Ben, öcülerin korkulu rüyası, cin avcısı Ece. Bir tür mıknatısmışım gibi cinleri ve belayı kendime çekiyordum. Ufak tefektim, tanımayan biri için kolay hedeftim. Fakat güçlüydüm, doğal bir yeteneğim vardı ve en önemlisi, inancım vardı. Yoksa her yerimi muskalarla doldurup ortalıkta dilek ağacı gibi dolaşmamı başka nasıl açıklardınız? İlk önemli vukuatını on altısında yaşamış biri olarak son dört yılımı cinler, büyüler ve dövüşlerle geçirmiştim. Cinlerin kralına kafa tutuyor, hortlakları yakıp kül ediyordum ama gelin görün ki, ufacık tefecik bir kadın olan anneannemden ödüm kopuyordu. Birbirinden cennetle cehennem kadar farklı iki hayat yaşıyordum ve hangisinin cennet, hangisinin cehennem olduğu benim için bile tam bir muammaydı.
Romanımızın başkahramanı Ece. Yirmi yaşında bir üniversite öğrencisi. Ayrıca bir “öcü avcısı.” Bu yönünden anneannesinin haberi yok pek tabii. Oldukça esprili ve cana yakın biri olmasının yanı sıra gerektiği zaman lafı gediğine koyan tiplerden biri Ece. Ayrıca küçüklüğünden beri cinlerle haşır neşir. Fakat o kaçmak yerine kendini buna karşı savunmaya çalışan cesur bir kız. Evlerine ya da hayatlarına cin dadanan kişilere yardımcı olmaktan geri durmuyor asla.
Tüm o uzaylı, vampir, kurt adam ve hayalet gibi mitlerin kaynağı olan cinler burada tam bir baş ağrısı! Gücü olanlar ya da kitaptaki adıyla Hüddamcılar tarafından çağrılan cinler bizim boyutumuza gelebiliyorlar ve hiç de hoş gelmiyorlar. Peki onlara karşı bizler ne yapıyoruz? İşte Ece ve arkadaşlarının içinde bulunduğu Anti-cin tayfası tam burada devreye giriyor. Görevleri, aynı dünyadan fakat farklı boyuttan gelen bu kötü cinleri durdurmak. Onları kendi boyutlarına ya da gidip de gelemedikleri o bilinmedik âlemlere geri göndermek.
Bu kitap cinlerle, muskalarla, Hüddamcılarla, dualarla ve en çok da yazarın kaleme aldığı kelime oyunları ve esprilerle dolu. En karanlık zamanlarda bile karakterlerden birinin (örneğin Ece’nin ekip arkadaşlarından Jesse’nin) yaptığı bir espri ortamı yumuşatmaya yetiyor. Bu nedenle sayfalar sizi sıkmadan, bir çırpıda geçip gidiyor. Bölüm başlarında beliren ve her yeni bölümde azalıp sıfıra doğru inen sayılar merakınızı cezbediyor. Uzun gözükmesine rağmen koskoca romanı kısa bir öykü okur gibi, bir çırpıda bitiriveriyorsunuz.
Ece, cinlerin korkulu rüyası… Onu tanımak isteyeceğinize eminim. Sayesinde bizler de efsunlu bir İstanbul’un, hatta ve hatta metrosu tamamlanmamış bir İstanbul’un tadına doyacağız.
20 yaşında, 2. ergenliğini yaşayan, anneannesinden çok korkan cin avcısı Ece :) Ara vermeden okudum neredeyse, çok başarılı bir urban fantasy/şehir fantazyası olmuş bize ait. Kesinlikle tavsiye ediyorum.
Şu zamana kadar okuduğum en sağlam fantastik romanlardan biri. Tek bir paragrafını bile sıkılmadan okudum, bitirdim. Kurgusu, konusu, konunun işlenişi ve özellikle de üslubuyla beklentilerimin çok ötesinde çıktı. Öyle ki, fantastik roman beklenti çıtamı Yüzüklerin Efendisi'nden sonra yükseltebilmeyi başarmış tek roman diyebilirim. Saçma gelebilir, biliyorum, türleri farklı ama R. N. Gültekin'in Çalıkuşu romanından beri bir Türk yazarın romanına böyle bağlanmamıştım... Son satırına kadar beni esir alan bu romanım devamı için sabırsızlanıyorum. Funda Özlem Şeran. Bu ismi bir kenara not alın.
