Kerem Işık's Blog
December 17, 2020
Fragmanlar (2)

Tabii bunlar işin biraz da magazin boyutu olarak düşünülebilir, ama yine de metinlerini beğendiğim bir yazar söz konusu olduğunda onunla ilgili her türlü detayı araştırıp öğrenme dürtüsüne kapılmaktan kendimi alamadığımdan bunları da paylaşma gereği duydum.
Gelelim Harita ve Topraklar'a. Yazarına 2010 yılında prestijli Goncourt Ödülü'nü getiren bu roman, kitabın arka kapağındaki tanıtım yazısında da belirtildiği gibi gerçekten de "hem tam anlamıyla klasik, hem de alabildiğine çağdaş" bir metin. Çok sayıda karakter, bu karakterler arasındaki ilişkiler kitabın yazıldığı dönemdeki Fransa ve genel anlamda dünya ahvali. Tüm bunlar modern zamanların sanat ve iş dünyalarındaki çetrefil ilişkilerle çevrelenerek son derece akıcı bir üslupla anlatılıyor. Romanın başkahramanı Jed Martin adlı bir fotoğraf ve resim sanatçısı. Kendisine roman boyunca eşlik ediyor, daha ilk sayfalarda Damien Hirst ve Jeff Koons'u konu alan son çalışmasıyla ilgili pek de içine sinmeyen bir şeyler olduğunu anladıktan sonra geriye dönüşlerle onu dünyaca meşhur bir sanatçı haline getiren "Meslekler" adlı portreler dizisinin oluşma sürecine tanıklık ederken bir yandan da babasıyla, hayatına girip çıkan kadınlarla ve romanın ilerleyen bölümlerinde Michel Houellebecq ile ilişkileri üzerinden sanat dünyası, sanat eleştirisi, ikili ilişkiler, mimarlık, modern insanın sosyo-ekonomik durumu, tüketim toplumu gibi çok çeşitli konulara değinildiğini okuyoruz. Evet, Jed Martin kendisini meşhur (ve milyoner) edecek serginin kitapçığına dahil edilmek üzere Houellebecq'ten bir metin yazmasını istediğinde Harita ve Topraklar'ın yazarı da bir karakter olarak romanına dahil oluyor.
Romanı okurken ister istemez Houellebecq'in modern dünyanın sunduğu marka isimlerine, ürünlere ve firmalara karşı özel bir ilgisi olduğu fikrine kapıldım. Hatta romanın bir yerinde Jed'e tam da şu cümleyi söyletiyor Houellebecq: "Sanayi ürünlerini her zaman sevmişimdir."
Camel Legend parka, Rolex, Husqvarna, Audi, Lexus, Samsung ya da Jaguar roman boyunca adı geçen marka ve ürün adlarından yalnızca birkaçı.
'Şimdi ve burada' olup bitenlere odaklanan ve söyleyeceklerini tadından yenmeyen klasik romanlar gibi okuru sıkmadan uzun uzun anlatan romanları önemsediğimden olsa gerek 'Harita ve Topraklar'dan çok keyif aldım. Umarım Houellebecq'in diğer romanları da en kısa sürede Türkçeye çevrilir.
* * *
Tesadüf bu ya, geçenlerde MUBI'de Houellebecq'in başrolde olduğu bir filme rastladım. "Michel Houellebecq'in Kaçırılması" şeklinde Türkçeye çevirebileceğimiz bu film Fransız medyasında dolaşan söylentilerden yola çıkarak Michel Houellebecq'in ortadan kaybolması sırasında neler olabileceğine odaklanıyor. Kendisini kaçıran üç amatör zorba ve onlardan birinin ailesiyle tuhaf ve sıcak bir ilişki kuran Houellebecq'in bu absürd durumla başa çıkma sürecini merceğine alan yapım belgeselle kurgu arasında gidip gelen bir anlatım diline sahip. Beğeniyle izledim fakat söz konusu Houellebecq olduğundan bir hayli yükselen beklentimi karşıladı diyemem.

December 11, 2020
Fragmanlar (1)
Edebiyat camiasını sarsan ve hepimizi şaşkına çeviren taciz ifşalarıyla birlikte - bir kez daha - başkaları adına utandığımız tuhaf bir dönemden geçiyoruz. Bu utanç verici olaylar ortaya çıkmaya başladığında bir yandan da eşimle birlikte Covid pozitif sürecindeydik. Neyse ki hastalığı çok büyük sıkıntılar yaşamadan atlattık. Evde geçirdiğimiz karantina dönemi de sonlanmak üzere ve bu süreçte de her zaman olduğu gibi edebiyat ve kitaplar birincil sığınağım oldu.

