Cengiz Çandar's Blog, page 96

July 14, 2025

Ekslibris’ler arasında 500 yıllık gezinti

Emin Nedret İşli/KitapSanat

Geçen yıl (2024) aralık ayında Türkiye’de alanında nadir basılan kitaplara eklenecek bir özel yayın yapıldı. Sanat tarihçisi ve sanat danışmanı Oğuz Erten’in imzasını taşıyan yapıtın adı ‘Murat Araz Eks-Libris Koleksiyonu’. 191 sayfalık, büyük boylu bir prestij kitabı bu eser. Koleksiyoncu Murat Araz’ın özel bir çabayla oluşturduğu bu birikim, 17. yüzyıl ile 21. yüzyıl arasında tarihlenen 500 yıllık bir dönem içinde 265 örnekten oluşan bir külliyat. İçerisinde ağırlıklı Batılı ekslibrislerin yer aldığı bu koleksiyonda yaklaşık 17 ülke ve tabii ki Türkiye’den güzel örnekler yer alıyor. Bazı ünlü kitap toplayıcılarının, ressam ve müzisyenlerin kütüphanelerine ait olanları, birbirinden güzel resim sanatı örneklerini ve felsefi anlamlar taşıyan ifadeleri içeren ekslibrisleri bu kitapta temaşa edebilirsiniz.

Ekslibris konusuna gelince Türkiye’de ekslibris konusunda en önde gelen isim olan Prof. Hasip Pektaş bu konuyla ilgili Türkiye’de kitap yazmış ilk akademisyendir. “Ekslibris, kitapseverlerin kitaplarının iç kapağına yapıştırdıkları üzerinde adlarının ve değişik konularda resimlerin yer aldığı küçük boyutlu özgün yapıtlardır” diyor Hasip Pektaş Hoca.

İstanbul’lu kitap koleksiyoncularının topladıkları eserlere kendi ekslibrislerini yapıştırmaları çok fazla görülen bir durum değildir. Osmanlıca yazma ve basmalarda ‘Temellük kaydı’ denilen Arapça yazı ya da sahiplik mührü dediğimiz birtakım ibarelere modern anlamda ekslibris dememiz de pek olası görünmemektedir. Ama bu kayıtlardan önünüzde bulunan eserin kaç kitap severin elinden geçtiğini öğrenmeniz olasıdır.

Buna rağmen İstanbul’da yaşayan yabancı veya kentli kitapseverlerden bazı kişiler çok özel olarak ekslibris yaptırmışlar ve bunları zengin kütüphanelerinde kullanmışlardır. Kütüphanelerimiz ve özel koleksiyonlarda bulunan, üzerinde modern anlamda ekslibris taşıyan eserler hakkında bir tarama veya yayın yapılmamıştır. Oğuz Erten dostumuzu önayak olup hazırladığı bu çalışma,  ekslibris koleksiyonu konusunda ilk önemli kitaptır.

Eski ekslibrislere sık rastlanabilecek en önemli ve özel alanlardan biri sahaflardır. Yani sahaflarda sürekli eski kitap koleksiyoncularının topladıkları kitaplar alınıp satıldığı için burada ekslibris yapıştırılmış kitaplara sıklıkla tesadüf edilir. Kıdemli bir sahaf olarak benim biriktirdiğim yabancı ekslibris 200’e yakındır ve bunların çoğu İstanbul’daki sahaf piyasasından toplanmışlardır.

Yerli üretim veya Türk koleksiyoncuların kütüphaneleri için yaptırıp, kitaplarına yapıştırdıkları ekslibrisleri günümüzden geçmişe bir sıralamasını yapmak şimdilik erkendir. Yine de benim tespit edebildiğim eski harfli tek ekslibris ünlü kitap düşkünü, eğitimci, tarihçi Faik Reşit Unat’a ait olandır. F. Reşit Unat’a ait hem eski harfli hem de yeni harfli ekslibrisi ve bazı Türk koleksiyonerlere ait özel tasarım ekslibrisleri yeni kitaba ek olarak siz okuyucularla paylaşıyorum. Koleksiyon sahibi Murat Araz’ı böyle güzel bir hazineyi bizlerle paylaştığı, Oğuz Erten dostumu da bize böylesi güzel bir eseri yayın yoluyla kazandırdığı için kutluyorum.

Müteferrika 67 yayınlandı!

33 yıl boyunca cansiperane aralıksız Gümüş, Yusuf Turan Günaydın, Y. Güneş, yayınlanan kitabiyat dergisi Emin Nedret İşli, Önder Kaya, Ümit Nar, Müteferrika’yı tek başına çıkaran İ. İ. Arda Odabaşı, Dr. Kadri Mustafa Orağlı, Lütfü Seymen, 18 Mayıs 2025’te vefat etti.

Uğur Ozan Özen, Ali Emre Özyıldırım, Kansu Seymen, vefatında bir süre önce dergiyi Şarman, Ahmet Ulu, Erol Üyepazarcı, M. ileriki yıllarda çıkaracağına emin olduğu Bülent Varlık imzasını taşıyan 23 makale ve Turkuaz Sahaf’tan Ümit Gökçe İşli ve Masis bolca görselden oluşan harika bir kitabiyat Akbaş’a devretti. Kıymetli ustalarının dergisi meraklısıyla buluştu. Yeni dönemin vasiyeti gereği Gökçe ve Masis, hocaları M. ilk sayısı olarak Müteferrika 67, Türkiye’de Sabri Koz’un olağanüstü yardımları ve yayın ilk ve tek sayı olarak çıkmış ‘Matbaacılık yönetmenliği sayesinde ve Müteferrika ve Kitapçılık’ mecmuasının tıpkı basımı dostlarının yazı yardımıyla 67. sayıyı ete kemiğe ilavesiyle meraklılara ulaşıyor. Dergiyi Turkuaz Sahaf büründürdü. Bülent Ağaoğlu, Hatice Aynur, Kahraman dağıtıyor; çeşitli yayınevlerinde ve sahaf dükkanlarında Bostancı, Ahmet Çakmak, Furkan Dirican, Dr. Mustafa da bulmanız mümkün. Yeni dönem Müteferrika’nın ömrü Duman, Yahya Erdem, Burçak Evren, Mustafa Gazi, Hakan uzun olsun.

Ekslibris’ler arasında 500 yıllık gezinti yazısı ilk önce Radikal üzerinde ortaya çıktı.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 14, 2025 02:39

Almanya alarm veriyor! 2028’e kadar 768 bin iş pozisyonu boş kalacak

Alman Ekonomi Enstitüsüne göre, yaşlanan nüfus nedeniyle Almanya’da kalifiye iş gücü açığı 2028’e kadar 768 bine çıkacak.

