ZİNDAN GÜNLÜKLERİ - V

5. Bölüm "MAĞARA"            Grup sessizdi. Kızıl Lale Ormanı'na neden bu isim verildiği de iyice anlaşılmıştı. Etraf bu çiçekle dolup taşıyordu. Firb iki tanesini bir sol bir de sağ kulağına takmış, birini de dudaklarının arasına almış ıslık çalarak ilerliyordu. Anlaşılan keyfi yerine gelmişti. Ölen haydut liderinin gizemli intiharı onu pek etkilememiş gibiydi.           Eva'nın ise yüzü asıktı. Kendine kızıyordu. Ölen belki de çok ama çok kötü biriydi ve eğer kendisini öldürmeseydi ya onun yerine Safiel'e zarar vermeye kalksaydı ya da daha kötüsü ellerinden kaçsaydı olacakları düşünmek bile istemiyordu.            Sacokhan'ın ne düşündüğünü anlamak olanaksızdı, ama son olaylardan sonra hep kızmaya her an hazır gibi duran yüzü daha da öfkeli bir hale bürünmüş gibiydi. Yani bilindik cüce simasını iyiden iyiye taşımaya başlamıştı.            Safiel grup üyelerini gözlemliyordu. Kimse şüphelenmemişti bu ana kadar. Ona inanmışlardı. Haydudun nasıl kılıcı saklamayı başardığını, ellerini bağlıyken ve Safiel'in gözünün önündeyken nasıl kılıcına ulaştığını ve iplerini kesmeyi başarmışken neden Safiel'e zarar verip kaçmak dururken intihar ettiğini kimse sorgulamamıştı. Olayda bir sürü şüpheli durum vardı hâlbuki ama Safiel'in dediklerinin her birine inanmışlardı. Bu da Safiel'in vicdanına daha ağır bir yük yüklemişti aslında.            Thomas, gruptan daha uzakta ve geriden yürüyordu. Herkes yaşlılığına ve yorgunluğuna bağlamıştı geride kalmasını. Ama o aslında düşünüyordu. Birazdan yapacağı konuşmanın provasını yapıyordu içinden. Yanlış bir söz söylemek istemiyordu, bu yüzden sözlerini önce kafasında toparlamaya çalışıyordu.           Diğerlerinin duyamayacağı bir mesafe olduğuna emin olunca Safiel'i durdurdu: "Biraz beklesene, evlat. Yorgun düştüm. Biraz soluklanayım."            "İsterseniz sesleneyim, sizi beklesinler." dedi Safiel hemen. Ama Thomas: "Hayır, buna gerek yok. İki dakika soluklanmam lazım sadece. Ardından onlara yetişiriz. Hem seninle de bir şey konuşmak istiyordum." dedi.           Safiel bir şey demeden bekledi Thomas'ın diyeceği şeyi demesini. Thomas da kafasında düzgünce toparladığını umduğu sözleri söyledi: "Diğerleri anlamadılar ya da anlamak istemediler. Çünkü gerçeğin yaratacağı acıdan uzak durmak istemiş olmalılar. Ama ben belki de mesleğim gereği vicdanın sesini ve ruhun çığlığını tek bir bakışta bile duyabiliyorum artık. Söyle bana Safiel, ama doğruyu söyle. Neden öldürdün?"           "Efendim, anlamadım. Ne öldürmesinden bahsediyorsunuz." diye kekeleyerek konuştu Safiel.           "İstersen bu olay aramızda kalabilir, ben sadece gerçeği öğrenmek istiyorum. Çünkü emin olduğum bir şey var, Safiel. Vicdanın seni ömür boyu kemirecek, ama buna engel olabilirsin. Bunun için yapman gereken tek bir şey var. Bana vicdanının içini göster ve ruhunu dinlememe izin ver. Çığlıkları dinsin ki daha fena bir duruma düşmeyesin ileride." diye uyardı Thomas.           "Durduk yere ormanın ortasında günah çıkartmayacağım. Benim vicdanım rahat, ruhumun çığlık attığı filan da yok. Saçmalıyorsun. Lütfen yola devam edelim, birazdan geride kaldığımızı anlayacaklar. Boşuna geri dönmesinler, hem zaten yeterince oyalandık." dedi Safiel nazik olmaya çalışarak.           "Kendini kandırdığın sürece bana gerçeği söylemeye hazır da olamazsın. Böyledir işte gerçeklerin acısı ağırdır, ama o ana hastır. Yalanlar ise fark ettirmez, ama bir ömür boyu vicdanına kancasını atarak sana acı çektirir. Onu oradan sökemezsin bir daha." dedi son olarak Thomas.            Yorgun bedeni gerçekten de yürümekte zorlanıyordu. Safiel rahibin yürümesine yardımcı olmak için sol tarafına geçti. Ardından: "Biraz zaman tanı, sana gerçeği söyleyeceğim." diye kulağına fısıldadı.            