Cahit Sıtkı Tarancı 4 Ekim 1910'da Diyarbakır'da doğdu. İlkokulu orada, ortaokulu İstanbul'da Saint Joseph'te, liseyi Galatasaray'da okudu. Şiire lisede başladı. 1931'de Mülkiye Mektebi'ne yazıldı, bitirmeden ayrıldı. 1939'da Paris'e gitti, Science Politique'e girdi. İkinci Dünya savaşının çıkması üzerine yurda döndü. Askerliğini Edremit'te yaptı (1941-1943). Bir süre İstanbul'da babasının bürosunda çalıştı. Sonra Ankara'da Anadolu Ajansı, Toprak Mahsulleri Ofisi ve Çalışma Bakanlığı'nda çevirmenlikle görevlendirildi. 1951'de evlendi. 1954 başında hastalandı. İki yıl tedavi gördü, ama iyileşemediğinden Viyana'ya gönderildi. 12 Ekim 1956'da toprağa verildi. 1946'da C.H.P. Şiir Yarışması'nda `Otuz Beş Yaş' adlı şiiriyle birincilik ödülünü kazandı. 1957'de Varlık dergisinin soruşturmasında yaşayan sanatçıların en beğenileni seçildi. Şiir kitapları: Ömrümde Sükut (1933), Otuz Beş Yaş (1946), Düşten Güzel (1952), Sonrası (1957). Bütün bu kitaplarını bir araya getirirken, kitaplarına girmemiş 35 şiirini de derleyip bir ciltte topladık. Bu kitap, şairin bütün şiirlerini kapsamaktadır.
Modern Türk şiirinin en bilinen ve sevilen yapıtlarından biri olan ''Otuz Beş Yaş'' şiirine imza atan Tarancı, Behçet Necatigil'in deyişiyle, ''biçim kaygısını ön planda tuttuğu şiirlerinde yaşamanın ve aşkın güzelliğini övdü, ölümün üstünlüğünü vurguladı.''
Asıl adı Hüseyin Cahit olan Cahit Sıtkı Tarancı, ilkokulu doğum yeri olan Diyarbakır'da, ortaokulu İstanbul'da Saint Joseph'te, liseyi Galatasaray Lisesi'nde okudu. Şiir yazmaya lisede başladı. 1931'de Mülkiye Mektebi'ne yazıldı, dört yıl sonra bitiremeden ayrıldı. Fransız şairlerin etkilerinin görüldüğü ilk şiirleri 1930-31'de Galatasaray Lisesi'nin ''Akademi'' dergisiyle ''Muhit'' ve ''Servetifünun-Uyanış'' dergilerinde yayımlandı. Edebiyat dünyasında tanınmasında 1932'de Peyami Safa'nın Cumhuriyet gazetesinde Tarancı'nın şiiri üzerine yayımladığı üç yazı etkili oldu. Şair 1933'te yayımladığı Ömrümde Sükût'u Peyami Safa'ya ithaf etti.
Tarancı Mülkiye'den ayrıldığı dönemde Yüksek Ticaret Lisesi'ne girdi, bu sırada açılan bir sınavı kazanarak Sümerbank'ta memur olarak işe başladı, bir yandan da Cumhuriyet gazetesinde öyküleri çıkıyordu. Cahit Sıtkı'nın şairliğinin gölgesinde kalan bu öykülerde de, şairin şiirlerinde önem verdiği az kelimeyle çok şey söylemek düşüncesi hâkimdi. Tarancı bu dönemden itibaren kaleme aldığı şiirlerinde ise nihilist bir bakış açısıyla ''yalnızlık'' ve ''ölüm'' temaları üzerinde yoğunlaşıyordu.
