"Nasıl herkese duyuruyum da sesimi diyeyim: Bu anlattığınız ben değilim, ben bu anlattığınız değilim. Yusuf'u ben nasıl yerim? Ben Yusuf'u nasıl yerim?
Sözünün bu kısmına gelince kurt, nemli gözlerinden boncuk gibi yaşlar dökülmeye başladı. Gri tüylerle kaplı göğsü, ön ayakları ıslandı. Bir ah çekti derinden derine. Islak burnu daha ıslandı. Ve devam etti:
Ben şimdi adımı nasıl temize çıkarayım, alnıma sürülen bu kapkara lekeyi neyle, nasıl yıkayayım? Öyle bir leke ki değil bana, yeter kıyametin kopacağı güne değin gelip geçecek tüm torunlarıma.
Tek muradım, bütün yaratılmışların sahibi olan Tanrım, bu ayıpla yaşatmasın beni. Ya alsın yeni doğmuş bütün kurt yavrularıyla birlikte canımı, kurt neslinin dalı yaprağı burada kesilsin, ya da adım temize çıksın."
3 Mayıs 1957 tarihinde Trabzon’da doğdu. İlk ve orta tahsilini aynı kentte yaptıktan sonra Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi (1979). Dört yıl lise öğretmenliği yaptı. KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi Bölümü’ne öğretim görevlisi olarak girdi. (1985). Orhan Okay yönetiminde sürdürdüğü Halide Edib Adıvar’ın Romanlarının Teknik Açıdan Tahlili konulu doktorasını tamamladı (1987). Aynı bölümde öğretim üyesi olarak çalışmaya başladı. Şair Nigâr Hanım konulu çalışmasıyla doçent oldu (1995). 1998′den itibaren aynı fakültede açılan Türkçe eğitimi bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmakta olan Nazan BEKİROĞLU 4 mayıs 2001′de profesör olmuştur
2.5 da diyebiliriz. Pek bana hitap eden bir kitap olmadı. Şiirsel dili başlangıçta ilgimi çekti ama sonra yer yer abartılı gelmeye başladı. Kitap tasavvufa dair şeyler içeriyor, güzel yanı buydu. Hoşuma gitmeyen şey ise tasavvufun süslenerek aktarılmasıydı. Bu açıdan bir uyumsuzluk hissettim. Züleyha'nın boy aynalarını kaldırıp sadece yüzüne bakmayı istemesi gibi ben de tasavvufu olabildiğince sade okumak isterim. Böyle dedim ama yazarın dili akıcı, duraksamadan okunuyor. Bu arada kitaba hastane koridorunda başladım. Yanımda yatılı hasta olduğu belli olan, tekerli sandalyede sırasını bekleyen yaşlı bir teyze vardı. Ne okuyorsun diye sordu, sesim ortamın huzursuzluğuyla cılız çıktı biraz. Duymayınca kitabı önüne tuttum, biraz baktı sonra gülümseyerek güzel dedi. Çok duru mavi gözleri vardı. O güzel dediyse güzeldir diyerek bitireyim yazıyı.
Yusuf yaşam ile imtihanda, Yakub evlatlarının alevleri içinde. Can yakan, cana yakılan Yusuf. Kuyuda karanlıkta kalan da kuyudan çıkarılan da Yusuf. Züleyha var bir de, Züleyha güzel. Ama Yusuf ondan güzel.. Ve bir de insan var. Ezen, parçalayan, kendini haklı gören, aynaların sırından utanmayan insan var. Bir ip üstünde, bir iyiye yalpalayan bir kötülüğe düşeyazan. . Nazan Bekiroğlu kalemi ile tanışma kitabım oldu Yusuf ile Züleyha. Herkesin bildiği, çoğumuzun derinden hissettiği bir hayatı yazmak pek kolay değil elbet. Bekiroğlu bunun için kısa ama detaylı cümleler kuruyor, şiire yakın ama şiirden bir o kadar farklı. Başta bu özellik öyle ferahlatıcı geliyor ki.. Ancak sonuna kadar aynı çizgide devam edilmesi, o çemberde dönüp dolaştığımızın hissini uyandırıyor. İlk kısımlardaki tadı çeşnilendirmemesi tattaki körelmeye neden oluyor..
