In the early 1960s Italian design legend Bruno Munari published his visual case studies on Circle , Square , and, a decade later, Triangle . Using examples from ancient Greece and Egypt, as well as works by Buckminster Fuller, Le Corbusier, and Alvar Aalto, Munari invests the three shapes with specific the circle relates to the divine, the square signifies safety and enclosure, and the triangle provides a key connective form for designers.
One of the great designers of the twentieth century, Munari contributed to the fields of painting, sculpture, design, and photography while teaching throughout his seventy-year career. After World War II he began to focus on book design, creating children's books known for their simplicity and playfulness.
Bruno Munari was an Italian artist and designer, who contributed fundamentals in many fields of visual arts (paint, sculpture, film, industrial design, graphics) and non visual arts (literature, poetry, didactic) with the research on the game subject, infancy and creativity.
MÖ 4000 civarında Mezopotamya'da bulunan ilk tekerlek Neolitik çağı bitirmiş ve Tunç Çağı’na geçişi hızlandırmıştır, der tarih kitapları. İnsanlığın en önemli keşfi olarak tanımladığımız tekerlek aslında bir çubuğa sıkıca bağlanmış masif ahşap dairelerdi. Öyle ki, bu basit tasarım dönemin insanının farkında olmadan geliştirdiği, sık sık belini büken yükleri “Nasıl daha kolay taşırım?” sorusuna cevap olarak ortaya çıktı. Günlük hayatımızdaki birçok ihtiyacı giderirken bizler de bazen bilinçli olarak bazen de bilinçsizce bir form seçeriz. Bruno Munari “Kare Daire Üçgen” kitabında işte bu formların arkasında yatan bilinci açıklıyor. Ona göre, geometrik ifadeler yalnızca soyut kavramlar değil, aynı zamanda sorunların çözüm yollarıdır.
Kitapta, ilk insanlara ait kaya yazıtlarında ev ve yerleşim fikrini kare ile ifade ettiklerini görürüz. Karenin mükemmele ulaşmış bir sayı olduğundan bahseder çünkü tabanın tekrar etme sayısı, birimin tekrar etme sayısı ile aynıdır. Düzenli ya da düzensiz tekrar eden şeyleri gösterebilmek ve odak noktası haline getirebilmek için kare ideal olabilir. Bir kare, geriye kalan tüm formların ev sahipliğini yapabilir. Buna örnek olarak kitapta Chalons Katedrali’nin proporsiyonlarını ve kesiti sunuluyor. Bu kesiti incelediğimizde, kare içerisinde daire, sekizgen ve üçgen formlarının konumlandığını görürüz. Çoğu ünlü antik kent ve modern binaların düzeni karedir. Kitapta bu yapılara örnek olarak Babil, Amarna, Parthenon, Pisa Katedrali, Palazzo Farnese, Le Corbusier’in sınırsız büyümeye açık müzesi verilmiştir.
Proporsiyon demişken, kitapta da yalnızca mimarların değil, heykeltıraşların ve ressamların da objeleri şekillendirirken en sık kullandıkları tekniğin bir zemini karelere bölmek olduğu söyleniyor. Bu ızgaralara kitapta Antik Mısır kanoları ve mezarlıklar örnek veriliyor. İlerleyen dönemlerde belki de bu ızgara yapıları heykeltıraşlara ilham olarak kübik denen heykellerin doğmasına sebep olmuş olabilir.
Yazarın söylediği gibi: Günümüzde hâlâ oynanan satranç, dama, zar, köşe kapmaca gibi pek çok eski oyun kare şekline dayanır. Eğer sonsuz kombinasyon oluşumuna elverişli bir oyun mimarisi oluşturmak isteseydim, seçeceğim form –belki de süreç beni bu forma iterdi– kare olurdu. Elektronik beyin yapısı da bu mantıktan yola çıkarak kare bir zemin üzerindeki minik karelerin (piksellerin) konumlandırılması ile oluşmuş olabilir.