Alman Ekonomi Enstitüsü (IW) araştırmasına göre Almanya’da 2028’e kadar 768 bin pozisyonun yeterli niteliklere sahip uzmanlar tarafından doldurulamayacağı tahmin ediliyor.

IW, “2028 Almanya İşgücü Piyasası Tahmini” adlı araştırmasının sonuçlarını açıkladı.

Buna göre, gittikçe yaşlanan Alman toplumunda kalifiye iş gücü açığının gelecek yıllarda artması bekleniyor. IW’nın araştırmasında, 2028’e kadar 768 bin pozisyonun yeterli niteliklere sahip uzmanlar tarafından doldurulamayacağı tahmin edildi. Kalifiye iş gücü açığı 2024’te ortalama 487 bin olarak açıklanmıştı.

Araştırmanın yazarlarından IW Nitelikli İşgücü Ekonomisti Jurek Tiedemann, konuya ilişkin değerlendirmesinde, “Bunun (iş gücü açığının artması) ana nedeni demografik değişim. Önümüzdeki yıllarda çok sayıda insan emekli olacak. Bu açığı azaltamazsak, gelecekte günlük yaşamlarında daha da fazla insan tarafından hissedilecek.” ifadelerini kullandı.

Araştırmada, nitelikli iş gücünde en büyük düşüş metal işleme mesleklerinde olacağı ortaya kondu. Bu mesleklerde nitelikli işçi sayısı 2028’e kadar yaklaşık 161 bin 200 kişi azalacağı tahmin edildi.

Araştırmada, ülkede kalifiye iş gücü açığının kapatılması için okullarda kariyer rehberliğinin yaygınlaştırılması, daha uzun süreli istihdam için teşviklerin artırılması ve nitelikli göçün büyük ölçekte kolaylaştırılması önerildi. (AA)

Almanya alarm veriyor! 2028’e kadar 768 bin iş pozisyonu boş kalacak yazısı ilk önce Radikal üzerinde ortaya çıktı.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 14, 2025 02:36

Çağının tanığı yazılar

Bedia Ceylan Güzelce, ‘Bu Çağın İnsanı’nda “Ben de böyle hissediyorum” dedirten bir yakınlık kuruyor okuruyla. 70’lerin sonunda doğmuş, 90’larda ilk gençliğini geçirmiş, Millenyum’da her şeyin bir gecede değişeceğine inanmış bir kuşağın tanıklığında koca bir dönüşümü okumak çok keyifli.

Cemran Öder/KitapSanat

Bedia Ceylan Güzelce’nin yeni kitabı ‘Bu Çağın İnsanı’, önceki kurgularından farklı olarak okuruyla birlikte düşündüğü, dertleştiği, yaşadıklarını anlamaya ve anlamlandırmaya çalıştığı deneme türünde yazılardan oluşuyor. Bedia Ceylan Güzelce’yi ‘1473’ ve ‘Soyka romanlarıyla edebiyat severler yakından tanıyor. Radyo ve televizyon programları, popüler edebiyat dergilerindeki yazılarıyla da bilinen Güzelce, hem gazeteciliği hem yazarlığı birlikte yürüten üretken isimlerden birisi. 

‘Bu Çağın İnsanı’, daha ilk satırından “Ben de böyle hissediyorum” dedirten bir yakınlık kuruyor okuruyla. Aslında belki sadece tür olarak denemeyle sınırlamamak gerekiyor, zira yazarın kendine has şiirsel üslubu yazının farklı türleri arasında dolaşırken bazen bir öyküye dönüşüyor bazen de bir günlüğe. Bu çağ tüm ağırlığıyla üzerimize çökerken umut kırıntısı bulmaya çalışanların cümlelerini kuruyor. Yaşadığımız günlerin unutulmaması için not düşüyor.

Çünkü bu ülkede insanlar unutmadan devam edemeyecek kadar ağır şeyler yaşıyor bazen. Güzelce, bu çağın hem mağduru hem tanığı olarak çağdaşlarıyla, okurlarıyla dertleşiyor. Yazılarından bize geçen en belirgin duygu, okurun yalnız olmadığını bilmesi ve yazarın, günlerin ağırlığına, geçmişin nostaljisine yazılarıyla bakabildiği bir pencere açması. Nefeslendiği, baktığı, gördüğü bir pencere. Bazı cümlelerin işlevi olduğunu biliyor yazar, sağaltıcı ve ruha iyi gelen etkileri var, yazılarında bunu hissediyor okuru.

Kitap, ‘Bir çağın içinde’ yazısıyla İstanbul’un 1950’leriyle başlıyor, 1970’lerde ‘Bu çağın dışında’ kurgusunda iki sevgilinin hayatını izliyoruz, sonra zaman akıyor ve ‘Bana kalan’la İstanbul’un 1990’larına uzanıyor. Zamanımıza geldiğini ‘Bu çağın korkusu’ndan anlıyoruz. İstanbul değişiyor, mahalleler dönüşüyor, geçmişin nostaljisi bugünün umarsızlığına ve hızına karışırken tutunacak güzel şeylerin sayısı azalıyor. ‘Bu çağın korkusu’nda dediği gibi: “Çocukluk tüm güçlüklere rağmen güzeldir, bir tat verir, bir his kalır, ilk kat cilası, sıvasıdır duvarlarımızın, tamamlandığında ne kadar güzel olacağına dair bir fikrin oluşur.” Çocukluğumuzda yaşadığımız güzel anlar kalır. Yazarın cümlelerinde aynı çağın tanığı olarak ortaklaşıyoruz. Kabaca 70’lerin sonunda doğmuş, 90’larda ilk gençliğini geçirmiş, en özel üniversite yıllarına tanıklık yapmış, Millenyumla her şeyin bir gecede değişeceğine inanmış bir kuşağın tanıklığında koca bir dönüşümü okumak hem çok keyifli hem çok yaralayıcı. Hep güzel şeyler olacağına inanan, umudu hep yeşerten bir kuşağın sanki kaybettiğini düşündüğü bir savaştan çıkması gibi bir his veriyor kitaptaki yazılar. Bu kuşaktan okurlar için tuhaf bir yakınlık örüyor yazar.

Bedia Ceylan Güzelce, gördükleri, duydukları ve yaşadıkları üzerinden yakın dönem Türkiye tarihine edebiyatçı gözüyle bakıyor. Satırlarında İlhan Berk’i, Mehmet Yaşın’ı selamlıyor, Şişli’nin Beyoğlu’nun sokaklarında Adalar’ın rüzgarında dolaşıyor. Yazarın alıntıladığı gibi “Çocukluğunda balık tutanlar düğümleri kolay çözer” mi bilmiyoruz ama yaşadığımız çağın düğümlerini çözmekte o kadar usta olmasak da yalnız olmadığını bilen ve hala umudu yeşerten bir kuşağın çocuklarıyız hala.

