Yıldırım Arıcı's Blog

July 20, 2018

July 16, 2018

July 14, 2018

Oruç Aruoba


























"Doğum günümü seçti ustam ölmek için."

Kucağında Minu melek.
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 14, 2018 10:12

July 13, 2018

Bilge Karasu








































"Dil bu karanlığın içinde yaşayabilirmiş gibi görünen tek şey olacak"
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 13, 2018 07:18

"Dil bu karanlığın içinde yaşayabilirmiş gibi görünen tek...








































"Dil bu karanlığın içinde yaşayabilirmiş gibi görünen tek şey olacak"
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 13, 2018 07:18

January 28, 2018

Samuel Beckett: Bir Parça Monolog







*

Perde.Uçuk dağınık ışık.Konuşmacı sahneönünün iyice kenarında seyircilerin solunda.Beyaz saçlar, beyaz gecelik, beyaz çoraplar.İki metre solunda, aynı hizada, aynı yükseklikte, yeryatağının beyaz ayağı.Konuşma başlamadan on saniye önce.Konuşmanın bitmesinden otuz saniye önce lamba ışığı yitmeye başlar.Lamba söner. Sessizlik. KONUŞMACI, küre, yeryatağının ayağı, dağınık ışıkta belli belirsiz görünür durumda.On saniye. Perde.
KONUŞMACI:Doğum ölümüydü onun.  Yeniden.  Sözler az.  Ölürken de.  Doğum ölümüydü onun.  Pis pis sırıtan o zamandan beri.  Kalkar gelecek kapağa.  Beşikte ve kundakta.   Emerken ilk fiyasko.  İlk sarsak adımlarla.  Anadan nineye ve geri.  Boydanboya.  İleri geri eğri bacaklarla.  Öylesine pis pis sırıtıp durarak.  Cenazeden cenazeye.  Şimdiye.  Bu gece.  İkibuçuk milyar saniye.  Yeniden.  İkibuçuk milyar saniye.  İnanması zor o kadar az olduğuna.  Cenazeden cenazeye.  Cenazeleri…sevdiklerinin diyecek handiyse.  Otuz bin gece.  İnanması zor o kadar az olduğuna.  Gecenin köründe doğmuş.  Güneş çoktan batmışken karaçamların ardında.  Yeni iğneler yeşile dönerek.  Odada karanlık büyüyor.  Standard lambadan gelen ışığa dek.  Fitil kısık.  Şimdi de.  Bu gece.  Kalkıp günbatımında.  Her günbatımında.  Odada uçuk ışık.  Nereden bilinmez.  Pencereden değil.  Hayır.  Neredeyse hiç.  Hiç diye birşey yoktur.  Elyordamıyla pencereye ve gözünü dışarı diker.  Durur bakarak gözünü dikmiş.  Kıpırdamadan bakarak.  Hiçbirşey kıpırdamaz o kara kocamanda.  Elyordamıyla geri sonunda lambanın durduğu yere.  Daha önce durduğu.  Son söndüğünde.  Sağ cebinde kibrit çöpleri.  Birini yakar kalçasına sürterek babasının öğrettiği gibi.  Çıkarır sütbeyaz küreyi kenara koyar.  Kibrit söner.  Bir tane daha yakar önceki gibi.  Çıkarır fanusu.  İslenmiş.  Sol elinde tutar.  Kibrit söner.  Üçüncüyü yakar önceki gibi ve fitile tutar.  Fanusu geri koyar.  Kibrit söner.  Küreyi geri koyar.  Fitili kısar.  Işığın kıyısından geri çekilir ve yüzünü doğuya döner.  Boş duvar.  Öyle gece gibi.  Kalk.  Çoraplar.  Gecelik.  Pencere.  Lamba.  Işığın kıyısından geri çekilir ve durur yüzü boş duvara dönük.  Resimlerle kaplı birzamanlar.  Resimleri…sevdiği kişilerin diyecek handiyse.  Çerçevesiz.  Camsız.  Duvara iğnelenmiş.  Çeşit çeşit biçimde ve boyda.  Biribiri ardından indirilmiş.  Gitmiş.  Parçalanmış ve savrulmuş.  Saçılmış yere.  Tek seferde değil.  Aniden bastırmış bir…değil.  Söz yok.  Duvardan koparılmış ve parçalanmış birer birer.  Yıllar içinde.  Gece yıllarınca.  Duvarda şimdi hiçbirşey yok iğnelerden başka.  Hepsi değil.  Bazıları koparılırken sökülmüş.  Bazıları hâlâ iğnelemiş duruyor bir parçayı.  Öyle durur yüzü boş duvara dönük.  Ölmeye devam.  Ne eksik ne fazla.  Hayır.  Eksik.  Ölmeye eksik.  Hep daha eksik.  Akşamçöküşünde ışık gibi.  Durur orada yüzü doğuya dönük.  Boşalmış iğnedelikli yüzey birzamanlar beyaz gölgede.  Birzamanlar adlandırabilirdi hepsini.  Şurada baba.  Şu gri boşlukta.  Şurada anne.  Şu ötekinde.  Şurada birlikte.  Gülümseyerek.  Düğün günü.  Şurada üçü birarada.  Şu gri lekede.  Şurada yalnız.  Kendisi yalnız.  Vesaire.  Şimdi değil.  