Kayahan Demir ile söyleşi*
Mart ayında boş durmadım sevgili okur. Parşömen Edebiyat çocuk edebiyatı köşesi için Kayahan Demir ile yaptığımız söyleşi, mart ayı verimlerinden. İçinde yazmaya dair hoş ipuçları var. Keyifli okumalar...
"Polisiye edebiyatın matematiğidir"
Genellikle tarihimekânların, sembol binaların, eserlerin, geçmişte yaşamış ünlü kimselerin de kurguyadâhil edildiği polisiye ve korku romanları, eğlenceli bilmeceler, matematikfıkraları yazıyorsunuz. Bahsi geçen türlerde çocuklar için verilen ürünlerindaha az olduğunu görüyoruz. Sizi bu alanlara iten, buradan yazmaya teşvik edenunsurlar neydi?
Aslında zamanındaeksikliğini hissettiğim her şey... Ben polisiye okumaya ortaokul yıllarındabaşladım. Agatha Christie kitaplarıyla... O dönem keşke Agatha Christie’nin birkitabı Türkiye’de, mesela İstanbul’da geçseydi diye düşünürdüm hep. O zamanlar polisiyetüründe bizim kültürümüzü, şehirlerimizi, insanlarımızı anlatan kitap yok gibibir şeydi. Haliyle görmediğiniz, bilmediğiniz kültürler, yaşantılar sizi tamolarak içine çekemiyordu. İnsan bazen okuduğu kitaplarda kendini evinde gibihissetmek istiyor sanırım. Şu anda ben tam olarak bunu yapıyorum aslında. Benimyıllar önce duyduğum bu eksikliği özellikle ortaokul seviyesindeki gençokurlarım duymasın istiyorum. Kitaplarımı okurken aynı zamanda kendilerini evlerindegibi hissetsinler.
Bir de özellikleanalitik zeka ve hayal gücünün gelişimi için en verimli yaşlar ortaokuldönemine tekabül ediyor. Polisiye edebiyatın hem analitik zekâya hem de hayalgücüne çok ciddi katkıları var. Bilimsel bir gerçek bu... O sebeple benpolisiyenin özellikle ortaokul seviyesindeki çocuk ve gençlere okutulmasıgerektiğini düşünürüm. Ancak her polisiye kitap o yaş seviyesi için uygunolmayabiliyor. Kitaplarımda kullandığım kelimelerden tutun, şiddet sahnelerinekadar hassas olmamın en büyük sebebi de bu... İlk önce geleceğimiz olangençlerimizin bu türü okumasını istiyorum. Yetişkinler zaten istedikleri hertürden kitabı okuyabiliyorlar. Ki benim yediden yetmişe farklı yaş skalasındaokurlarım var ve bu beni çok mutlu ediyor.
Son romanınız “PeraPalas’ta Onbir Gece”de Pera Palas Oteli anlatının merkezinde yer alıyor veyalnızca bir mekân olmanın ötesine geçerek kahramanlaşıyor. Pera Palas’ın sizinhayatınızdaki yeri, önemi nedir?
Ruhu olduğunainandığım Pera Palas’ın kalbimdeki yeri her zaman farklı olmuştur. Zira PeraPalas benim çocukluğum, ilk gençliğim... Hayatımın önemli bir bölümünde benimen büyük kahramanlarımdan... Bir yer, bir yapı kahraman olabilir mi? Benim içintam olarak öyle... Doğduğum, büyüdüğüm ve hala ikamet ettiğim evime dört beşdakika yürüme mesafesindedir Pera Palas. Çocukken ve öğrencilik yıllarımdaönünden kaç kez geçtiğimi hatırlamıyorum bile. Sonrasında uzun bir sürerestorasyonu yapıldığı için kapalı kaldı. Tekrardan açıldığındaysa bir otelden ziyadeBeyoğlu’nun kültür merkezi haline geldi. Buraya boşuna Beyoğlu’nun incisidenmiyor. Özellikle edebiyat buluşmaları kapsamında birçok etkinliğe evsahipliği yapmaktadır. Hatta tüm Avrupa’da organize edilen Kara Hafta Festivaliher yıl Pera Palas’ta yapılır. İstanbul Kara Hafta Festivali, polisiyeyazarlarını tek bir platformda buluşturan uluslararası bir organizasyondur. Hattaben de üç dört yıl önce bu organizasyona konuşmacı yazar olarak katılmıştım.Tüm Avrupa’dan gelen yerli yabancı polisiye yazarlarla polisiye edebiyatıüzerine sohbet etmek harika bir duyguydu. Keza ‘Pera Palas’ta Gölge Oyunu’kitabını bu organizasyondan esinlenerek kaleme almıştım.
