“Bilimkurgu Kulübü’nün, Türkiyeli yazarların bilimkurgu öykülerinden oluşan bir antoloji hazırlıyor olmasına çok sevindim. Bu zor zamanlarda tüm yazarlar, yaratıcılık ilkesine bağlı yaşayan diğer yazarlardan ve bu yazarlara, finansal beklentilerin zincirlerinden kurtulmaları konusunda destek veren yayınevlerinden güç alırlar.
Her birimiz, dünyanın dört bir yanında, büyük bir karanlıkta yolumuzu bulmaya çalışıyoruz diyebilirim. Böyle eserler en ihtiyaç duyduğumuz vakitlerde yakılan, etrafımızdakileri ve gitmemiz gereken yolu aydınlatan lambalardır. Bu lambaların yakıtı da hayal gücüdür. Türkiyeli okurlarım, dostlarım ve yoldaş yazarlar, bu ışığın yanmasına vesile olduğunuz için size teşekkürü borç bilirim.”
Çıkmasını merakla beklediğim bu kitabı kısa sürede okuyup bitirdim. Uzunca yazmak istiyorum bu kitap üzerine, ancak yaptığım eleştirilerin polemik yaratmasından da çekiniyorum. Internet üzerinde insanlarla tartışmaktan bezeli bayağı uzun zaman oldu.
Kimsenin kalbini kırmadan neler söyleyebilirim? Öncelikle, öykülerin genel kalitesinin ortalamanın üstünde olduğunu söylemeliyim. Evet, yerli bilimkurgudaki adını koyamadığım o eğretilik hala var bazı öykülerde, ancak bazı öykülerin oldukça gelişkin bir noktada oldukları ortada.
Kitap boyunca bazı öykülerdeki ufak tefek detaylar beni çok rahatsız etti. Örneğin, bazı öykülerde bilim kısmı zayıf, ya da hatalı kalmış. Hemen aklıma gelen bir örnek: Uzaydan gelen bir sinyalin ne kadar uzaktan geldiğinin net şekilde söylenebilmesi benim bildiğim mümkün değil, ancak bir öyküde böyle ifadeler var. Li-Fi gibi muhtemelen yeni duyulmuş bazı terimleri kullanmaya gayret etme çabası da zaman zaman yapmacık duruyor.
Bazı yazarların öykülerinde kelime uydurmaları ya da yabancı terimleri aynen kullanmaları bana "editörü yok mu bu kitabın?" dedirtti. Örneğin bir öyküde "gıda rasyonu" diye bir ifade kullanılmış, İngilizce "ration" kelimesi "rasyon" diye kullanılacağına orada çok rahatlıkla "porsiyon" denebilirdi. Başka bir öyküde "rover" diye bir kelimenin kullanılması, yine başka bir öyküde Nuh'un Gemisi anlamında sürekli ark kelimesinin tekrarlanması bence editörün el atması gereken detaylar. Evet bunlar küçük detaylar, ancak güzel şeyler detaylarıyla güzeldir.
Her öyküyü tek tek değerlendiremeyeceğim, hedef alır gibi gözükmek de istemiyorum ama dürüstçe söylemeliyim ki Orkun Uçar imzalı Tanrıların Doğuşu öyküsü bence bu derlemede yer almamalı. Bütün öykü, Asimov'un muazzam işlerinden The Last Question öyküsünün muhteşem finalini aynen kopyalamak için yazılmış sanki, en azından ben böyle bir izlenime kapıldım. Detaylarını bilemem, ancak bu final meselesiyle öykü beni çok mutsuz etti ve neredeyse kitabı okumayı bırakacak oldum.
Selim Erdoğan imzalı Büyük Peri ve Funda Özlem Şeran imzalı Matruşka bence kitaptaki en özgün öyküler. Murat Başekim'in Selfie'si de dikkate değer, yine özgün bir çalışma. Tevfik Uyar'ın Gaita'sı arada sırada görmek istediğimiz gülümseten öykülerden birisi. Müfit Özdeş'in Akıllı Kapı öyküsü yazarın ustalığını hissettiren, profesyonel bir anlatı. Ancak bana kalırsa Müfit Özdeş bu öyküyü biraz daha cilalayabilir, parlatabilirmiş.
