Çağ ve Nesil 1-2-3 Quotes

Rate this book
Clear rating
Çağ ve Nesil 1-2-3 Çağ ve Nesil 1-2-3 by M. Fethullah Gülen
1 rating, 5.00 average rating, 1 review
Çağ ve Nesil 1-2-3 Quotes Showing 1-30 of 33
“Keşke, her şeyi tenkit yerine, her nimete kendi cinsinden şükürle mukabele ederek, o nimeti arttırma yollarını araştırabilseydik! Ve keşke, şahısların, hiziplerin himmet ve kuvvetleri yerine, Hakk'ın kesilmez ve aldatmaz inayetlerine itimat edebilseydik..!”
M. Fethullah Gülen, Çağ ve Nesil 1-2-3
“Günümüze kadar gelen bir inanışa göre; bir kısım kimseler, kötü ruhların tesirine girerek özlerini kaybettikleri, benliklerinden uzaklaştıkları ve onların kuklaları haline geldikleri kabul edilmektedir ki; batının teknik ve teknolojik üstünlüğü karşısında başı dönen, bakışı bulanan ve medeniyet adına gidip gırtlağına kadar onun erâcifine gömülen; özünü, şahsiyetini, benliğini yitirmiş günümüzün ruh hastası-müstağripleri için aynı şeyleri düşünebiliriz. Böyleleri, kat'iyen kendileri olarak duyamaz, kendileri olarak düşünemez ve kendileri olarak zevk alamazlar. Bu itibarla da, bütün bir tarih boyunca birikip gelişen örfler, âdetler, dînî duygu ve düşünceler, sanat ve edebiyat gibi hayâtî unsurlar onlara ters gelmeye başlar. Oysa ki, bütün zevk ve elemler, keyf ve kederler; hatta hayata ait bütün iniş ve çıkışlar yukarıda arz edilen hususların halitasından ibaret bir menşurdan geçirilip değerlendirildiği ölçüde duyulur, kavranır ve yaşanır. Aksine, bütün bir hayat ve ona ait şenler, rol icâbı, onları temsil eden bir insan üzerinde tesir icra ettiği kadar dahi duyulup hissedilmez.

Seneler var ki batı toplumu; kendi düşünce tarzını, hayat felsefesini, duyuş ve zevk alışlarını bizim insanımıza empoze ede ede, onu öylesine sersemleştirdi ki; artık o, kendi gibi düşünemez, kendi gibi inanamaz ve kendi gibi okuyup yazamaz oldu. Yirmi devletten derleyip toparladığı kültür kırıntılarıyla, meydana getirmeyi plânladığı mel'unlardan-mel'un bir anlayış içinde, hareketsizliği bir ızdırap, hamle ve aksiyonu ise bin hasret oldu..! O bu hâliyle, batının kültür ve medeniyetine sahip olduğunu ve olacağını hayâl ededursun; karşı dünya, asırlardan beri kurup durduğu emellerini tahakkuk ettirmeden başka bir şey düşünmüyordu: O her şeyiyle değişmeliydi; inancı, düşüncesi, kültürü, hayat felsefesi, istihsâl ve istihlâkı, giyim-kuşamı ve evinin döşemesine kadar her şeyiyle.. bir de bunlar (toplumu modernize etme ve medenileştirme) gibi aldatmacalarla ele alınınca, özden uzaklaşma ve yabancılaşma fevkalâde bir hızla ve çok kısa zamanda her tarafı sardı.”
M. Fethullah Gülen, Çağ ve Nesil 1-2-3
“Bugünün modern insanı, duygu ve düşünceleri ile somun ve cıvata yivleri arasında ezilip gitmiştir. Onun bir fabrikadaki vazifesi, iki vida atlayıp üçüncüsünü veya üç vida atlayıp dördüncüsünü sıkıştırmaksa o, bu küçük işle öylesine bütünleşmiş, makine çarklarıyla o denli içli-dışlı olmuştur ki, bu hâliyle dönüp insanca düşünmesi, insanca konuşması, insan gibi hissedip insanca davranması âdeta imkânsızlaşmıştır.”
M. Fethullah Gülen, Çağ ve Nesil 1-2-3
“Sevgi, dünyaya gelen her varlıkta en esaslı bir unsur, en parlak bir nur, en büyük bir kuvvettir ve bu kuvvetin yeryüzünde yenemeyeceği hiçbir hasım yoktur. Sevgi evvelâ bütünleşebildiği her rûhu yükseltir ve ötelere hazırlar. Sonra da bu ruhlar sonsuzluk adına doyup duydukları şeyleri bütün gönüllere hâkim kılmanın kavgasını vermeye başlarlar. Bu yolda ölür ölür dirilir; ölürken 'sevgi' der ölür, dirilirken de sevgi soluklarıyla dirilirler.

Sevmeyen ruhların olgunlaşıp insanî semâlara yükselmelerine imkân yoktur. Evet onlar yüzlerce sene yaşasalar dahi olgunluk adına bir çuvaldız boyu yol alamazlar. Sevgiden mahrum bu sîneler, bir türlü egonun karanlık labirentlerinden kurtulamadıkları için, kimseyi sevemez, sevgiyi sezemez ve varlığın sînesindeki muhabbetten habersiz olarak kahrolur giderler.

Çocuk, ilk defa dünyaya gözlerini açtığı zaman sevgi ile karşılaşır, şefkatle gerilmiş ruhları görür ve muhabbetle atan kalplere sırtını vererek büyür. Daha sonraları ise, bu sevgiyi bazen bulur bazen de bulamaz; ama bütün bir hayat boyu hep o sevgiyi arar ve onun arkasından koşar.

Güneşin çehresinde sevginin izleri vardır. Sular buhar buhar o sevgiye doğru yükselir; yukarılarda damlalaşan su habbecikleri, o sevginin kanatlarıyla kanatlanır ve nâralar atarak başaşağı toprağın bağrına inerler. Güller, çiçekler sevgiyle gerilir ve gelip geçenlere tebessümler yağdırırlar. Yaprakların bağrına taht kuran jaleler, durmadan çevrelerine sevgi dolu gamzeler çakar ve sevgiyle raks ederler. Koyun, kuzu sevgiyle meleşir ve birleşir; kuşlar ve kuşçuklar sevgiyle cıvıldaşırlar ve sevgi koroları teşkil ederler.

Her varlık, kainattaki yeri itibarıyla bu geniş sevginin bir yanını, parlak bir senfonizma ile seslendirmekte, irâdî ve gayr-i irâdî, varlığın sînesindeki derin aşk ve muhabbeti göstermeye çalışmaktadır.

Sevgi, insan ruhunda öyle derin izler bırakır ki, o uğurda yurt-yuva terk edilir, icabında ocaklar söner ve her vâdide ayrı bir mecnun 'Leylâ!' der inler. Ruhundaki sevgiyi kavrayamamış sığ gönüller ise bu işe delilik derler..!

Diğergamlık ve başkaları için yaşamak, insanoğluna ait yüksek bir duygudur ve kaynağı da sevgidir. İnsanlar arasında bu sevgiden en çok hisse alanlar en büyük kahramanlardır. İçindeki kinleri, nefretleri söküp atmaya muvaffak olmuş en büyük kahramanlar... Ölüm bu kahramanların soluklarını kesemez. Hazân onların çiçeklerini solduramaz. Aslında her gün iç dünyalarında ayrı bir sevgi meşalesi tutuşturup, kalplerini sevginin, mürüvvetin meşcereliği hâline getiren ve duygu dünyalarında açtıkları yollar ve tünellerle bütün gönüllere girmesini bilen bu çalımlı ruhlar, öyle yüksek bir divandan 'ebed-müddet' yaşama hakkını almışlardır ki, değil ölüm ve fânilik, kıyametler dahi onların çiçeklerini solduramaz ve kadehlerini deviremez.

Çocuğu için ölmesini bilen anne büyük bir şefkat kahramanı, ülkesi ve insanı için hayatını hakîr gören fert bir millet fedâisi, insanlık için yaşayıp onun için ölen kahraman ise, sînelerde taht kurmaya hak kazanmış bir ölümsüzlük âbidesidir. Böylelerinin elinde sevgi, her düşmanı yenebilecek bir silah, her kapıyı açabilecek sihirli bir anahtardır. Bu silah ve bu anahtara sahib olanlar, bugün olmasa da yarın mutlaka bütün cihanın kapılarını açacak ve ellerinde muhabbet buhurdanlıkları dörtbir yana huzur kokuları saçıp dolaşacaklardır.

