl boyunca oyları @’lar civarında seyretti. 1960’larda 0’lara gerileyen oyları 1970’lerdeki toplumsal canlılık döneminde yeniden 0’un üzerine yükseldi ve 1977 genel seçimlerindeki A.39’a kadar tırmandıktan sonra 1983 yılından sonra yeniden 0’lara geriledi. CHP geleneğini temsil eden HP 1983 seçimlerinde 0.46, 1983 ve 1987 seçimlerinde SHP/DSP sırasıyla 3.27 ve 1.50, 1995 ve 1999 seçimlerinde DSP/CHP sırasıyla %.35 ve 0.90 toplam oy aldı. 2002 ve sonrasında yapılan seçimlerde oyların büyük yüzdesini alan CHP ve çok küçük yüzdesini alan DSP toplamı -25 bandına geriledi.
[image error]
1950’lerle 1960’lar arasındaki dönemde Türkiye nüfusunun yaklaşık p’i kırsal alanda, 0’u kentsel alanda yaşıyordu. Bu oran 1970’lerden itibaren hızla birbirine yaklaşmaya başladı ve 1980’lerin ortalarında eşitlendi. 2000’lerin başında kentsel alan nüfusu `, kırsal alan nüfusu @ idi. Günümüzde kentsel alan nüfusu ’lara yaklaşırken, kırsal alan nüfusu civarına kadar gerilemiş durumda.
CHP, 1970’lerden sonra hızlanan kentlere göç olgusuna, ya da daha teknik bir ifadeyle kentleşmeye cevap verememiş görünüyor. Kırlardan kente göç, CHP oylarını @’lardan önce 0’lara, daha sonra da bugünkü -25 bandına kadar geriletmiş.
1950 ve 1960’larınn dünyasında Demokrat Parti geleneği ağırlıklı olarak kırsal yerleşimlerden oy alsa da, her iki parti de hem kırsal bölgelerden, hem de kentsel bölgelerden oy alabiliyordu. Sonraki 60 senede CHP yavaş yavaş kentli orta sınıfların partisine dönüştü ve Anadolu taşrasından silindi. Sadece Anadolu taşrasından silinmekle de kalmadı, tüm metropol yerleşimlerde ağırlıklı olarak orta ve orta-üst gelir gruplarının partisine dönüştü. Günümüzde CHP’nin oy depoları, İstanbul’da Kadıköy, Bakırköy, Şişli, Beşiktaş, Ankara’da Çankaya, Yenimahalle, İzmir’de Karşıyaka, Konak, Bornova, Bursa’da Nilüfer, Antalya’da Muratpaşa, Konyaaltı gibi ilçelerde yoğunlaşıyor. CHP oyları kent varoşlarına ve Anadolu illerine doğru gittikçe azalıyor ve Türkiye ortalamasının altına düşüyor.
CHP’yi orta ve orta-üst sınıfların partisi yapan dinamikler nelerdir? Bu soruya ilaveten, CHP’nin yoksul kesimlerden oy alamamasının sosyo-ekonomik nedenleri nelerdir?
[image error]
Bu soruya yanıt ararken, yukarıdaki grafik bazı ipuçları verebilir:
Grafiğe göre 1994 yılında en zengin , ortadaki @ ve en yoksul P’nin ulusal gelirden aldıkları paylar sırasıyla a, 1, %8 idi. Sonraki on yılda en zengin ’un toplam gelirden aldığı pay P’ye gerilerken, en yoksul P’nin aldığı pay ’ya kadar tırmandı. Aynı dönemde ortadaki @’ın payı da göreceli olarak arttı. Gelir dağılımının bu şekildeki değişimi, 1994’le 2002 arasında peş peşe yaşanan finansal krizlerle izah edilebilir. Gelirlerinin önemli bir ağırlığı finansal enstrümanlardan elde edilen sermaye gelirlerinden oluşan en zengin ’un gelir kaybına uğraması anlaşılır bir olgu. Peki, en yoksul P’nin geliri neden ve nasıl arttı? Sanırım bu sorunun cevabı kentleşme olgusunda yatıyor; tarım işçiliğinden, kentsel ekonominin hizmet sektörüne yönelen iş gücünün geliri göreceli olarak arttı. Bu artış, özellikle AKP iktidarının ilk yıllarında hızlanmış ve en yoksul P’nin geliri ’den ’ya çıkmış görünüyor. Bunun yanında, Türkiye’nin yerel idari yapısındaki değişimler, büyük şehir sayısının arttırılması ve daha önce “kırsal” kabul edilen yerleşimlerin il yönetimine dahil edilmesi de bu bölgelerde yaşayanların hem gelirlerinde, hem de aldıkları hizmetlerde artış anlamına geliyor. Sonraki on yıl boyunca gelir dağılımındaki kompozisyon fazla değişmemiş, en yoksul P’nin ulusal gelirden aldığı pay -16 bandında sabitlenirken, en zengin ’un payı birkaç puan yükselmiş, ortadaki @’ın payı birkaç puan gerilemiş.