Tarancı 1939'da Paris'e giderek Sciences Politiques'e girdi, ancak İkinci Dünya Savaşı'nın çıkması üzerine yurda döndü. Bir süre İstanbul'da babasının bürosunda, ardından Ankara'da Anadolu Ajansı ve Toprak Mahsulleri Ofisi'nde çalıştı, Çalışma Bakanlığı'nda çevirmenlik yaptı. 1946'da Otuz Beş Yaş adlı kitabı yayımlandı. Aynı yıl kitaba adını veren şiirle CHP Şiir Yarışması'nda birincilik ödülünü kazandı. 1951'de evlendi. Ertesi yıl Düşten Güzel adlı kitabı yayımlandı. 1954 yılı başında hastalandı. İki yıl boyunca tedavi gördü; iyileşemediği için Viyana'ya gönderildi, orada öldü, Ankara'da toprağa verildi.
Ne denilebilir ki bu kadar muazzam dörtlükleri yazan, edebiyat aşığı bir yazar için. Ölüm korkusu üzerine yazılmış koca bir kitap. Çok beğendiğim, keyifle okuduğum bir şiir kitabım daha oldu. Allah korkusu çok fazla, yaptıklarından korkan ama bunları da üzülerek ifade eden. Daha doğrusu bunu bize o hüzünlü dizelerle ifade etmiş bize yazar. Pişmanlıkla, hüzünle, aşkla dolu bir kitap. Gerek vatanseverliği olsun, gerek aşkları gerekse doğa olsun çok fazla konuyu anlatmış kitabında Cahit Sıtkı. Hele o kitabın ismini taşıyan şiiri yok mu? Bambaşka bir şaheser. Hayatın başından sonuna kadar özeti. Hırslarımız, yanlışlarımız hepsini anlatmış. Kesinlikle okumanızı tavsiye ederim.
Ölümü anlamak ve sonrasında korkuyla üstünlüğünü kabul etmek zor gelmiştir çoğu zaman. Cahit Sıtkı'nın özellikle vurguladığı ölümün üstünlüğü ilkesi de ölüme başkaldırmanın sonuçsuz olacağını net bir şekilde söylüyor. Cahit Sıtkı kışları binaların yanından yürümezdi, caddenin ortasını yolu olarak tayin ederdi. Bunun nedeniyse, onu öldürebileceğini düşündüğü, binaların çatılarından her an düşebilecek olan sarkıtlardı. Boşuna demiyor: "Kapımı çalma ölüm, açmam, ben ölecek adam değilim!" Bunun yanında tasvirleri ve milisaniye içinde aklımızdan geçen düşünceleri yaratmasıyla Cahit Sıtkı, kendi içinde sivrilmiş ve hiçbir gruba dahil olmamıştır. Şiirleriyle beraber sonsuza değin uzamış bir hayatı olan Cahit Sıtkı Tarancı'yı özlemle ve hayranlıkla, alkışlayarak anıyorum.
Yalnız kendi başın mı dertli sanırsın, Gölgesi yeryüzünde avare insan? Taş da istemezdi yosun tuttuğunu; Solmakta her çiçek kokusu uçunca. Tasadır ağaca rüzgârda yaprağı; Her kuş yanar az çok ölen yavrusuna; Sivrisinek de halinden memnun değil; Vızıltısı şikâyet makamındadır.
Her zaman en güzel siirler bu beyefendidedir. Onu seviyorum, bu kitabi da tavsiye ederim.
"ve böylece bu ömür, bu ömür her dakika, bir buz parçası gibi kendinden eriyecek. semada yıldızlardan, yerde kurtlardan başka, yaşayıp öldüğümü kimseler bilmeyecek!"
"Memleket isterim Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun; Kuşların çiçeklerin diyarı olsun. Memleket isterim Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun; Kardeş kavgasına bir nihayet olsun. Memleket isterim Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun; Kış günü herkesin evi barkı olsun. Memleket isterim Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun; Olursa bir şikayet ölümden olsun."
Cahit Sıtkı Tarancı hayatımın her döneminde karşıma çıkmış bir şair. Ortaokulda çok sevdiğim ve ondan etkilenerek Türkçe öğretmeni olduğum öğretmenim, bize şairin “Çocukluğum” şiirini ezberletmişti. Uzun bir süre ezbere bildiğim tek şiir o oldu. Bu yaşıma geldim, hâlâ hatırlarım. Hatta ben de öğrencilerime aynı şiiri ezberlettim.