Karşımızda, akıcı ve güncel 'ergen' dil kullanımı ile övgüyü hak eden çağdaş bir korku romanı var. Ecel'i okurken, günümüz İstanbul'unda - amme hizmeti yaparcasına - cin avcılığına soyunmuş bir organizasyonun ateşli karakterleri ile gizemli bir maceraya atılıyoruz. Ana karakterimiz Ece'nin ağzından dinlediğimiz hikayede, genç kızımız dobralığı ve cesareti ile gönlümüzü fethediyor. Hatta arada bizle yani okuyucu ile konuşuyor olması kendimizi ekibin bir parçası gibi hissetmemizi sağlıyor ki bu da hem karakterler hem de olaylarla aramızda kurulan bağı güçlendiriyor. İlk sayfalardan itibaren aksiyonun hızına yetişmek için kendimizi kitaptan alamıyoruz. Yazarın anlatım dili ve tarzından hiç ödün vermeyişi de keyifli bir okumayı kolaylaştırıyor. Romanın ana karakteri Ece, iç dünyası ve çevresindekilerle ilişkileri ile 2000'li yılların orta sınıf, üniversiteli genç kızını mükemmele yakın bir içtenlikle ortaya koyuyor.
Tüm bu artı puanlar kitabın bir çırpıda okunmasını sağlasa da aslında 300 sayfada bitebilecek bir hikayenin 600 sayfa sürdüğü gerçeğini değiştirmiyor. Kitabın 8-10 sayfalık bölümlere ayrılmış olması ve bölümlerin 79'dan başlayıp bir geri sayım havasında ilerlemesi de artı hanesine yazılacak bir metod olsa da bu kısa bölümlerin ardından başlayan bazı yeni bölümlerin ilk paragrafında sanki çok önce yaşanmış olaylarmış gibi bir kaç satır öncesine dair özetler geçilmesi, ilk 200 sayfanın ardından okuyucuyu biraz yormaya başlıyor. Onca sayfanın ardından artık tanıdığımız karakterlerin, sıra onlara geldiğinde sanki yeni tanıtılan bir karaktermiş gibi yine ve yeniden, altı tekrar tekrar çizilerek tanıtılması da bir noktadan sonra maceranın hızını kesiyor. Şahsen, sadece "hüddamcı" kelimesinin tekrarlarının çıkartılması ile romanın 10 sayfa kısalabileceğini düşündüm mesela.
Romanın diğer bir güzel yanı ise Ece ve ekibinin tüm naifliğine rağmen, olaylar geliştikçe cin avcılarının aslında basit bir amme hizmeti sunmadığı ve işin arkasında çok daha büyük hesaplar olduğu anlaşılmaya başlıyor ki bu da bizlere, yazarın görünenden çok daha büyük ve derin bir hikaye anlattığının ipuçlarını veriyor. Bu açıdan Ecel, her insanın hayatının bir döneminde yaşadığı; gençliğin saflığının hayatın gerçekleriyle yüzleşmek zorunda kalınca deneyimlediği o zorlu değişime dair, enfes ve devasa[600 sayfa olması açısından :) ] bir metafor olarak okunabilir.
Kitabın fantastik bir roman (şehir fantazyası) olarak sunulması konusu ise Gerisi Hikaye Korku Konuşmaları'nda zaman zaman tartıştığımız bir başlığı tekrar açıyor. "Fantastik algısı". Başta belirttiğim gibi roman 2000'ler İstanbul'unda geçiyor. Hikayeye göre, cin avcılarımız dışında şehrin diğer sakinleri cinlerin avlandığı, doğa üstü olayların gündelik hayatın bir parçası olduğu bir dünyada yaşadıklarından haberdar değiller. Bu da tabii çağdaş görünen, bilimsel ve batı tandanslı hayat tarzının bir numaralı kuralı. Diğer yandan yaşadığımız ülkeye ve nüfusun büyük çoğunluğunun yaşam tarzı ve hayat algısına baktığımızda ben bundan pek de emin değilim. Gerisi Hikaye'de uzun uzadıya tartıştığımız gibi antik çağların mitleri ve fantastik epikleri, anlatıldıkları dönemde yaşayanlar tarafından, bizim bugün anladığımız anlamda fantastik ya da doğaüstü algılanmıyorlardı. Biz de günümüzde medyumlar, hocalar ve astrologların hüküm sürdüğü, insanların sorunlarının çözümü için sürekli doğaüstü güçlerden medet umduğu, medyada en çok izlenen/okunan programlarda/yazılarda ülkenin sosyal, kültürel ve siyasi sorunlarının bu tarz doğaüstü güçleri olduğu iddia edilen insanlar tarafından yorumlandığı, hastanelerden yeterli yardımı göremediklerini düşündükleri anda, insanların tüm içtenlikleri ve inançları ile 'günümüz büyücüleri'nden yardım diledikleri bir ülkede yaşadığımız gerçeği ile yüzleşmeliyiz. İşte bu bakış açısı ile naçizane bir öneri olarak 2000ler Türkiyesi'nde Ecel'in "gerçekçi" bir roman olarak sunulmasının hiç de gerçek dışı olmayacağını belirtmeden geçemeyeceğim.
