"Türkiye’nin yüzyıllar önce açılan tarih defteri henüz kapanmamıştır ve sık sık da görüyorsunuz ki bu defter kapanmaz. Onun için tarih bilmek; nereden geldiğinizi, nasıl yurt edindiğinizi öğrenmek zorundasınız. Tarihini bilmeyen, hafızası olmayan toplumların nerelere gideceğinin, sürükleneceğinin, dahası neler yapabileceğinin hesabı olmaz.”
-İlber Ortaylı-
14. ve 17. yüzyılları arasında Hindistan’dan Viyana kapılarına kadar muazzam büyüklükte bir coğrafyaya hükmettiler... Orta Asya, Kafkasya, Ortadoğu ve Avrupa’nın tarihini şekillendirdiler. Uyguladıkları askerî taktiklerle imkânsız görülen pek çok savaştan zaferle çıktılar...
Hangi kıtada olursa olsun adalet esasıyla yönettiler... Sorunlarını çözemeyen Avrupa devletlerine fikirleriyle ilham verdiler... Mimarîden musikiye, edebiyattan tıbba kadar yeryüzünün her coğrafyasında kalıcı bir iz bıraktılar.
Birçok devlet kurdular: Timurlular, Altın Orda, Memluklar, Osmanlılar...
Efsane hükümdarlara sahip oldular: Emir Timur, Fatih Sultan Mehmed, Sultan Baybars, Kanuni Sultan Süleyman, Babür Şah...
İlber Ortaylı, Asya’nın bozkırlarından Avrupa’nın içlerine kadar ilerleyen, dünya tarihinde zirveye taht kuran Türklerin muhteşem yıllarını anlatıyor…
Türklerin Altın Çağı, İlber Ortaylı'nın satırları arasında dolaşmak isteyen her yaştan okuyucunun zevkle okuyacağı bir başucu kitabı...
İlber Ortaylı (born 21 May 1947), is a leading Turkish historian, professor of history at the Galatasaray University in Istanbul and at Bilkent University in Ankara. Since 2005 he has been the head of the Topkapı Museum in Istanbul.
As the son of a Crimean Tatar family who fled Joseph Stalin's persecution and deportation, he was born in a refugee camp in Bregenz, Austria on 21 May 1947 and came to Turkey when he was 2 years old. Ortaylı attended elementary school and St. George's Austrian High School in İstanbul and then Ankara Atatürk High School. He graduated from Ankara University Mekteb-i Mülkiye (Faculty of Political Science) and completed his postgraduate studies at the University of Chicago under Professor Halil İnalcık and at the University of Vienna. He obtained his doctorate at Ankara University in the Faculty of Political Sciences. His doctoral thesis was Local Administration in the Tanzimat Period (1978). After his doctorate, he attended to the faculty at the School of Political Sciences of Ankara University. In 1979, he was appointed as associate professor. In 1982, he resigned from his position, protesting the academic policy of the government established after the 1980 Turkish coup d'état. After teaching at several universities in Turkey, Europe and Russia, in 1989 he returned to the Ankara University and became professor of history and the head of the section of administrative history.
İlber Ortaylı is widely known as a polyglot. Apart from Turkish, he also speaks German, Russian, English and French.
He has published articles on Ottoman and Russian history, particular emphasis on cities and the history of public administration, diplomatic, cultural and intellectual history. In 2001, he collected the Aydın Doğan Foundation Award. He is a member of the Foundation for International Studies, the European-Iran Examining Foundation and the Austrian-Turkish Academy of Sciences. A biographical book on İlber Ortaylı, "Zaman Kaybolmaz: İlber Ortaylı Kitabı," was published by Nilgün Uysal in 2006.
