A. Orçun Can's Blog, page 2

September 30, 2016

Bir Etkinlik, Bir Hikaye ve Bir Rica

Geçtiğimiz Mayıs ayında ilginç bir olay yaşadım. Buradaki yazıları takip ediyorsanız bileceğiniz üzere, zaman zaman GDK ve YGA okullarda okutuluyor ve ben de mutlulukla o okullara gidip, öğrencilere söyleşi veriyorum. 27 Mayıs’ta Ankara’da, Keçiören Atatürk İlköğretim Okulu’ndaydım.


Bu etkinlikler iki şekilde gerçekleşir. Ya aile ya da arkadaş çevremde birinin bir şekilde bir okulla bağlantısı vardır ve benden ve kitaplardan bahseder, konuşulur, etkinlik konusunda anlaşılır. Ya da bir okul doğrudan YKY’nin kataloğundan kitabı seçmiştir ve yayıneviyle iletişime geçerek etkinlik yapıp yapamayacağımı sorar.


27 Mayıs etkinliği için de, 2. durumun gerçekleştiğini varsaydım. Mayıs ayının başında YKY’den bir e-posta geldi. Böyle bir etkinlik yapıp yapamayacağımı sordular. Memnuniyet duyacağımı söyledim. Planladık, kesinleştirdik, biletler alındı ve gittim. 27 Mayıs sabahı Ankara’da YKY Kitabevi tarafından karşılandığımda sevgili Gül Hanım’ın sorduğu ilk sorulardan biri okulla nasıl bir bağlantım olduğuydu.


Ona hiçbir bağlantım olmadığını, yayınevinin ayarladığını söyledim.


“Hayır,” dedi Gül Hanım. “Bize sadece kitapları okuduklarını ve sizi okula çağırdıklarını söylediler.”


Okula gidene kadar geçen birkaç saati komplo teorileriyle geçirdik. Bir yerde belli ki yanlış anlaşılma olmuştu. Annemi aradım (çünkü edebi kariyerimle ilgili her şeyde onun biraz parmağı vardı), bilmemkaçıncı kez bir ilgisi olmadığını teyit etti. Gül Hanım’la tekrar konuştuk, YKY’nin bir ilişkisi olmadığı da aşikardı.


Okula geldik. 2 saat, uzun bir soru-cevap ve 250 imza sonra gerçek ortaya çıktı. Bu hikayenin Ece adında bir kahramanı vardı (tıpkı kitapta olduğu gibi). Komşusu, okulun öğrencisi olan Ece’ye birkaç ay önce Gökyüzüne Düşen Kız’ı vermişti, seveceğini düşünmüştü. Ece de kitabı sevmiş, Yeryüzünden Gelen Adam’ı almış, okumuş, onu da sevmişti. Hatta o kadar sevmiş ki, okula getirip Türkçe öğretmenine göstermiş. Türkçe öğretmeni de kitabı okuyup beğenince, tüm sınıflarının okumasını istemiş ve sonunda 100’den fazla öğrenci kitabı okuyup bitirince, öğretmen yayıneviyle iletişime geçerek beni çağırıp çağıramayacaklarını sormuş.


Tüm bunlar biri kitabı okudu ve arkadaşına verdi diye oldu. Tüm bunlar, bir okur, sevdiği kitabı okuluyla paylaşmak istedi diye oldu.


İşte bu da beni sizden ricama getiriyor. Şimdiye kadar Ankara’ya, İzmir’e, Ayvalık’a gittim. Tüm bu şehirlerde ve İstanbul’da pek çok okul etkinliğine katıldım.  Okurlarla konuştum, soru-cevap yaptık, kitaplar imzaladım ve zannediyorum her seferinde onlar da ben de iyi vakit geçirdik. Ta Mayıs ayında anlayabildim bunu yapmanın aslında ne kadar kolay olduğunu.


Belki aranızda Ece gibiler vardır. Belki kitaplarımı okumuşsunuzdur. Sevmişsinizdir. Ya da belki çocuğunuza, yeğeninize okutmuşsunuzdur, okutmak istiyorsunuzdur. Sizden ricam, eğer kitabı sevdiyseniz, lütfen okullarınızla konuşun. Her neredeyseniz gelmek, kitap hakkında konuşmak, sohbet etmek çok isterim. Böyle durumlarda bazen aramızda görünmez bir duvar oluşabildiğinin farkındayım ve işte bu yazının da tek amacı bu. Öyle bir duvarın olmadığını göstermek.


Umarım yakın zamanda görüşürüz.


Sevgiler,


Orçun.