Bir kare eğer bir kenar üzerinde duruyorsa statik, bir köşe üzerinde duruyorsa dinamiktir. İçe ya da dışa doğru bükülmüş haldeyse hiperboliktir diyor Munari. Statik kareler hayatımızın her yerindeler. Hiperbolik kareler evlerimizin çatılarında rahatlıkla gözlemlenebilir, fakat günlük hayatımızda dinamik kareler pek sık gördüğümüz şeyler değil. Tabii gününüzün çoğunu masa oyunlarıyla geçirmiyorsanız… Mesela masa oyunlarının can alıcı noktası olan zarlar, bir küpün bir köşesi üzerinde dönmesi üzerine tasarlanmıştır. Şu aralar popüler olan yeni nesil zarlarda hile yapılmasını azaltmak için dönüş süresini artırmak hedeflenerek sekiz yüzlü dörtgenler tercih edilmiştir. Fazladan iki yüz oyun cambazlarını durdurur mu bilinmez ama işlevini çok daha iyi yerine getirdiğini söyleyebiliriz.
Sanıyorum ki kare çoğu zaman en kolay yapılandır. Kitapta da bahsedildiği gibi insanlık en başından bu yana alfabesinin temelini kare yaparak en hızlı ve kolay iletişimi amaçlamıştır, örneğin: Kore alfabesi, Mısır, Hitit ve daha birçok alfabenin hiyerogliflerinin fonetik değerleri karedir. Endüstride kare, üretim kolaylığıyla karşımıza çıkar. Munari bununla ilgili olarak: Bir karenin yüzeylerinin birleştirilmesi, döndürülmesi veya modifiye edilmesiyle pek çok kompozisyon elde edilebilir diyor ve bu iki örneği veriyor: Kare bir kartonu köşegenleri boyunca keser ve dört tarafından birleştirirseniz bir rüzgar gülü elde edersiniz. Japon oyuncakları bir karenin katlanmasıyla oluşur. Kare deyip geçmemek lazım günümüzde Japonya, origamileri sayesinde turizm ve hediyelik eşya satışından ciddi gelirler elde ediyor origami eğitimleri sayesinde de ayrıca gelirler elde ediyor.
Kare formuna dair pek çok örneğe kitapta yer verilerek tarihte karenin kullanımına ve kullanım sebeplerine dikkat çekilmiştir. Bence yine kitapta yer verilen Basel’in Temel Geometri üzerine şiirlerinden Belloli eseri bu bölümü çok güzel özetliyor.
the field, square the square square the city square the prison square the tomb square the tent square the skin square the pupil square the square is society.
Şiirde; tarla, şehir, mezar, çadır ve hapishane gibi bir toplumun temel ihtiyacı olan alanların kare olduğu vurgulanmış. Bu bağlamda “Kare, toplumdur.” Garipsediğim şey toplumu oluşturan insan için bu durumun aynı şekilde gerçekleşmiyor oluşu. Eğer toplumun bir parçasını –bir grup insanı– bir oda içerisine koyup ortalarına da herhangi bir obje yerleştirecek olursak, insanların obje etrafında kendiliğinden daire şeklinde bir dizinim oluşturduklarını görebiliriz. Bu tezatlığın sebebini şuna bağlıyorum: Kare, şeyleri içinde barındıran, hizada tutan, dışarıdan bir el yardımıyla oluşturulan bir kontrol aracı iken, daire içten gelen, kontrolsüz, organik bir formdur. Yazarın söylediği gibi: Henüz form algısı gelişmemiş bir bebeğin eline bir kalem verildiğinde ilk çizdiği şey daireye benzer. Doğada daireyi bulmak kolaydır, tek yapılması gereken suya bir taş atmaktır. Varoluş, denge, zaman, akustik, hareket ve evrenin döngüselliği gibi pek çok dinamik olayda daireleri gözlemleyebiliriz. Tüm dönme hareketleri ve devridaim için imkansız arayışlar daireden türemiştir.
Villard sonsuza dek çalışacak makinesini yapmak için daireye sığınmıştır. Maxwell enerji dönüşümlerini bir daire sayesinde göstermiştir. Newton renk spektrumlarını anlamak için daireden faydalanmıştır. Tarihe baktığımızda da insanlığın ilahi olayları daire ile somutlaştırdığını görürüz. Antik metinler “Tanrı merkezi her yerde olan ama çevresi hiçbir yerde olmayan bir dairedir.” der. Camiler ve Vaftizhaneler gibi kutsal yapılar ve kutsal simgelerin de çoğu daireseldir.