İnsanların gönüllerini fethetmek için en kestirme yol sevgi yoludur. Ve sevgi yolu peygamberler yoludur. Bu yolda yürüyenlerin yüzlerine kapılar kapanmaz! Ezkazârâ, birisi kapansa bile onun yerine yüzlercesi, binlercesi açılır. Bir kere de sevgi yoluyla gönüllere girildi mi, artık halledilmedik hiçbir mesele kalmaz.

Ne mutlu sevgiyi kendine rehber yapıp yürüyenlere! Yazıklar olsun, ruhundaki sevgiyi sezemeyip bütün bir hayat boyu kör ve sağır yaşayan talihsizlere!”
M. Fethullah Gülen, Çağ ve Nesil 1-2-3
“Bu itibarla geçmişin hülyâ ve hâtıralarıyla gelen hüzün ve kederler, hayatın bütün buudlarını duyup hissetmek, her lahza varolmanın ayrı bir derinliğine ermek yolunda çok zevkli bir 'dâus-sıla'dır ve bizler için yaşanmış ve yaşanacak olan binbir hazzın beliğ bir lisanı olduğunda da şüphe yoktur. Bu lisan, her şeyi cismaniyetin karanlık labirentlerinde ele alan bahtsızlar için, matemle dolmuş ağlayanların dili olarak kabul edilse bile, hakikata uyanmış gönüller nazarında o, geçmişin başdöndürücü zenginliklerine, hülyalarla bezenmiş en tatlı, en imrendirici güzelliklerine menfezler açıp, hasret ve hicranla yanan sinelerimize, olmuşun çehresinde olacağın mesajlarını fısıldayan talâkatlı bir beyandır.”
M. Fethullah Gülen, Çağ ve Nesil 1-2-3
“Arkada bıraktığı günlere bakıp da pişmanlık duymayacak az insan vardır. İyiler, neden daha mükemmel olmadıklarını düşünerek; kötüler de, işledikleri fenâlıkların yüz kızartıcı çirkinliklerini görerek hasret ve inkisar içinde iki büklüm olup inleyeceklerdir.

Genç kuşakları ihmâl edip nefsâniliğin karanlık lâbirentlerinde yapayalnız bırakanlar, onların her gün biraz daha azmanlaşmalarına seyirci kalanlar.. kitleleri millî kültür ve millî düşünceden mahrum bırakanlar, çekip onları şehevânilik bataklığında çürütenler.. fenalara ve fenalıklara yahşî çekip gününü gün etmek isteyenler, ülkenin dörtbir yanına kozmopolitlik tohumlarını saçarak millî şuur ve millî mefkûreyi öldürenler.. özünden ve ruh kökünden uzaklaşmayı ma'rifet ve medeniyet sananlar, ilim yuvalarını bu cehennem zakkumunun meşcereliği1 haline getirenler.. yıllarca can alıcı hasımlarımızı dost bilip onlara dostluk türküleri söyleyenler, göz göre göre bütün değer hükümlerimizi yerle bir edip halihazırdaki şu hazîn manzarayı hazırlayanlar.. cismânî ve bedenî hazlarını, her şeyin önüne geçirip çılgınlık ve hezeyana girenler, bunların hâline imrenip, kelebeklerin kendilerini ateşlere attıkları gibi, gidip gidip levsiyyâta gömülenler.. medeniyet deyip, yenilik deyip çeşit çeşit yabancı düşünceye pey-çekenler, olup biten bunca şey karşısında, bir kerecik olsun, irkilmeyen ve ürpermeyenler.. en alttakiler onların da altındakiler, en üsttekiler onların da üstündekiler, bir gün mutlaka, ettiklerine nâdim olup ağlayacaklardır!.. Ne var ki, o günkü ah u enîn ve çığlıklar hiçbir işe yaramayacaktır.

Çeşit çeşit nedâmet düşüncelerinin bir sis gibi ortalığı sardığı o gün; keşke, "düşünce dünyamla bir çığlık olup her yanı sarsaydım; sarsaydım da bütün ölü gönüllere rûhumun ilhamlarını duyurabilseydim" deyip dövünen ve pişmanlıklar içinde kıvranan çaplı ve çalımlı yüksek himmetlerin nedâmetleri duyulacağı gibi; bütün bir hayat boyu, kayda değer hiçbir iş yapamamış, hiçbir fedakârlığa katlanamamış ve koskoca ömür sermâyesini zâyi etmiş kimselerin de pişmanlıklarla inleyip şaşkın şaşkın sağa sola tosladıkları görülecektir.

İhmâllerin birer dev felaket halinde çevreyi sardığı, ekilen cehennem tohumlarının başak bağladığı, dörtbir tarafın kararıp gözlerin döndüğü ve yürekler acısı bu hazîn manzaranın herkesi dağidar edip dize getirdiği o gün, (keşke) diyecekler; keşke, bugünleri dünden görebilsek ve bu felâketleri hazırlayan karanlık ruh ve karanlık çehreleri vaktinde sezebilseydik; sezebilseydik de, bugünkü çâresizliklere ve bu âh u efgâna düşmeseydik..!

Keşke, aldatıcı ruh ve mürüvvet bilmeyen bir kısım simalarla aramızda, aşılmaz dağlar bulunsaydı da hicrânı bir dert, dostluğu bin hasret, vefasız bir gürûh arkasına düşüp ömrümüzü zâyi etmeseydik..! Keşke, sağduyulu, sağ düşünceli aydınlık yolun muhasebe insanları arasında yerimizi alabilseydik de hesapsızlığın bağrında gelişen bugünkü anaforlara kapılıp gitmeseydik..! Keşke ilimlerle dimağlarımızı, inanç hakikatlarıyla da gönüllerimizi aydınlatarak Yüce Yaratıcı ve O'nun şaşmaz şanlı elçisi Ufuk İnsan'ın akyoluna bağlılığımızı koruyabilseydik de ruhlarımızı saran şu binbir hezeyân, gönüllerimizi dolduran şu içiçe gurbet ve yalnızlıkları görüp hissetmeseydik..!

Keşke, ibret dolu sayfalarıyla maziyi yâda getirip, onun aldatmayan ve aydınlatıcı derslerinden alacağımız feyizlerle, geçmişimize yaraşır bir parlak gelecek hazırlamaya muvaffak olabilseydik..!

Evet, bugünkü her pişmanlık; dünkü ihmâl, dünkü gaflet ve dünkü umursamazlığın acı birer meyvesi olarak karşımıza çıktı. Yarınlar da, acı-tatlı her türlü semeresiyle bugünün bağrında gelişip hazırlanmaktadır. Bu itibarladır ki, çok yakın bir gelecekte, milletçe ya (keşke keşke)lerle kadere taşlar yağdırıp geçmişi hasretle anacağız, yahut, onu ve kahramanlarını hayırla yâd edip talihimize tebessüm edeceğiz...”
M. Fethullah Gülen, Çağ ve Nesil 1-2-3
“Fantazi ve lüks hayat düşüncesi, insanın kendini beğendirme arzusu, bir kısım görenekler ve aşağılık duygusundan kaynaklanmaktadır. Oysa ki; milletleri mutluluk içinde yaşatan, lüks ve fantaziden ziyâde; ruh yüceliği, iyi ahlâk ve fazilettir. Debdebe ve fantazilere kendini kaptırmışlık ise, bütün ahlâk ve fazilete zıttır. Kabul edelim ki; lüks, zenginliğe alâmet ve bir kesim için de kazanca sebep olmaktadır. Ama, rica ederim; hiçbir müspet neticesi olmayan bu işlerden ne elde edilecektir? Böyle, her yolla, servet arzusu karşısında insanlık ve fazilet ne olacaktır? Ahlâk ve mürüvvetin yerini para ile doldurabilecek miyiz? Evet, para ile her şey satın alınabilir; ama ahlâk ve fazilet asla..!

Dünyevî zinet, lüks ve debdebe gibi küçük ve mânâsız arzularla alçalmış ruhların büyük ve mukaddes düşüncelere yükselmeleri, yüce mefkûreler uğrunda kavga vermeye hazırlanmaları tamamen imkânsızdır. Gayret etseler bile, kırılmış cesaretleri ve felç olmuş iradeleriyle kat'iyyen bunu başaramayacaklardır. Böyleleri, hep budalaca pöhpöhlere alıştıklarından, çevrenin mürâice takdir ve alkışları, onlar için mükâfatın en değerlisi olacaktır.

