Tuğba Gürbüz's Blog, page 64
July 17, 2019
Şefkatli Ebeveyn Günlükleri 8
Bilmek isteyen yola çıkar.
Şefkatli Anne Günlükleri'ni yazmak, ebeveynlik amaçlarımı, önceliklerimi belirlememe, düşüncelerimin ve eylemlerimin farkına varmamı sağlıyordu. Sura Hart alıntıları bitince, sanki ters yönde yürümeye başlamışım gibi bir düşünce gelip çöreklendi içime. Yeniden konu üzerine düşünmek, yazı yoluyla düşüncelerimi tasnif etmek, eylemlerimin farkına varmak istedim. İşbu sebeple www.nonviolentcommunication.com sitesinde ücretsiz yayımlanan haftalık ipuçlarının rehberliğinde yeni bir günlüğe başlıyorum.
İpuçlarının çevirisi bana ait.
Şefkatli Ebeveyn İpuçları
Çocuklar size kendi küçük hâlinizi hatırlama fırsatı verir.
Çocuk olduğunuzu ve ebeveynlerinizden biriyle üzücü bir şey yaşadığınızı hatırlayabiliyor musunuz? Ebeveyniniz ne yapsın istemiştiniz? Olanları çocuğunuzun bakış açısından görebiliyor ve duyabiliyor musunuz?
Haftanın mindful alıştırması
Dildeki küçücük bir değişim çocuğunuz üzerinde çok derin etki sağlayabilir.
Duygu kelimeleri dağarcığınızı arttırmaya devam edin. Olayların yaşamınız üzerindeki etkisini, çocuğunuzla olan etkileşimini ve onunla olan bağlantınızı izleyin.
Ben ne düşünüyorum?
Çocuklu Türk ailelerin çok olduğu yerlerdeki kakafoni kadar beni rahatsız eden az şey var şu hayatta. Çocuklar oynarken, kendi halinde hareket ederken ebeveyn birdenbire bir tehlike sezer ve bağırmaya başlar ("Oraya tırmanma, koşma, ezileceksin, düşeceksin"), çocuğu kolundan çekiştirir, azarlar, bazen daha da ileri gider pataklar. Çocuğun güvenliğiyle ilgili endişelenmiştir ama çocuğa sezdirdiği en son şey de budur.
Kendimi o çocuğun yerine koyduğumda hissettiğim şey şaşkınlık, hayal kırıklığı, utanç, üzüntü... Aklımda cevabını bulamadığım o soru: "Ne güzel oynuyordum şimdi ne oldu da annem/babam/vb. bana bağırdı?"
Denizle nasıl paylaşıyorum?
Çocuğun başına bir şey gelebileceği kaygısıyla ansızın bağırmak, müdahalede bulunmak düşünmeden yapılan, ani bir refleks.. Bu refleksi gösterdik diyelim. Ardından hissettiğimiz kaygıyı, endişeyi çocuğa aktarmamız, maksadı aşan bir tepki verdiysek bunu telafi etmemiz gerekiyor.
Bu yapıldığında, çocuk içinde bulunduğu deneyim üzerine düşünme ve kendini ifade etme olanağı buluyor. Kendisi için neyin tehlike arz ettiğini, neyin etmediği üzerinden çok daha verimli ve ileriye dönük kararlar alabileceğimiz sohbet ortamı doğuyor.
Örneğin geçtiğimiz yıllarda bir tatilde kalabalık yüzünden Deniz ve Çağlar'ı kısa süreliğine gözden kaçırdım. Yanımda telefon ya da çantam yoktu. Sokak sokak aramak yerine akşam yemeği için belirlediğimiz restorana doğru gitmeye karar verdim. Ve yolda karşılaştık. Aklın yolu bir.
Bu deneyim bize hayvanat bahçesi, lunapark gibi kalabalık yerlere girmeden önce kendi aramızda bir buluşma noktası belirleme fikri verdi.Bu sayede Denizle konu üzerine sohbet etme olanağı da bulduk.
Deniz'in geri bildirimi ne?
Ben duygu ve ihtiyaçlarıma odaklanıp dillendirdikçe Deniz de kendininkileri belirlemeyi ve ifade etmeyi öğreniyor. Çocuksu şikâyetlerin ve sızlanmaların yerini somut ricalar alıyor. Bu sayede çocuk parkı, deniz kenarı, dışarıda yemek, kutlama gibi etkinlikler sakin ve doyumlu geçiyor.
Sonrasıyla ilgili ne düşünüyorum?
Kişisel sınırlarını belirlemek, korumak ve hayır demek... Deniz'e öğretmek istediğim bir diğer temel konu da bu.
Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Her yeni günlüğe başlarken bu ipucunun benim hayatımda karşılığı var mı diye soruyorum kendime. Çok da sıkı bağlar kuramıyorum. Sonra fark ediyorum ki çok küçük söz ya da davranış değişimlerinden bahsediyoruz aslında. Bunları doğal bir şekilde kendi gündelik hayatımıza sokmanın yollarını arıyoruz. Konuya olan ilgim, hevesim devam ettiği için, çaba gösterdiğim için kendimi takdir ediyorum.
Eski günlüklere aşağıdaki bağlantılardan ulaşabilirsiniz.
Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 1 Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 2 Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 3Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 4Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 5Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 6
Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 7
İpuçlarının çevirisi bana ait.
Şefkatli Ebeveyn İpuçları
Çocuklar size kendi küçük hâlinizi hatırlama fırsatı verir.
Çocuk olduğunuzu ve ebeveynlerinizden biriyle üzücü bir şey yaşadığınızı hatırlayabiliyor musunuz? Ebeveyniniz ne yapsın istemiştiniz? Olanları çocuğunuzun bakış açısından görebiliyor ve duyabiliyor musunuz?
Haftanın mindful alıştırması
Dildeki küçücük bir değişim çocuğunuz üzerinde çok derin etki sağlayabilir.
Duygu kelimeleri dağarcığınızı arttırmaya devam edin. Olayların yaşamınız üzerindeki etkisini, çocuğunuzla olan etkileşimini ve onunla olan bağlantınızı izleyin.
Ben ne düşünüyorum?
Çocuklu Türk ailelerin çok olduğu yerlerdeki kakafoni kadar beni rahatsız eden az şey var şu hayatta. Çocuklar oynarken, kendi halinde hareket ederken ebeveyn birdenbire bir tehlike sezer ve bağırmaya başlar ("Oraya tırmanma, koşma, ezileceksin, düşeceksin"), çocuğu kolundan çekiştirir, azarlar, bazen daha da ileri gider pataklar. Çocuğun güvenliğiyle ilgili endişelenmiştir ama çocuğa sezdirdiği en son şey de budur.
Kendimi o çocuğun yerine koyduğumda hissettiğim şey şaşkınlık, hayal kırıklığı, utanç, üzüntü... Aklımda cevabını bulamadığım o soru: "Ne güzel oynuyordum şimdi ne oldu da annem/babam/vb. bana bağırdı?"
Denizle nasıl paylaşıyorum?
Çocuğun başına bir şey gelebileceği kaygısıyla ansızın bağırmak, müdahalede bulunmak düşünmeden yapılan, ani bir refleks.. Bu refleksi gösterdik diyelim. Ardından hissettiğimiz kaygıyı, endişeyi çocuğa aktarmamız, maksadı aşan bir tepki verdiysek bunu telafi etmemiz gerekiyor.
Bu yapıldığında, çocuk içinde bulunduğu deneyim üzerine düşünme ve kendini ifade etme olanağı buluyor. Kendisi için neyin tehlike arz ettiğini, neyin etmediği üzerinden çok daha verimli ve ileriye dönük kararlar alabileceğimiz sohbet ortamı doğuyor.
Örneğin geçtiğimiz yıllarda bir tatilde kalabalık yüzünden Deniz ve Çağlar'ı kısa süreliğine gözden kaçırdım. Yanımda telefon ya da çantam yoktu. Sokak sokak aramak yerine akşam yemeği için belirlediğimiz restorana doğru gitmeye karar verdim. Ve yolda karşılaştık. Aklın yolu bir.
Bu deneyim bize hayvanat bahçesi, lunapark gibi kalabalık yerlere girmeden önce kendi aramızda bir buluşma noktası belirleme fikri verdi.Bu sayede Denizle konu üzerine sohbet etme olanağı da bulduk.
Deniz'in geri bildirimi ne?
Ben duygu ve ihtiyaçlarıma odaklanıp dillendirdikçe Deniz de kendininkileri belirlemeyi ve ifade etmeyi öğreniyor. Çocuksu şikâyetlerin ve sızlanmaların yerini somut ricalar alıyor. Bu sayede çocuk parkı, deniz kenarı, dışarıda yemek, kutlama gibi etkinlikler sakin ve doyumlu geçiyor.
Sonrasıyla ilgili ne düşünüyorum?
Kişisel sınırlarını belirlemek, korumak ve hayır demek... Deniz'e öğretmek istediğim bir diğer temel konu da bu.
Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Her yeni günlüğe başlarken bu ipucunun benim hayatımda karşılığı var mı diye soruyorum kendime. Çok da sıkı bağlar kuramıyorum. Sonra fark ediyorum ki çok küçük söz ya da davranış değişimlerinden bahsediyoruz aslında. Bunları doğal bir şekilde kendi gündelik hayatımıza sokmanın yollarını arıyoruz. Konuya olan ilgim, hevesim devam ettiği için, çaba gösterdiğim için kendimi takdir ediyorum.
Eski günlüklere aşağıdaki bağlantılardan ulaşabilirsiniz.
Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 1 Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 2 Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 3Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 4Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 5Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 6
Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 7
Published on July 17, 2019 08:17
July 11, 2019
M Sait Taşkıran ile söyleşi*
“Yaşamın hızlı biçimde dönüşerek devam etmesi, kesitlerin, çatlakların her yeri sarmış olması ve hemen her gün bu çoğulcu duruma tanık olmak beni, birbirleriyle ilişkili olay ve durumları öykülemeye itiyor”Söyleşi: Tuğba Gürbüz
Fotoğraf: İlker Gürer
M. Sait Taşkıran, bir modern zaman seyyahı. Yollardan, tanıklıklardan, gözlemlerden, deneyimlerden el alan öyküleri yoğun anlarla, ayrıntılarla dopdolu. M. Sait Taşkıran bir olayı, durumu ya da kahramanı uzun uzun anlatmıyor. Daha ziyade bir âna odaklanıyor. Savaşları, yıkımları, kıyımları, kentsel dönüşümü ve bunların bireye yansımasını bir ânın ve mekânın içinden duyuran öykülere imza atıyor. Taşkıran ile NotaBene Yayınları'ndan çıkan ikinci öykü kitabı "Büyük Umutlar Müzikholü" ve yazın anlayışı hakkında konuştuk.