Eva ve diğerleri de onların geride kaldığını fark edince beklemeye karar vermişlerdi. Eva bir mağara bulmuştu ve geride kalanları mağaranın önünde bekliyorlardı.           "Biraz göz attım. Burası bize saldıran haydutların saklandığı in olmalı. İçeride hem silah deposu var, hem de kiler tarzı bir yer de yapılmış. Maalesef hana bugün varamayacağız, yorgun düştünüz hepiniz. Bu nedenle haydut sorunu da olamayacağını göz önüne alarak bu gece burada kalmamızı öneriyorum."            Kimse bir şey demeyince Eva önerinin kabul edildiği sonucuna vardı.           Mağaranın içi genişti, gerçekten de içeride kiler tarzı bir yer yapılmıştı. Yiyeceklerin çoğu tazeydi. Silah deposu Sacokhan'ın ilgisini çekmişti. Ama umduğu gibi balta bulamamıştı, genelde kalkanlar, yaylar ve bıçaklar vardı depoda. Firb ama hoşuna giden bir hançeri çantasına atmakta bir sıkıntı görmemişti. Eva da sadağını doldurmuştu oklarla.           Eva hemen ateşi yaktı. Güneş batmıştı ve sert bir rüzgâr da esmeye başlamıştı. Ateşin etrafına toplandılar ve yemeklerini yediler. Safiel yine mecburen diğer grup üyelerinin yemeklerinden yemek zorunda kalmıştı. Çantasında yemek kalmamıştı, zaten çok az koymuştu ve onu da dün bitirmişti. Eva çoktan hana varmış olmayı umuyordu, ama en azından geceyi geçirebilecekleri bir yer bulmalarına sevinmişti.           Sacokhan Seon'un nar şarabından kalan son şişeyi de çıkartmıştı ki bu özellikle Thomas'ın yüzünü güldürmüştü. Safiel dün öksürük krizine neden olan bu şaraptan ise içmek istememişti. Kedisiyle ilgileniyordu sakince. Diğerleri ise kendi aralarında muhabbete dalmışlardı.           "Dün soracaktım aslında. Bu oldukça pahalı bir şaraptır. Benim çalıştığım kiliselerde bile genelde başrahibin odasında olurdu en fazla bir şişe ve o da çok değerli olduğundan hiç açılmazdı. Bu nadide içkiden çantanızda en az iki şişe barındırabildiğinize göre gerçekten de zengin bir cüce olduğunuz söylentisinin doğru olduğuna inandım." diye sözlerine başladı Thomas.           "Bu da bir şey mi? Mahzenimde daha bu şaraptan en az yüz şişe daha olmalı." dedi keyfi iyice yerine gelen Sacokhan.           "Bildiğim kadarıyla soylu bir ailenin oğlu da değilsiniz, bu işin sırrını öğrenebilir miyiz bizde?" diye sordu Thomas.           Omuzlarını silkti Sacokhan sadece. Yanıt vermeye niyeti yoktu anlaşılan. Eva hemen: "Herkesin kendine saklamak istediği sırları olabilir, en iyisi saygı duyalım biz buna. Sacokhan sadece zengin bir cüce değil, aynı zamanda hayırsever biridir de. Yaşadığı şehirde okullara ve hastanelere ettiği yardımlarla bilinir kendisi, ondan kazandığı kadar verdiği sürece sırrı kendisine saklamasında bir sakınca yok bana göre." diye söze girdi.           "Öyle olsun bakalım." dedi Thomas ve Safiel'e baktı belkide farkında olmadan. Bugün daha iyi fark etmişti ki grup üyelerinin her birinin sakladığı ve saklamaya da kararlı olduğu sırları vardı. Bunun iyi bir şey olmadığını düşünüyordu, ama kendisine sakladı bu düşüncesini.           Sohbet kısa kesilmişti. Thomas grup üyelerinin geçmişini eşeledikçe daha fazla tepkiyle karşılaşacağını düşündüğünden başka bir şey demek istemedi. Firb ise gerilim yaşansın istemediğinden: "İsterseniz yine anılarımdan birini anlatabilirim." diye öneride bulundu. Eva gülümseyerek: "Çok isteriz, Firb. Hatta harika olur." dedi.           "O zaman size bu sefer ilk kez bir cadıyla karşılaştığım maceramı anlatayım. Bundan evvel evvel öncesiydi, yılını bile hatırlayamıyorum artık. Sakallarımı tıraş etmeye başlayalı bir iki sene oldu ya da olmadı. Belki de o kadar genç bile değildim, yok yok daha mı yaşlı olduğum zamanlarda mıydı şimdi emin olamadım. Her neyse konumuzun yaşla, saçla alakası yok zaten.            