Sadece Yakub'un, Yusuf'un, Züleyha'nın değil; kurdun, karacanın, Firavn'ın, kuyunun, aynanın, rüzgarın da sesine kulak veren bir kitap. Sınava, acıya, sabra, duaya, ruha dair bir kitap. Velhasıl çok güzel bir kitap.
“Hele ki saf çocuk kalbi iyilik kadar kötülük karşısında da savunmasızdır , çocuk yüreği kötülüğün kötülüğünü fark edemeyecek kadar gönül gözünden mahrumdur. Bilgi ve tecrübe terbiye ve erdem biriktirilip de o kalbin içerisinde kıvamın gücüyle kendi kalbinin emrettiği iyiliğe sahip çıkıncaya kadar çocuğun kalbi , kötülük ihtimalinden uzak tutulmalı.”
Yusuf’un karanlık kuyusu, bi’ çoğumuzun karanlık yüreklerinden daha aydınlık.. Nazan Bekiroğlu şiirsel bir dille çok güzel anlatmış, yeniden Yusuf’u bilmek çok güzeldi.
" Işığın kaynağı tekdir ve kim aydınlığının Kendinden menkul olduğunu iddia adebilir."
"Yusuf'un güzelliği sözcüklerle sınırlı değil ancak hayalin ufukları ile sınırsızdı."
"Nakşı görüp de nakkaşa nasıl kayıtsız kalayım? Varlığım ve mahiyeti, nasibim ve görevim O'ndan ve O'nun içinse O'ndan gelen ışığa gözlerimi nasıl kapayayım?"
"Yusuf güçlüydü bu yüzden. Bir mazlum ahının gök kubbeyi sarsacağı bilgisiyle. Devranın gün gelip de döneceğinin haberiyle. Ne ki var zerre kadar şer ne ki var zerre kadar hayr, bir gün şaşmaz bir terazide tartılacağının emniyetiyle."
"Teslimiyetiyle vardı. Susmasıyla haykırdı. Tahammülüyle baş kaldırdı."
"Kaderimde zindan varsa, Yusufluğum su götürmez benim."
"Ne güzel, ölecek olmak, ne güzel ne güzel ölecek olmanın muştusu ölmeyecek olmanın tahayyülünden, ne güzel."
Uzun süre önce okuduğum Yusuf ile Züleyha’yı arkadaşa anlatırken, kitap bir burnumda tüttü, bir burnumda tüttü. Hızımı alamadım geldim birde yorumlayayım tütüş tazeyken dedim. Zaten kitabımızda buram buram aşk kokuyor. Hele Yusuf(as)’ın Züleyha’ya evlendikleri gecenin sabahında yazdığı gazel aklıma geldikçe bana bi haller oluyor. Kitabımızda öncelikle Yusuf(as) ile Züleyha’nın kıssası anlatıldığı için benim gözümde bir sıfır önde başladı. E bide Nazan Bekiroğlu’nun mükemmel dili ve harika üslubu olunca kitap benim için tadından yenmedi. Zaten Nazan Hanımın kalemi sizi kitaba zincirliyor! Aslında kitap Züleyha’nın Yusuf’a olan aşkı ve ikisinin bu aşkla nasıl piştiklerini anlatıyor. Burada çok ince bir ayrıntıya değinmek isterim. Kıssa aslında İslami bir ders çıkarmak açısından anlatıldığı için çizginin dışına çıkmadan başka bir bakış açısından bakarak kıssayı sunmak her babayiğidin harcı değil. Nazan Hanım bu çizgiyi aşmamış. Kıssayı yolundan saptırmamış. Tekrar tekrar demekten bıkmayacağım çok güzel anlatmış ve bize bir edebi şaheser sunmuş. Bunlar benin naçizane görüşlerimdir. Züleyha’ya da değinmeden geçmek asla istemem, yani kadın tek kelimeyle idollerim arasında. Böyle zeki ve güçlü kadın karakter okumak çok hoşuma gidiyor. Gerçi Yusuf’umu kaptı ama olsun, helal olsun! Ben birinin aşkını bu kadar hak eden birini daha okumadım. Kitabın konusu bilindik bir kıssa aslında ama belki olurda bilmeyenler çıkar diye şöyle âcizane, kısaca ve yalın olarak değinmek istiyorum. Yusuf(as), Yakup(as)’ın oğludur. Yusuf(as) babası tarafından çok sevilmesini çekemeyen kardeşleri tarafından kör kuyuya atılır. Babalarına da Yusuf(as) için “Kurt yedi” derler. Yusuf (as) Kuyudan kervancılar tarafından kurtarılır, köle olarak Mısır Azizi Kıtfır’a satılır. Kıtfır’ın karısı Züleyha, Yusuf(as)’a aşık olur. Ama ne aşk! Züleyha aşkını dile getirmekten çekinmez. Yusuf, Züleyha evli olduğu için asla aşkına karşılık vermemiş. Fakat Züleyha’nın ağır aşkı Yusuf(as)’ın zindana düşmesine sebep olur. Böylece Yusuf peygamber, yıllarca zindan da kalır. Sonraları Mısır kralının tabiri olanaksız rüyasını doğru olarak tabir edince zindandan kurtulur. Babasına, kardeşlerine ve en önemlisi Züleyha’ya kavuşur. Bu kıssayı Nazan Bekiroğlu’nun kaleminden okumayı ertelemeyin derim. Bende çok güzel izler bıraktı. Umarım sizde de güzel izler bırakır.
