Benim İçin Yazmak İhtiyaçtan Doğan Bir Eylem
*
"Benim İçin Yazmak İhtiyaçtan Doğan Bir Eylem"
“Tepeden tırnağa farklı iki kadın. Yalnızcaacıları benziyor, yalnızlıkları… Bir yabancıya açılmanın rahatlığı vuracakdillerine. İşte o zaman iskemleyi yeniden çekecek ve ‘Anlat Bana,’ diyecek.Telaşa gerek yok. Kalbi kırık ve duyulmak isteyen her kadın onu can kulağıyladinlemek isteyen birine açar kelimelerini.” (Kendisiymiş Gibi, s. 67)
Tuğba Gürbüz’ün edebi ürünleri çeşitli basılı ve dijital dergilerdeyayımlandı, öykü seçkilerinde yer aldı. İlk öykü kitabı Lodos Çarpması2015’de, ikinci öykü kitabı Kendisiymiş Gibi NotaBene Yayınlarıtarafından 2020’de okurla buluşturuldu. Pelin ve Küçük Dostu Karameladını verdiği çocuk öyküleri, Sia Kitap etiketiyle 2021’de raflardaki yerinialdı.
Kentli insanın yaşam alanına ve sorunlarına dikkat çeken Gürbüz’ünöykülerinde, ekseriyetle Kuzey Ege’nin coğrafyası, tarihi, mitleri, efsaneleri,kıyı kentlerine özgü mimari yapı göze çarpıyor. “Yeniden yazım” tekniğinikullandığı “Akkız” öyküsü Hasanboğuldu ve Sarıkız efsanesinden esintilertaşırken, “Mevsim Kadar Sıcak Öpücükler” ile “Sahanda Yumurta” öyküleriÇanakkale Savaşları’nı merkeze alıyor. Onun öykülerinde okur, bir deprem ânınatanık oluyor veya gezgin ruha sahip karakterleri sayesinde Bosna Hersek kenti“Yaprak” öyküsünde, hatırladığımız hâliyle hafızamızda yaşamaya devam ediyor.
Yazarken âna odaklanıyor Tuğba Gürbüz, yaşamdan bir kesiti çekip alaraköyküleştiriyor. Bu nedenle öyküler kısa zaman diliminde geçiyor. Yalın, akıcı,sade bir dil kurmayı başaran yazarın kurgu evrenine; sosyo-ekonomik güce sahipkentli kadınlar, bekâr anneler, aile ve arkadaşlık ilişkileri, çocuk ve ebeveyniletişimi, evlilik yaşamındaki sıkıntılar, kadınlar söz konusu olduğundafarklılıklara rağmen dayanışma içinde olunabileceği hatta yazma-yazamamasancıları sızıyor. Tuğba Gürbüz ile öykü anlayışı özelinde, yetişkinlere veçocuk okura yazmanın farklılığını konuştuk.
-Yazın yolculuğunuzdan söz ederek başlayalım istiyorum…
Her ne yaparsakbir ihtiyacımızı gidermek için yapıyoruz. Dolayısıyla benim için yazmak daihtiyaçtan doğan bir eylem. Kendimi konuşarak çok rahat ifade eden bir çocuk vegenç değildim. İçime attıklarım, bastırdıklarım, beni rahatsız eden şeylerçoğaldıkça onları günlüklere, mektuplara yazarak boşaltmaya çalıştım.Yazdıklarımın hepsi alıcısına ulaşamasa da yazmaya başlamadan önceki hâlimekıyasla kendimi daha iyi ve rahatlamış hissediyordum. Bir süre sonra yazmakalışkanlığa dönüştü. Yazma eylemi yalnızca rahatlamayı sağlamadı elbette.Yazarak düşüncelerimi tasnif edebildiğimi, aslında ne olup bittiğinin farkınavardığımı, hedef belirleyebildiğimi de fark ettim. Arkadaşlarımın bendenaldıkları mektuplarda edebi bir tat bulduklarını söylemeleri de cesaret verdi.Bununla beraber uzun yıllar yazı, iç dökme ve düşünceyi geliştirme alanı olarakkaldı.
