Gökçe Üstündağ's Blog, page 3

November 21, 2015

Melanie Harlow - Some Sort Of Happy - Kitap Yorumu


Melanie Harlow - Some Sort Of Happy
Yine Türkçe kitap okuyamadığım günlerdeyiz. Bazen sadece beynimi gereksiz yere yormak isteyen bir insan olduğumdan yapıyorum böyle, kusura bakmayın. Bu kitabın arka kapağını çevirecektim sizler için ama arka kapağın hiçbir özelliği yok ve çevrilince de Google Translate'ten kopyala yapıştır yapmışım gibi bir durum çıkartacak kadar basit bir dili var, o yüzden o kısmı atladım. Ama kitabın kendi dili ve anlatımı güzeldi 4/5 verdim :D
Okuyacak bir kitap aramıyordum özellikle, sadece sayfalarda bir hata var mı ve kaç sayfa diye açtım ama ilk sayfadaki komik dil beni etkileyince devam ettim. Goodreads reytingi düşük olunca benim de beklentim düşüktü ama ben kitabı sevdim. Karakterler ve konuyu açıkladıktan sonra benim neden sevdiğim konusuna da geleceğiz. :)
Skylar Nixon bir oyuncu olma hayaliyle küçük kasabasından New York'a taşınıp bu hayalini kovalamaya çalışmış ve başaramayınca geri dönmüş bir kadın. New York'ta iken bir reality şov'a katılıp (Bizdeki şu kadınların erkeklerin birbirlerini etkilemesi için aynı eve konmaları gibi bir şov) kendisini rezil etmiş, yapımcıların isteği ve olayı çarpıtması üzerine doğup büyüdüğü küçük yer hakkında kötü şeyler söylemiş gibi görünen biri. Haliyle kasabaya geri döndüğünde kimse ondan hoşlanmıyor. Ailesinin misafir evinde kalıyor, başarabildiği hiçbir şey yok. Sebastian Pryce ise sorunları olan, bu sorunlar yüzünden New York'tan geri dönüp kendi başına yaşamayı seçen, bunu seçmek zorunda kalan bir adam. Peki bu iki yitik insan birbirleri için doğru kişiler mi?