Lisede ders kitabımızda “Desem ki” şiiri vardı. Bana göre şairin en iyi şiirlerinden biri. Çok güzel bir aşk şiiri. Sınıfımızdan bir çocuk, başka bir okulda okuyan kız arkadaşını “Bu şiiri sana yazdım.” diyerek tavlamıştı. Sınıfça çok gülmüştük.
Üniversitede birçok yazar ve şairin hayatını, eserlerini işledik ama aklımda en net kalanlardan biri Cahit Sıtkı. Hocamız Nazan Bekiroğlu şair için "Ölümden korkuyor." demişti. Sonra da şu cümleyi eklemişti: “Ölümden korktuğu için mi hayatı çok seviyor yoksa hayatı çok sevdiği için mi ölümden korkuyor bilmiyoruz.” Ölümden korkan şair maalesef, birçok iyi şair ve yazar gibi, aramızdan erken ayrılmış.
Cahit Sıtkı’nın en sevdiğim şair olan Orhan Veli’ye ithafen şiir yazması beni hem gülümsetti hem duygulandırdı. Tevfik Fikret için de yazılmış bir şiir vardı.
Kitapta en çok Geçerken, Neden Sonra, Desem ki, Memleket İsterim, Bereket Versin, Portre, Karasevda, Hepsinden Beter şiirlerini sevdim. Bazen bir şiirin içinde birkaç mısra hoşuma gitti. Onları da alıntılar başlığına yazdım.
Şiir kitapları hakkında yorum yapmak zor. Ben şiir sevmeyen biri olarak Cahit Sıtkı’yı ve şiirlerini sevdiğimi söylüyorum. Bu kitabı okursanız şairin bütün şiirlerini okumuş olacaksınız. İlgilenenlere okumalarını öneririm.
Genelde şiirden anladığımı söyleyemem. Ama hayatta tesadüfler eseri karşıma çıkmış bazı satılar, kıtalar, alıntılarda rastladım TArancıya... Bir gün bu TV'de oldu, bir gün bir kitabın arasında... Sonra bir arkadaşımızn edebiyat ödevinin fotokopilerine bakarken bir şiir gördüm. Okudum... Dedim ki bu kesinlikle CAhit Sıtkı olmalı. SAyfayı çevirdim; Cahit sıtkıydı.
İsmini bilmeden rastladığım her seferinde beni etkilemiş ve mutlu etmişse... Bu adam benim için iyi bir şairdir dene bilir... Özellikle TEREKE isimli şiirini çok severim.
"...Bu kravat ben bağladıkça güzeldir; Bu şapkayı kimse böyle giyemez."
Simdi neden 4 yildiz buyuk ustaya diyenleri duyar gibiyim cünkü benim siirde tarzım biraz daha konulari acik ve hayal gucune bırakmak.. cagin siirleri de degil haliyle.. ama yas 35 olunca hele bu siir kitabı komple okunmali!
'Yaş otuz beş yolun yarısı eder. Dante gibi ortasındayız ömrün. Delikanlı çağımızdaki cevher, Yalvarmak, yakarmak nafile bugün, Gözünün yaşına bakmadan gider.'
Şiir, mutluluk karışımı olmalı, en azından benim için. Şiir, aşkın tek ve bahtiyar hali. Yaklaşık 1 günde, bazi şiirleri 2 defa okuyarak bitirdiğim ve çok severek okuduğum bir kitaptı... Hayatımda okuduğum ilk şiir kitabı olarak, raflarda yerini almaya hak kazandı.
'Çok daha ferah olmalıdır, Cinnet dedikleri o cennet, Şu akıl zindanlarımızdan!'
Günün birinde şiirde basitlikten şikayet edeceğimi hiç tahmin etmezdim.
