Ahmet Alphan Sabancı's Blog, page 9
March 27, 2019
Geleceği İcat Etmek: Postkapitalizm ve Çalışmanın Olmadığı Bir Dünya
Geleceği İcat Etmek, şu ana kadar çevirdiğim kitaplar arasında en önemli ve kesinlikle Türkçede erişilebilir hâle getirdiğim için mutlu olduğum kitap diyebilirim. Özellikle başlatmaya çalıştığı tartışmalar, günümüz siyaset algısını ve onun eksiklerini ele alışı bakımından oldukça değerli bir kitap.
Kitap genel olarak günümüzde yaşadığımız ekonomik, politik ve toplumsal sorunları ve kapitalizmin içerisinde bulunduğu krizi ele alma konusunda sol siyasetin neden bir sıkıntı içerisinde olduğunu ve bunu aşmak için nasıl yeni bir bakış açısı kurabileceği sorununu ele alıyor. Burada özellikle hegemonya kavramının önemine ve bunu şu anda altında yaşadığımız neoliberal kapitalizmin nasıl kurduğuna bakıyor ve solun böyle bir hegemonya kurmak için neler yapması ve neleri değiştirmesi gerektiğini anlatmaya ve bulmaya çalışıyor. Kitabın özellikle solun ve genel olarak insanların geleceğe dair politik hayal gücünden yoksun kaldığına ve bunu aşmak için çalışmamız gerektiğine dair yaptığı vurgu oldukça önemli.
Elbette kitapta eleştirilerimin olduğu ve eksik bulduğum noktalar var. Özellikle kitabın daha anarşist ve anti-otoriter düşüncelere olan dışlayıcı tavrı —her ne kadar sonlara doğru yumuşatmaya çalışsalar da— biraz sorunlu. Bununla birlikte kitabın yetersiz kaldığı ve cevaplayamadığı kimi önemli meseleler de var. Fakat ikincisinin genel olarak bir kitap olmanın getirdiği sınırlardan ve yazarların uzmanlık alanları dışına çıkmamayı tercih etmelerinden kaynaklandığını tahmin ediyorum.
Özetle kitap eksiklerine rağmen kesinlikle değerli ve hemen herkesin okuması ve üzerine tartışması gereken bir eser. Özellikle günümüzde politik hayal gücü anlamına nasıl sıkıntılı bir dönemde olduğumuzu düşünürseki kesinlikle Geleceği İcat Etmek gibi bizi farklı gelecekleri, hepsinden öte kapitalizmden sonrasını, düşünmeye itecek çalışmalara ihtiyacımız var.
Kitabı Bulabileceğiniz Kimi Linkler
Tudem Pandora Babil Amazon.com.tr
Kitabın Goodreads sayfasına da buradan ulaşabilirsiniz.
Kitapla İlgili Yazılar ve Diğer İçerikler
Ahmet Sabancı ile “Tuhaf Gelecek”lerimiz Üzerine – ShortCASTKlişe mi Dediniz? – Yakup Karbuz
Kitabın tanıtım yazısı ise şöyle:
Herkesin Seveceği Ütopya: Çalışmanın Olmadığı Bir Dünya
http://www.delidolu.com.tr/gelecegi-i...
Siyaset teorisi, dijital ekonomi ve sosyoloji alanlarında uzmanlaşan iki yazar ve akademisyenin, Nick Srnicek ile Alex Williams’ın ortak imzasını taşıyan Geleceği İcat Etmek: Postkapitalizm ve Çalışmanın Olmadığı Bir Dünya, kapitalizmin olmadığı bir gelecek tahayyülüne sahip çıkarak sol siyaseti somut adımlar atmaya davet ediyor.
Delidolu’nun “Ne Yapmalı?” temalı kurmaca dışı eserler koleksiyonunda yerini alan kitap, “Güncel sol siyaseti bugünün teknolojik dünyasında nasıl etkili kılabiliriz?” sorusuna yanıt ararken hem küresel neoliberalizmi hem de “çalışma” fikrini mercek altına alıyor.
