Atina Günlükleri 1
12 Åubat 2020
Atina
Herkese merhaba,
İstanbul’dan iki gün önce döndük. Orada on yedi gün kalmıÅtık. Ben hem öÄrenci hem de hoca olarak yoga kurslarına katıldım. Bir gün edebiyat yazarlıÄı çalıÅmasını yönettim, Orhan Pamuk’un Kar romanını okumuÅtuk onu tartıÅtık, sonra da ondan aldıÄımız ilhamla trende geçen ve içinde kar olan bir öykü yazdık. En azından öyle bir öyküye baÅladık. BaÅka bir gün Yaz SıcaÄı kitabımdaki kimi sahnelerin geçtiÄi Fener, Balat, EÄrikapı semtlerini okurlara gezdirdim. Bir akÅam KıŠMasalları vardı. Ondan bir sonraki mektubumda bahsedeceÄim. Bir akÅam BeyoÄlu Edebiyat Evi Kıraathane’de Hatha Yoga hakkında sohbet ettik. Bir de uzun zamandır “sahne almak” istediÄim Akaretler Minoa’da Nazlı GürkaÅ’la en yeni kitabım İnsanlık Hali’ni konuÅtuk. Yılın en soÄuk gecesiydi. Ãstelik Cumaydı. Buna raÄmen sevgili okurlar, öÄrenciler ve ailem geldiler, beni çok mutlu ettiler. Ertesi sabah kanepede uyuduÄum yerden gözlerimi karanlıÄın içinde parlayan beyaz çatılara açtım. Dersim Advayta Bomonti’de sabahın 7sinde baÅlayacaktı. Herhalde kimse gelmezdi. Dersten önce kendi yogama ayırdıÄım yarım saat Mete babamın kara gömülmüŠarabasının camlarını temizleyerek geçti. Stüdyoya vardıÄımda öÄrencilerin büyük çoÄunluÄu (50 kiÅi!) oraya varmıÅtı bile. Hayran olmamak elde deÄil. Gün aydınlanırken yoga yaptıÄımız yerden, gökten zarafetle inen kar tanelerini izledik.
Åimdi Atina’dayım. Pazartesi öÄleden sonra iki kedim ve tekerlekli sandalyedeki eÅimle Sabiha Gökçen havalimanına doÄru yola çıktık. Kediler çantalarında uslu uslu oturdular. Tüm güvenlik geçiÅleride onları çantalarından çıkartıp kucaÄımda taÅıdım. Direnmediler. Uçak boÅtu. Ayaklarımızın altında sessizce oturdular. Tekerlekli sandalyemiz kaybolmadı. Uçak çıkıÅında Bey’i taÅımaya bir deÄil, iki kiÅi geldi. Taksiye sıÄdık. Bütün bunlar İstanbul-Atina arası kedili, kocalı beÅ saatlik yolculuÄu bir baÅarı hikayesi olarak kurmamıza yeter de artar. Eve döndüÄümüzde kediler ve koca tuvalete gittiler, o iÅ de kazasız belasız yapıldı. Ondan sonra gevÅedik.
Bundan sonraki on yedi gün benim için bir içe dönüŠzamanı. Gerçi çok istisnai bir etkinliÄe katılacaÄım. Atina’da Türkçe bir kitap akÅamı düzenliyoruz. Bizim gibi Türk-Yunan bir çift olan Sinem’le Alexandros’un Exodus adlı kahvesinde İnsanlık Hali hakkında sohbet edeceÄiz. Atina’da yaÅayan ve Türkçe bilen, Türkçe kitap okuyabilen herkesi davet ettik. Åömine baÅı, çay, kahve, Åarap… Güzel geçeceÄe benzer. Yarın akÅamı iple çekiyorum.
