Yusuf Kudsi Koc's Blog

September 15, 2025

Yerli Yazar Olmak #2

Merhaba sevgili okur,

Bir önceki yazımda (Yerli Yazar Olmak #1) yerli yazar olmak ve beraberinde getirdiği birkaç engelden bahsetmiştim. İlerleyen zamanlarda yazacak daha çok şeyim oldukça devamını getireceğim, ama bu seferki gönderim biraz daha kişisel bir yazı olacak.

Biyografi kısımları bana eskiden anlamsız gelirdi. Hatta ilk çıkardığım kitaplara bakarsanız sadece sosyal medya hesaplarımı görürsünüz. Çünkü beni tanımak isterlerse oralardan takip edebilirlerdi. Ayrıca, kim olduğumdan çok yazdıklarımın daha önemli olduğunu düşünüyordum. Fakat bir gün yaptığım bir sohbetten sonra, biyografi kısmının aslında önemli olduğunu, yazar ile okur arasında bir bağ ya da ilk temas sayılabilecek bir alan olduğunu fark ettim. Bu yüzden Smallwood Katili kitabımda kısa bir biyografi bulunuyor. İşte şimdi burada, yerli yazar olma yolculuğumdan “birazcık” bahsedeceğim. Yani mini biyografiye hazır olun.

İlk Yıllar

Küçüklüğümden beri filmlere ilgim vardı. Hep oyuncu olmayı istemiştim; ama büyüdükçe anladım ki aslında oyuncu değil, kamera arkasında hikâye anlatıcısı olmak istiyordum. Oyuncaklarla oynamayı çok severdim. En sevdiğim oyuncak türleri, bol eklemleri olan ve hareket kabiliyeti yüksek olanlardı. Çünkü onlarlı sadece çarpıştırmıyor; hayal dünyamda kurduğum evrenlerde yürütüyor, diyaloglar kuruyor, dövüştürüyor, adeta kendi kendime film çekip izliyordum. Bu bana inanılmaz keyif veriyordu.

Ortaokul yıllarında sinemaya sık sık gidemediğim için babamın iş ilanlarına bakmak üzere aldığı gazetelerin son sayfalarındaki film afişlerine göz atardım. Beğendiğim afişleri kesip saklardım. (O zamanlar YouTube’a girip fragman izlemek yoktu.) Sonra o afişlerden yola çıkarak, elimdeki deftere filmin nasıl olabileceğini hayal edip kısa hikâyeler yazardım. Maalesef o defter kayboldu; çocukken bu tür şeylerin değerini bilmezdim.

Bu alışkanlığım çok uzun sürmedi. Belki en fazla 10 hikâye yazmışımdır, belki de daha az.

Lise döneminde ise bir YouTube kanalı açtım. Henüz ülkemizde pek yaygın olmadığından içerikleri İngilizce çekmek istedim. (Şimdi dönüp baktığımda “keşke Türkçe çekseydim,” diyorum.) Küçük de olsa bir kitlem oluşmuştu. O kanalda skeç tarzı videolar ve tespit içerikleri hazırlıyordum. Ergenlik dönemi işte, çok sorgulamayın.

Üniversiteye girip inşaat mühendisliği yolculuğum başladığında ise bunların hepsine son verdim...

Sonraki Yıllar

Üniversitenin ilk yıllarında çizgi roman kültürüne ilgim nedeniyle “Acaba bizim ülkede de bu tür şeyler var mı?” diye merak edip araştırmaya başladım ve Büyülü Dükkan’ı keşfettim. Oraya gidip bütün paramla çizgi romanlar alıyordum. (O zamanlar az parayla çok çizgi roman alınabiliyordu.) İlk olarak: Avengers by Hickman, Superior Spider-Man by Dan Slott ve Batman by Scott Snyder serilerini almıştım. Üçüne de ayrı ayrı hayran kaldım. İşte okuma maceram burada başladı.