Unutulmuş.  Hepsi gitmiş uzun zaman önce.  Gitmiş.  Koparılmış ve parçalanmış.  Yere saçılmış.  Süprülmüş ortalıktan yatağın altına ve bırakılmış.  Binlerce yırtık parça yatağın altında tozla ve örümceklerle.  Bütün…sevdikleri diyecek handiyse.  Durur orada yüzü duvara dönük gözünü dikmiş öteye.  Hiçbirşey yok orada da.  Hiçbirşey kıpırdamaz orada da.  Hiçbirşey kıpırdamaz herhangibiryerde.  Görülecek herhangibirşey yok herhangibiryerde.  İşitilecek herhangibirşey yok herhangibiryerde.  Bir zamanlar seslerle dolu odada.  Uçuk sesler.  Nereden bilinmez.  Daha az ve daha uçuk zaman geçip giderken.  Geceler geçip giderken.  Hiçbiri şimdi.  Hayır.  Hiç diye birşey yok.  Yağmur bazı geceler yandan çarpar gene camlara.  Ya da yavaşça yağar aşağıdaki yere.  Şimdi de.  Lamba tütüyor kısılmış fitilden.  Garip.  Uçuk duman süzülüyor küredeki açıklıktan.  Alçak tavan geceler boyu islenmiş bundan.  Kara biçimsiz leke gerisi beyaz yüzeyde.  Birzamanlar beyaz.  Durur yüzü duvara dönük betimlenen çeşitli adımlardan sonra.  Yani akşamçöküşünde kalk ve gir geceliğin ve çorapların içine.  Hayır.  Zaten onların içinde.  Onların içinde bütün gece.  Bütün gün.  Bütün gün ve gece.  Kalk akşamçöküşünde gecelik ve çoraplar içinde ve yerlemlerini bulmak için biraz durduktan sonra elyordamıyla pencereye.  Odada uçuk ışık.  Anlatılamazca uçuk.  Nereden bilinmez.  Durur kıpırdamadan bakarak dışarı.  Karanlık kocamanın içine.  Hiçbirşey yok orada.  Hiçbirşey kıpırdamaz.  Görebileceği.  İşitebileceği.  Kalır bir daha hareket edemeyecek gibi.  Döner sonunda ve yeteri kadar istenç hareket etmeye.  Döner sonunda elyordamıyla lambanın durduğunu bildiği yere.  Bildiğini sandığı.  Daha önce durduğu.  Son sönmeden önce.  Birinci kibrit küre için betimlenmiş.  İkinci fanus için.  Üçüncü fitil için.  Fanus ve küre geri yerlerine.  Fitili kısar.  Işığın kıyısından geri çekilir yüzü duvara dönük.  Doğuya.  Yanındaki lamba kadar kıpırtısız.  Gecelik ve çoraplar beyaz uçuk ışığı almak için.  Birzamanlar beyaz.  Saçlar beyaz uçuk ışığı almak için.  Yatak ayağı bellibelirsiz tuvalin kenarı.  Birzamanlar beyaz uçuk ışığı almak için.  Durur orada bakarak öteye.  Hiçbirşey.  Boş karanlık.  İlk söze dek hep aynı.  Geceden geceye aynı.  Doğum.  Sonra yavaşça uçuklaşıp yitmesi bir uçuk biçimin.  Karanlıktan çıkıp.  Bir pencere.  Batıya bakan.  Güneş çoktan batmış karaçamların ardında.  Işık ölüyor.  Yakında hiç kalmayacak ölmek için.  Hayır.  Hiç ışık diye birşey yok.  Yıldızsız aysız gökyüzü.  Ölür şafağa ve asla ölmez.  Orada karanlıkta o pencere.  Gece yavaşça çöküyor.  Gözler küçük cam pırıltısına o ilk gecede.  Dön ondan sonunda yüzleş kararan odayla.  Orada sonunda yavaşça bir uçuk el.  Tutuyor yüksekte bir yanan çırayı.  Çıranın ışığında uçukça el ve sütbeyazı küre.  Sonra ikinci el.  Çıranın ışığında.  Küreyi çıkarıp görünmez oluyor.  Yeniden göründüğünde boş.  Fanusu çıkarıyor.  İki el ve fanus çıranın ışığında.  Çıra fitile.  Fanus geri.  Çıralı el görünmez oluyor.  İkinci el görünmez oluyor.  Bronz yatak somyasının pırıltısı. Uçuklaşıp yiter.  Doğum ölümü onun.  O boş boş gülümseme.  Otuz bin gece.  Durur lamba ışığının kıyısında bakarak öteye.  Karanlık bütünün içine yeniden.  Pencere gitmiş.  Eller gitmiş.  Işık gitmiş.  Gitmiş.  Yeniden ve yeniden.  Yeniden ve yeniden gitmiş.  Karanlık yavaşça ayrılana dek yeniden.  Gri ışık.  Yağmur çığıl çığıl.  Bir mezarın çevresinde şemsiyeler.  Yukarıdan görülüyor.  Akıtıp duran siyah kubbeler.  Siyah hendek aşağıda.  Yağmur siyah çamurda fokurduyor.  Şimdilik boş.  O aşağıdaki yer. Hangi…hangi sevdiği kişi? diyecek handiyse.  Otuz saniye.   Eklenecek ikibuçuk milyar küsura.  Sonra uçuklaşıp yiter.  Karanlık bütün yeniden.  Kutlu karanlık.  Hayır.  Bütün diye birşey yok.  Durur bakarak öteye yarı işiterek kendi söylediklerini.  Kendi mi?  Sözler ağzından dökülen.  Ağzını kullanan.  