Düşünüyorum da aşk sözcüğünü de biraz eksik buluyorum şu senlen ben arasındaki ilişkiye. Daha büyük, daha sağlam bu bizimki. Aşk onun içinde sadece bir kısım galiba. Ötesinde aşkla birlikte, ama yer yer, zaman zaman onu aşan başka duygular, başka esriklikler, başka baş dönmeleri de var bizde. Seni seviyorum; ve senin için her şeyim. Beni seviyorsun; ve benim için her şeysin.
Bir insan için şu kısa hayatta bundan daha büyük ne olabilir ki.
Cemal Süreya, Temmuz 1972’de Okmeydanı SSK Hastanesi’ne yatan eşi Zuhal Tekkanat’a hastanede kaldığı on üç gün boyunca mektuplar yazmıştı. Zuhal’e ve oğulları Memo’ya olan sevgisini, hayallerini ve özlemlerini, mutluluk ve kaygılarını anlattığı, şiirinden tanıdığımız içtenlikle kaleme alınmış bu mektuplar, Süreya’nın ölümünün ardından Erdal Öz’ün sunumuyla kitaplaştırıldı. Kitabın ikinci kısmını oluşturan 1967-1978 tarihli mektuplarla birlikte On Üç Günün Mektupları, bir büyük aşkın “sevda sözleri”yle bezeli tanıklığı ve tarihçesi.
He graduated from the Political Sciences Faculty of Ankara University. He was the editor-in-chief of the Papirus literary magazine. Cemal Süreya is a notable member of the Second New Generation of Turkish poetry, an abstract and postmodern movement created as a backlash against the more popular-based Garip movement. Love, mainly through its erotic entity, is a popular theme of Süreya's works. Süreya's poems and articles were published in magazines like Yeditepe, Yazko, Pazar Postası, Yeni Ulus, Oluşum, Türkiye Yazıları, Politika, Aydınlık, and Somut.
Mektupları çok kişiseldi bence.Özellikle kitabın başında kendi el yazısının da bulunduğu kısımlar inanılmaz güzeldi. Memo Emrah'a,Elif Zeyno'ya ,Zuhal'e olan sevgisi bir de özlemi her satırda hissediliyordu. Sanırım beni en çok bu etkiledi.
Kitaba ismini veren on üç gün, Cemal Süreya’nın eşinin kalp ameliyatı olmak için hastanede kaldığı süre. Kitap da bu on üç gün boyunca Cemal Süreya’nın eşine yazdığı mektuplardan oluşuyor. İkinci kısımda ise ameliyattan önce ve sonra yazılmış başka mektuplar mevcut. Hastane sürecinde yazılan mektuplar çok içten ve etkileyici. Hem buram buram aşk, hem sevdiği birini kaybetme ihtimaline dair korku hem de gündelik hayata dair detaylar var. Sevdiğim birkaç dizenin (Bir tren yolculuğu yaparız bir gün / Sandviç falan yeriz / İyi günler değil uzakta.) peşinden giderek ulaştığım bu kitap Cemal Süreya’nın farklı bir yüzünü görmek adına bile önemli bence. Sırf bu yüzden bile çok sevdim.
Aşk, sevgi sözcükleri falan diyoruz ama bu mektupların satır aralarında geçim sıkıntısı var. Hemhal olma hissi, şu aralar.
Süreya'nın çok komik benzetmeleri var( ''Sen birinci hamura basılmış dokuz punto beyaz karaktersin'' ya da ''Aşkımın tandırdan yeni çekilmiş bir yufka gibi her dem sıcak ve taze olduğunu anlamalısın'' , bunlar biraz komik duranlar yoksa şu güzellikte Kobra Murat'ı kıskandıracak cümleler de var: Şiirin takma adı, devrimin ağaç altı, alnımın yazısı. Evet, sende ıhlamur kokusu, bende tarçın kokusu. Yapıtlarını deniz kıyısında birbirine karıştıran iki eski uygarlık gibiyiz) Eşi Zuhal Tekkanat hastanedeyken ev işlerinden sıtkı sıyrılmış bir ara, ona yazdığı bir şiire bile sızmış( syf 81, Can Yayınları) 46 yaşında ikinci çocuğu da düşünmüş Cemal Süreya. Yaşam coşkusu had safhada, mektuplarda kötümser biri değil. Dilinde, kaleminde hep oğlu Memo.