Çizgi romanlardan sonra “Neden kitap da okumuyorum?” diye düşündüm ve birkaç kitap aldım: Sherlock Holmes, Ben, Robot ve Galaksinin Otostopçu Rehberi. Onları okuyunca kitap okumanın da aslında sıkıcı olmadığını fark ettim. (O zamana kadar “film varken kitap okunmaz” kafasındaydım.) Sonunda 2018’de ben de roman yazmak istediğime karar verdim. Madem film çekmek büyük bütçe ve imkan gerektiriyordu, hikâye anlatıcılığımı yazıyla ortaya koymalıydım.

Ve ilk bilimkurgu kitabım Yapay Zekânın Yükselişi’ni 2018’de yazdım. Bunu yayımlama düşüncem yoktu; sadece kendimi sınamak istedim.

Sonra 2018-2020 arasında Kuzey ve Güney: Savaşın Ortasındaki Aşk , Astronot Kasklı Çocuk ve Bir Zamanlar Dünya'yı yazdım. Farklı türlerde ve farklı anlatım tarzları denedim. Bu sırada KDY adlı kuruluşu duydum ve birçok yayıneviyle birlikte oraya da başvurdum. Ya olumsuz yanıt aldım ya da hiç cevap gelmedi. Sonunda KDY ile devam ettim.

O zamanlar çok yeniydim. Yabancı okullarda okuduğum için Türkçe dil eğitimi almamıştım; her şeyi kendim öğreniyordum (hâlâ öğreniyorum). KDY ajanslarla çalışıyordu ve üç romanımı onlara verdim. Sonuç beklentimin altında oldu. Bunun farkında değildim çünkü sektörden kimseyi tanımıyordum ve Türk dili hakkındaki bilgim çok kısıtlıydı. Ben sadece Üniversitede, “ders çalışmaya gidiyorum” bahanesiyle kafelerde kitap yazıyordum. Çevremde kimse yazdığımı bile bilmiyordu; ta ki üç kitabı aynı anda çıkarana kadar.

Ajansların editörlük hizmeti verdiğini görünce Türkçemdeki eksikleri düzelteceklerini sanmıştım. Ama kitaplar okunup geri dönüşler gelince tek söylenen, ciddi editörlük ve dil sorunları olduğuydu.

Bu süreçte 42 Günde Aşk, Smallwood Katili ve birçok yarım kalmış proje yazdım. 42 Günde Aşk daha çok pratik amaçlıydı, ama Smallwood Katili öyle değildi; en tutkuyla yazdığım işlerden biriydi. Bir Zamanlar Dünya’dan dersler çıkardığım için bu kez dışarıdan bir editör tuttum ve yayınevlerine başvurdum. Yine sonuç alamadım. Bu sefer karşıma basım karşılığı para isteyen yayınevleri çıktı, ama hepsini reddettim. Bunun yerine editöre ödeme yapıp KDY’den çıkartmayı tercih ettim. Yine kusurları olan ama öncekilere göre daha iyi bir kitap çıktı.

Sonraki yıl yine bilimkurgu kitabı olan Evrenin Sonundaki’ni yazdım. En uzun çalışmamdı. Yayınevlerine gönderdim, yine dönüş olmadı. Editör için bütçem yoktu, bu yüzden KDY’den de çıkarmadım. Açıkçası KDY’den sıkılmıştım. Bana gerçekten iyi bir editör ve görünürlük sağlayacak bir yayınevi lazımdı. Hep İthaki ile çalışmayı hayal ettim; bilimkurgu denince akla gelen en büyük yayınevlerinden biri. Kitaplığımın büyük kısmı da onların çıkarttığı kitaplardan oluşuyor. Hâlâ en çok istediğim yayınevi onlar, ama geri dönüş bile alamıyorum. (Elbette başka yayınevlerine de açığım.)

Yılmadım ve "Ay İstasyonu"nu yazdım. Yine bir bilimkurgu. Onu da birçok yere yolladım. Tanınmış bir yayınevi geri dönüş yaptı ama para istedi. Param olmadığı için reddettim. Diğer yayınevlerine bekliyorum. (Özellikle İthaki...)

Şimdi bekliyorum. Ama… boşuna mı, bilmiyorum.

Bunca umutsuzluğa ve reddedilmeye rağmen yeni bir projeye başladım. Aslında hem yeni bir kitap hem de eski. Ne demek istediğimi, Ay İstasyonu basılırsa anlatırım. Şimdilik sadece bir sonraki bilimkurgu kitabı üzerinde çalıştığımı söylemek istedim.