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on September 30, 2016 03:09

August 15, 2016

Nefes Al Nefes Ver

Uzun süredir bir türlü bitmeyen, ve onu bitirmeden başka şeylere yoğunlaşamayacağımı söylediğim çeviriyi hatırlıyor musunuz? Bitti. Sonunda, geçtiğimiz hafta tamamlandı, teslim edildi. Henüz adını, nereden çıkacağını, ve okuyunca ne kadar çok seveceğinizi düşündüğümü açıklayamıyorum; ama umarım yakın zamanda bunun duyurusunu da yapabileceğim.


Bu sırada araya bir de video sıkıştırdım. Glasxs’in yeni türkçe şarkısı “Hayaletler” için küçük; ama oldukça güzel sonuçlar verdiğini düşündüğüm bir çalışma yaptık. Şarkı 12 Ağustos’ta iTunes, Spotify, Apple Music, Youtube, Soundcloud ve daha envai çeşit dijital dağıtımcıda çıktı. Arkasından gelecekleri, sahne şovlarının provalarını bilen biri olarak, ve tabii ki de yanlı bir şekilde söylüyorum ki izleyin, dinleyin, takip edin. Seveceğinizi düşünüyorum.



Peki şimdi? Şimdi, bir süredir benimle birlikte sürüklenen tüm güzel şeyleri devam ettirme, sonlandırma zamanı. Yazacağım çok şey var ve geçtiğimiz yıl hiç hissetmediğim bir şekilde, hepsi için ayrı bir heyecan besliyorum. Sırasını, zamanını kestiremiyorum; ama en başta Yeryüzüne Bakan Teleskop’u tamamlamak var. Hem kitabı, hem de böylelikle seriyi bitirmek, büyük bir öyküyü nihayete kavuşturmak istiyorum.


Severek takip ettiğim internet karikatüristi The Oatmeal geçtiğimiz haftalarda “Creativity is Like Breathing” (Yaratıcılık Solumaya Benzer) adında bir çalışma yayımlamıştı. Kendisi de daha önce duyduğu bu analojiyi şöyle anlatıyordu: Ne zaman dışarıya bir eser versek, bu nefes vermeye benzer; ama illa ki nefesinizi verip de ciğerlerinizi boşalttıktan sonra derin bir nefes almanız gerekir. İşte bu da, bir sonraki işten önce bizi besleyen, esinlendiren tüm o şeylerdir. Son aylarda derin ve upuzun bir nefes aldığımı sanıyorum. Üstelik hala da devam ediyor. Tekrar nefes vermeyi iple çekiyorum.


ama önce… diye başlamıyorum bu sefer söze. Çünkü “önce” bitirmem gereken bir şey kalmadı. Umarım kısa zamanda sizleri şaşırtacak şeyler çıkarabilirim.


Ve en önemlisi de, umarım kendimi şaşırtabilirim.



1 like ·   •  1 comment  •  flag
Share on Twitter
Published on August 15, 2016 03:47

July 13, 2016

Böö! (Bir Kez Daha, Bu Kez Duyguyla)

Siteyle ilgili yapmak istediğim çok şey var. Daha önce de bahsettiğim üzere Gökyüzü Krallığı’na dair ek bilgilerin yer aldığı bir kısım bunların başında geliyor. Diğer yandan, bir süredir Bazı Şeyler kısmına da ekleme yapmadığımı fark ettim. Aklımda daha fazlası var; ama şimdilik başlamak için daha iyi bir yer göremedim.


Böö adlı şiir öykümü belki biliyorsunuzdur, sitede denk gelmiş olmanız da olası. Bundan yaklaşık 1 yıl önce, Kafasına Göre Dergi’de de çizimleriyle öykülerimi güçlendiren Nihan Didem şiir öyküyü panellerle resimledi. Ortaya, bana soracak olursanız inanılmaz görseller çıktı. Belki tahmin edenler olmuştur, uzun süredir hem bu sitenin tepesinde, hem de Twitter profilimde yer alan resim, Böö’nün ta kendisine ait.


Ve karşınızda ilk kez resimli olarak: BÖÖ


Yukarıdaki resme tıklayarak, veya hemen buraya gelerek şiir öyküyü hakkıyla, çizimleriyle okuyabilirsiniz. Benim için yazmak da, Nihan Didem’in görselleriyle ilk kez karşılaşmak da inanılmaz keyifliydi. Sizin için de öyle olmasını umuyorum.


