İç Sıkıntısı

(Bu parçayı ben yazarken dinledim, siz de okurken dinleyebilirsiniz.)


 


Sevgili Okur,


Son zamanlarda nasıl içim sıkılıyor! Dünya ağrısı yüreğime öküz gibi oturuyor. Ne yapsam geçmiyor. Bu doğru değil. Bazı şeyler var aslında. Yapsam geçer ama onları yapmak da hiç içimden gelmiyor. İnsanın kendini depresif hissetmesinin en tehlikeli tarafı da bu bence. İnsan depresif haline yapışmak istiyor, bir tarafıyla.


Neden böyle oldum diye düşünmek, hele hele içinde bulunduğumuz zamanlarda, çıkmaz sokak. Yüz binleri öldüren bir salgın atmosfere girmişken benim yüreğime dünya ağrısı oturmasaydı, kendime şaşardım. Dünya ağrısı biraz da insanlığın ortak acısıdır, yasıdır. Dozu dayanılmaz bir hale geldiğinde insanı öldürebilir. Bir tanesi babam olmak üzere, hayatıma girmiş iki kişi intihar notlarına “dayanamıyorum” yazmakla yetindiler. Ama insan ruhu, -tıpkı vücudu gibi- düşen kimyasallar karşısında çare üretebilir. Sağlıklı bir zihin, devamlı neşeli ve olumlu düşüncelerle dolu bir zihin demek değildir. Sağlıklı bir zihin, kendi karamsarlığına ayna tutabilen ve bu karanlık halin geçiciliğini kavrayabilen bir zihindir.


Bugünkü gibi sıkıldığımda evden çıkmak içimdeki bulutları dağıtmaya yardımcı oluyor. Tebdili mekanda ferahlık vardır. Akşam altıya kadar evde kem kem dolandıktan sonra nihayet 6’da, akşamın ışığı en güzel kızılına yaklaşırken ve hava nihayet soluk alacak kadar serinlemişken bisikletimle Athinas Caddesi’ne geldim. Yolda, bisiklet üzerindeyken, New York’da yaşayan çok eski bir arkadaşımı aradım. Bu arkadaşımla, yıllar yıllar sonra düzenli olarak telefonlaşmaya karar verdik. Çarşamba akşamları (bana göre) kısaca da olsa birbimizi arıyoruz. Geçen Çarşamba ben yine keyifsizdim. Arayamadım. Bu hafta da atlarsam, son 5 haftadır kurduğumuz bağ sekteye uğrayacaktı, o yüzden çevirdim numarasını. Bizim evden Dope kahvesine kadar yol bisikletle 10-15 dakika sürüyor. Atina’da iş hayatı öğleden sonra 3’te son bulduğu için ve turistler de olmadığından sokaklar bomboş, kafeler de bomboş. Bisikleti kilitleyip kahvedeki yerimi alınca telefonun kamerarasını da açtım, biraz da yüz yüze konuştuk.


Bana kalırsa iç sıkıntımızın büyük bir kısmı zayıflayan bağlarımızdan kaynaklanıyor. Geçen kış bu konuyu işleyen bir kitap çıktı. Yazarı Amerikalı. Depresyonun yükselişini birincil bağların (akrabalık ve dostluk) zayıflamasına bağlamıştı. Ben o kitabı aldım da üstelik, Moda’da küçük bir kitap ve plak satan dükkandan ama İstanbul’da bıraktım. Neyse, ben de aynısını düşünüyorum. New York’daki arkadaşımla yirmi dakikalık bir sohbet beni besledi. Birbirinin gençliğini bilen dostlarla konuşmanın şifalandırıcı bir etkisi olduğuna inanıyorum. Aileden saklanan şeyler olabilir. Ya da üzülmesin annem, kaygılanmasın babam, kızmasın kocam diye insan kendini ailesine tam olarak ifade edemeyebilir. Yeni dostlar iyidir ama onlar da sizin olgunluk çağınıza rastgeldiyse, derinde yatan ve belki sizin bile unuttuğunuz kişiyi göremezler. Gençlik dostları ise kabuğun altında kimin yaşadığını bilirler. Siz unutsanız bile onlar hatırlar.