Toplumsal hareketler üzerine en güncel teorik çerçeveden beslenen bu kapsamlı çalışma, siyaset bilimi, iktisat, iletişim ve sosyoloji başta olmak üzere sosyal bilimlerin çeşitli alanlarında eğitim alan öğrenciler ile bu alanlarda çalışan akademisyenlerin yanı sıra güncel siyasetle ilgilenen kitapseverlere ve aktivistlere de hitap ediyor.
Teknolojideki ilerlemeler ve dijitalleşme yaşamlarımızı radikal bir biçimde dönüştürürken gelecek üzerine düşünmenin ve yeni bir dünya icat etmenin vakti geldi de geçiyor bile. Srnicek ve Williams, bu göreve talip olan sol siyasetlerin, teknolojiyle ilgili önyargıları ve hapsoldukları yerel savunma siyasetleri nedeniyle sınırlı kaldıklarını ifade ederek küresel kapitalizmin ancak evrensel bir vizyonla alt edilebileceğini söylüyor. Antikapitalist mücadeleye ve günümüzün toplumsal hareketlerine dair güncel bir bakış vadeden bu çalışma, kapitalizmin olmadığı bir dünya hayalini her zamankinden daha geçerli ve güçlü kılıyor.
“İnsanlığın geleceği, teknolojik dönüşümdeki özgürleşmeye sıkı sıkıya bağlıdır. Geçerliliğini korumak ve siyasal açıdan etkili kalmak isteyen her hareketin teknolojik dünyamızdaki imkân ve gelişmeleri yakalaması gerekir. Sol şimdiki hâliyle ne günümüzde kalabilir ne de geçmişe dönebilir.
Yeni ve daha iyi bir gelecek kurmak için yeni bir hegemonya inşa etmemiz ve bunun için de gerekli adımları atmamız gerekiyor. Kolektif hayal gücümüzü kapitalizmin koyduğu sınırların ötesine taşımak zorundayız. Bugün ne kadar sağlam görünürse görünsün, neoliberalizmin geleceği de güvende değildir.
Şimdiye dek tanık olduğumuz bütün toplumsal sistemler gibi neoliberalizm de sonsuza kadar sürmeyecektir. Bugün bize düşen, neoliberalizmden sonrasını icat etmektir.”
June 27, 2018
24 Haziran Sonrası Üzerine Birkaç Not
Malum dördüncü yılda altıncı seçimi geride bıraktık. Burada kalkıp seçim sonuçları üzerine analiz falan yapmak gibi bir derdim yok. Sadece seçim öncesi, gecesi ve sonrası gözlemlediğim bir şeyi kısaca anlatmak istiyorum. Belki Twitter’da yazarım bunu dedim ama burada anlatacağım sebeplerden dolayı bu konuları orada -en azından bir süre- konuşmamaya karar verdim.
Her ne kadar muhalefet kesimi kampanya süreci boyunca birlik, kardeşlik, barışma argümanlarını sıkça kullansa da; hükümetin uzun zamandır yürüttüğü kutuplaşma politikası, dört yılda altı seçimin getirdiği sürekli kampanya hali ve sosyal medyanın da getirdiği kamplaşma, sürekli laf sokup trollük yapmayı başarı zannetme gibi şeylerden dolayı aslında bu konularda ciddi bir körleşme ve eleştirelliğin yitirilmesi durumu yaşıyoruz. Seçimlerin ilanından sonraki süreçte, aslında eleştirilebilecek birçok şey “aman susup zarar vermeyelim de belki bu sefer iktidar değişir” kafasıyla görmezden gelindi. Bunlardan ilk aklıma gelen belki de Meral Akşener gibi gayet aşırı milliyetçi bir düşünce yapısından gelen birisinin merkez, liberal gibi allanıp pullanması. Ki kendisinin aslında hiç değişmediğini “Beni HDP’lilerle bir tuttular” sızlanmasında görmek mümkündü.
