Dokuzuncu Hariciye Koğuşu Quotes
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
by
Peyami Safa13,005 ratings, 4.03 average rating, 490 reviews
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu Quotes
Showing 1-30 of 41
“Bir yalan söylendiği zaman insanların değil, eşyanın bile buna nasıl tahammül ettiğine şaşıyordum. Yalana herşey isyan etmelidir. Eşya bile: Damlardan kiremitler uçmalıdır, ağaçlar köklerinden sökülüp havada bir saniye içinde toz duman olmalıdır, camlar kırılmalıdır, hattâ yıldızlar düşüp gökyüzünde bin parçaya ayrılmalıdır filân... Zavallı mürâ-hik...
Nüzhet bana yalan söyledi.”
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
Nüzhet bana yalan söyledi.”
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
“Büyük bir hastalık geçirmeyenler, herşeyi anladıklarını iddia edemezler.”
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
“Bazen etrafımızda o kadar esrarlı bir hâdise olur ki ince teferuatına kadar bunu sezeriz, fakat hiçbir şey idrak etmeyiz; ruhumuzun içinde ikinci bir ruh her şeyi anlar, fakat bize anlatmaz, böyle korkunç işaretlerle bizi muammanın derinliklerine atar ve boğar.”
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
“Felaketimizi başka biriyle taksim etmek saadettir,fakat annelerle değil,annelerle değil.Annelere anlatılan kederler taksim değil,zarbedilmiş olur: Çocuklarının felaketini iki kat şiddetle hisseden anneler,bu ıstıraplarını çocuklarına fazlasıyla iade ederler;böylece keder anadan çocuğa ve çocuktan anaya her intikal edişinde büyüdükçe büyür.”
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
“Bir şey ümit etmemenin rahatlığından başka barınacak ruhi bir köşem kalmamıştı.”
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
“Fakat keşke futbol oynasaymışım; belki de bacağımı Nüzhet'in aşkı kadar yormazdı.”
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
“Istırabın derinlerine indikçe sevincimizi kaybetmek korkusu kalmadığı için, yeni bir sevinç başlıyor: Istırabın ilacı ıstıraptır. İkisinin hasıl-ı zarbı: Sevinç.”
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
“Hakikati seviniz, o da sizi sever; hakikati arayınız o da sizi arar ve üstüne yalan Çin setleri gibi kalın duvarlar örsün, altında kalan hakikat bir ince iniltiyle, bir hafif rüzgâr dalgasıyla, herhangi bir küçük işaretle mevcudiyetini bildirir: “Buradayım” der.”
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
“Nüzhet bana yalan söyledi. Dünyanın hiç bir Nüzhet'i yalan söylememelidir.”
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
“Sofradaki münalaşanın çirkin bir çocuğu doğdu: Sükut. Ruhlar acılaşmıştı ve güzel bir mevzua girilemiyordu.”
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
“Öyle bir yaştaydım ve öyle bir mizaçtaydım ve çocukluğumda o kadar az oyun oynamıştım ve aldatmasını o kadar az öğrenmiştim ki, yalan bana suçların en ağırı gibi geliyordu; ve bir yalan söylendiği zaman insanların değil, eşyanın bile buna nasıl tahammül ettiğine şaşıyordum.”
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
“Fakat eve gittim. Şehrin bir ucundan öbür ucuna.
Kenar mahalleler. Birbirine ufunetli adaleler gibi geçmiş, yaslanmış tahta evler. Her yağmurda, her küçük fırtınada sancılanan ve biraz daha eğrilip büğrülen bu evlerin önünden her geçişimde, çoğunun ayrı ayrı maceralarını takip ederdim. Kiminin kaplamaları biraz daha kararmıştır, kiminin şahnişini biraz daha yumrulmuştur, kimi biraz daha öne eğilmiş, kimi biraz daha çömelmiştir; ve hepsi hastadır, onları seviyorum; çünkü onlarda kendimi buluyorum; ve hepsi iki üç senede bir ameliyat olmadıkça yaşayamazlar, onları çok seviyorum; ve hepsi, rüzgârdan sancılandıkça ne kadar inilderler ve içlerinde ne aziz şeyler saklarlar, onları çok... çok seviyorum.”