Sebastian'ın Obsesif Kompulsif Bozukluğu (OCD) var. Yani takıntılı. Bazı şeyleri sekiz kere yapmak gibi. Mikrop korkusu yüzünden defalarca kez elini yıkayıp kafelere dahi kendi bardağıyla gitmesi gibi. Ocağı kapatıp kapatmadığını görmek için defalarca evine geri dönmesi gibi. Kafasının içinde ona felaket tellallığı yapan bir ses varmış gibi. Bu gerçek bir bozukluk. Bazı günler iyi günleri, bazılarıysa kötü. Bazen tüm bunları bir nebze bastırabiliyor yıllardır terapi görmenin etkisiyle. Ama bazı günler, tetikleyici tek bir şeyde başa dönüveriyor. Ve yazar bunu o kadar güzel anlatmış ki. Sebastian'ın bazı hareketlerine kızıyorsunuz ama altında yatan sebep bu hastalık. E nereye kadar kızabilirsiniz ki bu durumda? Peki nereye kadar dayanabilirsiniz? Sebastian lisede Skylar'a yanıkmış, ama bu konuda hiçbir şey yapamamış. İnsanların kendisine dokunmasına bile dayanamıyorken, herkes ona deli muamelesi yaparken zor tabii. Yıllar sonra kasabaya geri döndüğünde Skylar'ı görüyor ama onunla konuşamıyor doğru düzgün; çünkü içindeki ses sürekli onu inciteceğini, boğup öldüreceğini falan söylüyor. A evet bir de o yönü var bu rahatsızlığın. Mesela Sebastian eline bıçak alamıyor çünkü o bıçağı birilerine saplayacağından korkuyor. Kendi iradesiyle bunu yapmayacağını biliyor ama bunu atlatamıyor işte. Skylar'ı öyle karmakarışık düşünceler içinde bırakıp gidiveriyor oradan. Terapistine koşuyor. 
Ve Skylar. Hayatının en zor günlerini yaşıyor, her şeyini kaybetmiş, kardeşleri birer başarı örneğiyken o sadece yaşıyor. En düştüğü anda ise karşısına süper yakışıklı, muhteşem bir adam çıkıyor ve onunla konuşmuyor bile! Özgüvenine aldığı darbelere dayanamayıp bir sonraki görüşünde patlayıveriyor adama :D Aralarındaki bu minnak yanlış anlaşılmayı kaldırınca ikisi inanılmaz tatlı hale geldiler. Ben çok sevdim :)
Sebastian hastalığını Skylar'a anlatıyor, bir an sıcak bir an soğuk oluşunun sebebinin bu olduğunu söylüyor, kadın onu büyülüyor, içi gidiyor ama yeteri kadar iyi olmadığını fısıldayan sesleri bastıramıyor. Geçmişi, geleceği her şeyi karman çorman. Skylar'ı hep içten içe sevmiş ve inanın öyle güzel sevmiş ki. Satırları okurken rahatsızlığının onu boğuşunu, Skylar için yeterince iyi olamayabileceği düşüncesinin altında ezilişini görüyoruz hep. Çift sayılara aşık, takıntılı bir adamın hayatındaki o "tek" kişi bulmasının öyküsü bu :)
Kitap her iki karakterin gözünden de anlatılmış. Her duyguyu, her rahatsızlığı biz de görüyoruz. Skylar'ın sabrına, deneyişine hayran kaldım. İstediği zaman tuttuğunu koparan biri ama en güvensiz günlerinde ilacı oluyor Sebastian onun. Bu tip bir durumla baş etmesi inanılmaz zor, o da farkında ama dönülmez akşamın ufkuna girdiğinden tek yaptığı çabalamak. Kendisi için, Sebastian için. O kadar hoş ki.
Sebastian'ın takıntılarını, zorlandığı şeyleri yazmasını çok sevdim. Tüm zorlukları bize de gösteren bir defter oldu o. Bende OCD yok ama mesela ben de elime bıçak alırsam illa ki o bıçak birilerine saplanır diye korkanlardanım, tüm hayatını bu tip bir korkuyla geçiren adamla bir bağ kurmam kaçınılmaz oldu haliyle. Yersiz bulmadım, gereksiz bulmadım sadece bu iki yitik insanın birbirlerinde kendilerini bulmalarını sevdim. Kitabı okurken nedense aklım Mia Sheridan - Başka Dilde Aşk'a kaydı. Ben o kitabı da çok sevmiştim temelde aynı şeyler ama Başka Dilde Aşk kadar derin değildi. Daha komik, daha hafif bir havayla yazılmıştı. Güzeldi ama yani :)
Size kitaptan çeviriler bırakıyorum :) Kim bilir belki bir gün çevrilir ve herkes okur da "Bu kız kendi kendine neyden bahsediyor ya?" demezsiniz :D

***
"Çünkü seni sevmemenin nasıl hissettirdiğini hatırlayamıyorum. Senin için yanıp tutuşmamayı, senin hasretini çekmemeyi hatırlayamıyorum."

***
Aşık olduğum kadına yalan söylüyordum ve o daha iyisini hak ediyordu. Bana inanma, demek istedim. Seni dışarıda bırakmama izin verme. Sessizliğimi cevap sayma. Bunu korkularımla mahvetmeme izin verme.

***
"Birini sevmenin getirdiği yükümlülüklerden bahset bana."Tanrım beni hiç anlamamış mıydı? "Bu birini sevmenin getirdiği yükümlülük değil. Onu sevmek kolaydı. Çaba göstermeksizin oldu. Bu birinin seni sevmesine izin vermenin getirdiği bir yük. O aşka borçlu olduğun anlamına geliyor. O aşkı ayakta tutmak zorunda olduğun anlamına.""O aşkı hak etmen gerektiği anlamına."