Bunlar elbette kampanya süreçlerinde öyle ya da böyle gözardı edilebilir ama durumun ne kadar tehlikeli bir hâl aldığının asıl göstergeleri seçim gecesinde ve sonrasında ortaya çıktı. İnsanların ciddi bir şekilde güvendiği insanların hepsinin kayıplara karışması, “şöyle yaparız, böyle yaparızların” hepsinin buhar olup uçması, alternatif diye kurdukları sistemin açılmadan yıkılması gibi şeyler dürüst olmak gerekirse bu büyüye kapılmayan herkesin az biraz beklediği durumlardı. Ama bunlarla birlikte aslında sürekli iktidar tarafına ve onun destekçilerine getirilen eleştirilerin birer birer karşı tarafta da ortaya çıkması işin asıl dikkate değer kısmı.
Bahsettiğim özetle taraftarlık psikolojisinin mantıklı ve eleştirel düşünmenin önüne geçmesi. Burada da verilecek iki temel örnek var. İlki insanların taraftarlık güdüsüyle geliştirdikleri o büyük güvenin yıkılması karşısında soluksuz bir şekilde komplo teorilerine bel bağlaması. Kaçırılmalar, iç savaş tehditleri gibi şeyler gece boyu havada uçuştu. Aklı başında hiç kimsenin ciddiye almaması gereken şeyler sosyal medyada makul teoriler gibi paylaşılıyordu.
İkincisi ise, tüm bu komplo teorilerine son vermek için işini yapmaya çalışan bir gazetecinin linç edilmesi ve kendisine edilmedik lafın bırakılmaması. Gece boyunca herkesin beklediği soruya bir şekilde cevap alıp onu yanıtlayan İsmail Küçükkaya, İnce’nin beceriksizliğinin ve iletişim kurma yeteneğindeki eksiklerin günah keçisi haline getirildi. Olan bitende tüm hata İnce’deyken; konu bir Twitter ünlüsünün gayet homofobiye oynayan “ben de senin mesajlarını yayınlayayım mı” tehditiyle ve bazı karşı havuzcuların “ben de biliyordum ama haddimi bilip sustum” demesiyle ve güzel bir linç ile tatlıyla bağlandı. Herkes tüm taraftarlık ve yenilgi psikolojisinin hırsını çıkaracak birilerini bulmuştu sonuçta.
Daha bunun gibi irili ufaklı bir sürü şey sayabilirim. Ama sonuçta ortada dev bir sorun var: Ülke şu anda siyaset üzerine mantıklı düşünebilecek kapasitede değil, en azından çoğunluk için böyle bir şey söz konusu değil. Az sayıda da olsa bu yazıyı göreceğini bildiğim mantıklı insanlar var, onlar alınganlık yapmasın rica ediyorum. Ama durum bu. Şu anda kutuplaşmanın doruklarına doğru gidiyoruz ve mevcut sonuçlara göre ülkenin yüzde 65’nin aşırı sağ popülizme oy verdiği bir yerde de bunun kendi kendine azalmasını beklemek saflık olur. Hele bir de dokuz ay sonra bir seçim daha varken.
Bundan sonrası üzerine düşüneceklerin çok işi var. En başta bu popülist yaklaşımla tatmin olan taraftar psikolojisiyle mücadelenin yollarına bakmak gerekiyor. Bu elbette sadece bize özgü bir sorun değil, tüm dünya bu dalga ile sürükleniyor şu anda. Belki popülizmle erken tanışan ülkelerden birisi olarak çözümü de ilk bulan biz oluruz, bilemem. Ama bu çözülmedikçe kısıtlı ortamlar dışında bu konuları sağlıklı ve eleştirel bir şekilde ele alıp konuşmak mümkün değil.
Bununla birlikte siyaseti ve dünyamızı sadece gündelik siyasetten ibaret görmekten uzun vadeli düşünmeye ayıracak enerji kalmıyor. Elbette gündelik siyasetin ve o siyasetçilerin bir etkisi var ama kendimizi bu çukurda kaybederken yakın gelecekte önümüze çıkacak sorunları düşünmeye, onlar için kafa yormaya enerji ve zaman kalmıyor. Üstelik mevcut gündelik siyaset tamamen popülizm merkezli yönetildiğinden, yakın zamanda hayati bir tehdit olacak olan iklim krizi gibi meselelere zaten hiçbir zaman yer kalmıyor. Çünkü bu tarz siyasette uzun vadeli düşünmeye yer yok. En uzun vadeli sözler genelde çılgın projeler oluyor.
