Mèmed le Mince, le bandit d'honneur turc, le jeune et légendaire hors-la-loi, aide les paysans du village de Vayvay, soumis à l'implacable oppression de l'insatiable Ali Safa Bey, à changer d'attitude. Grâce à la présence de cet allié mystérieux et puissant, les actes de résistance se multiplient, la rébellion éclate. Mèmed quitte son refuge et, sûr de la complicité profonde du peuple, tue Ali Safa Bey. Un roman d'aventures, une épopée lyrique et aussi un roman réaliste.
Yaşar Kemal, asıl adı Kemal Sadık Gökçeli. Van Gölü’ne yakın Ernis (bugün Ünseli) köyünden olan ailesinin Birinci Dünya Savaşı’ndaki Rus işgali yüzünden uzun bir göç süreci sonunda yerleştiği Osmaniye’nin Kadirli ilçesine bağlı Hemite köyünde 1926’da doğdu. Doğum yılı bazı biyografilerde 1923 olarak geçer.
Ortaokulu son sınıf öğrencisiyken terk ettikten sonra ırgat kâtipliği, ırgatbaşılık, öğretmen vekilliği, kütüphane memurluğu, traktör sürücülüğü, çeltik tarlalarında kontrolörlük yaptı. 1940’lı yılların başlarında Pertev Naili Boratav, Abidin Dino ve Arif Dino gibi sol eğilimli sanatçı ve yazarlarla ilişki kurdu; 17 yaşındayken siyasi nedenlerle ilk tutukluluk deneyimini yaşadı. 1943’te bir folklor derlemesi olan ilk kitabı Ağıtlar’ı yayımladı. Askerliğini yaptıktan sonra 1946’da gittiği İstanbul’da Fransızlara ait Havagazı Şirketi’nde gaz kontrol memuru olarak çalıştı. 1948’de Kadirli’ye döndü, bir süre yine çeltik tarlalarında kontrolörlük, daha sonra arzuhalcilik yaptı. 1950’de Komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla tutuklandı, Kozan cezaevinde yattı. 1951’de salıverildikten sonra İstanbul’a gitti, 1951-63 arasında Cumhuriyet gazetesinde Yaşar Kemal imzası ile fıkra ve röportaj yazarı olarak çalıştı. Bu arada 1952’de ilk öykü kitabı Sarı Sıcak’ı, 1955’te ise bugüne dek kırktan fazla dile çevrilen romanı İnce Memed’i yayımladı. 1962’de girdiği Türkiye İşçi Partisi’nde genel yönetim kurulu üyeliği, merkez yürütme kurulu üyeliği görevlerinde bulundu. Yazıları ve siyasi etkinlikleri dolayısıyla birçok kez kovuşturmaya uğradı. 1967’de haftalık siyasi dergi Ant’ın kurucuları arasında yer aldı. 1973’te Türkiye Yazarlar Sendikası’nın kuruluşuna katıldı ve 1974-75 arasında ilk genel başkanlığını üstlendi. 1988’de kurulan PEN Yazarlar Derneği’nin de ilk başkanı oldu. 1995’te Der Spiegel’deki bir yazısı nedeniyle İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılandı, aklandı. Aynı yıl bu kez Index on Censorhip’teki yazısı nedeniyle 1 yıl 8 ay hapis cezasına mahkûm edildiyse de cezası ertelendi.
Şaşırtıcı imgelemi, insan ruhunun derinliklerini kavrayışı, anlatımının şiirselliğiyle yalnızca Türk romanının değil dünya edebiyatının da önde gelen isimlerinden biri olan Yaşar Kemal’in yapıtları kırkı aşkın dile çevrilmiştir. Yaşar Kemal, Türkiye’de aldığı çok sayıda ödülün yanı sıra yurtdışında aralarında Uluslararası Cino del Duca ödülü, Légion d’Honneur nişanı Commandeur payesi, Fransız Kültür Bakanlığı Commandeur des Arts et des Lettres nişanı, Premi Internacional Catalunya, Fransa Cumhuriyeti tarafından Légion d’Honneur Grand Officier rütbesi, Alman Kitapçılar Birliği Frankfurt Kitap Fuarı Barış Ödülü’nün de bulunduğu yirmiyi aşkın ödül, ikisi yurtdışında beşi Türkiye’de olmak üzere, yedi fahri doktorluk payesi aldı. 28 Şubat 2015 tarihinde vefat etti.