Büyük Umutlar Müzikholü, Alberto Manguel’in “Kelimeler Şehri” kitabından bir epigrafla açılıyor: “Kelimeler bize gerçekliği bağışlamakla kalmaz, bizim için gerçekliği savunabilirler de.” Bu epigraftan yola çıkarak hayatı anlama, anlamlandırma çabası içinde hikâyelerin ve kelimelerin sizdeki yerini öğrenebilir miyim?
Birkaç kez severek okuduğum, kimi zaman referans olarak kullandığım kitaplardan biridir “Kelimeler Şehri”. Aynı kitapta A. Manguel, dilin gerçekliği var ettiğinden, ortak paydamız olduğundan söz eder ve canlandırma edimi olarak dil ile kurulan, anlatılagelen hikâyelerin de iyileştirici, aydınlatıcı ve yol gösterici yönüne değinir. Benim için de kelimeler, hikâyeler, dilin kendisi, durağan olmayan canlı edimlere, aktarım özelliklerine sahip. Geçmişin, şimdinin en büyük tanığı olarak kelimeler hem gerçekliği var eden hem de gerçek olarak bilineni değilleyen, yineleyen çoğunlukla yenileyen organik bir yapıda. Bu anlamda hem sözlü hem de yazılı edebiyatın anlatıları A. Manguel’in de dediği gibi geçmişi, bir dönemi, şimdiyi yansıtan, taşıyan/aktaran, kelimelerden oluşuyor. Bir yerde akış-oluş halindeki yaşamın hem kendisi hem de tanımlayanı, savunanı, yargılayanı. Genelde “Okur-Yazar” ikilisi ile anlaşılmaya çalışılan metinlerin eksik ele alındığını düşünüyorum; çözümlemeyi genişletmek için daha kapsayıcı, nüfuz edici olması açısından “dil” bu ikiliye eklenmeli. Felsefi bir bakışa ihtiyaç var. Öykü de bana göre dil ile birlikte gerçekliği bağışlayan, gerçekliği savunan, temellendiren bazen de onu çürüten, temelsiz kılan bir yapıda olmalı. Atlas , Magmagibi çeşitli dergiler için kent, kültür, doğa içerikli yazılar hazırlıyor, dijital belgesel dergisi Postseyyah’ta editörlük yapıyor, mitoloji, edebiyat, mekân, kent içerikli atölyeler düzenliyorsunuz. Tüm bunların yazın hayatınıza katkısını nasıl değerlendirirsiniz?
Kent, kültür, doğa, mekân içerikli çalışmalar için yurtdışında ve özellikle yurtiçinde çok sayıda yolculuklarda bulundum. Hem konuya hâkim olabilmek için yaptığım okumalar hem de sahadaki tanıklıklarım, röportajlarım, gözlemlerim, edebiyata olan ilgim söz konusu olunca, bana tarifsiz olanaklar sağladı ve sağlamaya devam ediyor. Mekânın kendi bilgisine, sosyokültürel ilişki biçimlerine birebir tanık oluyorsunuz. Tanıklık, yaşanmışlık olmayınca, günümüzün metropol yaklaşımları ile bakmaya çalışırsanız çoğunlukla yanılırsınız. Dergilerde yayınlanan sosyokültürel çalışmalarım, yolculuklardan edindiğim bilgiler ve okumalarım bir süre sonra da pratik bir aktarım olarak atölye çalışmalarına dönüştü. Belgesel içerikli editöryel çalışmalar da benzer içeriklere sahip başka konular hakkında bilgi edinmemi sağladı. Tüm bunlar yazınsal üretim söz konusu olduğunda insanın, doğanın, mekân-insan ilişkilerinin dönüşümleri hakkında güncel olanı takip etme olanağına dönüşüyor.
Öykülerde mekânı ve kahramanı öne çıkaran zengin görsel anlatım dikkat çekiyor. Bu anlatım tarzının bende uyandırdığı his şu oldu; sanki karşımızda bir fotoğraf var ve yazar bu fotoğraftaki kesiti alarak genişletiyor, bir sahne kuruyor, öykü kahramanlarını yaratıyor ve içinden olayın eksik bırakılmadığı hikâyeler anlatıyor. İşin aslı nedir? Yazım sürecini ve yazı masasına çağıran tetikleyicileri sizden dinleyebilir miyiz?
Anlatının mekânla ilişkisi kurgusallığa ve tanıklığa göre değişir, ayrıca ikisi aynı öyküde de yer alabilir. Yazarın yaklaşımı ve duruşu ile ilgili. Benim için mekân, mekânda yer alan bütün detaylar anlatıda ayrı birer karakter. Örneğin bir çayhanenin ortasında yanan soba, duvarda asılı çerçevesiz posterler, buğulanmış camlar, çatlak duvarlar… Bunların her biri benim için öykünün birer karakteri olmasının yanında yaşamın yalın imgeleri aynı zamanda. İçinde kendi anlamını, derinliğini yaşanmışlıkla barındıran imgeler, diyebilirim. Mekânın kendisi böylelikle anlatının hem var oluşsal yapısını hem de atmosferini belirler. Hatta insan ilişkilerini, karakterlerin kişilik yapısını bile etkilediğini söyleyebilirim. Bütün bunlar ben yazarken, çalışmakta olduğum öykünün önemli birer dinamikleri olarak yer alıyor masamda. Bu kimi zaman böyle olsun diye değil kendiliğinden ortaya çıkıyor. Yaşamın kendisi de öyle değil mi? Düşünmelerimiz, kararlarımız, geçmişte, şimdide yaşadıklarımız, tanıklıklarımız biz farkında olmasak bile sayısız iz bırakır benliğimizde. Ben de yazarken çoğunlukla bu kendiliğinden ortaya çıkan refleksiyon halinden etkileniyorum; bu izler bir araya gelince de her biri bilinçli düşünülmüş detaylardan oluşan bir fotoğraf çıkıyor ortaya. Aslında bu üslubu, biçemi, yönelimi fotoğraftan ziyade fenomenolojik bir etkinlik olarak epokhe(paranteze alma), sürmekte olan yaşamın bir kesitine-öncesini ve sonrasını gözeterek, varoluşsal olanı dışlamadan- nüfuz etmek ve parantezi açmak olarak değerlendiriyorum.
Sizi etkileyen, yazın anlayışınıza yön veren yazarlar kimlerdir?
Edebiyatı ve felsefeyi eş güdümlü, ilişkili düşündüğümden bu liste uzayabilir, bu nedenle ilk aklıma gelenleri paylaşıyorum. Yabancı yazarlardan başlarsam; E. A. Poe, Borges, Rilke, Nietzsche(ki bir yerde felsefesi edebi niteliktedir), Unamuno, W. Benjamin, L. Aragon, A. Platonov, S. Beckett, A. Camus, Çehov, Kafka, S. Zweig, Perec, K. Vonnegut, Deleuze, Derrida, G. Bachelard, R. Barthes, I. Calvino, E. Galeono (ki tarih anlatıları edebi bir eser niteliği taşır). Türkçe edebiyat için de Sait Faik, Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz, Ferit Edgü, Bilge Karasu, Yaşar Kemal, Onat Kutlar, Tezer Özlü, Sevgi Soysal, Oğuz Atay, Murathan Mungan…
Doğu ile batı arasında bir köprü gibi uzanan, savaşlar, yıkımlar nedeniyle doğudan batıya akan bir insan göçünün yüzlerce yıldır devam ettiği bir coğrafyada yaşıyoruz. Sizin de yaşanan bu zorunlu göçlere kayıtsız kalmadığınız görünüyor. Giritli mübadiller, Şengal’den kaçan Ezîdiler, Sur’da yaşanan kıyımlar, kentsel dönüşüm nedeniyle dağılan aileler, yıkılan yuvalar öykülerinize konu oluyor. Kısa öykü doğası gereği politiktir görüşüne katılıyor musunuz? Yazma arzusunun, anlatı oluşturma çabasının toplumsal olaylardan, bu toplumsal olayların insan yaşamına yansımalarından bağımsız gerçekleşebileceğini düşünmüyorum. Bir yazar tanık olduğu toplumsal olaylara, toplumsal dönüşümlere kayıtsız kalamaz, anlatıları kişisel varoluş dünyasıyla sınırlı görünse de inanın o varoluşta yaşamın devinim hali, oluşun biçimi yer alacaktır. Hangi döneme bakarsanız bakın o dönemin edebi eserlerinde dönemin tanıklıkları, ahlaki ilişkileri, kişisel çatışmaları, iktidar-birey ilişkileri ele alınır. Örneğin Marquez’in “Yüzyıllık Yalnızlık” kitabında koca bir yüzyıla tanık olursunuz, Orhan Pamuk’un İstanbul temalı kitaplarında İstanbul’un kent olarak yaşadığı dönüşümleri görürsünüz(bu anlamda eserleri kent sosyolojisi özelliği taşır), Dostoyevski aynı zamanda Çarlık Rusya’yı anlatır size, Kafka yalnızca bireyin iç dünyasını anlatmaz, o dönemin Doğu Avrupa atmosferini, insan ilişkilerini, değerlerini ve bu ilişki ağı içinde bireyin varoluş dünyasını irdeler. Son dönemlerde yaşadığımız coğrafyada çok sayıda trajik olaya tanık olduk ve olmaya devam ediyoruz. Teknoloji ve gelişmiş iletişim aygıtları sayesinde bu trajedileri hepimiz gördük. Her şey gözlerimizin önünde oldu ve sıradanlaştı. Hiper gerçeklik dünyasının belki de en acımasız hali bu. Ben de “Büyük Umutlar Müzikholü” kitabımdan örnek verdiğiniz öykülerde gidip birebir gördüğüm, tanık olduğum insanların yaşadıklarını ve yaşanan trajedilerin onların bireysel dünyalarına yansımalarını-edebiyatın dil yaratma olanağını, özgünlüğünü gözeterek- anlatmaya çalıştım. Bu örneklerin bağlamından ayrı olarak yazmak benim için bir eylem aynı zamanda. Öykünün doğası gereği politik oluşu fikri daha uzun/derin bir tartışma bence. Fakat anlatının kendi derdi, anlatıya kaynaklık eden durumlar ve yazarın bu bağlamda tanıklığı, okurda bıraktığı etki, anlatıyı pekâlâ-politika disiplininden apayrı biçimde, tavır olarak- politik kılar, diye düşünüyorum.
