ZİNDAN GÜNLÜKLERİ - VIII

8. Bölüm "HAN"            Uçan Kaz Han'ına ilk giriş yaptıklarında Eva'yı tanıyan garson kız hemen onlara bir masa ayarlamak için elindeki işleri bırakmıştı, anlaşılan Eva bu handa tanınan ve önem verilen bir müşteriydi ki diğer işler geri plana atılabiliyordu anında. Sacokhan daha çok hanın ismine takmıştı, saçma gelmişti çünkü kazlar zaten uçuyordu özellikle kaz kelimesinin başına sıfat olarak uçan kelimesi fazlalıktı ona göre.           "Telif haklarından dolayı." dedi Eva, cüce yoldaşına dönüp. Sacokhan garip bir bakış atınca açıklama gereği duydu: "Bakışlarından hana girdiğimizden beri hanın adının saçmalığını düşündüğünü tahmin edebiliyorum çünkü ilk bende de öyle olmuştu. Sonra öğrendim, Kaz adında yüz civarı han adı varmış etrafta ve artık öyle ki Kaz ya da başka bir hayvan ismini kullanmak için bile hanlar birliğine belli bir ücret ödemen gerekiyormuş."           "Saçmalık!" diye mırıldandı Sacokhan daha beter. Çünkü hanlar birliği ona daha büyük bir saçmalık geliyordu, hancıların yakında daha başka haklar kazanması yönünde adımlar atılacağını duymuştu Sacokhan bu maceraya başlamadan önce ki bu onu daha beter kızdırmıştı. "Saçmalık!" diye tekrar mırıldandı.           O esnada garson kız onlara uygun bir masa hazırlamıştı. Hepsi oturmuşlardı ve artık Eva'nın konuşmasına başlamasını bekliyorlardı. Eva garsona bir bakışıyla diyeceğini anlatmıştı ve garson hızlı bir şekilde masayı donatmaya başlamıştı. Eva sürahiden kendine bir bardak su doldurduktan sonra sözlerine başladı.           "Hepinizle uzun yıllara dayanan bir dostluğum var. Thomas, beni bir kızın olarak görürsün hep. Sacokhan, sırtına güvenle dayanabileceğim bir dost oldun hep. Firb her konuda bir rehber ve bir öğretmen olarak gördüm hep seni. Bugün burada toplandık, çünkü yardımınıza ihtiyacım var ve teşekkür ederim, daha konunun ne olduğunu bilmeden gelmeyi kabul ettiğiniz için en başında."           "Tabi ki kızım, ne olursa olsun yine gelirdim. Başın gerçekten de büyük bir belada olmalı." dedi Thomas samimi bir sesle.           "Yine de bu artık maceramızın neyle ilgili olduğunu öğrenmek istemiyoruz anlamına gelmiyor, meselenin ne olduğunu paylaşacaksın diye umuyorum Prenses." dedi Sacokhan kibar olmaya çalışarak.           Eva cebinde özenle sakladığı iki yüzüğü masanın üzerine bırakıverdi. Altın yüzükler üzerlerinde süs niyetine iki adet ufak yaprak taşıyordu ki yapraklar platindendi. Yüzüklerin iç kısmında ise kabartma halinde elfçe isimler yazılıydı, birinde Eva, diğerinde ise Alasten yazıyordu. Bunlar evlilik yüzükleriydi.            Herkes şaşkınlıktan küçük dillerini yutmuş vaziyetteydi, çünkü Eva herkesten evli olduğunu saklamıştı. Sakince: "Feler Hapishanesi'ni duymuş muydunuz?" diye sordu.           "Oraya gittim sayılır, Prenses. O hapishane daha inşa edilmeden önce kendi halinde bir grup yerlinin yaşadığı topraklardı." diye söyledi Firb.           "İşte benim oraya gidip eşimi kurtarmam lazım." diye gerçeği söyledi sonunda Eva.           "Dur, dur biraz. Alasten, Denestir Ülkesinin prensi değildir umarım?" diye sordu Thomas. Sesindeki endişeyi saklayamıyordu artık.           "Alasten, Denestir'in prensi ve benim eşim. Herkes onu öldü sanıyor, kardeşlerinden gördüğü ihanetin ardından elflere sığındı, kendisini öldü gibi göstermesine yardım ettik. Bir kaç senenin ardından birbirimize âşık olduğumuzu itiraf ettik birbirimize, ama ailem Alasten'i kendi evlatları gibi görmeye başlamıştı, bizler onların gözünde iki kardeş gibiydik artık. Biz de gizlice evlendik ve sakladık gerçeği. Ama evlenmemiz için bir şahit gerekiyordu geleneklerimize göre ve dost bildiğim birinden rica ettim bunu, şahidimiz oldu. Sonra ise onun tarafından ihanete uğradık ve Alasten'i elflerin hazinelerini gizlice korsanlara sattığı yalanını ortaya attı, ailemi inandırdı da. İki sene geçti, Alasten hala Feler Hapishanesi'nde ve ben artık beklemekten yoruldum."           "O hapishaneden kaçmak imkânsız derler, bizden bunu istiyor olamazsın, kızım." dedi Thomas. Eva'ya yardım etmek istiyordu ama bu tehlikeli bir görevdi ve eğer yapabilirse vazgeçirmek için elinden geleni de yapardı.            "Yanılıyorsun, Thomas. O hapishaneden bir kişi kaçmayı başardı ve maceramız için onu bize eşlik etmesi için ikna ettim ben de." diye yanıt verdi Eva.           Deri kıyafetlerinin kokusu burunlarına kadar ulaşmıştı, hâlbuki daha hana yeni giriş yapmıştı. Arbeletini sırtına geçirmiş, kalın sopasını bir yanına, kılıcını bir yanına asmıştı. İşte grup, hem bir avcı hem de bir şaman olan Alenthas ile ilk böyle karşılaşmıştı.           "Bir mahkûmla beraber bu macerada yer almak isteyebileceğimi gerçekten de düşündün mü?" diye sordu Thomas hayal kırıklığı içinde.           "Aman da hayal kırıklığı da mı yaşarmış, bunak rahibimiz." diye söze girdi Alenthas ve masaya oturdu. Sonra garson kıza seslendi: "Şarabınızdan rica etsem biraz daha alabilir miyiz, sanırım arkadaşların sarhoş olmaya ihtiyaçları var da."           "Bu terbiyesizlik, doğru konuş." diye azarladı Sacokhan. Alenthas ise: "Bir cüceden terbiye almak, bak bu ilginç olurdu." dedi alay etmesini sürdürerek.           "Hem cücelerde sarhoş olmanın nefes almaya eş değer olduğunu sanırdım, acaba akrabalarına buçukluk kanı filan karışmış olabilir mi çünkü bir cüce gibi davranmıyorsun pek fazla." diye sözlerine devam etti. Sacokhan yumruğunu masaya vurarak: "Prenses, terbiyesiz hallerimi görmek istemiyorsan bu şaklabanı sustur!" diye konuştu.           "Alenthas, bunu konuşmuştuk. Aramızda saygın kişiler bulunuyor, eğer onları öyle görmüyorsan en azından bana saygı göster." diye uyardı Eva. Alenthas: "Bunun benim saygılı halim olduğunun farkındasın değil mi, Prenses Hanım?" diye belirtti.           "Hem grup gözlerime az gibi geldi, bunların hepsi yaşlı başlı adamlar hani genç bir büyücü var demiştin. Yoksa yediniz mi?" diye sordu ardından.           "Hee, yedik. O da böyle aynı senin gibiydi, biliyor musun? Şimdi o büyücüyü ne kadar da özlediğimi fark ettim." dedi Sacokhan iç çekerek.           "En azından ben deli değilim. Konuşmalarımı beğenmiyor olabilirsiniz, ama dürüstümdür, yalanım yoktur ve arkadan iş çevirmem. Bana uyuz olabilirsin ama güvenebilirsindir de. Bu sana yetmez mi?"           "Belki de yetmiyordur." dedi hana yeni giren bir kişi. Grup üyeleri, özellikle Eva gülümsedi hana giriş yapanı gördüğünde. Safiel yanlarına gelirken Eva: "Aramıza tekrardan hoş geldin, dostum." dedi.                                                                                 ***           Feler Hapishanesi, bir adanın üzerine kurulmuştu. Adanın yerlileri defedilmiş ve yerine bu aşılmaz duvarlarıyla ünlü hapishane inşa edilmişti. Hapishanenin derinliklerinde yer alan odaların birinde zincire vurulmuş bir halde yarı uyur vaziyette bekliyordu Alasten. Artık umudu pek fazla kalmamıştı, ama bir söz vermişti. Bekleyeceğini söylemişti. Onu kurtaracağı ana kadar çekeceği acılara dayanması gerekiyordu sadece.
           "Çok az kaldı, geliyorum." diyordu Eva ona gülümseyerek bakarken. Dudakları yumuşacıktı, öpücüğü ona cesaret ve umut veriyordu. Alasten sevdiği kadına bakarak: "Sözümü tutacağım. Seni bekliyorum." dedi.
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 11, 2014 12:04
No comments have been added yet.