Kitabın ilk basımında 270. sayfa yerine 27. sayfanın basılması sonucu Tevfik Uyar'ın öyküsünün sonu kaybolmuş. İthaki Yayınları web sitelerinde eksik sayfanın metnini veriyor. Hatalı kitapları değiştirdikleri de belirtiliyor. Ben değiştirmekle uğraşmadım açıkçası.
Evet, kitap hakkında benim izlenimlerim ve düşüncelerim böyle. Yerli yazarlardan böyle 300 sayfalık bir kitap oluşturulabilmesini sevinçle karşılıyorum. İthaki Yayınları ve Bilimkurgu Kulübü bence takdire değer bir iş yapmış. Umarım devamı gelir, bu kitaplar bir seri haline dönüşür.
Kitap hakkında, iki yazarından biri olduğum kitap blogumuz Rafların Arasından'da daha uzun bir inceleme yazmayı düşündüğüm için nispeten kısa bir yorum yazacağım ama hiçbir şey yazmadan geçmek istemediğim için bitirir bitirmez kitabın okunma durumunu işaretlemek üzere gelirken bu kutucuğu boş bırakamıyorum:
Yazarlarından biri arkadaşım olduğu için heyecanlı bir şekilde beklediğim, ismi lazım değil fena gevşek bir kitap sipariş sitesi (İdefix ahah) yüzünden bir ay boyunca aynı heyecanı korumak zorunda kaldığım, başladıktan sonra da bir - iki günde bitiriverdiğim pek sevgili Yeryüzü Müzesi, beklentilerimi karşılamakla kalmadı, beklentilerimin üzerine çıktı. Ben kimim de bir kitaptan "Beklentilerimin üzerine çıktı," diye bahsediyorum bilmem ama açıkçası kapağında bir internet portalı projesini yürüten bir kulüp oluşumunun adı varken "Eşe dosta öykü yazdırıp tanıdıklardan oluşma bir kitap mı ortaya çıkarmışlar acaba?" kaygısı aklımdan geçti, geçmedi değil; kitaba dahil olan arkadaşım uzun yıllardır bilim kurgu öyküleri yazan, ilgili derneklerin ve kulüplerin yarışmalarına öykülerini gönderen ödüllü bir öykü yazarıydı ama diğer yazarların kimlerden oluşacağını bilmiyordum ki kitabın arka kapağını internette gördüğümde bazı isimlerin tanıdık isimler olduğunu fark ettim ve buna da sevindim, eşe dosta öykü yazdırılan bir antoloji değilmiş, çok özenli seçilmiş, çok hoş öykülerden bir araya getirilmiş bir antolojiymiş meğer, ben ön yargımı yalayıp yuttum!
Öykülerin çoğu çok güzel, hepsi Türk olan yazarlardan oluşan bir bilim kurgu öykü antolojisi oluşturmak oldukça çağdaş, güzel bir fikir, ancak elbette yazarların Türk olmaları tüm öykülerde o kadar da hissedilmiyor. Bence bu da bir sorun değil, bilim kurgunun kendine has evrensel bir üslubu var demek ki, zaten yöresel üslubu da bir yere kadar kaldırabileceğini düşündüğüm bir tür, öbür türlü kantarın topuzu kaçırılınca "Türkler uzaya gitse ne olur?" parodisinden hallice olabiliyor. Kayıp Rıhtım gibi bazı internet oluşumlarında bazen çeviri kısa öyküler yayınlanıyor, okuduğum uzak doğulu bilim kurgu yazarlarının öykülerinde de uzak doğu tadı aldığımı hatırlamıyorum, bilim kurgu işte, kendi dili var, kendi üslubu var türün, bu yüzden yazarların Türk olmaları benim için ayrı bir övgü kaynağı olmadı bile, ben genel olarak öyküleri sevdim, öykülerden hoşlandım.