"Değil mi ki isteğe yaklaşınca, istememeyi istemek artık imkansızlaşır. Bu yüzden değil mi Rabbim, senden gelen yasaklar “yapma” ile değil “yaklaşma” emri ile başlar."
"YUSUF’UN DUASI: RABBİM BANA İSTEMEMEYİ İSTEYEBİLMEYİ NASİB ET"
bir peygamberin ve bir kadının imtihanı...aşkı sevdiren bir kitaptır.
Açıkçası kitaba başlarken çok büyük umutlar beslememiştim zaten. Belki de biraz da bu yüzden beğenmedim kitabı. Kültür açısından okunması ve değerlendirilmesi gereken bir konu olduğunu düşünüyorum ancak değerlendireceğimiz materyal bu kitapta mı bilemiyorum. Kitabın şiirsel üslubu başlangıçta çok tatmin ediciydi ama kitabın belirli bir bölümünden sonra özellikle olayların akışına kapıldığımızda dil çok zorlama ve yetersiz gelmeye başladı. Dediğim gibi kitap içerik olarak güzel ama ideolojik olarak bana uymayan bir çok yanı vardı. Evet belki anlatılanlar doğru ama , açık konuşmak gerekirse kitapların fakir ruhlularından.
Yûsuf ile Züleyha... Belki bilenleriniz bilir. Birbirlerine gelirken bambaşka yollardan akarak aynı nehirde birleşen, bu iki eşsiz kahramanın hikâyesini. Öylesine bir hikâye değil onların ki. Misal, her türlü meşakkatli hayatlardan geçtikleri en büyük ve en açık örnek. Aşkın yanında, sabrın, tevekkülün, bekleyişlerin, hasretin, sonsuzluğun ve kelimelerimin yetersiz kalacağı her şey varlık bulmuş onlarda. Ancak en baştan almak lazım gelir onları anlatabilmek için. ⠀ Edebiyat dünyası içerisinde, tür bakımından mesnevi olarak bilinen Yûsuf ile Züleyha, Hz. Yakup’un oğlu olarak bilinen Yusuf’un oldukça önemli olduğu düşünülen bir rüya görmesiyle başlıyor. Kardeşleri tarafından pek sevilmeyen birisi bu arada Yûsuf. Dolayısıyla babası, onlara rüyasını asla anlatmamasını tembihliyor. Günlerden bir gün, kardeşleri Yûsuf’u gezmeye götürme bahanesiyle, onu kuyunun birine atarak, babalarına da öldüğü yalanını söylüyorlar. İşte Yûsuf’un, Züleyha’ya gitmeden önceki hayatı başlıyor böylelikle. ⠀ Yûsuf... Kuyuydu, sonsuzluktu, sabırdı, güzelliğin tam da kendisiydi. ⠀ Züleyha... Yangındı, hasretti, tevekküldü, bekleyişin hayat bulmuş hâliydi. ⠀ Ve Yûsuf ile Züleyha aşktı, vuslattı. ⠀ Yûsuf ile Züleyha’nın hikâyesi, canım Nazan hocamın dahiyane ve güçlü kalemiyle, yeniden hayat bulmuş olmakla kalmayıp, sanki sil baştan yazılmıştı. Nazan hocam bazen Yûsuf’un kendisiydi. Bazen de Züleyha’ydı. Kuyulara atılan, sabrın ve hasretin her türlüsünü çeken, zorluklara göğüs geren oydu. Günahı ve sevabı bizzat üstüne giyinen de oydu. Ateşlerin içine düşen de, güzelliğe sahip olan da, varlığın özü de... ⠀