Öncelikle son okuduğum romandan bahsetmek istiyorum. Beğeniyle takip ettiğim Alef Yayınevi etiketiyle yayımlanmış Nicolas Born'un "Yüzleşme" adlı romanı uzun bir süredir kitaplığımda sıranın kendisine gelmesini bekliyordu. Her yeni güne, 'acaba bugün hastalığın ne tür bir belirtisiyle karşılaşacağız?' endişesiyle uyandığımızdan bu stresi biraz olsun azaltmak ve kafamı dağıtmak için soluğu kitaplığımın önünde aldığım bir esnada gözüme çarptı 'Yüzleşme'. İyi ki de çarpmış, zira beğeniyle okuduğum bir roman oldu. Laschen adındaki kahramanımızın çalıştığı gazete için Ortadoğu'nun bitmek bilmeyen kargaşasına dair makaleler yazmak üzere Lübnan'a gönderilmesiyle başlıyor hikaye. Savaşın akıl almayan acımasızlıktaki veçhesi roman boyunca çok etkileyici sahnelerle aktarılmış. Hele hele Laschen kalabalık bir grubun yanındayken gerçekleşen bir bombalı saldırı sonrası yaşananlar ve yine Laschen'in Damur'da yüzleşmek zorunda kaldığı vahşet o denli sarsıcı bir şekilde anlatılmış ki, özellikle bu iki bölümü okuduktan sonra gözümün önünde tüm detaylarıyla canlanan sahnelerin etkisinden kurtulabilmek için okumaya bir süre ara vermem gerekti. Roman aynı zamanda Laschen'in Beyrut'ta tanışıp ilişki yaşadığı Ariane üzerinden orta yaşlı bir erkeğin evliliğini ve hayatını sorgulayıp kendisiyle ve yaşadıklarıyla hesaplaşma sürecine de odaklanıyor. Savaşın anlamsızlığının ve dehşetinin yanı sıra hayatlarımızın nasıl da kaygan zeminler üzerinde yükseldiğini ortaya koyan akıcı ve etkileyici bir roman 'Yüzleşme'.

Halihazırda devam etmekte olan 10. AB İnsan Hakları Film Günleri'ne de değinmek istiyorum. Festival kapsamında internet üzerinden ücretsiz olarak izlenebilecek 17 uzun ve 4 kısa metrajlı filme şu adresten ulaşabilirsiniz. Ben şimdilik 'Stalking Chernobyl' ve 'The Miracle of the Little Prince' filmlerini izledim. 375 dille tüm zamanların çevirisi en çok yapılan kitabı olan Küçük Prens üzerinden farklı kültürlere/dillere ve çoğu yitip gitmek üzere olan dillerin çevirmenlerinin hikayelerine uzanan çarpıcı bir film 'The Miracle of the Little Prince'. Özellikle çeviriye ve farklı dil/kültürlere ilgi duyanların beğeniyle izleyeceğine eminim.

MUBI'ye sanırım pandemi sürecinin başlangıcında üye olmuştum, iyi ki de olmuşum. Liseden arkadaşım Efe Çakarel'in ilk olarak The Auteurs adıyla başlattığı harika bir start-up. Tabii artık start-up olmaktan çıkıp dünya çapında milyonlarca üyesi olan başarılı bir platforma dönüşmüş durumda. Beğeniyle takip ettiğim müzisyen Nils Frahm'ın bir konser Funkhaus Berlin'de verdiği konserin kaydı Mubi'de yayımlandı geçtiğimiz günlerde. Sırf bu harika konseri müthiş çekimlerle izlemek için bile Mubi'ye üye olunur kanımca. Fırsatınız varsa kaçırmayın derim...

Bu hastalık ve karantina dönemi aynı zamanda ikinci romanla ilgili çalışmalarımı da hızlandırmaya karar vermeme vesile oldu. Bu bağlamda bir yandan da Türkiye İnsan Hakları Vakfı'nın akademisyen ihraçlarına dair hazırladığı kapsamlı bir çalışma olan "Üniversitenin Olağanüstü Hali - Akademik Ortamın Tahribatı Üzerine Bir İnceleme" adlı çalışmayı okuyorum. İhraçlar nedeniyle yarım kalan doktora çalışmalarıma başladığım dönemde bizzat tanık olduğum Barış İçin Akademisyenler sürecinde ve sonrasında yaşanan hak ihlallerinin ve hukuksuzluğun boyutlarını gözler önüne seren bu raporu okurken o dönemi yeniden yaşıyor ve olup bitenlere bir kez daha şaşırıp kalıyorum.

November 13, 2020
Fragmanlar
Blog sayfasını çok ama çok uzun zamandır ihmal ettiğimi fark ettim. Bunun elbette ki birden çok nedeni var. Bu süreçte Dünyanın Güçlü Tarafı yayımlandı, kızım Öykü'den 11 yıl sonra kardeşi Umut aramıza katıldı, kendimizi 2020'yi kabusa çeviren Corona'dan korumaya çabaladık ve sonrasında hepimizi üzüntü ve endişeye gark eden İzmir depremini yaşadık. Tüm bu olup bitenler yaşanırken ve sonrasında yaralarımızı sarmaya gayret ederken edebiyat her zaman olduğu gibi beni güçlü kılan en önemli unsurlardan biri oldu. Okumaya ve az da olsa yazmaya devam ettim. Yazmak derken yanlış anlaşılmasın; aslında ortada tamamlanmış bir şey yok fakat ikinci romanın izleyeceği yol iyiden iyiye açıklığa kavuştu diyebilirim ki bu da başlı başına mühim bir ilerleme kanımca. Roman yazma süreciyle ilgili yazacaklarım olacak elbette fakat bunun için önce kafamı biraz daha toparlamam gerekiyor. O zamana kadarsa hem biraz olsun oyalanmak hem de okuduklarım ve yazmayı planladıklarımla ilgili kalem fırtınası yapabilmek adına Fragmanlar adlı bir dizi başlatmaya karar verdim.
