Hakan Bıçakcı's Blog

April 21, 2015

Hastası olduğum şarkı sözleri 13: “Well I Wonder” (Morrissey)

AÇIKÇASI MERAK EDİYORUM


 


Açıkçası merak ediyorum


Uykunda beni duyuyor musun?


Boğuk ağlayışlarımı


 


Açıkçası merak ediyorum


Yanından geçerken beni görüyor musun?


Yarı yarıya ölüşümü


 


Lütfen beni aklında tut


Lütfen beni aklında tut


 


Nefesim kesiliyor, yine de bir şekilde hayattayım


Bu benim düşebileceğim en rezil durum


 


Nefesim kesiliyor, ölüyorum ama bir şekilde hayattayım


Bu benim dik durabildiğim son an


 


Lütfen beni aklında tut


 


Çeviri: Hakan Bıçakcı


gravesy

1 like ·   •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 21, 2015 03:51

December 24, 2014

Hastası olduğum şarkı sözleri 12: “The Bullfighter Dies” (Morrissey)

BOĞA GÜREŞÇİSİ GEBERİR


Madrid’de deliye dönmüş bir halde,

Seville’de hasta,

Barcelona’da yapayalnız.

Ve sonunda gülümsemek için bir neden:


Oley! Oley!

Boğa güreşçisi geberdi.

Oley! Oley!

Boğa güreşçisi geberip gitti,

Kimse de gözyaşı dökmedi.

Çünkü biz boğanın tarafındayız.


Málaga’da çıldırmış,

Murcia’da acımak yok,

Valencia’da kafa gitmiş.

Ve sonunda gülümsemek için bir neden:


Oh be, oh be!

Boğa güreşçisi geberdi.

Oh be, oh be!

Boğa güreşçisi geberip gitti,

Kimse de gözyaşı dökmedi.

Çünkü biz boğanın tarafındayız.


Çeviri: Hakan Bıçakcı


the-bullfighter-dies-morrissey

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 24, 2014 04:49

May 29, 2014

Son yılların en iyi filmleri üzerine iyi kötü düşünceler 4: “Mavi En Sıcak Renktir”

 


bluewarm1a


CİNSEL TABULARI YIKMAK MEDENİYETİN EMRİ,

ŞU SINIFSAL TABULAR OLMASAYDI


Geçen yıl Cannes Film Festivali’nde (2013) büyük ödülü alan “Mavi En Sıcak Renktir” bir grafik roman uyarlaması. “Mavi Melek” (Julie Maroh, 2010) adlı gri-mavi bir Fransız grafik romanından uyarlanan filmin yönetmeni, Abdellatif Kechiche… Orijinal adı “La vie d’Adèle – Chapitres 1 et 2” olan filmde, birbirine tutulan iki genç kadın arasındaki aşkın sınıfsal kodlar arasına sıkışarak ezilip parçalanışını izliyoruz. Birbirinden etkilenen iki yabancının çarpıcı bir bakışma sahnesiyle vurgulanan eşitliğine tanık oluruz öncelikle. Her şey böyle başlıyor. Bir bakışmayla… Bir tür ilk görüşte aşk ile…


Daha sonra bir barda tekrar rastlaşıp konuşuyorlar. Önce arkadaş, sonra sevgili oluyorlar. Ve birlikte yaşamaya başlıyorlar. Yani artık tanışıyorlar. Bu belki de bir ilişkinin başına gelebilecek en büyük fenalık. Tanışmak. Geçmişlerini öğreniyorlar, birbirlerinin aileleriyle aynı sofraya oturuyorlar. Gelenekler, adı konmamış kurallar, şeffaf yasalar, kültürel kodlar, sınıfsal değerler sinsice ilişkilerine sızmaya başlıyor. Ve toplumsal normların çarklarına ellerini, kollarını, kalplerini kaptırıyorlar.


Artık ilk baştaki eşitlikçi bakışmadan eser yoktur. Bir tarafın üstten bakışı vardır onun yerine. İki genç kadının aşkı, bir tarafın eril iktidarın karanlık sularına girmesiyle tanınmayacak hale gelmiştir. “Mavi En Sıcak Renktir”i izlerken bir kez daha görürüz ki, Ingeborg Bachmann’ın ünlü sözünde olduğu gibi, “faşizm iki kişi arasında başlar”.