Yakar lambayı betimlendiği gibi.  Geriye çekilir ışığın kıyısına ve yüzünü döner duvara.  Gözünü diker öteye karanlığın içine. Bekler ilk sözü hep aynı.  Birikir ağzında.  Ayırır dudaklarını ve uzatır dilini.  Doğum.  Ayırır karanlığı.  Yavaşça pencereye.  O ilk gece.  Oda.  Çıra.  Eller.  Lamba.  Bronz pırıltısı.  Uzaklaşıp yiter.  Yeniden ve yeniden.  Yeniden ve yeniden yitmiş.  Ağız apaçık.  Bir çığılık.  Boğulur burunda.  Karanlık ayrılır.  Gri ışık.  Yağmur çığıl çığıl.  Akıtan şemsiyeler.  Hendek.  Fokurdayan siyah çamur.  Karenin dışından tabut.  Kiminki?  Uzaklaşıp yitmiş.  Gitmiş.  Geç başka konulara.  Geçmeye çalış.  Başka konulara.  Duvardan ne kadar uzakta?  Başı neredeyse dokunuyor.  Pencerede gibi.  Gözleri dikilmiş cama dışarı bakıyor.  Hiçbirşey yok kıpırdanan.  Karanlık kocaman.  Durur orada kıpırtısız gözünü dikmiş dışarı bir daha hareket edemeyecekmiş gibi.  Ya da gitmiş yeniden hareket etme istenci.  Gitmiş.  Kulağında uçuk bir çığılık.  Ağız apaçık.  Kapanır hışırtısıyla nefesin.  Dudaklar birleşmiş.  Duy yumuşak dokunuşunu dudağın dudağa.  Dudak dokunur dudağa.  Sonra ayrılır çığılıkla önceki gibi.  Nerede şimdi.  Pencereye geri gitmiş dışarı bakıyor.  Gözleri cama dikilmiş.  Sanki son kez sakıyor gibi.  Döner sonunda elyordamıyla uçuk anlaşılmaz ışık içinde görülmeyen lambaya.  Beyaz gecelik hareket ediyor o loşlukta.  Birzamanlar beyaz.  Yakıp duvara çeviriyor yüzünü betimlendiği gibi.  Başı neredeyse dokunarak.  Durur orada bakarak öteye bekleyerek ilk sözü.  Birikir ağzında.  Doğum.  Ayırır dudaklarını ve uzatır dilini aralarına.  Dilin ucu.  Duy yumuşak dokunuşunu dilin dudaklara.  Dudakların dilde.  Uçuklaşıp yit pencerenin dışındaki karanlıkta.  Dik gözünü karanlıktaki çatlağın içinden öteki karanlığa.  Daha ötede de karanlık.  Güneş çoktan batmış karaçamların ardında.  Hiçbirşey kıpırdamaz.  Hiçbirşey uçukça kıpırdamıyor.  Kıpırdamadan durup gözleri cama dikili.  Sanki son kez bakıyor gibi.  O ilk gecede.  Otuz bin küsurdan biri.  Dön geri sonunda karartılmış odaya.  Orada yakınında olacak.  Bu gece olacak.  Çıra.  Eller.  Lamba.  Bronz pırıltısı.  Rengi atmış küre loşlukta yalnız.  Bronz yatak somyası ışığı yakalayan.  Otuz saniye.  Kabartmak için ikibuçuk milyar küsuru.  Uçuklaşıp yit.  Gitmiş.  Çığlık.  Söndürülen burundeliklerinden nefesle.  Yeniden ve yeniden.  Yeniden ve yeniden gitmiş.  Kimin mezarına kadar?  Hangi…sevdiği kişininki diyecek neredeyse.  O mu?  Siyah hendek çığıl çığıl yağmur içinde.  Çıkış yolu karanlık içindeki gri çatlakta.  Yüksekten görülen.  Akıtan kubbeler.  Fokurdayan siyah çamur.  Tabut yolda.  Sevdiğim…handiyse sevdiğim diyecek yolundayken.  Onun yolunda.  Otuz saniye.  Uçuklaşıp yit.  Gitmiş.  Durur orada ötelere bakarak.  Karanlık bütünün içine yeniden.  Hayır.  Bütün diye birşey yok.  başı neredeyse dokunarak duvara.  Beyaz saçlar yakalayarak ışığı.  Beyaz gecelik.  Beyaz çoraplar. Beyaz ayağı yatağın kıyısında karenin sahnenin solunda.  Birzamanlar beyaz.  En azından…bırak ve baş dayanır duvara.  Ama hayır.  Kıpırtısız başı dik gözü öteye dikili.  Hiçbirşey yok kıpırdanan.  Hafiften kıpırdanan.  Otuz bin hayalet gecesi ötede.  Ötesinde o siyah ötenin.  Hayalet ışık.  Hayalet geceler.  Hayalet odalar.  Hayalet mezarlar.  Hayalet…handiyse sevdiğin hayalet kişiler diyecek.  Bekleyerek yırtan sözü.  Durur orada gözü o siyah peçeye dikili dudakları titreyerek yarı işitilen sözlerle.  Başka konuları konu edinen.  Başka konuları konu edinmeğe çalışarak.  Yarı işitene dek yoktur başka konular.  Hiçbirzaman yoktu başka konular.  Hiçbirzaman yok iki konu.  Yok tek bir konudan başkası.  Ölüp gitmişler.  Ölen gidenler.  Gitme sözünden.  Gitmiş sözü.  Başka nereye ki?  Gözünü öteye dikmişin farketmediği.  Küreye yalnızca.  Öteki değil.  Anlaşılamamış.  Hiçbiryerden.  Her yanda hiçbiryer.  Söylenemezce uçuk.  Küre yalnızca.  Yalnız gitmiş.