Kitapta bir hikâye toplayıcısı olarak yazarın metne dâhil olduğu Duyum Eşiği, Uğursuz Zamangibi öyküler de yer alıyor. Uğursuz Zamanadlı öyküde “Peki, anlat ama hiç olmazsa iz bırakma, tamam mı?” diyen Veli’yi ve “İçimde tutamam, saklayamam” diyerek öfkelenen anlatıcıyı görüyoruz. Yazım sürecinde M. Sait Taşkıran nerede duruyor, kendisini bu iki kahramandan hangisine daha yakın hissediyor?Bahsettiğiniz öykülerde anlatıcının ana karakter olması, diğer karakterlerle ters düşen diyaloglar içinde oluşu yazarın apaçık biçimde metne dâhil olduğu izlenimi veriyor. Aslında yazar, kurgusu, anlatı dili farklı olsa da yazdığı her metne dâhildir. Sizin de dikkatinizi çektiği gibi bu iki öyküde anlatıcının öyküdeki duruşu, tavrı daha başka bir biçimde görülüyor. Ben buna anlatıcının kendisiyle, karakterlerle, öyküde anlatılan/irdelenen olay-durum karşısında bir “hesaplaşma” hali diyebilirim. Kitabın son öyküsü olan Duyum Eşiği’nde ana karakterin, içinde yaşadığı büyük kentin kaosuna kapılmış insanlara, sosyal çatışmalara tanık olup gördüklerini, zaman ve mekânın belirsizliğinde, düş ve gerçeklik halinin değişkenliği içinde sorgulayışı anlatılıyor. Hesaplaşma fakat aynı zamanda anlamsızlığı gördüğü anda kendi dünyasına kaçma, sığınma hali anlatılıyor. Uğursuz Zaman öyküsünde ise gördüklerini, dinlediklerini bir başkasına anlatmamasını salık veren Çaycı Veli karakterine karşı anlatıcının tavrı öne çıkıyor. Sus pus olmuş bireylerden oluşan bir toplumun yaşananları görmezden gelmesi, yabancı olsa dahi bir başkasını da sessiz kalmaya zorlaması durumu irdeleniyor. Serimlediğim bağlamların, iki farklı kahramanın da dışında yazım sürecinde kendimi daha çok kahramanların tedirginliklerine, endişelerine, kişisel çıkmazlarına, varoluşsal sancılarına yakın hissediyorum. Öyküler bittikten sonra “Epilog” ile son kez okurun karşına çıkıyor, bir sonu değil ama öykülerin aktığı istikameti gösteriyorsunuz. Epilog fikri nasıl gelişti? Bu bölümle neyi amaçladınız?J. Conrad, yaşamın epizotlardan oluştuğunu söyler bir yerde. Birbirinden ayrı görünse de ilişkili, birleştirici birer epizot. Hem ilk öykü kitabım “Yıldızlı Gece”deki hem de ikinci kitabım “Büyük Umutlar Müzikholü”ndeki öykülere baktığınızda öykülerin başlangıcı ve sonu olmayan yapıda olduklarını görürsünüz. Öyküler genelde olayın, durumun içinde bir yerde başlar, kategorik metotların dışında(yaşamın kesitleri anlamında, epizotlar gibi) kendi akışıyla devam eder. Öyküyü de kapsayan anlamıyla R. Barthes’in “yazı-metin bir çatlaktır, bir tmesis’tir, bir yarılmadır” sözünü çok severim. İkinci kitabımda yer alan öyküleri bitirdiğimde yine bütünlüğü ve sürekliliği-sürükleyiciliği anlamında kitapta yer alan öyküleri hem anlam hem de varoluş ilişkisi bağlamında birleştirmek, ortaya çıkan çatlağı, yarılmayı daha da derinleştirmek istedim. Aynı zamanda öykü karakterlerinin, öykülerde anlatılan olayların-durumların(öykü bitmiş gibi görünse de) yaşamın içinde varlığını sürdürmekte olduğuna işaret etmek istedim. Kitabın sonuna da öykü karakterlerinin yaşamlarının sonradan nasıl devam ettiğini, olayların, durumların neye dönüştüğünü fısıldayan -son vermenin, sona ermenin dışında- bir sondeyiş yani “Epilog” bölümü ekledim. Bundan sonra neler yazacağınızı merak ediyorum. Üzerinde çalıştığınız bir dosya var mı? Teşekkürler. Çalışmakta olduğum iki ayrı roman dosyası var. Daha uzun soluklu çalışmamı gerektiren bu dosyalara mesai ayırırken yazma eylemim kendiliğinden öyküye kayıyor. Bu ifadeden öykünün daha kısa sürede yazılabileceği anlamı çıkmasını istemem tabi. Yaşamın hızlı biçimde dönüşerek devam etmesi, kesitlerin, çatlakların her yeri sarmış olması ve hemen her gün bu çoğulcu duruma tanık olmak beni, birbirleriyle ilişkili olay ve durumları öykülemeye itiyor, diyebilirim. Sanırım romandan önce yine öykü kitabı ortaya çıkacak.
* Bu söyleşi 4 Temmuz 2019 tarihinde Edebiyathaber'de yayımlanmıştır.
Published on July 11, 2019 00:53
July 8, 2019
Carys Davies'ten öyküler
Üç dört gündür Galli yazar Carys Davies'in öyküleri eşlik ediyor bana.
Klişe olacak ama peş peşe okunabilecek öyküler değil bunlar. Hepsi demirden birer leblebi. Boğazınıza takılmadan, yırtarcasına geçmeden okuyup geçmek mümkün değil. Öyküler trajik ama asla melodrama yaslanmıyor. Hiçbir duygu sömürüne izin vermeden anlatıyor Davies derdini. Doğrudan, yalın, tüm duyulardan soyunmuş gibi sıralıyor cümlelerini. O, olanı olduğu gibi anlatırken okurda etkisi katlanarak an be an çoğalıyor.
Kısa kısa öyküler bunlar. Ama olay örgüsü, kurgu hiç de yabana atılır cinsten değil. Gücünü de en çok buradan alıyor galiba, olay örgüsünün sıradışılığından. Asla tahmin edemeyeceğiniz bir yatağı var öykülerin. Akarsu gibi kimi sakin, dingin akıyor, dibi berrak bir su gibi, kimi çağlıyor, köpürüyor. Kendinizi akan suya bırakıyor ve Davies'ın su akağına bıraktığı imgeleri, ayrıntıları bir bir topluyorsunuz. Şaşırtıcı sona vardığınızda geriye dönüyor, bunların hepisini nasıl da zerafetle, başarıyla metne yedirdiğini görüyorsunuz. Davies'in öyküleri özellikle öykü yazanlar için birer ders niteliğinde. Bazı öyküleri içime mıhlandı. Okurken başınızı çevirmek isteyeceğiniz türden bir trajedinin aslında nasıl da büyük bir lütfa dönüverdiği "Hawk Koyu'ndaki Mucize" öyküsü örneğin. Daha kötüsü ne olabilirdi sorusunu yöneltiyor size. Ve zihninizde çoğalıyor, bu coğrafyada bambaşka hikâyelerde karşılığını buluyor.
Sanki karlı bir dağın zirvesinde Davies, bir küçük kartopunu zirveden fırlatıyor, aşağı indikçe yeni ayrıntılar ve imgelerle büyüyor, büyüyor, yerelden yola çıkıyor, evrensel olanda değerini buluyor.
Özellikle tarihe merdiven indiren öykülere bayıldım. Davies, tarihi bir ânı, miti, inanılagelmiş bir söylenceyi seçip buradan bir hikâye doğurmakta çok mahir.
Her bir öyküyü doğuran "Peki ya" ile başlayan sorular geldi zihnime, kendiliğinden. Kendi olası sorularımı düşündüm.
"Sessizlik", "Commercial Yokuşu", "Bunny Clay'in Götürülüşü", "Hawk Koyu'ndaki Mucize" ve "Benimkinden Farklı Bir Kâbus" en sevdiklerim arasında.
Yüz Kitap'tan okuduğum her kitap, kitaplığımda ona özel ayrılan raflardaki diğer kitaplara iştahımı kabartıyor. Ama bazı kitaplar sırasını, zamanını bekliyor işte.
Kuytu Carys Davies Çeviren Yasemin Akbaş Yüz Kitap Öykü
Klişe olacak ama peş peşe okunabilecek öyküler değil bunlar. Hepsi demirden birer leblebi. Boğazınıza takılmadan, yırtarcasına geçmeden okuyup geçmek mümkün değil. Öyküler trajik ama asla melodrama yaslanmıyor. Hiçbir duygu sömürüne izin vermeden anlatıyor Davies derdini. Doğrudan, yalın, tüm duyulardan soyunmuş gibi sıralıyor cümlelerini. O, olanı olduğu gibi anlatırken okurda etkisi katlanarak an be an çoğalıyor.
Kısa kısa öyküler bunlar. Ama olay örgüsü, kurgu hiç de yabana atılır cinsten değil. Gücünü de en çok buradan alıyor galiba, olay örgüsünün sıradışılığından. Asla tahmin edemeyeceğiniz bir yatağı var öykülerin. Akarsu gibi kimi sakin, dingin akıyor, dibi berrak bir su gibi, kimi çağlıyor, köpürüyor. Kendinizi akan suya bırakıyor ve Davies'ın su akağına bıraktığı imgeleri, ayrıntıları bir bir topluyorsunuz. Şaşırtıcı sona vardığınızda geriye dönüyor, bunların hepisini nasıl da zerafetle, başarıyla metne yedirdiğini görüyorsunuz. Davies'in öyküleri özellikle öykü yazanlar için birer ders niteliğinde. Bazı öyküleri içime mıhlandı. Okurken başınızı çevirmek isteyeceğiniz türden bir trajedinin aslında nasıl da büyük bir lütfa dönüverdiği "Hawk Koyu'ndaki Mucize" öyküsü örneğin. Daha kötüsü ne olabilirdi sorusunu yöneltiyor size. Ve zihninizde çoğalıyor, bu coğrafyada bambaşka hikâyelerde karşılığını buluyor.