Yaklaşık 15 sene süren bu süreç, toplumun en yoksul P’sinin önemli bir bölümünü sadık AKP seçmeni haline getirirken, ulusal gelirden aldığı pay değişmeyen (hatta 2007’den itibaren birkaç puan azalan) ortadaki @’ı da sadık muhalif seçmen haline getirmiş. Bu dönemde yapılan seçimler, muhalefetin iki büyük partisi olan CHP ve MHP’nin bu toplamda oy alması, büyük kentlerde yaşayan orta sınıfların CHP, küçük kentlerde yaşayan orta sınıfların ise MHP tabanında yoğunlaştığını gösteriyor. Bu dinamik sonraki on yılda da fazla değişmeden 2018’e kadar geliyor.
Son 20 yılda yaşanan bir başka olgu küreselleşme ve neo-liberal kapitalizm. Büyük yığınlar halinde kente göç eden yoksullar, modern anlamda kapitalizmin ücretli emek gücünü oluşturmak yerine, kapitalist ilişkilerin dışında, düzenli geliri olmayan, geçici işlerde ve güvencesiz çalışan kitleleri oluşturuyorlar. Hintli iktisatçı Kalyan Sanyal, Kapitalist Kalkınmayı Yeniden Düşünmek isimli eserinde bu kitleleri “çöldekiler” olarak isimlendiriyor. Bu kitleler, ortodoks Marxist yaklaşımda sermaye tarafından sömürülen ve “zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan” proleterler olarak tanımlanan insanlar bile değil. Emeklerini pazara çıkartmaya ve sermaye tarafından “sömürülmeye” çoktan razılar, ancak üçüncü dünya kapitalizminin onların emeğine ihtiyacı yok. Bu kesimler, klasik anlamdaki kapitalist ilişkilerin dışında veya çeperinde yaşıyorlar, yaşamlarını sürdürebilmek için hemşehriliğe dayalı geleneksel cemaat ilişkileri içinde ve kapitalizm dışı, ya da yarı-kapitalist ilişkiler içinde yaşamlarını sürdürmeye muhtaçlar. Daha yaşlı olanları küçük meta üretim ve satışı, perakendecilik, taksi şoförlüğü, güvenlik elemanı, gündelik temizlik, kapıcılık gibi işlerle uğraşırlarken, çocukları kentlerdeki hizmet sektöründe, çok düşük ücretlerle geçici işlerde istihdam ediliyorlar.
Son yirmi yılda yaşanan bu değişim, “çöldekileri”, kendilerine en temel hizmetleri ve yardımları sağlayan AKP’nin sadık seçmeni haline getiriyor. Kaba bir tahminle, yaklaşık 20-25 milyon civarında insan, bu ilişkiler içinde, devletten ve belediyelerden yardımlar alıyor. Hemşehri dayanışması ve cemaat kültürü, mahalle camileri, hemşehri dernekleri, muhtarlıklar ve parti il/ilçe örgütleri vasıtasıyla kurulan ilişkiler, modern anlamdaki yurttaşlık, kent paydaşlığı kavramlarını ikame ediyor.
Buna karşılık CHP, teknik becerileri ve eğitimi daha yüksek, ağırlıklı olarak kent merkezlerinde güvenlikli sitelerde oturan, gelirinin önemli bir kısmını eğitime ve kültürel etkinliklere ayıran, gelirinin bir kısmını tasarruf edebilen, çoğu plazalarda ya da kentsel ekonomide istihdam edilen beyaz yakalıların oy verdiği bir parti konumunda. CHP seçmeni kitlelerin hemşehriliğe dayalı cemaat ilişkileri çok zayıf; genellikle ücretli (ve güvenceli) çalışan konumundalar ve doğal olarak da yaşam tarzlarının bir sonucu olarak, modern dünyaya “uygun” bir siyasal program talepleri var.