Çağının tanığı yazılar yazısı ilk önce Radikal üzerinde ortaya çıktı.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 14, 2025 02:29

Karanlığın içinden bir başyapıt

‘Boom’ kuşağının önemli isimlerinden Şilili José Donoso’nun Türkçeye ilk kez çevrilen başyapıtı ‘Edepsiz Gece Kuşu’, adı gibi edepsiz bir metin. Edebi kalıplara saygı duymaz, yapıyı yıkar, anlatıyı sabote eder. Ama bu yıkım, rastlantısal bir hoyratlık değildir. Donoso edebiyatın işlevine dair bir düşünme biçimi önerir: Eğer bastırılmış, dili kaybolmuş olan anlatılamıyorsa belki de anlatılamama hali anlatılmalıdır.

Eray AK/KitapSanat

Bazı kitaplar her sayfasıyla yeni bir okuma deneyimi vaat eder. Alışkanlıklarınız üzerine sizi düşünmeye çağırır, bugüne değin okuduklarınızı sorgulatır. Okurdan beklentileri vardır bu türden metinlerin. Ne olduğunun değil nedenlerin, neyin değil nasılların peşinden sürükler okurlarını. Türkçede Süleyman Doğru emeğiyle henüz yayımlanan José Donoso’nun ‘Edepsiz Gece Kuşu’ romanı, edebiyatın işte bu tekinsiz alanlarından birine koridor açıyor. Daha çok, anlatmanın imkânsızlığı içinde çırpınıyor gibi görünse de bu çaresizliğin yeni anlatım koridorlarına açılan kapıları yokluyor. Kendi dilini bozuyor, biçimini dağıtıyor. Tüm bunları yaparken aslında kendini yeniden inşa ediyor. Okurlarını içine soktuğu karanlık aslında aydınlığın, biçemsel özgürleşmenin ta kendisine dönüşüyor. Peki bu kadar zorlu bir deneyime neden ihtiyaç duyulur?

Donoso’nun cevapları metnin içinde değil, metnin biçiminde gizli aslında. Anlatılamayanı anlatmak için önce anlatının kendisini bozmaya girişiyor yazar. Bu da onu Latin Amerika’daki ‘Boom’ kuşağı yazarlarından farklılaştırır.

Márquez’in büyülü gerçekçiliği ya da Vargas Llosa’nın siyasal alegorileriyle kıyaslandığında Donoso, çok daha karanlık, daha içe dönük, daha tekinsiz bir coğrafyada gezinir. Onun derdi dünyayı tasvir etmekten çok zihniyetin o dünyaya karşı aldığı biçimsiz tavrı ortaya koymaktır. Biçim bu anlamda ‘Edepsiz Gece Kuşu’ için içeriği kadar değerli ve sarsıcı bir noktada durur. Anlatıcı kaygan, zaman çizgisel olmaktan uzak, anlatılanlar ise bilinç ile bilinçaltı arasında gidip gelen bir haldedir. Donoso, geleneksel anlatı beklentilerini boşa çıkarmayı amaçlar ve bunda da oldukça başarılıdır. Metin, okurunu bir anlatıdan çok bir zihin labirentine sürükler.

1970’LER VE LATİN AMERİKA 

Latin Amerika edebiyatında 1960’lar ve 70’ler, siyasi baskılarla edebiyat arasında kurulan o gergin köprünün dönemidir. ‘Edepsiz Gece Kuşu’ doğrudan politik bir roman değil belki ama Donoso’nun kaleminde içsel olanla toplumsal olanın kesiştiği bir çizgiyi temsil ediyor. Romanın yayımlandığı 1970, Şili için de Latin Amerika için de kritik bir eşiğin hemen öncesi aynı zamanda. Donoso bu eşikte, sesin değil sessizliğin diliyle konuşmayı seçer. Bir ülkenin susmaya hazırlanışını, bireyin kendi içinde yavaş yavaş yok oluşuyla eşleştirir. Romanın merkezine aldığı bu sessizlikler içindeki sesi, temsili olarak var olan Humberto Peñaloza’nın tüm grotesk dönüşümlerinden sonra ‘Imbunche’ adı verilen mitolojik figüre dönüşmesi oldukça manidar. Şili mitolojisinde dili alınmış, tüm bedeni dikişlerle kapatılmış, hareket etmesi engellenmiş bir yaratık olarak tasvir edilen ‘Imbunche’, Donoso’nun anlatmak istediklerinin de alegorik bir temsili gibidir. Donoso’nun bu grotesk dönüşümü seçmesi ise elbette tesadüfi değil. Dış dünyayla bağlantısını tamamen kesmiş, kendi içine mühürlenmiş bir bedeni temsil eder Imbunche. Tam da o dönemde Latin Amerika toplumlarının içinden geçtiği süreç gibi…

‘Edepsiz Gece Kuşu’, adı gibi edepsiz bir metin. Edebi kalıplara saygı duymaz, yapıyı yıkar, anlatıyı sabote eder. Ama bu yıkım, rastlantısal bir hoyratlık değildir. Aksine, Donoso’nun romanı tam da edebiyatın işlevine dair bir düşünme biçimi önerir: Eğer bastırılmış olan, dili kaybolmuş olan anlatılamıyorsa belki de anlatılamama hali anlatılmalıdır. Donoso romanında işte bu zor işe girişiyor. Dolayısıyla zor bir roman elimizdeki. Okuru sınar, sürüklemez. Bazı metinler vardır ki, anlaşılmak için değil; içimize sızıp kalmak için yazılır. ‘Edepsiz Gece Kuşu’ da onlardan biri.

Karanlığın içinden bir başyapıt yazısı ilk önce Radikal üzerinde ortaya çıktı.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 14, 2025 02:22

AB-ABD ticaret krizi büyüyor!  Tüm ürünlere yüzde 30 gümrük vergisi geliyor

Avrupa Birliği Komisyonunun Ticaretten Sorumlu Üyesi Maros Sefcovic, ABD’nin AB ülkelerinden ithal edilecek ürünlere yüzde 30 düzeyinde tarife uygulamasının ticareti imkansız hale getireceğini söyledi.

Sefcovic, Brüksel’de AB ülkelerinin ticaret bakanlarının gerçekleştireceği toplantı girişinde basına açıklamalarda bulundu.