Sanki karlı bir dağın zirvesinde Davies, bir küçük kartopunu zirveden fırlatıyor, aşağı indikçe yeni ayrıntılar ve imgelerle büyüyor, büyüyor, yerelden yola çıkıyor, evrensel olanda değerini buluyor.
Özellikle tarihe merdiven indiren öykülere bayıldım. Davies, tarihi bir ânı, miti, inanılagelmiş bir söylenceyi seçip buradan bir hikâye doğurmakta çok mahir.
Her bir öyküyü doğuran "Peki ya" ile başlayan sorular geldi zihnime, kendiliğinden. Kendi olası sorularımı düşündüm.
"Sessizlik", "Commercial Yokuşu", "Bunny Clay'in Götürülüşü", "Hawk Koyu'ndaki Mucize" ve "Benimkinden Farklı Bir Kâbus" en sevdiklerim arasında.
Yüz Kitap'tan okuduğum her kitap, kitaplığımda ona özel ayrılan raflardaki diğer kitaplara iştahımı kabartıyor. Ama bazı kitaplar sırasını, zamanını bekliyor işte.
Kuytu Carys Davies Çeviren Yasemin Akbaş Yüz Kitap Öykü
Published on July 08, 2019 09:40
July 4, 2019
Şefkatli Ebeveyn Günlükleri 7
Bilmek isteyen yola çıkar.
Şefkatli Anne Günlükleri'ni yazmak, ebeveynlik amaçlarımı, önceliklerimi belirlememe, düşüncelerimin ve eylemlerimin farkına varmamı sağlıyordu. Sura Hart alıntıları bitince, sanki ters yönde yürümeye başlamışım gibi bir düşünce gelip çöreklendi içime. Yeniden konu üzerine düşünmek, yazı yoluyla düşüncelerimi tasnif etmek, eylemlerimin farkına varmak istedim. İşbu sebeple www.nonviolentcommunication.com sitesinde ücretsiz yayımlanan haftalık ipuçlarının rehberliğinde yeni bir günlüğe başlıyorum.
İpuçlarının çevirisi bana ait.
Şefkatli ebeveyn ipuçları
Hepimiz gibi, çocuklar da duyulmaya ve anlaşılmaya ihtiyaç duyar.
Bir dahaki sefer kendinizi çocuğunuza nasıl hissetmesi, ne düşünmesi ya da ne yapması gerektiğini söylerken bulduğunuzda durun ve çocuğunuzun söylediğini dinleyin.
Ben ne düşünüyorum?
Ah bu akıl verme hastalığı! Çocuklar da bizim gibi. Nasihat işitmekten, geçecek denmesinden ya da taktik verilmesinden hoşlanmıyor. Dinlemeye çalışıyorum. Kendimi vererek dinlemeye.
Denizle nasıl paylaşıyorum?
Bir yerlerde okumuştum. Çocukları başkalarıyla kıyaslamak yerine kendi içinde gösterdiği gelişmeyi övün mealinde bir şeyler. Aklıma da çok yatmıştı. Tabi ya, etiket takmak (beceriksiz, sarsak, tembel, şu, bu) yerine geriden de gelse, henüz yetersiz de olsa gösterdiği çabayı, kaydettiği ilerlemeyi takdir edeyim. İçimden annemin, babamın sallanan parmağı çıkmadığı sürece buna uymaya çalışıyorum.
Deniz'in geri bildirimi ne?
Evdeki hesap çarşıya uymazmış. Benim özene bezene, düşüne taşına aldığım karara Deniz'den dün gece gelen tepki aynen şu:
"Her zaman her yaptığım şeye iyi olmasa bile ben üzülmeyeyim diye çok güzel olmuş diyorsun. Sana inanmıyorum."
Bu cümleler bambaşka bir yerden başlayan sohbeti gizlice çeken babanın cep telefonunda kayıtlı şimdi. Etiket yapıştırmayayım derken etiket bana yapıştı. Politically correct tabirinden uyarlayacak olursak "siyaseten nazik anne" olarak kayıtlara girdim.
Sonrasıyla ilgili ne düşünüyorum?
Çocuk için ne yaptığın değil, hangi duygularla, nasıl yaptığın önemli. Şekle bakmıyor çocuk, mekânı umursamıyor. Ne kadar ilgilisin, ne kadar isteklisin ve ne kadar o ânın içindesin ona bakıyor. Dikkatini veriyor musun? Görev gibi mi yapıyorsun? Samimi misin? Her daim akılda tutulması gereken sorular bunlar. Bazen "Hayır," demek ilgisizce zaman geçirmekten yeğdir.
Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Bu yaz kendimi zinde hissediyorum. Verdiğim sözleri tutuyorum. Birlikte zaman geçirmenin tadına varıyorum. Üşenmiyorum, ertelemiyorum, ötelemiyorum. Deniz arkadaşları kadar bizimle zaman geçirmekten hoşnut. Eh bana da kendimi takdir etmek ve yazın keyfini çıkarmak düşüyor.
Eski günlüklere aşağıdaki bağlantılardan ulaşabilirsiniz.
Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 1 Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 2 Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 3Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 4
Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 5
Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 6
İpuçlarının çevirisi bana ait.
Şefkatli ebeveyn ipuçları
Hepimiz gibi, çocuklar da duyulmaya ve anlaşılmaya ihtiyaç duyar.
Bir dahaki sefer kendinizi çocuğunuza nasıl hissetmesi, ne düşünmesi ya da ne yapması gerektiğini söylerken bulduğunuzda durun ve çocuğunuzun söylediğini dinleyin.
Ben ne düşünüyorum?
Ah bu akıl verme hastalığı! Çocuklar da bizim gibi. Nasihat işitmekten, geçecek denmesinden ya da taktik verilmesinden hoşlanmıyor. Dinlemeye çalışıyorum. Kendimi vererek dinlemeye.
Denizle nasıl paylaşıyorum?
Bir yerlerde okumuştum. Çocukları başkalarıyla kıyaslamak yerine kendi içinde gösterdiği gelişmeyi övün mealinde bir şeyler. Aklıma da çok yatmıştı. Tabi ya, etiket takmak (beceriksiz, sarsak, tembel, şu, bu) yerine geriden de gelse, henüz yetersiz de olsa gösterdiği çabayı, kaydettiği ilerlemeyi takdir edeyim. İçimden annemin, babamın sallanan parmağı çıkmadığı sürece buna uymaya çalışıyorum.
Deniz'in geri bildirimi ne?
Evdeki hesap çarşıya uymazmış. Benim özene bezene, düşüne taşına aldığım karara Deniz'den dün gece gelen tepki aynen şu:
"Her zaman her yaptığım şeye iyi olmasa bile ben üzülmeyeyim diye çok güzel olmuş diyorsun. Sana inanmıyorum."
Bu cümleler bambaşka bir yerden başlayan sohbeti gizlice çeken babanın cep telefonunda kayıtlı şimdi. Etiket yapıştırmayayım derken etiket bana yapıştı. Politically correct tabirinden uyarlayacak olursak "siyaseten nazik anne" olarak kayıtlara girdim.
Sonrasıyla ilgili ne düşünüyorum?
Çocuk için ne yaptığın değil, hangi duygularla, nasıl yaptığın önemli. Şekle bakmıyor çocuk, mekânı umursamıyor. Ne kadar ilgilisin, ne kadar isteklisin ve ne kadar o ânın içindesin ona bakıyor. Dikkatini veriyor musun? Görev gibi mi yapıyorsun? Samimi misin? Her daim akılda tutulması gereken sorular bunlar. Bazen "Hayır," demek ilgisizce zaman geçirmekten yeğdir.
Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Bu yaz kendimi zinde hissediyorum. Verdiğim sözleri tutuyorum. Birlikte zaman geçirmenin tadına varıyorum. Üşenmiyorum, ertelemiyorum, ötelemiyorum. Deniz arkadaşları kadar bizimle zaman geçirmekten hoşnut. Eh bana da kendimi takdir etmek ve yazın keyfini çıkarmak düşüyor.
Eski günlüklere aşağıdaki bağlantılardan ulaşabilirsiniz.
Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 1 Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 2 Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 3Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 4
Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 5
Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 6
Published on July 04, 2019 07:03
June 29, 2019
KİLİTLİ KAPI *

Vaktiyle bir padişah kendisine bir vezir bulmaya karar vermiş ve böyle kocaman bir kapı yaptırmış.
Yaptırdığı kapının ortasına onlarca kilit yaptırmış. Kimisi sürgülü, kimisi halka kilit vesaire derken baştan aşağı her tarafa kilit yaptırmış.
Ve sonra vezir adaylarını bir bir buyur etmiş.
İlk giren adama demiş ki: "Sen benim vezirim olmak istiyorsun, değil mi?" O da demiş: "Evet efendim." "Eğer benim vezirim olmak istiyorsan, şu kapıyı anahtar kullanmadan, levye kullanmadan, hiç bir alet kullanmadan açmanı istiyorum" demiş.
Vezir adayı şöyle bir dönmüş kapıya, bakmış ve demiş ki: "Efendim bu mümkün değil, kaldı ki anahtar bile olsa bu kapıyı açmak saatler sürer." O da demiş ki: "Peki, sen git ötekisi gelsin." Öteki gelmiş, ona aynısını söylemiş. "Efendim mümkün değil anahtar bile olsa..." Öteki gel, öteki gel falan derken, en son vezir adayı girmiş içeriye. Padişah demiş ki: "Sen vezir olmak istiyorsan, şu kapıyı anahtarsız, levyesiz, hiç bir alet edavat kullanmadan açmanı istiyorum." Adam şöyle bakmış kapıya, bakmış, dönmüş demiş ki padişaha: "Devletli Sultanım! Aslında aklım der ki: 'Bu kapı böyle açmaya açılmaz.' Lakin bize itmek düşer" demiş ve elini uzatıp o kapıyı şöylece ittiğinde kapının açılıverdiğini ve aslında kilitlerin hiç birinin kapalı olmadığını görmüş.
* Görsel ve masal Abraxas Hikâye Anlatıcısı'nın sosyal medya hesabından alınmıştır.
Published on June 29, 2019 02:38
Öğretmenim bir canavar mı?