Daha geleneksel orta sınıfları oluşturanlar ise, ağırlıklı olarak MHP ve MHP’den ayrılanların kurduğu İyiP’in oy tabanını oluşturuyor.
2) Neo-liberal Kapitalizm döneminde kimlik siyaseti:
Kapitalizmin 19. yüzyılın ortalarından 1970’lere kadar devam eden dönemi, üretime dayalı bir büyüme dönemiydi. 18. yüzyılın ortalarında Avrupa’da doğan ve 19. yüzyılda Amerika, Japonya ve Avustralya’ya, 20. yüzyılın başlarında da kapitalizm öncesi ilişkilerin egemen olduğu geri kalmış dünyaya yayılan sanayi kapitalizmi, ciddi bir toplumsal güç olarak ücretli emeği tarih sahnesine çıkartmış, 1917’de Rusya’da gerçekleşen sosyalist devrim, sanayi işçileri arasında yaygınlaşan sol/sosyalist/sosyal demokrat siyasal akımların programlarına -öyle veya böyle- ilham kaynağı olmuştu. Sendikalarda, derneklerde, meslek odalarında ve sol partilerde örgütlü ücretli emek, ülkelerin politik yaşamında ağırlığını hissettirmeye başlamıştı. Buna ilaveten 20. yüzyılın başında ortaya çıkan emperyalizm olgusu, gelişmemiş dünyada anti-emperyalist akımların doğuşuna neden olmuş, ulusal kurtuluşçu hareketlerin Çin, Küba, Vietnam ve bazı Afrika ülkelerinde kazandığı zaferler, kapitalizm/emperyalizm karşıtı siyasal programların geniş kitlelerce benimsenmesine yol açmıştı. 1950-1980 arasındaki dönem, SSCB’nin yüksek prestiji ve Avrupa’da sosyal demokrat/demokratik sol programların başarılı sosyal politikaları sayesinde bütün dünyada sol rüzgarların esmesini sağlamıştı.
Türkiye’de 20. yüzyılın başında anti-emperyalist bir kurtuluş savaşını yürüterek kurulmuş cumhuriyetin kurucu partisinin bu rüzgarlardan etkilenmemesi mümkün değildi. 1930 ve 1940’larda Avrupa’da yükselen falanjizmin ve faşizmin etkisiyle aşırı sağa meyleden CHP, 1970’lere gelindiğinde, dönemin anti-emperyalist, anti-kapitalist rüzgarlarının etkisiyle Avrupa tipi bir sosyal demokrat programı benimsedi. Program değişikliği sayesinde CHP 1976’da sosyalist enternasyonale üye oldu. Ancak 1980’lerde İngiltere’de Thatcherizm, Amerika’da Reaganizm’le beraber yükselişe geçen Yeni Sağ ile dünya yeni bir evreye girdi. Neo-liberalizm olarak isimlendirilen (ve düşünsel kökenleri çok daha geriye giden) bu dönemde kapitalizmin merkez ülkelerinde gerçekleşen iktisadi politika değişimleri, dünyayı sonraki on yılda ulusal kapitalizmden küresel kapitalizme taşıdı. Elektronik/bilişim devriminin de etkisiyle sermaye, ulusal sınırların dışına yöneldi. 20. yüzyılın başındaki emperyalizm olgusundan farklı olarak, çok uluslu şirketler kuruldu. Bu şirketler Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle beraber açılan geniş pazarlar sayesinde dünyanın her tarafına sermaye ihraç etmeye başladılar. 2000’lerde sermaye ihraçları, doğrudan yatırımdan spekülatif portföy yatırımlarına kaymaya başladı. Böylece dünyada üretim yoğunluğu kapitalizmin merkezlerinden Asya ağırlıklı olarak gelişmemiş dünyaya, spekülatif portföy yatırımları ise, finansallaşmaya bağlı olarak dünyanın her yanına yayıldı. Hizmet sektörü, başta finans sektörü, perakende tüketim ve turizm olmak üzere, sermayenin yöneldiği başat sektörlere dönüştü. Bu dönemde sanayide yoğunlaşmış ücretli emek önemini ve toplumsal gücünü önemli ölçüde yitirdi. 20. yüzyılın başında ulusal sermayelerin tröstleşmesi ve devlet aygıtlarının devasa birer savaş makinesine dönüşmesi ile ortaya çıkan emperyalizm ise yavaş yavaş gündemden düştü.