Ama Pera Palas’ısevmemin bir sebebi daha var. Az önce ortaokul yıllarımda bana polisiyeyisevdiren yazardan bahsetmiştim: Agatha Christie... Bilen bilir, onun da PeraPalas’ta bir odası var. Ne zaman Türkiye’ye gelse Pera Palas’ta 411 numaralıodada kaldığı rivayet edilir. Son kitabım ‘Pera Palas’ta On Bir Gece’de AgathaChristie’nin bu gizemli hikayesini anlatıyorum. O 1926’daki meşhur kayıp on birgününü...
Anlayacağınız PeraPalas’ı sevmem için o kadar çok sebebim var ki! Pera Palas’la ilgili yazdığımkitaplar da bu kıymetli otele karşı bir nevi vefa borcumdur.
Kitapta gerçek bircinayet işleniyor, polisiyenin olmazsa olmaz sorusu “Katil kim?”in peşine dedüşülüyor. Bunun yanı sıra romanın geneline yayılan, okura sık sık hatırlatılanbir başka cinayet türü daha var: “En büyük cinayet, bir insanın mutluluğunu vehayallerini öldürmektir.” Roman bize bu cinayetin her zaman dışarıdangelmediğini, kişinin bazen kendi hayallerinin de katili olabileceğinigösteriyor. Adeta okura “Ne cinayet işle ne de intihar et,” diyor. Bu konudaneler söylemek istersiniz?
Bir insanınkendisine yaptığı kötülüğü başka hiç kimse yapamaz. Daha önce yaşadığımız acıtecrübeler, çevremizdeki insanların olumsuz yorumları, özgüven eksikliğimiz vekorkularımız içimizdeki yeteneklerin özgür kalmasını engelliyor. Birçok yetenekemin olun, sırf bu sebeplerle gün yüzüne dahi çıkmadan yok oluyor. Farkındaolmadan kendi hayallerimize, mutluluklarımıza suikastlar düzenliyoruz. Veyaçevremizdeki insanların hayallerimizi çalmalarına izin veriyoruz. Aslında bize,hepimize doğuştan verilen bir yetenek var: Hayal gücü... Bu yeteneği zamanlafarkında olmadan yitiriyoruz. İşte hayallerimiz, mutluluklarımız da buyeteneğimizle birlikte yok oluyor. Sonra bir bakıyoruz ki, istemediğimizmesleklerde, kasvetli şehirlerde ve sevmediğimiz insanların arasında buluyoruzkendimizi. Kendi mutsuzluğumuzu tıpkı bir salgın hastalık gibi diğer insanlarada bulaştırıyoruz. İşte mutsuz toplumlar bu şekilde ortaya çıkıyor. Baştaönemsiz sayılabilecek küçük bir kelebek etkisiyle...
Polisiyeyisevmenin bir sebebi de bu aslında. Cinayet kavramını daha geniş ele alabilmeyi,olaylara farklı açılardan bakabilmeyi sağlıyor. Cinayet, sadece bir insanınöldürülmesi demek değildir. Hayvan, doğa katliamları ya da kendi hayallerimizekarşı hunharca yaptığımız eylemler de cinayete giriyor. Sadece bu cinayetlerin yasalardabir karşılığı yok, hepsi bu.