Böyle bir toplum içinde varlığa erme felâket ve bahtsızlığına uğramış bir fert, içinde yetiştiği topluma uyma ve onun mânâsız bir kısım kaide ve prensiplerine riâyet etme yolunda, pek çok iyi ve güzel şeyleri feda edecektir. Aman Allah'ım! Meğer insanlar, ne budalaca düşüncelerle, ne büyük şeyleri kaybediyor ve nelere katlanabiliyorlarmış..!

Aşırı lüks ve zinetperestlik, insanlardan fazilet ve güzel ahlâkı alıp götürdüğü gibi gerçek sanat anlayışı ve zevk-i selimi de bütün bütün öldürdü. Ve artık günümüzde, güzellik telâkkisi öylesine bayağılaştı ki; bu anlayışla, ne dâhiyane düşünceleri inkişâf ettirip geliştirme, ne de sanata yeni buutlar kazandırma kat'iyen mümkün olmayacaktır. Hatta aramızda bir kısım fevkalâde istidatlar bulunsa bile, bunlar, zevk ve sanat anlayışından mahrum muasırları tarafından takdir edilmeyecekleri düşüncesiyle, çocuksu eserlerle kendilerini küçültecek, müşteri ve alkışçıların seviyesine inecek ve hiçbir zaman inkişâf etme fırsatını bulamayacaklardır.

Evet, böyle bir atmosfer içinde, ne güzellik aşkı, ne gönülde ilhamların coşması, ne de sanatkârlık ruhu kat'iyen gelişemez. Böyle bir anlayış içinde, sanat perişan, sanatkâr bir satıcı, sanatseverler de muhtevadan habersiz, dış yaldız ve kabartmalara hayran bir sürü çocuklardır.

Dış tesir ve baskılarla ruhta köleleşmiş bugünkü nesiller, dönüp kendi özlerini bulacakları, fıtrat kanunlarına dehâlet edecekleri, varlıklarının toprak ve tohumlarına sahip çıkacakları güne kadar da, bu eziklik ve bu perişaniyet devam edeceğe benzer. Günümüzün, zevksizlik ve derbederliğini görüp düşündükçe, eski devirleri hasretle yâd etmemek elden gelmiyor. Kudret elinin hazırladığı incelerden ince programa göre ve kutsilerin eliyle, tekrar tekrar tabiat kazanında karıştırılıp hallaç edilen pırıl pırıl o fıtrî hayat, rengârenk güzellikleri ve kanaviçe zerafetiyle, uzaklaştığımız kendi yamaç ve kendi kıyılarımız gibi artık çok gerilerde kaldı...”
M. Fethullah Gülen, Çağ ve Nesil 1-2-3
“Dil de, târihî tekâmülü içindeki ağırlığıyla ele alınıp güçlendirilmeli ve dünya dilleri arasında iştiyakla yazılıp okunan bir lisan haline getirilmelidir. Dil, insanın şahsiyetini temsil eden önemli unsurlardan biridir. Ondaki kusur ve eksiklik, kültür hayatını felce uğratır ve bir ölçüde toplumu da bedevîleştirir.

Bir milletin dili, o milletin kültürüne bekçilik yapacak kadar gelişmiş ve güçlü değilse, o milletin başka kültürlerin işgâline uğraması ve zamanla da bütün özünü yitirmesi kaçınılmaz olur. Diyelim ki, insanımıza ilim-irfan dağıtma mevkiinde bulunanların büyük bir kısmı, İngilizce'ye âşinâ olduklarından daha çok dağarcıklarında, o dilde yazılmış eserlerden süzülüp gelen düşünceler bulunacaktır. Bu da onları, İngiliz ve Amerikalılar gibi duyuş, düşünüş ve anlayışa sevk edecek; dolayısıyla da halkla münevver arasında aşılması imkânsız uçurumlar meydana gelecek ve zavallı yığınlar (eski-yeni) derken şaşırıp ortada kalacaklardır.”
M. Fethullah Gülen, Çağ ve Nesil 1-2-3
“Ne acıdır ki, yıllar yılı bu ülkede, kendinden kaçan bir kısım müstağripler, hep başkalarının nefeslerini solukladı, hep sun'î teneffüsle yaşadı; bir kere olsun kendileri olarak tabii teneffüste bulunamadı ve tabiilikteki derin zevki duyamadılar. Dolayısıyla da, halkla kendileri arasında ortak ideâller köprüsü kurulamadı; bu ideallere varış yolları belirlenemedi; yığınların donmuş, hareketsiz ruhlarına onları canlandıracak îman, şuur ve heyecan aşılanamadı. Böylece aydın(!) bir tarafta, halk yığınları diğer tarafta, herkes kendi anlayış ve düşüncesi veya kendi hezeyan ve isyanlarıyla çürüyüp gitti. Bunun neticesi olarak da, kalp, ruh, his ve düşünce dünyamızda kendimizi koruyup kollayamadığımız gibi, kendilerini taklit çizgisinde bulunduğumuz milletlerden de hiç mi hiç yararlanamadık.

Evet belki, benliğimizin sınırlarını belirleyebilmek, özümüze ait hususiyetleri eksiksiz ortaya koyabilmek için belli bir ölçüde, başkalarını bilmeye de ihtiyaç vardı ama; keşke bunu paradokslara girmeden ve özümüzü hırpalatmadan yapabilseydik.

Kaybettiğimiz din, dil, tarih şuurunun, bir ölçüde hasımlarımızın dinî düşünce, felsefe ve tarihlerini bilmekle alâkalı olduğunu kabul ediyoruz; ama, rica ederim; bilip değerlendirmenin, şuursuzca taklitlerle ne münâsebeti var..?

Bizde öteden beri alafranga bir zümre, herhangi bir kritiğe tâbi tutmadan her şeyiyle batıyı taklit ederken, diğer tarafta ayrı bir grup, hep onu suçlamayı deneyip durmuştur. Aslında her iki zümre de peşin hükümlülük içindeydi ve hata ediyordu. Batı, ne öyle taklit edilmeli ne de böyle yerin dibine batırılmalıydı. O alınacak yanlarıyla alınmalı, atılacak taraflarıyla da atılmalıydı. Gel gör ki; batı, ne taklit edilebildi, ne de eracifine karşı sınırlar çizilip kapıların kapalı tutulması gerektiği noktada hassasiyet gösterilebildi.

Bugüne kadar kayıtsız şartsız batıya hayranlık duyanlar olsun, onu hakikî mânâsıyla taklit edebilselerdi, kim bilir belki de belli bir seviyede batılı olabilirlerdi..! Ama, ne onlar, ne biz, ne de bağlı bulunduğumuz şu garipler dünyası basitlerden basit bu meseleyi hiçbir zaman kavrayamadık, bundan dolayı da hasımlarımız tarafından tekrar tekrar nakavt edildik.

Hiç olmazsa şu anda olsun, milletin kendine dönmesini hazırlama mevkiinde bulunanlar, onun, havadan, sudan daha çok ihtiyaç duyduğu dinini, dilini destekleyip tarih şuuruyla gönlünü âbâd edebilselerdi!”
M. Fethullah Gülen, Çağ ve Nesil 1-2-3
“Öze dönmek, şahsın kendi karakter, kendi kültür ve kendi ruh köküne dönmesi demektir. Bu da ancak, fert ve toplumun kendi düşünce ve iradesiyle varolması, kendi ayakları üzerinde yürümesi, kendi elleriyle işlemesi, kendi temel kültür malzemesiyle beslenip gelişmesi, millî şahsiyetini hırpalayacak taklitlerden sakınması; örf-âdet ve millî hususiyetler gibi asırlardan beri kaynaya kaynaya benliğimizle bütünleşmiş şeylerin, fevkalâde hassâsiyetle korunup kollanmasıyla mümkün olabilecektir.

Öze dönme, ırkî bir tavır, kan bağıyla hareket etme, yada dış dünyaya karşı bütün bütün fermuarını çekip kendi modeli içinde sıkışıp kalma mânâsında anlaşılmamalıdır. O ne zamanın dişleri arasında aşınıp giden ve maddî-manevî hiç bir değer ifade etmeyen şeylere gönül kaptırmışlık, ne de temelde bize ait olmadığı halde sonradan içimize sokulmuş yabancı değerlere, bâtıl inançlara ruhî ve zihnî tekâmülümüzü engelleyen eskimiş şeylere bağlılıktır. Öze dönme, dünü bugünle, bugünü de yarınla bir arada görme ve asırların birikimi kültür menşuruyla, ayıklanacakları çıkarıp atma, geride kalanlara da sımsıkı sahip çıkma demektir.

