YALAN DÜNYA
Bu yazının orijinali Mavi Orman kitabında yayımlanmıştır.
Shadow Yoga, bireysel asana kursumuzun ikinci haftasının sonuna yaklaşıyoruz. Günün büyük kısmı hala kabuğumuzda geçiyor ama işte bu sabah gibi nadide anlarda üçümüz, dördümüz bir araya gelip –şansa- birbirimizi tanımaya vakit ayırabiliyoruz. Ve konuşuyoruz. Yogayı ve tabi ki sonra Amerika’yı. Başkanlık seçimlerine bir haftadan az kaldı. Liberal, açık görüşlü, savaş ve Bush karşıtı Amerikalı arkadaşlarımın bazıları Obama’nın dünya düzenini yeniden kuracağına inanıyorlar. Obama kazanacak mı? Kazansa bir şey değişecek mi? Amerikan başkanı ve devleti ne kadar güçlü, ne kadar diğer güçlerin piyonu? Esas imparator kim? Yalanlarla çevrelenmiş dünyalarımızda hakikati yaşamaya çalışmak devrim mi, değil mi?
Shadow Yoga, ışığa giden yolun gölgeden geçtiği prensibi üzerine kurulu bir ekol. Hocamız Zhander gölgenin kaynağını araştırırsak, ışığa varacağımızı söylüyor. Güneş ve ay aydınlattıkları objeler üzerinde gölgeler doğururlar. Allama Prubhdeva, yoganın fikir babalarından biri, “insan vücudu donmuş gölge katmanlarından ibarettir” diye yazmış.
Shadow yoga kursuna katılanların yarısı, burada Kaliforniya’da yaşıyor, diğer yarısı –biz Portland’lılar mesela- Amerika’nın çeşitli yerlerinden geldik. Üç kişi de Yeni Zelanda, Kanada ve Singapur’dan uçmuşlar bu kursa katılmak için.
Otuz beş kişilik grubumuz sabahları dörde ayrılıyor. Altı buçuk, yedi, yedi buçuk ve sekizde gelenler. Böylece aynı anda otuz beşimiz birden salonu doldurmuyoruz. Gelir gelmez herkes kendi yogasına dalıyor…Dalmalı… Dalması bekleniyor…Oysa benim sağıma, soluma, kapıya gözüm kayıyor. Her birimiz yüzümüz duvara dönük çalışıyoruz. Ama işte öne eğilirken kime hangi poz verilmiş diye bakmadan edemiyorum. Köpek pozu Zhander’in kiminle ilgilendiğini görmeme müsaade ediyor mesela! Sağıma tivist ederken yanımdaki kızın prelüdündeki yanlışları tespit edebiliyorum. Soluma tivist ederken diyorum dön içine, sana ne? Ama niye ki? Madem kendimize dürüst olmayı öğreniyoruz, kendimden başka bir şeymişim gibi davranmanın alemi var mı? Kimi kandırıyorum? Merak ediyorum kim ne yapıyor? Neden? Kendimde bir şeylerin eksik olduğunu düşünüyorum belki? Benden iyiler mi? Daha mühimi: Benden kötüler mi? Karşılaştır dur. Kendi değerimi diğerlerine bakarak biçme alışkanlığı. Donmuş bir gölge katmanı. Günlük hayatta varlığını fark etmiyorum ama işte böyle kendi kendim ile yüzyüze kaldığım yoga anlarında görüntü su gibi berrak. Ne yapayım, gülüyorum duvara karşı! Gölge erimeye yüz tutuyor.
Godfrey Deverux’nun çok beğendiğim bir Satya açıklaması var. Satya yoganın temel prensiplerinden birisi: dürüstlük. Godfrey diyor ki, yalan söylemiyor muyuz yani? Tabii ki söylüyoruz. Satya yalan söylememek değil, yalan anlarında kendimizi fark edip, birini (veya kendimizi) kandırdığımızı kabullenmek olarak düşünülsün.