Deniz'in öğretmenini merhametli, adil ve istikrarlı buluyorum. Zaman zaman Deniz aksini düşünüyor ve çeşitli iddialarla eve geliyor. Yüzü düşüyor. Hayatın zorluklarından bahsediyor. Biraz konuşunca şikâyetlerinin arkasından sınıfta belli bir düzen ve eşitlik sağlamak için alınan kararlardan başka bir şey çıkmıyor. Bununla beraber o esnada Deniz haksızlığa uğradığını ya da engellendiğini düşündüğü için öğretmene kızmış oluyor. Ve olanı olduğundan daha kapkara görüyor. Etrafında çocuk olanların aşina olduğu bir tablo, kanımca.Çocukların etrafı kural koyucularla çevrili. Dolayısıyla zaman zaman onlara karşı kızgınlık, öfke gibi duygular duyabiliyor, haksızlığa uğradıklarını düşündükleri için karşısındaki otoriter kişileri canavarlaştırabiliyorlar. Aslında öyle olmadığını açıklamaya çalışmak onları öfkelendirmek dışında bir işe yaramıyor.
İşte tam bu noktada devreye girebilecek eğlenceli bir kitap önerim var.
Kırmızı Saçlı Kız Hayal Kuruyor
Kitabın kahramanı öğretmeninin bir canavar olduğundan, kendisini sevmediğinden, kafayı taktığından, yalnızca sevdiği öğrencilere söz verdiğinden emin. Hem de ne emin. Bu yönde düşüncelerini sıralarken hayalinde onu olmadık biçimlere, hâllere düşürerek güçleniyor ve içinde bulunduğu müşkül durumdan çıkıyor. Bu kısa anlatıyı özetlemek, sürprizini kaçırmak yerine bende bıraktığı izlerle devam edeyim.
Çocuk öğretmen ilişkisine farklı bir yerden bakan kitabı sevdim çünkü:Çocuklar bazen öğretmenlerin onları sevmediğini, yeterince iyi olmadıklarını, öğretmenin sınıfta gözde öğrencisi/leri olduğunu, hep ona (onlara) söz hakkı verdiğini düşünür. Ve öğretmen imgesi giderek canavarlaşır. Bazen haklı, bazen haksız bir imgedir, bu. Ama vardır. Hikâye gücünü tam da buradan alıyor, işte. Anlatıyı gücün çocukta olduğu bir oyuna çeviriyor, öğretmeni komik, aciz duruma düşürüyor, rengârenk çizimlerle hayal gücünü besliyor, onu harekete geçiriyor. Ve bu imgenin haklı ve geçerli olduğu durumlarda bile en azından zihnimizin içinde ne denli özgür olduğumuzu, zorluklarla başa çıkmanın mümkün olduğunu gösteriyor.
Uçan Fil'den çıkan kitabın aynı yazar ve aynı çizerin elinden çıkma iki de kardeşi var: Kırmızı Saçlı Kız Şarkı Söylüyor ve Kırmızı Saçlı Kız Bebeklerini Hatırlıyor
Kırmızı Saçlı Kız Hayal Kuruyor Yazan Emanuela NavaResimleyen Desideria Guicciardini Çevirmen Melis Köymen Uçan Fil
İşte tam bu noktada devreye girebilecek eğlenceli bir kitap önerim var.
Kırmızı Saçlı Kız Hayal Kuruyor
Kitabın kahramanı öğretmeninin bir canavar olduğundan, kendisini sevmediğinden, kafayı taktığından, yalnızca sevdiği öğrencilere söz verdiğinden emin. Hem de ne emin. Bu yönde düşüncelerini sıralarken hayalinde onu olmadık biçimlere, hâllere düşürerek güçleniyor ve içinde bulunduğu müşkül durumdan çıkıyor. Bu kısa anlatıyı özetlemek, sürprizini kaçırmak yerine bende bıraktığı izlerle devam edeyim.
Çocuk öğretmen ilişkisine farklı bir yerden bakan kitabı sevdim çünkü:Çocuklar bazen öğretmenlerin onları sevmediğini, yeterince iyi olmadıklarını, öğretmenin sınıfta gözde öğrencisi/leri olduğunu, hep ona (onlara) söz hakkı verdiğini düşünür. Ve öğretmen imgesi giderek canavarlaşır. Bazen haklı, bazen haksız bir imgedir, bu. Ama vardır. Hikâye gücünü tam da buradan alıyor, işte. Anlatıyı gücün çocukta olduğu bir oyuna çeviriyor, öğretmeni komik, aciz duruma düşürüyor, rengârenk çizimlerle hayal gücünü besliyor, onu harekete geçiriyor. Ve bu imgenin haklı ve geçerli olduğu durumlarda bile en azından zihnimizin içinde ne denli özgür olduğumuzu, zorluklarla başa çıkmanın mümkün olduğunu gösteriyor.
Uçan Fil'den çıkan kitabın aynı yazar ve aynı çizerin elinden çıkma iki de kardeşi var: Kırmızı Saçlı Kız Şarkı Söylüyor ve Kırmızı Saçlı Kız Bebeklerini Hatırlıyor
Kırmızı Saçlı Kız Hayal Kuruyor Yazan Emanuela NavaResimleyen Desideria Guicciardini Çevirmen Melis Köymen Uçan Fil
Published on June 29, 2019 01:17
June 27, 2019
Mevsim Yenice ile söyleşi
"Öykücülüğüm ve Bakış Açım Hep Değişip Dönüşüyor, Tıpkı Kendimin de Dönüştüğü Gibi"
İlk öykü kitabınız Tekme Tokatlı Şehir Rehberi ile geçtiğimiz haftalarda 2019 Notre Dame de Sion Edebiyat Ödülleri’nde mansiyon ödülünü kazandınız. Akabinde yeni öykü kitabınız Bilinmeyen Sular okurla buluştu. Öncelikle her iki başarı için tebrik ederim. Nasıl hissediyorsunuz?
Çok teşekkür ederim. Her ikisi de hayatımdaki güzel gelişmelerden. Mutlu ve heyecanlı hissediyorum.
Bilinmeyen Sular ’a değinmeden önce biraz geriye giderek başlamak isterim. Yazmaya nasıl başladınız? Bu serüven nasıl ve kimlerce desteklendi?
Bir şeyler yazmak ortaokul dönemlerinden bu yana var ancak öykü yazmaya 2014 yılının başında, katıldığım bir yaratıcı yazarlık atölyesinde başladım. Serüvenin başında öyküleri derleyip bir kitap çıkarma fikri yoktu aklımda açıkçası. Süreç kendiliğinden buralara getirdi beni. Etrafımda beni bunun için gönüllendiren ve destekleyen dostlarımın ve ailemin oluşu da şanslı olduğumşeylerden biri tabii.
Lisans eğitiminiz fizik üzerine. Fizik eğitimi almak size neler kattı, sizden neler aldı?
Bunu çok düşündüm; en başından edebiyat okusaydım nasıl olurdu? Sanırım istemezdim. Bunun birkaç sebebi var, edebiyat benim için gerçek dünyadan kaçış yollarından biri, akademik bir sıkıntıya dönüşmesi beni çok üzerdi mesela. Bir diğer güçlü sebep ise, fizik eğitimim bana her şeye başka bir boyutta bakmayı öğretti. O nedenle o savaştan galip çıkabildiğim için kendimi hep kazançlı ve iyi hissederim.
2016 yılından bu yana altZine ve altKitap yayın kurulunda yer alıyorsunuz. Böyle bir ekipte çalışmanın öykücülüğünüze katkılarını nasıl değerlendirirsiniz?
Böyle bir ekiple çalışmanın yalnızca öykücülüğüme değil, maneviyatıma da bir sürü katkısı oluyor. Ben ekip değil “altdostlar” diyorum zaten kendilerine. Dergi hazırlarken ve her yıl düzenlediğimiz altkitap öykü yarışması öykülerini değerlendirirken birlikte çalışmanın keyfini tekrar tadıyoruz. Bu süreçlerde de birbirimize çok şey kattığımıza inanıyorum.Yazmak, bir yandan da kendini tanıma, merakını harlayan, hayal gücünü besleyen, yazdığın ve yazacağın metinleri şekillendirecek temel meseleleri bulmak demek. O yüzden yazarın asıl yolculuğunun ikinci kitapta başladığını, bu yolun biraz daha zorlu olduğunu söylemek mümkün. Yeni öykü dosyası üzerinde çalışmak sizin için nasıl bir deneyimdi? İlk kitapta aklınızı meşgul eden soruların hangileri sizi takip etti, hangileri elendi? Neler sizi şaşırttı?
İkinci dosyanın başına geçtiğimde içimde bir sürü öykü fikri ve mesele birikmişti. Sonra yazmaya başladıkça ilk kitaptaki ironinin dozunun gitgide azaldığını fark ettim ve okuyucunun ne düşüneceğiyle ilgili bir takım sorular aklımı kurcalamaya başladı. Bunu birkaç dostumla paylaştığımda ve üstüne düşündüğümde, tüm bu kaygılardan sıyrılıp yapmak istediğim şeyi en iyi şekilde yapmaya odaklanmaya karar verdim ve kulaklarımı kapadım. Tekme Tokatlı Şehir Rehberive Bilinmeyen Sular arasında yine benzer meseleler var, bu anlamda birbirinden çok uzağa düşmüş iki kitap diyemem ikisi için ancak benim kendi öykücülüğüm ve bakış açım hep değişiyor dönüşüyor, tıpkı kendimin de dönüştüğü gibi. O nedenle dil, bakış açısı gibi konularda daha farklı ilk kitaptan.
Bilinmeyen Sular ve Yamaç öykülerini okuduktan sonra bir müddet hafıza, aidiyet/sizlik, mekân ve mekânın kalıcılığı gibi kavramlarla baş başa kaldım. Kentlerde bu kadar hızlı bir yapı söküm devam ederken büyümenin ve bilinmeyen sulara açılmanın eşiğindeki bu kahramanların geri dönebilecekleri bir evleri olacak mı diye düşünmeden edemedim.
Bu sorunun cevabı bende de yok maalesef. Hatta en çok da “eve bir gün geri dönecek miyiz?” “evimiz neresi?” sorularına cevap aradığım için bu konuları yıkıp yıkıp tekrar inşa etmeye çalıştım. Dileğim, eve dönelim ya da dönmeyelim, biraz olsun ait hissedebileceğimiz bir yer bulabilmemiz umudunun bizi terketmemesi...