Munari kitabında şöyle diyor: Düz bir zemin üzerinde duran disk yanlış konumlanamaz bu nedenle tabaklar her zaman dairedir. Sanıyorum ki masanızı kurarken üçgen tabaklarınızı aynı açıya getirmekle uğraşmak istemezdiniz. Belki de bu kez içten gelen bir tembelliğin (!) eseridir tabaklar. Bence bir masaya üçgen bir tabak yerleştirmekten daha zor olan bir şey varsa o da konuk yerleştirmektir. Dengeli bir hiyerarşi için dairesel masa idealdir, bu sayede masanın ortasındaki salataya herkes eşit oranda ulaşabilir. Kitaba da bakarsak önemli olayların sunulduğu yapılarda herkesin eşit olabilmesi için dairesel yapılar tercih edildiği görülür: Menkul Kıymetler Borsası ticaret merkezleri daireseldir, Bernard Reder’in tiyatrosu küreseldir. Benzer mantığın, ses için de kullanılarak akustik yapıların inşasında rol aldığını söyleyebiliriz.
İnsanlık, ses ve görüntüden ziyade, ısı korunumu için de dairelerden yararlanmıştır. Eskimolar, iglo adını verdikleri içi boş yarım küre şeklindeki evleri sayesinde hem soğuktan korunmayı hem de doğal bir havalandırma sağlamayı başarmışlardır. Bu dairesel yapılar, soğuk iklim şartlarında optimum ısı yalıtımı sunarak yaşam şartlarını kolaylaştırmıştır. Eskimoların kullandığı bu tür yapılar, farklı zamanlarda ve coğrafyalarda benzer formlarda görülmektedir. Örneğin, Avustralya’da, Afrika ve Amerika'nın yerli halkları tarafından yapılmış ilk yerleşim yeri dairesel kulübeleri içinde barındırmaktadır. Bu yapılar sıcak rejimlerden korunmanın bir yolu olarak seçilmiş olabilir mi? Bu iki örneğe bakıldığında dairesel kulübelerin hem soğuk hem de sıcak iklimlerde evrensel bir barınma çözümü olmuş olabileceğini düşünmüyor değilim... Günümüzde hala konfor alanımız olan evlerimizden çıkıp ormanda kamp yapmaya gitmek istediğimizde bizi yarım küre haliyle çadırlarımız karşılıyor. Çadırlar tasarlanırken bu açıdan düşünülmüş müdür bilinmez ama yine de iş gördüğünü söyleyebilirim.
Düz çizgi, çizgilerin en basitidir, çember ise en basit eğridir diyor Matematik. Bu basit eğriler Tunç Çağı’ndan bu yana hayatımızı çok farklı şekillerde geliştirdiler. Çemberlerin birbiri arasındaki dizinimleri ile asla kaldıramayacağımız yükleri kaldırdık, hareket ettirdik, ürettik… İki daire bir kayış ile bağlanırsa en basit haliyle bir çarkı oluşturur. İki silindir birbirleriyle mükemmel bir temas halinde zıt yönlerde döndürülürse civa makinesini oluşturur. Birçok silindiri yan yana dizip bir bant ile tutturur ve bandı iki ucundan bağlayacak olursanız bir tank paletine sahip olursunuz. Bu palet, üzerindeki araç veya ağırlıktaki zemin temasını geniş bir aralığa dağıtarak stabilite sağlar ve zorlu arazi koşullarında hareket etmeyi mümkün kılar. Biraz daire biraz da yaratıcılıkla kim bilir daha nelere sahip olabiliriz?