Bunları Twitter yerine burada anlatmak istemem de biraz bunlardan kaynaklanıyor. Bunları daha sağlıklı, eleştirel ve mantıklı bir şekilde konuşabileceğimiz yerlere ihtiyacımız var. Herkese laf sokup RT’lere doyamadığımız, sırf laf sokma adına en saçma ve mantıksız şeyleri popüler hâle getirdiğimiz yerlerde bu olmuyor, olmaz. O yüzden burada yazmayı tercih ettim. Konuşmak isterseniz yorumlar ve email adresim herkese açık; hem karakter sınırı da yok. Ama bunların dışında, en azından bir süre bu tarz konuları, özellikle de gündelik siyasetle ilgili şeyleri sosyal medya ortamlarında olabildiğince konuşmamaya çalışacağım. Çünkü bu kadar yoğun popülizme maruz kalmak bir süre sonra sinirlerime ve akıl sağlığıma zarar vermeye başlayacak gibi hissediyorum. Bunun yerine enerjimi daha uzun vadeli, ileriye ve sorunların köküne yönelik çabalara vermeyi tercih edeceğim. Bu şekilde daha faydalı olacağıma inanıyorum.
June 8, 2018
‘Work in Progress’ and Thoughts on How to Create in Dark Times
[This piece first published at my newsletter “Weird and Deadly Interesting“ at May 5th, 2018. Slightly edited this part to publish it on my blog. If you’re interested, you can subscribe my newsletter here.]
There is something I want to mention, a project which I was a part of, called “Work in Progress”. It’s a zine project by Andrew Sempere and he was kind enough to include one of my writings from my newsletter to his project.
His project is all about how and why we should keep working and creating in these dark times, which something I’m thinking and writing a lot. And I believe many people around the world thinks about that too. World is not in a good shape, bunch of idiots doing their best to destroy the planet, climate crisis is already here, every day there are darker things on the news everywhere in the world and it’s totally normal to feel stuck in this mess. And yet, we have to find a way to keep working, creating and living.
And for me, that’s why projects like “Work in Progress” are important and we need more of it. Yes, we’re stuck in this mess but if we stop doing what we do, if we don’t support and motivate each other to keep going, we’ll be stuck here forever. If there’s any chance for a different world, it’s only us, people who think weird and create weird. Like Hunter S. Thompson said, “When the going gets weird, weird turn pro.” And we’re all pros now.
One thing we talked with Andrew was how he like the term I made up, “global frequency of weird.” When I wrote that, I didn’t think much about it but after talking with Andrew, I give it more time to grow in my brain. I think that’s part of what we need right now. A thing to connect and support all those weirdos. We can build it with many things; blogs, newsletters, messaging boards, Slack channels (yep even that), zines, books, music albums, you name it. And it’s kinda building itself too. If you look around, you can feel the potential. At least I’ve started feeling it. And that’s how I’m getting more motivated day by day.
I believe we should talk about it and start working on it. I’ll do my best to support any effort that goes in this direction. Because we should be sharing more good things happening and more weird stuff created around us and bury all that shit making our lives miserable under it. I think it’s worth trying, mostly because most of you know my name thanks to similar connections and support I’ve received as a weird human being lives in a country like Turkey. (Which is a story I want to tell one day.)
And if you want to learn how to get one of “Work in Progress” zines, keep an eye on Andrew’s blog. I believe he’ll soon find a way to make it available to everyone. And if you’re in İstanbul, I can give you one from the extra copies Andrew sent me.
May 30, 2017
Herkese Söyle: Sosyal Medyada Neden Paylaşımda Bulunuruz?
Sosyal medya ve internet üzerine konuşan çok fazla insan var. Ama en çok görünür olanlar genellikle onun nasıl bir toplumsal felaket getireceğinden bashedip onu kontrol altına almaya çalışanlar ya da onu basit bir reklam panosu olarak görüp onu kullanan insanlar üzerinden en çok parayı nasıl kazanacaklarını düşünenler. Böyle bir ortam içerisinde, maalesef internet ve sosyal medyanın kendisi üzerine dürüst ve derin bir şekilde konuşma şansımız çok fazla olmuyor.