Kitapta beni en çok etkileyen öyküler doğrudan diyalogla başlayan, öncesiyle ve sonrasıyla çok ilgilenmeden okuru bir ânın içine taşıyan ve öykü kişilerine bu ânın içinden baktıran metinler oldu. Özellikle Kırk Saniye öyküsünü anmadan geçemeyeceğim. Öykünün hikâyesini sorsam…
O öyküyü altzine’nin Su ve Hafıza teması için yazmıştım ilk. Bilinmeyen Sular için yazdığım ilk öykü de diyebilirim ayrıca. Dosyanın adının Bilinmeyen Sular olmasının birkaç sebebinden biri. O nedenle benim için de özel bir öykü. Öykünün başındaki ilk sahne, “birinin birini tekrar görmek isteyip istemediği kırk saniye içinde belli oluyormuş,” kısmı yıllar önce yaşadığım ve hayal meyal hatırladığım kayıp bir anın izlerinden biriydi. Öyküye başlarken aklımda en net bu vardı. Ve daha sonra su doldurmayı bekleyen iki arkadaş arasında kurmaya karar verdim öyküyü. Bulundukları yere ait hissetmeyen iki arkadaş olacaktı bunlar. Tıpkı su gibi. Aidiyet duygusunu kuşlar üzerinden anlatmayı, düşünmeyi seviyorum. Bu nedenle öykü kuşlar üzerinden vurucu bir sahneyle devam etti. Yazarken kendimi de üzdüğüm bir öykü oldu Kırk Saniye, okur yorumları “illa öyle davranmak zorunda mıydı?” diye sorunlar oluyor. Yine de ben öyküyü umutlu bitirdim gibime geliyor. Ya da kim bilir öyle düşünmek bana iyi geliyor.
Kitabı ithaf ettiğiniz Alkor ve Mizar, Göründüğünden Daha Uzak adlı son öyküde tıpkı öykülerin başında yer alan Pink Floyd alıntıları gibi etkiyi güçlendiren bir ayrıntı olarak beliriyor ve Pes gibi, Bilinmeyen Sular gibi bazı öyküleri okurun zihnine yeniden düşürüyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Göründüğünden Daha Uzak öyküsünü yazarken, diğer öyküleri ve meseleleri kapsayan bir öykü olarak düşünerek yazdım. Onun en başından son öykü olacağı belliydi anlayacağınız. Fakat ithaf kısmı son okumaya kadar yine boştu. Kime veya neye ithaf edeceğimi bilmiyordum Bilinmeyen Sular’ı. Daha sonra dosyayı bitirip art arda okuma yaptığım dönemde, yazılan her öykünün, deştiğim her meselenin aslında tam da hepimize ait olduğunu fark ettim. Bu nedenle Bilinmeyen Sular’ı tıpkı bizim gibi, birbirine çok yakın gibi görünen ama aralarında üç ışık yılı uzaklık bulunan Alkor ve Mizar’a ithaf etmekten alıkoyamadım kendimi.
* Bu söyleşi 23 Haziran 2019 tarihinde Mevzu Edebiyat'ta yayımlanmıştır.
İlk öykü kitabınız Tekme Tokatlı Şehir Rehberi ile geçtiğimiz haftalarda 2019 Notre Dame de Sion Edebiyat Ödülleri’nde mansiyon ödülünü kazandınız. Akabinde yeni öykü kitabınız Bilinmeyen Sular okurla buluştu. Öncelikle her iki başarı için tebrik ederim. Nasıl hissediyorsunuz?
Çok teşekkür ederim. Her ikisi de hayatımdaki güzel gelişmelerden. Mutlu ve heyecanlı hissediyorum.
Bilinmeyen Sular ’a değinmeden önce biraz geriye giderek başlamak isterim. Yazmaya nasıl başladınız? Bu serüven nasıl ve kimlerce desteklendi?
Bir şeyler yazmak ortaokul dönemlerinden bu yana var ancak öykü yazmaya 2014 yılının başında, katıldığım bir yaratıcı yazarlık atölyesinde başladım. Serüvenin başında öyküleri derleyip bir kitap çıkarma fikri yoktu aklımda açıkçası. Süreç kendiliğinden buralara getirdi beni. Etrafımda beni bunun için gönüllendiren ve destekleyen dostlarımın ve ailemin oluşu da şanslı olduğumşeylerden biri tabii.
Lisans eğitiminiz fizik üzerine. Fizik eğitimi almak size neler kattı, sizden neler aldı?
Bunu çok düşündüm; en başından edebiyat okusaydım nasıl olurdu? Sanırım istemezdim. Bunun birkaç sebebi var, edebiyat benim için gerçek dünyadan kaçış yollarından biri, akademik bir sıkıntıya dönüşmesi beni çok üzerdi mesela. Bir diğer güçlü sebep ise, fizik eğitimim bana her şeye başka bir boyutta bakmayı öğretti. O nedenle o savaştan galip çıkabildiğim için kendimi hep kazançlı ve iyi hissederim.
2016 yılından bu yana altZine ve altKitap yayın kurulunda yer alıyorsunuz. Böyle bir ekipte çalışmanın öykücülüğünüze katkılarını nasıl değerlendirirsiniz?
Böyle bir ekiple çalışmanın yalnızca öykücülüğüme değil, maneviyatıma da bir sürü katkısı oluyor. Ben ekip değil “altdostlar” diyorum zaten kendilerine. Dergi hazırlarken ve her yıl düzenlediğimiz altkitap öykü yarışması öykülerini değerlendirirken birlikte çalışmanın keyfini tekrar tadıyoruz. Bu süreçlerde de birbirimize çok şey kattığımıza inanıyorum.Yazmak, bir yandan da kendini tanıma, merakını harlayan, hayal gücünü besleyen, yazdığın ve yazacağın metinleri şekillendirecek temel meseleleri bulmak demek. O yüzden yazarın asıl yolculuğunun ikinci kitapta başladığını, bu yolun biraz daha zorlu olduğunu söylemek mümkün. Yeni öykü dosyası üzerinde çalışmak sizin için nasıl bir deneyimdi? İlk kitapta aklınızı meşgul eden soruların hangileri sizi takip etti, hangileri elendi? Neler sizi şaşırttı?
İkinci dosyanın başına geçtiğimde içimde bir sürü öykü fikri ve mesele birikmişti. Sonra yazmaya başladıkça ilk kitaptaki ironinin dozunun gitgide azaldığını fark ettim ve okuyucunun ne düşüneceğiyle ilgili bir takım sorular aklımı kurcalamaya başladı. Bunu birkaç dostumla paylaştığımda ve üstüne düşündüğümde, tüm bu kaygılardan sıyrılıp yapmak istediğim şeyi en iyi şekilde yapmaya odaklanmaya karar verdim ve kulaklarımı kapadım. Tekme Tokatlı Şehir Rehberive Bilinmeyen Sular arasında yine benzer meseleler var, bu anlamda birbirinden çok uzağa düşmüş iki kitap diyemem ikisi için ancak benim kendi öykücülüğüm ve bakış açım hep değişiyor dönüşüyor, tıpkı kendimin de dönüştüğü gibi. O nedenle dil, bakış açısı gibi konularda daha farklı ilk kitaptan.
Bilinmeyen Sular ve Yamaç öykülerini okuduktan sonra bir müddet hafıza, aidiyet/sizlik, mekân ve mekânın kalıcılığı gibi kavramlarla baş başa kaldım. Kentlerde bu kadar hızlı bir yapı söküm devam ederken büyümenin ve bilinmeyen sulara açılmanın eşiğindeki bu kahramanların geri dönebilecekleri bir evleri olacak mı diye düşünmeden edemedim.
Bu sorunun cevabı bende de yok maalesef. Hatta en çok da “eve bir gün geri dönecek miyiz?” “evimiz neresi?” sorularına cevap aradığım için bu konuları yıkıp yıkıp tekrar inşa etmeye çalıştım. Dileğim, eve dönelim ya da dönmeyelim, biraz olsun ait hissedebileceğimiz bir yer bulabilmemiz umudunun bizi terketmemesi...
Kitapta beni en çok etkileyen öyküler doğrudan diyalogla başlayan, öncesiyle ve sonrasıyla çok ilgilenmeden okuru bir ânın içine taşıyan ve öykü kişilerine bu ânın içinden baktıran metinler oldu. Özellikle Kırk Saniye öyküsünü anmadan geçemeyeceğim. Öykünün hikâyesini sorsam…
O öyküyü altzine’nin Su ve Hafıza teması için yazmıştım ilk. Bilinmeyen Sular için yazdığım ilk öykü de diyebilirim ayrıca. Dosyanın adının Bilinmeyen Sular olmasının birkaç sebebinden biri. O nedenle benim için de özel bir öykü. Öykünün başındaki ilk sahne, “birinin birini tekrar görmek isteyip istemediği kırk saniye içinde belli oluyormuş,” kısmı yıllar önce yaşadığım ve hayal meyal hatırladığım kayıp bir anın izlerinden biriydi. Öyküye başlarken aklımda en net bu vardı. Ve daha sonra su doldurmayı bekleyen iki arkadaş arasında kurmaya karar verdim öyküyü. Bulundukları yere ait hissetmeyen iki arkadaş olacaktı bunlar. Tıpkı su gibi. Aidiyet duygusunu kuşlar üzerinden anlatmayı, düşünmeyi seviyorum. Bu nedenle öykü kuşlar üzerinden vurucu bir sahneyle devam etti. Yazarken kendimi de üzdüğüm bir öykü oldu Kırk Saniye, okur yorumları “illa öyle davranmak zorunda mıydı?” diye sorunlar oluyor. Yine de ben öyküyü umutlu bitirdim gibime geliyor. Ya da kim bilir öyle düşünmek bana iyi geliyor.
Kitabı ithaf ettiğiniz Alkor ve Mizar, Göründüğünden Daha Uzak adlı son öyküde tıpkı öykülerin başında yer alan Pink Floyd alıntıları gibi etkiyi güçlendiren bir ayrıntı olarak beliriyor ve Pes gibi, Bilinmeyen Sular gibi bazı öyküleri okurun zihnine yeniden düşürüyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Göründüğünden Daha Uzak öyküsünü yazarken, diğer öyküleri ve meseleleri kapsayan bir öykü olarak düşünerek yazdım. Onun en başından son öykü olacağı belliydi anlayacağınız. Fakat ithaf kısmı son okumaya kadar yine boştu. Kime veya neye ithaf edeceğimi bilmiyordum Bilinmeyen Sular’ı. Daha sonra dosyayı bitirip art arda okuma yaptığım dönemde, yazılan her öykünün, deştiğim her meselenin aslında tam da hepimize ait olduğunu fark ettim. Bu nedenle Bilinmeyen Sular’ı tıpkı bizim gibi, birbirine çok yakın gibi görünen ama aralarında üç ışık yılı uzaklık bulunan Alkor ve Mizar’a ithaf etmekten alıkoyamadım kendimi.