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
Kenar mahalleler. Birbirine ufunetli adaleler gibi geçmiş, yaslanmış tahta evler. Her yağmurda, her küçük fırtınada sancılanan ve biraz daha eğrilip büğrülen bu evlerin önünden her geçişimde, çoğunun ayrı ayrı maceralarını takip ederdim. Kiminin kaplamaları biraz daha kararmıştır, kiminin şahnişini biraz daha yumrulmuştur, kimi biraz daha öne eğilmiş, kimi biraz daha çömelmiştir; ve hepsi hastadır, onları seviyorum; çünkü onlarda kendimi buluyorum; ve hepsi iki üç senede bir ameliyat olmadıkça yaşayamazlar, onları çok seviyorum; ve hepsi, rüzgârdan sancılandıkça ne kadar inilderler ve içlerinde ne aziz şeyler saklarlar, onları çok... çok seviyorum.”
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
“Annelere anlatılan kederler taksim değil, zarbedilmiş olur.”
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
“Bir diş çektirdikten sonra bile yerinde ağızdan daha büyük bir boşluk kaldığı zannedildiği halde, ayrılan bir bacağın yerinde kalan uçurumun baş dönmesine nasıl alışılır?”
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
“Yalnız bir şey anlamıştım ki, ben çok mutsuzdum.
O gece de yatakta bunu kuvvetle hissettim.
Gözlerim doluyordu.
Meçhul ümitlere inanmadığım an, beni kurtaracak şeyin ne olduğunu bilmek istiyorum. Ümit etmek bile az. Emin olmak ihtiyacı. Yalancı geleceğin şüpheli vaatlerine değil, teminatına ve senedine ihtiyacım var. Halbuki o vaat bile etmiyor ve kendisine beni nasıl karşılayacağını sorduğum vakit, korkunç bir dilsizlikle susuyor.
Uyuyamıyorum.”
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
O gece de yatakta bunu kuvvetle hissettim.
Gözlerim doluyordu.
Meçhul ümitlere inanmadığım an, beni kurtaracak şeyin ne olduğunu bilmek istiyorum. Ümit etmek bile az. Emin olmak ihtiyacı. Yalancı geleceğin şüpheli vaatlerine değil, teminatına ve senedine ihtiyacım var. Halbuki o vaat bile etmiyor ve kendisine beni nasıl karşılayacağını sorduğum vakit, korkunç bir dilsizlikle susuyor.
Uyuyamıyorum.”
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
“Bizden uzaklaşmadıkça bize görünmeyen sıhhat, itiyadın verdiği hissizlikle, sağlamların şuurundan kaçıp nasıl ve nereye saklanıyor?”
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
“Fakat bu ışığa çok bakamıyordum, bu güneş bile gözlerimden içeriye girince, kendinden daha büyük bir karanlık denizine düşmüş gibi derhal sönüyor ve içimin rengini alıyordu.”
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
“Gözlerim öteki masalara gitti. Her örtünün altında böyle bir tane var.
Doktor: "Bu taze bir kadavra, yeni gelmiş." dedi. "Taze" ve "Kadavra" kelimelerinin garip tezadı beni ürpertti.”
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
Doktor: "Bu taze bir kadavra, yeni gelmiş." dedi. "Taze" ve "Kadavra" kelimelerinin garip tezadı beni ürpertti.”
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
“Türkiye’de ecnebi mekteplerin kuvvetli silindirleri altında yamyassı olan bu kafaların kesilmesinden başka çare görmüyordum.”
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
“ıstırabın derinlerine indikçe sevincimizi kaybetmek korkusu kalmadığı için, yeni bir sevinç başlıyor: ıstırabın ilacı ıstıraptır. ikisinin çarpımı: sevinç.”
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
“Ben de gülümsedim ve çılgın bir sevinçle hâdisenin üstüne abanıyor, gayr-i hakikî bir nokta arıyordum; fakat bir kere, inanmanın şehveti başladıktan sonra, hakikat olduğuna iman edilen şeyi bütün iştiyaklarıyla kucaklıyan insanlar gibi sevinçten çıldırıyordum, kuruntumun utancını duymayacak kadar mes'uttum.”
