Mahzenden Kayıtlar

Yattığım yerden evin lacivert koridorlarında uçuşan etten ve elektronik devrelerden oluşan bir takım bio-mekanik beyaz varlıkları hayal ediyordum. Sabaha karşı, sanırım üç ya da dört tanesi anneannemin tülbentleri gibi narin ve şeffaf bedenleriyle evin eski halılarının üzerinde dolanıp duruyorlardı. Aslında denizanalarına benziyorlardı. Evet, tüm bio-mekanikliklerine rağmen boğazın karanlık sularında sessizce süzülen denizanaları gibiydi onlar. Küçükken dayım beni Tophane’ye götürdüğünde görürdüm onları. Ya da Kabataş’tan Kadıköy’e geçtiğimiz vapurların etrafında toplanırlardı. Bazen beyaz naylon torbaları da onlardan sanırdım. Nedense hoşuma giden denizanaları hantal olurlardı. Hızlı hareket ettiklerini hiç görmedim. Ancak bu benim beyaz varlıklar hantal değildiler. İşte bakın, bir tanesi yere dokunacakmış gibi pike yaptı ama değmedi. Halının üzerinde birikmiş saç, toz, kağıt kırpıntısı kümelerini yalayarak tekrar yükseldi ve duvar saatinin kenarında asıldı kaldı. Diğerleri dönenip duruyorlardı. Birbirlerini kovalıyorlar ya da yere kadar uzanan perdenin kıvrımları arasında birbirlerinden saklanıyorlardı. Belli belirsiz parıldadıklarını gördüm. Bu dünyaya ait olmayan her yaratıktan korktuğum gibi onlardan da korkuyordum. Gözlerimi sıkıca kapatsam da bir iki adım uzaktaki odada dönenip durduklarını düşündüğüm bu narin bedenlerin hayali yakamı bırakmıyordu. Bir kez daha uyanık olduğum onlar tarafından anlaşılmasın diye vücudumu hiç kımıldatmadan gözlerimi açıverdim. Terliyordum. Kafamı kaldırıp, kısa koridorun ucundan bir kısmı gözüken, beyaz varlıkların cirit attığı odaya şöyle bir bakacak cesareti toplayabilmem için birkaç dakika gözlerim açık, hiç hareket etmeden yatmam gerekti. Aklımdan bir sürü alakasız düşünce belediye otobüsleri gibi birer birer geçip gidiyor ama semazenler gibi birbirlerinin etrafında dönen varlıkların görüntüsü ben onlara bakmasam da düzenli aralıklarla gözümün önüne geliyordu. Bir cesaret anında yavaşça kafamı çevirip göz ucuyla baktığımda malum odanın eşyalar dışında bomboş olduğunu görünce rahatladım. Meselenin odayı bomboş görmekle bir ilgisi olmadığını bildiğimden kafamı yumuşak ve fazlasıyla büyük yastığıma gömdüğümde bu varlıkların bu gece için beni yalnız bırakacağından çok da emin değildim. Ama bıraktılar.


Kafamın içi bir anda boşalmıştı. Rahatlamıştım. Sadece ter döküyordum. Büyük bir kendine güven ile birkaç dakikadır hareketsiz durduğum pozisyondan daha rahat edebileceğim bir konuma getirdim kendimi. Yüzümü duvara döndüm ve yastığın içine iyice gömdüm. Bu arada kollarımı da serin yastıkla, derimi tatlı tatlı okşayan yumuşak çarşafın arasına, yastığın altına soktum. Kendimi ve kulağımı çevremdeki seslere adadım. Önce panjurların üzerine tünemiş olan kuşların kanatlarının hışırtılarını ve gırtlaklarından gelen garip mırıltıları duydum. Sessiz sokağımızdan bir araba geçip gitti. Gece sabaha yaklaştıkça bu sesler artacaktı. Odanın içinde ise saatin tik taklarını duyuyordum. Hoşuma gidiyordu bu küçük, muktedir, muhteris, müderris, muhteriz darbeler; kafeslerde, camlarda pür ihtiras, dedim Tevfik Fikret’in gerçeklerini hatırlayamadığım için yerlerine kendi uydurduğum sözcükleri yerleştirdiğim şiirini tekrarlayarak. Yattığım bu yatak her hareketimde gıcırdıyordu. İyi ki yalnızca yatıyorum. Dışarıda, az ötedeki ana caddeden bir polis arabası ya da bir cankurtaran sirenlerini bağırta bağırta geçti, duydum. Birileri ya mahpushaneye ya da öteki tarafa gidiyordu. Sonra arka sokaktan bekçi düdükleri geldi kulağıma. Derken belki de Atlantik Okyanusu’nu geçecek olan bir uçak önce bizim küçük evin tepesinden dehşetli bir gürültüyle geçti, gitti. Bir süre, sessizlik sandığımız, gecenin o çok değişik uğultusunu dinledim.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on June 26, 2015 11:39
No comments have been added yet.


Bülent Çallı's Blog

Bülent Çallı
Bülent Çallı isn't a Goodreads Author (yet), but they do have a blog, so here are some recent posts imported from their feed.
Follow Bülent Çallı's blog with rss.