Yaratıcılıktan bahsetmişken, sahi nedir yaratıcılık? Harika çözülmüş bir matematik problemine de “İşte yaratıcılık!” diyebiliyoruz. Soruyu biraz daraltalım ve “Nedir yaratıcı ürün?” diyelim. Bazen en kolay kullanılabilir çamaşır makinesi, bazen doğaya en az zararla üretilebilen ambalaj, bazen karton bir sandalye benim için yaratıcı bir üründür. Karton bir sandalyeye hiç oturdunuz mu? Ne olursa olsun, biraz kaygıyla yaklaşıldığını söyleyebilirim fakat alıştıktan sonra normalini de aratmıyor. Endüstriyel tasarım eğitimi boyunca çoğumuz bu tarz denemeler yaptık ve evet çoğumuz üçgenlerden yararlanarak bu ödevleri teslim ettik. Bruno Munari kitabında üçgenlerin her yönünü ve biçimsel-yapısal olasılığını anlamanın tasarımcı için büyük bir kolaylık sağladığından bahsediyor. Umarım yaptığınız ödevler yeterince anlamanızı sağlamıştır…
Kitapta gördüğümde beni hazırlıksız yakalayan şey, üçgenlerin yaşam döngüsündeki yeri oldu. Apaçık gözler önünde olan bir durum olmasına rağmen pek de farkında değilmişim. Çoğu meyvenin, tohumun ve hatta polenin yapısını incelediğimizde üçgen bir dizilim görürüz. İlk görüşte direkt olarak üçgen bir meyveyi görmüyoruz fakat dilimlediğimizde ya da mayveyi oluşturan molekülleri incelediğimizde üçgen bir dizinim mevcut. Kitapta verilen örneklerde, bir muzun içinin üç eşit parçadan oluştuğunu, bir bitkinin yapraklarının gövde boyunca üçgenimsi bir dizilime sahip oluşunu, Proteaceae poleninin taneciklerinin üçgen bir yapıya sahip oluşunu görüyoruz. Doğanın içinde –gerçekten içinde– üçgeni bulmak kolaydır; makrosporların yapısından kar tanelerinin yapısına kadar her yerde karşımıza çıkıyorlar.
Kendi oluşturduğumuz yapılarda da çoğunlukla denge için üçgen yapıyı ya da ondan türetilen modülleri kullanırız. Bir yapının temelinde, dış cephesinde ya da formunda kullanarak yapıya dayanım sağlarız. Örneğin, Montreal Expo’nun devasa kubbesi çift üçgen biçimli bir ızgaradan oluşmaktadır. Bence bu ızgaraları dış cephede direkt olarak görüyor olmamız yapıya güç katarken aynı zamanda yapı hakkında ne kadar güçlü olduğunu düşünmemizi de sağlıyor.
Uzun bir çubuğu dikey bir şekilde ayakta tutmak istediğimizde etrafına en az üç tane büyük taş koymaya çalışırız. İki tane koyarsak sağa veya sola düşebilir. En ideal ve en tasarruflu yol üç taş koymaktan geçiyor. Daha uzun çubukları dengede tutmak için de taşlar yerine ayaklar kullanılıyor. Tripodlarımızla bu sayede istediğimiz açıdan çekimler yapabilmekteyiz. Üç ayaklı nesneler düz olmayan yüzeylerde bile her zaman dengededir. Üç ayağın bir avantajı da tek bir noktada (çatıda) birleşiyor olmasıdır. Bu birleşim noktası sayesinde tripodumuzun ayaklarını katlayıp kapatabilir ve alandan tasarruf edebiliriz.
Paketleme sektöründe de üçgenlerin hatrı sayılır bir katkısı olduğunu söyleyebiliriz. Kırılmaması gereken bir ürün mü var? Hemen kutu içerisine üçgen alanlar yapılır, ortasına ürün sabitlenir, hasarsız bir şekilde ulaştırılması sağlanır. Al-götür restoranlarda çoğunlukla üçgen bir paketleme tercih edilir. Yiyeceğimizi dışarıdan gelecek darbelere karşı en iyi korumanın yolu üçgendir. Bu örnekte üçgenin yine tek noktada birleşiyor olması bu sefer ergonomik olarak da tutma kolaylığı sağlar. Kitapta da örnek verilen Tetrapak’ın süt kutusu tasarımı bu anlamdaki en üçgen paketleme olabilir. Markaya adını da veren dört yüzlü üçgen paketleme tasarımı zamanında sütü patlatmadan kullanıcıya ulaştırmak için bir çözüm olmuştur. Tabii sonrasında ergonomik sorunlar ile birlikte tasarım güncellenmiş.
