Başı dara düşenler, yarattıkları düş dünyasında bulurlar yollarını. Ayakta kalabilmek için sığındıkları bu dünya bir yandan onları yaşatırken, bir yandan da hikâyelerini örer. Dağın Öte Yüzü üçlüsü darda kalanların yarattıkları düş dünyasının büyük ve görkemli hikâyesidir.
Üçlünün ilk kitabı Ortadirek’te uzun ve zorlu yolda yürüyenler anlatılır. Bir çile yürüyüşüdür bu; varacakları yerde onları sadece ayakta kalmak mücadelesi bekliyor olsa da, her yürüyüş bir umuttur. Pamuklar toplanmadan Çukurova’ya ulaşmak, çileye ve umuda da ulaşmaktır.
“Türk romancısı Yaşar Kemal’in Ortadirek romanı edebiyatın büyük insan manzaralarından biridir. Bu roman aslında Savaş ve Barış ve Moby Dick boyutlarında bir yapıttır.” Michel Cournot, Le Monde, (Fransa)
“Buna dikkat çekici bir eser değil, bir şaheser demek daha doğru olur.” Bulletin Critique du Livre Français, (Fransa)
“Yaşar Kemal’in romanı Tolstoy’un çapına ve Dickens’ın canlılığına sahiptir.” Lena Jeger, Manchester Guardian, (İngiltere)
“Sofokles’in trajedilerini besleyen o çok görmüş geçirmiş yaşlıların deneylerle dolu sesidir bu. Anadolu’nun sesi.” Ceyhun Atuf Kansu, Varlık
“Bugüne kadar okuduğum en mükemmel Türk romanıdır Ortadirek.” Fethi Naci, Bir Romancı: Yaşar Kemal
Yaşar Kemal, asıl adı Kemal Sadık Gökçeli. Van Gölü’ne yakın Ernis (bugün Ünseli) köyünden olan ailesinin Birinci Dünya Savaşı’ndaki Rus işgali yüzünden uzun bir göç süreci sonunda yerleştiği Osmaniye’nin Kadirli ilçesine bağlı Hemite köyünde 1926’da doğdu. Doğum yılı bazı biyografilerde 1923 olarak geçer.
Ortaokulu son sınıf öğrencisiyken terk ettikten sonra ırgat kâtipliği, ırgatbaşılık, öğretmen vekilliği, kütüphane memurluğu, traktör sürücülüğü, çeltik tarlalarında kontrolörlük yaptı. 1940’lı yılların başlarında Pertev Naili Boratav, Abidin Dino ve Arif Dino gibi sol eğilimli sanatçı ve yazarlarla ilişki kurdu; 17 yaşındayken siyasi nedenlerle ilk tutukluluk deneyimini yaşadı. 1943’te bir folklor derlemesi olan ilk kitabı Ağıtlar’ı yayımladı. Askerliğini yaptıktan sonra 1946’da gittiği İstanbul’da Fransızlara ait Havagazı Şirketi’nde gaz kontrol memuru olarak çalıştı. 1948’de Kadirli’ye döndü, bir süre yine çeltik tarlalarında kontrolörlük, daha sonra arzuhalcilik yaptı. 1950’de Komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla tutuklandı, Kozan cezaevinde yattı. 1951’de salıverildikten sonra İstanbul’a gitti, 1951-63 arasında Cumhuriyet gazetesinde Yaşar Kemal imzası ile fıkra ve röportaj yazarı olarak çalıştı. Bu arada 1952’de ilk öykü kitabı Sarı Sıcak’ı, 1955’te ise bugüne dek kırktan fazla dile çevrilen romanı İnce Memed’i yayımladı. 1962’de girdiği Türkiye İşçi Partisi’nde genel yönetim kurulu üyeliği, merkez yürütme kurulu üyeliği görevlerinde bulundu. Yazıları ve siyasi etkinlikleri dolayısıyla birçok kez kovuşturmaya uğradı. 1967’de haftalık siyasi dergi Ant’ın kurucuları arasında yer aldı. 1973’te Türkiye Yazarlar Sendikası’nın kuruluşuna katıldı ve 1974-75 arasında ilk genel başkanlığını üstlendi. 1988’de kurulan PEN Yazarlar Derneği’nin de ilk başkanı oldu. 1995’te Der Spiegel’deki bir yazısı nedeniyle İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılandı, aklandı. Aynı yıl bu kez Index on Censorhip’teki yazısı nedeniyle 1 yıl 8 ay hapis cezasına mahkûm edildiyse de cezası ertelendi.
Şaşırtıcı imgelemi, insan ruhunun derinliklerini kavrayışı, anlatımının şiirselliğiyle yalnızca Türk romanının değil dünya edebiyatının da önde gelen isimlerinden biri olan Yaşar Kemal’in yapıtları kırkı aşkın dile çevrilmiştir. Yaşar Kemal, Türkiye’de aldığı çok sayıda ödülün yanı sıra yurtdışında aralarında Uluslararası Cino del Duca ödülü, Légion d’Honneur nişanı Commandeur payesi, Fransız Kültür Bakanlığı Commandeur des Arts et des Lettres nişanı, Premi Internacional Catalunya, Fransa Cumhuriyeti tarafından Légion d’Honneur Grand Officier rütbesi, Alman Kitapçılar Birliği Frankfurt Kitap Fuarı Barış Ödülü’nün de bulunduğu yirmiyi aşkın ödül, ikisi yurtdışında beşi Türkiye’de olmak üzere, yedi fahri doktorluk payesi aldı. 28 Şubat 2015 tarihinde vefat etti.
Yaşar Kemal was born as Kemal Sadık Gökçeli in 1926 in the Hemite village of Kadirli, Osmaniye, where his family, originally from the village of Ernis (present-day Ünseli) near Lake Van, had settled after a long period of immigration caused by the Russian occupation during World War I. With his amazing imagination, grasp of the inner depths of the human soul, and lyrical narrative, Yaşar Kemal became one of the leading name not only of Turkish literature, but of world literature as well. Translated into more than forty languages, Yaşar Kemal is the recipient of many awards in Turkey and more than twenty international awards including Prix mondial Cino del Duca, Commandeur de la Légion d'Honneur de France, Commandeur des Arts et des Lettres of the French Ministry of Culture, Grand Officier de la Légion d'Honneur de France, Premi Internacional Cataluña, Peace Prize of the German Book Trade, as well as seven honorary doctorates—five in Turkey and two abroad. The last award Kemal received was the Bjørnson Prize given by the Norwegian Academy of Literature and Freedom of Expression (Bjørnson Academy) on November 9, 2. Yaşar Kemal died in İstanbul on February 28, 2015.
