Atilla Atalay's Blog, page 20
November 12, 2012
TAKSİM MEYDANI KOMPLE PANDA KAPLANICAK...
(BAG Özel Haber) Düzenlemeden sonra hangi hali alacağı tam olarak bilinemeyen Taksim Meydanı "Ortası buz pisti olucakmış" söylentilerinin ardından son olarak da "Meydan komple panda kaplanıcak" haberiyle gündeme geldi... BAG Muhabiri Kinyas Barul'un "Yok lan artık" diyerek konuyla ilgili baş vurduğu bir yetkili ise şöyle konuştu;
"Olabilir de olmayabilir de. Meydanı panda, tapir (karıncayiyen) yahut kumpir kaplatabilir, AVM, dev minder, musalla taşı, bal kabağı, üçlü piriz, davar postu koyabiliriz. Bu aşamada bunu sizinle paylaşmak durumunda diiliz. İstersek paylaşa da biliriz, yahut, Taksim Meydanı'nı Üsküdar İlçesi'ne bağlayabiliriz. Çok konuşuyosunuz, herkes işine baksın"
Published on November 12, 2012 02:18
November 10, 2012
YAVER ŞU SEVDİĞİM ŞARKIYI ÇAL
Osmantan Erkır'ın 2005 yılında okuduğu bir gazete haberi üzerine TCDD'ye başvurarak Atatürk'ün trenle yaptığı yurt gezilerinde dinlediği taş plaklardan derlediği bu CD, MP3 ler çıktı çıkalı dağılmaya yüz tutan disk arşivimdeki en değerli parçalardan biri.
CD kitapçığında, Cemal Ünlü'nün derlemesiyle Atatürk'ün trende dinlediği plakların bestekarları ve icracılarıyla ilgili bilgilerin yanısıra sofralarındaki fasıllarda yaşanmış bazı anılara yer veriliyor.
Kitapçığa göre Mustafa Kemal'in pek sevdiği, hatta zaman zaman kendisinin seslendirdiği bir gazel var:
"Yâ Rab! Ne eksilirdi deryâ-yı izzetinden
Peymâne-yi vücûda zehr-âb dolmasaydı
Âzâde-ser olurdum âsîb-i derd ü gamdan
Yâ dehre gelmeseydim yâ aklım olmasaydı"
Ziya Paşa'nın bu ünlü gazeli günümüz diliyle yaklaşık olarak şu anlama geliyor;
"Ya Rab! Ne eksilirdi senin ululuk denizinden
Vücud kadehine zehirli acı suları doldurmasaydın
Kurtulmuş olurdum dert ve gam belasından
Ya dünyaya gelmeseydim, ya aklım olmasaydı"
Cemal Ünlü kitapçıkda şöyle yazıyor:
"Atatürk hastalanır ve karnı su toplar. doktorlar acılarından kurtulması için şırıngalarla suyu çekmek zorunda kalırlar. yıllar önce söylediği bu gazel, onun yaşamında; gerçeğe, bir alın yazısına dönüşmüştür"
Atatürk'ün Hafız Yaşar'dan dinlemeyi sevdiği bu "Nevâ çiftetelli gazel"i CD deki gibi Hafız Yaşar'dan değil ama Üstad Münir Nurettin Selçuk'tan; "Zâhirî hâle bakıp etme dahil bir ferdi" şarkısının arasında dinleyelim;
Zâhirî hâle bakıp etme dâhil bir ferdi -- Münir Nurettin Selçuk
Beste: Hacı Ârif Bey
Güfte: Enderûni Vâsıf Osman Efendi
Form: Şarkı
Makam: Mâhûr
Usûl: Curcuna
Zâhirî hâle bakıp etme dâhil bir ferdi
Çekilir çile değil, çile-i germ ü serdi (2 defa)
Kendi hâlince olur her kişinin bir derdi
Tükenir mi feleğin sille-i nerm ü serdi
Mihneti kendine zevk etmedir âlemde hüner vay
Gam u şâdi-i felek böyle gelir, böyle gider vay.
Gazel (Ziya Paşa):
yâ rab ne eksilirdi deryâ-yı izzetinden
peymâne-yi vücûda zehr-âb dolmasaydı, aman, aman
âzâde-ser olurdum âsîb-i derd ü gamdan, aman, aman, aman
yâ dehre gelmeseydim yâ aklım olmasaydı, of, of, of
Çekilir çile değil, çile-i germ ü serdi. (2 defa)
Not: Bazı notalarda 4.cü satır "Tükenir mi feleğin mihnet-i germ ü serdi"olarak geçer.