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
“Onları şimdiden gayet iyi tanıyorum. Üstümden çıkarıp yatağa attığım robdöşambr içinde, ebediyen aynı insan bulunacak: Hasta.”
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
“Felaket gibi saadet de ne hızlı gidiyor!”
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
“Sohbetlerimize ihtiyaç girdi. Zaman geçtikçe birbirimizi daha çok tanıyacakken, birbirimize karşı yenileşiyorduk.”
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
“Öyle bir yaşta idim ve öyle bir mizaçta idim ve çocukluğumda o kadar az oyun oynamıştım ve aldatmasını o kadar az öğrenmiştim ki, yalan bana suçların en ağırı gibi geliyordu ve bir yalan söylendiği zaman insanların değil, eşyanın bile buna nasıl tahammül ettiğine şaşıyordum. Yalana her şey isyan etmelidir. Eşya bile: Damlardan kiremitler uçmalıdır, ağaçlar köklerinden sökülüp havada bir saniye içinde toz duman olmalıdır, camlar kırılmalıdır, hatta yıldızlar düşüp gökyüzünde bin parçaya ayrılmalıdır filân”
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
“Kendimi, kitapların kahramanlarından daha mühim bulduğum için, okumaktan sıkılıyorum. Istırabımın hodgamlığı mani oluyor.”
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
“İçimde ani bir karar doğdu.
Kendini tatbik ettirmek için muhtaç olduğu büyük enerjiyi de beraber taşıyan bu kararı vakit kaybetmeden fiile geçirmek istedim. Zira onun en kuvvetli düşmanı zamandı.”
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
Kendini tatbik ettirmek için muhtaç olduğu büyük enerjiyi de beraber taşıyan bu kararı vakit kaybetmeden fiile geçirmek istedim. Zira onun en kuvvetli düşmanı zamandı.”
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
“Duvarlar
Yüksek, çıplak, mavi, dümdüz, dimdik duvarlar.
Gözümün hiçbir görüş köşesi yok ki içine bir duvar parçası girmesin. Hep ve yalnız onları görüyorum. Onlardan kaçan gözlerim onlarla karşılaşıyor.
Bakıldıkça uzuyorlar, yükseliyorlar; sertleşiyor ve korkak, yumuşak bakışlarıma kaskatı çarpıyorlar, gözlerimi ezecekler. Başım döndü.
Deniz gibi yayılıyor ve beni çeviriyorlar. Serinliklerini hissediyorum. Denizde, çıplak vücudumu saran dalgaların birdenbire taş kesilmeleri gibi duvarları giyiyorum.
Hiç kımıldamıyorlar.
Bütün bu hastanenin, sessiz, hareketsiz, soğuk, bomboş anlarını onlar doğuruyorlar.
Gözlerimi, onlardan kaçırmak için, yastığa da kapatamıyorum. Arkama uzanacaklarını, üstüme abanacaklarını sanıyorum.
Ve onlara mütemadiyen bakıyorum. İçime serin mavilikler doluyor, ruhlarını iyice gizleyen korkunç ve tehditkar mahluklar. Şuurları varmış gibi duruyorlar ve her an büyük bir felaket yapmaya hazırlandıkları yerde, avlarının korkusuyla eğlenmek için maksatlarına ulaşmayı tehdit ediyormuş gibi duruyorlar. Allah gibi, kuvvetini göstermeden kuvvetli duruyorlar.
Onlarla mücadele ederek vakit geçiriyorum, fakat onlar donmuş avuçlarıyla zamanı da yakalıyorlar, durduruyorlar ve hayatımın serbest akışına mani oluyorlar.
Kanım soğuyor. Kireçleniyorum.
Birçok defa elektrik ziline basmak istediğim halde kımıldanamıyorum.
Biraz yürürsem, onların bana doğru geldiklerini görerek geri çekiliyorum.
Nihayet düğmeye bastım.
Çarpıntı ile bekliyorum.
Gözlerim kapının topuzunda.
Gelmiyorlar.
Tekrar düğmeye bastım. Gene bekliyorum.