Yaşar Kemal was born as Kemal Sadık Gökçeli in 1926 in the Hemite village of Kadirli, Osmaniye, where his family, originally from the village of Ernis (present-day Ünseli) near Lake Van, had settled after a long period of immigration caused by the Russian occupation during World War I. With his amazing imagination, grasp of the inner depths of the human soul, and lyrical narrative, Yaşar Kemal became one of the leading name not only of Turkish literature, but of world literature as well. Translated into more than forty languages, Yaşar Kemal is the recipient of many awards in Turkey and more than twenty international awards including Prix mondial Cino del Duca, Commandeur de la Légion d'Honneur de France, Commandeur des Arts et des Lettres of the French Ministry of Culture, Grand Officier de la Légion d'Honneur de France, Premi Internacional Cataluña, Peace Prize of the German Book Trade, as well as seven honorary doctorates—five in Turkey and two abroad. The last award Kemal received was the Bjørnson Prize given by the Norwegian Academy of Literature and Freedom of Expression (Bjørnson Academy) on November 9, 2. Yaşar Kemal died in İstanbul on February 28, 2015.
ilk kitaba nazaran bir parca duragan ve hep ayni cizgide ilerlese de kendini okutmayi ve okunandan yine muthis keyif aldirmayi basariyor serinin ikinci kitabi. final cok tahmin edilebilir olmasaydi, kitap bastan sona hep ayni duragan cizgide gitmeseydi vb sorulari sordugumuzda ince memedle ayni donguye girmis, ayni cikmaza dusmus hissediyorum aslinda: bu aga gittiginde yerine baska aga gelecek, o gitse onun yerine de bir baskasi gelecek.. ince memed nereye kadar mucadele edecek? okuyup gorecegiz. cunku aslinda yalnizca agalik sisteminin gecerli oldugu yerleri donemleri degil gunumuz sistemini de cok guzel resmetmis oluyor bu sekilde yasar kemal. bu yuzden eskimiyor, bu yuzden muhakkak okunmali.
Karamsarlığın, umutsuzluğun; ama bir o kadar da beklentinin, güvenin kitabı olmuş İnce Memed 2. İnsanın insanla sınanmasını bu kadar güzel, doğal ve başarılı işleyen çok kitap yoktur sanırım.
Cumhuriyet sonrası hızlı zenginleşmenin nedenini ne güzel açıklamış kitap. Köylünün toprağını gasp etme. ( şimdi de halkın vergilerini gasp ediyorlar.) zenginseniz hep haklı sizsiniz. Adam köyü yakıyor, kadınlar tecavüz ettiriyor ve utanmadan evini terk etmeyen köylüye; ben size ne yaptım? Neden bana bunca kötülük? Diyor. Her devirde güç ve para her kapıyı açıyor. Devlet paranın yanında. Onca insanın da İnce Mehmet’e bel bağlaması? Ayol onca insan çekip vursanıza? Gölgesi bile yetiyor gerçi Şahinimin. Koca Osman’a ise ayrı sinir oldum. Yazarın hikaye anlatıcılığı tabii ki efsane her satır gözlerimin önünde canlandı
Wow, what a book! I feel like I just discovered Mahfouz, Allende or Garcia Marquez all over again. Kemal's writing is perhaps the most evocative of place I've ever read. I'm an ecologist and outdoors person and I was delightfully transported to sights, smells and textures of the Anavarsa Plain. I loved the complexity of the society and village life on the plains brought to life in this book. So much has been written by the savior of the plains, Memed, that I won't comment here. I picked up this book in Chicago not realizing it followed "Memed, My Hawk", which I've just ordered.
Kemal captures the poetry of the Anatolian countryside; bees buzzing bucolically beneath the pulsating sun, thistles swaying under the gentle current of the wind, the white iridescence of a mountain peak following a sun-rise, Kemal is in love with the Anatolian landscape, with the flowers, mountains, streams and plains from which it is formed;
"The dark-brown stallion, after a long round, together with a shooting star, entered the narcissus-bed of Ajhjasaz. The narcissus flowers were tall enough to touch its belly; they gave off a heady scent in the warm spring air. The big, gliding, gleaming stars in the sky were reflected in the shimmer of the horse's bare rump. He plunged into the limpod waters of Ajhjasaz, where the big, broad leaves of the water lilies floated on the surface."
Shimmering with a myriad of colours, a tessellation of blues, pinks, reds and whites, the beauty of the Anatolian hosts the conflict between the peasantry and the landlords. Cruel, vindictive and selfish, the landlords, with the support of the corrupt police, constantly tyrannise and exploit the peasants. The peasants are powerless to stop the exploitation-or at least they feel powerless-Kemal is, perhaps critical of their passivity, of their weakness and inability to fight their oppressors-instead they look to others, such as Memed, the book's protagonist, a outlaw and brigand who, by the time of 'They Burn Thistles' feels over-burdened by the expectations of the peasants to fight their battles for them. Moreover, Memed is going through an existential crisis of sorts; his previous attempt at ending tyranny only ended up creating worse monsters-Memed ponders whether evil will always exist in perpetuity and whether there was any point in killing oppressors if there were a thousand men to take their place.
By the end of the novel Memed gains an answer of sorts-the peasants finally begin to take action and fight back and this prompts Memed to join them and kill the men who had been tyrannising them, yet, beneath all of this, the reader feels like, in consolidating his place as a hero, Memed's humanity was slowly eroding, as he becomes a myth and a legend, a composite of cliches and illusions, a giant with a booming laugh, invincible and impervious to bullets-Kemal deftly explores the dehumanising aspects of being a hero and being mythologised, of the sacrifice Memed needed to make to ensure the peasants could witness the blue thistles slowly coalesce with the rising sun on a Anatolian morning.