İlişkinin bir erkekle bir kadın yerine, iki kadın arasında olmasının alternatif bir öykü anlatma gayretinin ötesinde bir manası var. Fransa gibi gelişmiş bir ülkede yaşayan insanların cinsel tabuları nasıl da kolaylıkla yıkıp sevgili olabildiklerini görürüz önce. Bu imrenilecek bir medeniyet şovudur gerçekten de. Ancak sonra aynı çiftin sınıfsal tabular yüzünden nasıl darmadağın olabileceğine tanık oluruz. Cinsel tabuları yıkanlar, sınıfsal tabuların altında kalırlar.


Bu noktada Huxley’in ünlü distopyası “Cesur Yeni Dünya” hatırlanabilir. Gelecekte geçen bu kara romanda bireyin kendisi yok edilse de süren macerası anlatılır. Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi’nde üretilir insanlar ve bu merkezin kapısında “Cemaat, Özdeşlik, İstikrar” yazar. Anlatılan dünyada da cinsel tabular yıkılmıştır. Cinsellik tamamen serbesttir. “Sex, drugs and rock’n roll” devlet politikası haline gelmiştir. Öyle ki kadınların döllenmesi yasak ve ayıp olduğu için, ‘annelik’ ve ‘babalık’ pornografik birer kavram olarak görülür. Ancak bu abartılı kehanette de sınıfsal tabular yerli yerindedir. Kast sistemi bellidir: Alpha, beta, gamma ve epsilonlar… “Mavi En Sıcak Renktir” bu yönüyle “Cesur Yeni Dünya” ile dirsek temasındadır.


Film boyunca karşımızda bir çift yerine iki taraf vardır. Yönetmen tarafları incelikle ayırır. Bir taraf istiridye diğer taraf spagetti yediği, bir taraf kendi normlarını toplumun normlarının önüne koymayı Sartre’dan diğer taraf Bob Marley’den öğrendiği, bir taraf sanattan “anlarken” diğer taraf yaşamakla meşgul olduğu için bir taraf elit olmanın muğlak sınırlarına dahil olarak diğer tarafa yavaş yavaş tepeden bakmaya başlar. Filmin başındaki bakışma, romantik bir eşitlik nostaljisine dönüşmüştür artık. Ve bir taraf eril bakışın kof kibrine öyle bir teslim olur ki, sonunda kendini diğerinin nü resmini yaparken bulur. Bu da ilişkinin, aşkın ve insan olmanın saf mutluluğunun kökünü kurutur.


“Sanatçı” olmanın özgüveniyle tepeden bakma ehliyetini cebine koyan kadına öğretilen bilgilere göre mavi soğuk renkler arasındadır. Zevkler ve renkler tartışılmaz diyen net ve akademik bir tavırdır bu. Ama film bu konuyu tartışmaya açmaktan yanadır. Renk skalasına göre mavi soğuk renkler arasında yer alsa da, kategorizasyonları bir yana bırakmayı becerebilirsek, belki de mavi en sıcak renktir.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on May 29, 2014 06:31

May 23, 2014

Hastası olduğum şarkı sözleri 11: “Am I Still Ill” (Morrissey / The Smiths)

HASTALIĞIM GEÇMEDİ Mİ?

 

Karar verilmiştir

Hayat sadece alıyor ve vermiyor

İngiltere bana ait ve bana bir yaşam borçlu

Nedenini sorma sakın, suratına tükürürüm

Sor da suratına tüküreyim

Eski düşlere tutunamayız artık

Hayır o düşlere tutunamayız

 

Beden mi zihne hükmeder

Yoksa zihin mi bedene?

Bilemiyorum

 

Demir köprünün altında öpüştük

Ve dudaklarım morarana dek devam etmeme rağmen

Bir şekilde eski günlerdeki gibi değildi artık

Hayır, o günlerdeki gibi değildi

Hastalığım geçmedi mi?

Ah…

Hastalığım geçmedi mi?


Beden mi zihne hükmeder

Yoksa zihin mi bedene?