New York’lu arkadaşım, buhranıma şifa olsun diye,  günde bir saat sanatçı saati geçirmemi önerdi. Artist’s hour. Tam da senlik bir şey aslında, diye de not düştü. Çünkü onları, üniversite yıllarımızda, 90 dakikalık vardiyalarla masaya bağlar, saat çalana kadar tuvalete gitmek için bile ayağa kalmalarına izin vermezdim. Böyle böyle, üç günde üç paper yazardık. Shift usülü.


Sanatçı saatinde öyle kendimi masaya bağlamama filan gerek yokmuş. Hatta şu sıralar üzerinde çalıştığım romana, öyküye, projeye bile bakmama gerek yok. Günlük yazmak olabilir. Beni besleyen ama tüketmeyen, yormayan ve bitirilmesi gereken bir iş olmayan bir etkinlikten bahsediyor arkadaşım. Bu senin için ne olabilir, dedi.


Biliyorsunuz, bisiklete binerek ya da yürüyerek sesli kitap dinlemek beni çok mutlu ediyor. Günün ilhamını oradan alıyorum bile denebilir. Yoga yapmak, sabah yogası değil de akşam yogası da beni besleyen bir şey ama insanın içi sıkılırken yogaya dikkat etmesi gerekir. Karanlık günlerde derine inersen, oradan çıkamayabilirsin. Ne de olsa yoga, içinde ne varsa onu büyüten, gözler önüne seren bir mekanizma. Yogaya yeni başlayan ciddi öğrencilerin tüm karması birden önlerine dökülür. Başlarına gelmedik şey kalmaz. (Ben çok hasta olmuştum ilk senemde, operasyonluk.) Tanrılar ona şöyle der: Demek yoga yapıyorsun, yani karmalarınla yüzleşmeye hazırsın, al o zaman bununla başla.


İç sıkıntısının en fena tarafı ne biliyor musunuz? Sıkıntı değil. Keder, hüzün hiç değil. EN fena kısmı uyuşukluğu. Bir şey, herhangi bir şey hissetmenin zorluğu. Zaman (hayat) sanki ruhun kabuğundan geçiyor ve öyle hafif, öyle kendini hissettirmeden geçiyor ki, bir çizik bile atmıyor. Şaşkınlıkla dönüp üzerinizden geçmiş zamana bakıyorsunuz, Temmuz ayına bir hafta kaldı. Şubat ayından beri ne yaptım ben? Ne hissettim? Neyin farkına vardım? Neyin anlamını, ha tam şuramda, canımda bildim? Zamanın (hayatın) ruhuma attığı çiziklerin sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Onlar da yüzeysel.


Evet, yüzeysellik. İç sıkıntısının en tatsız kısmı yüzeysellik. Dikkat toplanmadığı için her şeye ilgi yüzeyde kalıyor. Alt katmandaki anlamları keşfetmeye üşenen bir zihin. Her an dağılmaya hazır bir dikkat. Bir küçük roman yazıyorum. Karakterleri ile yakınlaşamadık. Anlatıcısı bana hikayesini anlatıyor ama kimdir, sevdiği kadın kimdi, bana anlattığı hikaye esasen neyin hikayesi, bunları bulamıyorum. Anlamın peşinde koşturmanın dünyanın en haz veren işi olduğuna inanan, bunu tüm benliği ile bilen bir insan için ne acı bir insanlık hali yüzeysellik.


Zihinsel olarak derinleştiğimizde, bir eserin veya hayatın kendisinin anlamı üzerinde düşünüp, fikir ürettiğimizde, o anlamın altını katman katman kaldırdığımızda duyduğumuz zihinsel hazzın eşi benzeri yok. Bunu Ayfer Tunç da bir söyleşisinde söylemişti. Zihinsel doygunluk yaratıcılıktan geçiyor. Ben bu yüzeysel günlerde, derine girecek enerjiyi, odaklanacak hali bir türlü bulamadığım için içim sıkılıyor.


Siz? Siz nasılınız? Dünya ağrısı çöreklendiğinde siz neler yapıyorsunuz?


Haydi, yazışalım.


Defne.


[image error]Fotoğraf: Kokia Sparis ®2020
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on June 24, 2020 09:50
No comments have been added yet.