Dağın Öte Yüzü üçlemesinin ilk kitabı, buram buram Çukurova, Toroslar kokuyor. Yaşar Kemal’in olağanüstü tanımlamalarıyla anlattığı köylü ve ırgatlık gerçeği, zengin düş dünyasıyla birleşince ortaya okunası böyle bir roman çıkıyor. Nobel almamış bir yazar Y. Kemal biliyorsunuz, ki gerçekten hakediyordu. Nedenini düşününce onun yazdıklarını çevirince tüm büyüsü bozulur, tad alınmaz, bu nedenle onun değerini anlamak zordur ve çevirilerinde de anlamadılar kanaatinde oldum hep. Örneğin şu cümleyi nasıl çevirirsiniz, çevirseniz de sizi sarmalar mı? “Bozkır gün ışığına batar, balkır. Yalp yalp eder. Balkıyarak döner, savrulur. Döngeleler olmazsa bozkır bozkır değildir”.... Köylünün kurnazlığını Muhtar Sefer’de, bedduanın en güzelini Meryemce’de, Anadolu kadınının direncini Elif’de, kocamışının çocukluğunu Koca Halil’de görecek ve inanıyorum siz de severek okuyacaksınız. Bir iddiam daha var, biz nasıl günümüzde Homeros’u keyifle okuyorsak bin-iki bin yıl sonra da Yaşar Kemal’in kitapları, o yılların mitolojik efsaneleri gibi okunacak.
**Çukurovanın bir köyünde yaşayan insanların, pamuk toplama zamanı tekmil birden Çukurova'ya akın edişlerinin hikayesidir. Yol boyunca karşılaşılan tüm zorluklar, yolda atları öldüğü için geride kalan bir ailenin üzerinden anlatılmış. Aç ve açıkta kalmamak, ele güne muhtaç olmamak için doğanın binbir güçlüğüne, açlığa ve salgınlara rağmen yürüyen insanları okuyunca kendi dünyalarında yarattıkları umuda,umudun tükenişine ve yeniden doğuşuna tanıklık ediyorsunuz.
**Serinin adı "Dağın Öte Yüzü"dür; çünkü bütün bir sene borçlanarak yaşadıkları hayattan kurtulmanın çaresi olan Çukurova ve pamuk ile köyleri arasında bir dağ vardır ve tüm ümitleri o dağın öte yüzündedir. İyi okumalar...
"Ne olurdu sen de öteki insanlar gibi olsan. Merhametli, yumuşak yürekli. Fitnekar olmasan böyle. Herkesin yüreğini yumuşattığım gibi, iki sözde de senin yüreğini yumuşatıp, yüreğinin içini cennete çevirebilsem." (kitaptan bir alıntı)
یاشار کمال باز به سراغ مردم ترکمن رفته و از اینکه چطور اربابان اجازه نمی دهند مردم از فقرشان نجات یابند داستانی خواندنی و جذاب نوشته است
کتاب اول با عنوان اصلی بادی از صحرا اشاره به رسیدن پنبه در دشت های چوكورووا است که باد همراه خودش بوته هایی می آورد و این نشانه ای است که قوجا خلیل با تجربه ای که دارد زودتر از همه آنرا تشخیص می دهد و باید خبر آن را به اهالی دِه برساند تا همه آماده شوند تا سریعا به سوی دشت های پر از پنبه حرکت کنند یکی از سنت های جالبی که در بین راهزنان این سرزمین وجود دارد این است که هرگز به خانه و دِه هایی که صاحبانشان در آن نیستند دستبرد نمی زنند و بهمین خاطر مردم با خیال راحت همه چیزشان را در دِه به امان خدا و !!!دزدان رها می کنند و می روند پنبه چینی اما خانه ای که صاحبش در آن باشد یک مرغ هم از دست دزدان نجات پیدا نمی کند :) قوجا خلیل که در جوانی دزد و راهزن بوده و تمام کوهستان را زیر پاش گذاشته،پیر شده و بدون قاطر نمی تواند مانند گذشته این راه طولانی کوهستانی را طی کند.اما قاطر از کجا پیدا کند؟ قوجا حتی در خیالش هم نمیتواند تنها ماندن در دِه را تصور کند و به همین خاطر مردد می شود که به مردم خبر بدهد یا نه!؟ از طرف دیگر اگر اهالی دِه خود را زود به دشت های پنبه نرسانند مردم دیگر دهات، پنبه ای برایشان نخواهند گذاشت و دهاتی های دیر رسیده،بدون پول حاصل از فروش پنبه، نخواهند توانست برای زمستان آذوقه ای تهیه کنند
این مزارع پنبه را اربابان تصاحب کرده اند و از مردم خراجشان را هم می گیرند.حتی زمین هایی که کم حاصل هستند با ساخت و پاخت بین ارباب و کدخدا،نصیب مردم بدبخت می کنند
.... يالابوك: بين تنه درخت كاج و پوست آن پرده نازك سفيد كاغذ مانندي وجود دارد که به آن یالابوک می گویند.در این داستان آمده که آدم با خوردنش احساس جنگل را حس مي كند باید یه روز امتحانش کنم ؛) .... :کمی درمورد زندگی نامه یاشار کمال برگرفته از ویکی پدیا ياشار كمال زاده ۱۹۲۳ از نويسندگان معاصر مشهور و كَردتبار تركيه است. وي زادهٔ ۱۹۲۳ در روستاي هميته، استان عثمانيه در كردستان تركيهاست. نام اصلي او «كمال صادق گوكچَلي» است. والدينش از كردهاي تنگدست وان بودند. وي كودكي بسيار سختي را پشت سر گذاشت و در اين ايام بود كه يك چشم خود را از دست داد. وي همچنين شاهد به قتل رسيدن پدرش توسط فرزنده خوانده او هنگام نماز خواندن در مسجد در عید قربان بود وی بخاطر اينكه توسط فئودال ها بخاطر نوشته هایش مورد اذیت قرار میگرفت و از خطر زندانی شدن رها یابد اسم مستعار ياشار كمال را انتخاب كرد
حکم آشکار یاشار کمال در سال ۱۹۹۵ در باره سیاستهای دولت ترکیه در مصاحبه وی با مجله اشپیگل، او را به اتهام تبلیغات تجزیه طلبی در مقابل دادگاه امنیتی دولت ترکیه قرار داد. محاکمه با حکم برائت وی پایان یافت، اما با انتقاد مجدد وی از عملکرد دولت، یاشارکمال به اتهام «تحریک مردم»، به ۵ سال زندان تعلیقی محکوم گردید ....... در کتاب غروب فرشتگان گفته می شود که شهر وان در اصل شهری ارمنی بوده است و در زمان عثمانی محکوم به تبعید از شهرشان شدند ...... این کتاب سه جلدی است و فقط دو جلدشو خواندم باید سومین جلدشو بگردم و پیدا کنم کتاب اول در ایران با نام ستون خیمه چاپ شده است و کتاب دوم با عنوان زمین آهن است و آسمان مس البته عنوان اصلی کتاب را آنسوی کوهستان گذاشته اند