Alfred Hermida’nın kitabı bu anlamda güzel bir alternatif sunuyor. Kendisi bir akademisyen ve gazeteci olan Hermida, kitabında bir yandan sosyal medyanın hemen her yanını ele alırken, diğer yandan da paylaşmanın, bilgiyi paylaşmanın ve yaymanın, insan doğasının en önemli yanlarından birisi olduğunu gösteriyor. İkinci kısım özellikle önemli, çünkü sosyal medya üzerine yapılan birçok yorum, bu noktayı gerçekten kavradığınız anda anlamsızlaşıyor. Bizler sosyal medya bizde bağımlılık yaptığından ya da şirketler bizim verimizi sömürsün diye beklediğimizden değil; medeniyetimizin temelinde bilgiyi paylaşma dürtümüz olduğundan dolayı paylaşıyoruz. Ve şu anda sosyal medya ve internet ile yaptığımız da, diğer iletişim teknolojileriyle yaptıklarımızdan farksız.
Bu kitabı çevirdiğim ve Türkçeye kazandırdığımız için oldukça memnunum. Umuyorum bu kitap, her ne kadar 2014 yılında yazıldığı için bazı noktalarda güncellemeye ihtiyacı var gibi görünse de, Türkiye’de sosyal medya üzerine daha mantıklı ve sağlıklı bir tartışma ortamı kurulmasının yolunu açar. Çünkü şu anda sosyal medya üzerine en çok sesi çıkanlar; onu kontrol altına almaya çalışanlar ve ondan para kazanmaya çalışanlar. Oysa sosyal medya ve internet bundan çok daha fazlası. Hermida’nın deyimiyle, internet ve sosyal medya gezegenin sinir sistemi olma yolunda ilerliyor. Ama sesi çok çıkanların kontrolü ele geçirmesine izin verirsek, bu asla mümkün olmayacak.
Kitabın dağıtımı başladı. Eğer internet üzerinden almak isterseniz aşağıda birkaç mağazanın linki var.
Kitabın Goodreads profiline de buradan ulaşabilirsiniz.
Kitapla ilgili yazılan kritikleri ve yazıları da aşağıya toplayacağım. Eğer yeni yazıları merak ediyorsanız arada bir burayı kontrol edebilirsiniz.
“Online’ım, Öyleyse Varım!” – Hürriyet Kitap Sanat
“Herkese Söyle (Alfred Hermida)” – Gri Sayfalar
Kitabın konusuyla alakalı blog postlarımdan ve yazdığım yazılardan bir derlemeyi de aşağıda bulabilirsiniz.
Facebook, Algı Manipülasyonu ve Ötesi
“Being Tumblr”
[İnternet Notları] Temiz Twitter Ne Lan?!
[İnternet Notları] Twitter’da Beni Bezdirenler
Sakin İnternet [Bu post biraz eskidi, bir takip postu daha yazacağım.]
Kitabın arka kapak yazısı da şöyle:
Peter Mansbridge @PeterMansbridge
“Hepimiz sosyal medyanın dünyanımızı değiştirdiğini biliyoruz ama Herkese Söyle, bu değişimin ne anlama geldiğini analiz etmek üzerine yapılan ilk ciddi deneme. Sokak protestolarından ilişkilere, haberlerin ele alınışından aradaki diğer her şeye, Alfred Hermida’nın büyüleyici yeni kitabı “Biz ne yarattık ve sayesinde daha iyi bir yerde miyiz?” sourusunu cevaplıyor. #bukitabıokumakisteyeceksiniz”
David Walmsley @WalmsleyGlobe
The Globe and Mail Genel Yayın Yönetmeni
“Herkese Söyle okuyucusuna çoğu insanın başdöndürücü ve kavranması zor kabul ettiği çevrenin içine girme şansını veriyor—sürekli evrilen medyanın kaos ve fırsatları arasındaki yansımaların ve bağlamın dünyasına. Hermida’nın çalışması çağlar boyu yapılan hataların kalıbını çıkarıyor ve hangi davranışların zamana direnebildiğine dair ipuçları veriyor. Kitabı yazarın ana ilgi alanı olan neden paylaşıyoruz ve bu neden önemli konusunu anlamada oldukça faydalı bir rehber olarak görüyorum.”