■Tanzimat'tan Sonra Mahalli İdareler (Provincial administration after Tanzimat) (1974) ■Türkiye'de Belediyeciliğin Evrimi (Evolution of manucipality in Turkey; with Ilhan Tekeli, 1978) ■Türkiye İdare Tarihi (Administrative history of Turkey) (1979) ■Osmanlı İmparatorluğunda Alman Nüfuzu (German influence in the Ottoman Empire) (1980) ■Gelenekten Geleceğe (From tradition to the future) (1982) ■İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı (The longest century of the Empire) (1983) ■Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Yerel Yönetim Geleneği (Local administration tradition from Tanzimat to the Republic) (1985) ■İstanbul'dan Sayfalar (Pages from Istanbul) (1986) ■Studies on Ottoman Transformation (1994) ■Hukuk ve İdare Adamı Olarak Osmanlı Devletinde Kadı (Kadıs as a legal and administrative figures in the Ottoman State) (1994) ■Türkiye İdare Tarihine Giriş (Introduction to the history of Turkish administration) (1996) ■Osmanlı Aile Yapısı (Family structure in the Ottoman Empire) (2000) ■Osmanlı İmparatorluğu'nda İktisadi ve Sosyal Değişim (Economic and social change in the Ottoman Empire) (2001) ■Osmanlı Barışı (Ottoman peace) (2004) ■Osmanlı’yı Yeniden Keşfetmek 1 and 2 (Rediscovering the Ottoman Empire) (2006) ■Kırk Ambar Sohbetleri (Kırk ambar conversations) (2006) ■Eski Dünya Seyahatnamesi (Travelogue of the old world) (2007)
İlber Ortaylı bu kitabında tarihle ilgili çok güzel bir noktaya değiniyor: tarihi bilgileri sentez yapabilme eksikliği. Gerçekten de yıllar boyunca tarih okuyup bu sentezi yapamıyor olmak Türklerin en büyük eksikliklerinden ve belki de bugün karşılaştığımız birçok politik ve sosyal sorunun da kaynağı. Bu kitabı güzel yapan da tarihi bir bütün olarak detaylı olmasa da bize tanıtabilmesi. Sadece savaşları ve önemli olayları değil o olayların arka planını, liderlerin kişiliklerini ve Türk toplumunu oluşturan ince detayları bu kitapta görmek mümkün.
Ilber Ortaylı'nın varlığına bir kez daha şükrettim bu kitabı okurken. Soru cevap şeklinde bir kurgu ile hazırlanmış, gayet yalın, akıcı, anlaşılır bir dille anlatmış İlber hoca Türklerin altın çağı'nı. Timur dönemi, Osmanlıda Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim, Muhteşem Süleyman yani Kanuni Sultan Süleyman dönemlerini ana hatlarıyla fakat dönemlerin birbirleri ile ilişkilerini atlamadan çok net bir anlatımla ifade etmiş. Bu kitabı çevremdeki herkese tavsiye edecegim. Ilber hocanın diğer eserleri gibi bu eseri de kesinlikle ufkunuzu açacak.
Ben bununla birlikte Ortaylı'dan 6 kitap okumuş oldum ama bence en detaylısı buydu,mesela 5 tane de kitap önerisi buldum bu kitap içinden.
Benim için bu kitabın en önemli özelliği diğer okuduğum diğer 5 kitabından biraz daha detay içeriyor olması;bizim Türk devletleri yanı sıra bu devletlerin iletişimde olduğu diğer devletleri de anlatmış.
Tabi eserde konu alınan Türk devletleri çağının en iyi Türk devletleri yani tüm devletler değil,işte bunlar hakkında epey bilgi veriyor yazar ve "şu kaynakta bunu görebilirsiniz" gibi atıflar da yapıyor kitapta.
Bir de şunu söyleyeyim,bu kitaba "yüzeysel" diye 1-2 yıldız verilemez.Zaten Ortaylı'nın bu ve daha eski eserlerini (yani "popüler tarih" kitaplarını kastediyorum) herkesin anlayabilmesi için yazdığı bir gerçektir.Bunu eserlerin önsözünde de söylüyor,buna rağmen yüzeysel diye eleştiri yapıp kitabı kötülemek bence çok yanlış bir davranış.Öyleyse buyrun hocanın makalelerini siz okuyun da siz yorumlayın,halka bir de siz anlatın tarihi.
Konular birbirinden bağımsız değil,gayet derli toplu bir kitap.Soru-cevap biçiminde konular güzelce ilerliyor.Bana daha eski olan daha önceki okuduğum kitaplarından daha detaylı gibi geldi😊Ben keyif aldım size de öneririm.