Atina’ya bahar gelmiÅ. Hava sıcaklıÄı 20 derece civarında. İstanbul’un karlı günlerinde elimizin altında bulundurmaya alıÅtıÄımız atkı, bere, eldiven takımları hemen çekmecelere kalktı. ÃÄleden sonra sokaÄa çıktım. Bizim eve on on beÅ dakika uzaklıktaki yeni kahvem Dope’a geldim. Buraya geçen ay Bey ile geldiÄimizde pek hoÅ bir tesadüfle iki Türk kadınla tanıÅtım. Masalarında Ege Soley’in Sakin kitabı duruyordu. İyi ki sosyal bir günümdeymiÅim. ÃÅenmedim, gidip merhaba dedim. O ara daha yeni DoÄan Novus’un baÅında olan Mavi Orman editörüm Handan’la Sakin adlı kitabı konuÅmuÅtuk. Daha sonra da ortaya çıktı ki Sakin’in yazar Ege zaten benim pek sevdiÄim bir çevirmen (az buz deÄil Ferrante’lerin çevirmeni) ve arkadaÅım olan Eren’in kızıymıÅ. O arada o da ortaya çıktı. İncecik aÄlarla birbirimize baÄlıyız. Tesadüfler de hayatın kurgusu iÅte. Bu kahveye geçen geliÅimde tanıÅtıÄım güzel ve akıllı kadınlar da edebiyat sevdalısı çıktılar. Seçkin’in kitap bloÄu vardı. Beni tanıdı. Seçkin, Huriye ve Ayça ile hemen planlar yaptık, aklımıza o anda gelen projeleri not ettik. Madem düzen bizi bu kahvede buluÅturmuÅtu, biz de düzene katkıda bulunmak üzere bu buluÅmadan bir çocuk doÄurmalıydık!
Åimdi yine Dope’dayız. Tek baÅıma geldim. Hava mis. Baharın ilk günleri hâlâ içimi kıpır kıpır ediyor. Gerçi artık kıŠmevsimi yok ama anılarda kalan bir tortu var iÅte, o geri geliyor. Kokular, serinlikle karıÅan güneÅ, gölgede ürpermek vs… Bana eski baharları hatırlatıyor. Hemen canım Rumelihisarındaki o eski büfede basılmıŠdomates salçalı sucuklu tosttan istiyor. O büfe artık yok (galiba) ve ben on beÅ yılı aÅkın zamandır et yemiyorum. Yine de anısı geliyor. AÄzım sulanıyor. YaÅım ilerledikçe hayatın en canlı kısmının anıları hatırladıÄımızda içimizi saran duygular olduÄunu keÅfediyorum. Åimdinin gücü geçmiÅin tadından geçiyor. Åimdiyi anlamlı kılan her Åey hafızada saklı. Åu anda belleÄimi benden çalsalar, bahar bana bir Åey ifade eder mi? İçimde bir Åeyler kıpırdanır mı? Yitirdiklerimin hasretini duymadan elimdekilerin kıymetini bilebilir miyim? Spotify’ın günün seçkisi olarak bana sunduÄu DeÄirmenler’i belleÄim olmadan yine de sevebilir miyim?
Niyetim bu on yedi gün içinde yeni bir öykü yazmak. Dün biraz uÄraÅtım. YazdıÄım hiç bir Åeyi beÄenmedim. Trende geçen ve içinde kar olan öyküyü sürdürmek istedim, aldı baÅını bir yerlere gitti, beni doyurmadı. Gerçi bir öykü ya da bir roman baÅlangıç aÅamasında bir yazarı doyurmaz ya, en azında birazcık heyecanlandırsaydı. O da olmadı. Yeni bir Åey mi denesem, yoksa sebat edip trende geçen (ama henüz içinde kar olmayan) öykümü biraz daha yazsam mı bilemiyorum.
Bu arada size yazayım dedim. Ãnümüzdeki on yedi gün bir yandan yeni bir öykü çıkarmaya çalıÅırken, diÄer yandan da size mektup yazmayı sürdüreceÄim. Beraber göreceÄiz neler çıkacak… Her gittiÄim kahveden bir fotoÄraf da yollarım. Bugünkü Dope’dan.
Yarın için aklıma gelen konuları unutmamak için buraya not edeyim. Hem sizin için de bir “teaser” olur. (Ne demekse!)
Küçük Prens, Erik Satie, KıŠMasalları, Emanet Zaman.
[image error]