Önemli olan nasıl bir kitap görmek istediğimizdir.Çünkü İnce Memed serisini okuduğumuzda, macera yüklü bir destansı Anadolu hikayesini mi görmek istiyoruz yoksa alttan üste doğru Türkiye'deki köylü sınıfının, Anadolu halkının duyguları,iç çelişkilerini,toplumsal yapılarını,küçük hoş olmayan çıkarcı kurnazlıkları ile erdemlerini keşfedip tüm sosyal yapısının çözümlenmesiyle bir fikir edinmektir asıl olan. Bununla birlikte bizim nasıl bir feodal yapımızın olduğunu verir, çünkü her kültürün feodalite yapısı farklıydı.Aslında kitapta sosyal yapıyı çözümlediğimizde neden bir köylü devriminin Anadolu'da olmadığını ve olamayacağını görebiliriz.
Benim için de 1. kitap daha nefessiz ve keyifli bir okumaydı ama tabii ki bunu da keyifle okudum. Hatta 3. kitabı merak ettirdi bu kitapla Yaşar Kemal. Merak ediyorum İnce Memed düzene bir çözüm bulmayı başarabilecek mi? Biri gidiyor, diğeri geliyor ve gelen gideni aratıyor zira. Bakalım neler olacak devamında?
Favori karakterim: Yağız At...onunla ilgili her bölüme bayıldım.
IN: Koca Osman, Kamer Ana, Hürü Ana, Seyran Gelin, Ferhat Hoca, İdris Bey, Yağız At OUT: İnce Memed, Ali Safa, Arif Saim, Adem, geri kalan tüm köylüler
Öncelikle bu kitabı Emre Melemez'in sesinden dinledim ve şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki kendim okusaydım bu kadar keyif almazdım. Muhteşem bir seslendirme. Koca Osman'ın sesiyle bir bağırdı yemin ediyorum araba kullanırken sindim. O kadar keyifli bir deneyimdi. Yaşar Kemal ise yine bildiğiniz gibi. Bu ne kadar olağanüstü bir yazımdır? Her kitabın NYT bestseller olduğu günümüzde bir onlara bakıyorum, bir İnce Memed'e bakıyorum. Pöf.
İnce Memed o kadar derinlikli bir eser ki, Yaşar Kemal Çukurova'nın, Anavarza'nın florasına-faunasına, kültürüne-rengine, diline-sesine, insanına-hayvanına, köylüsüne-kentlisine o kadar hakim ki öncelikle insanı ortam, daha sonra kurgu olarak doyuruyor. Olağanüstü bir perspektif sunuyor. Önce bölgeden, sonra ülkeden.
Artık iyice anladım ki Türkiye için yeni bir sınıflandırma olmalı, o da "Gelişmeye niyeti olmayan ülke". Ben 30 yıl önce okuldayken de "Türkiye gelişmekte olan bir ülkedir" klişesi öğrencilere ezberletiliyordu, bugün de hala aynı şekilde ifade ediliyor. Ben de hep kendime şunu sorardım: Peki Türkiye ne zaman gelişecek? 30 yılda geriye giden muhtemelen nadir ülkelerden olduğu için ve gelişmeye de hiç niyeti olmadığı için artık farklı şekilde ifade etmeliyiz belki de.
Askere gidene kadar hayatımda hiç köy görmemiştim. Şehirde doğdum büyüdüm. Önce askerde ilk kez köyle ve köylüyle tanıştım, daha sonra da eşimin köyü ve civarıyla. Şimdilik tek bir şiirle özetleyeyim: Şükrü Erbaş – Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz? Hatta şu günde ülkenin çok iyi bir temizliğe ihtiyacı var. Şöyle bol sulu, sabunlu sabunlu, köpürte köpürte.
Çünkü olmuyor, bu kafa değişmiyor. Zavallı Narin Güran'ın toprağa verildiği ve katilinin hala bulunamadığı bu yorumu yazdığım günlerde daha nice Narin'ler öldürülmeyi bekliyor, nice köylüler çocuklara, kadınlara, hayvanlara akla hayale gelmeyecek kötülükler yapmak ve üstünü örtmek için bekliyor, nice siyasetçiler güçlü feodal beylikleri saklamak ve/veya bundan pay çıkarmak için ellerini ovuşturuyor.
Dolayısıyla ağaların bu toprak hırsını da bir kez daha okuduktan sonra tekrar etmek istiyorum ki, hepiniz hem gerçek hem de mecazi anlamda toprak olun inşallah.
İnce Memed, İnce Memed kitabının çok az bir kısmı aslında. Hikaye içerisinde minimum görünüyor ve çok az konuşuyor. Tüm hikaye boyunca köylülerin bir yerlere göklere sığdıramadığı, bir yerlere çaldığı İnce Memed'in yıldırımı elinde tuttuğuna da, 100 tane jandarmanın çevirdiği çemberden kaçabildiğine inanacak kadar naif değilim. Ancak bir insanın nasıl bir köye umut olduğunu, gözünü açtığını, cesaretine cesaret kattığı da apaçık ortada.
Organize kötülüğün her daim kol gezdiği ülkemizde ağalarla bir olup köylünün toprağına çöken, vurulduğu zaman da Hürre Ana'ya tedaviye koşan jandarma bugün farklı mı ki? Hayır değil. Bu ülkede her daim feodal yapı, siyasetçiler ve kolluk kuvvetleri eleledir.