İlber Ortaylı kitaplarını seviyorum çünkü soru cevap şeklinde konudan sapmayan ama bunu da söyleyeyim bilinsin diyerek dipnotlar veren kolay okunan kitaplar oluyor hele de ilginiz var ise. Ben de bu kitabı ile Türklerin tarihine biraz daha yoğunlaşmış oldum. Çünkü kendisinin de dediği gibi Türkler anlatılmadan orta Doğu ve Balkanlar’da yaşamış hiçbir milletin tarihinden bahsedilemez.
Kitabın Yorumu Ülkemizin önemli bir değeri, kazanımı olan Prof.Dr.İlber Ortaylı'nın; Türkler'in tarih sahnesindeki yerini ve önemini o dönemin komşu coğrafya ve halkları ile kıyaslayarak anlattığı bir kitaptır. Derin tarih bilgisine sahip olmayan çoğunluğumuz için; tarih okumalarından ne kadar uzak olduğumuzu bize hissettiren bir kitap. İçeriğindeki önemli bilgileri ve farklı yorumları ufuk açıcı bir niteliğe sahip. Kitabın isminde yer alan "Altın çağ" vurgusu ile kasdedilenin Osmanlı Dönemi ve o çağdaki Türk Devletleri (Timurlular, Altın Orda Devleti ve Kırım Hanlığı) olduğu kabul edilirse, önceki çağlardaki Türk Tarihinin hem yazım (kayıt altına alma geleneği) olarak hem de organizasyon/devlet sisteminin gücü bakımından daha sönük olduğu akla gelmektedir. Kitabın bir hedefi de; sönük olan bu dönemlerin araştırılmasının teşviki olsa gerek. Bu araştırmaların ancak, çağdaş milletlerin ve halkların tarihlerinin incelenmesi yoluyla mümkün olduğu (Türklerin kendi tarihlerine ait kayıtların azlığı nedeniyle), dil bilgisi gerektiren bu gayretin ise ciddi tarihçileri, tarih eğitimini gerektirdiği kitapta açıkça belirtilmektedir. Yazılanlar dikkate alındığında, milletimizin tarih bilinci ve ülkemizin tarih eğitiminde alınacak çok yol olduğu anlaşılmaktadır. Özendirme ve yönlendirme vurgulu anlatılan; Rusya, Macaristan ve Polonya tarih çalışmaları da bize aynı gerçeği işaret ediyor. Her ne kadar yazar, tarih yazımının geleceği için ümitli olduğunu belirtse de, temenni ifade eden bu sözlerini destekleyecek ümit vadeden bir bilgiye kitap metninde rastlayamıyoruz. Kitabı, içeriğinin doluluğu, kavram fazlalığı ve kelime zenginliği nedeniyle hızlıca okuyup hazmetmek pek mümkün değil. Bununla birlikte, İlber Hocanın aşina olduğumuz anlatım üslubu ve akıcı dili, kitabı okumayı zevkli hale getiriyor. Hemen her sayfaya serpiştirilen özet bilgi kutucuklarıyla desteklenen soru-cevap formatındaki anlatım şekli de, okuyucuya kitabı sevdiriyor. Bazı soruların cevap metinleriyle tam örtüşmemesi, hazırlanan metnin sonradan soru-cevap formatına sokulduğunu akla getirse de; kitabı okumayı özendiren başarılı bir editoryal gayretten de bahsetmek gerekir.
Kitabın Özeti (Kitap çok dolu ve tamamı özetlenemez olduğundan sadece 1. Bölüm özetidir)
Prof. Dr. İlber ORTAYLI'nın Türkler ve Türklerin yazılı tarihini anlattığı "Türklerin Altın Çağı" kitabı; önsöz ve 11 bölümden oluşmaktadır.
Yazar nispeten kısa tuttuğu 3 sayfalık önsözünde, tarihe bakışını ve Türklerin tarih sahnesindeki rollerini özlü bir şekilde anlatmıştır. Burada özellikle vurguladığı (kitabın içerisinde de belirttiği) tez; dünya tarihinin her safhasında Türklerin olduğu, Türkleri göz ardı ederek dünya tarihinin incelenemeyeceği hususudur.