"Hanım hanımcık ol, böyle denecek Leyla'ya. Ve o da öyle olacak. Çöle düşen Mecnun, Leyla değil. Leyla ağlamak için bile bahane bulmak zorunda. Ben öyle miyim ya? Şirin'in bahtına düşen, uğrunda dağlar delinen olmak olacak, dağları delen değil. Suyu bulmak Ferhat 'ın bahtı. Aslı, en fazla bir ah, felekleri tutuştursa da. Açılıp kapanan düğme Aslı boyundan ayağa. Yanıp küle dönmek Kerem'in hakkı olacak. Ben Aslı gibi miyim ya? Evli evinde, yerli yerinde, bana yazılansa, benim alnıma, Yusuf'un gömleğini yırtmak boydan boya, nasıl karşı çıkarım yazgıma? Adım, ey geçmiş ve gelecek zamanların dişil ve doğurgan, duygusal ve duyarlı, hanım hanımcık,durağan ve çaresiz ve lekesiz bütün hikaye kahramanları. Adım adınızla birlikte anılsa da dağlar ve ırmaklar arasında, gökler ve yer arasında olduğu kadar mesafe olacak adımla adınız arasında. Siz yazgınızda iffetli,çaba harcamayacaksınız eteğinizdeki çamuru akıtmaya. Ben yazgımı yükleneceğim önce, sonra yazgımdan iffet çıkaracağım. Bu yüzden Yusuf'un arka tarafından yırtılan gömleğinden Züleyha'nın önden yırtık eteğine kadar uzanacak yolum, adım adım. Aşk benim hakkım." Çok ama çok özeldi
Nazan Bekiroğlu’nun okuduğum ilk kitabıydı. Dili aşırı şiirsel. İnanılmaz sıktı bu beni. Detaylar ve tekrarlı söylemler... Bir buçuk ay ordan oraya taşıdım kitabı. Atlaya atlaya bitirdim.
Şiiri, detayı seven bir melankolikseniz beş yıldız verirsiniz. Tatlı bir hikayeyi bu kadar ağdalamaya gerek yok bence.
“Züleyhâ Yusuf’a bir mektup yazmaya başlayınca Yusuf diye başladı, Yusuf diye bitirdi. Gördü ki hitaptan öteye geçemiyor. Anladı ki âşkın namesinde ser-nâmeden öte kelam yok. Ve Züleyha’nın lügatında Yusuf’tan öte sözcük yok.”
Maneviyat duygusunu iliklerinize kadar hissettiren, tasavvufi yönden doyurucu, sevgi kelimesini; açık açık, çarpa çarpa anlatan bir eserle karşı karşıyayız.
Yusuf ile Züleyha'nın aşkını bilmeyen yoktur. Bu öyle bir aşktır ki; okurken hayran hissederken huzur buluyorsunuz. Hele ki Nazan Bekiroğlu'nun kaleminden okuyorsanız yüreğinizde bayramlar olur, kalbinizde davullar çalar. Öyle bir heyecan hissettirir, sizi alır götürür. İşte böyle bir özel kalemden böyle bir hikaye okumak...
Nazan Bekiroğlu satırlarında şöyle belirtir; Bir çöl ile başladı bu hikaye. Ken'anın Yusuf'u gördü bir rüya gördü. Rüyasında güneş vardı, ay vardı, on bir tane yıldız vardı. Güneş ve ay birbirlerinin ışığını söndürmemekte, on bir yıldız başının üzerinde titremekteydi. Sonra teker teker gelip yanı başına indiler. İşte Yusuf'un peygamberlik nişanı bu rüya ile verildi ve hikayemiz başladı.
Ve kitapta Yusuf'un güzelliğinden öyle güzel bahseder ki bir hülyalı hayallere dalarsınız. Yusuf geçerken kentinin gecesinin sokaklarından ev sahipleri kadınlar duvara vuran ışığın şavkmasından Yusuf'un geçtiğini anlarlarmış. Işık gökten yere değil p geçerken yerden göğe ağarmış. Bunun yanında ona duyulan kıskançlık ve haset muhabbetlerde varmış tabii. Ama yazar şöyle de belirtir; Öyle güzeldir ki Yusuf yazıcı bile onun güzelliğini anlatmaya gelince susarmış...