Fakir Baykurt’un Kaplumbağalar’ını okuduktan sonra beni hemen Ortadirek’i okumaya iten şey idefixe’de Kaplumbağalar ile ilgili yazılan şu yorum oldu: “Önce kaplumbağaları, arkasından Yaşar Kemal'in "Orta direk" kitabını okuyun, samimiyetle söylüyorum yolda yedikleri eritilmiş tereyağı üzerine dökülmüş bulgur pilavını yemiş kadar olursunuz. Ben halen o tadı damağımda hissediyorum.” Şimdi kitabı bitirdikten sonra bile büüyk yazar Yaşar Kemal’in kitaba niye bu adı verdiğini hala düşünüyorum ama şu bilgiyi de paylaşayım:Yaşar Kemal, Dağın Öte Yüzü üçlemesinin ilk eserine Ortadirek ismini verme sebebini Erdal Öz ile yaptığı röportajda şöyle açıklamış: Ortadirek alegorik bir romandır. Üstelik de yaşanmış bir romandır. Bu roman benim tanıklığımdır. Bu romanın alegorisi, beş aşağı beş yukarı insanlığın yaşamıdır. İnsanoğlu, anasını, yükünü, yüzyıllardan beri öyle taşımıştır. Adını Ortadirek koymam da bundan. Yaşamın ortadireği yaşamın direncidir. Geçen gün Norveç’ten bir yazar geldi, benimle konuşmak için. ‘Bütün romanlarınızda istediğiniz nedir?’ dedi. saniyesinde söyledim, bir tek sözcükle: ‘Direnç’ dedim. Ortadirek insanlığın direncidir. İnsan gücüdür. Yılmayan insan. O korkunç salgınlardan, kırımlardan, yokluklardan, açlıklardan buraya kadar insanlığı getiren, insan direncidir; benim hayran kaldığım, destanını yazmak istediğim odur. Onun alegorisidir Ortadirek. Kitabı okumaya başladığımda Yalak köyü sakinlerinin pamuk toplama için Çukurova’ya göç etmeye hazırlandığı esnada köylüden Taşbaşoğlu ve Uzunca Ali’nin önayak olduğu bir topluluğun, ağalarla anlaşma yaparak kendi köylüsünü kurak tarlalarda çalıştırarak bundan da rant elde eden Demokrat partili Muhtar Sefer’e karşı köylüyü örgütlemek için Öksüz Duran’ın evinde toplandığını okuduğumda büyük bir direnç romanı okumayı umuyordum ama ne zaman göç yolunda Uzunca Ali’nin atı öldü Uzunca Ali ,karısı Elif, çocukları Ummuhan İle Hasan ile Ali’nin anası Meryemce doğada kendi başlarına mücadeleye başladı, işte o zaman okuyacağım kitabın Steinbeck’in Kavga’sı gibi bir direnç romanı olmayacağını anladım. Romanın neredeyse üçte biri doğada o uzun yürüyüşü anlatıyor. İnsanın içine işleyen, yüreğini sızlatan gerçek bir hikâye olduğu kesin ama yazarın birçok yönüyle yazarın babaannesi Hırde Hatun’dan esinlendiği yazılan Meryemce naıs bir karakterdir, ben ısınamadım sevemedim. Meryemce kendi başına bu romanı sevmeme engel oldu diyebilirim. Kendi oğluna beddua eden, birisine laf edeceğinde ağaçlarla, kuşlarla konuşur gibi yapıp etrafındakileri hep iğneleyen, inatçı kendisine söylenilenin hep aksini yapmakta usta bu karakter hayatı kendisi ve etrafındakiler için çekilmez kılarken kitabı tam anlamıyla sevmeme engel oldu. Bu romanın toplumsal gerçekçi bir roman olduğunun ve köylüyü olduğu gibi olduğunu anlatma derdinde olduğunun farkındayım ama gene de bazı karakterlerin biraz abartılı olduğunu ve de bu nedenle Kaplumbağalar’da bulduğumu bu romanda bulduğumu söyleyemem ve bu romana en büyük Türk romanı demenin de fazlasıyla iddialı olduğunu belirtmeliyim. Yaşar Kemal keşke ailenin göçünü bu kadar uzun uzadıya anlatmasaydı. Açıkçası köyün muhtarına daha fazla odaklanan bir roman olsun istedim okurken ben. Muhtarın ağzından dökülen aşağıdaki satırları okuduğumda 65 yıl önce çok partili rejime geçen Türkiye’de muktedir olan kitlenin bıraktığı siyasal mirasın bugün başka adlarla ama benzer söylemlerle gücü hala elinde tuttuğunu görünce de gerçekten üzüldüm. “Siz ne lâftan anlamaz kütük kafalı adamlarsınız,” diye tekrar başladı. Ve de sizde beyin yerine toprak var. Ve de ot ütmez kıraç toprak. Altı üstü köylü milleti değil mi? Uçkurundan başka bir şey düşünmez. Ve de uçkurunuzu elinize almışsınız, dolanırsınız. Çalışmağa mı gidiyorsunuz, yoksama?
"...yakmışlar da kül etmişler bu güzelim ormanı. Yarıdan çoğunu yakmışlar. Vay ocağınız bata, ne istersiniz Allahın dağındaki ormandan? Ne istersiniz de batırırsınız? Sizden su istemez ekmek istemez. Üstelik de tatlı tatlı kokar. Kurdun kuşun, garip yolcunun da sıtarası." 3,5/5 Yaşar Kemal'e karşı olan bitmez tükenmez sevgimi ben de ilk olarak İnce Memed serisiyle keşfettim. Sonrasında kendisinden okuduğum ikinci seri kitabı da Ortadirek oldu. Aslında ben bu kitap yerine Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana kitabıyla Bir Ada Hikayesi serisine başlamak istiyordum. Kütüphanede benden önce birinin kaptığını anlayınca ani bir karar değişikliği yaptım. Ortadirek yine okumaya hiçbir zaman doyamayacağım Çukurova'da geçiyor. Pamuk zamanının yaklaşmasıyla uzak köydeki insanlar Çukurova'nın bereketli pamuk tarlaları için yola koyulmaya başlar. Fakat bu kitapla beraber şunu da öğrenmiş oldum ki; o zamanlar köyü bir iki aylığına boşaltıp tarlalarda yaşayan köy halkları köyde tek bir insan bırakmıyormuş. Böyle olunca adı kocadıya çıkan yaşlısı da, el kadar bebesi de Çukurova yolunun peşine düşüyormuş. Kitaba da bu durum yüzünden Koca Halil'in yaşadıklarını okumakla başlıyoruz. Gittikçe yaşlanan, elden ayaktan kesilen Koca Halil Çukurova'ya kadar inmek için köy halkında at sahibi olanları arayışa çıkar. Hiç birine direkt olarak rica etmese de karşındakinin kesin olarak anlamasını sağlayacak kadar bu konu üzerinde durur. Daha sonrasında kitap Koca Halil'dense Ali'nin yaşadıklarını anlatıyor. Yaşar Kemal'den henüz okuduğum kitapları arasında en az keyif aldığım kitabı ne yazık ki Ortadirek oldu. Kitaptaki özellikle Meryemce karakteri beni ciddi anlamda kanser etti. Zaten insanların kendi evlatlarına zorla yük olmaları, "ben seni doğurdum, her istediğim üzerine farz" şeklinde bir kafa yapısıyla yaşamaları beni benden alıyor. Tüm kitap bu Meryemce'nin söylenmeleriyle geçiyor ve ben okudukça daha çok bunaldım. Sonrasında bu duruma el mahkum Ali de katılıyor ve bir zamandan sonra aslında hep aynı şeyin tekrarını okuyoruz. Bana göre okuduklarım arasından en monoton ve okuması zor Yaşar Kemal kitabıydı. Hani hep o kalbinize ulaşacak satırı beklersiniz ya; bu kitapta benim açımdan kesinlikle öyle bir şey olmadı. Ortadirek serisinin diğer kitaplarını okumayı uzun bir süre düşünmüyorum çünkü ikinci kitapta da Meryemce karakteri var olmaya devam ediyormuş. Yazardan sırada okuyacağım eseri ise kesinlikle Bir Ada Hikayesi'nin ilk kitabı olacak. Yorumuyla görüşmek üzere..