Öyküler seçilirken bilinçli bir tercih olarak mı yapılmış bilmem ama, sanki her alt türden birer öyküye yer verilmiş gibiydi, bilim kurgu edebiyatına o kadar aşina olmayan birine türe giriş dersi niteliğinde okutulabilecek bir seçki gibi, içinde uzay operası da var, siberpunk da var, distopya da var, hatta bilim kurgu komedisi bile var, varoluşçu öyküler de var, hiçbiri eksik kalmamış neredeyse ve bu da çok güzel bir şey.
Galiba kendi kitap blogumuza bir şey bırakmamış oluyorum, artık orada da bunları tekrarlayacağım mecburen, ancak en sevdiğim öyküleri de belirtmeden yorumu sonlandırmayacağım. İlk Temas, tıpkı adı gibi çok başarılı bir şekilde okuyucuyu selamlarken benim kitaptan oldukça keyif alacağımı düşünmemi sağladı. Dünya Utanç Günü, Black Mirror bölümlerini izlerken aldığımız tadı hatırlattı, okuyucuya hoş bir "kara ayna" tuttu. Bir Sobeski Deneyi, arkadaşımın öyküsüydü, genelde çoğu öyküsünü herhangi bir yerde basılmadan, ödül almadan, yazıldığından kısa bir süre sonra okurum, bu öyküyü ilginç bir şekilde daha önce hiç okumamıştım ve bu kitabın sayfalarında ilk kez okumak beni gerçekten pek duygulandırdı ve gururlandırdı, çok da beğendim. A-T-G-C, Son Yolculuk, Selfie, Ruh ve Gaita da fazlasıyla beğendiğim diğer öykülerken Müfit Özdeş'in bu antolojide kapanışı yapması da çok hoşuma gitti. Bilimkurgu Kulübü'ne bu antoloji için çok içten teşekkür ediyorum, üreticiliklerini de çokça tebrik ediyorum.
Yılı hangi kitapla bitireyim diye düşünürken kitaplığımdaki bu eser dikkatimi çekti. Türkiye'li 18 yazarın 18 bilimkurgu öyküsünü içeren bu kitabı yılbaşına kadar bitirebilir miyim diye düşünürken bir solukta okundu bitti.
Açıkçası keyif aldım mı? Aldım. Her ne kadar Bilimkurgu ve Hasan-Hüseyin gibi isimleri, dönercileri ve bakkaları, hele hele fütüristik bir Ankara'yı çok bağdaştıramasam da açıkçası hoşuma gitti ve "acaba" dedirtti. Tabi ki her okur gibi bazı hikayeleri çok beğendim, bazılarınıysa "haydi bitsin de bir sonrakine geçeyim" diye okudum.
İlk Temas'ın sonu hoşuma gitti. Dünya Utanç Günü tam bir Black Mirror hikayesiydi. Çok kısaydı ama anlatmak istediğini anlattı ve gitti. Angyra'dan hoşlandım, kendi içinde bir mantığı vardı. Hörgüç ise mantıksal olarak değil kuramsal olarak gayet iyiydi. Dünyanın Gizli Sahipleri'nin bence burada bir işi yoktu. Qiap ve Atgc ise kendi içinde fikirler barındırıyordu. Robomorfoz, seks robotundan bulaşan bir virüs, hmm.
Bence zaten ilk hikayeler daha somut, sonlara doğru daha soyut olarak düzenlenmiş. Dolayısıyla ilk hikayeler net bir dünya sunarken sonrakiler daha benlik kavramı, tanrısallık ve daha soyut bir açıdan konulara yaklaşmış. Açıkçası sonraki Bin Yılın Buluşu Cingöz, Son Yolculuk, Selfie ilgimi çekmedi. Ruh ise aralarında daha iyiydi. Gaita ve Matruşka da beş üzerinden 3 ve 2'lik bir finaldi.
Yalnız sanırım bir tek bende olan birşey oldu. Gaita'nın son sayfasında 269'dan sonra 27. sayfayı tekrar basmışlar. O yüzden İthaki'ye bu hatayı yakıştıramazken hikayenin son sayfasını da okuyamadım.
