(...) Mahalle çocuğu, Saitin hikâyelerinde bir iki tane değildir; birçoktur. Bunu, onun bu yaşa kadar değişmemiş mizacına veriyorum. Bence Sait Faik ne genç hikâyecidir, ne ihtiyar. Bence o, kırkını aşmış bir mahalle çocuğudur.
Ama sakın bu hükmü onu kötülemek için söylenmiş bir söz sanmayın. Çocuk deyişim ona gençlikten daha genç bir yaş biçişimden, mahalle çocuğu deyişim de onu, ekseri mahalleden yetişenler gibi, halktan bir insan, halka bağlı bir insan sayışımdan ileri geliyor." Orhan Veli Yaprak, 1 Şubat 1950
Sait Faik Abasıyanık (18 November 1906 - 11 May 1954) was one of the greatest Turkish writers of short stories and poetry. Born in Adapazarı, he was educated at the Istanbul Erkek Lisesi. He enrolled in the Turcology Department of Istanbul University in 1928, but under pressure from his father went to Switzerland to study economics in 1930. He left school and lived for three years in Grenoble, France - an experience which made a deep impact on his art and character. After returning to Turkey he taught Turkish in Halıcıoğlu Armenian School for Orphans, and tried to follow his father's wishes and go into business but was unsuccessful. He devoted his life to writing after 1934. He created a brand new language and brought new life to Turkish short story writing with his harsh but humanistic portrayals of labourers, fishermen, children, the unemployed, the poor. A major theme was always the sea and he spent most of his time in Burgaz Ada (one of the Princes' Islands in the Marmara Sea). He was an honorary member of the International Mark Twain Society of St. Louis, Missouri.
Sait Faik mostly published under the name Sait Faik, other pen names being Adalı ("Island dweller"), Sait Faik Adalı, and S. F..
There is an award for his name which is given every year on his death anniversary: Sait Faik Hikâye Armağanı
"Birden her günkü hayatın deli gömleğini sırtımda düğümlenmiş buldum". Abasıyanık'ın "Süt" öyküsünün bu son cümlesini okurken gözlerim doldu. Vapurdaydım, çay içiyordum. Tam o anda bir karabatak suya daldı. Güneş batıyordu, karada insanlar aceleyle gidiyordu. Vapurdan indim. Köprünün orada sumrular denize doluşmuş balıkları yakalamaya çalışıyordu. Bir başıma denizin kenarında yürüdüm, denize, sumrulara, karabataklara baktım. İnsanlar çıkmış yürüyordu. "Bugüne kadar neredeymişim ben" diye düşündüm. Bu kitap beni bir Sait Faik Abasıyanık karakterine dönüştürdü. Tüm o soyut duyguları bir anda somutlaştıran, ete kemiğe büründüren Abasıyanık beni o sade hayata bir adım daha yaklaştırdı. O karmaşıklığın içinde acı çekerken, hayatı avuçlamış gibi hissettim. "Balonlarına hiç iğne batırılmayan insanlar yaşıyor" diye yazmış Abasıyanık "İzmir'e" öyküsünde. Ben onlardan biri değilim. Ama öyle olsam bu öyküleri bu kadar sevemezdim zaten.