Yaşar Kemal tartışmasız bir dil ustası, müthiş bir hikaye anlatıcısı, karakter yapıcısı. Torosları, Çukurova'yı onun şiirsel dilinden okumak benzersiz bir zevk. İnsanın doğasını, zulme karşı direnleri olduğu kadar, en ufak baskı veya teşvik sonucu dar ve kısa vadeli menfaatleri için kolayca saf değiştirebilenleri de onun kadar iyi anlatan yazarımız pek fazla yoktur herhalde. Ortadirek'te de bunu görüyor, yaşıyoruz. Ama keşke biraz daha az tekrar olsaymış bu kitapta...
Dağın Öte Yüzü serisine dair bir toplu değerlendirme yapmak istedim ancak olur da eleştirileri okuyup okumaktan vazgeçenler olabilir diye son cilde Ölmez Otu’na değil, ilk cilde Ortadirek’e yazıyorum:
Üç kitabı da geçtiğimiz yıl almıştım ancak okumaya fırsatım olmamıştı. Şubat ayında Usta hasta yatağındayken seriyi okumaya başladım fakat maalesef vefatından sonra tamamlayabildim.
Daha önce Binboğalar Efsanesi'ni ve yine seri olarak Akçasazın Ağaları'nı çok etkisinde kalarak okumuştum. Dağın Öte Yüzü serisi ise hayatımda beni en çok etkileyen eserlerden birisi oldu, uzunca bir süre daha da etkisinden çıkabileceğimi sanmıyorum.
Seride ilk kitap Toroslardan Çukurovaya (Usta'nın anısına birleşik, kesmesiz) gidiş yolunda, ikinci kitap Toroslar’da Yalak Köyü’nde, son kitap ise Çukurova’da, Anavarza yakınlarında pamuk tarlalarında geçiyor. Özellikle 2. ve 3. kitaptaki köylünün akla hayale sığmayacak psikolojik değişimleri, gelgitleri, kitlesel cinnetler, umut ile kol kola girmiş umutsuzluk, bir yalanın kırk kere söylenince gerçek olması misali efsaneler ile bezenmiş muhteşem bir hikaye okudum. Sadece efsaneler değil, çoğumuzun gayet iyi tanıdığı kadar gerçek ama bir yandan gerçek olamayacak kadar masalsı karakterlerle tanıştım: hikayeleriyle Koca Halil, garibanlığıyla Uzunca Ali, inadıyla ve bilgeliğiyle Meryemce, sevdasıyla ve ölüsüyle Memidik, hikayeleriyle, sazıyla efsanevi Kel Aşık,Türk siyasetçisinin mikro örneğini yansıtan köylü kurnazlığı ile Muhtar Sefer ve hepsinden öte nefesi ile Taşbaş Efendimiz’in hikayesinin bir parçası oldum.
Ortadirek bir yol hikayesi için uzun gibi görünse de Uzunca Ali’nin anlık karakter geçişlerini, insanoğlunun inadını, var olma kavgasını okumak güzeldi. Yine de Yer Demir Gök Bakır’da Taşbaş’ın efsaneleşme süreci ve bu esnada Muhtar Sefer’in köylüye yaptıkları ile ilk kitaba göre daha etkileyiciydi. Ancak yine de benim için Memidik’in hikayede ana plana dahil olması ve Taşbaş efsanesinin geldiği durum itibariyle serinin en güzel cildi Ölmez Otu’ydu.
Yaşar Kemal’in vefat haberini alınca çok üzüldüm, tıpkı ailemden biri hayatını kaybetmişcesine. Sadece Yaşar Kemal de değil, her alanda toplumun giderek vasatlaştığı böyle adamların, halk ozanı geleneğinden gelme, efsaneleri derleyen bir yazarın yetişmeyeceği de bir gerçek. Ama şu da bir gerçek ki bu eserler orada durdukça, okundukça Yaşar Kemal’in nefesi Çukurova’da pamuk toplayan ırgatlarla, Çukurova’dan Toros’lara çekilen Yörüklerle, Toros yaylalarının, ormanlarının topraksız köylüleriyle hayat bulacak. Maddeten ölmüş olabilir evet ancak ruhen ölmesi mümkün değil....
Bu seriyi okuyun, evet daha iyilerini okumuş olabilirsiniz ama bir daha böylesi gerçekçi bir anlatıyla Çukurova’nın Toroslar’ın efsanelerini anlatacak kimse gelmeyecek, sadece onun için okuyun...
Στα ελληνικά λέγεται ο Μέσοστυλος και είναι το πρώτο της τριλογίας με την επωνυμία: Η άλλη πλευρά του βουνού Πρόκειται για Σχεδόν βιωματική απεικόνιση των δεινών που αντιμετωπίζουν οι κάτοικοι ενός χωριού κατά την πολυήμερη πορεία τους στη νότια Τουρκία, μέσα από τα βουνά του Ταύρου, προς την περιοχή των Αδάνων όπου βρίσκονται τα μεγάλα βαμβακοχώραφα, ώστε να δουλέψουν ως εργάτες συλλογής.
Ίσως υπάρχουν - ευτυχώς - αρκετά βιβλία που το πετυχαίνουν, παρόλα αυτά αυτό είναι ακόμη ένα και χαίρομαι πολύ γι’ αυτό, που έζησα δηλαδή ένα κανονικό διακτινισμό κατά τη διάρκεια της ανάγνωσής του, μία μεταφορά στην εποχή των αρχών του 20ού αιώνα, στην Τουρκία. Περπάτησα δίπλα στον Αλή και στην οικογένειά του, στη μητέρα του Μεργιέμτζε που είναι ο Μεσόστυλος του βιβλίου, ανέβηκα τη μεγάλη ανηφόρα μαζί τους και είδα, άκουσα, οσμίστηκα, ένιωσα τους πόνους, τα πάθη και τους προβληματισμούς τους. Ιδρώνεις και συ αναγνώστη μαζί με τους ήρωες σε αυτή τη διάσχιση, σε αυτό το βιβλίο
Toroslar'ın bir köyünden her yıl Çukurova'ya inip pamuk toplayarak geçimlerini sağlamaya çalışan köylülerin çile yürüyüşü... Pamuğa ulaşmanın zorlu yolları, toplayacakları pamukta gözü olan muhtarlar, ağalar... Bugün bu ülkede ne yaşıyorsak (hırsızlık, tecavüz, kadına/çocuğa şiddet, adaletsizlik) hepsinin memleketin tüm hücrelerine işlemiş olduğunun kanıtı bir roman. Tüm olumsuzluklara rağmen bir can devleşir bu romanda: Elif. Yılmak nedir bilmeyen, güçlü, dişi, anne, merhametli, adil, akıllı bir Anadolu kadını. Ormanda ateş yakmak için odun toplar misal Elif. Getirdiği kütüklerden birinin üzeri karınca doludur. Yakamaz onu, gider yerine bırakır. Bu romanın şahsımda en muazzam karakteridir.