Bu mânâda öze dönüş, milletçe varlık ve bekâmızın önemli bir şartı olduğu gibi, yabancı değerlerin hücumundan kurtulma ve zaman zaman millî ruh şâhikalarını bir duman gibi saran yabancı düşünce ve asimilasyonlardan da zarar görmemenin tek yoludur. Öze dönme hamlesinde muvaffak olan toplumlar, aynı zamanda, yitirdikleri tabiatlarını da kazanmaya, kendileri gibi düşünmeye, kendileri gibi konuşup kendileri gibi soluklamaya muvaffak olurlar.”
M. Fethullah Gülen, Çağ ve Nesil 1-2-3
“Rica ederim; söyleyin! Emin misiniz size düşen her şeyi yaptığınızdan; hareket ve faâliyetlerinizi hep doğru yolda sürdürdüğünüzden; irade gücü ve iç mukavemetinizden; bayraklaştırdığınız da'va ve düşünceyi tam temsil ettiğinizden?.. Yaptığınız her işin yerinde olduğunu; düşüncelerinizin, kin, nefret, garaz gibi kötü huylarla zedelenmediğini; plân ve projenizin hata kabul etmez bir buudda tanzim edildiğini iddia edebilir misiniz..? Aman Allah'ım! Bu ne büyük bir çılgınlık, ne affedilmez bir kabahat olur..! Aslında hep başkalarının eksik ve gedikleriyle meşgul olanlar, kendi hata ve kusurlarını görmeyecek kadar kör, gönüllerini coşturup ruhlarına istikamet veremeyecek kadar da iradesiz ve mefluç kimselerdir. Böyleleri her söz ve davranışlarıyla, durmadan başkalarını gayyalara yuvarlarken, firavunlaşmış egolarına göklerde bile taht bulamazlar. Nefsâniliğine (pes) demiş ve kendi içinde mağlup bu derbeder ruhlar, düşünce ve iradelerini delik-deşik eden bu türlü zaaflardan kurtulacakları âna kadar da, doğruyu göremeyecek, doğru karar veremeyecek ve hele kat'iyen bellerini doğrultamayacaklardır.”
M. Fethullah Gülen, Çağ ve Nesil 1-2-3
“Vefa, dost ikliminde yetişen güllerdendir. Onu düşmanlık atmosferinde görmek nâdirattan ve hatta, imkânsızdır. Vefa, duyguda, düşüncede, tasavvurda, aynı şeyleri paylaşanların etrafında üfül üfül eser durur. Kinler, nefretler, kıskançlıklar ise, onu bir lahza iflâh etmez öldürür. Evet o, sevginin, mürüvvetin bağlarında boy atar gelişir, düşmanlık ikliminde ise, bir anda söner gider.

Vefa, fertlerin birbirleriyle kaynaşıp, bütünleşmesini temin eder. Vefa sayesinde cüzler küll olur; ayrı ayrı parçalar bir araya gelerek vahdete ulaşır. Vefa duygusu varıp sonsuzluğa erince, ötelerden gelen tayflar, kitlelerin yolunu aydınlatır ve toplumun önünü kesen bütün tıkanıklıkları açar. Elverir ki, o toplum, vefa duygusuyla olgunlaşmış ve onun kenetleyici kollarına kendini teslim etmiş olsun.”
M. Fethullah Gülen, Çağ ve Nesil 1-2-3
“Çile, yüce hedeflere varmanın ve yüksek neticeler elde etmenin tek yoludur. Hakikat yolcusu, çile ile günahlardan arınır; onunla saflaşır ve onunla özüne erer. Çilenin olmadığı yerde ne olgunlaşmadan ne de ruhla bütünleşmeden bahsedilemez. Ruh, çile ile kemâle erer. Gönül, çile ile inkişaf eder. Çile görmemiş ruhlar ham, gönüller de kolu kanadı kırık ve ölgündür.

Çile, çalışmaya ve o yolla elde edilen şeylere kat kat değer kazandırır. Çilesiz elde edilen şeyler, mirasdan gelen mal gibidir; gelişi emeksiz, gidişi de üzüntüsüz olur. Evet, ancak binbir ızdırapla kazanılan şeylerdir ki, muhafazası uğrunda canlar feda edilir. Bir millet ve bir medeniyet, büyük muzdarip ve çilekeşlerin öncülüğünde kurulmuş ise, sıhhatli, istikrarlı ve gelecek adına ümit vericidir. Aksine, hayatında bir kere olsun ağlamamış, inlememiş ve sancı çekmemişlerin elinin altında doğmuş ve gelişmişse, zâyi olmaya namzet ve talihsizdir.”
M. Fethullah Gülen, Çağ ve Nesil 1-2-3
“ÜMİT

Ümit her şeyden önce bir inanç işidir. İnanan insan ümitlidir ve ümidi de inancı nispetindedir. Bu itibarladır ki, sağlam inanç mahsulü çok şeyler, bazılarınca hârika zannedilmektedir. Aslında, ümit, azim ve kararlılık, iman dolu bir kalbe girince, beşerî normlar aşılır. Ve o inançlı kalp harikalar kuşağına ulaşmış olur. Bu seviyede gönül hayatına sahip olamayanlar ise bunu fevkalâdeden sayarlar. Hele insan, inanacağı şeyi iyi seçebilmiş ve ona gönül vermişse, artık onun ruh dünyasında ümitsizlik, karamsarlık ve bedbinlikten asla söz edilemez.

Fert, ümitle varlığa erer; toplum onunla dirilir ve gelişme seyrine girer. Bu itibarla da, ümidini yitirmiş bir fert var sayılamayacağı gibi ümitten mahrum bir toplum da felç olmuş demektir.

Ümit, insanın kendi ruhunu keşfetmesi ve ondaki iktidarı sezmesinden ibarettir. Bu sezişle insan, kâinatlar ötesi Kudret-i Sonsuz'la münasebete geçer ve onunla her şeye yetebilecek bir güç ve kuvveti elde eder. Bu sayede, zerre güneş, damla derya, parça bütün ve ruh kâinatın bir soluğu haline gelir. Ümitle uzun yollar aşılır, ümitle kandan irinden deryalar geçilir ve ancak ümitle dirliğe ve düzene erilir. Ümit dünyasında mağlup olanlar, pratikte de yenilmiş sayılırlar. Ne yiğitçe ve çalımla yola çıkanlar vardır ki, iman ve ümit zaafından ötürü, yarı yolda kalmışlardır. Küçük bir zelzele, gelip geçici bir fırtına, akıp giden bir sel, onların azim ve iradelerini de beraber alıp götürmüştür. Hele kendilerine ümitle bağlanıp sonra da onlarla beraber yeis bataklığına düşüp boğulanların hâli bütün bütün yürekler acısıdır.”
M. Fethullah Gülen, Çağ ve Nesil 1-2-3
“Evet, öyle ümit ediyorum ki, yarınki nesiller, her gün, her gece, her saat, her saniye bu güzel hayattan böyle binbir zevk alarak, sinelerinde büyük deryaların büyük dalgaları gibi, birbirini takip eden vuslat ve aşk dalgalarına kendilerini salıverip, her biri küçük birer dalgayken derya olacak ve bütün bir ömür boyu damla damla aşk ve vuslat yudumlayan bu tâlihliler, bir gün en büyük aşkta, en büyük vuslata ererek, gölgelerin aldatmasından ve kesretin dağdağalarından bütün bütün kurtulacaklardır.”
M. Fethullah Gülen, Çağ ve Nesil 1-2-3
“Göç, yaratıldığı günden bu yana hiç durmak bilmeyen insanoğlu için umumî mânâda; insanlar arasında seçkinlerden seçkin aydınlık ordusu kutsiler için de hususî mânâda ve aynı zamanda medeniyet tarihini de yakından alâkadar eden önemli bir mefhûmdur.

Evet, bir tarafta anne karnından çocukluğa, çocukluktan delikanlılık ve olgunluğa, derken yaşlılık ve ölüme uğrayarak upuzun bir sefere çıkmış gariplerden garip insan fertleri; diğer yanda, elindeki meşâleyle çağlara ışık saçan, çeşitli devirlere mührünü basan; açtığı nurlu yolda arkasına düşenleri hep medeniyetin şâhikalarında dolaştıran; sinesinde tutuşturduğu kıvılcımlarla kendine gönül verenlerin ruhlarını aydınlatıp onları iman ve ümit kuşağında ölümsüzlüğe hazırlayan; aydınlık düşünceleriyle, karadeliklerin çehrelerinde, cennetlere ait ışık ve renk cümbüşü çıkararak karanlıkların ve karamsarlığın hükmettiği aynı noktalarda, ümit meşcerelikleri meydana getiren yüce rehber ve yüksek kâmetler, hep birer yolcudurlar ve bütün bir hayat boyu göç edip dururlar. İnançları, düşünceleri, davaları uğrunda bitip tükenme bilmeyen bir göç...