Margaret Heffernan @M_Heffernan
A Bigger Prize: We Can Do Better than the Competition kitabının yazarı
“Paylaşmak insan olmaktır. Bu gerçek o kadar bariz ki, çoğu zaman rekabetçi oyunlara ve bölgesel savunmacılığa kendimizi kaptırıp görmezden geliyoruz. Ama bir şirketi, takımı ya da aileyi yöneten kimsenin, işbirlikçi ve iletişimci içgüdülerimizi teşvik etmeden ve özgürleştirmeden başarılı olma şansı yok. Hermida bunu anlıyor ve yaptığımız ve inşa ettiğimiz her şeyde bunu görüyor. Teknoloji yeni olabilir ama mesaj daimi: Enformasyon —tıpkı güç gibi— etkisini en iyi paylaşıldığında gösterir.”
Michael Tippett @Mtippett
Hootsuite Labs, Yeni Ürünler Direktörü
“Alfred Hermida, Herkese Söyle kitabında kullanıcı tarafından üretilen içerik ve sosyal medya ile ters yüz edilen habercilik paradigmasını inceliyor. Araştırmaları bize post-internet döneminde en çok bozulmaya uğrayan endüstrilerden biri hakkında çok önemli içgörüler sunuyor. Haberleri günümüzde nasıl ürettiğimiz ve onlara nasıl eriştiğimiz konusunu önemseyen herkes için mutlaka okunması gereken bir kitap.”
Kristine Stewart @KristineStewart
“Artık herkesin parmaklarının ucunda ‘yayın yapmak’ için kendi forumlarına sahip olduğu bir çağda enformasyonun iletişiminin ve yayılımının nasıl değiştiğini kavrayan ve bunu akıcı bir şekilde anlatan bir bakış.”
Herkese Söyle: Sosyal Medyada Niçin Paylaşımda Bulunuruz?
January 1, 2017
Reporting From The Churn: Day 1, 2017
June 25, 2016
Anti-entelektüalizmin kanadında yükselen kendini bilmezlik
June 3, 2016
Paypal’ın Türkiyeden Ayrılmak Zorunda Kalması Üzerine Birkaç Kelam
June 1, 2016
Kent Bizim: 1970’lerden Günümüze Avrupa’da İşgalevcilik ve Otonom Hareketler
![Kent Bizim: 1970'lerden Günümüze Avrupa'da İşgalevcilik ve Otonom Hareketler [The City Is Ours: Squatting and Autonomous Movements in Europe from the 1970s to the Present] - Kafka Kitap](https://i.gr-assets.com/images/S/compressed.photo.goodreads.com/hostedimages/1464913758i/19291538._SY540_.jpg)
Elbette tüm bunları yaparken, bir gün Avrupa’da işgalevcilik ve otonom hareketler üzerine en kapsamlı eserlerden birisini Türkçe’ye kazandırmak gibi bir şansın elime geçeceğini tahmin bile etmezdim. Ancak bir şekilde bu gerçek oldu ve Kafka Kitap, “Kent Bizim” isimli kitabı benim çevirimle yayınlıyor. Türkçede işgalevciler ve işgalevcilik konusundaki en kapsamlı (ve yanlış hatırlamıyorsam ilk) kitap olacak olan “Kent Bizim”, Avrupa’daki birçok büyük şehirde işgalevciliğin ve işgalevlerinin nasıl geliştiğini, anarşist ve otonom hareketler başta olmak üzere politik atmosferi nasıl etkilediğini ve neden tüm bunların günümüzde çok daha önemli ve dikkate alınması gereken konular olduğunu çok güzel bir şekilde anlatıyor. Ben çevirimle, Barış Çoban da editörlüğüyle bunu mümkün olan en güzel şekilde sizlere aktarmak için çalıştık.