Gelmiyorlar.
Gögsümde müthiş bir baskı. Boylu boyunca bir duvarın altına uzanıp kalmışım gibi hava alamıyorum, kollarımdan ve bacaklarımdan hayat çekiliyor.
Yatağa arka üstü uzanıyorum.
O vakit bir çığlık duyuyorum. Keskin, uzun, acı bir haykırış. Hayretle doğruluyorum. Kim bağırdı?
Etrafımda bir kalabalık, bütün hastane adamları.
Oh... Fakat ben rahatlıyorum, ben de öyle bağırmak istiyorum, ancak birdenbire etrafımda her şey sönüyor, galip duvarlar uzaklaşıyorlar. Başımı siyah bir boşluk kaplıyor.
Yüzümde soğuk temaslarla uyanıyorum.
-Gözlerini açtı...
Diyorlar.
-Şuraları da oğun!
Diyorlar.
-Ağlasın, ağlasın, açılır.
Diyorlar.
Kim ağlıyor? Bilmiyorum. Hıçkırıklar duyuyorum. Ve daima içimde bir rahatlama.”
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
Yüksek, çıplak, mavi, dümdüz, dimdik duvarlar.
Gözümün hiçbir görüş köşesi yok ki içine bir duvar parçası girmesin. Hep ve yalnız onları görüyorum. Onlardan kaçan gözlerim onlarla karşılaşıyor.
Bakıldıkça uzuyorlar, yükseliyorlar; sertleşiyor ve korkak, yumuşak bakışlarıma kaskatı çarpıyorlar, gözlerimi ezecekler. Başım döndü.
Deniz gibi yayılıyor ve beni çeviriyorlar. Serinliklerini hissediyorum. Denizde, çıplak vücudumu saran dalgaların birdenbire taş kesilmeleri gibi duvarları giyiyorum.
Hiç kımıldamıyorlar.
Bütün bu hastanenin, sessiz, hareketsiz, soğuk, bomboş anlarını onlar doğuruyorlar.
Gözlerimi, onlardan kaçırmak için, yastığa da kapatamıyorum. Arkama uzanacaklarını, üstüme abanacaklarını sanıyorum.
Ve onlara mütemadiyen bakıyorum. İçime serin mavilikler doluyor, ruhlarını iyice gizleyen korkunç ve tehditkar mahluklar. Şuurları varmış gibi duruyorlar ve her an büyük bir felaket yapmaya hazırlandıkları yerde, avlarının korkusuyla eğlenmek için maksatlarına ulaşmayı tehdit ediyormuş gibi duruyorlar. Allah gibi, kuvvetini göstermeden kuvvetli duruyorlar.
Onlarla mücadele ederek vakit geçiriyorum, fakat onlar donmuş avuçlarıyla zamanı da yakalıyorlar, durduruyorlar ve hayatımın serbest akışına mani oluyorlar.
Kanım soğuyor. Kireçleniyorum.
Birçok defa elektrik ziline basmak istediğim halde kımıldanamıyorum.
Biraz yürürsem, onların bana doğru geldiklerini görerek geri çekiliyorum.
Nihayet düğmeye bastım.
Çarpıntı ile bekliyorum.
Gözlerim kapının topuzunda.
Gelmiyorlar.
Tekrar düğmeye bastım. Gene bekliyorum.
Gelmiyorlar.
Gögsümde müthiş bir baskı. Boylu boyunca bir duvarın altına uzanıp kalmışım gibi hava alamıyorum, kollarımdan ve bacaklarımdan hayat çekiliyor.
Yatağa arka üstü uzanıyorum.
O vakit bir çığlık duyuyorum. Keskin, uzun, acı bir haykırış. Hayretle doğruluyorum. Kim bağırdı?
Etrafımda bir kalabalık, bütün hastane adamları.
Oh... Fakat ben rahatlıyorum, ben de öyle bağırmak istiyorum, ancak birdenbire etrafımda her şey sönüyor, galip duvarlar uzaklaşıyorlar. Başımı siyah bir boşluk kaplıyor.
Yüzümde soğuk temaslarla uyanıyorum.
-Gözlerini açtı...