Vezni: Fâilâtün/Feilâtün/Feilâtün/Feilün (Fa'lün)
Açıklaması:
Görünen hale bakıp hiç kimseyi dışlama.
Acı ve tatlı çileler, çekilir çile değildir.
Herkesin kendi halince bir derdi vardır.
Feleğin yumuşak ve sert silleleri tükenmez.
Dünyada hüner, eziyeti zevk haline getirebilmektir.
Feleğin sevinci ve üzüntüsü böyle gelir, böyle gider.
Gazel hakkında Atatürk'ten bir hatıra:
1) yâ rab ne eksilirdi deryâ-yı izzetinden
peymâne-yi vücûda zehr-âb dolmasaydı
âzâde-ser olurdum âsîb-i derd ü gamdan
yâ dehre gelmeseydim yâ aklım olmasaydı
"atatürk, sofradaki arkadaşlarından arzularını soruyor. münasip birer şarkı istiyorlar; çalıyoruz. bu meyanda ali hikmet paşa'ya da soruyor. müşarünileyh benden bir taksim dinlemek arzusunu gösteriyorlar. taksime başlıyorum. zemin ve zamanını yapıyorum. bu fasıl arasında biraz yorgun, fakat kuvvetli bir ses gazele başlıyor. herkes nefes almaktan çekiniyor. bu ses ata'nın sesi... efsane diyarlarındayım. "ordular! ilk hedefiniz akdeniz'dir ileri..!" diyen bu ses şimdi nağme olmuş, his olmuş taşıyor"
riyaset-i cumhur fasıl heyeti neyzeni burhanettin ökte
türk musikisi dergisi
1 şubat 1948 / sayı:4
yâ rab! ne eksilir deryâyı izzetinden
peymâne-i vücuda zehrâb katmasaydın
yani;
ya rab! ne eksilirdi senin ululuk denizinden.
vücut kadehine zehirli acı suları doldurmasaydın
atatürk hastalanır ve karnı su toplar. doktorlar acılarından kurtulması için şırıngalarla suyu çekmek zorunda kalırlar. yıllar önce söylediği bu gazel, onun yaşamında; gerçeğe, bir alın yazısına dönüşmüştür.
kaynak:
cemal ünlü
atatürk'le bir tren yolculuğu
2) "1909 yılında selanik'teki kumanda ve erkan-ı harbiye heyeti, bir garnizon tatbikatı yapmak için manastır'a gidiyor. heyeti taşıyan trenin bir kompartımanında, iki arkadaş, hoca ve talebesi; binbaşı naci* ve mustafa kemal oturuyorlar.
bir aralık naci paşa, mahzun bir eda ile mustafa kemal'e büyük türk şairi ziya paşa'nın şu iki beyitini okuyor:
yâ rab ne eksilirdi deryâ-yı izzetinden
peymâne-yi vücûda zehr-âb dolmasaydı
âzâde-ser olurdum âsîb-i derd ü gamdan
yâ dehre gelmeseydim yâ aklım olmasaydı
hocasından bunu işiten mustafa kemal, kısa bir teemmülden sonra;
-hocam, büyük türk şariri vücut peymanesini zehrab ile doldurmaktan ziyade bu peymaneye zehrab katmamasını isteseydi, yani:
-yâ rab ne eksilirdi deryâ-yı izzetinden
peymâne-yi vücûda zehr-âb katmasaydın
deseydi daha muvaffık bir şey söylemiş olmaz mı idi? görüyorum ki, bu sözler bir acının ifadesidir; mamafih ben henüz bunu iyi kavrayamadım."
kaynak:
afet inan
atatürk hakkında hatıralar ve belgeler
5.baskı, s.101
Published on November 10, 2012 01:37
November 8, 2012
Taksim Meydanı'na Niyçün Buz Pisti Yapmayı Düşünüyolar Acaba? Neden? Niyçün? Ne Bekleniyor?
Published on November 08, 2012 12:20
Latif Demirci/Hürriyet
Published on November 08, 2012 05:33
ZİRVEDE AYI GEZİNİYOR
Published on November 08, 2012 01:52
November 7, 2012
HAFTANIN LEMAN KAPAA... Gerilim Filmi Paranormal Activity
Published on November 07, 2012 04:18
November 6, 2012
PENGUEN KAPAA
Published on November 06, 2012 23:25
ALİ AĞAOĞLU'NUN MUTLU OLMASINI İSTEDİĞİ İNSANLAR MECNUN KULELERİ'NDE
(....)