Yıldız vermek istemedim, çok şahsi olduğu için burnumu sokuyormuş gibi hissettim zaten okurken. Çok birbiriyle bağlantılı değil mektuplar ama önemli değil, art arda okuttu.
Kış geldi mi düzenimi ayağından tuttuğum gibi ters çevirir, iki silkeler üç silkeler kalabalığından arındırırım. Sezen Aksu'nun ''Işık Doğudan Yükselir'' albümünün yerini '''88 ve Git...'' albümleri alır mesela. Bütün romancılar bir köşeye itilir, boş kalan yerler şairlere bırakılır. Arada bir gönül çekiyor elbette bunu yılın diğer aylarında da yaptığım oluyor da, kışın daha istikrarlı oluyorum bu konuda niyeyse. Neyse, eserimize dönelim biz.
Cemal Süreya'nın mektuplarının birleştirildiği bu kitap çok mahremdi aslında, bakmayın böyle ulu orta gezdiğine. Ön Söz'den sorumlu Erdal Öz yazmış, ''...Öyleyse, ikinci kişiye yazılan bir şeydir mektup. İki kişilik özel bir edimdir. Bu yüzden de gerek yazan, gerekse yazılan açısından çok çok kişiseldir,'' diye. Sonra da eklemiş, ''...Mektupların en güzeli, Cemal Süreya'nınkiler gibi olsa gerek,'' diye. Doğru söylüyor vallahi kanımca. Edebi mektup türünde çok da eser okumamış biriyim, ama bu kitabın mahremliğini, saflığını, doğallığını anlayabilmek için çok da deneyimli olmanıza gerek yok. Bir sevda yaşamışsanız anında anlayacaksınız gibi.
Fazla bir şey demeye gerek yok açıkçası. Aşkı kaleminden uzak eylememiş, üstüne de nispet eder gibi ballandırarak beslemiş laflarını aşkıyla, çok sevdiği karısı için.
''Zuhal'im, umudum. Kendine iyi bak. Gözlerinden, gözlerinden...''
Cemal Süreya'nın eşi Zuhal Hanım'a yazdığı mektuplardan oluşuyor kitap. İçinde eşinize söyleyeceğiniz en güzel cümlelerden birini barındırıyor: "Yaşlanıp öyle kolkola yürüyelim mi? Ne güzel yaşlanırsın sen." Buram buram Ankara kokuyor mektuplar. Şairlerin para sıkıntısı bu kitapta da kendini açık ediyor. Hep bir ayı geçirme borçları ödeme telaşı.
Güzel! Cemal Süreya'nin eşi hastanedeyken yazdığı mektuplar özellikle çok güzeldi. Ilk mektup favorim. Cemal Süreya çok hassas ve detayci gibi geldi bana ve bu sayede cümleleri daha çok anlam kazaniyor. Tavsiye ederim ve kendisinin diğer kitap ve şiirlerinede bakicam. Kisaca kitabin ilk yarısı çok güzel ve gerisi özel yazişmalardan ibaret. Kitab genelinde çok özel çünkü yayınlanmak için yazılmamış. Sanki birinin özel mesajlarını okumak gibi.