Sait Faik'in öykücülüğünü hep sevdim. Bu kitabı da Ayvalık Halk Kütüphanesinde görüp okumak nasip oldu. Plajdaki Ayna ve Sakarya Balıkçısı öykülerini özelikle sevdim. O'nun bir öyküsü bazen kalın bir roman cildinin anlatamadığı birçok şeyi anlatır. Kitaptan bir bölüm alıntılayayım da adet yerini bulsun: "... Çekilecek bir köşemiz olacak. Yatağımız olacak. Yorganı gözlerimize çekeceğiz. Belki bir deniz kenarı, bir ağaç altı, bir rüzgar, bir sessiz kahve, bir bardak çay, bir simit, bir dilim kaşarpeyniri, bir yarım kilo şarap bulursak dost olarak bu en iyisi. Ama insan? Yok kardeşim, yok, insan bulamayacağız... "
Plajdaki Ayna ve Süt isimli öyküleri çok sevdim. Mahalle Kahvesi'ndeki öykülerin çoğunu günlük okur hissiyatıyla okudum. Sait Faik sokakta nasıl yürür, gözü kimlere çarpar, kimleri gizliden ya da inadına, göstere göstere takip eder, kimi kime nasıl anlatır bir bir şahit oldum. Okudukça, tanıdıkça bir ayrı seviyorum Sait Faik'i. Neşesi, ümitsizliği, çoşkusu, bezmişliği, alaycılığı ve karamsarlığı bir ayrı dürüst ve içten. Bu haliyle Sait Faik'in öyküleri bilgece bir yaşamın sırrını fısıldıyor gibi geliyor bana.
Sesli kitap olarak dinlemeye başladım ne varki sanırım tam konsantre olamadım dinlemeye .Eseri tekrar okuyup dinleyerek de devam etmek istiyorum ...yazarla ilgili fazla bir bilgim olmadığından değerlendirmesini yapmam için de daha iyi okumam ve yazarla ilgili ayrıca daha fazla bilgi edinmem gerektiğini anladım. Ve iyiki okumuşum ne güzel farkına varmak tanımak böylesine yazarları.
Hep duyardım Sait Faik Abasıyanık'la ilgili söylenenleri yani kulaktan dolma bir aşinalık olmasına rağmen yazarı pek tanıdığım, onun edebiyat dünyasında ki değeri hakkında pek bilgim yoktu. Önce sesli olarak dinlemeye başladım ''Havada Bulut Yok'' u , ne yazık ki içinde geçen bazı betimlemeler yüzünden hemen kesinlikle okumamam gerekir diye acele bir önyargıyla karar verdiğimi düşündüren Goodreads deki arkadaş çevremdeki okurların verdiği artı değerlerin yüksekliğine bakarak , yazarımızı değerlendirirken acele etmemem gerekir diyerek baştan başladım Sait Faik ve eserlerine gereken değer verilmeli daha yakından tanımalıydım....
Hesse'nin Robert Walser için söylediği "Walser’i yüz bin kişi okusa dünya daha iyi bir yer olurdu." ifadesini Sait Faik için de söyleyebiliriz sanırım.
Bir Darüşşafaka çalışanı olarak Sait Faik hakkında objektif olmam zor. Yudum yudum okudum kitabı. Her yudumda damağımda ayrı bir lezzet. Durum hikayelerinden hoşlananların kesinlikle okuması gerek. Hatta İstanbul’da yaşayanlara önerim Beşiktaş’tan vapura atlayıp Burgazada yolunda sıcacık bir çay ile öyküleri okuyup, adada Sait Faik’in evini gezmek. Sonrada ada sokaklarında kaybolmak. Dönüşte sahildeki çay bahçelerinin birinde yine bir kaç öykü ve vapurda mümkünse bitirmek. Bir tam gün Sait Faik’i yaşamak.
Uzun uzun yürüdüğüm yolların yoldaşıydı Abasıyanık hikayeleri. Bazen düşündürdü bazen güldürdü. Yıllar öncesinin sıcaklığını hissettirdi içimde. Kitaba adını veren Mahalle Kahvesi'ni okurken üşüdüm sadece. O da öykünün hüznünden...
Peki bir yıldızı niye kırdım? Yayın evinin özensiz Türkçeleştirmesinden...
Abasıyanık eserlerinin telif hakkını Darussafaka'ya bırakmıs vasiyetinde bir kere daha sevdim yüreğini, insanlığını...