Sigarayı bırakalı üç ay oluyor ama ben yine akşam yemeklerinden sonra düzenli olarak balkona çıkıyorum.
Çevre bloklarda elliye yakın sigara tiryakisi var.
Yedi tanesi ciddi tiryaki. Gece gündüz balkonda yaşıyorlar. Öldüğünü tahmin ettiğim yaşlı teyzeyi saymazsak balkon sürgünü tiryakilerden dört tanesi kadın. Adam kısmısı olarak çoğunluktayız... Akşamları saat sekiz gibi filan gizemli bir ayine katılan müridler gibi balkonlarda yerimizi alıyoruz.
Toplam sekiz blok; ortadaki süs havuzu ve ondört akasya ağacıyla renkli plastik çocuk parkına bakıyorlar.
Bizimkinin tam karşısına gelen bloktakileri hayal meyal seçebiliyorum, öksürükleri duyabildiğim yakın balkondakiler ise akşamın olgun ışığıyla gizleniyorlar. Bu durum, ayine hepten esrarengiz bir durum katıyor.
Ama yakınlardaki balkondan ayine katıldığını sandığım, reflektörlü eşofmanı olan bir beyle yüzyüze tanıştık.
Blokların ortasındaki havuzlu avluda volta atarken kendisi bana
"Valla bravo, sen sigarayı bıraktın galiba de mi?" dedi.
Bir arkadaşı varmış o da patlıcanla bırakmış sigarayı, bize imreniyormuş.
Patlıcanın nikotin yüküyle başlangıçtaki tütün yoksunluğunu giderdiği ileri sürülen bir sebze olduğunu bilmeme rağmen "Nasıl yani patlıcanla?" diye sormak istedim kendisine. "Arkadaşınız canı sigara istediğinde dötüne bir patlıcan sokarak mı oyalanıyor?"
Yok, hayır durduk yere herife gıcık kaptığımdan değil. Yalnızca birisine ayıp sayılabilecek bir espiri yapıp karşılıklı gülüşmeyi çok özlemiştim. Çünkü bu bloklara taşınalı beri, arkadaşı patlıcan sayesinde sigarayı bırakan, reflektörlü adamı saymazsak pek kimseyle konuşmuyordum.
Aslına bakarsanız burda, bu insan konservelerinde, bu içlerinde zamandan yorgun düşmüş delilerin dolaştığı Mecnun Kuleleri'nde, kimse kimseyle konuşmuyordu. Eşofmanlı adamlarla kadınlar ortadaki su birikintisinin etrafında bir takım bitkilerle sınırları belirtilen yılankavi parkurda çok acele bir yerlere yetişicekmiş gibi eşofmanlarını hışırdatarak ve tek kelime etmeden yürüyorlardı:
Akşam saatlerinde ortadan kaybolan eşofmanlıların yerini bebek gezdiren yetmişiki millete mensup dadılar alıyordu. Gürcü, Bulgar, Özbek, Moldov, Rus v.b. Dadılar biraz daha konuşkanlardı. Kendi aralarında uzak diyarların bilinmez geyiklerini çevirirken ara sıra çocuklara sesleniyorlardı:
"Bakugaan, in ordan çöcuk, düşecesin. Köbrağ, arkadaşinin kafasını çekme, gel burda Sude ile oynayin..."
Dadı dilleri bir derece de; kendi aralarında konuşan çocukların pilli oyuncak ve japon anime kırması dilleri hepten anlaşılmazdı. Ecnebi ejderha avazlarıyla, çocuk parkını sarmış görünmeyen dragonlara, aynı anda dokuz kötülük yapabilen; rüzgar bükücü, ateş emer, taş yutar canavarlara sesleniyorlardı.
Şimdi böyle anlatıyorum ama ara sıra gelen"farkındalık dalgaları" dışında hayatımdan neredeyse tamamen memnundum. Tüm bunlara kendimi derin bir kabullenişle "olup olacağı budur, hayat böyledir, bunlardır, güvenlidir" telkinleriyle bırakıyordum.
"Noluyo lan, nedir bunlar böyle" diye ansızın gelen "farkındalık dalgalarını" hızla savuşturup anlaşılmaz bir şekilde daha da bırakıyordum ipin ucunu.
İçinden tren geçen şehirler, orman köyleri, balıkçı kasabaları, nehir kenarları... O sekiz bloğun dışındaki heryer çok uzak ve yorucu geliyordu.