çeviri; Oruç Aruoba
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 28, 2018 03:50

samuel beckett: bir parça monolog







*

Perde.Uçuk dağınık ışık.Konuşmacı sahneönünün iyice kenarında seyircilerin solunda.Beyaz saçlar, beyaz gecelik, beyaz çoraplar.İki metre solunda, aynı hizada, aynı yükseklikte, yeryatağının beyaz ayağı.Konuşma başlamadan on saniye önce.Konuşmanın bitmesinden otuz saniye önce lamba ışığı yitmeye başlar.Lamba söner. Sessizlik. KONUŞMACI, küre, yeryatağının ayağı, dağınık ışıkta belli belirsiz görünür durumda.On saniye. Perde.
KONUŞMACI:Doğum ölümüydü onun.  Yeniden.  Sözler az.  Ölürken de.  Doğum ölümüydü onun.  Pis pis sırıtan o zamandan beri.  Kalkar gelecek kapağa.  Beşikte ve kundakta.   Emerken ilk fiyasko.  İlk sarsak adımlarla.  Anadan nineye ve geri.  Boydanboya.  İleri geri eğri bacaklarla.  Öylesine pis pis sırıtıp durarak.  Cenazeden cenazeye.  Şimdiye.  Bu gece.  İkibuçuk milyar saniye.  Yeniden.  İkibuçuk milyar saniye.  İnanması zor o kadar az olduğuna.  Cenazeden cenazeye.  Cenazeleri…sevdiklerinin diyecek handiyse.  Otuz bin gece.  İnanması zor o kadar az olduğuna.  Gecenin köründe doğmuş.  Güneş çoktan batmışken karaçamların ardında.  Yeni iğneler yeşile dönerek.  Odada karanlık büyüyor.  Standard lambadan gelen ışığa dek.  Fitil kısık.  Şimdi de.  Bu gece.  Kalkıp günbatımında.  Her günbatımında.  Odada uçuk ışık.  Nereden bilinmez.  Pencereden değil.  Hayır.  Neredeyse hiç.  Hiç diye birşey yoktur.  Elyordamıyla pencereye ve gözünü dışarı diker.  Durur bakarak gözünü dikmiş.  Kıpırdamadan bakarak.  Hiçbirşey kıpırdamaz o kara kocamanda.  Elyordamıyla geri sonunda lambanın durduğu yere.  Daha önce durduğu.  Son söndüğünde.  Sağ cebinde kibrit çöpleri.  Birini yakar kalçasına sürterek babasının öğrettiği gibi.  Çıkarır sütbeyaz küreyi kenara koyar.  Kibrit söner.  Bir tane daha yakar önceki gibi.  Çıkarır fanusu.  İslenmiş.  Sol elinde tutar.  Kibrit söner.  Üçüncüyü yakar önceki gibi ve fitile tutar.  Fanusu geri koyar.  Kibrit söner.  Küreyi geri koyar.  Fitili kısar.  Işığın kıyısından geri çekilir ve yüzünü doğuya döner.  Boş duvar.  Öyle gece gibi.  Kalk.  Çoraplar.  Gecelik.  Pencere.  Lamba.  Işığın kıyısından geri çekilir ve durur yüzü boş duvara dönük.  Resimlerle kaplı birzamanlar.  Resimleri…sevdiği kişilerin diyecek handiyse.  Çerçevesiz.  Camsız.  Duvara iğnelenmiş.  Çeşit çeşit biçimde ve boyda.  Biribiri ardından indirilmiş.  Gitmiş.  Parçalanmış ve savrulmuş.  Saçılmış yere.  Tek seferde değil.  Aniden bastırmış bir…değil.  Söz yok.  Duvardan koparılmış ve parçalanmış birer birer.  Yıllar içinde.  Gece yıllarınca.  Duvarda şimdi hiçbirşey yok iğnelerden başka.  Hepsi değil.  Bazıları koparılırken sökülmüş.  Bazıları hâlâ iğnelemiş duruyor bir parçayı.  Öyle durur yüzü boş duvara dönük.  Ölmeye devam.  Ne eksik ne fazla.  Hayır.  Eksik.  Ölmeye eksik.  Hep daha eksik.  Akşamçöküşünde ışık gibi.  Durur orada yüzü doğuya dönük.  Boşalmış iğnedelikli yüzey birzamanlar beyaz gölgede.  Birzamanlar adlandırabilirdi hepsini.  Şurada baba.  Şu gri boşlukta.  Şurada anne.  Şu ötekinde.  Şurada birlikte.  Gülümseyerek.  Düğün günü.  Şurada üçü birarada.  Şu gri lekede.  Şurada yalnız.  Kendisi yalnız.  Vesaire.  Şimdi değil.  Unutulmuş.  Hepsi gitmiş uzun zaman önce.  Gitmiş.  Koparılmış ve parçalanmış.  Yere saçılmış.  Süprülmüş ortalıktan yatağın altına ve bırakılmış.  Binlerce yırtık parça yatağın altında tozla ve örümceklerle.  Bütün…sevdikleri diyecek handiyse.  Durur orada yüzü duvara dönük gözünü dikmiş öteye.  Hiçbirşey yok orada da.  Hiçbirşey kıpırdamaz orada da.  Hiçbirşey kıpırdamaz herhangibiryerde.  Görülecek herhangibirşey yok herhangibiryerde.  İşitilecek herhangibirşey yok herhangibiryerde.  Bir zamanlar seslerle dolu odada.  Uçuk sesler.  Nereden bilinmez.  Daha az ve daha uçuk zaman geçip giderken.  Geceler geçip giderken.  Hiçbiri şimdi.  Hayır.  Hiç diye birşey yok.  Yağmur bazı geceler yandan çarpar gene camlara.  Ya da yavaşça yağar aşağıdaki yere.  Şimdi de.  Lamba tütüyor kısılmış fitilden.  Garip.  Uçuk duman süzülüyor küredeki açıklıktan.  Alçak tavan geceler boyu islenmiş bundan.  Kara biçimsiz leke gerisi beyaz yüzeyde.  Birzamanlar beyaz.  Durur yüzü duvara dönük betimlenen çeşitli adımlardan sonra.  Yani akşamçöküşünde kalk ve gir geceliğin ve çorapların içine.  Hayır.  Zaten onların içinde.  Onların içinde bütün gece.  Bütün gün.  Bütün gün ve gece.  Kalk akşamçöküşünde gecelik ve çoraplar içinde ve yerlemlerini bulmak için biraz durduktan sonra elyordamıyla pencereye.  Odada uçuk ışık.  Anlatılamazca uçuk.  Nereden bilinmez.  Durur kıpırdamadan bakarak dışarı.  Karanlık kocamanın içine.  Hiçbirşey yok orada.  Hiçbirşey kıpırdamaz.  Görebileceği.  İşitebileceği.  Kalır bir daha hareket edemeyecek gibi.  Döner sonunda ve yeteri kadar istenç hareket etmeye.  Döner sonunda elyordamıyla lambanın durduğunu bildiği yere.  Bildiğini sandığı.  Daha önce durduğu.  Son sönmeden önce.  Birinci kibrit küre için betimlenmiş.  İkinci fanus için.  Üçüncü fitil için.  Fanus ve küre geri yerlerine.  Fitili kısar.  Işığın kıyısından geri çekilir yüzü duvara dönük.  Doğuya.  Yanındaki lamba kadar kıpırtısız.  Gecelik ve çoraplar beyaz uçuk ışığı almak için.  Birzamanlar beyaz.  Saçlar beyaz uçuk ışığı almak için.  Yatak ayağı bellibelirsiz tuvalin kenarı.  Birzamanlar beyaz uçuk ışığı almak için.  Durur orada bakarak öteye.  Hiçbirşey.  Boş karanlık.  İlk söze dek hep aynı.  Geceden geceye aynı.  Doğum.  