Bilemiyorum

 

Nedenini sor da geberip gideyim

Ah, bir sor da öleyim

Ve eğer yarın işe gitmek zorundaysan

Yerinde olsam umurumda olmazdı

Çünkü hayatın daha güzel yanları var

Biliyorum çünkü görmüşlüğüm var

Pek sık olmasa da


Demir köprünün altında öpüştük

Ve dudaklarım morarana dek devam etmeme rağmen

Bir şekilde eski günlerdeki gibi değildi artık

Hayır, o günlerdeki gibi değildi

Hastalığım geçmedi mi?

Ah…

Hastalığım geçmedi mi?


 


Çeviri: Hakan Bıçakcı

 


tumblr_mw7cpmWNCa1sg2u8ko1_1280

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on May 23, 2014 06:21

April 11, 2014

Hastası olduğum şarkı sözleri 10: “Evil On Your Mind” (Jan Howard)

PİSLİK DOLU SENİN KAFAN


Diyorsun ki kendimle baş başa kalmalıyım bir süre

Sen gidip onu külahıma anlatmalısın bence

Canım gerçekten çok düşüncelisin

Epey etkiledi beni bu duyarlı halin


Fakat biz kadınlar şüpheci yaratıklarız

Erkeklerin kanatlarla doğmadıklarını biliriz

Nereden çıktı o zaman bu meleksi haller

Çok zeki sayılmam ama kör de değilim

Bana öyle geliyor ki pislik dolu senin kafan


Sanıyorsun ki başından beri elinden gelenin en iyisiydin

İlişkimiz o kadar uzun sürdü ki

Biliyorum başka diyarlar geliyor gözüne bir başka


Ama sanma ki yeri geldiğinde

Başka erkekler de dönüp bana bakmıyor

Sanma ki bir sensin

Kafası pislik dolu olan


Beynin dönmüş hareme

Her tarafında kıvırtıyor dansözler

Kulağında hoş bir sada

İncecik parmaklar geziniyor kıvrımlarında


Oh maşallah valla


Çiçekler ve şekerlemeler için çok teşekkürler

Canım benim niye zahmet ettin

Bilirim ki bu şekilde üstünü örtersin

Kafanın içindeki pisliğin


Çeviri: Hakan Bıçakcı


jan h

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 11, 2014 05:58

April 6, 2014

Son yılların en iyi filmleri üzerine iyi kötü düşünceler 3: “Gözetleme Kulesi”

gozetleme-kulesi-04


SUÇLULUK KULESİNDEN GAYET “NORMAL” MANZARALAR


Sinema ve belgesel alanında çok önemli ve yenilikçi eserler üreten Pelin Esmer’in son filmi “Gözetleme Kulesi” (2012) izleyiciyi bir tür gözetleme kulesine yerleştiriyor. Ama kulenin geniş görüşlü konforunu sunmak yerine klostrofobi yüklü bir atmosferde, kuleden yapılan “normal” anonslarının ardına gizlenenleri göstererek.


Yine bu sene vizyona giren Yeşim Ustaoğlu’nun “Araf” filminde (2012) olduğu gibi Pelin Esmer de kamerasını geçip giderken gördüğümüz insanların dünyasına sabitliyor. Geçiş mekânlarında mahsur kalanlara odaklanıyor. Ve filmin incelikli kurgusu bize önce sonuçları sonra nedenleri gösteriyor.

“Araf”takine göre daha az kurumsal ve daha kasvetli bir mola yeri var karşımızda. Tosya’da mini bir yol üstü otogarı. Seher (Nilay Erdönmez) buraya bağlı çalışan otobüslerde hosteslik yapıyor, anonsları yapıyor hatta bazen cep telefonunu mikrofona yaklaştırarak müzik yayını yapıyor. Ancak birden rahatsızlanınca otobüsten alınıp mola yerine veriliyor. Ve burada yemek yapıp masalara çay götürmeye başlıyor. Ayrıca molanın süresini belirterek yolculara oradaki geçiciliklerini hatırlatan tipik anonsları yapıyor. Ses olarak çok iyi tanıdığımız ama hemen hiçbir zaman kaynağını görmediğimiz bu anonsları dinlerken anonsu yapan Seher’i izliyoruz. Yine çok iyi bildiğimiz ama kaynağı görmezden gelinen başka bir mesele daha var ortada. Aile içi taciz sonucu hamile kalan bir genç kız. Kürtaj için geç kalmış olan Seher’in rahatsızlığının çaresizce gizlemeye çalıştığı hamileliği olduğunu anlıyoruz. Nedenin ortaya çıkmasıyla sonuç içimizde ağırlaşmaya başlıyor. Çünkü tecavüz sonucu ortaya çıkan bebeğin babası, Seher’in dayısı… Aynı üniversitede okuduğu kız arkadaşlarıyla eve çıkma fikrini dehşet verici bulan ailesi tarafından “emniyetli” denilerek yanında kalması istenen dayısı… Seher annesi dışında kimseye bir şey söyleyemiyor. Annesi de “aileyi korumak” adına sessiz kalmayı tercih ediyor. Ve Seher yollara düşüyor. Üniversitede edebiyat okuyan bir öğrenci olarak neden otogarda çalıştığı sorulduğundaysa “denk geldi” diyor.