Maalesef neredeyse 7 yıldır yazım yolculuğu ve çocukluktan gelen tutkuyla verdiğim tüm çabaların sonucunda hiçbir saygın yayınevinden olumlu yanıt alamadım.

Belki de sandığım kadar, ya da çevremdekilerin söylediği kadar iyi değilimdir. kim bilir?
Belki de kıymetim bilinmiyordur, kim bilir?
Belki de artık pes edip gerçeklerle yüzleşmem gerekiyordur, kim bilir?
Belki de hazine bir adım ötededir… kim bilir?
Şüphe… İkilem… Umut? Kim bilir…

Bu yolculuk boyunca beni tanımasanız bile destek olduğunuz için teşekkür ederim.
Bir sonraki kitap ya da gönderide görüşmek üzere.
1 like ·   •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on September 15, 2025 00:10 Tags: yerli-yazar-olmak

September 3, 2025

Yerli Yazar Olmak #1

Merhaba sevgili okur,

Daha önce Smallwood Katili kitabım çıktığında burada bir blog gönderisi paylaşmıştım. O yazıda, kitabı hazırlarken yaşadığım yolculuğu az çok anlatmıştım. Sonrasında bir gönderi daha paylaşıp kitabın yolculuğuna dair kısa bir not düşmüştüm.

Şimdi ise farklı bir konuyla geri döndüm. Sosyal medya hesaplarımda zaman zaman yerli yazar olmanın ve beraberinde gelen engellerin üzerine yazılar paylaşıyorum. (Beni oralardan da takip edebilirsiniz: X & Instagram) Bu gönderide ise orada yazdıklarımın bir kısmını toparlayıp tek bir çatı altında paylaşmak istedim.

İlerleyen zamanlarda farklı engellerden de bahsettiğimde, önce sosyal medya hesaplarımda ardından burada daha derli toplu bir şekilde paylaşmayı düşünüyorum. Bu yazıda birkaç engelden söz edeceğim. Hadi başlayalım.

Yerli Yazar Olarak Yabancı İsim ve Mekânlar Kullanmak

Barış Müstecaplıoğlu, “Hayal Gücümüzü Kim Çaldı?” yazısında yerli yazarların yabancı isimler kullanması üzerine görüşlerini paylaşmıştı. Yazısındaki pek çok noktaya katılıyorum. Özellikle “toplumsal değişim için ezber bozan fikirler şart” tespiti son derece yerinde.

Hayal gücümüz büyük ölçüde tükettiğimiz içeriklerden besleniyor. Bilimkurgu eserleri, teknolojik gelişmeler ve popüler anlatılar çoğunlukla Batı merkezli olduğunda, bizler de ister istemez bu referanslarla düşünüyoruz. Uzay üssü kuran, yapay zekâ geliştiren ya da Mars’a koloni kuran ülkeler genellikle Türkiye dışında olunca, hayal ettiğimiz gelecekler de bu altyapılar üzerine kuruluyor.

Elbette, bir gün bu düzeni değiştirecek yazarlar çıkabilir. Belki de bu hayali biz kurmalı ve bu hikâyeleri biz yazmalıyız. Zaten bunu yapan yazarlarımız var. Ancak burada önemli bir ayrım var: Mekân da tıpkı bir karakter gibidir. Hikâyelerimizin geçtiği yer, olayların ruhunu belirler; anlatmak istediğimiz şeyle doğrudan ilişkilidir. Benim yazdığım hikâyelerde de sıkça yabancı mekânlar ya da hayalî şehirler yer alıyor çünkü o hikâyeler ancak o dünyalarda anlam bulabiliyor.

Mesela Smallwood Katili adlı hikâyemi kendi yarattığım bir kasabada kurguladım. Eğer bu hikâyeyi bir Türk köyüne taşısaydım, tamamen farklı bir anlatı olurdu. Belki daha yerli bir ruh taşırdı ama o zaman Smallwood Katili olmazdı. Hikâyenin tonu, karakter dinamikleri, atmosferi değişirdi. Bu, basit bir isim ya da dekor meselesi değil; anlatının bütün yapısını etkileyen bir seçimdir.

