ZİNDAN GÜNLÜKLERİ - XI

11. BÖLÜM “KAÇIŞ”            Lord Fernard döndüğü zaman şaşkınlıklar içerisinde eşinden kendisi yokken olan olayları dinliyordu. Özellikle Prenses Eva’nın da işin içinde olduğunu duyması iyice şaşırmasına neden olmuştu.            “Hazine odamıza mı girmeye çalışmışlar?” diye sordu inanamayarak Fernard.           “Evet, hayatım. Son anda yakalamayı başardık. Hemen zindana atılmalarını emrettim, sen dönünce ne yapman gerektiğini daha iyi bilirsin diye düşündüm.” diye iyi ve sadık eş rolünü oynuyordu Arafel. Hala karşısındakini cadı olduğundan ve gerçek eşi Katherine olmadığından bihaber olan Fernard da eşinin bu olay karşısında göstermiş olduğu cesarete hayran kalmıştı, kendisi yokken artık yönetimin emin ellerde olduğunu görmüştü.            “O hırsızlar sana zarar verebilirlerdi, sevgilim. Böylesi bir tehlike altına seni soktuğum için çok özür dilerim.”           “Öyle deme, hayatım. Sana sen yokken şehrine nasıl da iyi baktığımı göstermemi de sağlamış oldu, artık için daha rahat gidebilirsin o siyasi gezilerine.”           Lord Fernard eşinin alnından öptükten sonra: “İstersen zindana indiğim zaman sen de bana eşlik et de o hırsızlara ne tür bir ceza vereceğimize birlikte karar verelim. Hala inanamıyorum, elf kralına ne diyeceğim ben şimdi. Kızının hırsız olduğuna asla inandıramayız.” dedi. Arafel ise iyi bir eş rolüne devam ederek Fernard’ın elini tuttu ve ona cesaret verdi: “Bu işin sonunu birlikte göreceğiz, aşkım.”            O sırada zindanda karanlığın içinde Eva’nın grubu durum değerlendirmesi yapıyorlardı. Safiel, cadı ile olan dövüşünde öfkesine yenik düşerek tüm gücünü harcamıştı, ondan artık büyü yapmayı bırak yürümeye bile mecali kalmamıştı.             “Zaman geçtikçe geminin fark edilme ihtimali de artıyor, biliyorsunuz kendisi arananlar listesinde hep birincilikte kendine yer bulan ünlü bir korsan gemisidir.” dedi Alenthas.           “Lord Fernard dönmüştür ve Arafel onu bir güzel yalanlarıyla yine kandırmıştır. Bir elf prensesini bile idam ettirmeye kadar gidebilir iş.” diye belirtti Eva, burada bahsi geçen elf prensesisinin de kendisi olması işin ironik kısmını oluşturuyordu.           “Hepimiz hatalıyız, bunu kabul etmeliyiz. Grubun huysuz yaşlısı olarak görüneceğimi biliyorum, ama hatalı olduğumuz noktaları söylemek de benim görevim. Bir kere Firb ve Eva’nın zamanında yapmış olduğu hataları saymıyorum bile. Acele ettik, hemen saldırıya geçmeyecektik. Lord Fernard’ı bekleyip ona durumu izah etmeye çalışmalıydık.” diye kendi fikirlerini söyledi Thomas.           “Tüm dediklerinde haklısın, Thomas. Ama şu an için ne yapmalıyız bence bunu konuşmak daha doğru olacaktır.” dedi Sacokhan, bir cüce olarak grubun en aklı başında elemanı olma sorumluluğunu göstermenin ne kadar zor olmaya başladığını düşünüyordu bir yandan da.            Firb ise konuşulanlarla pek ilgilenmiyor gibiydi. Zindanın en karanlık köşesinde kendi başına bir şeyler yapıyordu. Yaptığı şeyin ne olduğu karanlık yüzünden pek anlaşılmıyordu.            Zindanın kapısı açıldığında içeriye altı kadar asker ve Lord Fernard ile eşi Katherine girdi. Arafel, iyice Lordun eşi Katherine rolüne bürünmüştü. Fernard’ı hiçbir şekilde yanındakinin aslında bir cadı olduğuna inandıramayacakları barizdi. Bu yüzden de Eva pek ikna etmekle uğraşmanın fayda getirmeyeceğine emin bir şekilde Fernard’a soğuk bakışlar atıyordu sadece.            “Bu günleri de görecekmişiz! Bir elf prensesi kendi kurduğu ekiple beraber benim hazine odama girmeye çalışırken yakalanıyor. Belki de öncelikle bir açıklama dinlemeliyiz sizden.” diye söze başladı Lord Fernard.           “Ne anlatabilirim ki? Her şey size göre bu kadar barizken açıklama yapmaya çalışmamın ne gibi bir faydası olacak, sizi eğlendirmekten başka.” diye karşılık verdi Eva.           “Kendin de dedin. Eğlendir beni. Eğer anlattıklarınız hoşuma giderse en azından bir ya da ikinizin canını bağışlayabilirim.”           “Bence bu şaklabanlığı kısa keselim, hayatım. Cellatlar hazır bizi bekliyorlar zaten.” diye söze girdi Arafel.           “Haklısın. Askerler hepsini idam sehpalarının bulunduğu yere götürün. Halka da haber verin. Hırsızlığın nasıl bir sonucu olduğunu herkes görmeli, bir prenses bile olsa herkes suçunun bedelini öder.”           Yarım saat sonra halkın heyecanlı bekleyişi sürerken idam edilecek suçlular tek tek artık kullanılmayan arenaya çıkartılıyorlardı. Altı farklı idam sehpası hazırlanmıştı. Eşinin de önerisiyle her bir suçlunun farklı bir biçimde öldürülmesine karar vermişti Lord Fernard ve hangi sehpada hangi suçlunun öldürüleceğine de halk karar verecekti. Lord demokrasinin tam bu tür işlere alet edilmesi gereken bir araç olduğuna inanıyordu.            “Verion halkı! Benim asil soyumun en değerli hazinelerinin saklı olduğu gizli odama girmeye çalışan ve üstüne üstlük bunu benim misafirperverliğimden faydalanarak yapan bu altı suçluyu huzurlarınıza sunuyorum. Şimdi söyleyin bana, bu suçlulardan hangisini ipte asalım, hangisinin boynunu giyotinde ayıralım, hangisini kaynar suda boğalım, hangisinin vücuduna demir sopalar sokarak öldürelim, hangisinin zehirle herkesin önünde kusarak kendi kanında boğulmasını izleyelim ve hangisinin bizzat sizin linç etmenize müsaade edelim?”           Alenthas, her bir ölüm şeklini dinledikten sonra: “Masraftan da hiç kaçmamışlar.” diye yorumda bulundu.           Safiel hala çok güçsüzdü, ondan tam olarak ne kadar zor bir durumda olduklarının farkında olamıyordu.            Thomas dua ediyordu Tanrısına, ama bu kadar çığlık ve bağırışın ortasında odaklanamıyordu, inancının zayıflığını gösterirdi bu durum oysaki gerçek bir inanan her durumda duasını eksiksiz yapabiliyor olmalıydı.           “Yoksa beni sen de mi terk ediyorsun?” diye sorgulamadan edemedi Thomas sonunda.            Firb, Lordun yanında sahte gülümsemesiyle duran cadıya bakıyordu büyük bir nefretle. Karanlık geçmişi yine karşısına dikilmişti. Zamanında bu cadıyla işbirliği yaptığı için duyduğu pişmanlık hiç geçmeyecekti.            Eva, buçukluk dostunun omzuna yavaşça dokunarak ona suçun sadece kendisinde olmadığını hatırlattı. O cadının yaşamasına Eva izin vermişti, çünkü o cadı eskiden asil bir elf büyücüsüydü ve Eva’nın kuzeniydi. İhanetinin bedelini ona hiç ödetememişti, her şeyi geride bıraktığını sanıyordu ama kaçamamıştı o da geçmişinden.            Sacokhan korkmuyordu ölümden. Tek derdi yeterince sarhoş olamadan ölecek olmasıydı. Cüceler de savaşa giderken bolca içmek bir gelenekti, böylece cesaretleri hiç azalmaz ve sonuna kadar deli kuvvetiyle savaşmayı sürdürürlerdi.            “Sanırım bu sefer hiç kaçış yok!” diyebildi fısıltıyla, sesini ancak yakınında duran Alenthas duyabilmişti.           Halk ise kudurmuş vaziyetteydi, ilk hangi kişinin ne şekilde öldürüleceğinin oylaması yapılıyordu. Lord Fernard bu işi de çok ciddiye almıştı ve her sıranın başına bir görevli göndermişti. Görevliler genel olarak o sırada söylenen kişinin adını ve ne şekilde öldürülmesinin istendiğini Lord Fernard’a söylüyorlardı. Toplamda elli sıra olduğundan iş biraz vakit alıyordu.           Safiel cebinde korkudan sesini çıkartmadan duran kedisinin başını sıvazlıyordu. Kendisi ölürse kedisine ne olacağını düşünüyordu. Birden o anda fark etmişti. Birazdan öldürülecekti, daha yeni yeni bulundukları durumun ciddiyetini anlamaya başlamıştı. İçine dolan korkunun etkisiyle bağlı olduğu demirden yapılma sıkı kelepçelerden kurtulmaya çalıştı beyhude yere. Çok zayıftı hala ve kafası allak bullak olmuştu. Hiç büyü yapacak kadar güçlü hissetmiyordu kendisini.           Arafel’in de bir gözü büyücünün üzerindeydi zaten. Büyücüden yayılan en ufak enerjiyi hissetmek için tüm odağını onun üzerinde tutmak zorunda kalmıştı. Ama büyücü o kadar zayıf düşmüştü ki daha bir gün büyü yapmasına imkân yok gibiydi.           Şamanizmden anlayan Alenthas’ın ise güçlerine başvurmak için alet edevatını kullanması gerekiyordu. Bunlar genelde ya totemler, ya da envai çeşit kolye ve baharat karışımları oluyordu. Çantası ya da cebindeki her şeylerini askerler almıştı. Ondan Alenthas, cadının gözünde hiç tehdit değildi. Zaten Alenthas da elinde geveze çenesi dışında bir şeyi kalmadığının farkındaydı.           Lord Fernard görevliler ile konuştuktan sonra sıralamayı ve ölüm şekillerini açıklamaya başladı: “Anlaşılan halkımız ilk başta sarhoş olmayı hayal etmekle yetinmek zorunda kalacak cücemizin öldürülmesini istemiş, ölüm şekli olarak da giyotini uygun görmüşler.”           Sacokhan tamamen tepkisizdi, ne bir yorum yaptı ne de herhangi bir harekette bulundu. Lord Fernard ölüm listesini açıklamayı sürdürdü: “İkinci olarak da genç ve geveze serseri arkadaşlarının öldürülmesi yönünde halkımız karar vermiş, ölüm şekli olarak da suda boğulması seçilmiş.”           Alenthas başta o geveze serserinin kendisi olduğunu anlayamamıştı, ardından da: “Hayatım hep sularda geçti zaten, burada olabilecek en uygun sonu seçmişsiniz bana.” dedi sakince.           Lord Fernard üçüncü kişiyi açıkladı ara vermeden: “Ardından sahte dualarıyla herkesi kendisi gibi günahkâr hale getiren uydurma papaz efendinin kendisine layık bir şekilde bedenine ardı ardına sokulacak olan demir çubuklarla öldürülmesi uygun görülmüş halkımız tarafından.”            Thomas içinde bastırdığı duyguları saklayamamıştı, aniden: “Sen hepimizi koru, yüce Tanrım!” diye bağırdı. Ama bu duası halk tarafından gülerek karşılanmıştı, çünkü onlara göre karşılarında olan bir sahtekârdı.           “Papaz efendinin ölümünün ardından sıra geliyor yaşlı buçukluğa. Ona da son derece uygun bir ölüm şekli seçilmiş, zorla içirdiğimiz zehrin ardından hepimizin karşısında kan kusup ölecek acı içerisinde.” diye sıradaki kişiyi açıkladı Lord Fernard.           “Zehirle acı dolu bir ölüm, gerçekten de çok hoşmuş.” diyebildi Firb. Diyecek başka ne vardı ki zaten.           “Beşinci kişi de zaten hastalıklı gibi görünen ve biz bir şey yapmasak bile her an ölecekmiş gibi duran büyücü yoldaşları olacak. Onun ölümü de tamamen Verion halkının adaletli elinden gelecek, büyücüyü size sunacağız ve istediğiniz her şeyi yapabileceksiniz. Tek şartımız hemen öldürülmemesi, süründürülmesi.”            Safiel o hastalıklı büyücünün kendisi olduğunu tahmin etmek de zorlanmadı. Hala aklı kedisindeydi. Linç edilmeden evvel kedisinin kaçabilmesi için bir şeyler yapmalıydı. Öksürüğünü tutamıyordu ve nefes almakta zorlanıyordu. Bu haline kimse acımıyor ve yukarı taraflardan başına doğru yiyecek maddeleri atılıyordu. Genelde üstü vıcık vıcık olsun diye domates ya da kafasına isabet ederse iyice acıtsın diye elma oluyordu bu yiyecek maddeleri.           “Son olarak da geriye prensesimiz kalıyor. O da iple asılarak ibretlik bir şekilde ölecek huzurunuzda, ey Verion halkı.” diye bağırarak açıkladı ölüm listesindeki son ismi de Lord Fernard.           “Özür dilerim.” diyordu Eva. Sadece tek birine değil, altı kişi içindi bu özürler.           “Özür dilerim, Safiel, büyücü yoldaşım. Sana yardım etmekti tek arzum. Zor günler geçiriyordun ve bu maceranın sana iyi geleceğini ummuştum.           Özür dilerim, Thomas. İnançlarına ters olduğu halde bana yardım etmeyi kabul ettin ve ben sana yeterince teşekkür bile edecek zaman bulamadım.           Özür dilerim, Firb. Zamanında pişman olduğun halde cadıyı durdurmana sana yardım etmedim ve geçmiş yine karşımıza dikildi. Şimdi belki de böyle bir durumla karşılaşmayacaktık hiç birimiz.           Özür dilerim, Sacokhan. Bu dünyada herkese yardım etmeye çalıştın, kazandığın her şeyi iyilik adına harcadın. Bana da yardım etmeyi içtenlikle kabul ettin. Ama şimdi burada onurlu bir cücenin hak etmediği bir ölümle karşı karşıya bıraktım seni.           Özür dilerim, Alenthas. Gemine binip denizlerde maceradan maceraya sürüklenmen gereken genç yaşında hayatını kaybetmek üzeresin. Seni bu duruma ben soktum.           Özür dilerim, Alasten, eşim, hayatım. Seni son bir defa görememenin acısını taşıyorum ve belki de hiçbir zaman nerede, nasıl bir ölümle bu dünyadan ayrıldığımı bilemeyeceksin. Sana olan sözümü hiç tutamadım. Özür dilerim, sevgilim. Ama bil ki sana olan sevgim tamamen gerçekti ve seni çok seviyorum. Ölümle bulaşacağım son saniyelerde bile sana olan sevgime tutunacağım.”           Safiel her şey sona ermeden önce Eva’ya başından beri bildiği şeyi söylemek istedi: “Kedinin gerçek olmadığını biliyordum…”                                                                                 ***           Alasten rüya göremezdi bu hapishaneye getirildiği andan beri, çünkü uyumak böylesi bir yerde çok zor oluyordu. Ama daldığı bu nadir anların birinde Eva’nın sesi kulaklarında yankılanırken buldu kendini ve çığlık atarak kalktı yatağından.           “Bitsin artık bu acı. Geçsin bu günler. Mutlu bir sonu hak etmiyor muyuz biz?” diye haykırdı ve pis yastığını ıslatana kadar ağladı. Gözyaşları akarken artık eskisi gibi ağlamaktan utanmadığını fark etti, hatta çok iyi geliyordu ağlamak.
           “Sana söz verdim, sevgilim. Seni bekleyeceğim. Beni en sonunda kurtaracağını biliyorum.” dedi ve tekrardan gözlerini kapatarak uyumaya çalıştı. Bilmiyordu ki mutsuz sona sahip bir hikâyenin içinde yer aldığını…
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 17, 2014 04:29
No comments have been added yet.