Ayrıca çok sıkılırsak, sekiz bloğa on dakika uzaklıkta, altı salonlu sineması olan bir AVM vardı.
Deniz, evet. Kıştan rezervasyon yaptırarak yetmişsekiz bungalovlu o tatil köyüne gidebiliyorduk. Yedi gün sekiz gece bize ait olan o bungalovlardan birine yerleşip denize girebiliyorduk.
Sonra yine bu sekiz blok...
Daha ne olsundu ulan?
(...)
Kitapla aynı adlı öyküden özetle
Sigarayı bırakalı üç ay oluyor ama ben yine akşam yemeklerinden sonra düzenli olarak balkona çıkıyorum.
Çevre bloklarda elliye yakın sigara tiryakisi var.
Yedi tanesi ciddi tiryaki. Gece gündüz balkonda yaşıyorlar. Öldüğünü tahmin ettiğim yaşlı teyzeyi saymazsak balkon sürgünü tiryakilerden dört tanesi kadın. Adam kısmısı olarak çoğunluktayız... Akşamları saat sekiz gibi filan gizemli bir ayine katılan müridler gibi balkonlarda yerimizi alıyoruz.
Toplam sekiz blok; ortadaki süs havuzu ve ondört akasya ağacıyla renkli plastik çocuk parkına bakıyorlar.
Bizimkinin tam karşısına gelen bloktakileri hayal meyal seçebiliyorum, öksürükleri duyabildiğim yakın balkondakiler ise akşamın olgun ışığıyla gizleniyorlar. Bu durum, ayine hepten esrarengiz bir durum katıyor.
Ama yakınlardaki balkondan ayine katıldığını sandığım, reflektörlü eşofmanı olan bir beyle yüzyüze tanıştık.
Blokların ortasındaki havuzlu avluda volta atarken kendisi bana
"Valla bravo, sen sigarayı bıraktın galiba de mi?" dedi.
Bir arkadaşı varmış o da patlıcanla bırakmış sigarayı, bize imreniyormuş.
Patlıcanın nikotin yüküyle başlangıçtaki tütün yoksunluğunu giderdiği ileri sürülen bir sebze olduğunu bilmeme rağmen "Nasıl yani patlıcanla?" diye sormak istedim kendisine. "Arkadaşınız canı sigara istediğinde dötüne bir patlıcan sokarak mı oyalanıyor?"
Yok, hayır durduk yere herife gıcık kaptığımdan değil. Yalnızca birisine ayıp sayılabilecek bir espiri yapıp karşılıklı gülüşmeyi çok özlemiştim. Çünkü bu bloklara taşınalı beri, arkadaşı patlıcan sayesinde sigarayı bırakan, reflektörlü adamı saymazsak pek kimseyle konuşmuyordum.Aslına bakarsanız burda, bu insan konservelerinde, bu içlerinde zamandan yorgun düşmüş delilerin dolaştığı Mecnun Kuleleri'nde, kimse kimseyle konuşmuyordu. Eşofmanlı adamlarla kadınlar ortadaki su birikintisinin etrafında bir takım bitkilerle sınırları belirtilen yılankavi parkurda çok acele bir yerlere yetişicekmiş gibi eşofmanlarını hışırdatarak ve tek kelime etmeden yürüyorlardı:
Akşam saatlerinde ortadan kaybolan eşofmanlıların yerini bebek gezdiren yetmişiki millete mensup dadılar alıyordu. Gürcü, Bulgar, Özbek, Moldov, Rus v.b. Dadılar biraz daha konuşkanlardı. Kendi aralarında uzak diyarların bilinmez geyiklerini çevirirken ara sıra çocuklara sesleniyorlardı:
"Bakugaan, in ordan çöcuk, düşecesin. Köbrağ, arkadaşinin kafasını çekme, gel burda Sude ile oynayin..."
Dadı dilleri bir derece de; kendi aralarında konuşan çocukların pilli oyuncak ve japon anime kırması dilleri hepten anlaşılmazdı. Ecnebi ejderha avazlarıyla, çocuk parkını sarmış görünmeyen dragonlara, aynı anda dokuz kötülük yapabilen; rüzgar bükücü, ateş emer, taş yutar canavarlara sesleniyorlardı.
Şimdi böyle anlatıyorum ama ara sıra gelen"farkındalık dalgaları" dışında hayatımdan neredeyse tamamen memnundum. Tüm bunlara kendimi derin bir kabullenişle "olup olacağı budur, hayat böyledir, bunlardır, güvenlidir" telkinleriyle bırakıyordum.