Sanıyorum incelemelerimi takip edenler iyice emin olmuşlardır ki ben şiirde sadelikten ve ritimden çok hoşlanıyorum. Bu yüzden halk şiirine bayılıyorum, kriptik ve imgelere boğulmuş şiirlerse hiç hoşuma gitmiyor. Buna karşılık, Cahit Sıtkı Tarancı'nın şiiri o kadar basit ve düz yazı suretinde yazılıp sırf şiire benzesin diye dizelere bölünmüş gibi duruyor ki, birkaç şiiri hariç hiç keyif alamadım. O birkaç şiir ise beni şiire doyuracak kadar güzeldi. O yüzden karmaşık hisler içindeyim.
Tarancı'nın şiirinde beni rahatsız eden bir başka unsur ise temalar. Ölüm korkusu ve yaşama isteği üzerinde o kadar çok ve aynı sözlerle durmuş ki bir noktada sıkılmaktan kendimi alamadım. Otuz Beş Yaş bile böyle. Kadın arzusu ile yazılan şiirleri ise ne yazık ki fazlasıyla avam ve insana kadınları sevdireceği yerde erkeklere karşı acıma duygusu uyandırıyor. Tuhaf, uzun uzun sevişmekten bahseden, hatta düpedüz yontulmamış bir kadın arzusuna dair şiirler yazan pek çok şair okudum, ilk kez böyle bir hisse kapılıyorum. Aklıma Cemal Safi, Bedri Rahmi Eyüboğlu geliyor, ikisine de bayılıyorum mesela. Sevişmeyi dilinden düşürmeyen Turgut Uyar'ı, Cemal Süreya'yı çok seviyorum. Cahit Sıtkı Tarancı'da ise bana uymayan bir şeyler var. Sorsanız anlatamam.
Cahit Sıtkı büyük şair. Türk şiirinin en güzel örneklerini barındırıyor bu kitap. Ölümün, şiirinin baş köşesini tuttuğunu biliriz de, şiirlerini şöyle topluca okuduğumda garip bir ikiliği düşünmeden duramıyorum. Bir yanda yoğun bir kötümserlik, nafilelik, yalnızlığın getirdiği sıkıntı, geçen günlere (veya yaşanmamış günlere) duyulan melankolik bir nostalji, o çok ünlü ölümün her şeye sirayeti var. Bir yanda da insanı aşka, kavgaya davet, baharın/günün ayaklanışıyla günü yaşamak, dertleri unutmak, zevk alma arzusu var. Hayır, bunlar dönemsel de değil. Şiirlerin dergilerde yayımlanma tarihlerine bakınca (zaten nispeten kısa bir aralık sayılabilir) bu coşkuyla bu keder, bu hüzün nasıl bu kadar değişken bir arada bulunabiliyor diye soruyorum. Manik depresif bir ruh hali gibi. Yine de, depresif yanını daha bir sevdim Cahit Sıtkı'nın.
Elbet güzel şiirleri var, beni daha az etkileyen ya da etkilemeyen şiirleri de çok ama aslolan, Otuz Beş Yaş şiirinin üzerimde bıraktığı etkiyi diğer şiirlerinde bulamadım. Belki de hayal kırıklığım ondan :)
Desem ki vakitlerden bir nisan akşamıdır, rüzgarların en ferahlatıcısı senden esiyor. Sense seyrediyorum denizlerin en mavisini ormanların en kuytusunu sen de gezdim sende tattım yemişlerin cümlesini...📚
Saf şiirin en güzel temsilcilerinden C.Sıtkı örnek aldığım bazı şiirlerine imrandiğim biri... Şiirleri hakknda fazla söze de gerek yok zaten okumak yeterlidir!..
"Zamanla nasıl değişiyor insan! Hangi resmime baksam ben değilim. Nerde o günler, o şevk, o heyecan? Bu güler yüzlü adam ben değilim; Yalandır kaygısız olduğum yalan."