Alın, okuyun ve Ecel'in evrenine bir de bu gözle bakın bence. Malum 'korkunun ecele faydası yok'
Kimde gördüğümü hatırlamıyorum ama almayı ve okumayı istediğim bir kitaptı. Pişman da olmadım :}
Gündüz üniversite öğrencisi çoğunlukla geceleri de cin avcısı olan Ece ve arkadaşlarının İstanbul'da geçen macerası. Kitaba başladığımda ilk aklıma gelen Buffy oldu. Sanki Buffy İstanbulda olsaydı nasıl olurdu diye çıkmış kitap diye düşünüyordum. Ama hem sayfa 132de ana karakterin Buffy ile benzerliğini yazarın kendisi dile getirmiş hem de bir süre sonra artık bu benzerliği düşünmemeye başlıyorsunuz. Bu nedenle arak havası yok kitapta.
Okurken bol bol güldüm ben. Cinlerden korkan biri değilim ama çekinen oldukça fazla bir kesim olduğu düşünüldüğünde kitapın içersinde sıkça yerleştirilen mizah gerilimi alıyor. Tabi bu bazılarının hoşuna gitmeyebilir..
Kitabı öyle 2 günde okumadım ama genelde yaptığım gibi araya başka kitap da almadım. Bu nedenle rahatlıka konunun ilgi çekici ve sürükleyici olduğunu söyleyebilirim.
Aslında kitabı daha çok bir dizi izler gibi okudum. Her gün hem ana konu ilerlerken hem de yan konular çıktı.
Yazın sahilde özellikle çok keyifle okunacağını söyleyebilirim.
Gelelim beğenmediğim yanlarına.. Öncelikle 600 sayfa çok.. Biraz daha uğraşıp 350 sayfalık 2 kitap yazabilirmiş.. Yer yer kitabı kendim okumuyormuşum da okumuş birinden dinliyormuşum gibi hissettiğim de oldu..
Bir edebi değeri yok, ya da insanın hayatını değiştirmiyor ama zaten bence arada böyle kitaplar da okumak gerekiyor..
Kitap için yazarın ilk romanı diye yazıyor. Bir ilk roman için oldukça başarılı bulduğumu söylemeliyim. Çıkacak kitaplarını da okumayı planlıyorum.
Türkiye Edebiyatı'nda eksikliği hissedilen türden bir roman olmuş. Belki biraz daha kırpılabilirdi diye düşündürse de, uzun zamandır 600 sayfalık bir romanı bu kadar hızlı bitirmemiştim sanırım. Okunulası bir fantastik macera ve kesinlikle kasıntı değil. Ayrıca da taklit de kokmuyor.
Ramazan dolayısıyla elimde biraz fazla uzadı kitap yoksa neredeyse 600 sayfa olması hiç okunmasına engel değil. Bir kere bu kadar başarılı olmasını beklemiyordum. kesinlikle beni çok şaşırttı tabii olumlu yönde 😍 karakterleri çok sevdim. hüddamci Hasan Akbal (kendisi babam olur. şaka değil gerçekten babamın adı) Annem Hamiyet 😂 Bir kere haşna fişna yok. fikir olarak bile aşk ve bunla ilgili hiç bir şey yoktu, o yüzden gençlere gönül rahatlığıyla önerebilirim. fantastik kitapları çok sevdiğim için kurgusunu çok sevdim. hikayenin girişi ve devamında olan olaylar sizi içine alıyor ve kitabı elinizden bırakmak istemiyorsunuz. sayfa sayısı gözünüzü hiç korkutmasin çok kolay ve hızlı okunuyor. ve final... Ece'nin neden özel olduğunu düşünüp duruyor ama ne yalan söyleyeyim bir şey bulamıyordum. Tabii Ramazan da etkili bu konuda. ama final sürprizi güzel bağlanmıştı. ikinci kitabı sabırsızlıkla bekliyorum. yolun açık olsun 💪