Peki ama neden Fragmanlar?Bu isim hiç şüphe yok ki akla önce Efesli büyük filozof Herakleitos'u getiriyor. Ancak bu diziye seçtiğim başlığın altında Herakleitos'tan daha çok Kundera, Tokarczuk ve Blanchot yatmakta. Dünyanın Güçlü Tarafı üzerinde çalışmaya başladığım dönemde metinle ilgili pek çok not almıştım ve bunları içime sinecek şekilde bir araya getirmenin yolunu bulmak için epey ter döktüm. Beni, aldığım notları karakterlerin roman boyunca katman katman açılmasını sağlayacak fragmanlara dönüştürme çözümüne ulaştıransa işte az önce belirttiğim üç isim oldu.
Fragman derken aslında ne demek istiyorum?
Herhangi bir metinde bağımsızmış gibi görünen fakat metnin genel akışına hizmet eden fragmanları ben yol boyunca metnin anlamını çözmeye çalışan okurların karşısına ara ara çıkan ufak tefek ipuçlarına benzetiyorum. Okur handiyse bir avcı gibi kimi yerde kırık bir dal, kimi yerde bir ayak izi ya da belli belirsiz duyulan bir sesin peşine düşerek farkında olmadan metnin arka planını zihninde kurmaya başlıyor. Metni fragmanlar halinde düşünmeyi devamsızlık içinde bir süreklilik hali olarak tanımlayabilirim sanırım. Parçalı yapıyı oluşturan fragmanlar arasındaki boşluklar metinde belli belirsiz de olsa ritmik bir yapı oluşturulmasına da olanak sağlıyor kanımca. Bu tür bir yazım şekli elbette ki bütünün anlaşılmasını güçleştirmeyi değil, parçalar arasında yeni ilişkiler kurulabilmesini sağlıyor. Bu şekilde, yani birbirinden bağımsız fragmanlar halinde yazan pek çok yazar olmuş ve olacaktır elbette. Bunların arasında Schlegel, Novalis, Beckett ve Nietzsche de sayılabilir. Benim içinse bu yazım tarzı, romanı yazmaya başladığım dönemde daha önce aklıma bile gelmemiş bir yolu işaret ederek kurguyla kuramın, aforizmayla denemenin arasındaki sınırları aşıp bunları da metne dahil edebilmeme olanak sağlaması açısından - Kundera, Tokarczuk ve Blanchot okumaları esnasında - ufuk açıcı bir çözüm olarak önümde beliriverdi.
Fragmanları - umuyorum ki - düzenli olarak devam ettirebileceğim bir yazı dizisiyle ilişkilendirme düşüncesiyse zihnimde, sevgili Deniz Kıral'ın kendi blog sayfasında başlattığı Don Kişot'un Seyir Defteri bölümünü gördükten sonra filizlendi. Fragmanlar başlığı altında toplayacağım metinlerin kapsayıcı denemeler, derinlikli eleştiri yazıları yahut akademik düzeyde yapılan incelemeler olmasını hedeflemiyorum elbette. Tek amacım o esnada okuyup yazdıklarımı yahut dinleyip izlediklerimi kalemin ucuna geldiği gibi yazıya döküp yıllar içinde bir nevi kültürel kronoloji çıkarabilmek. Bunu yaparken başkalarının da farklı yazarlar yahut kitaplarla tanışmasına vesile olabilirsem de ne mutlu bana!
February 10, 2020
Sevip de Sevmemek ��zerine
Edebiyat da di��er t��m sanat dallar�� gibi i��inde s��rl�� bir tak��m mekanizmalar bar��nd��r��yor. ��mr��m��z boyunca bu mekanizmalar��n nas��l i��ledi��ini g��n��n birinde anlayabilece��imizi d������nerek okuyor, yaz��yor, ara��t��r��yoruz ve en nihayetinde ula��t������m��z sonu�� yaln��zca ��znel bak������m��z�� yans��tan - ve ��o��u zaman bizim d������m��zda kimse i��in pek bir ��ey ifade etmeyen - bir avu�� bilgi k��r��nt��s�� oluyor. Susan Sontag, g��ncesinin 1948 y��l��na ait bir b��l��m��nde Andre Gide okurken hissettiklerini ����yle ��zetlemi��:
Bu al��nt��daki kilit nokta kan��mca Sontag'��n okudu��umuz metni 'yeni ba��tan yaratma' ��eklinde ifade etti��i s��re��te gizli. Okuma s��reci esnas��nda ki��isel deneyimlerimiz, ge��mi��imiz, ��nyarg��lar��m��z, estetik anlay������m��z v.b. fakt��rler devreye girer ve ��o��u zaman okuma deneyimimiz, okudu��umuz metni yazar��n o metni yazarken d������nd������nden ��ok daha farkl�� bir y��ne s��r��kler. Ara ara ��zerinde d������nd������m bu mevzular ��zerine bir kez de John Banville'in Sonsuzluklar adl�� roman��n�� okurken kafa yordum.����nk�� bu kitab�� yaln��zca okumakla kalm��yor, onu yeni ba��tan yarat��yorum ve bu e��siz ve muazzam deneyim zihnimi aylard��r ele ge��irmi�� olan karma��a ile verimsizli��i s��k��p att��.


��imdi gelelim ba��l��kta da kendine yer bulan ��u "sevip de sevmeme" meselesine...