Toplantıda öncelikli konunun AB-ABD ticari ilişkileri olduğuna işaret eden Sefcovic, ABD ile ticaret anlaşması müzakerelerinin ileri seviyede devam ettiği bir ortamda ABD Başkanı Donald Trump’ın AB’ye gönderdiği mektubu “üzüntü ve hayal kırıklığıyla” karşıladıklarını vurguladı.

Sefcovic, AB’nin ABD ile ticaret anlaşması görüşmelerine iyi niyetle yaklaştığını ve buna yoğun biçimde odaklandığını anlattı.

“Dürüst olmak gerekirse yüzde 30’luk bir gümrük vergisi oranı fikri, karşılıklı ticareti fiilen önleyecek nitelikte.” diyen Sefcovic, transatlantik ilişkinin işbirliği temelinde müzakereli bir çözümü hak ettiğini ifade etti.

Sefcovic, ABD yönetimi ile görüşmeleri sürdürdüklerini ve 1 Ağustos olarak belirlenen yeni son tarihe kadar müzakere edilmiş çözümlere öncelik verdiklerini belirtti.

AB’DEN MİSİLLEME HAZIRLIĞI

ABD ticaret temsilcileri ile bugün bir görüşme yapmayı planladığına işaret eden Sefcovic, “Haksız tarifelerin yol açtığı mevcut belirsizlik sonsuza kadar devam edemez. Bu nedenle, gerekirse transatlantik ilişkilerimizde dengeyi yeniden sağlamak için iyi düşünülmüş, orantılı karşı önlemler de dahil olmak üzere tüm sonuçlara hazırlıklı olmalıyız.” dedi.

Sefcovic, üye ülke ticaret bakanları ile atılacak adımları istişare edeceğini anlattı.

ABD ile müzakerelerin geçen hafta çok “umut verici” göründüğünü anımsatan Sefcovic, “Bizim tarafımızdaki his bir anlaşmaya çok yakın olduğumuz yönündeydi. Bu prensip anlaşmasını haftalardır müzakere ediyoruz ve çok az kaldığını düşünüyordum.” dedi.

Sefcovic, ABD mektubunun süreci farklı bir yapıya dönüştürdüğüne işaret ederek, mektuba rağmen müzakerelere devam edeceklerini anlattı.

Yüzde 30 veya yüzde 30’un üzerinde bir tarife oranının AB-ABD ticareti imkansız hale getireceğini yineleyen Sefcovic, “Bu oran pratik olarak ticareti yasaklıyor.” dedi.

ABD Başkanı Donald Trump, göreve gelmesinin ardından AB ülkelerinden çelik ve alüminyum ithalatına yüzde 50, otomotiv sektörüne yüzde 25 ve diğer ürünlere de yüzde 10 gümrük vergisi tarifesi uygulamaya koydu.

Trump, hafta sonu AB’ye gönderdiği tarife mektubunda ise 1 Ağustos’tan itibaren AB ülkelerinden ABD’ye gönderilen tüm ürünlere sektörel tarifelerden ayrı olarak yüzde 30 gümrük vergisi uygulanacağını bildirdi.

AB üyesi ülkeleri ticari konularda AB Komisyonu temsil ediyor. Bu aşamada AB Komisyonu ile ABD yetkilileri, tarifeler konusunda anlaşma müzakereleri yürütüyor. (AA)

AB-ABD ticaret krizi büyüyor!  Tüm ürünlere yüzde 30 gümrük vergisi geliyor yazısı ilk önce Radikal üzerinde ortaya çıktı.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 14, 2025 02:22

Maestronun bir düşünür olarak portresi

Her anı müzikle çevrili, dolu dolu bir yaşam Meastro Rengim Gökmen’inki. Yöneticilikten sahneye, müziğin her alanında zirveyi yaşamış, çok sesli müziğimizin simge isimlerinden. Gazeteci Zeynep Bilgehan, ‘Bir Müzik Düşünürü: Maestro Rengim Gökmen’ kitabında, bu büyük orkestra şefinin dört dörtlük bir portresini çıkarıyor. Kitap aynı zamanda Gökmen’in tanıklığında Türkiye’nin çok sesli müzik tarihi.

İhsan Yılmaz/KitapSanat

Yer Ankara’nın simge mekanlarından And Müzik Evi sahnesi. 60’lı yılların ortaları. Bir elinden annesi opera sanatçısı ve eğitmen Muazzez Gökmen’in diğer elinden ikinci annem diyeceği müzik hocası Nimet Karatekin’in tuttuğu küçük çocuk orada bir konsere gider.

Adını o an için bilmediği piyanistin konserini dinlediğinde dünyası değişir. “Benim çalmaya çalıştığım şeyin adı piyanoysa, bu piyano nasıl aynı olabilir” diye düşünür. Küçük yaşına rağmen önünde bambaşka bir müzik evreninin kapılarının açıldığını hissettiği o konserin solisti 20. yüzyılın dünyaca ünlü Rus piyano virtüözü Sviatoslav Teofilovich Richter’dir.

Bu anısını, hayata, dünyaya bakışını değiştiren ilk konseri izlediği o sahneye yaklaşık 55 yıl sonra Türkiye’nin klasik müzik alanında verilen en önemli ödüllerden birini almak için çıktığında anlatır ünlü şef ve eğitimci Rengim Gökmen. 2022 yılında Sevda-Cenap And Müzik Vakfı tarafından verilen Vakıf Onur Ödülü Altın Madalyası’na değer görülen Gökmen için gazeteci Zeynep Bilgehan tarafından ‘Bir Müzik Düşünürü: Maestro Rengim Gökmen’ adıyla bir de biyografi kitabı hazırlandı.

Sevda-Cenap And Müzik Vakfı tarafından yayımlanan kitap, hem kişisel bir yaşam öyküsü hem de Türkiye’de klasik müziğin gelişimi ve kurumsal yapıları üzerine önemli bir tanıklık sunuyor. Zira kitap, orkestraların nasıl çalıştığından müziğin tarihi, felsefesi, tekniklerine, güncel tartışmalardan popüler kültür konularına çok geniş bir yelpazede yolculuk yapıyor. Okuru yormadan, bir ‘roman’ akışında, mümkün olduğunca kronolojik ilerlerlerken, yeri geldikçe tüm bu alanlarla ilgili Rengim Gökmen’in bilgi ve düşüncelerine de yer veriliyor. Bilgehan’ın ‘Giriş’ yazısında da belirttiği gibi Gökmen’in kişisel tarihi Cumhuriyet’in kültür sanat ve müzik alanındaki çağdaşlaşma tarihiyle iç içe geçmiş birisi. Hikayesi, yıkılmış bir imparatorluğun küllerinden doğan genç

Cumhuriyet’in ilk kuşak sanatçılarının yeni kurulmuş konservatuvarda tanışmasıyla başlıyor. Annesi Muazzez Hanım, Musiki Muallim Mektebi’nin ilk öğrencilerinden. Keza babası da Konservatuvar Tiyatro Bölümü’nün…

Tam anlamıyla müziğin içinde doğuyor Rengim Gökmen. Sanatçı ailenin tek çocuğu olarak müzik eğitimi çok küçük yaşlarda başlıyor ama küçük Rengim’in aklı sokaklarda top oynamakta. “Müzikle doğru ve yakın ilişki kurmam 15 yaşında Konservatuvar’da Kompozisyon Bölümü’ne girmemle başladı. Ondan önce sınıfı geçmek, bir an önce top oynamaya çıkmak hesaplarındaydım.”