Salonda duvara karşı otuz beş yoga öğrencisi kendi yalanlarımıza bakıyoruz. Yalanlarımdan utanıyorum. Sonra görüyorum ki utanmak da bir alışkanlık. Donmuş gölge katmanları ile yüzleşmek yerine, onlardan utanmaya, yoklarmış gibi yapmaya alışmışım. Utandıkça, yalan yılana dönüşüyor, sürüyor da sürüyor.
Yalanlarımıza bakıyoruz. Ve tabii yaralarımıza. Zhander’a içinizdeki pislik kovası ile yüzleşin diye diye yürüyor salonda! Hem o öyle benim gibi kibar da söylemiyor! Haksız değil. Ben her sabah salondan çıkarken midem alt üst, kustum kusacağım. Emma suyumu çıkarıyor. Bu seneki kursta beni Emma sahiplendi. Bütün dikkati ile beni izliyor, dinliyor, düzeltiyor, pisliklerin su yüzüne çıkmasını sağlıyor. Zhander ise yanıma uğramıyor. Her gün düşünüyorum acaba neden? Bacaklarımın arasından Zhander’in tepelerine tünediği öğrencileri gözetlemem biraz da bu yüzden. Onlarda ne var da bende yok? Veya bende ne var da onlarda yok? Karşılaştır dur. Sonra midemde çalkala çalkala duygular bulantı yapıyor.
Donmuş gölgelerden sıyrılırken bizleri çevreleyen yalanları bir bir görüyorum. Ne çok yalanla dolu hayatlarımız. Çalışmak zorunda olduğumuz yalan mesela. Savaşmak zorunda olduğumuz da! Tarihin içinde bulunduğumuz bu döneminde, teknoloji insan emeği/zamanı olmaksızın üretimi sağlayacak bir noktada. Ve yeryüzünde, şimdi, şu anda her bir insanın karnını hayatlarının sonuna kadar doyurmaya yetecek miktarda besin ve su mevcut. Yani güçlerin dengelendiği bir düzende, insanlar canlarını sömüren, ruhlarını tatminsizliğe mahkum eden işlerine gitmek yerine hayatlarını yaşayabilirler. Kitap okuyabilir, böceklerin mucizevi yaşamını inceleyebilir, yıldızları gözleyebilir, müzik yapıp, şiir yazabilir, kısacası bu aleme insan formunda gelmenin hakkını vererek yaşayabilirler.
Neden çalışmak zorunda olduğumuza -ve bununla bağlantılı her şeye- dair ailelerimizden/öğretmenlerimizden/ televizyondan (hele hele televizyondan!!!)/ gazetelerden/dergilerden duyduğumuz her şey yalan. Bize ihtiyacımızmış gibi gösterilen mallar, mülkler, garantiler, sigortalar, tatil köyleri, vitamin kapsülleri ve bütün bonuslar ve yanında getirdikleri krizler de yalan. Sağınıza solunuza bakın, şimdi şu anda hakikati görebilirsiniz. Bizi girdabına çeke çeke beslenen bu sistemin, kudretinin katmerlenmesi için yalanın sürmesi gerek. Canavarın kölelere ihtiyacı var. Mümkünse yabancıdan, yeniden, riskten ölesiye korkan, hayat güvencesi (ne demekse?) peşinde perişan kölelere…”Hayatımı kazanmak” denen yalanın doğrusu canımızı, yaşam enerjimizi feda etmek mi? Kime çalışıyoruz? Niye çalışıyoruz? Hakikatten mi?
Yalan sürdükçe, yoga pozumuz kurmadan padmasanaya, Amerikan başkanı beyazdan siyaha dönüşse bile, hakikati kaplayan donmuş gölge katmanları erimeyecek. Utanmak var ya da yüzleşmek var.
Bana sorarsanız, gölgelerin ötesinde özgürlüğümüz var.
[image error]
Filed under: Türkçe Yazılar