Sonsuzluklar bir yan��yla tam bir Banville roman�� fakat bir yan��yla da de��il. Elbette bu de��erlendirmeleri yaparken merkeze Banville'in Deniz roman��n�� ald������m unutulmamal��, fakat yazarla ilgili ne y��ne bakarsam bakay��m kar����ma mutlaka Deniz ����kt������ i��in Banville'in k��lliyat��nda ��ok m��him bir yer te��kil eden bu roman�� merkeze oturtarak hedeften ��ok da ��a��t������m�� sanm��yorum. Deniz'e k��yasla daha d����a d��n��k ve e��lenceli bir metin ortaya koymu�� Banville Sonsuzluklar'da. Roman��n anlat��c��lar��ndan biri Yunan tanr��s�� Hermes. Olaylar tek bir yaz g��n��nde Adam Godley'nin kar��s�� Ursula'yla birlikte ya��ad������ Arden'deki evde ge��iyor. Komada olan baba Adam Godley'i g��rmek ��zere eve o��ullar�� Adam Godley Jr. ile kar��s�� Helen de gelmi��ler ve Adam Jr.'��n k��z karde��i Petra da yine hem olaylar��n hem de Arden'deki evin i��inde. Roman��n konusunu anlatmak istemiyorum zira ne zaman b��yle bir ��ey yapmaya kalksam nerede duraca����m�� kestiremeyerek ��ok fazla detay vermeye ba��lad������m�� hissediyorum, o nedenle romanla ilgili sevdi��im ve sevmedi��im noktalara de��inmem san��r��m daha do��ru bir se��im olacak.
��ncelikle, anlat��c�� olarak Hermes'in sesinden ��ok keyif ald������m�� belirtmeliyim. Olduk��a haylaz, ne��eli bir tonu var Hermes'in. ��zellikle de ara ara babas�� Zeus'la tak����t������ yahut babas��ndan ��ekinmesine ra��men ��akt��rmadan onu ��eki��tirip durdu��u b��l��mler epey keyifli. Zaten metinde baba-o��ul ili��kisi/��at����mas��na hem Adam Godley-Adam Godley Jr. hem de Zeus-Hermes ��zerinden yer yer de��iniliyor. ��rne��in daha roman��n ba��lar��nda Adam Jr.'�� babas��n��n pijamalar��n�� giymi�� bir ��ekilde evde dola����rken g��r��yoruz ve bu da zihnimizde Freudvari bir tak��m mevzulara ili��kin lambalar��n yanmas��na neden oluyor.

Roman��n en parlak yanlar��ndan biri ku��kusuz - yaz��n��n ba��lang��c��nda da belirtti��im gibi - Banville'in ��slubu. Yer yer o denli ��arp��c�� pasajlar var ki, okurken kitab��n kapa����na ta����nan The Times al��nt��s��n�� - i��inde bar��nd��rd������ gereksizce abart��l�� tona ra��men - sonuna kadar hak etti��ini d������n��yoruz: "��ylesine g��zel, ��ylesine parlak yaz��lm���� ki her sayfas�� keyif, ��a��k��nl��k ve co��ku veriyor."
Peki t��m bunlara ra��men neden ��u "sevmemek"? Bunun da birden ��ok yan��t�� var elbette fakat san��r��m en belirgin nedenlerden biri kendimi ��zde��le��tirebilece��im bir karakter olmamas��yd��. Evet, romanda pek ��ok karakter var fakat anlat��lan onca ��eye ra��men hi��birinin yeterince derinle��tirilemedi��i hissine kap��ld��m. Bir ba��ka sorun da, roman evreninde olup da ger��ek d��nyam��zda olmayan ��eylerle ilgili a����klamalar��n ��ok ge�� yap��lmas��yd��. Buna ����yle bir ��rnek verebilirim: romanda anlat��lan d��nyada tuzlu suyla ��al����an arabalar var ve bu, ��nl�� bir matematik��i olan Adam Godley'nin ortaya att������ kuramlara dayanarak ortaya ����kar��lan bir bulu��la do��rudan alakal�� fakat tuzlu suyla ��al����an arabayla roman��n ba��lar��nda kar����la��t������m��z halde Adam Godley'nin kuramlar��yla ilgili detaylara ��ok daha sonraki sayfalarda rastl��yoruz. Anlat��c��n��n bir Yunan tanr��s�� olmas��n�� saymazsak, romandaki g��r��n��r evren genel anlamda i��inde ya��ad������m��zdan farkl�� olmad������ i��in de g��zel g��zel okurken kar����m��za bir anda tuzlu suyla ��al����an bir araba ����k��nca do��al olarak, "bu da nereden ����kt�� ��imdi?" hissine kap��l��yoruz. Roman�� okurken, Banville'in yetene��ine kendini kapt��rarak benzetme yapma konusunda a����r��ya ka��t������n�� d������nd������m k��s��mlar da oldu. Bunlar��n bir k��sm�� ��zg��n ��ngilizce metinde kula���� daha az t��rmal��yor olabilir zira Banville metnin sesine ve t��n��s��na da ��nem veren bir yazar olarak biliniyor. Buradan ��evirinin k��t�� oldu��u anla����lmas��n tabii, bence son derece ba��ar��l�� ve ak��c�� bir ��evirisi var Sonsuzluklar'��n. Hatta yeri gelmi��ken, ��evirmen Dilek Berilgen Cenkciler'i kutlamak isterim...