Gel zaman git zaman Yusuf'un kardeşleri bile onun güzelliğini iyimserliğini çekememişti. Attılar Yusuf'u kuyuya ah Yakub'un canını nasılda yaktılar... Sonra kurtuldu Yusuf o kuyudan. Eh ne demişler Allah'ın hikmetinden sual olunmaz... Kısa keseyim yoksa ben anlattıkça anlatacağım...
Yusuf ile Züleyha... Yusuf iffetin yakıştığı tek erkek... Gözlerine sahip çıkan, dünyadaki herkese sevgi gösteren Yusuf'un tek imtihanı Züleyha'ydı. Züleyha'nın da imtihanı Yusuf'tu. Züleyha önce Yûsufa vuruluyor çok sonra anlıyor ki aslında vurulduğu Yûsuf'u ona yar edene. eh bir dizede ne deniyor; "Yaratılanı severim yaradandan ötürü" Bu kelime bize her şeyi açıklıyor.
O kadar çok şey yaşanıyor onca acı, onca keder ama sonunda tüm kapıların rablerine açıldığını biliyorlardı. Her şeyden vazgeçiyorlar ve sonunda birbirlerine ettikleri tüm dualar kabul oluyor. Aşkla başlayan yolculuk aşkla bitiyor öyle güzel bitiyor ki şu yüreğim ah yüreğim.
"Güven. O ki bir kez olsun güvenmemek kipinde çekimlense olumlu biçimi bir daha asla geri dönmeyecek. Kırılacağı yoksa da on yürek, bir kez güvenmeyince, dağılıp gidecek. Güven. O ki korunması için güvenmekten başka yolu yok."
"Yûsuf, dedi Züleyha, sen benim evvel düşen şehrimsin, âhir düşen şehrimsin. Ezel düşen şehrimsin, ebed düşen şehrimsin. Yûsuf, dedi Züleyha; kalbin sen, benimsin yalnız benimsin; kalbin ben, seninim yalnızca seninim. Yûsuf, dedi Züleyha, sen masumsun, sen de bilirsin, ben de bilirim. Şu dört duvar, şu sıkı sıkı kapalı kapı, döşemenin üzerinde ezilen sarı gülün yaprakları tanık ki suçun yok senin. Fakat güzelsin. Güzelliğin yoruyor beni, çünkü mümkünü var, sûret kasrında bir sûret değilsin. Suçlu değilsen de bana, beni suçlu kılacak kadar güzelsin. Mümkünü olan bir güzelliğin sahibiysen Yûsuf, ve bu güzellik yoruyorsa beni, sen dünyanın en masum mücrimisin. Suçlu, suçunu her zaman bilerek işlemez Yûsuf ve güzellik bazen suça dönüşür. Yaratılmışların en güzeli karşısında, ruhum kadar bedenim, kalbim kadar kalbimden çıkıp da bütün bedenimi deveran eden kanım ve damarlarım, ve bütün zerrelerim akıyorsa sana, ben de dünyanın en mücrim masumu değil miyim? Çünkü, dedi Züleyha, güzelliğin bir derin kuyu senin. Bir düşenin kurtuluşu kolay olmaz.Ne mutlu kalbine sen düşene, ve ne mutlu senin kalbine düşene."
Bu güzel aşkı, yaşanmışlığı Nazan Bekiroğlu'nun kaleminden, onun süslü ve insanın içine işleyen cümlelerinden okumak tek kelimeyle muazzamdı.
Kitapta başlıca beğendiğim hususlar: 1. Beşeri aşktan insani aşka evrilen süreçte insanın kendisinin hangi aşkta, nerde olduğunu sorgulatması. 2. Duygu betimlemeleri: Yazar sanki insan, hayvan, çöl, nehir, kuyu ve eşyaların kalbinden konuşuyor :') 2. Züleyha özelinde kadın tanımlaması (s.80-3) <3
Yusuf (as) hikayesinin günümüze başlıca 3 dersi var: 1. Edep/İffet: Kalbini Allah'a teslim eden ancak tam anlamıyla kötülüklerden korunmuş olur, zulme uğrasa da ona dokunmaz, zira asıl zulüm kişinin kendisine yaptığıdır. Kimse kendi gücünden sebep edepli veya iffetli olduğunu iddia etmemeli. Kalbinde Allah olmayanın kendini korumasına ne hacet. 2. Vasıflı olmak: Kalbinde masiva bulundurmayan, işini gerektiği gibi yapan, Allah'ın verdiği yetenekleri yerinde kullanan kişiye velevki gayrı müslim bir hükümdarın altında olsun, yaşama ve çevresini iyiye doğru dönüştürme imkanı vardır. 3. İsraftan kaçınmak, zor günlere hazırlık yapmak: Küresel ısınma ve iklim değişikliği gibi fenomenlerle karşı karşıyaken bu kıssadan ders çıkarmamak mümkün mü?