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 13, 2016 05:05

July 11, 2016

Tekinsiz Ufak Bir Sesten Başka bir Tekinsiz Ufak Sese

Genel olarak, daha fazla yazmaya çalışıyorum. Nedendir bilmem, yaz ayları hep daha verimli geçiyor benim için. Öyküler açısından şimdilik çok yol kat ettiğim söylenemez; ama hedeflerimden biri de kesinlikle buraya daha sık yazmak.


Bir süredir okumaya ayırdığım zamanı da artırdım. Son günlerde bitirdiğim Steven Johnson’ın “Everything Bad is Good For You” (Kötü Olan Her Şey Sizin İçin İyidir) kitabı kafamda en çok yer eden, beni en çok düşünmeye itenlerden. Son on yıllarda TV, internet ve bilgisayar oyunlarında yaşanan gelişmelerin sizi bir ekrana eblek eblek bakan insanlardan çok ekrana odaklanan ve beyin fonksiyonlarını geliştiren bireyleri dönüştürdüğünü yumuşak bir dille anlatan, harika bir kitap. Üstelik doktora çalışmalarımda da bana oldukça yardım edeceği kesin. Geç oldu; ama sonunda Romeo & Juliet’i de bitirebildim. Yalan söylemeyeceğim, Shakespeare’im fazla geniş değil. Daha önce Hamlet’i okumuştum. Sayısız film uyarlamalarını saymıyorum. Sırada Murakami’lerle devam ediyorum. Sahilde Kafka’yı sahilde okumaya başladım. Beni nereye götüreceğini çok merak ediyorum.


Diğer yanda, her zaman aklımın ücra bir köşesinde ufak, tekinsiz bir korku olmuştur. Hatta Kafasına Göre Dergi için yazdığım ilk öyküde (Bir Sabah Uyandığımda Neil Gaiman’a Dönüşmüştüm) de bu korkuya değinmiştim. Bu ufak tedirginlik bana bir gün fikirlerimin biteceğini, yazacak bir şeyimin kalmayacağını söyleyip duruyordu. Bugün kafamı toparlamak adına hali hazırda yazılan ve sonrasında yazmayı düşündüğüm, çekmeyi düşündüğüm şeyleri yazıya döktüm. Kafamın ücra köşesindeki ufaklık yok oldu. Yerini, gerçekten bunların hepsini yapabilecek misin, diye soran başka bir tekinsiz sese bıraktı.


Ama sanırım biraz da böyledir. Yazarlar için değil, herhangi bir sanatla uğraşan herkes için böyledir. Kafamızdaki sesleri bizi rahat bırakmaları için susturmaya çalışırız; ama aslında yaptığımız şey bir sesi kısıp başka bir tanesini açmaktır. Onlara canavarlar demek istemiyorum; çünkü yaptıklarımı nasıl beslediklerini biliyorum. Sanırım asıl korkmak gereken de bu. Tüm seslerin kesilmesi. Kafanın uçsuz bucaksız bir vadiye dönüşmesi. Kendinize ait tek bir iç sesten  ve onun yankılarından başka hiçbir şey duyamamak. O olmadığı sürece korkacak bir şey yok galiba.


Şimdilik okumak güzel. Yazmak güzel. Biraz da koşabilirsem başka bir şey istemem. Tabii önce çeviri. Hepsinden önce çeviri. Çeviriyi bitirmek gerek. Onu da sizlerle paylaşmak için sabırsızlanıyorum.


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 11, 2016 09:46

June 20, 2016

“Kendim İçin Yapmam Gereken” ya da “Yeryüzüne Bakan Teleskop”

Bir gece oldu ve bir anda oldu. Masanın başında oturmuş, artık  siyahtan laciverte dönmeye başlayan gece göğünü izliyordum. Yazdığım öykünün bir sonraki cümlesini düşünüyordum. Tam o anda fark ettim. Son 2 yıldır, bir teslim tarihi geçirmeden, kendi keyfime göre hiçbir şey yazmamışım.


Aslında bu yazının temeli bu. Garip bir kaos, bir çeşit teslim tarihleri fırtınası içerisinde yüzüyorken buldum kendimi ve çekip çıkarmam gerektiğini fark ettim. Bunun ne bana, ne de o teslim tarihini verenlere hiçbir faydası yok.


Biliyor olabileceğiniz üzere, 1 yılı aşkın süredir Kafasına Göre Dergi’de düzenli olarak yazmaya çalışıyorum. “Çalışıyorum” dedim; çünkü bu süreçte gerçekten derginin bir sayısına öykümü yetiştiremediğim için o sayıya çıkamadım. Sürekli iletişimde olduğumuz İdil başta olmak üzere dergide emeği geçen herkes dünya tatlısı insanlar; ama eminim sorsanız ben onların favori insanlarından olmazdım. Çünkü tarih verilir, Orçun geciktirir. Orçun’a hatırlatılır. Tekrar tekrar söylenir. Son anda öykü gelir. Bu işleyen bir sistem değil. Ne ben yazdığım öyküden keyif alabiliyorum, ne insanlar istedikleri şekilde iş yürütebiliyor.