"Noluyo lan, nedir bunlar böyle" diye ansızın gelen "farkındalık dalgalarını" hızla savuşturup anlaşılmaz bir şekilde daha da bırakıyordum ipin ucunu.
İçinden tren geçen şehirler, orman köyleri, balıkçı kasabaları, nehir kenarları... O sekiz bloğun dışındaki heryer çok uzak ve yorucu geliyordu.
Ayrıca çok sıkılırsak, sekiz bloğa on dakika uzaklıkta, altı salonlu sineması olan bir AVM vardı.
Deniz, evet. Kıştan rezervasyon yaptırarak yetmişsekiz bungalovlu o tatil köyüne gidebiliyorduk. Yedi gün sekiz gece bize ait olan o bungalovlardan birine yerleşip denize girebiliyorduk.
Sonra yine bu sekiz blok...
Daha ne olsundu ulan?
(...)
Kitapla aynı adlı öyküden özetle
Published on November 06, 2012 01:50
HAFTANIN LEMAN'INDAN ÖZETLE BUNALGÜL...
- Ya alooo... Ya bişi söölicam, Sıkılhan var ya, bayram tatilinde bütün kızlar toplandık: Çisil, Büzge, Buğday ve kardeşi Darı, Şoksenem, Kübrasu, Ülfetcan bi de Difenbahya... On gün oldu, hala evden çıkamıyoruz. İnan bana inanamıyorum bööle bişi yaptığımıza...- Uygar bir dünyada yaşıyoruz Bunalgül, saklanmanıza gerek yok. Artık kız çocuklarını diri diri toprağa gömen filan yok; bayramda sadece hayvan kesiyolar... Çıkın bence, geçti, hey sakin olun... Ehe..
- Ööleyse seni, içindeki hayvan barınaklarıyla beraber kesmiş olmaları lazımdı... Ahaha, bu mizahım da sana kapak olsun. Neyse bak ne diicam, on gündür The Vampire Diaries, Super Natural, Fringe, The Walking Dead dizilerini tüm sezonlarıyla seyrettik. Kitlenmişiz yaa... Yeminle çişe kakaya paus yapıyoduk o kadar. Bu arada bişi söölicam; var ya, on gün bakımsız kalınca Çisil'in bıyıkları çıktı ahahah. Karı resmen pala ihih ... E sen naaptın bu arada?
- Ferah upuzun bir caddede alışveriş yaptım, moda ve sanatın 365 gün içinde oldum.
- Mizah bu değil Sıkılhan! Bu da değil... Niye insan gibi cevap vermiyosun kiğ? Bana bak, kızkıza verdiğimiz party yüzünden seni ihmal ettim diye bana tavır filan mı koyuyosun yoksa? Kıyamam... Ya kalk gel istiyosan. Bak biz bu gece de Amarika'dan naklen seçim heyecanını izliycez... Büzge "Ohayo'yu alan başkanlığı alırmış" diyo. Çisil Romney taraftarı "Obama Özel Hastane olayına karşı gibi davranıyo, bidaha seçilirse halk devlet hastanelerinde kuyrukta sürünesiymiş" diyo. Buğday ve kardeşi Darı da Romneyci. Nerden duydularsa "Romni seçilirse idam her eyalette geri dönücek. Ayrıyetten kardeşleri boğdurtma kanunnamesi çıkıcak" deye bişey duymuşlar. İkisi de birbirini boğdurtma peşinde karıların... Onlar da bi cins. Valla bak hakkaten, sıkılmam diyosan gel...
- Sıkılhan Sıkılhan olalı öyle sıkılmaz, olmaz...(...)
Published on November 06, 2012 01:32
November 3, 2012
MİZAH HABER: KARİKATÜRCÜLER DERNEĞİNİN ÜÇ KURUCUSUNUN PORTRE KA...
MİZAH HABER: KARİKATÜRCÜLER DERNEĞİNİN ÜÇ KURUCUSUNUN PORTRE KA...: KARİKATÜRCÜLER DERNEĞİNİN ÜÇ KURUCUSUNUN PORTRE KARİKATÜR SERGİSİ 3 KASIM'DA AÇILIYOR Karikatürcüler Derneğini 1969 yılında kuran üç k...
Published on November 03, 2012 03:45
Atilla Atalay's Blog
- Atilla Atalay's profile
- 56 followers
Atilla Atalay isn't a Goodreads Author
(yet),
but they
do have a blog,
so here are some recent posts imported from
their feed.