Aynı köyün gözetleme kulesinde çalışmaya başlayan Nihat (Olgun Şimşek) da yaptığı işle ilgili sorulan bir soruya aynı cevabı veriyor: “Denk geldi.” Planlı programlı yaşamın kıyısında mutluluk reçeteleri olmadan yaşayan bu iki insanın yakınlaşması da bir denk gelme ile oluyor.


Nihat fazlasıyla içine kapanık, derin bir suçluluk duygusu içinde yaşayan yalnız bir adam… Gözetleme kulesindeki işi dürbünle etrafa bakıp ateş veya duman görmediği sürece telsizin düğmesine basıp “Normal” demek. Günler normal normal geçiyor. Sonra bir gün Nihat bekçilik yapmadığı bir anda, hiç de normal olmayan bir manzaraya tanık oluyor. Gördüğünün, bebeğini mola alanının bir köşesinde terk edip giden bir kadın olduğunu merkeze bildiremiyor. Seher kendi kendine doğurmak zorunda kaldığı bebeğini nasılsa biri bulur diye düşünerek bırakıyor. Ancak ölüme terk edilmiş durumdaki bebeği sadece olayı gören Nihat buluyor.


Nihat’ın da vaktiyle bir çocuğu ve karısı olduğunu ve ikisini birden içi geçip direksiyonda uyuduğu bir kazada kaybettiğini öğreniyoruz. Fazlasıyla meraklı bir başka kule bekçisiyle gerçekleştirdiği telsiz konuşmaları aracılığıyla öğreniyoruz bu korkunç gerçeği. Özünde diyalog da olsa bir tür monolog duygusuyla izlediğimiz bu sahne boyunca “Normal” anonslarıyla yaşayan telsizin tüm işlevi ve manası değişiyor.


Biri fiziksel diğeri ruhsal olarak ailesini kaybetmiş, biri çocuğundan kurtulmak diğeri ona yeniden kavuşabilmek isteyen iki çaresiz insan, yeni doğan bebekle birlikte gözetleme kulesinde yaşamaya başlıyorlar. Nihat kulenin alt katına yerleştirdiği anneyle bebeğini yukarıdan izliyor. Gözetleme kulesinin anlamı da yavaş yavaş değişmeye başlıyor böylece. Dışarıdaki dünya “normal” anonslarıyla dönerken içeride her şeyin normale dönmesi için çabalıyor Nihat.


Filmde “doğa” “kültür” çatışması bir tür birliktelik olarak çıkıyor karşımıza. Gözetleme kulesini çevreleyen doğa ile kültürü temsil eden otogar hikâye ilerledikçe ortada buluşurcasına yakınlaşıyor. Otogar anonsları toplumsal olanın trafiğini belirlerken kule anonsları doğanın tekdüzeliğini sayıklıyor. Nihat doğal yollarla uzadıkça uzayan sakalını, bebekle annenin yanına taşınmasıyla birlikte toplumsal olarak kabul görecek bir biçimde kestiriyor. Ve yıldırım düşmesi sonucu tek bir ağacın yanması, ormanı tehdit etmediği sürece “normal”in sinsi iktidarını sarsmaya yetmiyor.


Son dönem Türkiye sinemasının en etkileyici örneklerinden “Gözetleme Kulesi” minimal anlatısını son derece güçlü bir atmosferle, doğal oyunculuklarla ve unutulmaz sahnelerle yoğunlaştıran; aile, vicdan, suçluluk, mahrem, gözetleme ve gözetlenme üzerine derin bir film.