 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on November 21, 2015 12:13

November 17, 2015

Pinokyo'nun Rüyası - Selvi Atıcı (Kitap yorumu)


Gecenin karanlığı üzerine en derin koyuluğuyla çöktüğünde Gazel, bir binanın en üst katındaydı. Ve o binadan canlı çıkması imkânsızdı. Hayatta tek bir kez bile olsa, geleceğiyle ilgili bir kararı kendisi verebilmek istedi. Nasıl öleceğini seçebilmek istedi. Onu kovalayan adamlar çoktan o binaya girmiş ve merdivenleri çıkmaya başlamışlardı. Birazdan yakalanacaktı. Ve yine, birilerinin onun adına verdiği kararları uygulamak zorunda kalacaktı. Başkalarının elinde oyuncak olmaktansa, ölmeyi tercih etti. Ve kendini boşluğa bıraktı.

Aynı gece, Ömer'in üzerine de kopkoyu bir karanlıkla çökmüştü. Bütün gün hastalarıyla ilgilenmiş ve ameliyattan ameliyata koşturmuştu. Trafikten kurtulmak için girdiği ara yolda ilerlerken aklından geçen karmakarışık düşünceler, büyük bir gürültü ve sarsıntıyla bölündü. Pat!

Arabasının üzerine bir şey düşmüştü. İlk anda ne olduğunu anlayamadı ama birkaç saniye sonra ön camına doğru uzanan bir kadın eliyle karşı karşıya kaldı. O el Ömer'e, 'beni tut' diye yalvarıyor gibiydi. O eli tuttuğu anda, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Ne Ömer için; ne de Gazel için…
(Tanıtım Bülteninden)

İnce Kapak:
Sayfa Sayısı: 424
Baskı Yılı: 2015
Ciltli:
Sayfa Sayısı: 424
Baskı Yılı: 2015

Dili: Türkçe
Yayınevi: Nemesis Kitap


***
Geçen gün yine işleri savsaklayıp ara vermeksizin okuduğum bir kitap daha. Puanım 3,5-4/5 diyerek başlıyorum.
Şimdi şöyle ki efendim kitap güzel. Ama ben Selvi Atıcı'nın sadece "Sen" isimli kitabını okudum ve ba-yıl-dım! Bakın sevdim demiyorum, ben bayıldım. Resmen herkese önerdiğim ve en sevdiğim kitaplar arasında dediğim harika ötesi bir kitaptı o. Her yerinden alıntılar çıkarmıştım, Sü ve Demir'e bağlanmıştım. Bu kitap da iyiydi ama öylesi bir beklentiyle başlayınca haliyle seviyeyi tutturamadı. Yine dediğim gibi çok akıcıydı elimden bırakmadan bitirdim ama bir "Sen" değildi. Orada gördüğümüz o güçlü karakterler bence bunda yoktu. Kitabın sonunda yazar kitabı 2009-2010 senesinde yazdığını söylemiş. Keşke ben de o zaman okuyabilseydim. Şimdi ortalık bu tip kitaplar kaynarken bunu da klişemsi buldum -halbuki mevzunun başlangıç yerindeymiş kitap.
Kitap Gazel ve Ömer'in hikayesi. Ben Kimliksiz'i okumadım ama oradaki kişiler burada bol bol geçiyor okusam daha iyi olurmuş. Ömer çok aşırı çapkın ve pervasız bir doktor, bir gün yolda giderken arabasının tavanına biri düşüyor. Kızı hemen hastaneye yatırıyor aylarca komadan çıkmasını bekliyor. Gazel ise birtakım kötü olaylara karışınca o çatıdan atlamak zorunda kalmış. Kitap boyu hasta-doktor ilişkileri yüzünden hissettikleri bu şey minnet mi diye irdeliyorlar içlerinden. Sadece ana karakterler değil, diğerleri de bunu düşünüyor. Ömer Gazel'i kanatları altına alıyor ama dayanamıyor da ona. Gazel yaşına göre olgun şeker bir kız. Ama pek farklı bir roman değil. (Yukarıda açıkladığım sebebe göre zamanında farklıymış ama yani.) Hatta bir ara "Ömer harika bir öğretmen, usta bir aşıktı" kısmını okuyunca acaba dedim, FMArsal evrenine mi ışınlandık :D Okuyan bilir Arsal kızlarının fiks cümlesidir bu çünkü :P
Ömer'in en baştaki o pervasız halleri, hastane koridorunda yaptığı şey beni çok rahatsız etti ve tüm kitabı ona karşı bir antipatiyle okudum denebilir. Kötü çocuğun aşık olunca meleğe dönüşmesini sevemiyorum. Gerçi Ömer öyle mıç mıç da olmadı ama yani 180 dereceye yakın döndü denebilir. Ömer'in iyi yürekli oluşunu, cömertliğini sevdim. Gazel'in yaşadıkları, çektikleri çok acıydı, hüzünlüydü. Buna rağmen olgun haliyle durmasını sevdim. Deniz'den nefret ettim. Gazel'in Deniz karşısında zafer elde etmiş hallere girmemesini çok çok sevdim. Hep ağırbaşlıydı. Bazen gereksiz yere inatçıydı ama olsun. :D Çikolata mevzusunu, kendilerine dair birkaç detaya sahip olmalarını sevdim.
Sözün özü, denk gelirseniz okuyun. Bir de öğrendiğime göre Ömer ve Gazel'in kızları Arya'nın hikayesi varmış. Onu merak ettim bulursam bakacağım :)