Ölümü kucaklayan adam Tarancı, ölmenin korkusu üstünden ölümü kabul ettiğini kendine itiraf edememe hali onun şiirleri, belki de bu yüzden pek cesur pek ürkek hayata dair aynı anda.
"Artık alışılmış hengamesinde bu dünyanın, Düşündükçe yarı ağlar yarı güler halimi, Oynar gördükçe dalgalarda beşer hayalimi, Bakar bakar imrenirim sükutuna eşyanın."
Ölüm üzerine düşünmeyi sevenler ve ölümün kaç farklı noktadan ele alınabileceğini sorgulayan, merak edenler varsa bu şiir kitabı kendilerine tavsiyemdir. Konuşma diline yakın bir üslupla yazılmış şiirlerden oluşan, anlaşılır dilde gayet kolay okunan bir şiir kitabı, Otuz Beş Yaş.
Cahit Sıtkı Tarancı, o kadar fazla ölüm üzerine düşünen bir şair ki gerçekten akla gelebilecek her an her şekilde bu konu üzerine düşünmüş ve bu düşüncelerini şiir yoluyla paylaşmayı tercih etmiş biri. Asım Bezirci 1983'te "Otuz Beş Yaş" adlı şiir kitabını derlemeye çalışırken eklemiş olduğu sunuda bu şiir kitabını şairin ölmeden önce yayımladığı şiirleri ile ölümünden sonra yayımlanan şiirlerini bir araya getirerek oluşturduğunu belirtmiş. Derlemenin öncesinde Bezirci, Tarancı'yı ve şiirlerini daha iyi anlamak isteyen okucular için şairin farklı tarihler içerisinde yapmış olduğu üç konuşmayı, bir mektubunu ve bir yazısını da eklemiş. Kesinlikle çok yararlı bir ekleme olduğunu düşünüyorum, en azından halk arasında sadece "ölüm şairi" olarak adlandırılan bir şairin edebi görüşü ve bakış açısına kendi ağzından bu şekilde şahit olmak yararlı bir deneyimdi.
Benim ilgimi çeken notlar; Konuşmasında, "Edebiyata nasıl başladınız?" sorusuna verdiği cevaplar sırasında kendisinin Elem Çiçekleri'ni okuduktan sonra bir Baudelaire hayranı olduğunu ve Baudelaire'nin neredeyse bütün hayatını, bütün düşüncelerini değiştirdiğini belirtmiş. Baudelaire'in kendisine suyun dibine inmeyi, kendi içiyle dışı arasındaki farkı anlamayı öğrettiğini de ekleyen şair, Baudelaire sayesinde kendini bulduğunu belirtmiş. Hayatını Baudelaire okumadan önce ve Baudelaire okuduktan sonra diye iki bölüme ayırdığını da ekliyor, şair...
Dönemlere olan ilgisi sorulduğu zaman ise, Divan edebiyatına pek vakit ayıramadığını ancak çok saygı duyduğunu, Tanzimat edebiyatını çok da desteklemediğini, Servet-i Fünun'cular arasında da sadece Halit Ziya'nın edebiyata katkı sağladığını düşündüğü ve Fecr-i Ati edebiayatından Ahmet Haşim ile Yakup Kadri'nin gerçek şiirleri edebiyatımıza kattığı yanıtını vermiştir. Şair aynı zamanda bu yanıtına Doğu ve Batı sentezini en iyi yapan kişinin de Yahya Kemal olduğunu eklemiştir.
Belki de edebiyata dair en klasik ve kaçınılmaz olan sorulardan "şiir toplum için mi, dava için mi?" sorusuna ise "Şiir yazan adam kör ya da sağır değildir ki çevresinde olup bitenleri görmesin, duymasın; elbette kendisine en çok dokunan şeylerden bahsedecektir. Kunduracıdan ayakkabı beklediğimiz gibi şairden de şiir bekleyelim. Nasıl ki kunduracı hem iskarpin hem çizme yaparsa, şair de gününe ve koşullarına göre ıstırap şiiri, aşk şiiri, isyan şiiri, ölüm şiiri, kurtuluş şiiri yazar. Bütün sorun, sanatçının yaratma gücüne karışmamaktır."