Bu noktada Mehmet Berk Yaltırık’ı örnek verebilirim. Onun hikâyeleri belirli bir tarihsel döneme, kültüre ve dile dayanır. Bu anlatılar başka bir ülkede geçemez; çünkü kökenleri ve beslendikleri topraklar bellidir. Benzer türde bir hikâyeyi yabancı bir yazar yazmak istese, Türk karakterler ve yerel ögeler kullanmak zorunda kalırdı. Aksi hâlde, ancak Osmanlı’yı ziyaret eden bir yabancının yaşadıklarını anlatabilirdi.

Bilimkurgu yazarken ise çoğunlukla gözden kaçan bir mesele var: gelecekte geçen hikâyelerde bugünün isimlerinin ve konuşma biçimlerinin bire bir korunması. Oysa gerçek hayatta bile yalnızca yüz yıl içinde isimler, dil ve toplum yapısı ciddi şekilde değişiyor. Şu an yazmakta olduğum hikâye Mars’ta ve bambaşka bir dünyada geçiyor. Dünya haritası yeniden çizilmiş; Türkiye yok, Amerika yok. Böyle bir evrende ana karakterimin adı “Burak” olursa kulağa ne kadar tutarlı gelir? İşte bu yüzden isimlere ya da bugünün mekânlarına takılmak yerine, anlatmak istediğimiz hikâyeye odaklanmalıyız. Çünkü hikâyeyi şekillendiren asıl şey, neyi anlatmak istediğimizdir. Karakterler ve mekânlar bu iskeletin üzerine inşa edilir.

Sonuç olarak, elbette kendi kültürümüzü, isimlerimizi ve geçmişimizi anlatan hikâyeler yazalım. Bu çok değerli. Ama bunu yapmayanlara da önyargıyla yaklaşmayalım. Farklı yollarla yazılmış her hikâye edebiyatımıza bir katkıdır. Yabancı bir yazarla yerli bir yazarın dünyaya bakış açıları farklıdır; karakter isimleri benzer olsa bile ortaya çıkan anlatılar ve tarzlar değişecektir. Mekânlar da birer karakterdir ve her hikâye kendi mekânını beraberinde getirir.

Bu olaya nasıl bakarsak bakalım, önemli olan yazmaya devam etmek ve edebiyatımıza katkı sunmaktır.

Sayfa Sayısı

Ne yazık ki basım maliyetlerinin yüksek olması nedeniyle çoğu yayınevi, özellikle yeni yazarlardan uzun kitaplar ya da seriler istemiyor. Pek çok eser yalnızca “fazla uzun” bulunduğu için geri çevrilebiliyor. Bu yüzden yazarlar olarak, yayınevlerini ikna edebilmek için daha kısa metinler ya da hızlandırılmış bir anlatıma sahip hikâyeler yazmak zorunda kalabiliyoruz. Elbette satış garantisi olan ya da tanınan yazarlar için durum zaman zaman farklılık gösterebiliyor.
Mesela, kitaplarıma bazen “sonu hızlı olmuş” şeklinde eleştiriler geldi. Bu eleştirilerde haklılık payı vardı. Bence de sonu hızlıydı; ama kitabı gereksiz yere uzatmam, yayınevlerinin beni tercih etme ihtimalini daha da azaltabilirdi. Elbette kitabımın finalinin hızlı olmasının tek nedeni bu değil. O dönemde bana sonu makul gelmişti, fakat şimdi geriye dönüp baktığımda gerçekten acele ettiğimi görebiliyorum.

Yabancı yayınevlerine baktığımda ise durumun bambaşka olduğunu görüyorum. Özellikle büyük yayınevleri, bilimkurgu ve fantastik türdeki kitapların en az 70-80 bin kelime olmasını şart koşuyor. Böyle bir kriterin bizim ülkemizde uygulanması şu an için imkânsız. Çünkü bu sayfa sayısıyla, tanınmayan bir yazar olarak bir yayınevinin kapısını çalarsanız, büyük ihtimalle karşı taraftan “evde kimse yok” cevabını alırsınız.