Yine de be��enerek okudu��um bir roman oldu Sonsuzluklar. ��zellikle ��arp��c�� son sahneler ve yazar��n e��siz ��slubunu konu��turdu��u kapan���� k��sm�� beni en ��ok etkileyen b��l��mler oldu. Dolay��s��yla, roman��n as��l sorununun, Deniz gibi bir ba��yap��t��n Banville ile ilgili beklentilerimi olabilecek en ��st d��zeye ����karmas�� oldu��unu d������n��yorum. Ya da belki de roman��n konusu genel anlamda ilgimi ��ekmedi ve anlat��m�� be��endi��im halde d��nyas��na bir t��rl�� kendimi kapt��ramad��m; kim bilir! Okunmay�� bekleyen bir Banville roman�� daha kald�� kitapl������mda: G��ne�� Tutulmas��.
Sevip de Sevmemek Üzerine
Edebiyat da diğer tüm sanat dalları gibi içinde sırlı bir takım mekanizmalar barındırıyor. Ömrümüz boyunca bu mekanizmaların nasıl işlediğini günün birinde anlayabileceğimizi düşünerek okuyor, yazıyor, araştırıyoruz ve en nihayetinde ulaştığımız sonuç yalnızca öznel bakışımızı yansıtan - ve çoğu zaman bizim dışımızda kimse için pek bir şey ifade etmeyen - bir avuç bilgi kırıntısı oluyor. Susan Sontag, güncesinin 1948 yılına ait bir bölümünde Andre Gide okurken hissettiklerini şöyle özetlemiş:
Bu alıntıdaki kilit nokta kanımca Sontag'ın okuduğumuz metni 'yeni baştan yaratma' şeklinde ifade ettiği süreçte gizli. Okuma süreci esnasında kişisel deneyimlerimiz, geçmişimiz, önyargılarımız, estetik anlayışımız v.b. faktörler devreye girer ve çoğu zaman okuma deneyimimiz, okuduğumuz metni yazarın o metni yazarken düşündüğünden çok daha farklı bir yöne sürükler. Ara ara üzerinde düşündüğüm bu mevzular üzerine bir kez de John Banville'in Sonsuzluklar adlı romanını okurken kafa yordum.Çünkü bu kitabı yalnızca okumakla kalmıyor, onu yeni baştan yaratıyorum ve bu eşsiz ve muazzam deneyim zihnimi aylardır ele geçirmiş olan karmaşa ile verimsizliği söküp attı.


Şimdi gelelim başlıkta da kendine yer bulan şu "sevip de sevmeme" meselesine...
Sonsuzluklar bir yanıyla tam bir Banville romanı fakat bir yanıyla da değil. Elbette bu değerlendirmeleri yaparken merkeze Banville'in Deniz romanını aldığım unutulmamalı, fakat yazarla ilgili ne yöne bakarsam bakayım karşıma mutlaka Deniz çıktığı için Banville'in külliyatında çok mühim bir yer teşkil eden bu romanı merkeze oturtarak hedeften çok da şaştığımı sanmıyorum. Deniz'e kıyasla daha dışa dönük ve eğlenceli bir metin ortaya koymuş Banville Sonsuzluklar'da. Romanın anlatıcılarından biri Yunan tanrısı Hermes. Olaylar tek bir yaz gününde Adam Godley'nin karısı Ursula'yla birlikte yaşadığı Arden'deki evde geçiyor. Komada olan baba Adam Godley'i görmek üzere eve oğulları Adam Godley Jr. ile karısı Helen de gelmişler ve Adam Jr.'ın kız kardeşi Petra da yine hem olayların hem de Arden'deki evin içinde. Romanın konusunu anlatmak istemiyorum zira ne zaman böyle bir şey yapmaya kalksam nerede duracağımı kestiremeyerek çok fazla detay vermeye başladığımı hissediyorum, o nedenle romanla ilgili sevdiğim ve sevmediğim noktalara değinmem sanırım daha doğru bir seçim olacak.
Öncelikle, anlatıcı olarak Hermes'in sesinden çok keyif aldığımı belirtmeliyim. Oldukça haylaz, neşeli bir tonu var Hermes'in. Özellikle de ara ara babası Zeus'la takıştığı yahut babasından çekinmesine rağmen çaktırmadan onu çekiştirip durduğu bölümler epey keyifli. Zaten metinde baba-oğul ilişkisi/çatışmasına hem Adam Godley-Adam Godley Jr. hem de Zeus-Hermes üzerinden yer yer değiniliyor. Örneğin daha romanın başlarında Adam Jr.'ı babasının pijamalarını giymiş bir şekilde evde dolaşırken görüyoruz ve bu da zihnimizde Freudvari bir takım mevzulara ilişkin lambaların yanmasına neden oluyor.

Romanın en parlak yanlarından biri kuşkusuz - yazının başlangıcında da belirttiğim gibi - Banville'in üslubu. Yer yer o denli çarpıcı pasajlar var ki, okurken kitabın kapağına taşınan The Times alıntısını - içinde barındırdığı gereksizce abartılı tona rağmen - sonuna kadar hak ettiğini düşünüyoruz: "Öylesine güzel, öylesine parlak yazılmış ki her sayfası keyif, şaşkınlık ve coşku veriyor."