İlk kez 2006yılında daha iyisini yapabilir miyim, bir öykü yazabilir miyim düşüncesiyleMario Levi'nin yaratıcı yazarlık atölyesine katıldım. İlk öykü denemeleri oradabaşladı. Edebiyattan zevk alan arkadaşlar edindim. Merak ve ilgi alanı olarakedebiyatı hayatımın merkezine koymaya başladım ancak bu ortam çok uzun sürmedi.Birkaç yıl sonra İstanbul'dan taşındım. Ama okuma, okuduklarım üzerine küçüknotlar alma, öykü denemeleri sürdü. İçimde yazma hevesi, elimde bittiğineinandığım birtakım ürünler vardı ama onlarla ne yapacağıma dair pek de fikrimyoktu. Yazmak yalnız başına yapılan bir eylem olsa da yazarlık yolculuğundamüttefiklik şart. O dönem etrafımda öykü yazan, dergilerde öyküleri, yazılarıyayımlanan arkadaşlarım yoktu. Yolun çok başındaydım. Ne yapacağımı, ürünleriminasıl geliştireceğimi, nerelerde değerlendirebileceğimi bilmiyordum.
Kimi zaman kişiyalnızca kendisi için yazabilir elbette ama ben okurla buluşmak, yazılarımınonlar üzerindeki etkisini görmek ve kendimi geliştirmek istiyordum. Çareyi blogaçmakta buldum. Bir yandan dergilere, dijital platformlara, yarışmalaraöyküler, kitap eklerine tanıtım yazıları göndererek kendimi sınarken blogta aradaneditörü, yayın kurulu onayını, bekleme süresi gibi etkenleri ortadan kaldırarakyazdıklarımı özgürce paylaşabildim. Bunun çok da faydasını gördüm doğrusu. Banahem yazma disiplini verdi hem de ihtiyaç duyduğum geri bildirime ulaşmamısağladı. Kurmacabiyografiler neredeyse on yaşında. Hâlâ aynı keyifle orada yazmayı, paylaşmayısürdürüyorum. Kimi öykülerin ilk taslaklarının, fikirlerinin oradaki yazılardandoğduğunu da sevinçle izliyorum.
-Son on yılda ülkemizde ve dünyada yaşananlara dönüpbaktığımızda güzel şeyleri hatırlamadığımızı fark ediyorum. Salgın, deprem, selve yangın gibi afetlerin yanında patlayan bombalar, savaşlar, göçe zorlananinsanlar, istismara uğrayan çocuklar, sayıları artan kadın cinayetleri, işkazaları, maden faciaları… Bu kasvetli tabloyu siz de kendi pencerenizden,yazan bir kadın olarak algılıyorsunuz; üstelik kitaplarınız sözünü ettiğimiz buon yıl içinde yayımlandı. Hatta Lodos Çarpması’ndaki “Gitmezdi O Zaman”öyküsü bir deprem ânını anlatıyor. Ama slogan atan öyküleriniz yok sizin, usulusul akan bir dil kullanarak yazıyorsunuz. Felaket yağmuru altında yaşadığımızson yıllarda sizi öykü yazmaya iten nedenleri, aranıza mesafe koyduğunuzolayları yazıya dökme biçiminizi, dert edindiğiniz meseleleri sormak istiyorum.Kısacası siz kanadığı yerden yazanlardan mısınız?
İşsizlik,yoksulluk, yolsuzluk, çarpık kentleşme, zorunlu göçler, mültecilik, hakihlalleri, çocuk istismarı, kadınlara ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddet,ekonomik kriz, depremler, seller, kötü yönetimler, liyakatsizlik… Saymaklabitmeyen felaket sağanağı altında nefes almaya, yaşamaya çalışıyoruz. Duygularımız,isyanımız hayli yükselmiş durumda. Türkiye’de bir toplumcu edebiyat damarı davar. Haliyle hem okur hem yazar edebiyatın bu ezilenlerin, kenara itilenlerinsesi olması gerektiğine inanıyor. Haklılar da. Öfke, toplumsal değişim için herzaman iyi bir yakıt, güçlü bir ivme ancak iş yazmaya gelince tek başına öfkeyazarın ayağına dolanabilir. Onu itebilir.Bu tür metinlerin kimi okurda hızla karşılık bulacağı, sempati uyandıracağı dakesin. Bundan kaçınmak lazım. Yalnızca aynıtarafta olmaktan kaynaklı bir müttefiklik hâline yaslanmak bir tür kolaycılıkve tribünlere oynamak gibi geliyor bana. O yüzden yazarken kendime zamantanımaya, meseleyi duygu uyandırmaktan öteye taşımaya, her şeye karşın bunubaşaramadıysam, melodrama kaçtıysam da metni çekmecede tutup kamusal alanaçıkarmamaya çalışıyorum.