Aksi olsaydı bugün şirketlere peşkeş çekilen topraklara kurulacak madenler ile mahvolacak topraklarını, su kaynaklarını savunmak, hem de jandarmadan gaz, cop, dayak yiye yiye, maden sahibinden kurşun yiye yiye savunmak Hürre Analara kalmazdı.
Veyahut bir yandan düzlüğüne yokuşuna, ırmağının akışına, heybelerin nakışına ölürüm derken o güzel, o kadim ağaçlar kesilsin diye halkına zulüm ederken yine dinlenmek için o ağacın gölgesine sığınmazdı kolluk kuvvetleri. Savcı, kaymakam, jandarma kolkola girip toprak ağasının yalanlarına inanmaz, hele de koca bir köyün suyunu kesip diğerine boşaltırken sele sebep olan ağaya "gel bakayım şerefsizin evladı ne istiyorsun bu köylülerden" derdi. Sayısız kötülüğü, at hırsızlığını, toprak yakmayı, ırza geçmeyi, olanca cinayeti daha olmadan evvel araştırır, aslı astarını öğrenirdi.
Son olarak da benim nezdimde Ali Safa neyse, Arif Saim Bey neyse, İnce Memed de odur. Sadece bir terazinin iki tarafındalar. Kahraman, kahraman olarak addedilen kişi değil, onu ilk takip eden kişidir. O yüzden de bu hikayede asıl kahraman canım Koca Osman'dır. Koskoca adam, yaşlı başlı, muhtemelen hasta, yıkılmış, bıkmış ama bir kıvılcımla ayağa kalkıyor. İnce Memed'e inanıyor. İnanmakla kalmayıp büyük bir şevkle insanları da inandırıyor. Eyleme geçiyor, silah kuşanıyor, köyü yıldırmak için kurşuna tutanlara silah sıkıyor. Herkesin aradığı bir eşkiyayı aylarca evinde saklıyor. Risk alıyor. Kalkıyor köyden kaçanları geri getirmeye uğraşıyor, kalkıyor kolluk kuvvetlerine gidip yardım istiyor. Ankaraya tel çekip haberdar ediyor. Peki bizim yerlere göklere sığdıramadığımız Memed napıyor? Afedersiniz ama aylarca yan gelip yatıyor.
Sonra ona destek olmak isteyen, el veren, haberi olsun olmasın silah kuşanan insanlar çıkar. İnce Memed'in aklındaysa sadece bir düşünce vardır. Ali gidecek, Hamza gelecek. Hamza gidecek, Resul gelecek. Hatta bir noktada tamam, gelecek ama şu anda tehlike burada, köylüler açlıktan susuzluktan kırılıyor, çocuklar ölüyor, onu da geldiği zaman düşünürüz diyor ancak bizim "şahin" hala o gidecek beriki gelecek diye eyleme geçmiyor.
O yüzden Ali Safa'nın eylemleri yüzünden eli ne kadar kanlıysa İnce Memed'in eli de eylemsizliği yüzünden en az bir o kadar kanlıdır. Madem kitabın sonunda olduğu gibi bir gecede eyleme geçebiliyorduk, bebeğiyle yaşlısıyla neden o kadar insan açlıktan, susuzluktan öldü? Yaşlının yaşanmışlığı var, o bebeklerin günahı neydi? Göbekten bağlı anaların, o bebeğin hayalini kuran babaların günahı neydi? Aslında söylenecek daha çok şey var ama neyse.
Son olarak, bir kez daha, Şürkü Erbaş'ın "Köylüleri Neden Öldürmeliyiz?" şiiri:
Köylüleri niçin öldürmeliyiz?
Çünkü onlar ağır kanlı adamlardır Değişen bir dünyaya karşı Kerpiç duvarlar gibi katı Çakır dikenleri gibi susuz Kayıtsızca direnerek yaşarlar. Aptal, kaba ve kurnazdırlar. İnanarak ve kolayca yalan söylerler. Paraları olsa da Yoksul görünmek gibi bir hünerleri vardır. Her şeyi hafife alır ve herkese söverler. Yağmuru, rüzgarı ve güneşi Bir gün olsun ekinleri akıllarına gelmeden Düşünemezler... Ve birbirlerinin sınırlarını sürerek Topraklarını büyütmeye çalışırlar.
Köylüleri niçin öldürmeliyiz?
Çünkü onlar karılarını döverler Seslerinin tonu yumuşak değildir Dışarda ezildikçe içerde zulüm kesilirler. Gazete okumaz ve haksızlığa Ancak kendileri uğrarlarsa karşı çıkarlar. Adım başı pınar olsa da köylerinde Temiz giyinmez ve her zaman Bir karış sakalla gezerler. Çocuklarını iyi yetiştiremezler Evlerinde, kitap, müzik ve resim yoktur. Bir gün olsun dişlerini fırçalamaz Ve şapkalarını ancak yatarken çıkarırlar.
Köylüleri niçin öldürmeliyiz?