Peki tüm bunlara rağmen neden şu "sevmemek"? Bunun da birden çok yanıtı var elbette fakat sanırım en belirgin nedenlerden biri kendimi özdeşleştirebileceğim bir karakter olmamasıydı. Evet, romanda pek çok karakter var fakat anlatılan onca şeye rağmen hiçbirinin yeterince derinleştirilemediği hissine kapıldım. Bir başka sorun da, roman evreninde olup da gerçek dünyamızda olmayan şeylerle ilgili açıklamaların çok geç yapılmasıydı. Buna şöyle bir örnek verebilirim: romanda anlatılan dünyada tuzlu suyla çalışan arabalar var ve bu, ünlü bir matematikçi olan Adam Godley'nin ortaya attığı kuramlara dayanarak ortaya çıkarılan bir buluşla doğrudan alakalı fakat tuzlu suyla çalışan arabayla romanın başlarında karşılaştığımız halde Adam Godley'nin kuramlarıyla ilgili detaylara çok daha sonraki sayfalarda rastlıyoruz. Anlatıcının bir Yunan tanrısı olmasını saymazsak, romandaki görünür evren genel anlamda içinde yaşadığımızdan farklı olmadığı için de güzel güzel okurken karşımıza bir anda tuzlu suyla çalışan bir araba çıkınca doğal olarak, "bu da nereden çıktı şimdi?" hissine kapılıyoruz. Romanı okurken, Banville'in yeteneğine kendini kaptırarak benzetme yapma konusunda aşırıya kaçtığını düşündüğüm kısımlar da oldu. Bunların bir kısmı özgün İngilizce metinde kulağı daha az tırmalıyor olabilir zira Banville metnin sesine ve tınısına da önem veren bir yazar olarak biliniyor. Buradan çevirinin kötü olduğu anlaşılmasın tabii, bence son derece başarılı ve akıcı bir çevirisi var Sonsuzluklar'ın. Hatta yeri gelmişken, çevirmen Dilek Berilgen Cenkciler'i kutlamak isterim...
Yine de beğenerek okuduğum bir roman oldu Sonsuzluklar. Özellikle çarpıcı son sahneler ve yazarın eşsiz üslubunu konuşturduğu kapanış kısmı beni en çok etkileyen bölümler oldu. Dolayısıyla, romanın asıl sorununun, Deniz gibi bir başyapıtın Banville ile ilgili beklentilerimi olabilecek en üst düzeye çıkarması olduğunu düşünüyorum. Ya da belki de romanın konusu genel anlamda ilgimi çekmedi ve anlatımı beğendiğim halde dünyasına bir türlü kendimi kaptıramadım; kim bilir! Okunmayı bekleyen bir Banville romanı daha kaldı kitaplığımda: Güneş Tutulması.
January 29, 2020
Y��l��n ��lk Kitab��: Tesad��fi Bulu��lar
Bol kitapl��, huzurlu, ba��ar��l�� ama her ��eyden ��nce de sa��l��kl�� ge��mesini umdu��um yeni bir y��la daha ba��lad��k ve y��l��n ilk ay��n�� da tamamlamak ��zereyiz. Asl��nda 2019 sonunda, blog sayfas��yla daha fazla ilgilenme ve yaln��zca kurgusal metinlere de��il kurgud������ denemelere de odaklanma karar�� alm����t��m fakat aksilik bu ya, tekkisilikazinlik.com olarak d��zenledi��im blog sayfas��na eri��imim teknik bir nedenden ��t��r�� kesilip de kendimi bu soruna k��sa s��re i��inde ����z��m bulabilecek yetkinlikte g��rmeyince sevgili Deniz K��ral'��n tavsiyesiyle kullan��m�� ger��ekten ��ok kolay olan blogger.com'da bir alan ad�� edinmenin en do��rusu olaca����na kanaat getirdim ve i��te y��l��n ilk blog yaz��s��...

Everest Yay��nlar��
2020 y��l��nda tamamlad������m ilk kitap Elena Ferrante'nin Tesad��fi Bulu��lar (TB) adl�� deneme kitab�� oldu. Everest Yay��nlar��'n��n be��eniyle takip etti��im Deneme dizisi i��erisinde yay��mlanan TB ayn�� zamanda benim Ferrante ile de tan����ma kitab��m. Asl��nda ger��ek kimli��ini gizleyerek m��stear bir isimle yazan bu gizemli yazar��n Napoli romanlar��n�� ��ok merak etti��imden daha ��nce Benim Ola��an��st�� Ak��ll�� Arkada����m ba��l��kl�� kitab��n�� alm����t��m fakat kalabal��k okuma listemde ona bir t��rl�� f��rsat gelmedi. TB, 2017 y��l��nda The Guardian gazetesinin Ferrante'den haftal��k yaz��lar yazmas��n�� istemesiyle ortaya ����km���� bir 'proje-kitap'. Bu ��zelli��iyle olduk��a cesur bir giri��im olarak da nitelendirilebilir, zira ba��kalar�� - bu durumda The Guardian edit��rleri - taraf��ndan belirlenen konular ��st��ne bir hafta gibi son derece zorlay��c�� teslim tarihlerine sad��k kalarak yazman��n ��zellikle bir kurgu yazar�� i��in zaman zaman s��k��nt�� verici olmas�� anla����labilir. Sunu�� yaz��s�� olarak da de��erlendirilebilecek '��at����ma' ba��l��kl�� ilk metninde Ferrante de bu noktaya de��iniyor:
"Zorunlu oldu��um i��in, s��n��rlar�� a����lamaz bir ��er��eve dahilinde ve sab��rlar��na s������nd������m edit��rlerin benim i��in se��melerini istedi��im konular ��zerine yazmak, daha ��nce deneyimlemedi��im bir durumdu. ��yk��y��, kahramanlar��, olay��n mant������n�� kendi ba����ma aramaya ve pek ��ok kez silerek s��zc��kleri binbir zahmetle birbiri ard��na dizmeye al����k��nd��m.