Beğendiğim dizeler;
(Atatürk ile ilgili olan şiirlerine zaten bittim...)
- Bir İtiraf Hiçbir el durdurmadı alnımın ateşini, Gönülden uçurtmamı kimse uçuramadı, Hiçbir el durdurmadı alnımın ateşini.
-Kulak Ver Ki Kulak ver, dolaşan ruhumuzu tel tel; Dallardaki tomurcukları ürperten, Bir türkü söylenmede kendiliğinden; Dinledikçe ömrün artar öyle güzel.
- Bahar Hikayesi Alıştım her yıl baharı dört gözle beklerim Kulağım o sabahın kuş cıvıltılarında Bahar geldi mi her tasaya benden elveda Ben bütün dallarda açan bütün çiçeklerim
#otuzbeşyaş #cahitsıtkıtarancı okudunuz mu hiç? Ben kitabı #harflerleokuyorız grubum "O" harfi için seçtim. Tarancı en çok etkilendiği şair olara Baudelaire'i gösteriyor kötülük(elem) çiçekleri tümğyle Tarancı'nın eserlerini etkilemiş ki bu da Tarancı'nın şiirlerinin havasını neden ayrı sevdipimi açıklıyor. Baudelaire, örnek almak için çok tercih edilen bir şair değil. Melankolik yapısı ve üzerine yazmayı sevdiği konular bizim Türk şairlerinin ortamına ve yaşantısına pek uygun değil. Ama Tarancı şiirlerine kattığı ruh haliyle kesinlikle büyük şaire uygun. Şiirlerini hiçbir zaman bir düşüncenin kanıtlanması bir davanın savunulması felsefe sisteminin sunulması olarak düşünmemiş. Kitabın girişinde çeşitli gazetelere yaptığı röportajlar var, çok keyifliydi o kısımları okumak özellikle şairi tanımak için oldukça elzem. Bu kitap aslında sadece 35 yaş isimli şiir kitabının değil; şairin yazmış olduğu 3 şiir kitabının da (Ömrümde Sükut, Otuz Beş Yaş, Düşten Güzel) içinde bulunduğu bir kitap onların haricinde herhangi bir kitabına girmemiş ve bir araya yayınlanmayan şiirleri de bu kitaba dahil edilmiş. Böylelikle aslında tüm külliyatını almış oluyoruz bu kitapla birlikte. Kitaptaki şiirler çok beğendiğim şekilde melankoliye ve sıklıkla gotiğe de kayıyor size bir örnek: 🌿Kāfi değilmiş gibi gelişi sonbaharın Yardıma mı koşuyor bu yağmur, esmer yağmur? Karanlık bir mabette yükselen sütunların Esrarlı dehşetini kalbime döker yağmur!..🌿 Ya da izolasyon teması da sık sık karşımıza çıkıyor bir örnek: 🌿Ve böylece bu ömür, bu ömür her dakika, Bir buz parçası gibi kendinden eriyecek. Semada yıldızlardan, yerde kurtlardan başka, Yaşayıp öldüğümü kimseler bilmeyecek!🌿
Kesinlikle beklediğimden daha farklıydı. Türkçe şiirlerin çoğunlukla belirli temaların (aşk) dışına çıkmadığı gibi dar bir görüşte olduğumdan pek şiir okumuyordum. Tabii ki yanıldığımı görmek güzel oldu. Şairin bazı şiirlerini çok beğendim, bazıları pek etkileyici değildi, bir kısmını da hiç sevemedim. İlginç bir şekilde ilk okuduğum şiirler aklımda daha fazla yer etti. İlk şiirler daha çok doğayla, kişinin iç dünyasıyla ve yaşam-ölüm gibi temalardan beslenirken ilerleyen sayfalarda bundan gittikçe uzaklaştığını, şairin ruhundaki parıltının söndüğünü hissettim. Kuşların sesi kısıldı, rüzgar esmez oldu ve anlamsızlığın kabullenişi sayfaları hakim aldı. İçlerinde yine beğendiğim şiirler olsa da sonlara doğru artık şairle yollarımızın ayrıldığını hissettim. Bu, kitapla ilgili kötü bir yorumdan ziyade sadece anlam bağlamında uzaklaştığımızın gözlemi. Benim onu anlamamam da büyük ihtimal kişisel bir yorumdan ibaret.