Çünkü onlar köpekleri boğuşunca kavga ederler. Birbirlerinin evlerine ancak Ölümlerde ve düğünlerde giderler. Şarkı söylemekten ve kederlenmekten utanırlar Gülmek ayıp eğlenmek zayıflıktır Ancak rakı içtiklerinde duygulanır ve ağlarlar. Binlerce yılın kalın kabuğu altında Yürekleri bir gaz lambası kadar kalmıştır. Aldanmak korkusu içinde Sürekli birbirlerini aldatırlar. Bir yere birlikte gitmeleri gerekirse Karılarından en az on adım önde yürürler Ve bir erkeklik işareti olarak Onları herkesin ortasında döverler.
Köylüleri niçin öldürmeliyiz?
Çünkü onlar yanlış partilere oy verirler Kendilerinden olanlarla alay edip Tuhaf bir şekilde başkalarına inanırlar. Devlet, tapu dairesi, banka borcu ve hastanedir. Devletten korkar ve en çok ona hile yaparlar. Yiğittirler askerde subay dövecek kadar Ama bir memur karşısında -bu da tuhaftır- Ezim ezim ezilirler. Enflasyon denilince buğday ve gübre fiyatlarını bilirler. Cami duvarı, kahve ya da bir ağaç gövdesine yaslanıp Onbir ay gökyüzünden bereket beklerler. Dindardırlar ahret korkusu içinde Ama bir kadının topuklarından Memelerini görecek kadar bıçkındırlar Harmanı kaldırdıktan sonra yılda bir kez Şehre giderler!
Köylüleri niçin öldürmeliyiz?
Çünkü onlar otobüslerde ayaklarını çıkarırlar Ayak ve ağız kokuları içinde kurulup koltuklara Herkesi bunalta bunalta, yüksek perdeden Kızlarının talihsizliğini ve hayırsız oğullarını anlatırlar. Yoksulluktan kıvrandıkları halde, şükür içinde Bunun, Tanrının bir lütfu olduğuna inanırlar. Ve önemsiz bir şeyden söz eder gibi, her fırsatta Gizli bir övünçle, uzak şehirdeki Zengin bir akrabalarından söz ederler. Kibardırlar lokantada yemek yemeyi bilecek kadar Ama sokağa çıkar çıkmaz sümküre sümküre Yollara tükürürler.. Ve sonra şaşarak temizliğine ve düzenine Şehirde yaşamanın iyiliğinden konuşurlar.
Köylüleri niçin öldürmeliyiz?
Çünkü onlar ilk akşamdan uyurlar. Yarı gecelerde yıldızlara bakarak Başka dünyaları düşünmek gibi tutkuları yoktur. Gökyüzünü, baharda yağmur yağarsa Ve yaz güneşleri ekinlerini yetirirse severler. Hayal güçleri kıttır ve hiçbir yeniliğe -Bu verimi yüksek bir tohum bile olsa- Sonuçlarını görmeden inanmazlar. Dünyanın gelişimine bir katkıları yoktur. Mülk düşkünüdürler amansız derecede Bir ülkenin geleceği Küçücük topraklarını ipoteği altındadır. Ve birer kaya parçası gibi dururlar su geçirmeden Zamanın derin ırmakları önünde...
Köylüleri söyleyin nasıl Nasıl kurtaralim?
Şiirin bir bölümü 27 şubat 1994 tarihli Milliyet Gazetesinde, Melih Aşık'ın açık pencere isimli köşesinde yayımlanıyor. Daha sonra Süleyman Demirel şiire tepki gösteriyor ve Şürkü Erbaş bu eleştiri üzerine Melih Aşık'a şiirde ne anlatmak istediğini açıklayan bir not gönderiyor.
"[Bu şiir] benim başımın belası bir şiir. tarihsel ya da sosyolojik açıdan dünya kadar söz söylenebilir. Şiirde söylediklerimin dışında - şiirin açıklaması olarak değil elbette- çok kısa şunları söyleyebilirim: Ben kaba bir dünyada yaşamak istemiyorum. Benim geleceğimi ufukları eşiklerinden öteye varamayanlar belirlesin istemiyorum. Bencilliğinden başka erdemi olmayan insanların dünyamıza iyilik ve güzellik katacağına inanmıyorum. Felsefeyi, sanatı, bilimi bilmeyen, küçümseyen; dinini mülke; mülkünü dine dönüştüren insanları sevmiyorum. Ne yazık ki ülke, tenha kasabalardan ışıklı kentlere kadar, bu düzeysizliğin egemenlik alanı haline geldi. gerisinde bu bakışın yattığı bir tepki şiirdir "Köylüleri niçin öldürmeliyiz?". Kendim için onlar için insan onuruna yakışır bir yaşama biçimini tersinden söyleyen bir dili, kurgusu vardır. Sevmediğimiz değil sevdiğimiz insanlar bize dert olur değil mi? Yargılanan aslında feodalizm, gelenekler."
Yaşar Kemal'in efsane serisinin ikinci kitabında, İnce Memed artık sadece bir eşkıya değil, halkın umudunu simgeleyen bir kahramana dönüşüyor.
Bu kitapta Memed'in ağalara ve devlete karşı mücadelesi daha da büyüyor ve onun efsaneleşme sürecine tanık oluyoruz.