Adalar, vapurlar, Beyoğlu esnafı, Ermeniler, Yahudiler, Rumlar... tam eski İstanbul panaroması. Sadece okuduğum diğer öykü kitabına göre ( Alemdağ’da Var Bir Yılan) daha melankolik, daha yalnızlık ve buna karşı isyan duygusu baskındı. İnsanın canı İstanbul’da yapayalnız gezmek istemiyor değil ama tamamen tek başına aynı iç sıkıntısıyla Sait Faik gibi...
Yüreğime bir şey oturdu... Yazın susamışken, birdenbire bir soğuk su içtiniz mi bir sancı, bir ağırlık oturuverir; öyle bir şey oturdu can evime. . "Mahalle Kahvesi" 🍁 Kitabın son sayfalarına doğru ufacık bir kız çocuğunun daha ölü bedeninin bulunduğu bilgisini aldıktan sonra böyle bir girişten başka bir şey gelmiyor içimden her şeye alıştırılan bu toplumun büyük bir kesimi çocuk cinayetlerine de duyarsızlığı öğrendi bununla nasıl mücadele edileceğini mevcut yönetimden hiç kimse bilemez çünkü bununla mücadele etmek için evrensel ahlak örüntüleri ile dolu çağdaş bir eğitim sistemi kurmak gerekiyor biz evrensellik ve çağdaşlığı yarım asırdır bıraktık. 🍁 Bu şehir laubaliliğin, kötülüğün, ikiyüzlülüğün, kaynaştığı bir şehir. İyi insanları yok mu? Dolu. Ama nasıl çekilmişler, nasıl ürkmüşler, nasıl kapanmışlar bir yere. Neredeler? . "Mahalle Kahvesi"
Mahalle Kahvesi, Sait Faik Abasıyanık’ın 1950 yılında yayınlanan öykü kitabıdır. Hikâyelerin çoğunda İstanbul yaşamındaki insanları ve kendisini anlatmaktadır. ‘Sakarya Balıkçısı’ hikâyesinde Adapazarı’ndaki günlerinden izlere, ‘Kınalı Adada Bir Ev’ hikâyesinde ise ada günlerindeki izlere rastlanabilir. Kitapta toplam yirmi iki hikâye bulunmaktadır. Sait Faik, sadece beş öyküde kendinden bahsetmektedir. Hikâyelerindeki dil zaman zaman tamamen konuşma diline dönmektedir. Sıcak bir çay ile arka arkaya okunacak, içinizi ısıtacak hikâyelerden oluşmaktadır kitap.
Anlatımıyla, ele aldığı konularla, çoğu zaman sayfalarından başımı kaldırıp yüzüme bir gülümseme yayılmasına sebep olan bu kitabın son birkaç dizesini alıntılamak istiyorum.
"Sinağrit Baba böylesine hiç rastlamamıştı. Ölmeden evvel adama bir daha baktı. Namuslu, cesur, cömert ölecek olan bu adamın hakikatte korkakların en korkağı, namussuzların en namussuzu olduğunu alnından okuyordu. Bu adam o kadar talihliydi ki daha, ikiyüzlülüğünü kendi kendisine bile duyacak fırsat düşmemişti. Yoksa Sinağrit Baba yakalanır mıydı? Sinağrit Baba hırsından tekrar tepindi. Bağırmak ister gibi ağzını açtı. Kapadı. Sinağrit Baba son nefesini, böylece hiçbir insanlık imtihanı geçirmemişin sandalında pişman ve mağlup verdi."
This entire review has been hidden because of spoilers.
Sait Faik parçalı cümlelerle bizleri anlattığı sımsıcak bir öykü kitabı Mahalle Kahvesi. Öykülerin geneli bir anlatıcı tarafından dinliyoruz. Bu da okurla samimiyeti artmasına sebep oluyor. Öykülerin konuları çeşitli. Deniz, adalar, azınlıklar, baba ve oğul vb. En çok sevdiğim yönü Sait Faik'in içimizdeki o çarpışmayı çok güzel betimlemesi. Uyuz Hastalığı Arkasından Hayal öyküsünde sinema kuyruğundaki uyuz hastası birine yardım etmekle etmemek arasında gelgit yaşayan birini çok güzel ifade ediyor. Bilet almayarak uyuz hastasına ilaç alınabilir. Parayı verdin bu sefer kendi eğlencesine parayı harcarsa ? Öyküleri peşi sıra okumayın. Biraz içinize yayılsın. Okuyunca dediğimi anlarsınız.