Sonra yavaşça uçuklaşıp yitmesi bir uçuk biçimin.  Karanlıktan çıkıp.  Bir pencere.  Batıya bakan.  Güneş çoktan batmış karaçamların ardında.  Işık ölüyor.  Yakında hiç kalmayacak ölmek için.  Hayır.  Hiç ışık diye birşey yok.  Yıldızsız aysız gökyüzü.  Ölür şafağa ve asla ölmez.  Orada karanlıkta o pencere.  Gece yavaşça çöküyor.  Gözler küçük cam pırıltısına o ilk gecede.  Dön ondan sonunda yüzleş kararan odayla.  Orada sonunda yavaşça bir uçuk el.  Tutuyor yüksekte bir yanan çırayı.  Çıranın ışığında uçukça el ve sütbeyazı küre.  Sonra ikinci el.  Çıranın ışığında.  Küreyi çıkarıp görünmez oluyor.  Yeniden göründüğünde boş.  Fanusu çıkarıyor.  İki el ve fanus çıranın ışığında.  Çıra fitile.  Fanus geri.  Çıralı el görünmez oluyor.  İkinci el görünmez oluyor.  Bronz yatak somyasının pırıltısı. Uçuklaşıp yiter.  Doğum ölümü onun.  O boş boş gülümseme.  Otuz bin gece.  Durur lamba ışığının kıyısında bakarak öteye.  Karanlık bütünün içine yeniden.  Pencere gitmiş.  Eller gitmiş.  Işık gitmiş.  Gitmiş.  Yeniden ve yeniden.  Yeniden ve yeniden gitmiş.  Karanlık yavaşça ayrılana dek yeniden.  Gri ışık.  Yağmur çığıl çığıl.  Bir mezarın çevresinde şemsiyeler.  Yukarıdan görülüyor.  Akıtıp duran siyah kubbeler.  Siyah hendek aşağıda.  Yağmur siyah çamurda fokurduyor.  Şimdilik boş.  O aşağıdaki yer. Hangi…hangi sevdiği kişi? diyecek handiyse.  Otuz saniye.   Eklenecek ikibuçuk milyar küsura.  Sonra uçuklaşıp yiter.  Karanlık bütün yeniden.  Kutlu karanlık.  Hayır.  Bütün diye birşey yok.  Durur bakarak öteye yarı işiterek kendi söylediklerini.  Kendi mi?  Sözler ağzından dökülen.  Ağzını kullanan.  Yakar lambayı betimlendiği gibi.  Geriye çekilir ışığın kıyısına ve yüzünü döner duvara.  Gözünü diker öteye karanlığın içine. Bekler ilk sözü hep aynı.  Birikir ağzında.  Ayırır dudaklarını ve uzatır dilini.  Doğum.  Ayırır karanlığı.  Yavaşça pencereye.  O ilk gece.  Oda.  Çıra.  Eller.  Lamba.  Bronz pırıltısı.  Uzaklaşıp yiter.  Yeniden ve yeniden.  Yeniden ve yeniden yitmiş.  Ağız apaçık.  Bir çığılık.  Boğulur burunda.  Karanlık ayrılır.  Gri ışık.  Yağmur çığıl çığıl.  Akıtan şemsiyeler.  Hendek.  Fokurdayan siyah çamur.  Karenin dışından tabut.  Kiminki?  Uzaklaşıp yitmiş.  Gitmiş.  Geç başka konulara.  Geçmeye çalış.  Başka konulara.  Duvardan ne kadar uzakta?  Başı neredeyse dokunuyor.  Pencerede gibi.  Gözleri dikilmiş cama dışarı bakıyor.  Hiçbirşey yok kıpırdanan.  Karanlık kocaman.  Durur orada kıpırtısız gözünü dikmiş dışarı bir daha hareket edemeyecekmiş gibi.  Ya da gitmiş yeniden hareket etme istenci.  Gitmiş.  Kulağında uçuk bir çığılık.  Ağız apaçık.  Kapanır hışırtısıyla nefesin.  Dudaklar birleşmiş.  Duy yumuşak dokunuşunu dudağın dudağa.  Dudak dokunur dudağa.  Sonra ayrılır çığılıkla önceki gibi.  Nerede şimdi.  Pencereye geri gitmiş dışarı bakıyor.  Gözleri cama dikilmiş.  Sanki son kez sakıyor gibi.  Döner sonunda elyordamıyla uçuk anlaşılmaz ışık içinde görülmeyen lambaya.  Beyaz gecelik hareket ediyor o loşlukta.  Birzamanlar beyaz.  Yakıp duvara çeviriyor yüzünü betimlendiği gibi.  Başı neredeyse dokunarak.  Durur orada bakarak öteye bekleyerek ilk sözü.  Birikir ağzında.  Doğum.  Ayırır dudaklarını ve uzatır dilini aralarına.  Dilin ucu.  Duy yumuşak dokunuşunu dilin dudaklara.  Dudakların dilde.  Uçuklaşıp yit pencerenin dışındaki karanlıkta.  Dik gözünü karanlıktaki çatlağın içinden öteki karanlığa.  Daha ötede de karanlık.  Güneş çoktan batmış karaçamların ardında.  Hiçbirşey kıpırdamaz.  Hiçbirşey uçukça kıpırdamıyor.  Kıpırdamadan durup gözleri cama dikili.  Sanki son kez bakıyor gibi.  O ilk gecede.  Otuz bin küsurdan biri.  Dön geri sonunda karartılmış odaya.  Orada yakınında olacak.  Bu gece olacak.  Çıra.  Eller.  Lamba.  Bronz pırıltısı.  Rengi atmış küre loşlukta yalnız.  Bronz yatak somyası ışığı yakalayan.  Otuz saniye.  Kabartmak için ikibuçuk milyar küsuru.  Uçuklaşıp yit.  Gitmiş.  Çığlık.  Söndürülen burundeliklerinden nefesle.  Yeniden ve yeniden.  Yeniden ve yeniden gitmiş.  Kimin mezarına kadar?  Hangi…sevdiği kişininki diyecek neredeyse.  O mu?  Siyah hendek çığıl çığıl yağmur içinde.  Çıkış yolu karanlık içindeki gri çatlakta.  Yüksekten görülen.  Akıtan kubbeler.  Fokurdayan siyah çamur.  Tabut yolda.  Sevdiğim…handiyse sevdiğim diyecek yolundayken.  Onun yolunda.  Otuz saniye.  Uçuklaşıp yit.  Gitmiş.  Durur orada ötelere bakarak.  Karanlık bütünün içine yeniden.  Hayır.  Bütün diye birşey yok.  başı neredeyse dokunarak duvara.  Beyaz saçlar yakalayarak ışığı.  Beyaz gecelik.  Beyaz çoraplar. Beyaz ayağı yatağın kıyısında karenin sahnenin solunda.  Birzamanlar beyaz.  En azından…bırak ve baş dayanır duvara.  Ama hayır.  Kıpırtısız başı dik gözü öteye dikili.  Hiçbirşey yok kıpırdanan.  Hafiften kıpırdanan.  Otuz bin hayalet gecesi ötede.  Ötesinde o siyah ötenin.  Hayalet ışık.  Hayalet geceler.  Hayalet odalar.  Hayalet mezarlar.  Hayalet…handiyse sevdiğin hayalet kişiler diyecek.  Bekleyerek yırtan sözü.  Durur orada gözü o siyah peçeye dikili dudakları titreyerek yarı işitilen sözlerle.  Başka konuları konu edinen.  Başka konuları konu edinmeğe çalışarak.  Yarı işitene dek yoktur başka konular.  Hiçbirzaman yoktu başka konular.  Hiçbirzaman yok iki konu.  Yok tek bir konudan başkası.  Ölüp gitmişler.  Ölen gidenler.  Gitme sözünden.  Gitmiş sözü.  Başka nereye ki?  Gözünü öteye dikmişin farketmediği.  Küreye yalnızca.  Öteki değil.  Anlaşılamamış.  Hiçbiryerden.  Her yanda hiçbiryer.  Söylenemezce uçuk.  Küre yalnızca.  Yalnız gitmiş.