Bu karşılaştığım cadı kırışık suratına iyi gelecek zehirli bir mantarın peşindeymiş. Bu mantar da ünlü bir lordun bahçesinde yetişiyormuş. Lord mantar uzmanıymış sanırım, ama yemek kısmıyla değil daha çok zehir kısmıyla ilgileniyormuş olayın. Misafirlerinin büyük bir kısmının eve döndüklerinde gizemli bir şekilde ölmelerinin esas nedeni de buymuş aslında, mantar zehirlenmesinden öldürüyormuş sevmediği misafirlerini bu lord.           Cadı da illüzyon konusunda uzmanmış, kendisini bir prenses gibi görünmesini sağlamış ama büyünün etkisi anca üç saat mi ne sürüyormuş. Lordun partisine katılmış, gizlice mantarın yetiştiği bahçeye girmek için bir kaç nöbetçi askerle, affedin prensesim ama gerçeği saklayamam, ilişkiye girmiş oracıkta. Nöbetçi askerleri atlattıktan sonra bahçeye adımını atmış.            İşte tam bu anda ben bu cadıyla burun buruna geldim. Lordun partisi var dediler, ünlü Prenses Katherine de davetliymiş dediler. Ben de neymiş bu prenses bir göreyim demiştim. Gizlice kaleye girdiğimde bahçeye giren hoş bir kadın gördüm. Tablosunu görmüştüm prensesin ve o prenses işte bu kadındı.           Peşinden bahçeye ben de girdim ve kadının mantarlardan birini koparmaya çalıştığını fark ettim. Ben mantarları iyi bilirim, bu nedenle onun zehirli olduğunu anlamıştım. Ama belli ki bu leydi bunu anlamamıştı, yani ben öyle düşünmüştüm. Onu yiyeceğini sanarak ileri atıldım ve bağırdım mantarı yememesi için.           Cadı o anda aklına gelen ilk büyüyü yapmış ve benim üzerime bir lanet atıvermişti. O günün geri kalanını bir kurbağa olarak bataklıkta geçirmek zorunda kalmıştım. Cadıyı en son gördüğümde mantarı cebine atmış ve kaleden de kaçmak üzereydi. Gerçek prenses partiye geldiğinde o kadının sahtekâr olduğu anlaşılacaktı. Sonra da cadı avını başlattı lord ama iş işten geçmişti.”           "O cadıyı hiç bulamadılar mı?" diye sordu Safiel. Firb şaşırmıştı birden çünkü Safiel’in kendi kedisiyle ilgilendiğinden anlatılanları dinlemediğini sanmıştı.            "Bulmadılar diye duymuştum en son. Tabi bu olayın üzerinden nereden baksan bir elli sene geçmiştir." diye yanıt verdi Firb.           "Harika bir anı daha. Korsan anısından sonra cadı anını da öğrenmiş olduk, bakalım daha bize neler anlatacaksın yolculuğumuz boyunca." diye yorumda bulundu Eva.           Herkes uykuya dalmıştı ardından. Eva yine ısrar etmişti, kendisinin daha uykusunun gelmediğini söylemiş ve nöbetçi olarak durmayı kabul etmişti. Sabaha karşı Eva güneşi karşılamak için mağaradan çıkmıştı ki uzaktan gelen bir grubun ayak seslerini duymuştu. Birileri geliyordu hem de bu mağaraya doğru.           Eva biraz daha yaklaştı ve gelen grubu inceledi. En az yirmi kişilik bir haydut grubuydu. İki kişi sedyede birini taşıyordu. Sedyedeki kişi ölüydü. Eva onu tanımıştı. Dün onlara saldıran haydutların ölen lideriydi. Acele etmeleri gerektiğinden haydutu ölünce ağacın kenarına bırakmak zorunda kalmışlardı. Anlaşılan haydutlar ölen liderlerinin cesedini bulmuşlardı.           Eva hemen mağaraya koştu ve grup üyelerini uyandırdı. Tehlike büyüktü ve hemen kaçmaları lazımdı. Ama haydutlar bu kadar yakınken mağaradan dışarı da çıkamazlardı, hemen görülürlerdi. Safiel uyku sersemliğini üzerinden attıktan sonra bir öneride bulundu: "Bunu yapabilir miyim emin değilim, ama aklıma başka bir şey gelmiyor. Hepimizi bir süreliğine görünmez yapabilirim."
           Haydutların sesleri yakındı, anlaşılan mağaranın önüne varmışlardı. Eva: "Yap hemen büyüyü." diye fısıldadı büyücüye. 
1 like ·   •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 08, 2014 06:46
No comments have been added yet.