Bazen öykünün bir noktasında takılıyorum. Bazen kafamda her şeyi bitirmiş olsam da bir türlü masanın başına geçemiyorum. Bazense gerçekten kafam bomboş oluyor. Hem kendime, hem öykülere, hem başkalarına haksızlık ediyorum her seferinde.


Kayıp Rıhtım sitesiyle olan bağımı biliyorsunuz. Öykü Seçkileri‘nin yeni yılı için Türk milotolojik figürlerinin kullanıldığı bir dizi öyküden biri de benim. Öyküyü gerçekten seviyorum; zira seçki için rica gereği yapılacak bir küçük öyküden çıkan fikir; şimdi iyice şekillenip bir novellaya dönüştü. “Yekta’nın Yedi Günü” adlı novellanın ilk bölümü, 7. Yıl Özel Seçkisi kapsamında yayınlandı. Novellayı yazıp tamamlamayı gerçekten iple çekiyorum; ama yazının en başında bahsettiğim an da tam o ilk bölümü yazarken gerçekleşti.


Bir çeşit aydınlanma yaşadığımı hissettim. Beni o kadar heyecanlandıran fikir o sırada külfetten başka bir şey değildi. Teslim tarihimi kaçırmış, üç kez uzatmıştım. Üstelik o tıkanıp da bir türlü çıkmayan son kısmı, zamansızlık nedeniyle öyle zorlama geliyordu ki; yazdıklarımın sadece kalburüstü olduğuna emindim. İşte o an aydınlandım. Bir şey yapmasam bu böyle devam edecekti. Sırf teslim tarihi geldiği için, geçtiği için potansiyelinin altında öyküler, keyfin eziyete dönüşmesi, ve bunun sonrasında beni daha derinden etkileyebileceği fikri çok korkuttu. Ben de bir karar aldım.


Bir süre teslim tarihli yazı işlerini kabul etmeyeceğim. Kafasına Göre Dergi‘nin Temmuz sayısında çıkacak olan “26B” adlı öyküm, şimdilik dergideki son öyküm olacak. Teslim tarihlerinden uzakta neler çıkarabileceğimi bilmiyorum; ama dergiye uygun şeyler yazarsam onlara yine göndermek istiyorum. Yayımlayıp yayımlamama takdiri onlara kalmış.


Bir de Kayıp Rıhtım 7. Yıl Özel Seçkisi’nde yer alan “Yekta’nın Salı Günü” var. Dediğim gibi, bana en çok keyif veren öykülerden biri. Okuyun lütfen. Aylık Öykü Seçkisi’nin sitesi de güncellendi üstelik. Hiç değilse bir girin bakın, göz atın isterim. Bunun dışında, bir süre boyunca benden başka bir şey alabileceğinizi sanmıyorum. Dediğim gibi, kendimi biraz yıpranmış hissediyorum. Toparlanmaya ihtiyacım var.


Başka işler, başka koşturmalar, uyuşmayan tarihler derken arka plana attığım, üstüne eğilemediğim daha pek çok şey var. Hepsiyle de ilgilenmek istiyorum. Neredeyse 1 yıl önce, Yeryüzünden Gelen Adam çıktığında, siteye Gökyüzü Krallığı hakkında bilgiler paylaşacağım bir bölüm eklemeyi düşünmüştüm. Hatta Buket’le konuşmuş, yeni çizimler üzerine anlaşmıştık. Kitapları sevip de internette daha fazlasını isteyenler için böyle bir tatlılık peşindeydik. O içerikleri bile hazırlayamadım.


Yazmak istediğim onca farklı şeyi katmıyorum bile. O yüzden belki de böyle bir araya ihtiyacım var; ama aslında tam da bir ara olmayacak. Yine aktif olarak çalışacağım. Bu süreçte ilk olarak, teslim tarihi Mart olan, Mayıs’a uzatılan ve benim o uzatılmış teslim tarihini bile 2 ay geciktirmiş olduğum çevirimi vermem lazım. Çok güzel bir kitap, çevirmek çok hoşuma gidiyor; ama iş ahlakına ters düşen bir şekilde yine teslim tarihleriyle aram pek kötü. Hiç değilse bayramdan önce bitirmek istiyorum.