Ama Gökmen’in içindeki asıl kıvılcımı yakan ise 1968’de CSO’nun tarihi salonunda izlediği bir konser; Zubin Mehta yönetimindeki Los Angeles Filarmoni Orkestrası. Genç Zubin Mehta’ya kendi deyimiyle ‘çarpılıyor’: “Onu (Mehta’yı) o kadar estetik ve güçlü bir konumda görmek, o kadar insanı idare etmesi, hem espirili hem de karizmatik duruşu, ortaya çıkan müziğin olağanüstülüğü, yüksek özgüveni o yaşlardaki beni çok etkiliyor.”

70 YILLIK BİR YOLCULUK

Bir gazete röportajıyla başlayan ve Altın Madalya sonrası kitaba evrilen çalışmasını şöyle anlatıyor Zeynep Bilgehan: “Rengim Gökmen ile aylar süren çalışmalarımız boyunca aile hikayesinden içine doğduğu toplumun kültürel koşullarına, çocukluğundan gençliğini geçirdiği mahallesine, öğrenciliğinden yetişkinliğine, yurt dışı yıllarından kariyerindeki dönüm noktalarına her şeyi konuştuk. Dokuz aylık çalışmanın sonunda ortaya bu kitap çıktı. Gökmen, bu kitabın sonuna yaklaştığımız sırada 70 yaşına bastı. 70 yılı kapsayan bir yolculuk!

Kitapta profesyonel hayatıyla beraber Rengim Gökmen’in iç dünyasını da yansıtmaya çalıştık. Orkestra şefi olarak başarıları ortada; konserlerde izliyoruz. Peki konser salonu dışında nasıl birisidir? Nasıl düşünür? Nasıl çalışır? Bunun ipuçlarını vermeye çalıştık.”

Kitabın adında da belirtildiği gibi sadece mesleğinin zirvesinde başarılı bir şef değil Rengim Gökmen. İçinde büyüdüğü ve büyüttüğü cumhuriyet rejiminin faziletleri ile çok sesli müzik arasında bağ kuran ve bu bağı güçlendirmek için çalışan bir düşünür aynı zamanda. Bunun örneğini hem kendi hayat hikayesiyle hem de yaptıklarıyla veriyor.

ORKESTAR ŞEFİ ELLERİNİ VE BEDENİNİ İYİ KULLANMALI

Rengim Gökmen, 2020 yılında Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası şefliğinden ayrıldı. O zamandan beri Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı’nda öğretim üyeliğini sürdürüyor. Elbette konserlerine de devam ediyor. Gökmen verdiği orkestra şefliği derslerinde edindiği ilkeleri öğrencilerine aktarmaya çalışıyor. Zamanında kendi hocası Ferrara’yı gözlemleyerek ellerle müzik arasında kurduğu bağı şöyle anlatıyor: “Ellerle müziği çizebilmek… Ellerin müziği ifade edebilmesi… Bir dram sanatçısı gibi ellerin ve bedenin ifade gücünden yararlanarak şefin orkestraya mesajlarını iletebilmesinin gerekliliği… Ellerini ve beden dilini iyi kullanamayan bir orkestra şefi olmaz.”

AKM’DEKİ İLK KONSER

1980 yılının şubat ayında İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası (İDSO) ile AKM’de verdiği ilk konserde çok özel bir dinleyicisi vardı; hocası Ahmed Adnan Saygun… Bu heyecan verici karşılaşmayı Gökmen’in ağzından dinlemeliyiz: “Konser bitmiş. AKM’nin ikinci katındaki arka odada üstümü değiştiriyorum. Orkestradan bazı arkadaşlar ‘Adnan Hoca geldi, seni bekliyor aşağıda’ dediler. Eşi Nilüfer Hanım ile gelmiş, güvenlik görevlileri hocanın yukarıya çıkmasına izin vermemiş! Ben tabii hocanın geldiğini duyunca fırtına gibi yanına koştum. Elini öptüm. Bana unutamayacağım, beni çok gururlandıran bir şey söyledi. Dedi ki: ‘Atatürk bana çok güvenmiş, ‘Çok güzel şeyler yapacaksın’ demişti. Bunu ömrüm boyunca sırtımda taşıdım. Ben de şimdi sana aynı şeyi söylüyorum. Sen de bu ülkede güzel şeyler yapacaksın evladım…’”

Maestronun bir düşünür olarak portresi yazısı ilk önce Radikal üzerinde ortaya çıktı.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 14, 2025 01:56

Yol, duranı sevmez

İsmail Güzelsoy’un “Hiçbir roman beni bu kadar yormadı ama hiçbir roman beni bu kadar heyecanlandırmadı da” dediği masal-romanı ‘Saf – Suya Anlat’ın kahramanı Subala, çıktığı yolda ne öğrenecekse aşktan öğrenecek. Hem de çok hızlı şekilde. Okuruna ‘Kendinden çık’ diyor roman, ‘Çık ki yola devam edebilesin’.