Belki de iyi bir yazar olmak, az sayfada bile söylemek istediklerini aktarabilmektir. Ama bazen, insanın anlatmak istediklerini ifade edebilmesi için daha fazla sayfaya ihtiyacı olabiliyor. Ben şahsen çok uzun yazabilen bir yazar değilim. Yine de yazdığım bazı metinlerin “uzun” bulunduğunu duydum. Emin değilim ama genellikle 250 sayfayı aşan eserler pek tercih edilmiyor gibi. Ya da bu sayıya yakın bir uzunlukta kitaplar daha uygun görülüyor.

Booktuber ve Bookstagram’lar

Kitap inceleme sayfalarının çoğu ya kitap gönderilmesini istiyor ya da açıkça ücret talep ediyor. Zaten bu ülkede kitap bastırmak, okura ulaşmak, okunmak ve geri dönüş almak başlı başına zorlu bir süreçken, yerli yazarlardan hâlâ bir şeyler talep edilmesi — üstelik bunun sistematik bir hale getirilmiş olması — oldukça üzücü.

Ünlü yabancı yazarların kitaplarını hiç düşünmeden satın alırken, yerli yazarlara gelince destek olmak yerine onları sömürmeye çalışmak edebiyat adına sağlıklı bir tutum değil. Eğer gerçekten yerli edebiyata katkıda bulunmak istiyorsanız, bir yazardan kitap isteyip sahte övgüler sıralamak yerine, kitabı satın alın, okuyun ve içinizden ne geçiyorsa onu yazın. Samimi ve dürüst yorumlar, hem okur hem yazar için çok daha kıymetlidir.

Ben bugüne dek sadece içeriklerini gerçekten beğendiğim kişilere kitabımı gönderdim. Hiçbirinden beni övmelerini istemedim. Tek isteğim kitabı okumaları ve hissettiklerini açıkça paylaşmalarıydı. Eleştirildiğim zamanlarda bile o kişilere teşekkür ettim, çünkü içten ve yapıcı eleştiriler beni geliştirdi. Her zaman sahte övgüler yerine gerçek yorumları tercih ettim.

Yerli yazarlara gerçekten destek olun. Eğer ücret talep edecekseniz, bu talebinizi büyük yayınevlerine ve popüler yazarlara yöneltin. Çünkü gerçek destek, talep etmekle değil, sahip çıkmakla olur.

Kitap Yayımlatmak 101 (Tabii yayımlatabilirsen)

Ekonomik sıkıntıların ortasında olduğumuz ve her şeyin giderek pahalılaştığı bir dönemdeyiz. Elbette kitap basma maliyetleri de bundan nasibini alıyor. Yayınevleri de haklı olarak, masraflarını karşılamayacağını düşündüğü projelere pek yanaşmıyor; özellikle de “yerli yazarlara.”

Bir yayınevi, yabancı bir kitabı Türkiye’ye kazandırmak için ciddi harcamalara giriyor: telif hakkı, çevirmen ücreti, kapak tasarımı, baskı… Dolayısıyla büyük bir risk alınıyor. Bazı yabancı yazarlar için bu risk göz ardı ediliyor çünkü kitaplarının satacağı neredeyse garanti görülüyor. Oysa pek çok yabancı kitabın da beklendiği kadar satmadığı bilinir. Yine de yayınevleri bu riski göze alıyor. Konu yerli yazarlara gelince, aynı cesareti çoğu zaman göstermiyorlar.

Fakat bunun tek sorumlusu yayınevleri değil. Okurlar da kitap alırken yabancı yazarlara öncelik tanıyor; yerli yazarlara ise pek şans vermiyor. Diyelim birine şans verdiler, diğerine vermiyorlar. Bu da yayınevlerini yerli yazarlara yatırım yapmaktan alıkoyuyor. Ya ünlü olacaksın, ya çok takipçin olacak ya da içeride güçlü bir tanıdığın bulunacak. Aksi takdirde itibarlı bir yayınevinden kitap bastırmak neredeyse imkânsız hale geliyor. Sitelerinde “3-6 ay içinde dönüş yaparız” deniyor, ama çoğunlukla hiçbir geri dönüş olmuyor. Kitabının okunup okunmadığını bile öğrenemiyorsun.