“Yekta’nın Yedi Günü”nü de bitireceğim. Ama onun için tarih vermiyorum. Özellikle Kerem karakteri ve hikayenin genel akışı açısından beni de keyiflendiren, tatlı bir şey yakaladığımı hissediyorum ve bu yüzden kendi seyrinde gitmesi gerekiyor. Ne zaman biterse, o zaman bitecek.


Ve tabii ki de Gökyüzü Krallığı serisinin 3. ve son kitabı var. Onu bitirmediğim her gün, ilk iki kitabı okuyup da beğenen bir sürü çocuğa haksızlık ediyormuşum gibi geliyor; ama diyorum ya, tarih koymak istemiyorum. Yine de çevirim biter bitmez, 3. kitabı da tamamlamak için canla başla çalışacağıma söz verebilirim sanıyorum.


Böyle 3. kitap, 3. kitap diye söylemek de zor oluyor. Geçtiğimiz ay, Ankara’daki harika bir etkinlikte de paylaşmıştım aslında adını. O yüzden belki değişir; ama şimdiki haliyle son kitabın adını da duyurmuş olayım.


Yeryüzüne Bakan Teleskop.


İyi bir yaz geçirmeniz dileğiyle,


Orçun.



 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on June 20, 2016 06:27

February 22, 2016

“Öcüler Yetişkinler İçin Öcüler” – Bir Kez Daha

25 Şubat Perşembe günü Kadıköy’deyim. Özgen Berkol Doğan Bilimkurgu Kütüphanesi’nin Perşembe Söyleşileri’nde bu ayın son perşembesi ben konuşuyorum. İşte şu şekilde:


12717324_821010141338533_2987838021393754973_n


Etkinlik akşam 19.30’da başlayacak. Daha önce yazdığım “Öcüler Yetişkinler İçin Öcüler” yazısından hareketle, son 25 yılda çocuklara anlattığımız hikayelerin nasıl değiştiğini, evrildiğini anlamaya çalışacağım.


Eğlenceli olacağını umuyorum.


Bekliyorum.


2 likes ·   •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on February 22, 2016 02:50

December 30, 2015

2016

Yılın en sevdiğim zamanı. Şanslıysam yeni yıla karla girmemiz bile mümkün. Altımda pofuduk bir halı, üstümde polar bir pijama var. Kahve ve kurabiye de eklenince eksik bir şey kalmıyor. 2016 için, her sene yaptığımdan daha az yeni karar aldım. 8 madde. Eğer yıl boyunca bunlara bağlı kalabilirsem kendimi şanslı sayacağım. Bir tanesini, kendimi de zorlamak açısından burada da paylaşabilirim. 2016’da, en az bir yarı maraton (21 km) koşmayı hedefliyorum.


Bir dizi koşturma sonucu (bkz. radiocircus.org) Aralık ayında çıkan Kafasına Göre’de de bir öyküm olduğundan burada bahsedemedim. İki adlı bu öykünün bendeki yeri ayrı. Dergide okuduğunuz hali kısa. Daha uzun hali, beraberinde başka öykülerle birlikte bir dosyada bekliyor. Zamanı geldiğinde bir bütün olarak okunabileceğini umuyorum.


Dergi yeni yıl için bir güzelllik yaptı. 2016’nın ilk sayısı 1 ay sonra, Ocak’ta çıktı. Bu sayıda da Haşere Sorunu adlı öykümle varım. Yeni yıla gülümseyerek girmek istedim, sizi de güldürebilirse ne ala.


Gülümsemek demişken, 2015 bitmeden, yeni yıl için dileklerimi de paylaşmak istedim. Güzel dileklerin, güzel temennilerin gücünü unutmak çok kolay. Hatırlamak için bol bol paylaşmamız gerekiyor. 2016 için geliyor:



Umarım yeni yıl beraberinde gülümseten şeyler getirir. Sizi gülümseten birini bulmanızı, ya da bulduysanız kaybetmemenizi diliyorum. Yeni yılın karşımıza gülmek için küçük şeyler çıkarmasını umuyorum. Büyük şeyler de. Umarım sevdiğiniz insanlarla birlikte, güzel vakit geçirir, yalnız kalmak istediğinizde huzur bulursunuz. Hava tam istediğiniz gibi olduğunda dışarıda olmanızı, daha fazla temiz hava almanızı diliyorum. Hayatınızda daha fazla güzel yemek, daha az gözyaşı, yığınla da hediye olmasını diliyorum.


Yeni yılın size güzellikler, bolluklar ve hepsinden öte turp gibilik getirmesi dileğiyle,


Orçun.