22 hikâyeden oluşan eseri, ben gayet zevk alarak okudum. Çevremizde de gördüğümüz insanlar, deniz, balık, rakı vb. ögeler var hikayelerde. Hikayelerin hepsini beğenmek ile beraber özelikle Mahalle Kahvesi ve Baba-Oğul hikayeleri çok hoşuma gitti.
Boşsuz harika. Ne okusam kimi dinlesem şaşkınım, nasıl bir tahlil yeteneği ve nasıl bir müdanasızlık. Bilmediğine bilmiyorum kardeşim demek bile ne büyük meziyet. Bence bugün eksikliği hissedilen, herkes her şeyin uzmanı! Haydi bre, Sait Faik okumaya devam, insanları tüm pisliklerine rağmen sevmeye de. Plajdaki Ayna, Uyuz Hastalığı Arkasından Hayal, Hallaç, Bir Sarhoşluk, İzmir’e, Söyledim Durdum, Bilmem Neden Böyle Yapıyorum. Harika hikayeler.
Sait Faik, klasik hikayecilikten farklı bir denizde yol alır. Gelin Orhan Veli'ye kulak verelim: derler ki: "Çok savruk..." Sait Faik için söylenen sözlerin, daha doğrusu kötülemek için söylenen sözlerin, galiba en haklısı bu." "Bence Sait Faik, ne genç hikayecidir, ne ihtiyar. Bence o kırkını aşmış bir mahalle çocucuğudur."
Aslında bu sözler bile onun hikayeciliği hakkında önemli ipuçları veriyor. Son olarak kendisine kulak verelim Sait Faik'in: "Birdenbire bir sevinç, kuvvetli bir sevinç hissi kaplıyor beni. Nereden geldi bu sevinç bilmem."
Anlık feveranlar, hezeyanlar, kendi kendine konuşmalar, Sait Faik'in bariz özelliklerinden.
Hikaye severler için yine bir başucu kitabı. Yukarıda belirttiğim gibi biraz savrukluğu var ama değer bence:)
This entire review has been hidden because of spoilers.
Bir ustaya saygısızlık etmek istemem ama beğenmedim. Sanki birisi oturmuş aklına gelen ilk şeyi kağıda dökmüş havasında öyküler. 1-2 öykü hariç dili de, anlattıkları da beni çok cezbetmedi. Okuduğum öyküler kafamda yer etmiyor ve sürekli kendilerini bana hatırlatmıyorlar. Ama yazar kötü öyküler yazdığından değil tabiiki, benim frekansıma uygun yazmadığından kaynaklanıyor. Bu kitapla beraber öykü kitabı sevmediğimi de bir kez daha teyit etmiş oldum.
1950lerde yazilmis, icinde eski Beyoglu'nun, Rum ve Yahudi mahallelerinin yer aldigi, harika karakter tahlillerinin oldugu, bir cirpida okunan, anlatim bicimi zengin ve sasirtici hikayeler.. Sevdim.
“O gün ne güzel bir gündü! Deniz ne serindi! Ne güleryüzlüydü sandallar, çocuklar, kadınlar! Sanki kimse kimseye bütün gün sövmemişti…Dünya yüzüne bir tek kötü lakırdı, kötü hareket, kötü düşünce o gün için -o günün başı için- insan elinden, insan dilinden, insan kafasından çıkmamış gibi bir akşam oldu. Ben her zamanki gibi kimsesiz pazarımı bitirmiştim. Hayatımdan memnundum. Hayattan da memnundum. Her yer ışıl ışıldı. Her şey mavi, akşama doğru kırmızı, sonra lacivert oldu. Bugün kimse ölmesindi. Bugün dövüş edilmesin, bugün kimse ağlamasındı.”