Daha küçük yayınevlerine yöneldiğinde ise bu kez farklı bir tabloyla karşılaşıyorsun: Yabancı yazarlar için alınan riskin maliyeti, yerli yazarlardan çıkarılmaya çalışılıyor. “Kitabını basarız ama masrafı sen karşılayacaksın, telif olarak da 5-10 veririz” yaklaşımıyla yüz yüze geliyorsun.
Yabancı yazara yatırım yapılırken, yerliden çoğu zaman esirgeniyor. Bırak kitapların satılmasını, yayınevlerinin senden talep ettiği masrafı bile çıkaramıyorsun. Çünkü okur seni değil, yabancıyı tercih ediyor. Haliyle yayınevi de aynı tercihi yapıyor.

Sonuçta, yerli yazarlar arasında sadece “şanslı” olanlarımızın kitapları basılıyor; geri kalanımız ise yavaş yavaş görünmez hale geliyor.

Biraz uzun bir yazı oldu, şimdilik bu kadar. Okuduğunuz için teşekkür ederim; düşüncelerinizi paylaşmanız beni çok mutlu eder. Bir sonraki gönderide görüşmek üzere.
1 like ·   •  2 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on September 03, 2025 00:36 Tags: yerli-yazar-olmak

June 28, 2025

"Smallwood Katili" Macerası #1

Smallwood Katili, diğer kitaplarıma kıyasla çok daha geniş bir kitle tarafından okundu ve sevildi. Bu kitap, yeni insanlarla tanışmama ve unutulmaz deneyimler yaşamama vesile oldu. Kitabın yolculuğu hâlâ devam ediyor ve bu yolculukta bana kazandıracağı yeni deneyimleri, tanıştıracağı insanları büyük bir heyecanla bekliyorum.

Kitabıma gelen her yorum, olumlu ya da olumsuz, benim için çok kıymetli. Ancak aşağıdaki yorum, şimdiye kadar aldığım en özel ve sevdiğim yorumlardan biri. Ayrıca bu kitap sayesinde ilk kez bir podcast'e katıldım. Oldukça heyecanlıydım, ama bu deneyim gerçekten harikaydı! Podcast kaydını da aşağıda bulabilirsiniz.

Şimdilik benden bu kadar. Bir sonraki gönderide görüşmek üzere!

Mert Tuzcu Yorumu

İlk Podcast

Kitabı satın almak için
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on June 28, 2025 00:54 Tags: smallwood-katili

April 30, 2023

Kitap Duyurusu ve İç Dökme

Bundan yaklaşık olarak üç yıl önce KDY aracığıyla üç kitap yayımladım. Ama sunulan “Editörlük” hizmeti beklediğim gibi olmadı. O yüzünden kitaplarım pek de istediğim seviyede çıkmadı, ki gelen eleştirilen çoğu o yönde oldu. Ben de o maceramdan bir yıl sonra yeni bir kitap bitirdim ve yayınevlerine gönderdim. İsteğim iyi bir yayınevinden çıkıp, güzel bir editörlük hizmeti alabilmekti. 3 ile 6 ay içerisinde olumlu veya olumsuz yanıt veririz diyen çoğu yayınevi 1 yıl geçmesine rağmen herhangi geri dönüş yapmadı.(hâlâ dönüş yok) Dönüş yapan az bilinen yayınevleriyse komik teklifler sundu. Bazıları basımın bir kısmını bazıları da neredeyse tümünü maddi olarak desteklememi istedi ve karşılığında sadece %7 telif sundu. (Hoşuma gitmeyen başka noktalar ve üslup konuları da var ama onlara girmeyeceğim.) Hem uzun süreler bir kitap yazmak için emek harca, hem de maliyetin çoğunu üstlen ve sonra da yayınevleri tarafından sana hiçbir değer verilmediğini gör... Bu durum epeyce canımı sıkmıştı. (Elbette herkes kendince haklı nedenler sayabilir.) Şunu da belirtmek isterim ki, büyük yayınevleri yine aynı telifi sunup, sizden ücret talep etmiyor. (Ben de buna razı olurdum.) Yayınevlerinden umudu kestikten sonra, ben de gerçek bir editör arayışına çıktım. Birkaçı ile görüştüm ve en sonunda hem yaklaşımıyla hem de içimin sinmesiyle biriyle anlaştım. Ki konuştuğum editörler arasında en yüksek meblağayı isteyendi diyebilirim. Kendisi bana editörlük dışında da yardımcı oldu. Onunla çalışmamın sonucunda kitabı tamamladım. (Seçtiğim editör ile çalışarak iyi bir tercih yaptığımın kanaatindeyim.) “Elbette bununla yetinmedim devamı başka tweet’te.” Kitabımı, şartları iyi olduğundan tekrar KDY ile çıkarıyorum ama bu sefer dışardan bir editörlük hizmeti almış ve hatalarından öğrenmiş biri olarak. Elbette hâlâ kat etmem gerek uzun bir yol var.) Bir kitabımın daha okuyucuların eline ulaşacağını duyuruyor olmak benim için sevindirici bir olay.