 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 30, 2015 00:16

September 29, 2015

Kafasına Göre 4. Sayı – Makûs Talih

Kafasına Göre’nin 4. sayısındayım! Tiz bir sesle çığlık atarak söylemek istiyorum ki; I’m on fireeee!


Öykünün adı Makûs Talih. Önceki bir yazımda Rutin adlı öykümü yazarken neler hissettiğimden bahsetmiştim. Bu sefer de benzer hislerle yazdım. Şu veya bu sebepten dolayı musluğumu tamir eden ustanın parasını vermeyi sürekli unutuyordum, ve her şeyin ters gittiği bir gün kendime ya usta bana sürekli sövdüğü için her şey ters gidiyorsa diye soruverdim. İşte o anda çıktı öykü ortaya. Ne düşüneceğinizi merak ediyorum.


Benimle birlikte yine bir dizi muhteşem insan dergide yazmış, çizmiş. Derginin bu sayısında ebat büyümüş. Biçimsel olarak böyle bir şey düşünmüşler midir bilmiyorum; ama yaz sayısının açık renkli, daha küçük ve hadi-beni-oku havasına karşılık, daha büyük, daha soluk ve daha solgun bu sayı aklıma doğrudan sonbaharı getiriyor. Bunu tekrar tekrar konuşmamalıyız. Dergiyi alın, dergiyi okuyun. Sizi, almadan hemen öncesine göre daha iyi bir insan yapacak.


Dergide yazmak pek çok yönden iyi hissettiriyor. Uzun süredir kısıtlı zamanımda yazdığım şeyler kitaplara odaklı olduğu için, tekrar bol öykü çıkarmak iyi geldi. Hele ki bir de bunların sınırlı sözcükle kısa öykü olmak zorunda olması, kafamı kaldırıp silkelenmek için biçilmiş kaftan sunuyor.


Şu anda yazdığım öykü içinse yine benzer bir heyecan içindeyim. Yine günlük hayattan, hatta yine bir tadilattan dolayı öğrendiğim küçük bir bilgi, bakalım gülümsetecek güzel bir öyküye dönüşebilecek mi?



Tagged: öykü, dergi, kafasına göre, makûs talih

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on September 29, 2015 00:00

September 25, 2015

Yeryüzünden Gelen Adam

İkinci kitabım çıktı. Bu da o kulağa tuhaf gelen şeylerden biri. İnsana kendini daha yazar hissettiriyor. Sanki daha önce birine söylesem Evet, ama sadece tek kitabın var, deyip saymayabilirlermiş gibi. Şimdiyse birini beğenmediyseniz diğerine gidin, diyebilirim. Tuhaf geliyor.


Her yerde kitap


Fotoğraf aşağı yukarı nasıl hissettiğimi açıklıyor. YKY’den gelen yazar kopyaları elime birkaç gün önce ulaştı. İnsan alışırım sanıyor; ama ne yalan söyleyeyim bu kitapla ilk kitap arasında elime ilk aldığım an açısından zerre fark olmadı. Kitapların sarıldığı kese kağıdını açarken ellerim titredi, ilk kapağın turkuaz parçasını görünce kalbim hızlı atmaya başladı, ve nihayetinde ellerimde kitabı görünce bir süre bu anın gerçekliğine inanamadım.


Kitabı tüm kitabevlerinde bulabilirsiniz. Idefix’ten, YKY’nin sitesinden ya da D&R’ın online mağazasından da edinebilirsiniz. Hatta D&R’ın internet sitesinde şu an hem bu kitap, hem de ilk kitap için büyük bir indirim var.


Açıkçası kitabı almanızı istiyorum; çünkü bu kitaba gerçekten güveniyorum. Gökyüzüne Düşen Kız’ın yeri tabii ki ayrı; ama Yeryüzünden Gelen Adam’ı yazarken bu sefer ne yaptığımı daha iyi biliyordum ve ortaya çıkan kitabın ilkinden daha iyi olduğuna canı gönülden inanıyorum. İşte bu yüzden de almanızı istiyorum. İlk kitabı okuyup da sevdiyseniz, ya da çocuğunuza, yakınınıza aldıysanız, bunu da alın. İçinde ilk kitapta olan her şey var. Üstüne bir de takımyıldızlar var.


Türkiye’de kitap çıkarmanın, o çıkan kitabı duyurmanın, satmasını sağlamanın, yeni baskıları getirmenin ne kadar zor olduğundan bahsetmeyeceğim. Bundan çok kez bahsedildi ve artık üç aşağı beş yukarı herkesin bir fikri var. Gökyüzüne Düşen Kız bir ilk kitaba göre oldukça iyi sattı. 1,5 yılda 3 baskı yaptı. İlk kitabı kitapçılarda bulamayanlar mutlaka istemeli. Raflarda olmayabiliyor; ama stoklarda var. Şimdi umuyorum ki hem GDK, hem de YGA okunur, elden ele dolaşır, ve ikisi de yeni baskılar  yaparlar.