minik not Edebi yeteneğim ve hafızamın sunulan rumuzların tamamına nüfuz etmeye yeterli olmasını isterdim. Şumulen anlamak için tekrar okumak gerekebilir....
İçimdeki eleştirmen üç yıldız veriyor bu kitaba, duygusal ise dört. Mesela eleştirmen çok şiirsel olduğundan dert yanıyor, duygusal ise şiirselliğine hayran oluyor. Eleştirmen dönemine uygun ögelerle betimlenmiş hikayeye sokulan modern ögelere kızıyor, duygusal ise ne güzel dönemin hikayesi günümüzden ögeler katılarak daha da bütüncül bir hale bürünmüş diyor. Eleştirmen hikayenin kimi zaman hızlı, kimi zamansa yavaş akışına kızıyor, duygusal ise hikayeyi biliyoruz zaten bunun bir önemi yok ki diyor. Eleştirmen, yazar bir şeye odaklanmamış diyor, duygusal ise ne güzel her şeyiyle anlatmış diyor. Yusuf ile Züleyha, bu "en güzel kıssa"ya değer verenlerin içindeki eleştirmeni susturup okuması gereken bir kitap.
Yıllar önce okuduğum ve okurken aldığım tadı bugün bile hatırladığım kitaplardan... "Adım ne Yusuf ne Züleyha Bu kuyuda yeniyim. Kuyu serin Kuyu yüreğimden de derin…" "Züleyha Yusuf'a bir mektup yazmaya başlayınca Yusuf diye başladı, Yusuf diye bitirdi. Gördü ki, hitaptan öteye geçemedi. Anladı ki aşkın nâmesinde, ser-nâmeden öte kelam yok ve Züleyha'nın lügatında Yusuf'tan öte sözcük yok." "Bu kadar tanıdık buluyorsam kalbimi kalbine, bu kadar tanıdık ses veriyorsa kalbim kalbine, o ezeli uğultuyu hâlâ taşıdığımdandır. Seni bu kez hatırladıysam Yusuf, o kez unuttuğumdandır." "Yusuf anladı ki yitirmek gibi bulmanın da zamanı vardır. Ve zaman yakındır." "Görmekten sonra görülmek, aşkın ikinci kademesiydi. Züleyha her şeyde Yusuf'u görmeye başladıktan sonra, Yusuf tarafından da görülmek ve bilinmek istedi. Yusuf, dedi, bil beni, gör beni. Öyle ki var olduğumu bileyim, tamamla varlığımın, kendi varlığımdaki bilincini."
"Ey Yusuf'un Tanrısı, dedi Züleyha. Hissediyorum ki Bana Yûsuf kadar yakınsın Bana kalbim kadar yakınsın Bana benim kadar yakınsın, Yok, dedi Züleyha, bana benden daha yakınsın. Sen benim kalbimdesin. Yok yok, dedi Züleyha, Rabbim sen benim kalbimde değilsin Sen benim kalbimsin." "Yusuf'un gözleri zindan nedir bilmeyen Züleyha'nın zindanı, Yusuf'un gözleri Züleyha'nın zindanında gün başlangıcı." "Yakup muhabbetle sınandı. Sınanması Yusuf'un çalınmasıyla başladı. Üstelik öyle bir sınandı ki çalınan da Yakup'undu, çalan da Yakup'undu." "Ben, Yusuf, sınanmış bir kalbin sahibiyim Şöyle buyur, bu kalp senin efendim.." "Kimi zaman sevdiğimizin ne olduğunu bilmeden severiz. Ve insan henüz neyi sevdiğini bilmediği böyle zamanlarda O'ndan başkasını sevdiğini zannedebilir.. Bir çiçeği, bir kuşu, denizi, yağmuru, gökyüzünü, yazıyı, yazıyı yazanı, kalemi tutanı... Söz gelimi Leyla Mecnun'u, Şirin Ferhâd'ı, Züleyha Yusuf'u sevdiğini zannedebilir.."