Kitap, zulüm, isyan ve efsaneleşme gibi temaları yine çok güçlü bir şekilde işlemiş. Memed'in kendi iç hesaplaşmalarını, aşkını ve halkın ona yüklediği sorumluluğu okumak ara ara yorsa da güzeldi.
Yaşar Kemal, okura sadece bir hikaye anlatmıyor, aynı zamanda Anadolu insanının direniş ruhunu, umudunu ve adalet arayışını da derinden hissettiriyor. İlk kitabı sevdiyseniz okumaya devam derim 🤠
Bitmeeez Memedim, bitmeeez Şahinim. Bu toprağın ne namerdi biter, ne haini! Ne de bunların peşinden ayrılmayan iti, uğursuzu… 4 cilt değil, 14 cilt anlatsan bitmez. Ne senin yüreğin soğur, ne de benim ciğerim…
Bu muazzam türküye dair elbet diyeceklerim var; olmaz mı?! Ama son cilde bıraktım, ya da belki de ilkine eklerim…
Serinin ikinci kitabını ilk kitabından daha çok sevdim. Sanırım bu durumun temel sebebi bu kitapta çatışmaların daha az insan hikayelerinin daha çok olması. Yöre betimlemeleri ve o dönem insanının başarılı anlatımı sayesinde oralara gittim, bir süre orada yaşadım. Açıkçası, kitapta geçen birçok bitkinin adını, doğal oluşumları, köy adlarını bilmiyorum bu nedenle bir kopukluk oldu ama ölesiye merak ettim o dönem o toprakların köyünü, köylülerini.
Yaşar Kemal karakterlerini özenle yaratmış. Hemen hepsinin hikayesini ilgiyle okudum. Birçoğunun gerçek olduğu hissine kapıldım. Çok azını teyit ettim geri kalanını edemedim ama gerçek gibiler. Şunu da söylemem lazım hepsini sevmedim. Köylüler yer yer insanı çok kızdırıyorlar. Ama belki de yıllar sonra bizim hayatımızı okuyanlar da bizim köylülüğümüze çok kızacaklar. Bu kitabın bence bir önemli boyutu da o kızdığımız köylüleri anlamaktan geçiyor. Onları tanıyıp anlamazsak cumhuriyet sonrasını ve doğal olarak bugünleri anlamak çok daha zor olur.
Son olarak, hacimden dolayı endişeli olanlara ilk kitap gibi kitabın da kolayca okunduğunu belirtmek isterim. Bir şekilde başlarsanız kitabı çok sevmeseniz bile zorlanmadan bitirebilirsiniz.
Her yönüyle muhteşem bir hikaye! Doğayla bütün, yerel ama evrensel temalar dolu İnce Memedin hikayesi tüm heyecanı ve şaşırtıcı gelişmeleriyle devam ediyor. Okurken ara sıra bir Cengiz Aytmatov kitabı okuyor gibi hissediyorum. Ama Aytmatov'dan eksiği yok fazlası var Yaşar Kemal'in. İnce Memed'in iç hesaplaşmaları ile Çukurova'nın coğrafyası aynı katı ve kaçılmaz sıcaklıkta sanki. Muhteşem.
"Çünkü uğraşmak haktır" "Yılan iğne ucu kadar da olsa bir yara alınca, sarıca karıncalar o yaraya üşüşürler. Bir gün içinde yılanı yer bitiriverirler. Anladın mı şimdi Vali Bey?" Sarıca karıncaların gücünü hep hatırlayacağım.
"Bu dünya böyledir" diyordu. "Sular hendeğine dolar. İnsanlar doğar ölür, gün doğar batar. Ağaçlar büyür çürür. Sular akar, bulut ağar. Ağayı öldürürsün, ağa gelir yerine. Bir daha öldürürsün, bir daha gelir."
Zulme karşı koymamak kafirliktir. Çocuğunun rızkını, baba yurdunu korumamak, bırakıp gurbet ellere düşmek kafirliktir. Zulme karşı koymamak, zalime ortak olmaktır. 5/5⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️ İlk kitabıyla tutulduğum bu hayranlık karşısında ikinci kitabı her ne kadar hemen okumak istemesem de tabii ki dayanamadım. İkinci kitap ilk bölümünden itibaren yazarın kaleminin farklılığını bana anında hatırlatıp yine nasıl bir serüvenin beni beklediğini anımsatarak aynı heyecanla okumaya başladım. Başlarda İnce Memed'in yokluğu kısa sürdüğü halde yazarın ona dair anlattığı satırları hemen özledim. İlk kitabın sonunda yaşananlardan sonra İnce Memed'in başı daha büyük belalara girerken uzun bir süreden sonra köyüne geri dönüp olan bitenleri öğrendiğindeki halini okurken benim de boğazım kat kat düğümlendi. Yaşar Kemal nasıl bir yazar ki insanın mutluluğunu, hüznünü, aşka dair hislerinin derinliğini öyle bir usta kalemle satırlarda yaşatıyor ki her kitabında farklı bir şaşkınlığa uğruyorum. İkinci kitapta karakterlerimizin daha çok artmasıyla kitapları az daha olsa uzun aralıklarla okuma kararımdan vazgeçmiş oldum. Zaten bu konuda çok kararsızdım ama kısa süre sonra ikinci kitabı elime aldığımda bile hafif karışıklıklar yaşadım. Baştan sona her zamanki dolu dizgin olay örgüsünü kaybetmeden devam eden okudukça heyecanın arttığı serinin devam kitabı olarak en az ilki kadar harika bir kitaptı. Sadece ilk kitabında daha fazla diyalog satırı olduğu için ne ara okuduğumu anlamıyordum. Bu kitabındaysa diyalogdan ziyade uzun düşünce ve anlatımlara sahip paragraflar mevcuttu. Üçüncü kitabını ikinciyi bitirmemin hemen ardından okumaya başladım. Durmaksızın aynı heyecanı yaşamaya devam ediyorum. Sizlere de kesinlikle canı gönülden okumanızı önererek, üçüncü kitabın yorumuyla görüşmek üzere..