Elbette her tür içinkurgu, yapıyı ayakta tutan bir iskelet sistemi gibi vazife görür ancak polisiyeroman söz konusu olduğunda işin matematiği, okuru merakta bırakacak unsurlarınazar azar verilmesi, yanıtların ustalıkla geciktirilmesi, anlatıda nesnelerin,ayrıntıların yerleşeceği yerler çok daha önem kazanıyor. Lisans eğitiminizinmatematik ve astronomi üzerine olması sizin için işleri ne ölçüdekolaylaştırıyor?
Büyük ölçüdekolaylaştırıyor. Hatta size şöyle söyleyeyim, eğer ben ortaokul yıllarımdapolisiye okumasaydım muhtemelen üniversitede matematik eğitimi almazdım. Banagöre, polisiye edebiyatın matematiğidir. Genellikle matematik dediğimizdeinsanların aklına sayılar ve sıkıcı formüller geliyor. Oysa matematiğin olmazsaolmaz önemli bir alt dalı var: Mantık. Evet, aslında biz polisiye yazarlarıkitap yazarken aynı zamanda bir mantık sorusu da hazırlıyoruz. Yanıtını okurdanalmak istediğimiz, cevap anahtarının kitabın sonunda olduğu bir eser... İpuçlarınıtamamen mantık doğrultusunda doğru bir şekilde vermek polisiyenin altınkuralıdır. Eğer siz ipuçlarını doğru bir şekilde verirseniz, polisiye okuruanalitik zekâsını da kullanarak katili dedektiften önce yakalayabilir. Ama bukonuda çok dikkatli olmak gerekiyor. Zira polisiye okuru çok zekidir.Yaptığınız en ufak bir mantık hatasında faturayı haklı olarak size, yanipolisiye yazarına kesecektir.
Ben matematikbölümünde okurken bir dersimde dahi hesap makinesi kullandığımı hatırlamam!Tuhaf değil mi? Çünkü akademik matematikte mantık vardır, analiz vardır,teoremler ve ispatlar vardır. Yani işin özünde analitik zekâ vardır. Üniversiteyıllarında edindiğim bu yetenek şu anda polisiye yazarlığı kariyerimde çokişime yarıyor. Aynı şekilde başka bir sayısal branş olan astronomi bölümü de bukonuda bana çok şey katmıştır. Oralardan edindiğim bilgilerle kitaplarımdamatematiğin, astronominin eğlenceli taraflarını gösteriyorum aslında. Ama buaramızda kalsın, zira birçok polisiye okuru matematiğin ve mantığın kurgudasaklı olduğunu bilmiyor. Onlar sadece eğlenceli, heyecan verici bir romanokuduklarını zannediyorlar.
Çocuklar kendileri içinyazılan kitaplarda, daha çok sahicilik arıyor, yetişkin muamelesi görmekistiyor. Oysa yazarlar kimi zaman kahramanları, arkadaş çevrelerini, içindeyaşadıkları aileleri fazla idealize edebiliyor. Kahraman bir çatışma yaşasadahi anlatı boyunca onu hemen her şeyin çok steril olduğu bir atmosfer içindeizliyoruz. Sizin romanlarınız böyle değil. Cinayet, kan, entrika mevcut. Bukonuda çocuklardan aldığınız geri bildirimi merak ediyorum. Ne düşünüyorlar?
Hayatın bazıgerçekleri vardır ve edebiyat bu gerçekleri yansıtmada iyi bir ayna görevi görür.Hayatı sürekli toz pembe gibi gösterirsek bu durum belirli bir zamandan sonrabilinçli okur tarafından da yapay görünecektir. Polisiye hayatın gerçeklerinive toplumsal sorunları yansıtmada mahir bir tür... Özellikle de insanınkaranlık taraflarını çok güzel fısıldıyor yine biz insanların kulaklarına...Aslında bize bizi anlatıyor desek yalan olmaz sanırım. İkinci Dünya Savaşı’nda insanıninsana verdiği zararı bizzat gözleriyle gören insan, polisiyeyi sevmeyebaşladı. Önceleri polisiye çok da sevilen, değer gören bir tür değildi aslında.Ama artık günümüz insanları kendisini tüm gerçekliğiyle anlatan eserlereyöneliyor ve bu çok normal bir durum.