Ένα αριστούργημα. Είναι εκπληκτική η αφήγηση του Γιασάρ Κεμάλ• σαν να σε πήρε και σε πήγε εκεί μπροστά τους να γνωρίσεις ακριβώς πως ζούσαν το 1950 οι αγρότες εκεί.
Yashar Kemal deserves his reverence for being an outstanding Turkish author. The Wind from the Plain trilogy, exemplifies his virtuoso talent for bringing his well-defined characters alive. He eloquently writes about his keen observations of human behaviour, which are both moving and humorous. The stories are set in a small village called Yalak, and through the villagers we are introduced to Turkish culture, superstition and folklore. Yashar Kemal has a unique gift for story-telling and there is never a dull moment. The book is easy to read and it just flows. It includes the rivalry between Sefer the head of the village, and Tashbash. Sefer was a duplicitous, manipulative, guileful individual, who was constantly scheming. In his role as head of the village, the simple gullible villagers didn’t stand a chance against his glib tongue and machinations – apart from Tashbash.
The first volume in the trilogy series is actually titled Wind from the Plain. The villagers made their living by picking cotton, and the first book tells of the arduous journey that Ali, his wife, two children and elderly mother, had to overcome, when trekking across the unforgiving terrain to reach Chukurova; the cotton picking plantation. After Ali’s horse died en-route, he even carried his mother Meryemdje on his back. I was fascinated by the way the characters would sometimes rant, and spout invectives at each other – and they didn’t always seem to take the insults personally. They sometimes got so carried away with their tirades that it was hilarious. Meryemdje for instance, forgetting she was Ali’s mother, called him a son of a bitch!
The second book in the trilogy: Iron, Earth, Copper Sky - is a local Turkish idiom to define the helplessness of the people in the novel. But as I’ve already mentioned, there is a great deal of humour all the way through the books. For instance, the character Halil, said to his son: “Do as I tell you. You can’t understand these things. You’re only a child.” The son replied, “Father, are you mad; a child? I’m getting on fifty!” It was also hilarious when the people of the village thought Tashbash was a saint - so the sick and disabled queued outside his house hoping for him to cure them. The villagers each took a cup of earth surrounding Tashbash’s house, believing it would make their own soil fertile, but it caused his house to very nearly collapse!
But some parts were also very moving, such as: After a disastrous harvest, the villagers had no means by which to pay Adil Effendi, their shopkeeper creditor – and when the head of the village interpreted a dream to mean an impending visit by Effendi to reclaim his debts, the villagers were filled with terror. As the days went by, the villagers apprehensively magnified their situation out of all proportion, until Effendi became like an ominous spectre pervading their lives. The villagers had always taken great pride in paying their debts, so their unfortunate circumstances filled them with shame.
The Dying Grass is the third book in the trilogy. This time, Ali leaves his mother behind in the village, while he takes his wife and children to Chukurova to pick cotton. His mother is left all alone in the village, but Ali leaves her adequately supplied with an abundance of food. However, the villagers, who were already at Chukurova when Ali’s family arrived, convinced themselves that he has killed his mother. But they are actually jealous of how adept Ali is at picking cotton – and want to vent their anger at him. One of the characters Memidik becomes so overwhelmed with hatred for Sefer that he mistakenly kills the wrong man. This leads to a great storyline. This concluding book in the trilogy reveals the shocking fate of some of the main characters.
I recommend these books. The author was born in a village on the cotton growing plain of Chukurova and his characters are possibly based on real life people. The three books are highly absorbing. Kemal’s work has been translated by his wife. I'd like to thank my Turkish friend for sending me these books, from which I derived so much enjoyment.
Romanın hası. Akarsu gibi. Berrak, akıcı, gezici, aklı serinleten, ayna tutan, İnsanın röntgenini, toplumun NMR'ını Renoir tablosu güzelliğinde, leziz köy dürümü tadında satırlara döken büyük usta Yaşar Kemal'e hayranlığımı yıldız yıldız içime döşeyen... Meryemce ve Muhtar Sefer özgün iletişim yolları ve söz kalıplarıyla efsane kişilikler. At ile ananın değeri, hayatta kalmak çabası ile vicdan, geçmiş/gelecek/şu an, gerçek/ dilekler çatışmaları nakış güzelliğinde.
Bu sene Yaşar Kemal külliyatını okumak için her ay bir kitap olacak şekilde plan yaptım, bu plan dahilinde Dağın Öte Yüzü serinin ilk kitabı Ortadirek yılın ilk kitabı oldu. Bir göç hikayesinin, Uzunca Ali ve ailesinin şahsında anlatısını okurken her zamanki gibi ustanın doğaya dair yaptığı betimlemeleri keyifle okudum. Muhtar, dönem siyaseti, köylünün cehaleti gibi pekçok konuda yazıldığı dönem Anadolusuna dair harika tespitler var.
Bir köyün, pamuk zamanı göç yolculuğunun hikayesi. Köylülerin düzene başkaldırma çabası, kararsızlıkları Yaşar Kemal'in kaleminden yine eşsiz bir şekilde anlatılmış. Karakterlerin iç sesleri çok öne çıkıyor bu romanda ve her birinin kendi kendine söylenmesine ayrıca bayıldım.
Beklenti her şeydir. Fethi Naci'nin en iyi romanımız lafı üzerine alıp okudum. Bu nedenle büyük bir beklentim vardı kitaptan. O beklentim karşılanmadı. Yine de Çukurova insanının hayatını anlatan okumaya değer bir metin.
Şubat’tan itibaren Yaşar Kemal’in on kitabını yeniden okuyacağıma dair söz vermiştim kendime. Sadık Yemni’nin kitabını bitirmem tahmin ettiğimden uzun sürdüğü için biraz gecikmiş olsam da Dağın Öte Yüzü serisine başlayabildim.
Uzun yıllar öncesinden belleğimde Yaşar Kemal’in başka bir tadı vardı. Bu özlemle yeltendim sayfalara. İnsan Yaşar Kemal’in satırlarında kokular alıyor, yağmuru duyuyor, soğuğu hissediyor. Serinin ilk kitabında da bu konuda değişen bir duygum olmadı. Fakat eski tadını alamadığımı farkettim. Yer Demir Gök Bakır‘ın biraz daha grift ve dallı budaklı kurgusu olacağı düşüncesiyle hâlâ aklımda olumlu fikirler taşıyorsam da serinin ilk kitabı beni çok da sürüklemedi. Birtakım mono-diyalogların gereksiz tekrarı, göçün gereksiz ayrıntılanması gibi durumlar buna elbette etken oldu.
Elbette Meryemce ve Koca Halil gibi kocamışların konuşmaları onlar gibilerinin nasıl olduğunu çok iyi yansıtıyor. Ama bunların her birini en ince ayrıntısına vermektense aslolanı verip tekrarı anlatıyla geçiştirmek de yeterdi sanırım. Aynı durum Muhtar Sefer için de geçerli burada.