18 tane pırıl pırıl insanın 18 hikayesini okuyunca Türk yazarların gelecek hakkındaki ortak paydası ne o zaman? Özetle ortak görüş gelecekte para ve ülke sınırları yok. Lenslerin ve hologramın kullanışında herkes hemfikir sanırım. Sanal gerçeklik ve yapay zeka ise neredeyse her hikayede ön planda. Ufak dokunuşlar hoşuma gitti. Mesela Ruh'ta kalıntılar arasında ısırılmış elma ve pencere logolu kalıntılar buluyorlar. Biraz Horizon Zero Dawn oyununu hatırlattı. Bir de şu hoşuma gitti: Biz 2019'da 80'lere özlem duyarken, 2999'da da geçmişe özlem duyuyorlar. Bu sanırım DNA'larımıza kodlanmış, içimizde bir ukde. Ya fena halde romantiğiz, ya da dünya her geçen gün daha bombok bir yere gidiyor.
Sadece yazarlara destek olmak için bile alınabilecek bu kitabı tavsiye ederim.
Severek ve hevesle okudum. Ayrıca belirtmeliyim ki kapak tasarımı harika. Her baktığımda etkileniyorum. En sevdiğim hikaye Bir Sobeski Deneyi oldu. Tasarlanan dünyayı ve tarzını çok beğendim. Sonrasında ise A-T-G-C ve Selfie hikayelerini oldukça sevdim. ANGYRA hikayesinde geçen "İskendercide robotun ne işi var la?"favorim. Umarım ikincisi ve hatta seri şekilde devamı gelir.
Yeryüzü Müzesi, içerisinde yalnızca Türk bilimkurgu yazarlarının öykülerinin bulunduğu bir derleme. Kitabı ilk gördüğümde bir bilimkurgu aşığı olarak aşırı merak ettim ve almayı kafama koydum zaten. Ülkemizde bu tarz yazarların olması, hatta ve hatta ilk bilim kurgu yazarının şuan ki Adıyaman topraklarında doğup yetişmiş olması beni bir hayli etkiledi 😍
Kitabın içerisindeki 18 öykü arasından en çok 4 tanesini beğendim. Dünya Utanç Günü, Ruhşen Doğan Nar gülümseten bir hikayeydi ve güzel bir toplum eleştiriri yapmıştı. Angyra: Geleceğin Ütopyası, Çağrı Mert Bakırcı kitapta en çok beğendiğim hikaye oldu. Hem kurgusu hem de anlatımıyla hayran kaldım ve geleceğe dair olumlu bir bakış yakalamak oldukça hoştu. Hörgüç, Murat Doğan hafif ürpertici ve düşündürücü bir hikayeydi. Okurken kendimi karakterlerin arasında hissedebildim. Robomorfoz, İsmail Yiğit edebiyat eserlerine ve yazarlarına yapılan göndermelerle okumaktan keyif aldığım bir öyküydü. Sonu ise oldukça çarpıcıydı.
Türk yazarlardan çok özgün fikirler de içeren bir derleme olmuş. Siz de bendeki kitap gibi 270. sayfa yerine basılmış 27. sayfa ile karşılaşırsanız, Tevfik Uyar’ın Gaita öyküsünün sonunu İthaki yayınları sitesinden okuyabilirsiniz. Desteklenmesi gereken, gelecekte çok daha iyi öykülerini okuyacağımızı umduğum yazarlarla tanışacağınız bir kitap ...
Aralık ayının seçkisi olarak bir bilimkurgu öykü seçkisi okudum. Bilimkurgu öyküleri okurken çok zevk alıyorum. Keşke uzay operası ve öd yolculuğu türünden eserler olsaydı harika olurdu. Olsun bu seçki sayesinde özlediğim Tevfik Uyar kalemini okuyarak özlemimi giderdim.