Tabii çocukedebiyatında bazı noktalara dikkat etmek gerekiyor. Polisiyenin genellikleçocuklara tavsiye edilmemesinin en büyük sebebi cinayet, kan ve entrikanın açıkbir şekilde verilmesidir. Ben kitaplarımda bu noktaya dikkat etmeyeçalışıyorum. Evet, bir polisiye kitapta cinayet, kan olması gayet normal. Amabunu daha küçük yaştaki okurlarımın psikolojilerini de düşünerek kalemealıyorum. Genellikle ben cinayet romanlarının biraz daha analiz ve çözümlemekısmıyla ilgiliyim. Yani Agatha Christie’nin de söylediği gibi küçük grihücrelerimizi ne kadar çalıştırabildiğimizle ilgileniyorum. Kitaplarımın heryaştan okura hitap etmesinin sebebi de bu aslında ve genç okurlarımdan her gün çokgüzel dönüşler alıyorum. Sadece genç okurlarımdan da değil, bilinçliöğretmenlerimiz, anne ve babalarımızdan da harika yorumlar geliyor, çok mutluoluyorum. Tek sorun bir kitabı okuduktan hemen sonra yenisini beklemeleri... Polisiyeninböyle ağızda tat bırakma gibi bir huyu var. Bir kere o lezzeti aldınız mı, süreklidevamının gelmesini istiyorsunuz. Ben de kalemimin mürekkebi yettiği müddetçesevgili okurlarımın bu kıymetli taleplerini karşılamaya çalışacağım.
Her yazar, kalemoynattığı türün iyi örneklerinin de sıkı bir okuru öncelikle. Siz bu türe emekverirken hangi yazarlardan beslendiniz, kimleri kendinize örnek aldınız?
Kesinlikle öyle. Banagöre kendi alanımızla ilgili bir yazıyorsak üç okumalıyız. Ben de polisiyeyazarlığımın yanı sıra iyi, sıkı bir okur olduğuma inanıyorum.
İlk olarak bana butürü sevdiren Polisiyenin Kraliçesi Agatha Christie’yi söylemek isterim. Birçokkitabını birkaç kez okuyan sıkı bir hayranı olarak ondan ve kitaplarından çokşey öğrendim. Zekasına hayran olduğum bir yazar ve muhtemelen bugün yaşasaydıbirçok polisiye yazarı işsiz kalırdı! Salt polisiyede açık ara favorimdiyebilirim. Benzer şekilde Sir Arthur Conan Doyle’u da bu listeye ekleyebiliriz.Meşhur Sherlock Holmes serisiyle salt polisiyenin mihenk taşı haline geldi. Kigururla söylemeliyim ki, Sherlock Holmes külliyatını da ortaokul yıllarımda okumuştum.
Günümüz çağdaş polisiyeyazarları arasında Grange ve Tess Gerritsen’ın kalemini beğeniyorum. Bilim veteknolojiyi çok başarılı bir şekilde polisiyeye enjekte ediyorlar.
Okurlarınızın yakındantanıdığı dedektif Milas, Şifreli Dosyalar ekibi, tatsız espriler kralı Engin Arbugünlerde neler yapıyor? Onları yeni bir maceranın içinde görecek miyiz?
Şu sıralar bizimDedektif Milas’la Engin Ar’ın keyfine diyecek yok! Çünkü biraz karışık ama bolsürprizli, bol entrikalı yeni bir cinayet olayını çözdüler. O kadar yeni ki,henüz dumanı üstünde desem yeridir. Ama sevgili okurlarımın bu yeni macerayaşahit olması için biraz daha sabırlı olması gerekecek. Umuyorum ki, yazımsürecini yeni tamamladığım kitabım en kısa sürede değerli okurlarımla buluşur. ZiraDedektif Milas, henüz yeni çözdüğü bu cinayet olayını genç ve genç ruhlu hayranlarınaanlatmak için sabırsızlanıyor.
* Bu söyleşi ilk kez 17 Mart 2023'te Parşömen Edebiyat'ta yayımlanmıştır.
Tuğba Gürbüz's Blog
- Tuğba Gürbüz's profile
- 1 follower