çeviri; Oruç Aruoba
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 28, 2018 03:50

April 3, 2017

March 26, 2017

ara







                                                                                                                         Ancak sinlikte olur dirilmeler. 


Tersi yüzü karışmayan, birbirine karılmayan renkler de var.“Ara” ise, hem açık, hem ulaşılmaz, ulaşıldıkça kaçan, aralığını koruyan olsa gerek.

Kimi renkler tutunamaz, yerini yurdunu bulamaz gibi; fırçanın çabası boşuna, ne palet, ne de tual. O tonu karan ustalar çoktan geçip gitmiş o kapıdan.
Turanın berisiyle yazının ötesi, sırt sırta düşüp cuk gelmez hiç. Belki bir -bilemedin- iki kez tüm yaşamında.
Tersine ya da düz gitmek değil işin; o aradan geçmek.
Bir kez...







 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 26, 2017 18:28

November 21, 2016

Ğ BÜFE

 

                                                                                        Ğ Büfe



Yamalı asfaltın üstünden ip atlarcasına aşmak isteyip de becerememiş, korkudan donup kalmış bir armadillo karalamasını andıran yaya geçidinin ayağında, merdiven altına dayanmıştı Ğ Büfe. Ne çok büyük, ne de küçüktü. Tıkız tahta gövdesi, yalancı kiremitli çatısıyla şirin bile denebilir; hele boyası kavlak, yarı paslı demir üst geçitle birlikte bakarsan. Kıyas kıstasları zamanla ufalanıp tozlandığından mıdır, iki farklı türün ortak yaşam evriminde pişip, bir olmuşlardı. Demiri ayıramazdın ahşaptan;  kaşın gözden kaçışı  -ya da yolun öte yanından bakıp, basamakları tırmanıyorsun diyelim- denizaşırı bir liman feneri. Eğretilemeleri uzatıp, eğip bükmeye gerek yok: Değirmi tabelasında “Ğ Büfe”yi, beyaz üstüne kırmızı helvetica’yla okuman da yeterlidir.

Sokağa attın kendini. Sözün gelişi. Evden çıkmak istedim diyebilirdin. İstedin çünkü cıgaran bitmiş, hem sıkılmıştın. Yarın son günü, dergiye göndermen gereken metin gitmiyor. Takılıp kaldın:

Gerçek  (Lat. Realis)  (Alm. Real, Wirklich)  (Fran. Réel)  (İng. Real)  (Es. Türkçe Hakikî, Vakî)
1- Düşünülen, tasarımlanan, imgelenen şeylere karşıt olarak, varolan.
2- Bilinçten bağımsız olarak varolan.
   