Yukarıda anlatılan sürecin bir sonucu olarak, sınıf savaşlarına, ücretli emeğin sendikal mücadelesine, bağımsızlıkçı anti-emperyalist programlara ve refah devleti taleplerine yönelik sol/sosyal demokrat/sosyalist programlar da gözden düşmeye başladı. Boşluğu kimlik siyaseti doldurdu. 20. yüzyılın önemli bir bölümünde önemini yitiren etnisiteye, dinsel kimliğe, cinsiyete ve cinsel tercihlere dayalı alt-kimlikler, siyasal programların ve siyasal örgütlenmelerin temel unsurları oldu.
Bu süreçte, Türkiye’de etnik ve dinsel kimlikler, seçmenlerin önemli bir yüzdesi için temel oy kriterlerine dönüştü. CHP bu dönemde hızla Kürt ve Sünni-İslam kimliğinin baskın olduğu coğrafyadan silindi. Kimlik vurgusu güçlü toplumsal gruplardan sadece Aleviler’den oy alabilen CHP, Alevi nüfusun yoğun olduğu kentler hariç, Orta ve Doğu Anadolu’da üçüncü, yer yer dördüncü parti durumuna düştü ve milletvekili çıkartamaz oldu.
Sendikaların, derneklerin, meslek örgütlerinin de hızla küçülmesi ve etkisizleşmesi sonucu CHP, oy tabanında örgütlü olan Alevilerin yerel örgütlerde biraz daha güçlü olduğu bir partiye dönüştü.
3) Yaşam Tarzı
Yukarıda anlatılan süreçlere ilaveten, 1990’ların başlarından itibaren yaşam tarzı kaygıları arttı. Türkiye’de seküler yaşamın pek çok unsuru, hızla ortadan kalkmaya başladı: Meyhaneler, içkili lokantalar, iskambil oyunları, tavla ve satranç oynanan kahvehaneler, mizah dergileri, seküler yaşamı ve seküler ilişkileri anlatan sinema filmleri, televizyonda eğlence programları, diziler, halk konserleri, tiyatrolar, plajlar, kadın günleri, caz orkestralarının çaldığı düğünler, tekel bayileri, kamu kurumlarının dinlenme tesisleri, “balkon kültürü” ve daha pek çok şey ortadan kalktıkça, seküler toplumsal yaşayış da dinselleşti, muhafazakarlaştı. Üniversitelerin, gençlik örgütlerinin, gazete ve dergi yayıncılığının toplumla bağları koptu. Politik mizah tamamen ortadan kalktı.
Bu süreç, özellikle seküler yaşamı benimsemiş orta gelir gruplarında ve toplam nüfus içinde azınlık konumundaki Alevilerde ve gayrı-müslimlerde yaşam tarzı kaygılarının ortaya çıkmasına neden oldu. Bu kaygı ve korkular, kendilerini farklı siyasal pozisyonlarda ifade eden geniş kesimleri CHP oy tabanında topladı.
2018 yılına geldiğimizde, % civarında bir oy potansiyeline hapsolmuş görünen CHP, birbirinden çok farklı dünya görüşlerine, gelir gruplarına ve sınıfsal ilişkilere sahip insanların oy verdiği bir parti konumunda. Oy tabanında sosyal demokratlar, sağ ve sol cumhuriyetçiler, laikler, sosyalistler, Atatürk milliyetçileri, liberaller, yoksul Aleviler, kentli orta sınıf Kürtler, zengin iş insanları ve seküler dindarlar olan bir parti CHP. Parti örgütleri, yoğun bir şekilde oy aldıkları eğitimli, nitelikli emekçi orta sınıflardan ziyade, Alevilerden ve geleneksel hemşehrilik ilişkisi içinde olan küçük cemaatlerden oluşuyor; çünkü günümüz dünyasında örgütlü olanlar (ve belki de kendilerini haklı olarak tehlikede hissedenler) ağırlıklı olarak onlar. Ilımlı bir sosyal demokrat programı – utangaçça da olsa – savunmasına rağmen en düşük ücretlerle çalışan emekçiler ve kapitalist emek “sömürüsünün” bile içine giremeyen “çöldekiler” CHP’ye oy vermiyorlar. CHP bu kesimlerden oy alabilmek için söylemini sağa çekiyor, partinin en yüksek pozisyonlarındaki figürlerin ağzından muhafazakar bir dille konuşuyor, parti temsilcilerinin dinsel ritüellerini abartılı bir şekilde sergiliyor, ancak bu kesimlerden en ufak bir şekilde rağbet görmüyor.