Daha önce "Kült" romanı sayesinde Orkun Uçar kalemi keşfettim. Bu seçkide bulunan Tanrıların Doğuşu öyküsünü de sevdim. Kişi psikolojisi merkezli küresel çaplı bilimkurgusu öyküsüdür. KişiselTanrı uygulaması, ülkemizde rağbet görebilir bugünkü durumda. Geleceğin yapay tanrıları olacağını tahmin etmiştir Uçar.
"Dünya Utanç Günü" öyküsüne bayıldım. Öyle bir yapay zekaya ancak biz böyle bir ad veririz. O yapay zekanın gelmesini çok isterim çünkü şüphelendiğimin insanların karakterlerini ortaya çıkmasına vesile olurdu. Bence kendi başına bir roman olmalıdır.
"Gaita" öyküsüyle karşımıza çıkan Tevfik Uyar, "Kalemimi çok özlediniz mi" dedirtiyor okurlarına. Küresel çaplı bilimkurgu öyküsünde birazcık durağanlık olduğu başlarda biraz sıkılabilirsin. Gaita gibi orijinal bir ad türetmiş gezegen dışkısı için. Ne bilim keşke birazcık dinamik olsaydı böylece sıkılma uğramadan çabukça biterdi.
Bu seçkide "İlk Temas", "Q.I.A.P", "Ruh", "Angyra: Geleceğin Ütopyası" ve "Bir Sobeski Deneyi" öykülerini beğenemedim. Bu saydığım öykülere pek ısınamadım. Angyra, geleceğin ütopyası değil geleceğin distopyasıdır. Bilimde geri kalsak da kimse Türkiye Cumhuriyeti'ni yıkayamaz. Ruh, bilimkurgu dışı bir öyküyken Q.I.A.P ve Bir Sobeski Deneyi öykülerinde yabancı karakterlere ve terminlere verilmesi bu iki öyküyü itici kılıyor. Her şeye rağmen okumanızı tavsiye ediyorum.
Bilimkurgu öykülerini seviyorum. Her kitapta farklı bir fikrin, farklı bir dünyanın kapısı açılıyor. Bu kitap da böyle bir kitap. Yeryüzü Müzesi, 18 yazarın öykülerini bir araya getiriyor.
Bende en çok iz bırakan öykü Murat Başekim'in Selfie adlı öyküsüydü. "Ben" ve "öteki" kavramı üzerinden düşündürücü bir öykü var olmuş, ne hoş olmuş.
Bu tarz kitaplarda genelde distopik öyküler çok olur, ancak bu kitapta bir tane de ütopik öykü vardı, şaşırttı ve gülümsetti. Evrim Ağacı'nın kurucusu Çağrı Mert Bakırcı'ya ait Angyra: Geleceğin Ütopyası adlı öykü. Ne kadar uzun zamandır ümitli bir gelecek kurgusu okumadığımı bilmiyorum, iyi şeyler de olabileceğini unutmuşuz.
Aslında bütün öykülerden bahsetmek isterim ama buraya sığmaz. En iyisi kendi gözlerinizle görmeniz diyor ve türün bütün sevenlerine bu kitabı tavsiye ediyorum!
2 hikayesi hariç diğerlerinin "kurgu"ları zayıf, "bilim"leri çok yaratıcı değil. En azından iyi bir bilimkurgu izleyicisi ve okuyucusu için pek yaratıcı sayılmaz. İyi olanlar da kurgudan kazanıyor.
Kurgu ve bilim kısmında zayıf kalan hikayeler banal felsefi argümanlar kullanarak telafi edilmeye çalışılmış. Yapılan felsefe de derinleşemeyip yüzeysel kalmış. Tümüne yakını varoluş felsefesi ve yok oluş senaryosunu birleştirmeye çalışmış. Diyaloglar, anlatımları açan ve ilerleyen şekilde kullanılmamış, diyalog olsun diye konulmuş gibi duruyor.
Kitabı çok hızlı bitirdim, tadı damağımda kaldı. Yetenekli Türk bilimkurgu yazarları, umarım ileride içinizden dünya çapında yazarlar çıkar, ben de sizler kadar geniş bir hayalgücüne sahip olup kağıda dökebilmeyi çok isterdim. Hikayelerin büyük kısmını beğendim, arada beni sarmayan 1-2 tane oldu sadece. Bu tür kitapların ülkemizde hem daha çok yayınlanması hem de daha çok satılması gerekiyor.