Göçün uzunluğu, yıpratıcılığı kendisinin aksine biraz daha kısaca anlatılabilirdi gibi geliyor bana. Yahut göç yolundaki mekanlara dair efsanelere/masallara daha çok yer ayırılabilirdi sanki. Körmezar, hele, çok uzakta kaldı. Müthiş bir efsane araya girebilirdi orada. Meryemce’nin çocukluğu ya da gelinliğinden anımsayabileceğimiz enstantaneler beni mutlu ederdi misal. Koca Halil-İbrahim ilişkisini kendisinden dinlediğimiz tarzda olabilirdi örneğin bu.
Sözün kısası ”angılarım” beni bu kitapta birazcık düş kırıklığına uğrattı ama diğerlerinde öyle olmayacağını umuyorum. Ben değiştim, kitaplar da değişti tabii.
Müthiş bir göç hikayesi. Bir sabah uyanan koca Halil "döngele" denen bitkinin kapıya kadar geldiğini görür. Bunun ne demek olduğunu çok iyi bilen Halil hemen köylüye gider ve herkese bu sene Çukurova'da çok fazla pamuk yetiştiğini, pamukla dolup taştığını anlatır. Bu haber fakir köylü için para demektir. Hemen Çukurova'ya gidecekler ve tarlalarda biriken pamukları toplayıp para kazanacaklardır. Bildiğin ırgatlık. Koca Halil'e inananda vardır inanmayanda. En sonunde herkes ikna olur ve uzun yolculuk başlar. Çukurova'ya giden yok çok uzundur ve yaman dağların (Toroslardır kendileri) aşılması gerekmektedir.
Kahramanlarımız Uzun Ali, annesi Meryemce, karısı Elif, ve çocukları Hasan ve Ummuhan da bu kervana katılırlar. Bir yaşlı atları vardır. Bu yolculuğu çıkarabilmesi mucize olacaktır. Üstüne üstlük Ali atın terkisine birde Koca Halil'i atar. Ali'nin babası rahmetli İbrahim'in yakın dostu olan Halil'den, Meryemce nefret etmektedir..
Birde yaşlı at hastalanım ölmesin mi?
Meryemce iyice delirir. Artık yayan kalmışlardır ve müsebbibide Koca Halil'dir.
Köylü kalkar gider. Hemde Halil'le beraber. Bu aile ormanın içince yapayalnız kalırlar ve cetin mücadele başlar. Çukurova'ya yetişmeleri gerekiyordur. Geç kalırlarsa toplayacak pamuk bulamayacaklar. Bir yandan ihtiyar Meryemce çok zorlanmaktadır. Ölümle burun buruna gelir. yağmur yağar, sel olur. Çocuklar bitap düşmüşlerdir. Ali'nin sırtında ise patates bulgur...
Set in the early 20th century, this novel follows a group of Turkish villagers who travel as migrant laborers in search of cotton to pick. The author does an excellent job of evoking Turkish folk or country life, and the characters are compelling. Although the plot is simple, it also provides real insight into a way of life that is unfamiliar.
Okuduğum en keyifli romanlardan biriydi. Serinin diğer kitaplarını da bu kadar beğeneceğimi şimdiden biliyorum.
Yaşar Kemal, İç Anadolu köyünü ve köylüsünü çok başarılı bir şekilde yansıtmış. Her biri farklı uçlarda gezinen karakterlerin hepsi, ilginç oldukları kadar gerçek. Tüm çılgınlıklarına ve birbirlerinden farklılıklarına rağmen, köylülerin sahip olduğu birlik duygusu çok hoşuma gitti.
Ali ve ailesinin yolculukta geri kalıp köyden ayrılmasıyla başlıyor aslında asıl hikaye. Okurken ben sıcaktan bunaldım, yürümekten ayaklarım ağrıdı. Bir yandan köyde olup bitenlerden habersiz kalmanın verdiği huzursuzluk, diğer yandan pamuk toplayıp toplayamayacaklarının belirsizliğinin yarattığı endişe... İlerleyemiyorsunuz ama geri de dönemiyorsunuz; dağın ortasında tek başınasınız ve yolunuza devam etmekten başka çareniz yok.
Karakterlerin her biri ayrı bir hazine: Meryemce'nin hezeyanları ve inatçılığı, Koca Halil'le olan düşmanlığı; Koca Halil'in yaşlandıkça çocuklaşması ve bakıma muhtaç hali; Ali'nin saf ve iyiliksever, ama annesinin inadını almış hali; Elif'in, tüm zorluklara rağmen bu küçük kafileyi Çukurova'ya ulaştıran asıl güç olması ve her şeyi omuzlaması... Ve bu sırada köyde Muhtar Sefer'in kirli işleri, Taşbaş'ın cesareti ve liderliği, ve ona rağmen köylünün her seferinde Muhtar Sefer'den korkup Taşbaş'la gitmekten cayması..
Bir iç anadolulu olarak en sevdiğim detaylardan birisi o bölgenin ağaçlarını, bitkilerini, kokularını, doğasını okumak oldu.
En sevdiğim kısımlar da şunlardı:
-Meryemce'nin Çukura girmeden hemen önce saçlarını yıkayıp yeşil başörtüsünü takması, boncuklarını kuşanması.
-Ummuhan ve Hasan'ın hikayesi boyunca kendi hallerinde ilerlemeleri, sürekli kavgaları, Ummuhan'ın içinde bulundukları durumu Hasan'dan daha iyi kavrayışı ve âdeta "küçük bir Meryemce"ye dönüşmesi, Hasan'ın ise tüm o yorgunluk ve belirsizliğe rağmen, sırtında taşıdığı kiraz dallarını Çukura götürüp satma hayali, ve hikayedeki karakterlerin sık sık çocuklara patlayıp onlara kızması.
-Çok partili hayata geçişin köylüde, muhtarda yarattığı izlenimler, algılayamayışları.
-Meryemcenin ölümden, terk edilmekten korkması ve onun da tıpkı Koca Halil gibi yaşlandıkça bebekleştiğini, bakıma muhtaç kaldığını, korkulara kapıldığını görmek.
Genel olarak anadolu insanının müthiş tasvir edildiği bir kitaptı. Okuması da keyifliydi. Çok beğendim.
Yaşar Kemal "Dağın Öte Yüzü" üçlemesinin bu ilk kitabında, su gibi akan bir anlatımla doğanın, kurdun, kuşun, böceğin; insanın, köylünün, marabanın muhtarın, garibanın, kadının, çocuğun, yaşlının ve gencin destanını yazmış.
Köylerinden kalkıp pamuk toplamaya giden yoksul köylünün hem doğayla hem kendi aralarında hem de kendi iç dünyalarında yaşadıkları büyük kavgaları, Yaşar Kemal'in doyumsuz üslubuyla okumak büyük bir zevk. Olaylar 1950'lerde geçse de aslında birçok şeyin nasıl da değişmediğini görmek çarpıcı!