They Burn the Thistles is a tale from the Anavarza plain in southern Anatolia, Turkey, a tale in which a rich landowner has set his eyes on a little village and the farmland around it. Ali Safa Bey feels he must have all the land and extend his domain, even if he has to burn the villagers' houses and steal their horses and bully them into settling elsewhere. The villagers need something to hang on to, someone to lead them, someone to help them resist. Every oppressed community needs a Slim Memed.
Yashar Kemal's writing is on par with Juan Rulfo's El Llano en Llamas and Guimarães Rosa's Grande Sertão. The issues are real, and the farmers' struggle to hold on to their land is universal. As McKibben writes in the introduction, "half the world is explained in these pages, the half that we need very badly to understand."
“Bu dünya böyledir" diyordu. "Sular hendeğine dolar. İnsanlar doğar ölür, gün doğar batar. Ağaçlar büyür çürür. Sular akar, bulut ağar. Ağayı öldürürsün, ağa gelir yerine. Bir daha öldürürsün, bir daha gelir.”
Abdi gider Hamza gelir bir de Ali Safa safasını sürer, İnce Memedin çilesi isyanı bitmez çünkü toprak ağaları kaypak kaymakamla da jandarmayla da bir olmuş köylünün üstünde tepiniyor vay haline vayvay köyünün. Suyunu kesecek ırzına geçecek kadar gözü dönmüş zalimin.
“Anavarza binekleri, kurda benzer sinekleri, Memed sana oğul diyemem, yıkmayınca konakları”
Konaklar yıkılmaz ama köyler yanar, yürekler yanar, ve yara kanamaya devam eder, Seyran da gücenmiş bakıyor, çayın yanında reyhanlar kokuyor, sonra sıcak kavuruyor pıtıraklar acılar savruluyor. sanki Yaşar Kemal Çukurovayı Anavarzayı karış karış dolaşıp her çiçeği otu dikeni dağları toprağı ovayı obayı koklayıp sıcağı acıyla karışık havayı aynen kitabına taşımış.
Türkiye Cumhuriyeti devleti ile Yaşar Kemal'in başının neden hoş olmadığını anlıyoruz bu ciltte. Mustafa Kemal Atatürk'ten, bazı eşkıyalardan korkan, bazı eşkıyalar ile işbirliği yapan biri olarak bahsedilmesi, onunla birlikte Kurtuluş Savaşı'nda savaşmış kişilerin zorba ve köylüyü sömüren ve soyan kişiler olarak anlatılması, askerin, valinin, kaymakamın, savcının portrelerinin, zorba ağaların zulümlerine ses çıkarmayan, destek olan, köylülere sorgu adı altında işkence yapan-yaptıran kişiler olarak çizilmesi, resmi tarihin oldukça dışında şeyler anlatılması Yaşar Kemal'in başını oldukça ağrıtmış olmalı. İlk kitaptakine benzer bir işleyiş, bir döngü var ve ağalık düzeninin, kahraman eşkıyalar tarafından yıkılmaya çalışılsa da bozulmadan devam ettiği vurgulanıyor bence bu döngü vurgusu ile.
Birinci kitapta zulmün ağına düşmüş, kendi gücünden habersiz kitlelerin kurtuluşlarını nasıl da efsanevi bir kahramana bağladıkları, tüm umutlarını ve bekleyişlerini simgeleyen İnce Memed'i nasıl da doğaüstü birtakım özelliklerle donattıklarını ne güzel anlatmıştı Yaşar Kemal. Onca eziyete katlanıp güce biat ederek rahat edeceğine bunca iman etmiş kalabalıklara bir taraftan öfkeyle dolup taşıp bir taraftan da ağalarla eşkıyalar arasına sıkışıp kalmışlıklarına acıma duygusunu bir arada ne güzel yaşatmıştı..
İkinci kitapta daha durgun ama çok düşünceli, sorgulayan bir İnce Memed'i okuduk uzun uzun. Düzeni adam akıllı sorgulamaya başlamış Memed'in " böyle gelmiş böyle gidecek mi, güç ve zulüm el değiştirecek ama kitlelerin kaderi hiç değişmeyecek mi? " diye diye çokça karamsarlığa çökerken ama bir taraftan da sorularına cevap ararken, içinde öfkesi gün be gün birikirken... Bakalım serinin geri kalanında aradığı sorulara cevap bulabilecek mi ya da o soruların yüzyıllardır süregelmiş bilinen ve kabullenilen cevaplarında değişiklik yapmaya gücü yetecek mi?