Bir hakikatin değişik rükûn ve yönlerinden ibâret olan; îman, göç ve cihad üçlüsünün, Kutlu Beyan'da ekseriya peşi peşine zikredilmesi, bu meselenin ne denli ehemmiyet arz ettiğinin en parlak delilidir. İnanma, hicret etme ve inancı uğrunda vereceği mücâdeleyi, bu yeni iklimde, yeni muhatap ve yeni şartlara göre durup dinlenmeden devam ettirme.. işte kutsilerin sabah-akşam başvura geldikleri üç musluklu hızır çeşmesi! Bu çeşmeden kana kana içenler, inançla gerilecek ve karanlık bucaklara durmadan kıvılcımlar salacaklardır; yollar sarpa sarıp çevreyi terslikler, yanlışlıklar, cahiliye duygu ve tutkuları alınca da mal-menâl, yurt-yuva, evlât ü iyâle bakmadan 'bir başka diyâr!' deyip yeniden yolculuğa çıkacaklardır.

Dava ne kadar yüksek, düşünce ne kadar yararlı ve orijinal, mesajlar ne kadar parlak da olsa, onu ilk defa duyan ruhların irdemesi, mukâbelede bulunup zorluklar çıkarması kaçınılmaz ve bir ölçüde de tabiîdir. Buna göre, kendi toplumunda yeni bir îman, yeni bir aşk ve heyecan uyarmak isteyen herkes, ya mücâdelesini orada açık-kapalı devam ettirecek veya hicret edip gönlünün ilhamlarına, takdimiyle vazifeli olduğu mesajlarına başka talip ve başka meşcerelikler araştıracaktır.”
M. Fethullah Gülen, Çağ ve Nesil 1-2-3
“Evet, içinde yaşadığınız dünyayı kendi şartlarıyla idrâk edebiliyor, ümit ve irâde balansını Kudret-i Sonsuz'a göre ayarlayıp rûhunuzdaki dinamizmle varolduğunuzu gösterebiliyorsanız, vız gelir size her şey.. seller, fırtınalar, zelzeleler... Böyle bir durumda sizi ne kılıçlar yaralayabilir, ne top gülleleri sarsabilir, ne de ateşler yakabilir... Mevsimler peşi peşine gelir geçer; renkler ve şekiller değişir; bahar ve yazları, sonbaharlar, kışlar tâkip eder durur; sizler, inanç, ümit ve mücâdele ruhunun oluşturduğu zebercetten ikliminizle hep pırıl pırıl ve yepyeni kalırsınız.”
M. Fethullah Gülen, Çağ ve Nesil 1-2-3
“Her türlü muvaffâkiyetin ilk şartı îman ve mücadele gücüdür. Gönlünü inançla donatıp, dimağını yüksek düşüncelerin meşcereliği hâline getiren kimseler, hayatın her dönemecinde ayrı bir huzur, ayrı bir hazza ererek kendilerini âdeta cennet bahçelerinde hissederler. Bu îman ve mücâdele gücünden mahrum gönüller ise, en küçük zorluklar karşısında sarsılıp ümitsizliğe düşmeye, cesaretlerini yitirip devre dışı kalmaya mahkûmdurlar.

Hayat bir bakıma, baştanbaşa çalışma, gayret ve mücâdele demektir. Çalışmak için güce, gayret için ümide ve kavga için de maddî-manevî hazırlıklı olmaya ihtiyaç vardır. Bu ihtiyacı hesaba katmadan, hayatın çok çetin ve zikzaklı labirentlerinden geçmeye kalkanlar, ya dökülür yollarda kalırlar veya bir gölge gibi hep başkalarını takip eder dururlar. Her iki halde de zelîl, derbeder ve tutarsızdırlar. Ara sıra yalancı bir saâdet elde edip onunla aydınlığa ermiş görünseler bile, hemen her zaman zillet ve sefâlet içindedirler.

Böyleleri saray ve mâlikânelere, deste deste para ve külçe külçe altınlara sahip olsalar dahi yine sefil, yine dilencidirler. Altın ve gümüş, özüyle bütünleşmiş yüksek ruhlar için iyi birer hizmetkâr ise de, kendini idrak edememiş talihsizler için çok kötü ve zararlı birer efendi sayılırlar.

İnsanlar, ekseriyet îtibariyle, kolay ve rahatlıkla elde edilebilen zevklerin kucağına atılmakla, gayret ve samîmiyet isteyen, meşakkat ve zorluklarla kazanılan büyük ve sürekli nimetlerden kendilerini mahrum etmektedirler. Bu öldürücü düşünce ile, gününü gün etmek isteyen nice kimseler vardır ki, hayatlarını hep iniş aşağı yaşamak ister; bir kerecik olsun herhangi bir zorlukla karşılaşmayı kat'iyen arzu etmezler. İnanç ve idealden mahrum, hasbilik ve diğergamlık bilmeyen bu karanlık ve fersiz ruhlar, çalışmayı sevmez, sıkıntıya gelmez, zamanı değerlendirmesini bilmez 'menn-ü selvâ' bekler gibi gözleri hep hârikalar kuşağında.. ümitleri sığ, irâdeleri mefluçtur. Yüreksiz, günübirlikçi ve menfaatlerine düşkün olduklarından, bütün bir hayat boyu başkalarının dümen suyuna göre hareket eder ve onların dublesi olarak yaşarlar. Bu îtibarla da durmadan yer değiştirir, kalıptan kalıba girerler.

Ne var ki, bu hercaîlikle öz ve benliklerini koruyup kendileri olarak kalamayacakları gibi, mevcûd saâdet ve mutluluklarını da koruyamayacaklardır. Kendi içinden beslenemeyen bir göl gibi, yavaş yavaş çekilecek, kuruyacak ve yok olacaklardır.

Aslında, özü koruma istikâmetinde gösterilen her gayret, hem yüksek bir zevk, hem de gelecek mutluluğun teminatı olması îtibariyle mukaddes bir hamledir. Ancak, bu zevki idrâk edebilmek için de yine, ruh köküne bağlılığa, mâzî esintili ilhamlara, inanç ve fazilete ihtiyaç vardır. Düşünce dünyasını bu esaslar üzerine oturtamamış kimselerin, bu yüksek zevki duymalarına imkân yoktur.

Bizce, günümüzde mühimlerden mühim bir mesele varsa o da; her düşünceye yahşi çeken ideâlsiz nesillere; inanç, fazilet, sabır, çalışma aşkı, mâzi hayranlığı ve geleceği hallaç etme iştiyâkı aşılayarak onları yeniden inşâ etmektir. Bu düşünce platformunda gösterilen her gayret, hem bugünü hem de yarınları âbâd edecek ve gelecek nesiller arasında bir 'yâd-ı cemîl' olarak kalıp gidecektir.

Tarlaya tohum saçmadan topraktan bir şeyler beklemek abes olduğu gibi; genç kuşakların insanlığa yükseltilmesi istikâmetinde, bazı fedâkârlıklara katlanmadan gidip hedefe ulaşmaya da imkân yoktur. İnsan, almadan önce vermesini bilmelidir ki, alma mevsiminde de kat kat alabilsin...

Bir bahçıvan, şâyet bahçesine değer veriyorsa, toprağının en küçük parçasını dahi ihmal etmeden onu işler, hallaç eder; meyveli ağaçlardan bitkilere, onlardan da güller, çiçekler ve süs ağaçlarına kadar bir sürü şey diker. Sonra da onları, su ile, gübre ile besler.. yer yer çapa yapıp yabanî otları koparır ve toprağın hava, güneş ve değişik boydaki esintilerle temasını temin eder ki; bütün bunlar, bahçe sevgisiyle pratiğin bütünleşmesi mânâsına gelir.”
M. Fethullah Gülen, Çağ ve Nesil 1-2-3
“Milletçe, yepyeni bir 'Ba'sü ba'de'l-mevt' çırpınışı içinde bulunduğumuz şu günlerde, genç nesillere, mefkûrevî geleceğimizin yanında şanlı geçmişimiz; günümüzü idrâk kutbunda inanç, düşünce, örf ve âdetlerimiz; modern ilimlerle beraber milli kültürümüz de belletilmelidir ki; o, yaşadığı gün ve içinde bulunduğu şartların gereği olarak yapıp ortaya koyma mecbûriyetini duyduğu her yeni terkip, yeni desen ve yeni motifleriyle özüne ve kendi dünyasına karşı yabancılaşmasın, yapıp ortaya koyacağı her yeni eserini millî ruh kanaviçesine göre işleyebilsin ve kendi ruh dünyasından uzaklaşmasın...