کون پابندِ جنوں فصل بہاراں میں نہ تھا۔ طالب علی کا یہ مصرعہ یشار کمال پر کیا صادق آتا ہے۔ معروف ترک ناول نگار، یشار کمال نے 1923 میں جنوبی ترکی ایک گاﺅں میں آنکھ کھولی۔ یشار کے بچپن میں بس دو ہی یادیں اہم تھیں۔ عید کے موقع پر جب والد بکرا ذبح کر رہے تھے تو داہنی آنکھ کو چاقو لگا اور آنکھ ضائع ہو گئی۔ چھ سال کی عمر میں والد کو اپنی آنکھوں کے سامنے مسجد میں قتل ہوتے دیکھا۔ اظہر نے کہا تھا، ’اس حادثے کو دیکھ کر آنکھوں میں درد ہے‘۔ والد کے درد نے مگریشار کی قوت گویائی سالوں تک سلب کئے رکھی۔ ابتدائی تعلیم کے بعد یشار کو کھیتوں میں مزدوری کرنا میسر آیا۔ وقت نے کروٹ لی تو ایک متبادل استاد کے طور پر بھرتی ہو گئے۔ وقت کروٹیں بدلتارہایشار کی زندگی ساتھ کروٹ لیتی رہی۔ لائبریری آفیسر، ٹرک درائیور، فیکٹری مزدور اور جانے کیا کیا۔ وقت میں یہی تو اچھائی ہے کہ گزرتا چلا جاتا ہے۔ 1940 کا عشرہ آیا تو بائیں بازو کے لکھنے والوں سے شغف پیدا ہوا۔کچھ سیاست اور صحافت اور میں دلچسپی بڑھی۔ پیدائش کا جبر مگر چیز دیگر است! چونکہ نسلاََ کرد تھے تو سیاسی سرگرمیوں کی بنا پر ستر ہ سال کی عمر میں ہی جیل کی سلاخوں سے شناسائی ہوئی۔ جیل سے رہائی کے بعد یشار نے ایک ٹائپ رائٹر خریدا اور پبلک لیٹر رائٹر بن گئے۔ مزاج ایسا پایا تھا کہ سماج کے استحصال سے بھڑتے تھے۔1950 میں کمیونزم کے پروپیگنڈے کے جرم میں پھر گرفتار ہوئے۔ ایک اور رہائی کے بعد استنبول گئے اور ایک اخبار سے منسلک ہو گئے۔ اس بیچ ان کی پہلی کتاب جو مختصر کہانیوں پر مشتمل تھی (Sari Sicak) کے نام سے شائع ہوئی۔ 1955 میں پہلا ناول ( Memed, My Hawk) شائع ہوا جس نے ان کو ایک باقاعدہ ناول نگار کی شناخت دی۔ اسے سال کا بہترین ناول قرار دیا گیا اور دنیا کی تمام بڑی زبانوں میں اس کا ترجمہ ہوا۔ 1960 میں ان کا ناول (ortadirek) شائع ہوا جو آج کا موضوع سخن ہے۔ (ortadirek) کا پہلا انگریزی ترجمہ یشار کی شریک حیات تھلڈا کمال (Thilda Kemal) نے کیا تھا اور 1963 میں (William Collin Sons) نے اسے
( The wind from the plain) کے نام سے شائع کیا۔ اس کے بعد دنیا کی تقریباََ چالیس زبانوں میں اس کا ترجمہ ہوا۔ فرخ سہیل گوئندی نے تنویر اقبال کا اردو ترجمہ ” بوئے گل“ کے نام سے 2012 میں شائع کیا تھا۔
یوں تو ناول کا پلاٹ بہت سادہ ہے مگر اس میں پوری زندگی کی مہانتا موجود ہے۔ جنوبی ترکی کے ایک گاﺅں کے لوگ ہرسال کپاس کی چنائی کرنے پہاڑوں کے پار چکروا کا دشوار گزارسفر کرتے ہیں تاکہ آنے والے سال کے لئے ضروریات زندگی کا بندوبست کر سکیں۔ ہواﺅں سے موسموں کا تعین کرنے والا بوڑھا خلیل اس برس سفر کے قابل نہیں ہے۔ گاﺅں میں صرف بوڑھا خلیل ہی ہے جسے ہواﺅں سے علم ہوتا ہے کہ چنائی کا وقت کب شروع ہو گا۔ لمبو علی ، گاﺅں کا ایک نوجوان،چاہتا ہے کہ بوڑھا خلیل گاﺅں میں اکیلا نہ رہ جائے۔ وہ اسے اس سفر میں ساتھ لے جانا چاہتا ہے۔ علی کی ماں مریم جی علی مگر خلیل کو پسند نہیں کرتی۔ بالآخر علی اپنی ماں کو خلیل کو ساتھ لے جانے پر راضی کر لیتا ہے۔ بوڑھے خلیل کو مریم جی علی کے ساتھ اسی کے گھوڑے پر سفر کرنا پڑتا ہے جو اب زندگی کے مشکل راستوں پر سفر کرتے کرتے تھک چکا ہے۔ سفر کی دشواریوں اور مریم جی علی کے گھوڑے کا بڑھاپا اس قابل نہیں ہے کہ وہ خلیل اور مریم جی علی دونوں کا بوجھ برداشت کر سکے۔ گھوڑابیچ راستے مر جاتا ہے۔ لمبو علی، مریم جی علی اور بوڑھا خلیل گاﺅں والوں سے پیچھے رہ جاتے ہیں۔ علی اپنی ماں کو اپنی کمر پر لاد کر چلتا ہے۔ خلیل خود کمزور ہے۔ ان کا اور گاﺅں والوں کا فاصلہ بڑھتا جاتا ہے۔ فاصلے بڑھتے ہیں تو زندگی کا سفر کٹھن ہوتا جاتا ہے۔ چکروا پہنچ کر انہیں علم ہوتا ہے کہ گاﺅں کے مختار نے رشوت لے کر گاﺅں والوں کم پیداوار والے کھیتوں میں چنائی پر مجبور کیا تھا۔ صرف یہ لوگ ہی محروم نہیں رہے، گاﺅں کے دیگر افراد بھی نہ قرضے چکانے کے قابل رہیں گے اور نہ آنے والی بہارکے لئے ضروریات زندگی کا بندوبست کر سکیں گے۔ پیدائش کا جبر، سماج کا استحصال، انسان کی مجبوریاں۔۔ایک کہانی میں کئی کہانیاں موجود ہیں۔
اس سادہ پلاٹ کو یشار نے مگر کمال سے برتا ہے۔ بنیادی موضوع تو استحصالی سماج اور اس میں مزاحمت کرنے کی ترغیب کی کہانی ہے ۔ تاہم انسانی احساس کو اندر تک کیسے سمجھنا ہے اور اس کو کس کمال سے بیان کرنا ہے، امید یںکیسے ٹوٹتی ہیں، ٹوٹی امیدیں کیسے دوبارہ باندھی جاتی ہیں، زندگی کا سامنا کیونکر کیا جا سکتا ہے، یہ یشار کو پڑھ کر ہی سمجھ آتا ہے۔ یشار کا تخیل لاجواب ہے۔ تحریر سحر طاری کر دینے والی ہے۔ تحریر میں دریا کی سی روانی ہے۔سچ پوچھیں تو داستان گو اصل خطاب کے لائق بورخیس کے یشار ہی ہیں۔ بورخیس نے ایک (paradoxical) سوال پوچھا تھا کہ ’ میں یہ سمجھنے سے قاصر ہوں کہ کہانی کو لکھنے والا لکھتا ہے یا کہانی لکھنے والے سے خود کو لکھواتی ہے‘۔ یشار مگر کہانی لکھتاکم ہے اور کہانی برتتا زیادہ ہے۔ وہ کردار جیتا ہے۔ یشار کمال کے والدین کا تعلق وان سے تھا۔ وہ پہلی جنگ عظیم کے دوران وان سے چکروا منتقل ہو گئے تھے۔ چکروا ہی اس ناول میں کپاس کے کاشت کا علاقہ ہے۔ چکروا میں یشار نے پہلے کہانی پہلے جی ہے اور پھر لکھی ہے۔