Not: Bu yazı “Sekans Sinema Yazıları Seçkisi-8″de yayımlanmıştır.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 06, 2014 05:33

June 5, 2013

April 25, 2013

Hastası olduğum şarkı sözleri 9: “Rich Folks Hoax” (Sixto Rodriguez)

ZENGİN MİLLETİ OYUNLARI


Ay, mor gökyüzünde asılı

Bebeği uykuda, annesi iç çekiyor

Zengin milletinden bahsediyor

Zengin milletinin şakaları aynı

Ve park yerleri belli


Rahip, sığ bir mezardan vaaz veriyor

Parasını sayıyor ve kurtulduğunu müjdeliyor

Sözü genç milletine

Genç milletinin de şakaları aynı

Ama onlar daha eski mekânlarda buluşuyorlar


O zaman bana başarılarından bahsetme

Ya da mutluluğum için hazırladığın o reçetelerden

Yatakta, ağzımda sigara

Hazmedebilmem imkânsız

Akıp gittiğini iddia ettiğin hayalleri


Güneş her zamanki gibi parlıyor

Tabut tozu herkesin yazgısı

Bahsettiği zengin milleti

Zengin oyunlarını yaratanlar fakirler

Ve buna inananlar yalnızca ana sütü emmiş ahmaklar


O zaman bana başarılarından bahsetme

Ya da mutluluğum için hazırladığın o reçetelerden

Yatakta, ağzımda sigara

Hazmedebilmem imkânsız

Akıp gittiğini iddia ettiğin hayalleri


Çeviri: Hakan Bıçakcı

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 25, 2013 00:57

February 12, 2013

Muhteşem Yıkım

Osmanlı temasını çok seviyoruz. Osmanlı temalı diziler reyting, Osmanlı temalı sinema projeleri izlenme rekorları kırıyor. Osmanlı temalı ürünler kapışılıyor. “Hürrem Sultan Kolonyası” bile çok satıyor. Tarihimize, atalarımıza sahip çıkıyoruz; ne güzel. Peki Fatih Belediyesi’nin “yenileme alanı” ilan ettiği Ayvansaray’daki son Osmanlı evleri restorasyon adı altında yıkılırken ne yapıyoruz? İstanbul’un son Osmanlı mahallesi yerle bir oluyor. Fetih 2013’te kepçeler başrolde.


Osmanlı temasını çok seviyoruz. Ama ekranda görünce… Bir olgu olarak değil, uçucu bir imaj olarak. Kolonya kokusu gibi uçucu…

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on February 12, 2013 00:22

January 23, 2013

Hastası olduğum şarkı sözleri 8: “TV Movie” (Jarvis Cocker / Pulp)

TELEVİZYON FİLMİ


Sensiz hayat,

Bitmek bilmeyen bir akşamdan kalma hali

Televizyon için yapılmış bir film sanki:

Kötü diyalog, kötü oyunculuk, merak uyandırmayan akış

Gereksiz uzun ve ortada ne hikâye var ne seks


Birini bu kadar çok özlemek bir tür zayıflık mı?

Günün çekip gitmesini dilemek

Senin dün yaptığın gibi


Bu acıdan kurtulmanın bir yolu gelmiyor aklıma

Yeniden mutlu olmanın ve her şeyin yolunda olmasının

Şimdi oturduğum yerde tek bildiğim, düşünmeyi bile beceremediğim

Şu düşünceyi akıllıca ifade edecek bir yol bile bulamıyorum:

Niye numara yapayım ki

Sana ihtiyacım var

Seni çok özlediğim ortada

Öyleyse lütfen gitmeyeceğini söyle


Gece ağırlaşıyor

Televizyonda hiçbir şey yok

Yine de gün ışığını görene kadar dimdik oturacağım

Gitmeyeceğini söylediğin gün gelene kadar bekleyeceğim


Çeviri: Hakan Bıçakcı


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 23, 2013 01:49

Hakan Bıçakcı's Blog

Hakan Bıçakcı
Hakan Bıçakcı isn't a Goodreads Author (yet), but they do have a blog, so here are some recent posts imported from their feed.
Follow Hakan Bıçakcı's blog with rss.