Bu itibârladır ki, millet çapında meydana getirilmek istenen her hamle ve harekette, 'tarih şuuru' raylarına bağlılığa fevkalâde önem verilmeli ve millî kültür perspektife alınmadan herhangi bir değişikliğe gidilmemelidir. Canlılar âleminde, tür değiştirmeye ma'tuf sun'î mutasyonlar, pek çoğu itibâriyle ölümle sonuçlandığı gibi, milletlerin hayatlarındaki özden uzaklaştırıcı değişiklikler de hep o milletlerin ölümleriyle neticelenmiştir.

Bunun içindir ki, millet hayatında yapmayı plânladığımız inkılâplar, ne kadar yararlı da olsa, bu uğurda millî ruh kâtiyyen fedâ edilmemeli; aksine, millet modernize edildikçe o daha da hassasiyetle korunmalıdır. Bilhassa binbir paradoksun kol gezdiği günümüzde, tâ beşikten başlayarak; anneler, yavrularına, millî rûhu terennüm eden ninniler söylemeli; nineler masallarını ve masal kahramanlarını şanlı geçmişimizin destanlarında aramalı ; irfan yuvalarımız her vesileyle, şu muhteşem fakat tâlîsiz, şevketli fakat gadre uğramış milletimizin alabildiğine parlak ve fevvâreler gibi bulutlar arasında kendine yer aradığı dönemleri en heyecanlandırıcı üslûplarla dile getirmeli; edebi-yatımız millî ruh ve millî düşünceyi hayatın her ünitesinde, o üniteye has renk ve çizgileriyle bir dantele gibi işlemeli ve bize ait meselelerin en küçüğünü dahi irfan semâmızda bir gökkuşağı haline getirerek nesillerin nazarına arz etmeli; romanlarımız, piyeslerimiz bizim hissiyâtımıza tercüman olmalı, bizim türkülerimizi söylemeli; yediğimiz gıda, içtiğimiz su, teneffüs ettiğimiz hava, kokladığımız çiçekler bütünüyle bu ülkeye ait olmalı ve ne sûretle olursa olsun, özümüzde değişikliğe sebebiyet verecek hiçbir şeyin millî bünyemize sızmasına fırsat verilmemelidir. Vaizler kürsülerde, hatipler minberlerde, konferansçılar geniş halk kitleleri karşısında bu millet gibi düşünmeli, bu millet gibi heyecanlanmalı, bu millet gibi konuşmalı, bu millet gibi sevinmeli ve bu millet gibi tasalanmalıdırlar. Yoksa, bir tarafta hırsla gerilmiş bütün hasımlarımız, açıktan açığa bize ait her hayrı, her güzel teşebbüsü sinsi sinsi engelleyip, diğer taraftan da, yapacakları en küçük yardımları dahi, millî ruhu ipotek etmeye bağlarken, milletin geleceği adına bir şey yapmamız mümkün olmayacaktır.

Böyle olunca da bize, ruhumuzla bütünleşip kendimiz olma, kendimiz gibi düşünme, kendi ellerimizle işleyip kendi ayaklarımızla yürümeden başka çare kalmıyor.”
M. Fethullah Gülen, Çağ ve Nesil 1-2-3
“Tabii bu arada, geçmişine saygılı, yarınını kavrama peşinde ve çağıyla hesaplaşmaya hazırlanan aydınlık ruhları beşinci kol, 'mürteci' gibi yaftalarla karalayıp toplum dışı bırakmayı, ürkütüp kaçırmayı ve onlarda, sahip çıktıkları cihan paha değerlere taraftar olmanın ayıp olduğu hissini uyararak, koskoca bir târihi mirası hâmîsiz, müdâfisiz bırakmayı da ihmâl etmezler.

Her gün, her hafta, dünyanın kaç yerinde ve bilmem hangi mel'anet yuvalarında üretilen binbir yalan, tezvir, iftira ve isnatlarla vatan evladının, birbirine karşı kin ve nefretlerini bileyerek, onları hep hınçlı ve gerilim içinde tutmaya çalışırlar.

Bütün bunları, ilhâd cephesinin tahripçi olmasında, onun profesyonel şirretliklerinde, oyunlarını hasım dünyanın plân, düşünce ve imkânlarından istifâde ederek çok iyi oynamasında aramak uygun görülse bile, yıllar yılı bilgisiz ve görgüsüz kalmaya mahkûm edilmiş, her fırsatta sindirilmiş, değişik oyunlara getirilerek hep safdışı bırakılmış ve bir türlü kalp-kafa bütünlüğüne erme imkânını elde edememiş vatanperver kesimin, gerektiği kadar tarih şuuruna ve mesûliyet duygusuna sahip bulunamamasında aramak daha muvafık olacaktır.

Ah şanlı talihsiz, muhteşem bahtsız ülkem! Bir zamanlar 'Hürriyet, müsâvaat, adâlet' teranesini dilinden düşürmeyenlerin elinde hırpalanıp durdun. Bir başka zaman yabancılarla elele, omuz omuza milleti bölüp ülkeyi sağa sola peşkeş çeken karbonarilerin maceralarıyla.. bir diğer zaman da hasım dünyanın bütün nefret ve tiksintilerine rağmen, ille de onunla zifafa koşan kimliksiz bir gürûhun hevâ ve hevesleriyle..!

Sen ne zaman duygu ve düşüncede dirilerek dostlarını sevinç ve gıptaya, düşmanlarını da infial ve öfkeye sevk edeceksin? Ne zaman o muhteşem yerini alarak târihî fonksiyonlarını kusursuz yerine getireceksin..?”
M. Fethullah Gülen, Çağ ve Nesil 1-2-3
“Yıllar yılı cehalet ve aczini aşamayan bu dünya ve onun uyur-gezer insanları, fevkalâde azimli, fevkalâde mütecaviz ve alabildiğine şer bir dünya karşısında, defaatla nakavt edilmiş olmasına rağmen, büyük bir kısmı itibariyle, bir kerecik olsun gerilime geçemedi, kendini yenileyip kendi asrı ile hesaplaşamadı ve çağını hep gerilerden takip edip durdu. Ara sıra toparlanıp kendine gelmeye çalıştığı görüldü ise de, bir düzine karanlık ruh, karanlık düşünce ve karanlık beyanların 'irtica, çağdışı' yaygaraları karşısında sindi ve fermuarını başına çekerek yeniden derin uykulara daldı.

Evet, işte bir tarafta, örfüne, an'anesine, mukaddes değerlerine bağlı, fakat büyük ölçüde okumayan, düşünmeyen, şayet bir problemi olursa ona harikalar kuşağında çözüm bekleyen ve sürekli olarak hasımlarının oyun ve gözbağcılığına gelen saflardan saf bu sadedil insanlar, diğer tarafta yabancılaşmayı 'çağdaşlık' ve 'medeniyet' sayan mukaddes değerlerini tezyiften geri kalmayan, bir çırpıda bütün geçmişini inkâr edebilen ve kendi dünyasına aid hiçbir şeyi bilmeyen, hatta bilmediğini de bilmeyen.. dînî duygu ve dînî düşünceye karşı fevkalâde mütecaviz; garpçılığı sırf bir taklit, kendi dünyasından nefreti bir aşağılık duygusu.. hâsılı;

Şark'a bakmaz, garbı bilmez görgüden yok vâyesi, [1]
Bir kızarmaz yüz, yaşarmaz göz bütün sermayesi

kimliksiz bir yığın...

Birincilerin, arzu edildiği ölçüde faydalı oldukları iddia edilmese bile, hüsn-ü niyetli ve zararsız olduklarında şüphe yoktur. Ya ikinciler öyle mi? Bunlar tamamen, hasım dünyanın söz ve fikirleriyle oturur kalkar, onların kin ve nefretlerine tercüman olur, onların düşüncelerine şerhler, hâşiyeler yapmaya çalışır ve eski şerhçileri, haşiyecileri tenkit ettikleri aynı noktada, batıl hezeyanların yorum ve izahlarıyla çürüyüp giderler.”
M. Fethullah Gülen, Çağ ve Nesil 1-2-3
“Mefhum kargaşası, bazen çok uzun süre nesilleri aldatabilir. Yıllarca akların kara, karaların ak kabul edildiği; zulmün, başına adalet tacını giydiği, adaletin zulme ünvan olduğu; zift ruhların aydınlık havarisi kesildiği, gerçek münevverin kapı kapı kovulduğu; ve bu yengeççe yürümenin farkına varılamadığı ülke sayısı oldukça çoktur.