Eğer bu yazıyı 1 Haziran 2016’dan sonra okuyorsanız, kitabı şu anda kitabevlerinde ve online satış sitelerinde bulabilirsiniz. Kitabı internette satın alabileceğiniz yerlerin bir kısmının linkleri aşağıda.
Pandora.com.tr
İdefix.com
Babil.com
Kitapyurdu.com
Kitabın bir parçası olduğu “Alternatif Medya ve Toplumsal Hareketler” serisinin websitesine buradan ulaşabilirsiniz.
Ayrıca eğer Goodreads’i kullanıyorsanız, kitabın sayfası da burada.
Kitapla ilgili internette yazılmış olan kritikler ve diğer alakalı yazılarla ilgili linkleri de düzenli olarak derleyip aşağıya koyacağım.
“Kent bizim” ya da “tweetlediğim her şey bana seni hatırlatıyor” – Bora Ataman & Barış Çoban – Birgün
Ayrıca blogumda ya da başka yerlerde kitapla veya konusuyla alakalı yazmış olduğum yazıları da aşağıda bulabilirsiniz.
3 Ağustos 2013: Yapılmayan Eyleme Müdahale
Gezi’de Teknoloji Ne Yaptı?
Her Şey Duygusaldır
Güvenlik Ne Demek?
İsyan 101: Yunanistan
Son olarak, kitabın konusu ve ele aldığı tarihin müzikle, özellikle de punk/hardcore/crust punk ile derin bir bağı var. Çeviri boyunca çoğu zaman bu müzikleri, özellikle de o ülkelerden ve işgalevlerinden grupları dinledim. Sizlere de okumanızda veya kendinizi kitaba hazırlamanızda yardımcı olması için ufak bir derleme yaptım. Onu da (çok yakında) aşağıda dinleyebilirsiniz.
[Burada müzik olacak.]
Kitabın arka kapak yazısı ise şu şekilde:
İşgalevciler ve otonom hareketler yaklaşık yarım yüzyıldır Avrupa’daki radikal siyasetin ön cephelerinde -kentsel dönüşüm ve soylulaştırma karşıtı mücadelelerden büyük çaplı barış ve çevre kampanyalarına ve kıtayı kasıp kavuran kemer sıkma politikalarına karşı protestolara kadar- mücadele etmektedir. Sekiz farklı şehirdeki yerel hareketlerin -Amsterdam ve Berlin gibi otonom ayaklanmaların meşhur başkentlerinin yanı sıra Poznan ve Atina gibi haklarında çok az bildiğimiz şehirlerin de- tarihini derleyen Kent Bizim, Avrupa’daki işgalevciliğin ve otonom hareketlerin geniş ve kompleks bir resmini çizmektedir. Her bölüm bir kente odaklanmakta, fotograflar ve illüstrasyonlar eşliğinde, o kentin temiz bir kronolojik anlatısını ve analizini sunmaktadır. Bölümler, bu hareketlerin tarihi içerisindeki en önemli olaylara ve gelişmelere odaklanmaktadır. Dahası, bu yerel hareketleri farklı kılan yanlarını ortaya çıkartmakta ve siyaset ve altkültür arasındaki ilişki, nesiller arası dönüşümler, çatışmalar ve şiddetin rolü ve politik taktiklerdeki değişimler gibi meseleleri de ele almaktadır. Tüm bölümler, akademik araştırmayla rahatça anlaşılabilir dili bir araya getiren, politik olarak aktif yazarlar tarafından kaleme alınmıştır. En yeni sosyal hareketlerin tarihine ilgi duyan okuyucular, bu kitapta üzerine kafa yoracakları birçok şey bulacaktır. Katkıda bulunanlar Nazima Kadir, Gregor Kritidis, Claudio Cattaneo, Enrique Tudela, Alex Vasudevan, Needle Kolektifi ve the Bash Street Kids, René Karpantschof, Flemming Mikkelsen, Lucy Finchett-Maddock, Grzegorz Piotrowski ve Robert Foltin.