-Diş hekimliği ile öykü yazarlığı arasında bir bağkuruyorum. Mesleğiniz gereği dar alanlarda çalışıyorsunuz, öykü de türü gereğiböyle; kısa, yoğun ve vurucu. İkisinde de bir kuyumcu işçiliği, titizliği sözkonusu. Yapısal olarak sağlamlık ve estetik kaygılar ön planda. Hatta çocukkitabınızda diş kliniğinde geçen bir öykünüz var. Bu yönleriyle mesleğinizinöykücülüğünüze katkısı olduğunu düşünüyor musunuz?
Diş hekimliğidar alanda, sabırla çalışmayı gerektiriyor. Belli prensipler üzerindenilerliyor. Başarısızlığı nasıl çözebileceğini de önceden bilmeyi gerektiriyor.Mesleğimi kendime ait bir muayenehanede icra eden bir hekim olduğum için doğruuygulamaları, püf noktalarını, yol yakınken hatalardan dönmeyi,komplikasyonları çözmeyi, sınırlarını bilmeyi, onları yavaş yavaş genişletmeyihocalarımdan öğreniyorum. Edebiyattan hekimliğime yansıyan vegiderek genişleyen en önemli fayda ise şefkat ve anlayış olsa gerek. Bilimselaraştırmaların da ortaya koyduğu gibi
-Kitaplarınızda çocuk gözünden anlattığınız ya dakarakterlerin çocuk olduğu öykülere rastlamak mümkün. Örneğin “GülümseyenMidilliler”de Efes harabelerini gezen; “Eşik”de ise bir çatışmanın ortasında,biber gazına maruz kalan baba ve kızından söz ediyorsunuz. Bu yönleriyle birçocuk kitabı yazacağınızın sinyalini okurlarınıza önceden verdiğinizi düşünüyorum.Sizi çocuklar için yazmaya yönelten sebepleri öğrenebilir miyiz?
Kızım sayesindeaçıldı bu yol. İlk gençliğin ardından uzun yıllar çocuk ve gençlik edebiyatınadair ürünler okumadım. Kızımın doğumunun ardından okul öncesi kitaplara ilgimarttı. Uyumayı seven bir çocuk değildi. Uyuduktan sonra dünyanın onsuz dadöneceği, bizim bir şeyler yapmaya devam edeceğimiz algısı onun uykuya geçişinizorlaştırıyordu. Uyku öncesi birlikte kitaplar okumak keyifli bir gevşeme,kikirdeme alanı sağlıyordu bize. Bir süre sonra ona kitap yetiştiremez oluncaberaber kütüphaneye gitmeye, oradan ödünç kitaplar almaya başladık. Hatırısayılır kitap okuduk birlikte. İmrendiğim, hayran kaldığım, çokça güldüğüm pekçok kitapla tanışmış oldum. Yazarlık biraz da okuduğun, imrendiğin, hayrankaldığın kitaplar gibi yazma hevesi. Bu heves bizi eyleme geçiriyor. Hemyaratıcılığımızı tetikliyor hem de kendimize meydan okumamızı sağlıyor. Üretim ve çözüm bulma anlarında da bolcamutluluk hormonu salgılatarak bir nevi bağımlılık yaratıyor galiba.