ŞİMDİ gelelim asıl mevzuya!

Büyük yayınevlerinin de beni fark edebilmesi için kitaplarımın iyi satması ve/veya iyi dönüşler alması gerekiyor. (Elbette fark edilmek için farklı yöntemler de var.) Sizden isteğim kitabı alıp tam puan vermeniz değil. Aksine alıp, okumanız ve gerçek düşümcelerinizi yorum olarak #Kitapyurdu, #1000kitap, #Goodreads ve #Twitter gibi sitelere paylaşmanız. Bu kitap ne kadar çok satarsa, o kadar fark edilme olasılığım artıcağına inanıyorum. O yüzden bu kitabı alıp çevrenize önermeniz benim için çok değerli. Ve dediğim gibi okuyup ardından gerçek düşüncelerinizi çeşitli platformlarda paylaşırsanız beni daha da memnun edersiniz. Şimdiden herkese teşekkür ederim ve iyi okumalar dilerim.

Smallwood Katili

Nolan kendisine orta hâlli bir daire alıp hayatında yeni bir sayfa açabilirdi. Hapisteyken bunu aklına birçok kez getirdi. Yine de bunu yapmayacaktı, yapamazdı. Cevabını bilmediği bir soru, hücrede geçirdiği her saniye beynini kemiriyordu. Neden ailesini öldürdüğü günü hatırlamıyordu? İşte tam da bu yüzden kasabasına dönmesi gerekiyordu. Bu sorunun cevabını bulabileceği tek yer orasıydı. Kendi evi. Her şeyin başladığı o yer. Onun içinse her şeyin bittiği yer. Hayatının kara günü.

Bağlantı: https://www.kitapyurdu.com/kitap/smal...

Yukarıda bahsettiğim gibi hikâyeyi tamamladıktan sonra bir editör ile çalıştım ve bana geri dönüşler yaptı, o yorumlar üzerinden hikayenin üzerinden tekrar geçtim ve birçok şey değiştirdim. (Yaklaşık olarak 6000 kelime kadar sildim ve “sildiğim kadar + 500” kelime civarı da eklemeler yaptım.) Yaklaşık üç haftamı aldı bu süreç. Bu yaptığım eklemeler sonrasında da hatalar kalmaması için ikinci bir editör ile çalıştım. (Kitabın içinde adı yazıyor.) Yazım sürecineden kısacık bahsedecek olacaksam, ortalama olarak günlük 3 saatlik yazım sürecim oluyor (En uzun oturma sürem sanırım 7 saat civarı.) Ama yazarlık her saniye yapılan bir şey, düşüncelerini kağıda dökmediğin anlar da bile kafanın içinde süreki yazıyorsundur. Tüm bu süreçlerden geçtikten sonra yayınevi aramaya başladım ve olanları sizlere anlattım. Ben de hikâyemi KDY’ye teslim ettim ve onların ortak çalıştığı Ajans bir kere daha üzerinden geçip kitabı yayımladılar. Ve böylece benim Smallwood Katili ile olan sürecim sonlandı. Artık hikâyemin yolculuğu siz, okurların elinde. Siz onu nereye götürmek isterseniz, o oraya gidecektir. Ona iyi bakın…

Bana daha da yakın olun: https://linktr.ee/yusufkudsikoc
1 like ·   •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 30, 2023 07:42 Tags: smallwood-katili