        Bir felsefe terimi olarak kullanıldığında “gerçek” -yine felsefedeki tanımı gereği- imlediği nesnesi üzerine belli bir bilinçle gidilen, içinde yer aldığı söylemin tasarımında hep önemli bir yapıtaşı olarak kullanılan, gri, siyah ve az miktarda üretilmiş beyaz çeşitleriyle pek bir cakalı “laf”tır.
        Oysa asıl çeşitleri, diğer “bilimsel” disiplinlerde, etnik ya da modern toplum dillerinde, bakkallarda, süpermarket raflarında görülür. Bazı antik gerçeklerin müzelerde, müzayedelerde, ikinci el pazarlarında yeniden, yeniden değerlendirildiğini hepimiz biliriz, ama bir sürü para verip alan, salonun baş köşesindeki camlı dolabın  içinde tozdan ve çocuklardan koruyarak sergileyenlerimiz çok değildir.
        Ne yazık ki, eski türkçedeki karşılığı “hakikî” bir başka felsefe karamı olan “hakikat” ile fena halde karıştırılagelmiştir cumhuriyet dönemi türkçesinin 1980’lerden beri giderek yozlaşan “trend”leri içinde; gerçek / hakikî / hakikat boz bir bulamaç olmuştur çam sakızı niyetine çiğnene çiğnene...
        Şimdi nerden çıktı bu açıklamalar demeyin, reklam (tanıtım) sektöründe -ki yıldızı en çok parlayan trendlerden sayılabilir- serbest ekonomiye, kapitalist düzene ayak uydurmaya çalışan toplumlarda, en sık başvurulan kurtarıcı kut misyonunu başarıyla sürdürmektedir bu sözcük! Yalnızca sözel ya da metinlerde kalmayıp, görsel alandaki kurmacalarla da desteklenmektedir. Kısacası, dilin bütün kitle iletişim formlarında joker olmuş çıkmıştır kahraman “gerçek”imiz.
        Bir dünya tasarımı olarak ortaya konan fotograf imgesinin nesnesi, bilinçten bağımsız varolamaz, tersine, belli bir bilinç ürünüdür; bir bilinç refleksiyonu olarak tasarımlanmıştır. “Gerçeği yansıtan fotograf” türünden bir niteleme, bire bir kendini çelen, anlamsız bir laf tatlısıdır. Hâl böyleyken, günümüzün yükselen (!) değerlerindeki kullanımıyla fotograf, bir panayır soytarısının ironik hokkabazlığından öte, bir hiçtir.
        Etikten, yalandan, yanlış ya da yersiz kullanımdan söz etmeğe gerek duymuyorum; böyle bir dünya tasarımının, insan değerlerinin olanaklılaştırılmasını  olanaksız kılmasından bahsediyorum. Hakikat olmayan gerçeklerinize, sezon idirimiyle birlikte sekiz ilȃ on iki taksitler size en yakın a ve melerde…

Cıgara bahanesi. Hani, evi iyice arasan bulursun biliyorsun. Kitapların arkasına sakladığın yarım bir paket, eski, kullanmadığın tabakalarda kalmış bir-iki tek vardır mutlaka. Ağırbaşlı başlayıp, sapıtınca olmadı, durmalı. Durdun. Dışarı çıktın. Sokağı geçip anayola… Aklında “fotograf” sözcüğünü yumuşak g ile yazanlara belirgin bir nefret duyarken. Nefretten çok, tiksinme belki. Yumuşak g ile cıgara aynı düşünce balonunda karışınca, karar vermiş oldun. Sokağındaki bakkal yerine, anayoldaki üst geçite yönel. Bakkala çok gerekmedikçe girmezsin. Rafların üstüne iliştirdiği tüplü, metalik gri boyalı polietilen televizyonda ya bangır bangır yerli dizi seyrediyordur, ya da kulak tırmalayıcı hamasi vurgularla çığıran bir hödüğün sunduğu hükümet yandaşı kanalın haberlerine denk gelmek var. Suratına bakmadan, istemediğin paketi verir -hep yanlışını verir önce- yinelersin istediğin markanın içtiğin çeşidini –anlasın diye paketinin rengiyle- ancak o zaman bakar bön bön yüzüne. Yeniden tütüne mi dönmeli? Pipon var ya. Evdeyken iyi de, her zaman olmuyor pipo, dışarıda zor iş; ıvırını zıvırını taşıması. Bu bir pipo değildir. Bu üst geçit de yayalar için değildir belki: Komando eğitim alanındaki parkurdan sökülüp getirilmiş olmalı. Kışın basamakları su birikintileriyle tuzaklaşır, ayağını yanlış atarsan kıçına kadar çamur olursun. Neyse, yazın ortası, şemsiyenin üstünde nasılsa dengede duran su dolu bardak yok, gereğinden sıcak çok, sözcükler ve şeyler, şeyler. Üçüncü türden tekil şeyler…
Yeter!
Sus!
Konuşmadan çıkamaz mısın? İşte son basamak, son seki. Yürü şimdi, yarım tüpün ortasında dur, aşağı bak. Sarı tepsilerle kayan lekelere odaklan.  Gözün daldıkça susar ses. Sesin sus pus. Aksakallı bilgenin biri “karşıya geçmeli” dediyse, bununla söylemek istediği -illȃ ki- ermek, nirvanaya ulaşmak olmayabilir. Sensin sisipus. Yalnızca yalın yarım yamalı yamalak yalınayak…..karşı tarafa gitmek, ağacın gölgesine sığınmak istemiştir.
Sus dedim! Ah, sus, ne olur sus!
Kulaklarım tıkandı, duymaz oldum altımdan geçen arabaları.