Kitabı bitirdikten sonra aklımda kalan şiir ise okurken aslında dikkatimi o kadar da çekmemiş olan, sonrasında tekrar okuduğumda da melodisini aklımda kaldığı kadar beğenmediğim Peyzaj şiiri oldu.
“Gökyüzüne ağaç desen türkülerinde, Ağaca gökyüzü, Bir şey değişmiş olmaz Pencereden baktığın zaman. Ne kuşlar şaşırır dallarını, Ne yıldızları koparmak mümkün olur. Eksilmez etrafta yeşillik; Bu kubbenin maviliği devam eder.”
Bazen sırf üstüne çok düşünüp hilesini fark ettim diye bazı şeylerin yok olacağını düşünmüşümdür. Suya yeterince baktığımda dalgaların bir anda yok olacağını, fazla düşününce bir anda konuşmayı unutacağımı, aslında olmadığını fark ettiğim an bütün dünyanın gözlerimin önünden silineceğini hissedip korktum hep. Ama bazı şeyler sadece öyledir, sırf seninle var olmazlar. Belki de bu şiiri dünyamın bir anda ayaklarımın altından yok olup beni kocaman bir boşluktan aşağı düşecek olma korkusundan alıkoymasıdır aklımda tutan.
Memleket isterim Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun; Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun; Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun; Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun; Olursa bir şikayet ölümden olsun. . Otuz Beş Yaş şiirini hiç duymamış olan herhalde yoktur diye düşünüyorum. Cahit Sıtkı Tarancı Otuz Beş Yaş, Memleket İsterim gibi şiirleriyle edebiyata adını kazımayı başarmış şairlerdendir. Bütün Şiirleri'ni okumayı uzun zamandır istiyordum ve artık ertelemeyi bırakarak elime aldım. Benim şairim olduğunu iddia edemeyeceğim çünkü çok az şiirinde kendimi buldum. Ancak yer yer inanılmaz iyi bulduğum ve çok beğendiğim şiirlere sahipti. Benim için Memleket İsterim yazılmış en yalın ve en güzel şiirlerden. Şair ruhlu birisi Cahit Sıtkı Tarancı ve bu kitabın başına eklenmiş yazılarda kolaylıkla göze çarpıyor. Kendisi güzel havalarda derse gitmekten vazgeçen, doğayı seven bir kişi. O yüzden şiirlerinde hayat, doğa fazlasıyla ön plana çıkıyor. Şiir gerçekten fazlasıyla öznel bir tür. O yüzden kimseye bir şiir kitabını beğenebileceğini ya da beğenmeyeceğini iddia edemem. Ancak bu kitabı okuyan kim olursa olsun mutlaka beğeneceği bir şiire rastlayacaktır.
“Ne belli bir yerim var, ne de sevdiğim biri. Sürünüp gidiyorum.” “Ve bu ahenkle sarhoş, ister misin sevgilim, hiç sonu gelmeyecek bir ömür geçirelim?” “Hiçbir şey istemiyorum felekten bir daha seninle beraber olsam.” “Gel gör ki Atatürk’ün ölümünden bu yana sonbahar dahi bir tuhaf bir başka geliyor.” “Katlanmaksa katlanıyorum, kimselere belli etmeden.”
“Sensiz uykuyu haram bilen için, ayrılık ölümün diğer ismidir.”
Otuz beş yaş
This entire review has been hidden because of spoilers.