Bunun yanında önsözde;
- Tarih eğitiminde eşzamanlı bir usulün takip edilmediği (bir olay anlatılırken çağdaş coğrafya ve olayların incelenmediği),
- Türklerin tarihinin VI. yüzyıldan da geriye (Orhun Kitabelerinden daha eskiye) gidilmesi gerektiği,
- Kanunu ile Osmanlı'nın Tuna İmparatorluğu haline geldiği fikirleri de vurgulanmıştır.
I Nasıl Bir Tarih?
Kitabın ilk bölümünde; tarih, tarih bilinci, tarihçi, tarih yazımı, tarih eğitimi ve resmi tarih gibi kavramlara yer verilerek, olması gereken ile mevcut durum karşılaştırılmış, alınması gereken mesafe ve geleceğe ait öngörüler ortaya konmaktadır. Toplumlardaki mevcut farklılıkların sebebinin üç unsur, yani dil, din ve coğrafya olduğu, bu farkı doğuran şeyin ise “tarih” olduğu anlatılmaktadır. Söz konusu farklılığı algılamak, yani toplumsal farklılıkların farkında olmak ise “tarih bilinci” kavramı ile anlatılmaktadır. Tarih bilincinin seviyesinin, kişilerde; aile, toplumsal sınıf, eğitim ve ekonomik durumla, toplumlarda ise; ortak hafıza, kimlik, din ve dille ilişkili olduğu belirtilmektedir. Bu kapsamda; Fransa'nın Marne'i, Rusya'nın Leningrad'ı olduğu gibi, bizim de vatanseverliğimizin bir ispatı olan Çanakkale Savaşındaki şuurun pek çok ülkede görülmediği, yine bizim 1453'ten 93 Harbi(1977-1978)'ne kadar onlarca savaş ve anlaşmanın milli şuurumuzun oluşmasını sağladığı belirtilmektedir. Uygar toplumların tarih bilincini geliştirmek maksadıyla, "tarih eğitimine" ciddi eğildikleri; hatta Osmanlı uyruklu kavimlerin örneğin Bulgarların 19.yüzyıldaki ilk gazetelerinde "milli tarih ve coğrafyaya” sütun ayırdıkları belirtilirken, ülkemizde bu bilince henüz ulaşılamadığı "tarih ilmimizin henüz inşa aşamasında olduğu" vurgulanmaktadır. Bu bilincin Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu zihniyetinde isabetli ve dengeli olduğu, fakat geçen sürede kurucu mantıkla uyuşmayan "700 yıllık Osmanlı tarihini dışlayan" bir tarihsel bilimin türediği vurgulanmaktadır. Bütün bu kavramlardan ve örneklerden sonra kitapta, doğal olarak "tarihçi" ve niteliklerine geçilmektedir. Tarih bilincini oluşturacak metinleri yazacak olan tarihçinin nitelikleri ise; "iyi bir hafıza, müzik, lisan (üç ölü, üç yaşayan dil vukufiyeti), yaş (kırkından sonra iyi tarihçi olunamayacağı), zamana uyumsuzluk (huzuru mazide aramak), merak hissi, konuşma yeteneği " olarak sıralanmaktadır. Bir tarihçinin eserini kaleme alırken, yani tarih yazımında nelere dikkat edeceğini soracak okura, kitapta; "evrensel, tek bir tarihçi tipi ve üslubu olamaz, zira her toplum tarihin konusu olma bakımından eşit değildir." cevabı verilmektedir. Bu tez; "kendi tarihlerini detaylı yazan, hatta komşu toplumları (örneğin Germenleri) bile kayıt altına alan Romalılarla, İranlıların Asya’daki bazı Türkler’den bahsetmesinin tarih yazımında aynı metotlarla incelenemeyeceği, aynı evrensel tarih yaklaşımının sergilenemeyeceği, bir ülkede istatistikle elde edilen bir sonucun farklı bir ülke/coğrafya da etkisiz kalacağı" ile anlatılmaktadır. Bu konudaki bir sorunsalın