BABİL
cahil zaman içinde
ıslak mekân içinde
önce aydınlık vardı
toprak sanki şeffaftı
görebiliyorduk vapurları
savaşa giden atları
tutuyorduk köprünün ayaklarını
tutuyorduk utançla
duvarlarla çitlerle
üstümüzde bölünmüş dünyayı
söylencelerden habersiz
sanki ilk aşkmış gibi biz
salyangozların sümüğü
solucanların dişleri
ölüleri yiyen et sinekleri
hepsiyle birlikte
hepsiyle kardeş
kankurutan pis kokan mit
çoktan aklı sakatladı
iki kedi nasıl rastlaşırsa
iki kök de öyle rastlaştı
ölüm bir mutlaktı
yaşam bir gizdi
aşk bir mucizeydi
biz herkesten çıplak
biz herkesten dilsiz
biz herkesten ıslak
yağmurla
kar suyuyla
terle
sümükle
gözyaşıyla
kanla
bu bir yeraltı masalı
her şey gibi toprak da
cahil zaman içinde
köprünün altından cesetler
köprünün üstünden çıngıraklar
köprünün içinden yıldızlar akıp geçti
sözcükler
ne önemi var
ne vakit
ne yöne
ne kadar yükseğe
kış geldi
alnımızda sessizlik
tepemizde kurtlar birikti
ne gam ki
o zaman kar kalkanımızdı
o zaman uyku vardı
koynumdaki beyazlıkta yarışırdı
yatmaktan sırtlarımız
öpüşmekten dudaklarımız
sevişmekten uyuştu kasıklarımız
ölüm bir mutlaktı
yaşam bir gizdi
biz herkesten çıplak
biz herkesten dilsiz
biz herkesten ıslak
yağmur da
kar suyu da
ter de
sevinç de
utanç da
pişmanlık da
her şey gibi toprak da
aşkımızın içinde
yukarıda aç ayılar esnedi
yaralı atlar kişnedi
burnumuza yağmurun pabuçları
boynumuza çiçeklerin tırnakları değdi
bulutlar kükredi masallara
denizler susadı vapurlara
evler devrildi toprağın karnına
insanlar aç tanrılara
zalim bir iç çekişten sonra
kırlangıçlar geldi akla
kırlangıçlar geldi buyrukla
bin defa patisi kaldırılan
bırakılan sonra
bir kedi kadar gevşek
olamadık asla
uzattık ama saçlarımızı
yaşamın gizine kandık
çözüldük
nefes aldık
nefes verdik
toprak ana uyandı
söyledi
eyledi
söküldük nefretle
bir ayin günü şehvetle
köpeklerle
köpüklerle
vahşetle
atların kalanı dönüyordu savaştan
meydanda bir sevinç
meydanda bir heyecan
iki masum kök için
meydanda bir kütük
meydanda bir balta
vapurların koltukları
köprülerin çığlıkları
kış güneşi yaz ikindisi
cahil zaman içinde
her şey gibi toprak da
ölüm bir mutlaktı
yaşam bir gizdi
toprak bir mucizeydi
karmakarışık
sessiz
biz herkesten çıplak
biz herkesten ıslak
biz herkesten dilsiz
yağmurla
kar suyuyla
terle
sümükle
gözyaşıyla
kanla
bu bir yeraltı masalı
her şey gibi aşk da
cahil zaman içinde
bir kök nasıl yürür sokakta
bir kök nasıl kavrar dünyayı
olmazsa elleri olmazsa ayakları
ama bir fark var
iki kök arasında
iki buğday tanesi
iki yağmur damlası
bir günbatımı hazırlığı
bir gündoğumu sancısı
biri biliyordu kanayacağını
biri bilmek için kanadı
ba ba
bil ba
ba ba
bil bil
babil
babil
(Suat Kemal Angı, “Kankurutan”)
ıslak mekân içinde
önce aydınlık vardı
toprak sanki şeffaftı
görebiliyorduk vapurları
savaşa giden atları
tutuyorduk köprünün ayaklarını
tutuyorduk utançla
duvarlarla çitlerle
üstümüzde bölünmüş dünyayı
söylencelerden habersiz
sanki ilk aşkmış gibi biz
salyangozların sümüğü
solucanların dişleri
ölüleri yiyen et sinekleri
hepsiyle birlikte
hepsiyle kardeş
kankurutan pis kokan mit
çoktan aklı sakatladı
iki kedi nasıl rastlaşırsa
iki kök de öyle rastlaştı
ölüm bir mutlaktı
yaşam bir gizdi
aşk bir mucizeydi
biz herkesten çıplak
biz herkesten dilsiz
biz herkesten ıslak
yağmurla
kar suyuyla
terle
sümükle
gözyaşıyla
kanla
bu bir yeraltı masalı
her şey gibi toprak da
cahil zaman içinde
köprünün altından cesetler
köprünün üstünden çıngıraklar
köprünün içinden yıldızlar akıp geçti
sözcükler
ne önemi var
ne vakit
ne yöne
ne kadar yükseğe
kış geldi
alnımızda sessizlik
tepemizde kurtlar birikti
ne gam ki
o zaman kar kalkanımızdı
o zaman uyku vardı
koynumdaki beyazlıkta yarışırdı
yatmaktan sırtlarımız
öpüşmekten dudaklarımız
sevişmekten uyuştu kasıklarımız
ölüm bir mutlaktı
yaşam bir gizdi
biz herkesten çıplak
biz herkesten dilsiz
biz herkesten ıslak
yağmur da
kar suyu da
ter de
sevinç de
utanç da
pişmanlık da
her şey gibi toprak da
aşkımızın içinde
yukarıda aç ayılar esnedi
yaralı atlar kişnedi
burnumuza yağmurun pabuçları
boynumuza çiçeklerin tırnakları değdi
bulutlar kükredi masallara
denizler susadı vapurlara
evler devrildi toprağın karnına
insanlar aç tanrılara
zalim bir iç çekişten sonra
kırlangıçlar geldi akla
kırlangıçlar geldi buyrukla
bin defa patisi kaldırılan
bırakılan sonra
bir kedi kadar gevşek
olamadık asla
uzattık ama saçlarımızı
yaşamın gizine kandık
çözüldük
nefes aldık
nefes verdik
toprak ana uyandı
söyledi
eyledi
söküldük nefretle
bir ayin günü şehvetle
köpeklerle
köpüklerle
vahşetle
atların kalanı dönüyordu savaştan
meydanda bir sevinç
meydanda bir heyecan
iki masum kök için
meydanda bir kütük
meydanda bir balta
vapurların koltukları
köprülerin çığlıkları
kış güneşi yaz ikindisi
cahil zaman içinde
her şey gibi toprak da
ölüm bir mutlaktı
yaşam bir gizdi
toprak bir mucizeydi
karmakarışık
sessiz
biz herkesten çıplak
biz herkesten ıslak
biz herkesten dilsiz
yağmurla
kar suyuyla
terle
sümükle
gözyaşıyla
kanla
bu bir yeraltı masalı
her şey gibi aşk da
cahil zaman içinde
bir kök nasıl yürür sokakta
bir kök nasıl kavrar dünyayı
olmazsa elleri olmazsa ayakları
ama bir fark var
iki kök arasında
iki buğday tanesi
iki yağmur damlası
bir günbatımı hazırlığı
bir gündoğumu sancısı
biri biliyordu kanayacağını
biri bilmek için kanadı
ba ba
bil ba
ba ba
bil bil
babil
babil
(Suat Kemal Angı, “Kankurutan”)
Published on May 10, 2014 00:21
•
Tags:
kankurutan
No comments have been added yet.