2018 Cumhurbaşkanlığı seçiminde Muharrem İnce, CHP’nin mevcut konjonktürde ulaşabileceği en geniş sınırlara ulaştı; 0,64 oy aldı ve muhtemelen de -13 civarında seçmenin ikinci tercihi konumundaydı. Bu anlamda Muharrem İnce’nin yakın dönem CHP söyleminden farklı vurguları CHP’yi mevcut konjonktürde ulaşabileceği maksimum seçmene yaklaştırdı. Buna rağmen CHP gene de toplumun yarısından fazlasına ulaşamıyor. Ulaşamama nedenleri yukarıda sıralandı.
Diğer taraftan ne kadar eleştirilse de, mevcut CHP yönetimi, birbirinden çok farklı siyasal görüşlere sahip kesimlerin bir koalisyonu durumunda ve bu koalisyon dağılırsa, CHP bir tüzük ve program değişimine gitse bile, mevcut oy seviyelerinin de altına gerileyebilir.
Peki, bu sıkışmışlık içinde CHP (çok güçlü bir alternatifi çıkana kadar) Türkiye aydınlanmasının ana damarı olarak neler yapabilir ve toplumsal tabanını nasıl genişletebilir?
Durum Tespiti ve Öneriler:
Yukarıda uzun uzadıya anlatılan küresel ve yerel konjonktür hızla sürdürülemezlik durumuna yaklaşıyor. Dünya büyük bir borç krizinin ve tarihsel ölçekli bir sermaye yıkımının eşiğinde. Bunun Türkiye’ye de kaçınılmaz etkileri olacak. Bunun yanı sıra, iklim değişimine bağlı çevresel çöküş ve özellikle kol emeğini birkaç on sene içinde önemli ölçüde ortadan kaldıracak bir üretim/tüketim paradigma değişimi de hemen kapıda. Bütün bu krizler CHP’nin bugün yaslandığı oy tabanının orta gelirden yoksullara yaklaşmasına yol açacak. Başka bir anlatımla CHP’nin bugün seslendiği oy tabanı daha da küçülecek. Beyin göçü ve sermaye kaçışları, bu süreci halihazırda beklenenden de önceye çekmiş görünüyor.
Bu koşullarda CHP, ekonomik söylemini, 1990’ların merkez sağ söyleminden farklı olarak toplumun geniş kesimlerine hitap edecek şekilde değiştirmek ve kitlelere daha iyi bir gelecek umudu vermek zorunda. Bu umudu sadece söylem değiştirerek de veremez; “çöle” çıkmak ve “çöldekilerin” temsilini sağlamak zorunda. Muharrem İnce’nin seçim kampanyasında sıkça vurguladığı nanoteknoloji, endüstri 4.0, akıllı teknolojiler, genetik devrimi gibi başlıklar, mevcut paradigma içinde “çöldekiler” için bir umut değil, tehdit. Çünkü mevcut beceri düzeyleri, eğitimleri ve dünya kültüründen izole yaşam biçimleriyle dünyaya gelmekte olan değişim, “çöldekileri” bir daha çıkamayacakları biçimde “çöle” hapsedecek. Bugün emek piyasasında satamadıkları emeklerini, gelecekte hiç satamayacaklar; çünkü piyasanın onların emeğine hiç ihtiyacı kalmayacak. Miting meydanlarını dolduranların çılgınca alkışladıkları fütüristik teknolojiler sadece bu nedenle bile en yoksul P’ye bir anlam ifade etmiyor.