...
"Ne var ki The Guardian i��in yazd������m yaz��lara damga vuran, edit��rlerin ��nerdi��i konuyla, metni belirli bir tarihte teslim etme gereklili��i aras��ndaki ��at����ma oldu."Ferrante'nin bahsetti��i bu '��at����ma'n��n izleri kitaptaki baz�� metinlerde g��ze ��arp��yor. Kendisine ��nerilen kimi ba��l��klar belli ki ��ok fazla ilgisini ��ekmemi�� ve ortaya, ilgili konuya son derece y��zeysel bir ��ekilde de��inen metinler ����km����, fakat yine de okur olarak kitap boyunca son derece parlak 'bulu��lar'la kar����la����yoruz. Yeri gelmi��ken kitab��n ba��l������n�� ��ok be��endi��imi belirtmek istiyorum. Genellikle yaz��m s��reci esnas��nda tam da ba��l��kta belirtildi��i gibi tesad��fi bir ��ekilde ortaya ����k��veren ve hem olay ��rg��s��n��n hem de karakterlerin derinle��tirilmesine katk�� sa��layan bu gibi bulu��lar��n ��ok ��nemli oldu��unu d������n��yorum. Bir roman yahut ��yk�� ��o��u zaman yazar�� i��in bile flu, belli belirsiz bir fikir, imge, ses, an�� v.b. bir 'ilk k��v��lc��m' ��zerine in��a edilir. Bu k��v��lc��m yazar�� yeterince heyecanland��r��yorsa ��zerinde d������n��p notlar almaya ba��lar ve fark��na bile varmadan o s��z konusu 'k��v��lc��m'�� ya��am��n��n oda����na yerle��tiriverir. Yaz��m s��reci esnas��nda g��r��len, duyulan, yenilen, i��ilen, yap��lan her ��ey; sarf edilen her s��zc��k bu k��v��lc��m�� besleyerek onu harl�� bir ate�� haline getirebilirse ne ��l��. Yoksa al��nan notlar, yaz��lan c��mleler/paragraflar daha sonra kullan��lmak ��zere rafa kald��r��l��r. Elbette ki bir roman yahut ��yk�� yazarken zamanlama bize, yani yazan ki��iye, ba��l��d��r ve herhangi bir s��re k��s��tlamam��z da olmad������ndan ��n��m��zde, bu gibi tesad��fi bulu��lar i��in son derece verimli bir ��zg��rl��k alan�� a����l��r. Ferrante'nin bu kitaptaki ba��ar��s��, k��s��tl�� bir zaman diliminde ve kendisine d����ar��dan 'dayat��lan' bir mevzu ��zerine kalem oynat��rken de yer yer okuru heyecanland��ran bu gibi bulu��lar yapabilme becerisinde yat��yor san��r��m.
Kitap boyunca, ���� nokta kullan��m��ndan g��nl��k yaz��m��na, gebelikten yazma gereksinimine var��ncaya de��in pek ��ok mevzu ��st��ne 3-4 sayfay�� a��mayan keyifli metinler okuyor ve kendimizi, bu s��reci bir yaz�� al����t��rmas��, daha ��nce hi�� maruz kalmad������ bir yazma deneyimi olarak de��erlendiren yarat��c�� bir yazar��n zihninden ge��enlerin olabilecek en ham haliyle ka����t ��zerine d��k��lm���� d������ncelerinin aras��nda dola����rken buluyoruz.
Keyifle okudu��um bir kitap oldu Tesad��fi Bulu��lar. Sonras��nda Jale Parla'n��n Don Ki��ot'tan Bug��ne Roman ve Thomas Mann'��n Venedik'te ��l��m kitaplar��n�� okudum; halihaz��rda da John Banville'in Sonsuzluklar adl�� roman��n�� okuyorum. Bir sonraki yaz��n��n hangi kitap ��zerine olaca���� ise benim i��in bile merak konusu :)
Yılın İlk Kitabı: Tesadüfi Buluşlar
Bol kitaplı, huzurlu, başarılı ama her şeyden önce de sağlıklı geçmesini umduğum yeni bir yıla daha başladık ve yılın ilk ayını da tamamlamak üzereyiz. Aslında 2019 sonunda, blog sayfasıyla daha fazla ilgilenme ve yalnızca kurgusal metinlere değil kurgudışı denemelere de odaklanma kararı almıştım fakat aksilik bu ya, tekkisilikazinlik.com olarak düzenlediğim blog sayfasına erişimim teknik bir nedenden ötürü kesilip de kendimi bu soruna kısa süre içinde çözüm bulabilecek yetkinlikte görmeyince sevgili Deniz Kıral'ın tavsiyesiyle kullanımı gerçekten çok kolay olan blogger.com'da bir alan adı edinmenin en doğrusu olacağına kanaat getirdim ve işte yılın ilk blog yazısı...