"Çünkü ev sen olmayınca bomboş geliyor. Çünkü önüme gelen herkesle kavga etmeye başladım. Çünkü günlerdir senin yatağında yatıyorum. Çünkü manyak gibi senin tişörtünü koklayıp duruyorum.Çünkü dakikada üç kez telefonumdaki resmine bakıyorum. Çünkü bombok durumdayım. Çünkü seni acayip özledim."



 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on November 17, 2015 10:44

Elle Kennedy - The Deal - Kitap Yorumu


Elle Kennedy - The Deal (Off Campus #1)
Hannah üniversitenin kötü çocuğuyla bir anlaşma yapmak üzeredir... Hannah Wells sonunda kendisini etkileyecek birini bulmuştur. Hayatındaki diğer şeyler konusunda gayet kendinden eminken mesele seks ve baştan çıkarmak olunca omuzlarında taşıdığı dünya kadar yük vardır. Eğer hoşlandığı çocuğun ilgisini çekmek istiyorsa kendi rahat kozasından sıyrılıp onun farkına varmasını sağlamalıdır... Bu sahte bir randevu karşılığı okulun uyuz, çocuksu ve kendini beğenmiş hokey takımı kapsamına ders vermek anlamına gelse bile. ...ve bu o kadar iyi olacak ki. Garrett Graham'in mezuniyet sonrasında yapmak istediği tek şey profesyonel bir hokey oyuncusu olmaktır; ama düşen not ortalaması uğruna çok çalıştığı her şeyi mahvetmek üzeredir. Eğer sürekli laf sokan bir esmere hoşlandığı çocuğu kıskandırmak konusunda yardım etmek takımdaki pozisyonunu garantileyecekse, olsun varsın o zaman. Ama beklenmedik bir öpücük ikisinin de hayatlarının en vahşi seksine dönüşünce, Garrett'in sadece "-mış gibi yapmak"la yetinemeyeceğini anlaması uzun sürmez.Şimdi yapması gereken tek şey Hannah'ya aradığı kişinin kendisi olduğunu göstermektir.