da; "zaman problemi, yani eşzamanlılık (bir toplumun yaşadığı olayla eşzamanlı olarak komşu coğrafyada neler olduğunun irdelenmesi) konusunda tarihi verilerin yokluğu ya da varsa bunlara ulaşma zorluğu" olduğu açıklanmaktadır. Kitapta müteakiben; "tarih yazım tekniklerinin” önemine vurgu yapılmakta, bu kapsamda; "filolojik (dil bilimi) malzeme, paleografik (eski yazı çeşitleri) malzeme, nümüzmatik (sikkecilik) malzeme, epikgrafik (kitabe) malzemelerin kullanımı, sigilografi (mühürleri inceleyen dal) kavramı" gibi tekniklerin bilinmeksizin bu işin yapılamayacağı vurgulanmakla birlikte, tekniğin yanında tarihin bir de sanat yönünün olduğunu; Doğan Özlemin "Tarih Felsefesi" kitabındaki bir alıntıyla, "Tarih bilim değildir. Biliminde üstünde bir şeydir." sözüyle açıklamaktadır. Bütün bunlara ilave olarak, kim olursa olsun tarihçinin, sosyal durumu ve yetiştiği çevrenin yazımlarında etkisinin olmayacağını iddia etmenin doğru olmadığı, tarihçinin yazım işine "tabula rasa" yani "boş bir zihinle" girişmediği, zaten bu nedenle aynı tarihi olaylara farklı yaklaşımların çıkabildiği belirtilmektedir. Gerçi kitabın bu bölümündeki bilgiler okuyucunun aklına "iş bu kadar karışıksa ise ne okuyalım?" sorusunu getirse de, tarih okurken nesnel bakış açısına alan ihtiyacı da ortaya koymaktadır. Bu sorunun cevabını her okuyucu kendi verecek olsa da, tarihçi olmayanlar için "kimi/kimleri okuyalım sorusu?" ne okunacağından daha önemli hale gelmektedir. Tarih eğitimi nasıl olmalı başlıklı soruya, ilk cevap "tarih bölümleirnin lisans üstü hale getirilmesi" şeklinde verilmekte, bu kapsamda 18 yaşındaki çocukları (üniversiteye girenleri) tarih, hukuk gibi ciddi bilimleri okutmak için lisans eğitimine tabi tutmanın cinayet olduğu, tarihin ancak üniversiteyi farklı bir alanda bitirdikten sonra ayrı bir disiplin olarak okutulması gerektiği belirtilmektedir. Buna ilave olarak tarih yazımındaki önemli noktalar; - Tarihin devamlı araştırılması, - Tarihin devamlı yazımı, - Yazımlarda “Osmanlı kroniklerinden" yani "vakayinamelerden", İlhanlılar devri kayıtlarından, bizimle çok içli dışlı olan ve hatta bizden fazla bizi yazmış olan İtalyan devletlerinin kayıtlarından istifadeyle tarihin ana hatlarının ortaya konulması gerektiği, - Romantizmle sunulan bir tarih anlayışının (efsaneleştirmenin) gerçekçi ve faydalı olmadığı, - Yazılanın kitlelere ulaştırılmasının önemli olduğu, - Tarihi karakterler hakkında iyi veya kötü bir hüküm vermeye gerek olmaksızın yazım yapılabileceği, - Tarihe yönelik ciddi bir ilgisizlik, bundan ve Türk yazılı tarihindeki yazılı kaynak eksikliğinden kaynaklı "yetersizlik" sorununun aşılması gereken büyük bir engel olduğu, - Tarih yazımından daha önce yapılacak işin, çocuklara liselerde dünya tarihi ve edebiyat metinlerinin okutulması olduğu" hususları yer almaktadır. Resmi tarih yöntemi ve buna karşılık alternatif tarih olmak üzere iki yöntemden bahsedilerek, resmi tarih yönteminin olumsuz algılanmaması gerektiği, bu yöntemin "mutlaka cehalet ve yöntemsizliğin