Yalnız seninle güçlüyüm. Sen olmasan bir anlamım olamaz. Sev beni. * Karşıda Haydarpaşa garı, gri bir ev ödevi gibi. Adamlar geçiyor, yüzsüz, gözsüz, gülüşsüz adamlar. * Ben sözler karşısında renk vermem, ama içime atarım onları. * Gelecek, anılardan da güzel olacak. Gün daha iyi kotarılacak. Deneylerden ders alınacak. Çiçekler büyüyecek. Piliçler palazlanacak. * Seni seviyorum ve senin için her şeyim. Beni seviyorsun ve benim için her şeysin. Bir insan için şu kısa hayatta bundan daha büyük ne olabilir ki. * Sana rastladığım gün susuzdum, yalnızdım Bir çırpıda içtim gözlerini. * Sen yanımda ol, gam kasavet çeker gider. Türkülenirim. Mutluluk gelir ılım ılım. Sevda sözlerinin bini bir para. * Bir çeşmeye koşar gibi koşuyorum sana. * Yaşlanıp öyle kolkola yürüyelim mi? Ne güzel yaşlanırsın sen. * Sevmek ne uzun kelime! * Şiir yaz. Şiirdir kişiyi kurtaran bu karanlık, bu yalnızlıkla, berbatlıkla dolu evrende. * Arada sırada dizeler düşürüyorsun, değil mi? Bir mutluluk hastalığıdır şiir. Kırılan dalın türküsüdür. Ne roman ne öykü, bana her çeşidinden şiirler getir yolcu! Temiz, tertemiz olayım; serin, sepserin olayım; burkulursam burkulayım… * Sen birinci hamura basılmış dokuz punto beyaz karaktersin. Alınyazımsın, daha doğrusu alınyazımın tek okunaklı yerisin. Koru beni. Ve güven bana. Güvenildikçe yaşarım ben. * Sen hikaye gibi ütü yapar, piyes gibi çay kaynatırsın. İncir kuşlarını hatırlatan bir sesin vardır. Ne kadar memnunum, ne kadar keyifliyim senden dolayı, bir bilsen. * Sana rastlamak, mutluluktu; sana sahip olmak başka bir şey başka bir ad bulmak gerek; “içine taşınması” gibi bir şey insanın. * Sonra saatler geçti, ortalık ışıdı, vagon gelincik tarlalarının arasından geçmeye başladı. Kıpkırmızıydı hepsi de. Sana o kırmızıların tadını, tazeliğini, ileriye dönüklüğünü, kalabalıklığını gönderdim. Almadın mı? Sen ki sümbülsün, leylaklaştın, ama haklı olarak manoya olmayı her zaman yadsıdın. Elif’sin sen, anısın ve geleceksin, gerçeksin ve düş. Şiirin takma adı, devrimin ağaç altı, alnımın yazısı. Evet, sende ıhlamur kokusu, bende tarçın kokusu. Yapıtlarını deniz kıyısında birbirine karıştıran iki eski uygarlık gibiyiz.
Zuhal Tekkanat’ın cevaben yazdığı mektupları okumayı da çok isterdim. O zaman sanıyorum benim için daha anlamlı olurdu tüm hikaye. Cemal Süreya’nın sevgisi boğucu ve yer yer de fazla üstten geldi bana. Sevginin büyüklüğü karşısında boynum kıldan ince ancak birinin beni böyle sevmesini sanırım istemezdim. Zuhal Hanımın şiirini kendisinin haberi olmadan, kafasına göre kesip biçtiğini fütursuzca anlattığı yerde bildiğin sinirlendim. Aşk iyi ki bazı noktalarda şekil değiştirmiş. İyi bir şair olmak iyi bir aşık olmaya yetmiyor demek.
Insanin hayat arkadasi hastanedeyken ona olan ozlemini,sevgisini,surekli hastaneye yanina gitmesine ragmen her gun hasretini ve olanlari da kaleme alarak sevdicegine mektup yazmasi..ask sevgi baglilik ve hepsi gercek dogal,orada,oldugu gibi!!her okudugumda gozyaslarima engel olamadigim bir saheser!
Günceler insan taşırlar içlerinde, üzerlerinden yüzyıllar geçse de. Tüm hassasiyeti, mahcubiyeti ve mütevaziliğiyle. Ne zaman yalnız kalsam, ne zaman benden güçlü adamların varlığını düşünsem aklıma düşer. Üç kuruşun hesabını yapmanın onurunu taşırım beraberinde.
Cemal Süreya'nın eşine yazdığı mektuplardan oluşuyor kitap. Gündelik hayatımızın koşturması içerisinde fark etmediğimiz bir çok detayı bir mektup arayıcılığıyla önemini kavramış oldum. O kadar ki yazarın sigarasını yakarken kullandığı çakmağa kadar her şeyden bahsediliyor bu mektuplarda. Kendi adıma şöyle bir köşeye çekilip yaşadığımız hayatları sevdiğimizle beraber gözden geçirmek, ilerde yaşayacaklarımıza ilişkin bir bilinç kazandırabilir belki. Telaş içerisinde yitirdiğimiz onca şeyin ardından kısa bir mola verip bir mektup okumak rahat bir soluk aldıracaktır insana.
The book consists of letters written by Cemal Süreya to his wife. Through a letter, I grasped the importance of many details that we did not notice in the hustle and bustle of our daily life. So much so that everything is mentioned in these letters, from the lighter that the writer uses to light his cigarette. Maybe, retreating to a corner and reviewing the lives we live together with our loved ones, can bring an awareness about what we will live in the future. After all the things we lost in a hurry, taking a short break and reading a letter will give you a sigh of relief.