Bart van der Steen, Leiden Üniversitesi’nde tarih okuduktan sonra, 1980’lerde Amsterdam ve Hamburg’daki işgalevciler ve otonom hareket üzerine çalıştığı Floransa Avrupa Üniversite Enstitüsü’nde doktorasını tamamladı. 2012 yılında “Between Street Fight and Stadtguerrilla: The Autonomous Movement in Amsterdam and Hamburg During the 1980s” başlıklı doktora tezini bitirdi.
Ask Katzeff Kopenhag üniversitesinde okudu ve burada alternatif küreselleşme hareketlerinin siyaseti ve pratikleri üzerine uzmanlaştı. Kendisi akademik dergiler Arbejderhistorie ve Øjeblikket’in editörleri arasındadır ve bunun yanı sıra Kopenhag Üniversitesi’nde doktora araştırma görevlisi olarak çalışmakta ve çalışmalarının odağında 1970’lerden günümüze Avrupa’da kent gelişimi ve işgalevcilik arasındaki ilişki yer almaktadır.
Leendert van Hoogenhuijze Leiden Üniversitesi’nde tarih okudu ve yılda bir yayınlanan Flemenkçe sosyalist dergi Kritiek’in editörlerinden birisidir.
April 25, 2016
[Duyuru] Django Girls İstanbul’a Katılmak İçin Son 2 Gün
Django Girls atölyesi üçüncü kez İstanbul’da düzenlenecek. Kadın yazılımcılar gün boyunca bu yazılım atölyesinde üretecek.
Dünya çapında bir günlük yazılım atölyesi olarak gönüllü kadınlar tarafından örgütlenen Django Girls etkinliği Türkiye’de de dördüncü kez düzenlenecek. Atölye kapsamında Django ve Python programlama dilleri ile web sitesi sitesi yapılacak.
Kadınlara yönelik olarak düzenlenen, ücretsiz programlama atölyesi, bir Django Girls etkinliği. Django Girls; kadınları programlamaya teşvik etmek için tamamen gönüllüler tarafından yürütülen, dünya çapında, bir günlük yazılım atölyesi. Türkiye’de ilk defa kadinyazilimci.com, Garaj ve bir grup gönüllü ile birlikte 2015 Aralık ayında İstanbul’da gerçekleştirildi. Mart ayında ikinci Django Girls İstanbul etkinliği ve son olarak Nisan ayında Django Girls Eskişehir yapıldı.
Atölye düzenleyicileri “Kadından yazılımcı olmaz” klişesini yıkmaya kararlı. Atölye için yayınlanan çağrı metninde “Kadınlara programlamanın sanıldığı kadar zor olmadığını, yazılımcılığın bir erkek mesleği olmadığını ve bütün gün oturup kod yazmanın ne demek olduğunu gösterme konusunda kararlıyız” diyor.
Bir gün sürecek atölyede sıfırdan websitesi nasıl yapılır anlatılıyor. Django Girls tarafından hazırlanan rehbere uygun şekilde yapılan atölyede katılımcılar üçer kişilik gruplara ayrılıyor, her gruba bir mentör yön verip, yardımcı oluyor.
Atölyeye katılım için programlama bilmek ya da kadın olma zorunluluğu bulunmuyor. Atölyeye katılım 30 kişi ile sınırlı. Bu nedenle katılmak isteyen adayların 27 Nisan’a kadar başvuru formunu (https://djangogirls.org/istanbul/apply/) doldurup, göndermesi gerekiyor. 7 Mayıs’ta İstanbul’da düzenlenecek etkinliğin sponsoru ise SoftTech.
Django Girls İstanbul hakkında ayrıntılı bilgi almak için https://djangogirls.org/istanbul/ sitesini ve https://www.facebook.com/djangogirlsistanbul sayfasını ziyaret edebilir, @djangogirlsIst twitter adresini takip edebilirsiniz.
PS: Blogumun az çok bir takipçi kitlesi ve haber yayma gücü var ve bunu elimden geldiğince faydalı ve benim de dünya görüşüme uyan şeyleri yaymak için kulllanmak istiyorum. Eğer duyurmak istediğiniz şeyler varsa bana mail adresimden ulaşın, eğer bana ve bloguma uygunsa memnuniyetle yayınlarım.