Yaz biterken
Can sıkıcı günlerin içinden geçiyoruz. Günlerdir alev alev yanıyor, Çanakkale'nin farklı noktaları. Helikopter sesleri, yükselen dumanlar, alev alev yanan tepeler... Bir hafta geçti Güzelyalı yangının üzerinden. Gitmedim. Bakmak, görmek istemedim. Çarşamba sabahı tatile giderken geçeceğim kararmış sırtların yanından.
Çanakkale bir kez daha kül ve gözyaşı altında... Suyun, rüzgarın kenti adını vermişti İbrahim Dizman, şehirle ilgili hazırladığı derlemeye. Eksik kalmış. Kan, kül ve gözyaşı da var.
Her kafadan bir ses çıkıyor. İnternet tam bir bilgi kirliliği böyle zamanlarda. Çam ağaçlarının doğal bitki örtüsü olmadığını söyleyenler var, kozalakların alevden bir bomba gibi patladığını, oradan oraya atladığını, yangının sıçramasına yol açtığını söyleyenler... Meyve ağaçlarını, yabani zeytin ağaçlarını önerenler var. Bir de kızıl çamcılar. Kızıl çamların yangına uygun şekilde evrimleştiği, çatlamak, patlamak şöyle dursun, yüksek ısı karşısında sımsıkı kapandığını, toprak dinlenip, kendini hazır ettiğinde ise filizlenmek üzere çatladığını... Doğrusunu uzmanlar bilir, elbette. Ama bu yangınların doğal olmadığına inanırken, o alanların imara açılmasından, maden ruhsatları verilmesinden çekinirken nasıl inanacağız? Ya da kime inanacağız?
Arkadaşımın yeğeni oynarken oyuncak helikopterinin altına kova istemiş. Günlerdir denizden su dolduran helikopterleri gördüğünden olsa gerek. Bizim yüreğimize kim dökecek kovalarca suyu? İçimizdeki sıkıntıyı ne dindirecek?
Yıllar sonra Gilmore Girls izlemeye başladık. Küçük bir kasabada, sevdiklerinle sarıp sarmalanmanın, ihtiyaçlarını gidermek için yardıma koşanların çok olmasının tatlı bir yanı var. Bir yanda bir genç kızın büyüme hikâyesi, bir yanda onu çok küçük yaşta tek başına büyüten bir kadının çevresindekilerle, özellikle de kadınlarla desteklenmesinin hikâyesi. Komik, sıcak, sevgi dolu. Tatile gitmeden tablete bolca indirmeli. Dozunda izlemek bize göre değil çünkü.
Çarşambadan itibaren tatildeyiz. Biraz mola iyi gelecek. Denize girip çıkmak, yemeğin önüme gelmesi, gün içinde şekerleme yapmak, kitap okumak, hamakta sallanmak, kumsalda yürüyüş yapmak, şanslıysam sevdiklerime rastlamak, şanslıysam seveceklerimle tanışmak...
Yaz bitiyor. Ağustosun yarısı yaz, yarısı güz, derler. Gurbetçiler de dönüyor bir bir. Bu akşam arkadaşlarımıza bu sezonluk veda etmek için bizde toplanacağız yemeğin ardından. Vizem bitmeden belki denk gelir ben onları ziyaret ederim. Belli mi olur. Yaşamak, hayal kurma sanatı değil mi, biraz da?
Çanakkale bir kez daha kül ve gözyaşı altında... Suyun, rüzgarın kenti adını vermişti İbrahim Dizman, şehirle ilgili hazırladığı derlemeye. Eksik kalmış. Kan, kül ve gözyaşı da var.
Her kafadan bir ses çıkıyor. İnternet tam bir bilgi kirliliği böyle zamanlarda. Çam ağaçlarının doğal bitki örtüsü olmadığını söyleyenler var, kozalakların alevden bir bomba gibi patladığını, oradan oraya atladığını, yangının sıçramasına yol açtığını söyleyenler... Meyve ağaçlarını, yabani zeytin ağaçlarını önerenler var. Bir de kızıl çamcılar. Kızıl çamların yangına uygun şekilde evrimleştiği, çatlamak, patlamak şöyle dursun, yüksek ısı karşısında sımsıkı kapandığını, toprak dinlenip, kendini hazır ettiğinde ise filizlenmek üzere çatladığını... Doğrusunu uzmanlar bilir, elbette. Ama bu yangınların doğal olmadığına inanırken, o alanların imara açılmasından, maden ruhsatları verilmesinden çekinirken nasıl inanacağız? Ya da kime inanacağız?
Arkadaşımın yeğeni oynarken oyuncak helikopterinin altına kova istemiş. Günlerdir denizden su dolduran helikopterleri gördüğünden olsa gerek. Bizim yüreğimize kim dökecek kovalarca suyu? İçimizdeki sıkıntıyı ne dindirecek?
Yıllar sonra Gilmore Girls izlemeye başladık. Küçük bir kasabada, sevdiklerinle sarıp sarmalanmanın, ihtiyaçlarını gidermek için yardıma koşanların çok olmasının tatlı bir yanı var. Bir yanda bir genç kızın büyüme hikâyesi, bir yanda onu çok küçük yaşta tek başına büyüten bir kadının çevresindekilerle, özellikle de kadınlarla desteklenmesinin hikâyesi. Komik, sıcak, sevgi dolu. Tatile gitmeden tablete bolca indirmeli. Dozunda izlemek bize göre değil çünkü.
Çarşambadan itibaren tatildeyiz. Biraz mola iyi gelecek. Denize girip çıkmak, yemeğin önüme gelmesi, gün içinde şekerleme yapmak, kitap okumak, hamakta sallanmak, kumsalda yürüyüş yapmak, şanslıysam sevdiklerime rastlamak, şanslıysam seveceklerimle tanışmak...
Yaz bitiyor. Ağustosun yarısı yaz, yarısı güz, derler. Gurbetçiler de dönüyor bir bir. Bu akşam arkadaşlarımıza bu sezonluk veda etmek için bizde toplanacağız yemeğin ardından. Vizem bitmeden belki denk gelir ben onları ziyaret ederim. Belli mi olur. Yaşamak, hayal kurma sanatı değil mi, biraz da?
Published on August 18, 2025 06:52
No comments have been added yet.
Tuğba Gürbüz's Blog
- Tuğba Gürbüz's profile
- 1 follower
Tuğba Gürbüz isn't a Goodreads Author
(yet),
but they
do have a blog,
so here are some recent posts imported from
their feed.