HÜlya Avtan/KitapSanat

Bir rüyanın tekinsiz yollarında yürüyeceksin. Yol ile rüya birbirine dokunacak, dolanacak ve bazen ikisi tek bir şey olacak.” İsmail Güzelsoy’un on buçuk hayat yaşayan Subala’sı Mahimah’ın bu sözleriyle başlıyor yolculuğuna. Yürüyor da yürüyor çünkü yolda durulmaz, yol çarpar yoksa.
İthaki Yayınları aracılığıyla okurla buluşan ‘Saf – Suya Anlat’, Güzelsoy’un önsözüyle açılıyor. Güzelsoy, 90’lı yılların başlarında yazma hayalinde olduğu masal-roman türünde bir anlatıdan bahsediyor. Hakim olmadığı bu tür yazar için de üzerinde çok çalıştığı ve
çaba sarf ettiği bir sürecin neticesinde 2013 yılında ‘Saf’ ismiyle vuslata ermiş.
Ancak aradan geçen 10 yılı aşkın süre, Güzelsoy’un içinde demlenip yeni bir isteğe dönüşmüş. Onu ‘büyülü gerçekçi’ bir tarzda ve roman formatına daha yakın şekilde yeniden yazmaya. ‘Saf’ı hala çok sevmekle beraber onu yeniden kurgulama ve yeniden yazma fikrinin heyecanına kulak veren ‘Saf – Suya Anlat’ bu sayede ortaya çıkmış. Güzelsoy bunu yeni değil ama yeniden yazılan bir eser olarak tanımlıyor ve ona ‘çifte kavrulmuş’ roman diyor. Tekrar kitabın önsözüne dönecek olursak bir zamanlar annesine en çok hangi çocu-
ğunu sevdiğini sorduğunda aldığı yanıtın küçük abisi olduğunu hatırlıyor. Bunun
sebebi ise “Beni en çok o yordu” imiş. Bu kitabı düşünürken şöyle söylüyor:
“Hiçbir roman beni bu kadar yormadı ama hiçbir roman beni bu kadar heyecanlandırmadı da.”
SAFLIĞIN KAYBEDİLİŞİ
Yüzlerce yıl öncesinden başlayan hikaye günümüze uzanıyor. Yazının en başından anlaşılacağı üzere bu bir yol hikayesi. Bu yolun yolcusu Subala, henüz dünyayı ve kelimeleri tanımıyor, yalnızlığın ilk ve en saf formunu taşıyor. Onun dünyasında henüz her şeyin adı konmamış. Konuşmayı dahi bilmezken çıktığı bu yolculukta karşılaştığı ilk topluluk onu adeta bir ‘meczup’ gibi görüyor bu yüzden. Ne konuşabiliyor, ne karşısındakini anlıyor bu yüzden de kendini korumayı bile bilmiyor. Bunu ilk fark eden Lisa oluyor: “Tamam anladım, sen herkesin ‘saf ’ dediği gençsin, onun için yalnızsın.” Ancak Subala ne öğrenecekse aşktan öğrenecek. Hem de çok hızlı şekilde. Her ne kadar çabuk öğrense de aslında farklı ve o da bunun farkında.
Güzelsoy’un romanı ‘insan nedir?’, özünde ‘iyi’ midir ‘kötü’ müdür sorularına sırtını yaslıyor. Subala diğerlerinden öğrendikçe hem kendine hem de peşinde olduğu hakikate dair soruları
ve şüpheleri de artmaya başlıyor. Bu yola çıkarkenki amacı Kutlu Oyuncak’ı rehinciden alıp, Sıfır’ı bulmak, ardından da oyuncağı onunla açıp içindeki nüve ile geri dönmekken ortaya çıkan sorular onun saflığına da gölge düşürmeye başlıyor. O zaman da şu soru beliriyor ‘Saflık ne?’
AŞKIN SONU VAR MI?
Güzelsoy’un Subala’nın ağzından anlattığı hikayesi arada Şerh bölümleriyle doğrudan okura sesleniyor. Subala’nın bir nevi iç hesaplaşmaları ve şimdiye dek öğrendikleriyle yeniden biçim kazanan hayata bakışı bu bölümlerde bir sorgulama olarak karşılık buluyor ve bu ‘masala’ yeni bir boyut ekliyor. Kendi kendiyle olduğu kadar okuyucusuyla da konuşan bu kısımlarda yüzyıllar öncesine uzanan notlar ve yaşantılar yeni bir boyut kazanıyorlar. Tüm bunlar saflığın doğasını, bilgeliğin sınırlarını ve aşkın sonunun olup olmadığını da tartışmaya vesile oluyor. Roman aslında günümüz insanının içine düştüğü bir açmazı fark ettiriyor. İnsanın dönüşüm yolu denilen şeyin sürekli kendiyle meşgul olmak olmaması gerektiğini. Sadece kendisi ve kendi aklıyla ilgilenen modern zihinlerin esas mutsuzluk kaynağının da yine bu olduğunu hatırlatıyor. Bu ise sadece ahlaki değil, aynı zamanda estetik ve işlevsel bir çıkmaza da vesile oluyor. Kitap da okuruna bunu söylüyor, bir anlamda ‘Kendinden çık’ diyor. Çık ki yola devam edebilesin.

Yol, duranı sevmez yazısı ilk önce Radikal üzerinde ortaya çıktı.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 14, 2025 01:48

July 13, 2025

İran’dan kritik mesaj! Diplomasiyle savaşların önüne geçmeye çalışıyoruz

İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan, diplomasiyi güçlendirerek savaş ve çatışmanın tekrarlanmasının önüne geçmeye çalıştıklarını belitti.

İranlı Öğrenciler Haber Ajansı’na (ISNA) göre, Pezeşkiyan, Petrol Bakanlığında yaptığı konuşmada gündeme dair açıklamalarda bulundu.

Pezeşkiyan, “Diplomasiyi güçlendirerek savaş ve çatışmanın tekrarlanmasının önüne geçmeye çalışıyoruz. Savaş kimsenin faydasına değildir ve kazananı yoktur.” dedi.

“Ulusal uzlaşı hükümeti” yaklaşımı doğrultusunda hem içte birlik ve beraberliği sağlamaya hem de komşu ülkeler ve dünya devletleriyle dostane ilişkiler kurmaya çalıştıklarını dile getiren Pezeşkiyan, İsrail’in saldırıları karşısında halkın birlik ve beraberliğinin önemini vurguladı.

İSRAİL’İN İRAN’A ŞİDDETLİ SALDIRILARIYLA BAŞLAYAN ÇATIŞMA SÜRECİ

İsrail, 13 Haziran’da İran’ın çeşitli kentlerindeki nükleer tesisler başta olmak üzere ordunun üst komuta kademesini de hedef alan geniş çaplı saldırılar düzenledi.

İran’da Genelkurmay Başkanı, Devrim Muhafızları Genel Komutanı ve bazı üst düzey komutanlar ile 9 nükleer bilim insanı saldırılarda yaşamını yitirdi.

İsrail’in saldırılarında toplam sivil can kaybının bin 100, yaralı sayısının ise 5 bin 600 olduğu bildirildi.

İran’ın karşılık olarak düzenlediği füze saldırılarında İsrail’e göre, 28 kişi öldü, 1272 kişi yaralandı.

İsrail’e açıktan destek veren ABD, 22 Haziran’da İran’ın Natanz, Fordo ve İsfahan’daki 3 nükleer tesisine saldırı düzenledi.

İran ABD’nin saldırısına misilleme olarak 23 Haziran’da, ABD’nin Katar’daki El-Udeyd Hava Üssü’ne saldırdı.