hakim olduğu" bir üslup olmadığı belirtilerek, iki örnekle "Alman ve Rus resmi tezleriyle) bu husus açıklanmaktadır. Bu işin bizdeki yansımasının ise çok da ayakları yere basan bir durumda olmadığı metinden anlaşılmaktadır. Zira verilen 3 örnek üzerinden (Türklerin Orta Asya'dan göç yolları haritası, Akdeniz'in zamanında bir Türk Gölü olduğu, 1.Dünya Savaşı'nı müttefiklerimiz kaybettiği için bizim de kaybetmiş sayıldığımız tezleri) mevcut durumumuz eleştirilmekte, bununla ilgili "yüzeysel ve bazen komik çözümlemelere başvurduğumuz ve tarihimizi anlatırken efsane yüzünden gerçeğin aktarımını yapamadığımız" tespitleri yapılmaktadır. Bu bölümün sonuç bölümünde, "daha alınacak epey yolumuz olduğu" belirtilerek, mevcut halimiz; "filolojik olarak donanımsız, boş konuşmayı seven bir memleketin tarih yazımının hazin öyküsü" olarak tanımlanmakta, bölümün son cümlesi ise, "15-20 yıl sonra Türkiye'de tarihçiliğin çok büyük gelişmeler kaydedeceği" ifade edilerek, gelecekten ümitli olunduğu vurgulanmaktadır.
Hem Türk tarih yazıcılığını eleştirip hem de böyle kötü bir kitap basmak da bize özgü. Rastgele, soru-cevap şeklinde dağınık bilgilerin bir araya toplandığı bir kitap. Önemli bilgiler olabilir ama artık kimse tarih okurken kabız olmak istemiyor. Vasat bir çalışma.
Nihayet bitti. Bitmesi icin gercekten ugrastim. Ne yazik ki hayal kirikligi bir kitap. Icindeki bilgiler orta okul tarih kitaplarinin bir tik uzeri. Belki tarih hocaniz 3-5 derste bir ek bir bilgi vermeyi seven bir hoca ise onla denk diyebilirim. 10 dklik bir tarih videosu izleyin Youtube'da daha cok sey ogrenirsiniz.
Kitabin bir diger hayal kirikligi yaratan kismi ise kitabin roportaj seklinde ilerlemesi. Ilber Hocaya sorular soruluyor ve o da bunlari cevapliyor. Bu yuzden kitap cok defa kendini tekrar ediyor. Ayni bilgiyi, cok benzer cumlelerle bir kac sayfa sonra okumak olasi. Ote yandan, yine orta okul kitaplarinda oldugu gibi ara ara sayfalarda onemli kesimlerden notlar var. Bu notlar ekstra bilgi icermeyip, zaten ayni sayfada bulunan yazinin bir de cerceve icinde sunulmus hali olarak okuyucuya ulastiriliyor. Oldukca gereksiz.
Beklentilerin cok altinda olsa da 1 yildizi hak etmiyor. Ozellikle son okudugum rezalet otesi Artemis'ten sonra kolay kolay 1 yildiz vermem muhtemelen baska bir kitaba. 2
İsminde de olduğu gibi birçok türk soylarının görkemli dönemlerinin konu olduğu kitap benzeri bir çok kitabı gibi yine kronik kitap'tan çıkmış olup güncel birçok kitabı gibi soru cevap halinde gitmektedir. 14. Yüzyıldan 17. Yüzyılda var olan Türk soylarını inceleyen kitap bize birçok ince detay verirken Toplumlardaki mevcut farklılıkların sebebinin üç unsur, yani dil, din ve coğrafya olduğu, bu farkı doğuran şeyin ise “tarih” olduğu anlatılmaktadır. Türk soyları hakkında birçok aydınlatıcı, ufuk açıcı bilgilere sahip kitap soru cevap ilerlediği için çok akıcı bir kitap halini alırken soru cevap ilerlemesine rağmen İlber Ortaylı'nın gayet iyi bildiğimiz anlatım dili kitapta kendinden birşey kaybetmiyor.