başucumda, köşeye, gözümün netleyemediği o lekeye takılıp kalıyorum yineçok sık değilse de, ara ara oluyor böyleleke meke değil bu yokbir yarık, bir oyukkörelir girerim içinesesler kesiliverirsütkırığı, yumurta akı, yıvışık bir renk mürekkebinden geçer gözüm kararana değin beklerimkara bir örtü gelir kaplar yüzümüboynum kaskatı, omuzlarım gergin“işte bu” derim “yok olmak”belleğimin en dibini kazırım tırnaklarımlaansıdığım ilk sesim“meyni, meyni”“peynir” diye düzeltir o bu baba, bu güler bana, annesıcak, sıcacıkdaha öncesi yok, sessiz, karanlık, hiç“işte bu” derim “olmamak”varoluş, mutfak dolabının rafında gördüğüm, etiketinde ABGANADU yazan bir            şurup şişesi
Kulaklarım, altımdan geçen arabalar…
Uğultu geri döndü. Yürü. Aşağı kıvrılan basamaklar. İn şimdi. Takılıp kırılma. Al dım ver dim ben seni yen me ye…. al dım ver dim ben seni yen me ye geeel…. dim. İşte: Yolun karşısındasın.
Belirsiz düşünce denizinde yüzen imgelerle kurduğun bir düş; yeğin, keskin, sivri, pürüzlü değil hiç. İçine girince tenine sürtünmeden, yapışmadan bulut gibi akar etrafında. Karşısı hep daha güzeldir. Geldiğin yer de olsa.

anneme telefonda yalan söyledimdi; “nasıl sevgili kediciğin, hasta gibi diyordun...” diye sorduğunda, “çok iyi...” çıktı ağzımdan uzun bir yutkunmadan sonra. “öldü.”, “kaybettik.”, “gitti!” demedimdiyemedim      belki de bunun annemle son konuşmamız olduğunu mu sezmiştim?       bilmiş miydimİlmiye Hanımın bir hafta sonra Minu’yukucağında taşıyacağınıeylül bulutlarında
Annen karşıya gitti. Kedini de aldı götürdü. Sen buradaki karşıda, Ğ Büfesi’nin peceresi önünde duruyorsun.
_ Buyrun.
_ Nasılsınız?
_ Teşekkür ederim, ya siz? Ne arzu etmiştiniz?
_ Cıgaram bitti de.
_ Ne içiyordunuz?
_ Filitresiz Tomurcuk.
_ ? Öyle bir cıgara yok.
_ Filitrelisi de mi?
_ Öyle bir marka yok yani.
_ Peki, başka bir şey verin.
_ Satranç takımı verebilirim, bugün geldi, taşları hem saydam, hem de taze.
_ Evde bir takımım var ama saydamını hiç görmemiştim. Taze mi?
_ Taze!
_ Ne, niçin peki?
_ Taş alınca yiyebiliyorsunuz gönül rahatlığıyla.
_ Bu çok saçma, bir oyunda biter o zaman takım.
_ Günlük gelecek her sabah, istediğiniz kadar alırsınız.
_ Yazıyı bitirmem gerek, bana cıgara lazım akşam için.
_ Ne üstüne çalışıyorsunuz?
_ Gerçek!
_ Hımm, zor konu.
_ Yaa! Takıldım kaldım, tıkandım doğrusu.
_ Anladım. Şiir filan yazsanız, daha kolay!
_ Gençliğimde denemiştim biraz ama, şiir para getirmiyor gerçek hayata.
_ Nasıl şeyler yazardınız, var mı aklınızda, ezberden okuyabileceğiniz bir örnek?
_ Hımm, bir düşüneyim,  “dün ölümü gördüm
                                           ne güzel de yatıyordum
                                           dürttüm uyanmadım
                                           eğildim bana
                                           dudağımı öptüm                             
                                           bir vişne düşü bahçemde
                                           üşüdüm
                                           uyanmadım”
_ Güzelmiş, adı var mı bunun?
_ Ölümüöp
_ Çok alaycıymış, sevdim. Devamını getirmediniz yani işin?
_ Yok! Hayat işte, ekmek parası kazanmak lazım.

Ustama anlatmış Ece Ayhan, çok olmuş, epey bir önce ölümünden:Cebinde metelik yokmuş. Belki bir kıdım telif parası alırım da günü kurtarırım umuduyla, gidip yayıncısını görmek niyetindeymiş. Yolda, bir vitrin önünde dikilmiş, camın arkasındaki çeşit çeşit helvalara, fıstıklı, cevizli baklavalara bakan küçük bir roman kız görmüş. Durakalmış tabii. Yalınayak kız yutkunarak bakınırken tatlılara Ece’yi fark etmiş. Çekinerek “Bana bunlardan alsan a.” demiş, parmağıyla gösterip.Ece’nin içi burkulmuş, “Hay köfte hayat! Beş kuruşun bile olmadığı zamana denk geldi bu durum.” Ne desin, bir mazeret uydursa belki, belki...“Kızcağızım, bu tatlılar tatlı görünür ama, zararlıdır sağlığına, yaramaz pek. Boş ver onları ne yapacaksın.” çıkmış  ağzından.Küçük kız şöyle bir durup yutkunmuş yine, minik çenesiyle oracıkta, köşedeki simitçinin tablasını göstermiş “Peki o zaman, bi simit al!” 
Ustamın gözleri doluyor, devam edemiyor. Ece Ayhan’ın değil helva melva, simit almağa bile parasının olmadığını, hayatının sonuna dek yokluk içinde, yapayalnız,yüzyılın en büyük şairlerinden birinin, kimsesiz, umarsız kaldığınıbildiğimi biliyor.
_ Gerçek üstüne yazmak para getirecekse eğer, size sarmalık tütün vereyim, hem daha ucuza gelir. Yanında, bugünlük satranç takımı da benden. Aman ha, taşları oynamadan yemeyin!


                                                                                               ◊





21 kasım 2016
klazomenai

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on November 21, 2016 12:45