یشار کمال کا انتقال 28 فروری 2015 کو ہوا۔ یشار نے بے شمار خوبصورت ناول لکھے ہیں۔ قسمت کی یاوری دیکھیے کہ یشار کمال اپنے وطن ترکی میں ممنوع تھا۔ مستنصر حسین تارڑ صاحب کہتے ہیں کہ میرا بیٹا سلجوق ترکی جا رہا تھا تو میں نے اپنی کتاب ’ ’خانہ بدوش“ اسے دی ،اور کہا کہ جب استبول پہنچو تو اسے یشار کمال کے چرنوں میں رکھ دینا، اسے کہنا یہ کتاب اگر آپ کے کتب خانے کے کسی شیلف میں جگہ پا لے تو میں اپنے آپ کو ایک خوش بخت انسان تصور کروں گا۔ سلجوق ترکی سے واپس آیا توکہنے لگا ، استنبول پہنچ کر یشار کی کھوج کی خاطر میں وہاں پریس کلب میں گیا اور وہاں بیٹھے صحافی حضرات سے یشار کما ل سے ملنے کی خواہش کا اظہار کیا ۔ہر سو سناٹا چھا گیا۔۔تمام آنکھیں مجھ پر مرکوز ہو گئیں۔ تب ایک نوجوان صحافی نے مجھے بازو سے پکڑا اور باہر آ کر کہنے لگا، ” لڑکے کیا تم نہیں جانتے کہ ترکی میں یشار کمال ایک ممنوعہ نام ہے، وہ ایک (taboo) ہے۔ وہ بے شک ترکی کا بہت بڑا ناول نگارہے اور اس کے ناول کسی بھی ترک وزیراعظم کے سرہانے پائے جا سکتے ہیں مگر وہ ایک کرد ہے۔ ہم ترک یونانیوں سے تو ہاتھ ملا سکتے ہیں لیکن کرد!“۔ طالب علی کا ہی دوسرا مصرعہ ہے، ’ اس رسائی پہ نارسا ہیں ہم‘۔۔یشار کمال کو پڑھ لیجیے، مختصر زندگی کی مہانتا بانہیں پھیلائے نظر آئے گی۔
Yaşar Kemal, 1960larda yazdığı bu romanda Adana’nın çorak sefaletini sunuyor karşımıza. Yokluk, acılar pandemi döneminde biraz ağır gelse de kitabın içten ve doğal dili sizi içine alıyor. Mitlere ve destanlarla bezeli roman gerçekten etkileyici. İyilik ve kötülüğün içimizdeki zıtlığı, anlık karakter değişimleri çok iyi aktarılmış. Hatta karakterlerin tüm yönleri ile karşımızda olması gerçekçi hissettiriyor. Kocamışlık, çaresiz ve zorunlu kocamışlık ağır geliyor insana. Bir yerinde neden susuyor bu İbrahim dedirtti bana. Yaşam mücadelesi, ne olursa olsun hayata tutunma Ortadirek.
Ortadirek'i okudum. Dağın Öte Yüzü üçlemesinin ilk kitabı olan Ortadirek'te Uzunca Ali ve ailesi üzerinden bir Toros köyü halkının Çukurova'ya pamuk toplamaya gitmeleri ve bu süreçte başlarından geçen olaylar anlatılmaktadır.
Üçlemenin diğer kitaplarını okumadan pek bir yorum yapmam doğru gelmiyor ama ilk kitap karakterleri tanıtma işlevi görmesine rağmen etkileyici bir romandı.
No, megvan a török Érik a gyümölcs – annyi a különbség, hogy Kemal könyve vagy kétszáz évvel előbb játszódik. A francokat! Valójában az Ördöszekerek útján hősei jó húsz évvel Steinbeck szereplői után kínlódják bele magukat a világirodalomba, mégis olybá tűnik, mintha Esze Tamás parasztjainak kortársai lennének. Hiába no, Anatólia az nem Ámerika. A könyv alaptörténete nem egy kvantumelmélet haladóknak: a Taurus-hegység egyik mélyszegény faluja minden ősszel, amikor feltűnnek az úton az ördögszekerek, felkerekedik, mert ez azt jelzi, hogy az alföldön már nyílik a gyapot. Ebből az idénymunkából élnek, és enélkül alighanem éhen vesznének, úgyhogy öregekkel, gyerekekkel együtt nekilódulnak a sivár török tájon, hátukon cipelve minden málhájukat. Ez az út maga a regény, ez a vánszorgás – mintha csak egy csapat lerongyolódott hobbitot látnánk, akik a Végzetkatlan felé igyekeznek. De míg a Gyűrűk ura olvasója nagyjából biztos lehet benne, hogy Frodó így vagy úgy, de begyömöszöli a gyűrűt a rendeltetési helyére, így minden jó, ha a vége jó, addig Kemal hőseiről szaglik a kudarc. (Hogy tényleg megjárják-e – azt nem árulhatom el*.)
Amúgy ezek a figurák nem olyan móriczos „Azé'?” „Azé'!” típusú parasztok – nem tartják magukban, ha fáj nekik valami. Lamentálnak rendesen, szeretteiket meglehetős gyakorisággal átkozzák el vagy küldik melegebb éghajlatra, és úgy nevelik szép lombosra saját gyűlöletüket, hogy azt csak bámulni lehet – ez mindenképpen feldobja kicsit a vándorlás monotóniáját. Színesíti továbbá a bő kézzel adagolt folklór, valamint némi osztályellentét is, de a lényeg mégis az a kálvária**, amit a szereplők bejárni kénytelenek. És hát le a kalappal Kemal előtt, mert konzekvensen tartja magát ahhoz, hogy az utat ábrázolja, és csakis az utat, annak minden kacskaringójával együtt: a felhasadó talppal, az összerogyó testtel, a tehetetlen dühvel együtt. Nem mondom, hogy időnként nem sok ebből a jóból, mégis: az író következetessége lenyűgöző.
*Persze, hogy megjárják. Egész egyszerűen a regény dinamikájából adódik, hogy hülyén venné ki magát egy happy end. ** Bár ez a kifejezés muzulmánok esetében sután hathat, mégis – ennél pontosabban aligha lehet megragadni a lényeget.