* Bu söyleşi 23 Haziran 2019 tarihinde Mevzu Edebiyat'ta yayımlanmıştır.
Published on June 27, 2019 04:34
June 24, 2019
Pazar sıkıntısı*
Ağzına kadar dolmuş küllük
Yeni demlenmiş çay kokusu
Masalar arasında dolaşan garson
Elinde bir tepsi dolusu taze çay
Parkta oynayan çocuklar
Kış güneşi
Oynayan, oturan, surat asan çocuklar
Bekleyen ana babalar
Pazar sıkıntısı
Görev bilinci
Yürekte ağırlık
Tesellemeler
Oy pusulaları
Bekleyiş
Telaşsız ve umutsuz
* Çoğu zaman doğrudan blogspotun içine kaydediyorum yazılarımı. Öykü fikirleri, kitap notları, karalamalar... Doğrudan blogspotun içine yazmak taslaklarımın her an elimin altında olması avantajı da sağlıyor. Sayısı yüz kırka dayanmış taslaklar arasında eşelenirken buldum bu yazıyı. Kim bilir hangi seçim günü karalamışım. Martın sonu baharla başladı umut. Yürekteki ağırlık geride kaldı. Her şey çok güzel oldu. Daha da güzel olacak.
Published on June 24, 2019 14:14
June 22, 2019
Şefkatli Ebeveyn Günlükleri 6
Bilmek isteyen yola çıkar.
Şefkatli Anne Günlükleri'ni yazmak, ebeveynlik amaçlarımı, önceliklerimi belirlememe, düşüncelerimin ve eylemlerimin farkına varmamı sağlıyordu. Sura Hart alıntıları bitince, sanki ters yönde yürümeye başlamışım gibi bir düşünce gelip çöreklendi içime. Yeniden konu üzerine düşünmek, yazı yoluyla düşüncelerimi tasnif etmek, eylemlerimin farkına varmak istedim. İşbu sebeple www.nonviolentcommunication.com sitesinde ücretsiz yayımlanan haftalık ipuçlarının rehberliğinde yeni bir günlüğe başlıyorum.
İpuçlarının çevirisi bana ait.
Zarar vermemek farkında olmayı gerektirir. Farkında olmak, kısmen yavaşlamaktır, ne dediğimize, ne yaptığımıza dikkat edecek kadar yavaşlamak. Pema Chodron
Şefkatli ebeveyn ipuçları:
Duygular karşılanan ve karşılanmayan ihtiyaçların mesajcısıdır.
Gelecek sefer üzgün ya da kızgın olduğunuzda kendinize zaman verin ve içinizde yükselen duyguları tanıyın. Onları adlandırın ve arkasındaki ihtiyacı dikkatlice dinleyin.
Haftanın mindful alıştırması:
İhtiyacı bulduğunuzda onunla ne yapacağınız konusunda acele etmeyin. Sabırlı olun. Efor harcamaksızın zihninize bir strateji gelecektir.
Ben ne düşünüyorum?
Duygular karşılanan/karşılanmayan ihtiyaçların mesajcısıdır. Ne kadar basit ve yalın bir ifade.
Oysa çoğu zaman bunu gözden kaçırıyor, olaylar silsilesine kapılıyor ve kendimizi düşüncelerimizin tetiklediği tepkileri vermiş durumda buluyoruz.
Deniz'le nasıl paylaşıyorum?
Yıllarca sel suyuna kapılıp sürüklendim. "Şu an çok kızgınım, hayal kırıklığına uğradım, meraklıyım, heyecanlıyım aa burada neler oluyor" diyemedim. Aklıma bile gelmedi. Fark edemedim, yavaşlayamadım, duramadım. Kendi duygularıma, ihtiyaçlarıma hâkim olamadım. Hayatıma odaklanamadım. Merkezimde kalamadım. Şimdi bunları yapmaya başlamak, bana kendimi çok daha güçlü, dengeli ve güvende hissettiriyor. Tüm bunlar kendi keşfim değil. Ardında insanlığın yüzlerce, binlerce yıllık deneyimi, bilgeliği yatıyor. Bu bilgeliğe hangi yoldan gitmek istiyorsanız oradan yürüyün. Şiddetsiz iletişim, Bektaşilik, Tasavvuf, Kabala, Taoizm, Budizm... Yolun ismi, cismi önemli değil, önemli olan bizi nereye, nasıl bir bene taşıdığı ve çevreyle ilişkilerimizi nasıl inşa edeceğimiz bilgisi... İşte bu yüzden Deniz'e öğretmek istiyorum duyguları, ihtiyaçları, onları düşüncelerden ayrıştırmayı, tevekkülü...
Deniz'in geri bildirimi ne?
Deniz alıngan bir çocuk. Buluttan nem kapabiliyor. Kendisini gereksiz yere üzebiliyor. Ne zaman düşüncelerinin onu yönettiğini, üzdüğünü görsem, üzüntüsüne değil elbette ama duruma müdahale etmeye çalışıyorum. Onun durduğu yer dışından bakmanın nasıl bir şey olduğunu göstermeye çalışıyorum. Bu çaba onu hiç de memnun etmiyor. Bana kızıyor ya da tüm sözlerimin altından bambaşka sonuçlar (ona kızdığım, onu haksız bulduğum) çıkarıyor. Yine geldik bir önceki günlükte yer alan haksızlık ve adalet meselesi. Belki de kriz anlarında ona nasihat eden, akıl öğreten bir anne yerine ona destek olan, yanında olduğunu hissettiren bir anne istiyor. Oysa bu eylem benim için tam da böyle bir şey. Alet çantasına ömür boyunca eşlik edecek bilgiler yerleştirmeye çalışmak, onu sevmek, desteklemek ve yanında olmak, demek. Şimdi bu satırları yazarken ve düşüncelerimi yeniden organize ederken normal şartlar altında en iyi görünen stratejinin her zaman en iyi strateji olmadığını görüyorum. Umarım aklımda tutabilirim.
Sonrasıyla ilgili ne düşünüyorum?
Bu günlükten bana en çok kalan saptama "En iyi görünen strateji her zaman en iyi strateji değildir" bilgisiyle yüzleşmek oldu. Deniz'e bir şeyler öğretmeye çalışırken daha çok aklımda tutmalıyım.
Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Günlükleri yazmak bana iyi geliyor. Kendimi çok daha sakin, odaklı hissediyorum. Devam ettiğim için memnunum. Bana öyle geliyor ki 52 haftalık ipuçları bittiğinde muhtemelen başka ipuçlarının peşine düşeceğim ve devam edeceğim.
Eski günlüklere aşağıdaki bağlantılardan ulaşabilirsiniz.
Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 1 Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 2 Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 3Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 4
Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 5
İpuçlarının çevirisi bana ait.
Zarar vermemek farkında olmayı gerektirir. Farkında olmak, kısmen yavaşlamaktır, ne dediğimize, ne yaptığımıza dikkat edecek kadar yavaşlamak. Pema Chodron
Şefkatli ebeveyn ipuçları:
Duygular karşılanan ve karşılanmayan ihtiyaçların mesajcısıdır.
Gelecek sefer üzgün ya da kızgın olduğunuzda kendinize zaman verin ve içinizde yükselen duyguları tanıyın. Onları adlandırın ve arkasındaki ihtiyacı dikkatlice dinleyin.
Haftanın mindful alıştırması:
İhtiyacı bulduğunuzda onunla ne yapacağınız konusunda acele etmeyin. Sabırlı olun. Efor harcamaksızın zihninize bir strateji gelecektir.
Ben ne düşünüyorum?
Duygular karşılanan/karşılanmayan ihtiyaçların mesajcısıdır. Ne kadar basit ve yalın bir ifade.
Oysa çoğu zaman bunu gözden kaçırıyor, olaylar silsilesine kapılıyor ve kendimizi düşüncelerimizin tetiklediği tepkileri vermiş durumda buluyoruz.
Deniz'le nasıl paylaşıyorum?
Yıllarca sel suyuna kapılıp sürüklendim. "Şu an çok kızgınım, hayal kırıklığına uğradım, meraklıyım, heyecanlıyım aa burada neler oluyor" diyemedim. Aklıma bile gelmedi. Fark edemedim, yavaşlayamadım, duramadım. Kendi duygularıma, ihtiyaçlarıma hâkim olamadım. Hayatıma odaklanamadım. Merkezimde kalamadım. Şimdi bunları yapmaya başlamak, bana kendimi çok daha güçlü, dengeli ve güvende hissettiriyor. Tüm bunlar kendi keşfim değil. Ardında insanlığın yüzlerce, binlerce yıllık deneyimi, bilgeliği yatıyor. Bu bilgeliğe hangi yoldan gitmek istiyorsanız oradan yürüyün. Şiddetsiz iletişim, Bektaşilik, Tasavvuf, Kabala, Taoizm, Budizm... Yolun ismi, cismi önemli değil, önemli olan bizi nereye, nasıl bir bene taşıdığı ve çevreyle ilişkilerimizi nasıl inşa edeceğimiz bilgisi... İşte bu yüzden Deniz'e öğretmek istiyorum duyguları, ihtiyaçları, onları düşüncelerden ayrıştırmayı, tevekkülü...
Deniz'in geri bildirimi ne?
Deniz alıngan bir çocuk. Buluttan nem kapabiliyor. Kendisini gereksiz yere üzebiliyor. Ne zaman düşüncelerinin onu yönettiğini, üzdüğünü görsem, üzüntüsüne değil elbette ama duruma müdahale etmeye çalışıyorum. Onun durduğu yer dışından bakmanın nasıl bir şey olduğunu göstermeye çalışıyorum. Bu çaba onu hiç de memnun etmiyor. Bana kızıyor ya da tüm sözlerimin altından bambaşka sonuçlar (ona kızdığım, onu haksız bulduğum) çıkarıyor. Yine geldik bir önceki günlükte yer alan haksızlık ve adalet meselesi. Belki de kriz anlarında ona nasihat eden, akıl öğreten bir anne yerine ona destek olan, yanında olduğunu hissettiren bir anne istiyor. Oysa bu eylem benim için tam da böyle bir şey. Alet çantasına ömür boyunca eşlik edecek bilgiler yerleştirmeye çalışmak, onu sevmek, desteklemek ve yanında olmak, demek. Şimdi bu satırları yazarken ve düşüncelerimi yeniden organize ederken normal şartlar altında en iyi görünen stratejinin her zaman en iyi strateji olmadığını görüyorum. Umarım aklımda tutabilirim.