Haliyle her yeni kitapta olduğu gibi bunda da teşekkürü hak eden bir yığın insan var. Kırmızı Saçlı Kız bu kitabın da ilk okuyucusuydu. Bana ilk taslaktan sonra ilki kadar sihirli değil, diyen oydu, ve eğer elinizde tuttuğunuz kitap yeterince sihirliyse, bu onun sayesinde oldu. Nil’in dedesiyle ilgili harika bir sorunu çözmüş olması da cabası.


Can Koçak, Hakan Tunç, Onur Selamet kitabın ilk taslağını okuyup uzun uzadıya yorumlarını yazdılar. Aldığım geri bildirimler arasında bazıları o kadar kritikti ki, o tavsiyelere uymasaydım kitap şu an olduğunun yarısı bile olamazdı.


İhsan Tatari’ye de ayrıca teşekkür etmem gerek. O ilk kitabı okumamıştı ve bu tam da bu yüzden, ilk kez bakan bir gözle kitabı incelemesi kitabı çok daha sağlamlaştırdı. Eleştirilerinin hepsi kitapta yerini buldu; ama sadece Tulub hakkında bir önerisini dinlememem bile, bu dünyayla ilk kez karşılaşan okurlar için sıkıntıya neden olurdu.


Bu kitabın Buket Topakoğlu’nun harika çizimleri olmadan aynı olmayacağının farkındayım, ve bunun için minnettarım. GDK için inanılmaz çizimler yapmıştı. YGA için yaptığı çizimlerse olağanüstü. Bir sonraki maceramızda elinden neler çıkacağını çok merak ediyorum.


YKY’deki harika editörüm Filiz Özdem. Tüm bu çılgınlıklar başlamadan önce sevdiğim yazarlarla ilgili makaleler okur, çalıştıkları mucizevi editörleri dinlerdim. Öyle bir editörü bulmanın zor olacağını düşünürdüm; ama talihin harika bir oyunu sayesinde kucağına düştüm. Bu seri, başka bir editörün elinde aynı seri olmazdı.


Nermin Mollaoğlu. Artık beni YKY’ye götüren bir dizi olayı, ve Nermin Mollaoğlu’nun onların içindeki devasa rolünü bilmeyen kalmamıştır. Onun enerjisi, hızı ve tüm koşturmacası arasındaki içtenliği sadece ajansının bünyesinde olmaktan dolayı değil, onu tanıyor olmaktan dolayı da çok sevindiriyor beni. Kaç kez küçük şeyler için ona danıştığımı, kaç kez sabırla bana cevap verdiğini, kaç kez doğru yolu gösterdiğini artık saymayı bıraktım.


Bir sürü insanı da unutuyorumdur kesin… ama böyle durumlarda hep birileri unutulmaz mı zaten?


YGA garip bir dönemde yazıldı, garip bir dönemde çizildi, garip bir dönemde basıldı. Her haliyle bende yeri ayrı, ve garip olacak. Kitabı abimin ölümünden bir ay sonra teslim etmiştim yayınevine. İlginçtir ki, kitabın çizimleri de Buket Topakoğlu’nun zor bir döneminden hemen sonra teslim edildi.


Çıktığı tarihte, bir yol ayrımındayım. Bu günlerde sık sık Neil Gaiman’ın Dağı geliyor aklıma.


Her zamanki gibi anlatmak istediğim bir sürü şey var; ama hepsinin kendi zamanını beklemesi gerekecek. Şu çılgınlıklar bir geçsin. Teker teker geçsin. Hepsinden bahsedeceğim.


O sırada, Gökyüzü Krallığı’nın 3. ve son kitabıyla uğraşmaya devam etmem gerek. Adı daha belli değil. Ya YBT olacak… ya da GP.


Herkese iyi bayramlar.


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on September 25, 2015 11:20

September 10, 2015

Defterler

her yerde defter… yerlerde defter… kimin bu defter… bilemiyorum…


Hayatım boyunca defterlerim oldu. Bunun o kadar da blog-değerli olmaması gerekiyor. Sonuçta yazıyorum ve yazmak için de defterlere ihtiyacım var; yine de son zamanlarda düşünüyorum, her defterin şu ya da bu şekilde bir hikayesi, bir anlamı var. Ne için kullanıldıkları, ne zaman nerede alındıkları, ne kadar dolduklarıyla hepsinin yeri ayrı. Özellikle de Kırmızı Saçlı Kız‘ın aldıkları. Onların yeri hep ayrı.