Memed'in tüm o iç hesaplaşmaları, kendini suçlamaları, düzeni sorgulamaları bir yana bence ikinci kitapta en ağır basan konu 'KORKU' ydu. Hem kitlesel, toplumsal anlamda hem de bireysel anlamda. 'Korku' nun insana ya da topluluklara neler yaptıracağı ya da yaptıramayacağını çok güzel aktarmış büyük yazar.
Birinci kitap Memed'in haksızlığa uğrayan, zulüm gören basit bir köylüden dağa çıkan bir eşkıyaya dönüşünü izlediğimiz o kaçma-kovalama serüveni çok sürükleyici, soluk soluğa bir okuma olmuştu. İkinci kitapta o hareketlilik olmamasına rağmen benim açımdan yine son derece sürükleyici oldu.
Anadolu insanının ağalara yüzyıllardır boyun eğmeye alıştırılmış karakterini, adaletin düzenlenmediği zaman kendi adaletini ortaya koyan Michael Kohlhaas gibi ağaların üzerine giden İnce Memed değiştiriyor. İnce Memed'e ilk kitaptan daha az iş düşüyor. Giden ağanın yerine yenisinin gelmesiyle umudunu yitiren, kendini bırakan İnce Memed'in yerine daha çok köylü direniyor. Yine de Anadolu'nun ezilmeye alışmış köylüsü, biraraya gelip bir köylü ayaklanması çıkaramıyor. Hakkını soramıyor. Müdahale etmediği için suçlanan, kendisi de mahcup olan İnce Memed'e yine kahraman sorumluluğu biniyor. Aşk, kavga, direniş... Anadolu'nun antik çağlardan gelen destansı anlatımı Yaşar Kemal'in genlerine işlemiş. Muhteşem bir üslup.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Kurtuluş Savaşında savaşmış eski askerlerin köy ağalığına soyunduğu ve köylüye zulmeden, onların topraklarını binbir dalavere ile alıkoyan ve üstelik kaymakamının, savcısının bu dayatmaya destek verdiği bir dönemde bu zulme başkaldırır İnce Memed.
İlk kitaba göre biraz daha durağan ilerliyor. Memed'in çıkmaza girmesi , nereye kadar mücadele edeceğini kendi içinde tartışması çok güzel anlatılmış. Abdi Ağa gitti , Hamza geldi. Hamza gidecek başkası gelecek. Bu düzen hep böyle mi devam edecek ?
There some moments form book. The great escape, solidarity of peasant, old story of Seyran, the change of the Seyran after Memed, protector a hero of poor’s, fear of Aga and misters.
In my opinion Ince Memed 2 better than first.
Two good sections; One landlord goes, other come. As much as person has gallant, is coward insomuch.
Kitabın adı İnce Memed ama bu kitapta sayfalarca köylünün çektiği ızdırabı, acıyı, açlığı, susuzluğu ve ölümü gördük ve tabiki o yere göğe sığdırılamayan İnce Memed... Sayfalarca tüm köyden İnce Memed efsaneleri duyduk, yok şöyle bizi kurtaracak böyle bizi kurtaracak derken İnce Memed bir geliyor tüm köy sefalet içindeyken aylarca yatış! Ve sonunda Vayvay Köyü zalime boyun eğip köyü terkeder, İnce Memed'de her zaman yaptığı gibi dağlarda kaybolur. İlk kitapta da Memed sevdiğim bir karakter olmadı, çünkü Abdi Ağa, Hamza ve Ali Safa neyse; benim gözümde İnce Memed'de odur. Ama özellikle bu kitapta çok sinirlendim çok kinlendim. Suçsuz yere insanlar işkence görüp öldürüldü, yaşlılar bebekler açlıktan susuzluktan öldü ve umud ettikleri tek kişi " o gidecek, o gelecek, onu öldürücem yerine başkası geçecek ne için çabalıyorum " diyerek kılını kıpırdatmadı...
Tabiki ben şuan bir okuyucu olarak şahsi duygularımla yorumluyorum ama genel olarak baktığımızda, o zamanlarda maalesef zaman ağaların, paşaların, savcıların, komiserlerin birlik içinde köylülere azap çektirdiği bir dönemdi. Aslında küçük bir köy üzerinden gösterilen feodal yapı, burada büyük bir hikaye anlatıyor. Bu kitapta Memed'den çok diğer karakterleri okumak çok hoşuma gitti fazlasıyla akıcıydı hatta, ikinci kitap için farklı insanları da gördüğümüz, ana karakterin iç savaşını da okuduğumuz güzel bir geçiş kitabıydı. Özellikle bu kitapla birlikte tamamen Vayvay Köyü'nün içine çekilmiş hissediyorum. Önümüzde iki kitap daha var bakalım!
Bu seride köylülerin asalaklığı beni bunaltıyor. Ayrıca oldukça ilginç hakaret unsuru cümleleri de köylüler bana bu seride öğretti. Güzel bir hikaye ama hayatımı değiştiren, beni derinden etkileyen bir kitap değil.