Sait Faik Abasıyanık'ın okuduğum ilk eseri ne yazık ki. Ne geç kalmışlık maalesef.
İçinizdeki sesleri Abasıyanık kaleme almış, cümlelere dökmüş. Çok sıcak, içten, samimi.
"İşsizlik insanı yorar, dedi..."
"Yaşı kırkı aşmış bir adamın mevsimler içinde ilkbaharı biraz üzüntü ile duymamasına imkan yoktur. Eski çılgınlıklar nerede? Nerede o, birdenbire bir genç kız elinden, bir genç kız rüzgarından sararma, o yürek çarpıntısı?..."
"... Böyle günlerin birindeyim. Beni yaşamaya çağıran hiç bir şey yoktu..."
"Bu adamı da sevdim birdenbire. Demek benim dünyada dostlarım vardı. Daha yaşayabilirdik. Beyhude yere, iftiracılar, namussuzlar, yalancılar, birbirinin ekmeğini kapanlar için insanları, yaşamayı hor göremezdik..."
"Bu şehir laubaliliğin, kötülüğün, ikiyüzlülüğün kaynaştığı bir şehir. İyi insanlar yok mu? Dolu. Ama nasıl çekilmişler, nasıl ürkmüşler, nasıl kapanmışlar bir yere? Neredeler?"
“…İşte bu yüzden hikaye yazarım. İşte bu merak yüzünden hikayeci geçinirim. Hikayelerimi beğenmezler üzülürüm. Beğenirler kızarım. Kendim beğenirim, budalalaşırım. Beğenmem, canım yemek yemek istemez. ...”
Bu kitap Sait Faik’in bütün eserlerini okumaya karar verdiğim kitap oldu. Bunun nedeni Mahalle Kahvesi'nin diğer kitaplarından daha iyi olması değil, yazarın bir standardının, istikrarının bulunduğuna kesin olarak karar vermemdi.
Kitapta en çok “Bilmem neden böyle yapıyorum?” isimli öyküden hoşlandım.
Abasıyanık kitaplarını hep manidar zamanlara sıkıştırırım. Bir bakıma nefes aldırır bana kitaplar ve hayat arasında. Kendimi çok fazla bulunma fırsatım olmayan ama hayal edebileceğim yerlerde ve durumlarda hayal ederim. Bu sefer de öyle oldu. Beni düşüncelerim arasından koparıp başka başka sorunlara, denizlere, insanlara ve kendime götürdü. Şöyle derim bir nefes aldım her hikayenin sonunda. Öyle tek başıma sakin sakin izledim öykülerin sonundan olanla biteni.
Her öyküden sonra insanın boğazı düğümleniyor. Hayatın içinde her an karşılaşabileceğimiz olaylara ve insanlara tanık oluyoruz. Kitabı bitirdikten sonra en sevdiğim hangisiydi diye düşündüm ama karar veremedim çünkü birini seçsen diğerine ayıp olacaktı. Yine de bitirdikten sonra beni 1-2 dakikalığına serseme çeviren “Baba-Oğul” hikayesini seçebilirim.
Büyük usta, hayatın sıradan olaylarını yine o muazzam diliyle ince ince işliyor. Öykülerin her biri ayrı derinlikte. Sait Faik, zaman üstü öyküleriyle, her daim okunmalı ve okutulmalıdır.
Dinlendirici Abasıyanık öyküleri. Kitabın sonuna eklenen Orhan Veli değerlendirmesi de çok hoş olmuş. Ayrıca kitaba ismini veren öykü gerçekten bambaşka bir güzellikte, adeta bir kısa film.