Geçtiğimiz yıl bu vakitlerdi. Sonbahar iyiden iyiye kendini göstermeye başlamıştı. Ben Yeryüzünden Gelen Adam’ı henüz birkaç hafta önce teslim etmiştim ve yeni bir işe başlamıştım. Eskisinden daha büyük bir kanalda, bu sefer 24 saat yayın yapan bir haber kanalında işe başlamıştım ve korkuyordum. Kaçırdığım ve kaçırabileceğim tüm planlarım için korkuyordum.


İşte o zaman aldı Kırmızı Saçlı Kız köpekli ajandamı. Haftalarca her gittiğimiz kitapevine, her kırtasiyeye baktığını hatırlıyorum. Ben o sırada defterlerin önemini kavrayamamıştım; ama o çoktan biliyordu. Böyle bir dönemde bana eşlik edecek olan ajandam, bir meslektaş, bir suç ortağı kadar önemliydi.


Onun, benim aksime çok belli istekleri vardır defter ve ajandalarından. Ajandanın 16 aylık olmasını, akademik takvimlere göre düzenlenmiş olmasını ister. Yeterince küçük olmasını; ama not alacak bol yeri olmasını ister. Sayfalarında dikkat dağıtacak sözler, resimler vs. olmamalıdır; ama kapağı çantadan her çıkardığında gülümsetecek kadar güzel, ve bir o kadar da özgün olmalıdır.


Benim ayrıntılı isteklerim daha çok kalemlerden yana. Kurşun kalemle yazmam. Uniball’un bir serisi vardır kullandığım, ve başkasına gitmem. Tükenmez kalemin olabildiğince yumuşak yazması gerekir, fazla mürekkep akıtan kalemler gözümde haindir. Dolma kalemlerimin basit olması, yağ gibi kayması gerekir. Tombalak kalemleri sevmem, ince uzun kalemleri hiç sevmem.


ama kalemler başka bir yazının konusuKırmızı Saçlı Kız‘ın bana aldığı farklı defterler var.  Bir önceki işyerimde not aldığım defterimi doldurduğumda haykırışlarımı o duymuştu. Retro Kamera defteri bunun sonucu geldi. Şimdi envai çeşit notlarımın ilk durağı orası. Yeni bir fikir,  gelişmekte olan bir proje, işle ilgili bir ayrıntı… Hepsi yolcuğuna oradan başlıyor.


Cinema Paradise‘ın önemi önümüzdeki aylarda belli olacak. Kalkıştığımız çılgın bir işte Kırmızı Saçlı Kız ve bana, o ve Retro Circus eşlik ediyor. Her gün uğraşmamız gereken yüzlerce ayrıntıyı tek tek not ediyor, bize hatırlatıyorlar. Kötü çizimleri, iyi çizimleri ve okunamayan yazıları saklıyorlar.


Gökyüzüne Düşen Kız’ı yazmaya başlarken kağıtlara notlar alıyordum; ama kısa süre sonra böyle baş edemeyeceğimi anladım. Puantiyeli defter, diğerlerinin aksine küçük bir lise defteri; ama Gökyüzü Krallığı serisi için notları barındırdığından belki de şu an içinde en çok hazine bulunduranı.


Bir de diğerleri var tabii. Kafasına Göre Dergi de defterlerin önemini biliyor olmalı. Zira, dergiye öykü yazdığım ilk sayıyla birlikte bana bir de defterlerini gönderdiler. Henüz boş; ama hain planlarım var.


Ve daha bir hafta önce aldığım çizgiromanlı defter… çünkü… çizgiromanlı güzel dokulu bir defter varsa neden almayayım ki?


Hayatımızın ilginç bir dönemindeyiz. Rollercoaster üzerindeysek, en tepeye çıktık. Artık son santimleri pistonlardan gelen BUF BUF BUF sesleriyle (piston sesi bu mudur yav?) yavaş yavaş çıkıyoruz. En tepeden son kez etrafımıza bakacağız, ve tam Buna hazır değiliz, diye bağırırken son sürat aşağı gitmeye başlayacağız.


Yeni doktora defterleri, hesap defterleri, yönetici karar defterleri…


İşte asıl çılgınlığı siz o zaman görün.



Tagged: defter, gökyüzüne düşen kız, kalem, yazın, yeryüzünden gelen adam

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on September 10, 2015 05:27