Everest Yayınları
2020 yılında tamamladığım ilk kitap Elena Ferrante'nin Tesadüfi Buluşlar (TB) adlı deneme kitabı oldu. Everest Yayınları'nın beğeniyle takip ettiğim Deneme dizisi içerisinde yayımlanan TB aynı zamanda benim Ferrante ile de tanışma kitabım. Aslında gerçek kimliğini gizleyerek müstear bir isimle yazan bu gizemli yazarın Napoli romanlarını çok merak ettiğimden daha önce Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım başlıklı kitabını almıştım fakat kalabalık okuma listemde ona bir türlü fırsat gelmedi. TB, 2017 yılında The Guardian gazetesinin Ferrante'den haftalık yazılar yazmasını istemesiyle ortaya çıkmış bir 'proje-kitap'. Bu özelliğiyle oldukça cesur bir girişim olarak da nitelendirilebilir, zira başkaları - bu durumda The Guardian editörleri - tarafından belirlenen konular üstüne bir hafta gibi son derece zorlayıcı teslim tarihlerine sadık kalarak yazmanın özellikle bir kurgu yazarı için zaman zaman sıkıntı verici olması anlaşılabilir. Sunuş yazısı olarak da değerlendirilebilecek 'Çatışma' başlıklı ilk metninde Ferrante de bu noktaya değiniyor:
"Zorunlu olduğum için, sınırları aşılamaz bir çerçeve dahilinde ve sabırlarına sığındığım editörlerin benim için seçmelerini istediğim konular üzerine yazmak, daha önce deneyimlemediğim bir durumdu. Öyküyü, kahramanları, olayın mantığını kendi başıma aramaya ve pek çok kez silerek sözcükleri binbir zahmetle birbiri ardına dizmeye alışkındım.
...
"Ne var ki The Guardian için yazdığım yazılara damga vuran, editörlerin önerdiği konuyla, metni belirli bir tarihte teslim etme gerekliliği arasındaki çatışma oldu."Ferrante'nin bahsettiği bu 'çatışma'nın izleri kitaptaki bazı metinlerde göze çarpıyor. Kendisine önerilen kimi başlıklar belli ki çok fazla ilgisini çekmemiş ve ortaya, ilgili konuya son derece yüzeysel bir şekilde değinen metinler çıkmış, fakat yine de okur olarak kitap boyunca son derece parlak 'buluşlar'la karşılaşıyoruz. Yeri gelmişken kitabın başlığını çok beğendiğimi belirtmek istiyorum. Genellikle yazım süreci esnasında tam da başlıkta belirtildiği gibi tesadüfi bir şekilde ortaya çıkıveren ve hem olay örgüsünün hem de karakterlerin derinleştirilmesine katkı sağlayan bu gibi buluşların çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bir roman yahut öykü çoğu zaman yazarı için bile flu, belli belirsiz bir fikir, imge, ses, anı v.b. bir 'ilk kıvılcım' üzerine inşa edilir. Bu kıvılcım yazarı yeterince heyecanlandırıyorsa üzerinde düşünüp notlar almaya başlar ve farkına bile varmadan o söz konusu 'kıvılcım'ı yaşamının odağına yerleştiriverir. Yazım süreci esnasında görülen, duyulan, yenilen, içilen, yapılan her şey; sarf edilen her sözcük bu kıvılcımı besleyerek onu harlı bir ateş haline getirebilirse ne âlâ. Yoksa alınan notlar, yazılan cümleler/paragraflar daha sonra kullanılmak üzere rafa kaldırılır. Elbette ki bir roman yahut öykü yazarken zamanlama bize, yani yazan kişiye, bağlıdır ve herhangi bir süre kısıtlamamız da olmadığından önümüzde, bu gibi tesadüfi buluşlar için son derece verimli bir özgürlük alanı açılır. Ferrante'nin bu kitaptaki başarısı, kısıtlı bir zaman diliminde ve kendisine dışarıdan 'dayatılan' bir mevzu üzerine kalem oynatırken de yer yer okuru heyecanlandıran bu gibi buluşlar yapabilme becerisinde yatıyor sanırım.
Kitap boyunca, üç nokta kullanımından günlük yazımına, gebelikten yazma gereksinimine varıncaya değin pek çok mevzu üstüne 3-4 sayfayı aşmayan keyifli metinler okuyor ve kendimizi, bu süreci bir yazı alıştırması, daha önce hiç maruz kalmadığı bir yazma deneyimi olarak değerlendiren yaratıcı bir yazarın zihninden geçenlerin olabilecek en ham haliyle kağıt üzerine dökülmüş düşüncelerinin arasında dolaşırken buluyoruz.
Keyifle okuduğum bir kitap oldu Tesadüfi Buluşlar. Sonrasında Jale Parla'nın Don Kişot'tan Bugüne Roman ve Thomas Mann'ın Venedik'te Ölüm kitaplarını okudum; halihazırda da John Banville'in Sonsuzluklar adlı romanını okuyorum. Bir sonraki yazının hangi kitap üzerine olacağı ise benim için bile merak konusu :)