Diyorlar.
-Şuraları da oğun!
Diyorlar.
-Ağlasın, ağlasın, açılır.
Diyorlar.
Kim ağlıyor? Bilmiyorum. Hıçkırıklar duyuyorum. Ve daima içimde bir rahatlama.”
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
“Duvarlar
Yüksek, çıplak, mavi, dümdüz, dimdik duvarlar.
Gözümün hiçbir görüş köşesi yok ki içine bir duvar parçası girmesin. Hep ve yalnız onları görüyorum. Onlardan kaçan gözlerim onlarla karşılaşıyor.
Bakıldıkça uzuyorlar, yükseliyorlar; sertleşiyor ve korkak, yumuşak bakışlarıma kaskatı çarpıyorlar, gözlerimi ezecekler. Başım döndü.
Deniz gibi yayılıyor ve beni çeviriyorlar. Serinliklerini hissediyorum. Denizde, çıplak vücudumu saran dalgaların birdenbire taş kesilmeleri gibi duvarları giyiyorum.
Hiç kımıldamıyorlar.
Bütün bu hastanenin, sessiz, hareketsiz, soğuk, bomboş anlarını onlar doğuruyorlar.
Gözlerimi, onlardan kaçırmak için, yastığa da kapatamıyorum. Arkama uzanacaklarını, üstüme abanacaklarını sanıyorum.
Ve onlara mütemadiyen bakıyorum. İçime serin mavilikler doluyor, ruhlarını iyice gizleyen korkunç ve tehditkar mahluklar. Şuurları varmış gibi duruyorlar ve her an büyük bir felaket yapmaya hazırlandıkları yerde, avlarının korkusuyla eğlenmek için maksatlarına ulaşmayı tehdit ediyormuş gibi duruyorlar. Allah gibi, kuvvetini göstermeden kuvvetli duruyorlar.
Onlarla mücadele ederek vakit geçiriyorum, fakat onlar donmuş avuçlarıyla zamanı da yakalıyorlar, durduruyorlar ve hayatımın serbest akışına mani oluyorlar.”
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
Yüksek, çıplak, mavi, dümdüz, dimdik duvarlar.
Gözümün hiçbir görüş köşesi yok ki içine bir duvar parçası girmesin. Hep ve yalnız onları görüyorum. Onlardan kaçan gözlerim onlarla karşılaşıyor.
Bakıldıkça uzuyorlar, yükseliyorlar; sertleşiyor ve korkak, yumuşak bakışlarıma kaskatı çarpıyorlar, gözlerimi ezecekler. Başım döndü.
Deniz gibi yayılıyor ve beni çeviriyorlar. Serinliklerini hissediyorum. Denizde, çıplak vücudumu saran dalgaların birdenbire taş kesilmeleri gibi duvarları giyiyorum.
Hiç kımıldamıyorlar.
Bütün bu hastanenin, sessiz, hareketsiz, soğuk, bomboş anlarını onlar doğuruyorlar.
Gözlerimi, onlardan kaçırmak için, yastığa da kapatamıyorum. Arkama uzanacaklarını, üstüme abanacaklarını sanıyorum.
Ve onlara mütemadiyen bakıyorum. İçime serin mavilikler doluyor, ruhlarını iyice gizleyen korkunç ve tehditkar mahluklar. Şuurları varmış gibi duruyorlar ve her an büyük bir felaket yapmaya hazırlandıkları yerde, avlarının korkusuyla eğlenmek için maksatlarına ulaşmayı tehdit ediyormuş gibi duruyorlar. Allah gibi, kuvvetini göstermeden kuvvetli duruyorlar.
Onlarla mücadele ederek vakit geçiriyorum, fakat onlar donmuş avuçlarıyla zamanı da yakalıyorlar, durduruyorlar ve hayatımın serbest akışına mani oluyorlar.”
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
“Beş dakika sonra hastaneden çıkıyorum. Son not. Bu odada başkaları inleyecekler. Onları şimdiden gayet iyi tanıyorum. Üstümden çıkarıp yatağa attığım ropdöşambır içinde, ebediyen aynı insan bulunacak: Hasta.”
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
― Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