*****
Biliyorum buraları çok ihmal ettim :( Ama bir sürü kitap okudum onların yorumlarını gireceğim :)
Ben bu kitabı iBooks'a alalı çok oldu. Cidden bayağı çok oldu ya, neredeyse ilk çıktığı zamanlarda almıştım ama pek sıra gelmemişti. Kitabı beğendim, 4/5 veriyorum diyor ve yorum kısmına geçiyorum. Bu arada belirteyim kitabı Yabancı Yayınları'nın kataloğunda gördüm yani çevrilecektir yakın zamanda. Zaten ben de bu yüzden hemen okuyuverdim. Ve evet okurken sürekli kafamda Türkçe'ye çevirdim :D Bazı noktaları çeviride kaybolmaya çok müsait. Dilerim özenli biriyle çalışırlar. Bir sürü popüler kültür göndermeleri vardı, inşallah onlar kaybolmaz.
Neyse yoruma gelelim. Ben bu tip üniversite hikayelerini seviyorum. Gözümde bir Price Of A Kiss değildi ama ara vermeksizin okudum ve bir sonraki sayfaya geçmeyi hevesle bekledim.
*Hannah, okula yeni transfer olan bir çocuktan hoşlanıyor. Kendisi müzik bölümü öğrencisi ve arkadaşları sporcuların boş beyinli olduklarını düşünüyor diye pek kimseye bahsedemiyor bundan. Çünkü hoşlandığı çocuk da futbol takımında. Hannah, kendine güvenen, düşünceli ama sözünü de esirgemeyen hoş bir kız. Kitabın daha ilk sayfalarında belirtildiği üzere 15 yaşında iken tecavüze uğramış ve bu yüzden partilere gitmekten ve orada alkol almaktan hoşlanmıyor. Hannah bu tecavüz olayından sonra hayata yeniden başlamış esasen güçlü biri ama başkalarına güvenmekte sorun yaşıyor. Ve kendisi ölümüne inatçı.
*Hannah için inatçı mı demiştim? Şimdi onu ikiyle çarpın: işte size Garrett! Garrett hayatı boyunca hokey oynamış mezun olunca da büyük takımlara transfer olmak istiyor ama bir dersten aldığı düşük notu düzeltemezse bu mümkün değil. Sonra daha önce dikkatini çekmeyen güzel bir kızın dersten çok yüksek aldığını görüyor. Ding ding ding! Hannah'nın yüksek notunu görür görmez kendisine ders vermesi için onu kovalamaya başlıyor. Hannah inatçı ama Garrett yaka silktiriyor. Sonunda Hannah'nın zayıf noktasını buluyor ve mahsuscuktan sevgililermiş gibi yaparak onun hoşlandığı çocuğu kıskandırmayı öneriyor. Ve anlaşma böyle başlıyor. Garrett istediği her kızı elde etmiş, ilişki olaylarına girmek yerine sadece hokeye odaklanmış, eğlenceli ve yardımsever birisi. Sevdiklerini ve takım arkadaşlarını yüz üstü bırakmamak için her şeyi yapıyor.
Her iki karakterin de omzunda geçmişin yükü var. Hannah olaydan sonra güçlü kalmış ama bu zaman zaman dünyadan kopmadığı anlamına gelmiyor tabii. Garrett'tan başlarda hoşlanmıyor onun da beyinsiz sporculardan olduğunu düşünüyor. Garrett ise zekasını kızlara göstererek onu kovalamalarını istemeyecek kadar akıllı :D 
Olması gerektiği gibi bir tempoda ilerliyor kitap. Ne çok hızlı, ne çok yavaş. Hannah'nın hiç altta kalmayıp hep dik durmasını çok sevdim. Garrett'in ise kendindeki değişikliklere direnmeyip bunları kucaklayışını sevdim. Garrett'in arkadaşı Logan muhabbetini ise yersiz buldum; ama ikinci kitap Logan ve onun Hannah'ya karşı hissettikleriyle de bağlantılı olunca ikinci kitaptan sonra fikirlerim değişir mi bilemiyorum. Aslında komik diyaloglar vardı ama hiç alıntı yapmak isteyeceğim kadar beni etkileyecek bir şey çıkmadı. Yani esasen güzel bir New Adult kitabıydı. İçtenlik duygusu bana da geçti, Hannah ve Garrett'in geçmişindeki üzücü olaylar beni de çok üzdü. Yormayan, akıcı, okunulası bir kitaptı. Umarım çabucak çevrilir ve herkes okur. Serinin 2. kitabı Logan ve Grace, 3. kitabı ise Dean ve Allie hakkında. 3. kitap henüz yurt dışında da yayınlanmadı, ama 2. kitap elimde onu da en kısa zamanda okuyacağım :)
Sevgiyle kalın :*
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on November 17, 2015 03:30