Sonrasıyla ilgili ne düşünüyorum?
Bu günlükten bana en çok kalan saptama "En iyi görünen strateji her zaman en iyi strateji değildir" bilgisiyle yüzleşmek oldu. Deniz'e bir şeyler öğretmeye çalışırken daha çok aklımda tutmalıyım.
Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Günlükleri yazmak bana iyi geliyor. Kendimi çok daha sakin, odaklı hissediyorum. Devam ettiğim için memnunum. Bana öyle geliyor ki 52 haftalık ipuçları bittiğinde muhtemelen başka ipuçlarının peşine düşeceğim ve devam edeceğim.
Eski günlüklere aşağıdaki bağlantılardan ulaşabilirsiniz.
Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 1 Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 2 Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 3Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 4
Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 5
Published on June 22, 2019 03:11
June 17, 2019
Şefkatli Ebeveyn Günlükleri 5
Bilmek isteyen yola çıkar.
Şefkatli Anne Günlükleri'ni yazmak, ebeveynlik amaçlarımı, önceliklerimi belirlememe, düşüncelerimin ve eylemlerimin farkına varmamı sağlıyordu. Sura Hart alıntıları bitince, sanki ters yönde yürümeye başlamışım gibi bir düşünce gelip çöreklendi içime. Yeniden konu üzerine düşünmek, yazı yoluyla düşüncelerimi tasnif etmek, eylemlerimin farkına varmak istedim. İşbu sebeple www.nonviolentcommunication.com sitesinde ücretsiz yayımlanan haftalık ipuçlarının rehberliğinde yeni bir günlüğe başlıyorum.
İpuçlarının çevirisi bana ait.
Şefkatli ebeveyn ipuçları: İhtiyaçlarınız karşılandığında çocuklarınızın ihtiyaçlarını karşılamak daha kolaylaşacaktır. İstediğiniz halde hangi ihtiyaçlarınız (sizin ve çocuğunuzun) karşılanmıyor?
Haftanın mindful alıştırması: Bu ihtiyaçların her birini karşılamak için ucuz, yapılabilir stratejiler listesi hazırlayın ve bu hafta bu ihtiyaçları gidermek için listeden en az bir tanesini yapın.
Ben ne düşünüyorum?
Cuma günü okullar kapandı. Uzun bir yaz tatili bizi bekliyor. Tatil kotamızın büyükçe kısmını bayramda ve öncesinde kullandığımız için ufukta kurban bayramına kadar tatil yok. Bu arada çalışmam ve Denizle de ilgilenmem gerekiyor. Yaz seçeneklerimiz arasında onu bir yaz okuluna göndermek yok. Dolayısıyla mesaimi aksatmayacak, bununla beraber onun oyun, eğlenme ihtiyaçlarına cevap verecek yeni bir planlama yapmamız gerekiyor. Benim ihtiyaçlarım: iş yerinde kolaylık, odaklanabilmek ve verimlilik, kişisel hayatımda ise hareket, eğlenme, sosyalleşme, hayallerimi gerçekleştirebilmek için seçim yapmak ve bunları eyleme geçirmek (öykü dosyamı bitirmek, okumak, yazmak)Bana göre Deniz'in ihtiyaçları: oyun, eğlence, yüzmeyi ilerletmek, akademik kazanımları korumakBu ihtiyaçların her birini karşılamaya yönelik ucuz, rahat uygulanabilir stratejileri birlikte belirlememiz ve yürütmemiz gerek.
Denizle nasıl paylaşıyorum?
Denizle bu konuları netleştirmek, tahminlerim ve ihtiyaçlarını karşılaştırmak, her ikimizin ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik ucuz, rahat uygulanabilir stratejileri birlikte belirlemek üzere konuştuk ve birtakım kararlar aldık. Karnenin yanında dağıtılan ebeveyn-çocuk etkinlik önerilerinin yer aldığı bakanlık tarafından gönderilen yönerge "Anne sıkıldım" kavanozu aktiviteleri gibi. Nereden başlayacağını, birlikte ne yapacağını bilemeyen çocuklara da velilelere de kolaylık sağlıyor.
Deniz'in geri bildirimi ne?
Deniz ebeveyn-çocuk etkinliklerine iştirak etmekten hoşnut gözüküyor. Maddelerin 5-6 tanesini şimdiden yaptık. Yaptığımız her bir etkinliği işaretlemeyi, diğer maddeleri incelemeyi ve benim yapamayacağımı düşündüğü maddeler için kendisine aileden yeni işbirlikçiler (örneğin ekmek yapımı için baba, reçel pişirmek için anneanne gibi) düşünmeyi ihmal etmiyor. Yaz tatili güzel başladı.
Sonrasıyla ilgili ne düşünüyorum?Çıtır Çıtır Felsefe dizisinin ikinci kitabı Adalet ve Haksızlık'ı birlikte okumak çocukların dillerinden düşürmediği "Ama bu haksızlık!" serzenişine nasıl yaklaşacağım konusunda bana fikir verdi. Çocuklar (Deniz de dahil) çoğu zaman hayal kırıklıklarını dile getirmek için bu ifadeyi kullanıyor. "Eşitlik her zaman adalet midir? Hepimizin ihtiyaçları bir midir?" soruları etrafında gerçekleşecek bir sohbet, bu genel geçer kalıbı açmaya, gerçek duyguları ve ihtiyaçları belirlemeye ve dile getirmeye olanak sağlayabilir.
Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Kendimi fiziksel olarak çok daha zinde, hevesli ve odaklanmış hissediyor, eğlenceli, verimli bir yaz dönemi geçireceğimizi umuyorum.
Eski günlüklere aşağıdaki bağlantılardan ulaşabilirsiniz.
Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 1 Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 2 Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 3Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 4
İpuçlarının çevirisi bana ait.
Şefkatli ebeveyn ipuçları: İhtiyaçlarınız karşılandığında çocuklarınızın ihtiyaçlarını karşılamak daha kolaylaşacaktır. İstediğiniz halde hangi ihtiyaçlarınız (sizin ve çocuğunuzun) karşılanmıyor?
Haftanın mindful alıştırması: Bu ihtiyaçların her birini karşılamak için ucuz, yapılabilir stratejiler listesi hazırlayın ve bu hafta bu ihtiyaçları gidermek için listeden en az bir tanesini yapın.
Ben ne düşünüyorum?
Cuma günü okullar kapandı. Uzun bir yaz tatili bizi bekliyor. Tatil kotamızın büyükçe kısmını bayramda ve öncesinde kullandığımız için ufukta kurban bayramına kadar tatil yok. Bu arada çalışmam ve Denizle de ilgilenmem gerekiyor. Yaz seçeneklerimiz arasında onu bir yaz okuluna göndermek yok. Dolayısıyla mesaimi aksatmayacak, bununla beraber onun oyun, eğlenme ihtiyaçlarına cevap verecek yeni bir planlama yapmamız gerekiyor. Benim ihtiyaçlarım: iş yerinde kolaylık, odaklanabilmek ve verimlilik, kişisel hayatımda ise hareket, eğlenme, sosyalleşme, hayallerimi gerçekleştirebilmek için seçim yapmak ve bunları eyleme geçirmek (öykü dosyamı bitirmek, okumak, yazmak)Bana göre Deniz'in ihtiyaçları: oyun, eğlence, yüzmeyi ilerletmek, akademik kazanımları korumakBu ihtiyaçların her birini karşılamaya yönelik ucuz, rahat uygulanabilir stratejileri birlikte belirlememiz ve yürütmemiz gerek.
Denizle nasıl paylaşıyorum?
Denizle bu konuları netleştirmek, tahminlerim ve ihtiyaçlarını karşılaştırmak, her ikimizin ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik ucuz, rahat uygulanabilir stratejileri birlikte belirlemek üzere konuştuk ve birtakım kararlar aldık. Karnenin yanında dağıtılan ebeveyn-çocuk etkinlik önerilerinin yer aldığı bakanlık tarafından gönderilen yönerge "Anne sıkıldım" kavanozu aktiviteleri gibi. Nereden başlayacağını, birlikte ne yapacağını bilemeyen çocuklara da velilelere de kolaylık sağlıyor.
Deniz'in geri bildirimi ne?
Deniz ebeveyn-çocuk etkinliklerine iştirak etmekten hoşnut gözüküyor. Maddelerin 5-6 tanesini şimdiden yaptık. Yaptığımız her bir etkinliği işaretlemeyi, diğer maddeleri incelemeyi ve benim yapamayacağımı düşündüğü maddeler için kendisine aileden yeni işbirlikçiler (örneğin ekmek yapımı için baba, reçel pişirmek için anneanne gibi) düşünmeyi ihmal etmiyor. Yaz tatili güzel başladı.
Sonrasıyla ilgili ne düşünüyorum?Çıtır Çıtır Felsefe dizisinin ikinci kitabı Adalet ve Haksızlık'ı birlikte okumak çocukların dillerinden düşürmediği "Ama bu haksızlık!" serzenişine nasıl yaklaşacağım konusunda bana fikir verdi. Çocuklar (Deniz de dahil) çoğu zaman hayal kırıklıklarını dile getirmek için bu ifadeyi kullanıyor. "Eşitlik her zaman adalet midir? Hepimizin ihtiyaçları bir midir?" soruları etrafında gerçekleşecek bir sohbet, bu genel geçer kalıbı açmaya, gerçek duyguları ve ihtiyaçları belirlemeye ve dile getirmeye olanak sağlayabilir.
Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Kendimi fiziksel olarak çok daha zinde, hevesli ve odaklanmış hissediyor, eğlenceli, verimli bir yaz dönemi geçireceğimizi umuyorum.
Eski günlüklere aşağıdaki bağlantılardan ulaşabilirsiniz.
Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 1 Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 2 Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 3Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 4
Published on June 17, 2019 05:11
Tuğba Gürbüz's Blog
- Tuğba Gürbüz's profile
- 1 follower
Tuğba Gürbüz isn't a Goodreads Author
(yet),
but they
do have a blog,
so here are some recent posts imported from
their feed.