ABD Başkanı Donald Trump, 24 Haziran’da İran ve İsrail arasında ateşkes sağlandığını duyurdu. (AA)

İran’dan kritik mesaj! Diplomasiyle savaşların önüne geçmeye çalışıyoruz yazısı ilk önce Radikal üzerinde ortaya çıktı.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 13, 2025 03:11

Grand Kartal Otel yangınında şok iddia! Otel sahibi yan odadakileri bile uyandırmadı

78 kişinin hayatını kaybettiği, 133 kişinin yaralandığı Grand Kartal Otel yangınına ilişkin, aralarında otelin sahibi ve belediye yetkililerinin de bulunduğu 19’u tutuklu 32 sanığın yargılandığı davanın duruşması yedinci gününde de devam ediyor.

Bolu 1. Ağır Ceza Mahkemesince, Bolu Sosyal Bilimler Lisesi’nin spor salonunda özel olarak oluşturulan alanda görülen duruşmaya, tutuklu ve tutuksuz sanıklar, yangında yaralananlar ile hayatını kaybedenlerin aileleri, sanık yakınları ve taraf avukatları katıldı.

Salonun içi ve çevresinde kolluk kuvvetlerince geniş güvenlik önlemi alındı, yerleşke etrafındaki cadde ve sokaklar trafiğe kapatıldı.

Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile kayıt altına alınan duruşmada müştekilerin beyanları dinleniliyor.

“OTEL YÖNETİMİ OTELDEN ÇIKARKEN YAN ODASINDAKİLERİ BİLE UYANDIRMAMIŞTIR”

Yangında 15 yaşındaki oğlu Eren Bağcı’yı kaybeden Gözde Ezgi Çilingir Bağcı, “Eren’i vicdansız ve katil insanların yanında konuşmayacağını” belirterek, bu kadar kötü insanların arasında temiz kalmayı başardıkları için kendilerini şanslı hissettiklerini ifade etti.

Otel çalışanları yangını fark ettiğinde insanları uyarabileceğini, bu sayede de bazı hayatların kurtarılabileceğini söyleyen Bağcı, sevgisizliğin insan hayatını önemsememek anlamına da geldiğini kaydetti.

Bağcı, olay günü “tabut otel” olarak nitelendirdiği işletmede 78 insanın hayatını kaybettiğini anımsatarak, “Otel yönetimi otelden çıkarken, yan odasındakileri bile uyandırmamıştır. Bu nasıl bir caniliktir anlamak mümkün değil. Burada dinlediklerimiz, acılarımızla dalga geçmektir. Sanık ifadelerinden anladığımız, Kartal Otel Turizm Ticaret Sanayi AŞ’ye ait çatı kuruluşu var. Bu şirketin diğerleriyle ortaklığı var. Burada otel sahipleri diğer otelle kavgalı olduklarını söyleseler de pek çok karar ortak alınmak zorunda.” ifadesini kullandı.

Bağcı, ticaret sicilleriyle ilgili çıkan 2 kararı ve medyaya yansıyan bazı haberleri mahkeme heyetine sundu.

Bilirkişi raporundaki siren sistemine ilişkin bilgilere atıf yapan Bağcı, “Bu otelde 30-40 sene boyunca hiçbir siren çalmamıştır. Buradaki elektrikçiler söylesin, raporda ’10. katta butonu söktük o da sireni çaldıracak durumda değildi.’ deniyor. Tiz bir sesi siren sesi diye anlatıyorlar. 30-40 yıldır oteldeki sirenler çalmamıştır çünkü kablosu yoktur. Yangın alarm paneli kayıptır. Varsa lütfen bilgi verin. Bulunsa bile çalışmadığı bellidir, kablo çekili olmadığı bellidir.” diye konuştu.

Bağcı, görevini yapmayan kamu kurumlarının da yaşanan bu acının sebebi olduğunu aktararak, sanıkları kastederek “bu katillerin” en ağır şekilde cezalandırılacağına inandığını dile getirdi.

Baba Rıza Eray Bağcı ise hayatını kaybeden tüm canlar için adalet aradıklarını ifade ederek, 7 gündür burada “sanıkların tiyatrosunu” izlediklerini ifade etti.

Eren’in ahlaklı, sevgi dolu ve iyi bir çocuk olduğunu dile getiren Bağcı, Eren’in sanıkların sahip olmadığı tüm ahlaka, sevgiye ve güzelliğe sahip olduğunu anlattı.

Yangında 36 çocuğun hayatını kaybettiğini anımsatan Bağcı, şöyle devam etti:

“(Sanıklara dönerek) Siz katil değil aynı zamanda vatan hainisiniz, çünkü bu ülkenin geleceğini çaldınız. Eren 15, Ömür 18 yaşındaydı. Sanıklar ‘Bilmiyorum, hatırlamıyorum, kağıt üzerinde.’ diyor. Herkesi diğerini suçluyor. Sonunda canlarını yitiren bizler, sanırım suçlu olarak ilan edileceğiz. Burada organize kötülüğün karşısında sanıklar çocuklarından ayrı kalmışlar, incinmişler, cezaevinde sıkılıyorlarmış, karıncayı bile incitmezlermiş, 2,5 aydır uyuyamıyorlarmış ki 2,5 ay iddianame hazırlandıktan sonraki süre. Demek ki ondan öne uyuyabiliyorlarmış. Bu ifadeleri verenleri kendi vicdansızlıklarıyla baş başa bırakıyorum.”

Bağcı, silinmiş kamera kayıtlarından bahsedildiğini, 21 Ocak’tan sonra şirket banka hesaplarının boşaltıldığını öne sürdü.

Gözde Ezgi Çilingir Bağcı ve Rıza Eray Bağcı, davaya katılma taleplerinin devam ettiğini aktararak, sanıkların en ağır şekilde cezalandırılmasını talep etti.

Müşteki avukatlarının beyanlarıyla duruşma sürüyor. (AA)

Grand Kartal Otel yangınında şok iddia! Otel sahibi yan odadakileri bile uyandırmadı yazısı ilk önce Radikal üzerinde ortaya çıktı.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 13, 2025 02:51

15 Temmuz Demokrasi Müzesi’ni 350 binden fazla kişi ziyaret etti

Cumhurbaşkanlığı Külliyesi karşısında yer alan 15 Temmuz Demokrasi Müzesi, darbe gecesi yaşananları 8 tematik bölümle ziyaretçilere aktarıyor. 4 yılda 350 binden fazla kişi müzeyi gezdi.

Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) 15 Temmuz 2016’da gerçekleştirdiği darbe girişiminin, o gece yaşananların ve vatandaşların canları pahasına tanklara direnişinin hafızalarda canlı tutulması amacıyla kurulan 15 Temmuz Demokrasi Müzesi 4 yılda, 350 binden fazla ziyaretçiyi ağırladı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından 15 Temmuz 2021’de açılan 15 Temmuz Demokrasi Müzesi, 98 bin metrekare kapalı alanıyla Türkiye’nin en büyük dijital ve tematik müzeleri arasında yer alıyor.

Kalkışmayı engelleyen birlik ruhunun ziyaretçilere yeniden hatırlatıldığı müzede, “Türkiye’de ve dünyada darbeler”, “Bir mermi tehdidi”, “Karanlığa atılmak”, “En uzun gece”, “İz bırakanlar”, “Sela”, “Şehitlere saygı” ve “Demokrasi nöbetleri” adıyla yer altına yapılan 8 ayrı bölüm bulunuyor.

Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nin karşısında bulunan müzede, Türkiye ve dünyadaki darbeler yazılı ve görsel materyallerle sunuluyor. Müzenin ilk kısmında ziyaretçiler, karanlık bir koridorda ses ve ışık efektleri eşliğinde tankın altından geçerek darbe gecesini temsili olarak deneyimliyor.

253 ŞEHİDİN ANISI YAŞATILIYOR

“En uzun gece” salonunda 15 Temmuz’un başlangıcından bastırılmasına kadar olan süreç video projeksiyonla aktarılıyor. “Sela koridoru”ndan geçilerek ulaşılan bölümde 253 şehidin biyografisi ve fotoğrafları yer alıyor.

Cam kubbeli son salonda yer alan 23 metre uzunluğundaki yapay çınar ağacı altında, demokrasi nöbetlerini temsilen 90 silikon heykel bulunuyor. Müzede, vadi olarak adlandırılan ve Ahlat Selçuklu mezar taşlarıyla başlayan 235 metrelik yol boyunca, Türkiye’nin önemli ve büyük yatırımları rölyeflerle anlatılıyor, ziyaretçiler buradan 15 Temmuz Şehitler Anıtı’na ulaşıyor.

Müze, çocuklara yönelik eğitim programlarından sosyal sorumluluk etkinliklerine kadar birçok farklı faaliyete de ev sahipliği yapıyor.

Müzeyi, açıldığı 2021 yılından bugüne kadar geçen sürede toplam 350 bin kişi ziyaret etti.

“AZİZ MİLLETİN KAHRAMANLIĞI ANLATILMAKTA”

Müze hakkında AA muhabirine açıklamalarda bulunan 15 Temmuz Demokrasi Müzesi Müdürü Ali Haydar Atalar, bu görevi yürütmekten gurur duyduğunu söyledi.

15 Temmuz Demokrasi Müzesi’nin doğrudan millet egemenliğini ve demokrasiyi yok etmeyi hedefleyen hain darbe girişimi sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından 2021’de hizmete açıldığına işaret eden Atalar, “Müzede 8 ayrı bölümden oluşan salonlarda bir yanda aziz milletin kahramanlığı, diğer tarafta da demokrasiye ve millet egemenliğine vurulmaya çalışılan darbe anlatılmakta.” diye konuştu.

Atalar, 15 Temmuz’un Türk demokrasi tarihindeki yerini de değerlendirerek, “15 Temmuz’u daha engin, daha derin fikirlerle özetleyebiliriz. Türk demokrasi tarihi içerisinde 1960, 1971, 1980, 28 Şubat 1997, 2007 darbelerinde ve muhtıralarında ortaya konulan adaletsizlik ve hukuksuzlukların cevabı niteliğindedir 15 Temmuz.” ifadelerini kullandı.

“15 Temmuz, var olduğumuz günden bu vakte kadar aziz milletin baskıya, zorbalığa boyun eğmeyeceğinin resmi kanıtıdır.” değerlendirmesinde bulunan Atalar, şunları kaydetti:

“Malumunuz, biz burada bir yanda aziz şehitlerimizin ve gazilerimizin o gün, o gece yaşadığı kahramanlığı anlatırken diğer tarafta da aslında ihanetin belgesini ortaya koymaktayız. Bu bağlamda ziyaretçilerimizden oldukça olumlu ve duygusal bir dönüşler alıyoruz. Müzede 253 şehidin ve gazilerin yaşam hikayeleri işlendi. 15 Temmuz bu yüzden aslında milletin, sözün ve iradenin millete ait olduğu, egemenliğin millete ait olduğunun bir resmi kanıtı.”

MÜZE, FARKLI ETKİNLİKLERE EV SAHİPLİĞİ YAPIYOR

Atalar, geçen yıl temmuz ayı ile bu temmuz ayı arasında 60 farklı türde gerçekleştirilen etkinliklerin, Türk milletinin nezdinde yer bulan, gönlüne dokunabilecek etkinlikler olduğunun altını çizerek, şöyle devam etti:

“Örneğin bir yardımlaşma kampanyası, örneğin bir sosyal sorumluluk projesi ya da çocuklarımızın küçük yaşta eğitimi üzerine kurgulanmış eğitim programlarından oluşmakta. Bununla birlikte şehitleri anma günlerimiz ya da bir aşure günümüz ya da sosyal sorumluluk projesi olarak sevgi evlerinde devletimizce misafir edilen çocuklarımızın burada mutlu ve eğlenceli bir vakit geçirmesine yönelik etkinliklerimiz söz konusu.”

Bu yılki yıl dönümü programının 14 Temmuz’da düzenleneceğini belirten Atalar, “Bu programda gerek kahramanlık türküleri, ‘Zaferin Adı Türkiye’ isimli bir tiyatro gösterimi, kahramanlık şiirleri ve dinletilerden, mehter bölüğü gösteriminden oluşan bir dizi etkinlik ziyaretçilerimizi bekliyor olacak.” bilgisini verdi.

Ziyaretçilerine dijital anlatım ve tematik kurgu eşliğinde 15 Temmuz gecesini aktaran, eğitim programları ve sosyal etkinliklerle hafızaya katkı sunan 15 Temmuz Demokrasi Müzesi, pazartesi günleri hariç her gün 09.00-17.00 arasında ziyaret edilebiliyor. (AA)

15 Temmuz Demokrasi Müzesi’ni 350 binden fazla kişi ziyaret etti yazısı ilk önce Radikal üzerinde ortaya çıktı.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 13, 2025 02:44

Cengiz Çandar's Blog

Cengiz Çandar
Cengiz Çandar isn't a Goodreads Author (yet), but they do have a blog, so here are some recent posts imported from their feed.
Follow Cengiz Çandar's blog with rss.