Karma yazarlardan olusan bir kitap olarak icinde hem guzel hem vasat oykuler var. ilk okumada en dikkatimi ceken oyku Angyra: gelecegin utopyasi. Bilimkurgu deyince sanki agirlikli olarak hep distopyalar geliyor benim aklima. Bu oyku ise, guzel bir evren mumkun demis, ustelik iyi de kurgulanmis.
18 öykülük seçkinin (birkaç öykü dışında) tek iyi yanı Ursula K. LeGuin'in arka kapak yazısı...
Hatta bazı öyküler var ki seçkide, önsöz yazarının "Çağdaş Türk Bilimkurgusunun Geçit Töreni" gözüyle baktığı kitapta nasıl yer alabildiklerini gerçekten anlayamadım.
Kitabı okurken buraya ne yazacağımı düşünüp durdum. Duygularım kadar sözlerim de git gel yaşadı. Bu yüzden... Umarım iyi olanlarda karar kılmışımdır.
Profesyonel olarak yazarlık yapma imkanını pek bulamadığımız bir ülkede böylesi bir girişimin yapılması gerçekten de takdire şayan. Ama keşke kitap basmak gibi ciddi bir işe girişmeden önce özelde bilimkurgu, genelde edebiyat becerilerinizi online ortamdaki dergiler ve platformlarla geliştirme yoluna gitseymişiz.
Öykülerin hemen hemen hepsi başarısız. İçlerinden 2+1 tanesini beğendim. Onlar da harikalar yaratmıyor ama dünya bilimkurgusunda kalburüstü kalmayı başarıyorlar.
"Bilim" kısmı sorunlu. Bazı öyküler bariz şekilde fantastik. Yazarlar çok uzak gelecekleri ya da apayrı diyarları inandırıcı şekilde betimleyememişler. Cümleler acemice uzun. Paragraf "bölümlenmemeleri" çok rahatsız edici. Kurgular pek yaratıcı değil. Türkiye'yi asla ait olamayacağı bir geleceğe oturtma çabası çok bayağı ve...
Geliştirilebilecek çok fazla şey var. Gelişiyor ve gelişecek de. Bilimkurgu bu topraklarda yeşeriyor, kendisine yeni bakışlar, yazarlar, okurlar buluyor. Bize düşünse ona karşı dürüst olmak. Daha iyisini yapabiliriz.
18 Türk bilimkurgu yazarı, 18 bilimkurgu öyküsü. Herbiri farklı bir atmosfere ve temaya sahip olsa da kesinlikle hepsi de belli bir seviyenin üzerinde. Kimi öykülerin en ağır eleştirilebilecek yanı sonunun bağlanmaması ya da havada kalması ki bu da bir yaratıcı tercihidir. Üslup ve kurgu olarak her bir öykü eksiksiz. Türk bilimkurgusunun ihtiyaç duyduğu bir eser. Favori öyküm: Bir Sobeski Deneyi (Selin Arapkirli). Tam bir Black Mirror bölümü tadında, yaratıcı, içten ama bir yandan da soğuk ve çarpıcı.
Yerli bilimkurgu yazarlarından 18 öykülük bir derleme. Bazıları çok kere filmlerde gördüğümüz temalar etrafında geçiyor, bazıları ise gerçekten yaratıcı ve şaşırtıcı. Her birini kafamda canlandırmaya çalışarak okudum; epeyce keyifli bir okuma oldu. Bazı tutarsızlıklar, ufak hatalar var ama öyküler genel itibarıyla kaliteli. Türü sevenlere tavsiye ederim.
Yarın yarıya kaliteli öyküler içeriyor. Genel sorun; finali çarpıcı olan ya da mantıklı bir şekilde bağlama problemi. Gene de ilk olması adına takdire şayan. Daha çok yerel motifler olsa daha buyuk bir meydan okuma olurdu bence