Bir toplumun aydınlığa kavuşup; düşünce, tasavvur, kanaat ve ifadede kargaşadan kurtulabilmesi, hakiki mânâsıyla münevver bir kadroya sahip olmasına bağlıdır. Münevverlik, tahsilli olmakla karıştırılmamalıdır. Bir cemiyette, çeşitli ilim dallarında ihtisas yapmış insanlar, sanat ve maharet erbabı bulunabilir; ne var ki, o cemiyetin aydınlığa çıkması; fizik, kimya, matematik, hendese tahsili görmüş insanlardan daha çok, yaşadığı devri idrak içinde, kalp ve ruhun hayat ufkuna ulaşmış, irâde ve zihniyle varlığa ermiş gerçek münevver ve güçlü irâdelerle kâbildir. Ötelerden gelen esintilerle, ruhlarına mayaladıkları hakikatleri hallaç edip gönüllerinde hiç sönmez birer ışık kaynağı meydana getiren, sonra da durmadan çevrelerine mesajlar göndererek yepyeni bir topluma giden yolları açan ve aydınlatan, millî kültüre yeni buutlar kazandıran gerçek münevver ve güçlü irâdelerle...

Medeniyet ve toplum bunların eseri; bunlar da doğru düşünce, doğru inanç ve millî kültürün eseridirler.

Her yeni medeniyet, yepyeni bir aşk, yepyeni bir îman hamlesiyle ortaya çıkar. Bu aşk ve îmanın olmadığı yerde medeniyetten de eser yoktur. Bir de bu îman ve heyecanın bulunmadığı bir toplumda, istidâtların gelişmesine engel despotça müdâhaleler varsa, böyle bir iklimde, çeşitli ilim dalları sâyesinde semâlar aşılsa bile, medeniyetin varolduğu ufka ulaşılamaz ve orada medeniyetten söz edilemez. Hatta böyle bir vasatta, her nasılsa ortaya konmuş bir kısım medeniyet ürünleri dahi er-geç bozulup gitmeye ve çürüyüp yok olmaya mahkumdurlar.

Evet, bir cemiyette yığınlar inançsız, aşksız, mesuliyetsiz; kim olduklarını, nerede ve niçin yaşadıklarını bilmiyorlar ise; o cemiyet, bir baştan bir başa bütün müesseseleriyle değişse, hayat standartları fevkalâde yükseltilse, herkes giyiminde kuşamında değişip modernleşse de, medenileştiği söylenemez. Zirâ, defaatla ifâde edildiği gibi, medeniyet, zihnî ve ruhî bir vak'adır; ilim-teknik, giyim-kuşam, mobilya-lüks eşya, araba ve villâlar ile kat'iyen alâkası yoktur.

Eğer medeniyetin bunlarla alâkası olsaydı; o zaman bir insanı birkaç ayda, bir toplumu da birkaç senede medenileştirmemiz kâbil olacaktı. Heyhat!.. Bunca modernizasyondan sonra irfan hayatımız adına bir adım ilerleyemeyişimiz, taklitle medeniyet olamayacağının en açık ve en acı delîli olmuştur.”
M. Fethullah Gülen, Çağ ve Nesil 1-2-3
“Takdîr-i Hudâ kuvve-i bâzû ile dönmez
Bir şem'a ki Mevlâ yaka üflemekle sönmez..!”
M. Fethullah Gülen, Çağ ve Nesil 1-2-3
“Bütün bunlara bakarak, insanlığın yeniden kendini idrak edip özüyle bütünleşmesini ütopik, hatta bütün bütün imkânsız görenler çıkabilir. Ne var ki, bizler bunu, en ümitsiz dönemlerde dahi hep mümkün görmüş ve beklemişizdir. Ve hele, kargaşa ve huzursuzluğun ma'şerî vicdanda meydana getirdiği araştırma hissi, duyarlılık ve şuurlanma sayesinde, daha da inancımız kuvvetlendi ve pekişti. Öyle inanıyoruz ki, çok yakın bir gelecekte bütün insanlık, tarihî yanılmaların kurbanı olan bir kısım yüksek değerleri mutlaka arayıp bulacak ve onlara sahip çıkacaktır. Kaldı ki o, kendini böyle bir araştırmaya sevk edecek, özündeki aslî cevheri hiçbir zaman unutmadı ve unutma niyetinde değildir. Tarihin çeşitli devirlerinde ve bugün, her çeşit altüst olmalara, en köklü değişmelere rağmen, değişmeyen; değişmek şöyle dursun her yeni hâdiseyle ağırlığını daha da hissettiren Allah inancı, daima insanlığın en birinci meselesi ve solmayan, eskimeyen en diri düşüncesi olmuştur. İnsanoğlunu başka yanlara çekmek isteyen akımlar, onu inanç cevherinden uzaklaştırmak isteyen faktörler ne kadar güçlü olursa olsun, onun nazarında inanç vakası her zaman ruznâmenin birinci maddesini teşkil edecek ve bu husus zamanla daha da ehemmiyet kazanacaktır.”
M. Fethullah Gülen, Çağ ve Nesil 1-2-3
“İdeallerinin aşkına kapılmış ve o yolda ümit verici müjdelerle coşmuş bu aydınlık ruhlar, önlerinde yığın yığın uçurumlar, yığın yığın zorluklar bulunabileceğini önceden hesap ederek gerilime geçtiklerinden, ne beklenmedik şeylerle karşılaşmaları, ne imkânsızlıklar, ne de yollarını kesen çeşit çeşit tehlikeler kat'iyen onları şaşırtamaz ve davaları hakkında şüpheye düşüremez. Her tehlikenin bir gün mutlaka ortadan kalkacağı, yolların açılıp imkânsızlıkları imkânların takip edeceği inancıyla hep azimli ve kararlıdırlar.

Bu itibarladır ki onlar, en ümit kırıcı hâdiseler, en karanlık şartlar içinde dahi bedbinliğe, karamsarlığa düşmez; geçilmez gibi görünen engelleri şimşek hızıyla aşar ve soluk soluğa hedeflerine koşarlar.

Çevrelerinde olup biten şeylere karşı daima tetikte ve alabildiğine hassastırlar. Hele bu şeyler, onların düşünce dünyaları ile alâkalı ise... İçinde yaşadıkları toplumla öylesine kaynaşmış ve bütünleşmişlerdir ki, yolunu şaşıran bir fert, istikameti bozulan bir aile ya da cemiyeti ayakta tutan umdelerden birinin hırpalanması onları günlerce inletir ve uykusuz bırakır...

Umursamazlık, onların en nefret ettiği şeydir. Toplumun her kesimine ait dert ve sıkıntıları, sinelerine saplanmış bir hançer gibi hisseder ve iki büklüm olurlar. Yüreklerinin ızdırapla çarptığı, beyin sancısıyla şakaklarının zonk zonk zonkladığı nice geceler vardır ki, yığınlar içinde bulunmalarına rağmen, onlar yine yapayalnızdırlar.

Onların dünyasında geceler hep hasretle gelir ve bir ömür kadar da uzar gider. Ne var ki bunu da sadece onlar duyar ve onlar yaşarlar.

"Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkıt ne bilir,
Müptelâ-yı gama sor kim geceler kaç saat?" (Sabit)

İnsan herhangi bir ideale, inandığı ölçüde gönül verir ve alâkadar olur. Alâkadarlığı nisbetinde de yer yer sevinç, zaman zaman da ızdırap duyar. Bu ölçüye göre, bağlı bulunduğu dava uğrunda bütün bir gün ve haftasını, ay ve senesini, hattâ senelerini verenler olabileceği gibi, onu varlığının gayesi bilip, dünya ve ukbasını feda edenler de vardır. Öyleleri vardır ki, saçları adedince başları bulunsa, davası uğrunda her gün birini isteseler, tereddüt etmeden verir; verir de minnet bile eylemez... İnsanlığın İftihar Tablosu, bu hususta o kadar hızlı ve o denli ileri idi ki, Yüce Yaratıcı, hem senâ hem de tâdil makamında O'na şöyle diyordu: "Demek bu söze inanmıyorlar diye onların peşine düşüp kendini helâk edeceksin!" (Kehf sûresi, 18/6)

Ve bu eşsiz fıtratın arkasında, daha bir sürü başyüce, bütün hayatları boyunca hep ızdırap düşünmüş, ızdırap soluklamış, ızdırapla eğilmiş, ızdırapla doğrulmuşlardır. Bir bakıma onların çektikleri, büyüklükleriyle mepsuten mütenasip (doğru orantılı) olmuş; çektikçe yükselmiş, yükseldikçe çekmiş ve her türlü kötülüklerden arınarak birer semavî bilinmez hâline gelmişlerdir. Evet, Hak yolunda, millet yolunda çekilen sıkıntılar kadar insanı günahlardan arındıran, ulvîleştiren ikinci bir şey daha yok gibidir. "Günahlar içinde öyle günahlar vardır ki; namaz, oruç gibi ibadetler değil de, geçim yolundaki sıkıntı ve maişet derdi onlara kefaret olur."[1] Ya içinde yaşadığımız toplumu kurtarma gayreti ve bu uğurda çekilen sıkıntılar..!

Bugün bizim, şuna-buna değil; "Milletimin maddî-mânevî mutluluğu için Cehennem'in alevleri içinde yanmaya razıyım." diyenlere.. şahsî menfaat ve bencillikleri bir tarafa iterek Hak ve millet yolunda fânî olanlara.. toplumun ızdıraplarıyla kıvrım kıvrım kıvranıp, hep inilti kovalayanlara.. elinde ilim meşalesi, her yerde bir çerağ tutuşturup cehalet ve görgüsüzlüklerle mücadele edenlere.. üstün bir inanç ve azimle, dökülüp yolda kalanların imdadına koşanlara.. maruz kaldıkları zorluklar karşısında isyan etmeden, ümitsizliğe düşmeden bir küheylan gibi yoluna devam edenlere.. yaşama arzusunu unutarak yaşatma zevkiyle şahlanan babayiğitlere ihtiyacımız var..!”
M. Fethullah Gülen, Çağ ve Nesil 1-2-3
“Gönlünü yüksek ideallere kaptırmış muzdarip ruhlar, bütün bir hayat boyu buhurdanlık gibi tüter dururlar.”
M. Fethullah Gülen, Çağ ve Nesil 1-2-3
“Öyle zannediyorum ki, bugün talim ve terbiye müesseselerimizden en yüksek devlet kademelerine kadar görüp müşahede ettiğimiz kusurların büyük bir bölümü de, işte bu kimliği tespit edilememiş ilim anlayışından kaynaklanmaktadır. Kanâatim o ki, her şeyi vak'aların dış yüzünde araştıran talim ve terbiye müesseseleri, hikmet ruhundan uzak kaldıkları ve bu müesseselere ilim taassubu, dar kafalılık hükmettiği sürece, nesiller sathileşmeye devam edecek, tefekkür hayatımız daha da sığlaşacak; yeni buluş ve tespitler insanlığın kurtuluşu adına bir kısım sihirli reçeteler takdim etseler bile, dünya çapındaki bu umumî yozlaşmanın önü alınamayacaktır.

Bir yerde, eğer ilmî keşif ve tespitler, insanoğlunun maddî-manevî mutluluğunu hedef almıyor ve insanlık ruhunun emrinde şekillenmiyorlarsa, ilim gayesinden saptırılmış, teknoloji insanlık aleyhinde işlemeye başlamış ve insanoğlu rağmına her şey altüst olmuş demektir.

İnsanoğlu, kulakardı edilebilecek kadar ehemmiyetsiz bir varlık değildir. O, varlık adına sözü edilen her şeyin merkez noktasını tutmakta, önünde ve üstünde başkalarına yer vermeyen, Yaratıcı'nın gözdesi müstesna bir yaratıktır. Kâinatları var eden Zât, onu, varlığın özü, hülasası ve gayesi olarak yaratmıştır. Böyle bir mevkide yaratılan insanın gayesi de, Yaratıcısını arayıp bulmak, varlığına gaybî ve uhrevî derinlikler kazandırmaktır.

Bu noktada ilme düşen vazife ise, insanın gözünden perdeyi kaldırıp ona gerçeği göstermek ve onu yeni tefekkür ufuklarına doğru seyahata hazırlamak olacaktır.

Bu sayede, ilmin bütün buluş ve tespitleri, insanoğlunun ruhunda, ötelere doğru uzayıp giden birer merdiven haline gelecek ve her gün ayrı bir iman şuuru, ayrı bir ibadet aşkıyla şahlanan talihli ruhlar, bu merdivenle, cismaniyetin dehlizlerinden kurtulacak, zaman üstü hüviyetlere ulaşarak bütün zaman ve mekânların üstünde Sonsuz'la hemdem olacaklardır.

Artık bundan böyle, bunlar için, ne kendilerini aşağıya çekmek isteyen tabiatın zararlı yanları karşısında yenilmek, ne de bedene ait sis ve dumanlar içinde şaşırıp kalmak bahis mevzuu değildir. Çevrelerini saran bütün is ve pastan arınmış bu üstün kametler, kim bilir günde kaç defa gökler ötesi varlıklarla tanışıklığa giriyor, kaç defa meleklerle at başı sonsuzluk istikametinde yarışlara katılıyor ve kaç defa, hakikatin hararetiyle bir mum gibi eriyip o bilinmez okyanuslarla bütünleşiyorlardır..?”
M. Fethullah Gülen, Çağ ve Nesil 1-2-3
“Bugünün bütün bütün maddîleşen insanı, ilim ve tekniğe sadece şahsî hazları, maddî refah ve rahatı itibariyle alâka duymaktadır. Böyle bir anlayış ise onu, her gün biraz daha ahlâkî çöküntü, ruhî bunalım ve düşüncede sığlaşmaya götürmektedir. İşte bu insan tipidir ki, büyük bir kısmı itibariyle gerçeği araştırmaya ve o yolda tefekküre yanaşmamakta, hatta bunları sevmemektedir. Şüphesiz bunda, topluma avam kültürünün hakim olmasının, ilim adamlarındaki beleşçilik düşüncesinin ve hasbî ruh kıtlığının tesiri çok büyük olmuştur. Ne var ki, ruh insanı, ilhâm insanı, gönül insanı yetiştirememenin tesiri bundan daha büyüktür. Ortalığı, herşeyi maddede arayan aklı gözüne inmiş karakuraların sardığı bir dönemde, gerçeğin ilminden, ilimde derinleşip buutlaşmaktan bahsetmek mümkün değildir. Aksine, böyle bir atmosferde muhakeme ve tefekkür her gün biraz daha kısırlaşacak, insanlar biraz daha aptallaşacak ve dünyanın her yanı makinaların komutlarıyla iş yapan insanlarla dolup taşacaktır.”
M. Fethullah Gülen, Çağ ve Nesil 1-2-3
“Günümüzde modern ilim ve teknolojik gelişmeler, insanoğlunun gözlerini öylesine kamaştırdı ki, artık o, iki adım ötesini görememekte, ilim ve teknolojinin dışında hiçbir şeye tam güvenememekte, güvenmek bir yana; mevcut teknik imkânlarla her müşkülünü yenip, her problemini çözebileceğine inanacak kadar çarpık kanâatler taşımaktadır. Böyle bir aşırılığın, insan-oğluna neye mâlolacağını kestirmek zor olmasa bile, bu mevzuda verilecek herhangi bir hüküm için zamanın tefsirini beklemeyi daha faydalı bulmaktayız. Yalnız şu kadarını söyleyelim ki; her şeyde ifrat ve aşırılık zararlı olduğu gibi, ilmin bir "put" haline getirilerek bütün değerlerin ona götürülüp bağlanması da, hem insanlık adına hem de ilimler adına fevkalâde tehlikeli ve zararlıdır.”
M. Fethullah Gülen, Çağ ve Nesil 1-2-3
“Zavallı Batı, bu hâliyle, kendini kurtaracağını sanıyordu! Aslında yaptığı iş, bir libas değişikliğinden başka bir şey değildi. Eski elbisesinin yerine, başına geçirdiği âriye[6] bir urba ile, ebedî varlığa ereceğini umuyordu. Heyhât! O, umduklarından hiçbirini elde edemedi. Aksine, bile bile gidip gericilik bataklığına “aborde”[7] oldu. Evet, bir gayz ve kin uğruna, göz göre göre, hem kendini hem de başkalarını mahvetti!”
M. Fethullah Gülen, Çağ ve Nesil 1-2-3

« previous 1