-Edebiyatımızın ustalarından Necati Tosuner, çocukokura yazarken daha titiz olunması, yetişkin edebiyatı kadar dikkatli birişçilik geliştirilmesi ve bu yönleriyle de kitap okumanın verdiği hazduygusunun çocuklardan esirgenmemesi gerektiğini düşünür. Çünkü çocuk içselleştirmediği bir şeydençabuk sıkılır ve Tosuner’e göre gider şişe mantarıyla oynar daha iyi. Çocukokura hitap etmenin sizin açınızdan ne gibi zorlukları vardı ve yetişkinlereyazmaktan farklı olarak nasıl bir çalışma geliştirdiniz?
HüsnüArkan’ın “Açık kapı değildir hayat, yaşlılar bilir/ Bir eşikten, aralıktan negördüyseniz odur,” dizeleri benim öykü anlayışıma uygun düşüyor. Yetişkinler içinyazarken Bu tutumu çocuklar için yazarken sürdürmek doğru birseçim olmayacaktı. Bu alışkanlığı aşıp çocuklar için takip etmesi daha kolay vekeyifli bir metin ortaya çıkarmak istedim. Pelin ve Küçük Dostu Karamel’de Pelin ve ailesininhayatından kesitler sunan beş bağımsız öykü var. Öyküleri kronolojiyi gözetereksıraladım. Bu sayede bir roman bütünlüğünde olmasa da kahramanlar arzularına,hayallerine doğru yol aldı ve bir değişim yaşadı. Bu çalışma bana aynıkahramanlarla daha uzun yarenlik etme, yol alma fırsatı sunarak bir romanüzerinde çalışmanın neye benzeyeceği konusunda da bir fikir vermiş oldu.
-Pelin ve ailesinin hayatı üzerinden kaleme aldığınızbeş öyküyü içeren kitabınızda edebiyat lezzeti var; deyimlere yer vermiş,atasözlerini kullanarak metinlere zenginlik katmışsınız. Burada kültürel biraktarımdan söz edebiliriz. Ayrıca çocuk okurlar öykü ve romanlardakikarakterlerden, kahramanlardan çok çabuk etkilenir; dil ve toplumsal cinsiyetkalıplarını onlardan örnek alarak öğrenirler. Bu anlamda genel kabul görmüşklişeleri yıktığınız bir çocuk kitabı yazdığınızı düşünüyorum. Özellikle evişlerine yardımcı, kirli tabakları bulaşık makinesine yerleştiren, omlet yapanbaba figürü ile kitap okuyan bir annenin varlığını görüyoruz. Bunları yazarkendidaktik olmaktan kaçınmayı nasıl sağladınız?
Yetişkin deçocuk da haz almak için okuyor. Yazar olarak araya girip erdem bildirmekoyunbozanlık bana kalırsa. Çocukların hayatı yetişkinlerin belirlediğikurallarla bezeliyken okuduğu kitabın içinde bunları gördüğünde o kitabı elindenbırakır ya televizyonu açar ya da arkadaşıyla oyun oynar. Bir daha da sizinleve yazdıklarınızla yıldızı barışmaz. Çocuklar için yazarken içine düşeceğimizen büyük hata, metni bir mesajı iletme kaygısıyla yazmak. Hepimizin bir derdi,bir meselesi var elbette, bunlar bizi için için dürttüğü için yazıyoruz amabunu nasihat verme aracına çevirmeden sahneler ve deneyimler yaratmak yeterli.Metin bizden çıktıktan sonra artık okura ait. Dolayısıyla okurun iplerini çoksıkı tutmaya, onun bizimle aynı çıkarımlara varmasını sağlama çabası gütmeyegerek yok. Her okur metnin içinde kendi yolunu bulacak, onda uyanan duygular,düşünceler doğrultusunda kendi mesajını kendi çıkaracaktır.
-Son soruolarak, üzerinde çalıştığınız yeni bir dosya var mı? Pelin’in hikâyesinindevamını yazmayı düşünüyor musunuz?
Yetişkinler ve çocuklar için öyküler yazmaya devam ediyorum. Her ikidosya da neredeyse hazır. Yayıncılarıyla buluşmayı bekliyor.
Tuğba Gürbüz's Blog
- Tuğba Gürbüz's profile
- 1 follower