Kitap İlber Hoca'nın tarzında yani soru-cevap şeklinde ilerliyor. İlber Hoca tarihin bir lisansüstü zihniyette ögretilebileceğini savunuyor. Osmanlı çökmemiştir, toprak kaybı bunun sebebi değildir diyor.
Timur devrini ele alarak Türklerin en parlak çağlarını anlatmıştır. Konuyu biraz dağınık ele almış olsa da sıkıcı bir kitap değil. Altınorda Devleti, Kırım Hanlığı, İstanbul'un fethi, 3.Roma İmparatorluğu, Yavuz Selim ve Otlukbeli Savaşı, Muhteşem Süleyman Devri ve Belgrat kuşatması sırasıyla anlatılmış. Türklerin ateşli silahları kullanmaktaki yetenekleri ve ordudaki Türk dilinin hakimiyeti ön plana çıkan unsurlar olmuş.
Üzülerek söylüyorum ki olmamış. Bana İlber Ortaylı imzalı bir kitap yapalım da nasıl olursa alırlar düşüncesi ile basılmış bir kitap izlenimi verdi. Konular arasında bağlantı yok. Süpermarket gibi bir o raftan bir öbür raftan bilgi alıyorsunuz. Haliyle kafanız karışıyor. Tarihle ilgilenmiş birisi olarak beni bile yordu. Askerde okurum diye götürmüştüm ancak bu durumunu bilseydim yapmazdım. Ne yasak ki bu kitaptan bende çok az şey kaldı.
Türkiye’nin çok önemli bir değeri olan İlber Ortaylı’dan Timur’dan başlayarak Kanuni Sultan Süleyman dönemini de içerecek şekilde Türklerin tarihi hakkında kıymetli bilgiler öğreniyoruz bu kitapta.
Konular soru cevap şeklinde ele alınıyor ve kolay anlaşılır bir şekilde anlatılıyor. Ancak ben zaman zaman akışın bütünlüğü bozulmuş gibi hissedip “şimdi buraya nerden geldik?” diye sorgularken buldum kendimi.
İlber Ortaylı ile yapılan bir röportajın kitaplaştırılmış hali. İlber Hoca sorulara cevap verdiği için odaklanmada bazen sorun yaşanmış, Hoca konuyu başka yerlere sürüklemiş. Ayrıca kitapta bazı yazım hataları da var(3. baskı için geçerli).
Yüzyıllardır dünyaya damga vurmuş Türk devletlerini mercek altına alan İlber Hoca, sade bir üslupla bu muhteşem dönemi anlatıyor. Timurlular, Osmanlılar, Altın Orda Devleti, Kırım Hanlığı vb. devletler hakkında bilgi sahibi olmak isteyen herkese önerimdir bu kitap.
Türklük nedir? Osmanlı nedir? Türkçenin serüveni ve Osmanlı’da yanlış bildiğim Arapça&Farsça nın yersizliği; Türkçe hep vardı !!! Türklük hep vardı!!! Algısı ve Türkçe dilinin orjinal serüveni....
> İlber Hocaya sorular sor > Ses kaydı al > Yazıya çevir > Konudan konuya atlayan, sadece yüzeysel bilgi barındıran bir şey çıksın ortaya. > Altın rengi kapak > ???? > Türklerin Altın Çağı!
Soru-cevap tarzında yayımlanmış bir kitap. Akademik bir kitap olmaktan uzak. İlber Hoca'nın malumatfuruşluğu göze çarpıyor. Neden-sonuç ilişkisini vermekten ziyade, detayların içinde boğuluyor.
Türk tarihinin çeşitli bölümlerini çevreliyor kitap ve böylece kişiye genel bir izlenim kazandırıyor. Bu bağlama Altın Ordu, Timuriler, Kırım Hanlığı ve Osmanlı Devleti giriyor. Değerlendirmeler siyasilikten uzak objektif bir şekilde yapılıyor ve yazar birden fazla akımın görüşünü yansıtmaya özen gösteriyor. Bununla birlikte detaya inmeden yüzeyde kalıyor ki, bu da yazış usulünün yanında kitabın sıkılmadan okunmasını sağlayan etkenlerdendir.