Dünyada niteliksiz emeğin büyük bir yıkıma uğrama tehdidine karşı pek çok fikir geliştiriliyor; CHP fütüristik fanteziler yerine bu fikirlere kulak vermeli. Teknolojik değişim bir siyasal tercih değil, zaten gerçekleşecek ve Türkiye bu değişimden kaçınılmaz olarak etkilenecek. Sorun bu teknolojilerin Türkiye’de üretilmesi de değil; bu teknolojilerin kimlerin denetiminde olacağı, bu teknolojilerle ilgili mülkiyet ilişkileri ve teknolojilerin toplumsal ya da bireysel yarar yönündeki evrimi çok daha önemli. CHP seçmenlere teknolojiyi ülkeye “getirme” sözü vermek yerine, teknolojik değişimin toplumsal etkilerine ve paylaşım dinamiklerine odaklanmak zorunda.
Bu bağlamda temel yurttaşlık geliri, emek piyasasının çok güçlü bir sosyal devlet politikasıyla denetim altına alınması ve emeğin bir meta olmaktan çıkartılması, kamusal hizmetlerin genişletilmesi, çalışma saatlerinin azaltılması, kamu hizmetlerinin ucuzlatılması, daha ileri giderek temel hizmetlerin bedava hale getirilmesi, sosyal güvenlik sisteminin çalışanlar (ve çalışamayanlar) lehine desteklenmesi, kademeli vergilerle en zenginlerin sermaye gelirlerinin azaltılması, fırsat eşitliğini sağlamak üzere her türlü önlemin alınması ve emeğin niteliğini arttırmaya yönelik önlemler bu fikirlerden bazıları.
Ancak bu fikirleri programa yazmak da yetmez; CHP bu fikirleri parti bürokratları kanalıyla değil, bilfiil “çöldekiler” ve ileride “çöle” mahkum olması muhtemel gençler ve kadınlar vasıtasıyla savunmak ve anlatmak zorunda.
Yaşam tarzı kaygılarını muhakkak önemsemeli ve seküler yaşam unsurlarının yeniden canlanması için elindeki bütün politik araçları kullanmalı. Bunun için yazarları, sanatçıları, akademisyenleri, yerel önderleri, kadınları ve gençleri öne çıkartmalı, liderin konuştuğu, kitlelerin dinlediği geleneksel mitingler yerine, seküler yaşam unsurlarının kuvvetli bir şekilde vurgulandığı daha küçük toplantı ve etkinlikler düzenlemeli. Yerel yönetimleri, alternatif yaşam ve yönetim modellerinin fiilen uygulandığı belediyecilik anlayışıyla yürütmeli. İnterneti, sosyal medyayı, elektronik yayıncılığı desteklemeli, geleneksel siyasal iletişim yöntemleri yerine, interaktif yöntemleri kullanmalı. “Çöldekileri”, içine hapsoldukları kültürel çölden kurtaracak etkin ve etkili programlar uygulamalı.
İnsanlığın 21. yüzyılda karşılaşacağı sorunların yerel çözümleri olmadığı gerçeğinden hareketle uluslararası dayanışmayı güçlendirmeli, entelektüel arayışları yerel ve ulusalla sınırlamamalı.
Parti yapılanmasını, programını, kadrolarını ve iletişim kanallarını doğrudan demokrasi anlayışına uygun olarak yeniden oluşturmalı.
Peki, CHP bunları yapabilir mi? Mevcut görüntüsü ve muhafazakar, statükocu kadrolarıyla ne kadar zor görünse de, CHP’nin kökeninde müdafaa-i hukuk cemiyetleri ve cumhuriyetçi, aydınlanmacı, seküler, devrimci damar var. Tabanı çok canlı ve motivasyonu yüksek. Toplumun en eğitimli, idealist ve dünyaya açık kesimlerinden oy alıyor. Geriye sadece altı oktan devrimcilik okunu hatırlamak ve bu oka sıkı sıkıya sarılmak kalıyor. CHP sadece kendisini değiştirmekle kalmamalı, toplumu da değiştirecek iradeyi yaratmalı. CHP için devrimci köklerine dönüş, bir seçenek değil, tarihsel bir zorunluluktur.
CHP bu iradeyi yaratamazsa, 21. yüzyılın değişen koşullarında önce küçülecek, daha sonra yok olacak. Doğa boşluk kaldırmaz; 200 yıllık aydınlanma geleneği olan Türkiye muhakkak CHP’nin alternatifini yaratacaktır.