Altın kalbi gözlerinde, gül yüzü kalbimi aydınlatan Gülfem Hocam’ın hediyesi kitap. Bana ne iyi geldin, hem düşünülmenin mutluluğu, hem ihtiyacımın karşılanması... Tam da tasavvufa giriş yapmak isterken, tasavvuftan izler var sende. Dilin, şiir gibi. “Mazlumdu Yûsuf. Yüreğinde kuyudayken karanlıkları aydınlatan mavi ışık. Bir kez daha muştu: Korkma bak biz buradayız, korkma buradayız artık. Yûsuf güçlüydü bu yüzden. Bir mazlum ahının gök kubbeyi sarsacağı bilgisiyle. Devranın gün gelip de döneceğinin haberiyle. Ne ki var zerre kadar şer ne ki var zerre kadar hayr, bir gün şaşmaz bir terazide tartılacağının emniyetiyle. Sustu Yûsuf. Teslimdi. Mazlumdu.”
Genel anlamda güzeldi. Hz. Yusuf ile Züleyha’nın hikayesini bilen bir için çok daha anlaşılabilir bir kitap. Şiirimsi dili kimi yerlerde güzel gelse de kimi yerlerde sıkıldım. En çok hoşuma giden kısım ise duaların olduğu bölümdü. Hz. Züleyha’nın pişman oluşu dua edişi, Firavunun dua edişi beni etkiledi. Hz. Züleyha pişman oluyor, güzelliğini ve varlığını kaybediyor. Anıldığı, bilindiği her şey yok oluyor. Bu yok oluşta kendisini buluyor ve Allah’a dua ediyor. Diyor ki Allah’ım senden varlığımı geri istiyorum ama bu sefer kendim için değil, bu varlığı dağıtmak için senin yolunda harcamak için. Bu yolculuk beni hep etkilemiştir.
"Yusuf ben seni,sevmiş ve sevecek bütün kalplerin sırrına ortak olarak sevdim.Ve biliyor musun ki,seni sevdiysem,bütün ruhların yaratıldığı ve henüz ruhlara cesetlerin biçilmediği o mecliste,senin yanında yer almış olduğumu hatıramda taşıyor olduğumdandır bu.Bunca kolay terk ediyorsam varlığımı senin varlığına o şimşek parıltısını anının anısını göz bebeklerimde sakladığımdandır.Bu kadar tanıdık buluyorsam kalbimi kalbine,o ezeli uğultuyu hala kulaklarımda taşıdığımdandır.Seni bu kez hatırladıysam Yusuf,o kez unuttuğumdandır."
Genellikle bu tarz hikayeleri oğluma anlatmak için okuyorum onun hayal dünyasına katkı amaçlı. Köroğlu, Karacaoğlan gibi bir çok hikayeyi okuyup ona anlattım. Nazan Bekiroglu çok iyi bir yazar fakat kitaplarında - Nar Ağacına birkaç kez başlayıp yarim bıraktım- cümlelerini çok uzattığını tekrara çok gittiğini düşünüyorum. Yusuf ile Züleyhada da ara ara hikayeden kopacak kadar çok tekrar vardı. Tasavvuf ögeleri tekrar tekrar anlatılmış.Ama aynı hikayeyi yazan birçok yazar içinden ben yine hep Nazan Bekiroglunu seçerim.
(04.18) çoğumuzun bildiği ve benim derinden etkilendiğim bu hayatı yazmak kolay bir iş değil, yazar bunu çok iyi başarmıştı bence. hayatımda okuduğum en güzel aşktı. bir daha bu kadar güzel bir aşk, züleyha kadar aşık bir karakter okuyacağımı düşünmüyorum, gerçek hayatta rastlayabileceğimi hayal bile edemiyorum.
Maalesef beğenmedim. Nazan Bekiroğlu'nu genelde severim. Ama bu sefer olmamış. La kitabındaki Adem ile Havva hikâyesi de klişe. Fakat o kitap harika idi. Yusuf ile Züleyha da aynı havayı yakalayamadım. Belki psikolojiktir.
Klasik Yusuf ile Züleyha hikayesini farklı bir yazarın kaleminden bir kez daha okumak güzel. Hikaye aynı olsa da hikaye yorumcusunun farklılığı heyecanı da farklılaştırıyor.