“Sana 2000 lira yolladım aldın mı? Yakıt bulabildiniz mi? Gerçi şubat baba artık can çekişmeye başladı. Ama yine de koskoca Mart var önümüzde.”
Cemal Süreya’nın geçim derdi, maddi kaygıları, kız çocuk isteği, kırılganlığı, küsmeleri, hayal kırıklıkları, oğluna düşkünlüğü, Ankara’nın ayak oyunları arasında ayakta kalma çabası, sevgisi, sevgi sözcükleri ile umudun ve hüznün arasında gidip gelen mektupları okumanın keyfi tarifsiz.
“Sen Birinci hamura basılmış dokuz punto beyaz karaktersin” - yazmayı din gibi seven, daktilosuna peygamber gibi bakan bir adamdan alınacak en büyük iltifat da bu olsa gerek
Erdal Öz’ün önsözü ile son zamanlarda okuduğum en güzel, içimi buran, umudumu artıran kitap.
Sabahattin Ali'nin eşi Aliye ve kızı Filiz'e yazdığı mektupları okurken bambaşka bir haline tanık olmuştum Sabahattin Ali'nin. Aynı şeyi bu kitabı okurken Cemal Süreya için yaşadım. Her şeyden evvel söylemek gerek ki bir yazarı tanımak için mektuplarını okuyun. Ama mümkünse hayatının "gösterişçi" safhasına ait olanlar haricindekileri...
Cemal Süreya, -eşi Zuhal Tekkanat (Elif Sorgun) ameliyat için hastahanedeyken- on üç gün boyunca yazdığı mektuplarda bu "gösterişçi" safhadan çok başka bir yerde. Eşi için dile getirmediği endişeler, oğlu Memo Emrah'a sevgisi ve tedirginliği her satırda hissediliyor.
Sevda Sözleri bir yana, Cemal Süreya'yı bu mektuplardan tanımak gerek.
Bazen bazı yazarları , sanatçıları tanımak yada onlarla kendi ağzından tanışmak ürkütür beni. Bu kitapta da Cemal Süreyay’ı her haliyle okuyoruz. Karısına duyduğu aşk bir o kadar güzelken , arkadaşları hakkında yaptığı kısa dedikodular , ilk evliliğinden olan kızıyla kopuk ilişkisi ama aksine ikinci evliliğinden olan oğluna olan büyük sevgisi , daha doğmamış çocuğuna isim belirleyip o kızına karşı özlem duyması, başka hayatlarla özenmesi,o güzelliklerin ardında hep soru işareti bıraktı , bilmeseydim daha kişilikli kalacaktı hatrımda .
Cemal Süreya'nın hastanede yatan eşine, geçireceği ameliyat öncesinde ve sonrasında yazdığı on üç mektubun dışında 70'lerin sonuna doğru da yazmış olduğu mektuplar var "On Üç Günün Mektupları"nda. Yer yer samimi olmayan, kendini şairane olmaya zorlayan bir C. Süreya portresi vermekle birlikte, dönemin edebiyat atmosferi, İkinci Yeni vs. dair ilginç detaylar var kitapta. Oğlunun sorumluluğunu kısa bir süre de olsa almak zorunda kalan bir baba olarak Cemal Süreya ise hiç de sevimli değil.
"Yüzüğünden öperim." Bu şekilde ifade etmiş Cemal Süreya eşine sevgisini ve daha nice güzel sevgi sözcükleriyle...2019 yılında elimizde bu kadar imkan varken sevgimizi doğrudüzgün ifade edemiyorken o çok zor şartlarda bunu o kadar güzel başarmış ki insana Ah be dedirtiyor o dönemde yaşamak isteğimizi arttırıyor.Defalarca okuyup bıkmayacağımız bir kitap...
Cemal Süreya hayatı ve ölümüyle bir sürü spekülasyona sebep olmuş bir figür. Sevda Şiirleri yazar ama şiddetiyle de ünlüdür. Bir şairin iç dünyası hayalperestliği hatta düşcüllüğünü düşününce mektuplarına bakışım değişiyor.
Şair olmayan birinin yazabileceği en güzel mektuplar olsa da bir şairin yazdığı ya da yazabileceği sıradan mektuplar bence. Ki, bu mektuplarda hayat, hayatım diye hitap edilen kadını bir süre sonra döven bir adamın kaleminden çıktığı da unutulmamalı.