Üçgenlerin görsel olarak insanlar üzerinde en fazla etkiye sahip olan geometrik formlar olduğunu düşünüyorum. Zhejiang Üniversitesi Nöroyönetim Laboratuvarı tarafından yürütülen bir çalışmada dairelere kıyasla yukarı bakan üçgenlerin duyguyu iletmede daha etkili olduğu bulunmuş, katılımcıların %78’i üçgenleri yüksek tehlike seviyeleriyle ilişkilendirmiştir. Çarpıcı eserlerde, sanıyorum, bu fazla etkiden yararlanmak için üçgenler tercih edilmiş. Buda heykelini incelediğimizde tutarlı üçgen bir yapıya sahip olduğunu görürüz. Üçgenlerin keskin ve simetrik yapısı, izleyicideki denge ve düzen hissini pekiştirirken, Picasso’nun Guernica eserinde kullandığı üçgenler daha çok kaos algısını pekiştiriyor.
Tarih boyunca hissettiklerimizden bahsetmek ve kendimizi anlatmak için ellerimizi kullanarak çizgiler çizdik. Bazen tek çizgi bazen üç bazen dört. İhtiyaçlarımız arttıkça çizgilerimiz daha da netleşti. Oluşan ihtiyaçlara çözüm bulmak için kuvvetli malzemeleri yonttuk ilk üç boyutlu formları oluşturduk. Zamanla geometrik formlarımızı standartlaştırdık ve kusursuz hesaplamaların kapılarını açtık. Her anlamda hesaplanmış bu orantılı çizgiler hayatlarımızı fazlasıyla kolaylaştıran tasarımlara dönüştüler.
Munari kitabında bir hikayeye yer veriyor: Beyin hastalığından muzdarip bir kadına bir kare gösteriliyor ve ne olduğu soruluyor. Kadın bu şekli anlamlandıramayıp kare içerisine artı (+) şekli çizerek bir pencere oluşturuyor. Artık onun için anlamlı hale gelen kare bir kilisenin penceresi olmuştur. Tasarımcının işi de bence tıpkı bu hikayede olduğu gibi soyut formların somut nesneler haline getirilmesidir. Aynı zamanda somut nesnelere bakıp formlarını ayırt etmek de tasarımcının yeteneğinin bir göstergesi olabilir mi?
Great book with the foundations of design. It's a different angle of Kandinsky's book, categorized by the main shapes cube, triangle and circle. A pocket size book with many images and small analysis. A must-have for designers of all types.
Art books come in all subjects, shapes, and sizes, often presented as the heavy, oversized variety. This unassuming, small softcover by prolific design master, Bruno Munari packs as much as any coffee table book putting the prime focus on shape. Munari explores in-depth the specific qualities of basic design forms: the square, which signifies safety and enclosure; the circle relating to the divine; and the triangle, providing a key connective form for designers.
Originally written in 1960, 1964, and 1976 respectively, his trilogy, “Square, Circle, Triangle” (Princeton Architectural Press) was revived in 2005-2007 with new Italian/English translations, and collected as a singular guide of thematic visual references inherent throughout history. Whether focussed in disciplines of architecture, painting, textile, trademark, interior, or general design, the understanding of visual form and composition is vital, particularly to how it relates to its surroundings and human experience. However, Munari's international coverage of subjects goes further into areas of mathematics, science, world cultures, language, nature, physics, puzzles, and so on.
Collected as a digestible visual diary, each entry validates the application of each physical form within the visual history of world art. Either with a brief statement or a expository lesson supported by visuals, the range of subjects go beyond everything we learned in school, full of interesting details and thoughtful relevance to everyday life. There’s something for everyone in this resourceful collection that is both insightful and engaging.
In conclusion, "Square, Circle & Triangle” is overflowing with significant case studies from ancient learnings to artistic impressions. The overall feeling is that everything in art and nature has structure, systems and beauty. Our job as humans is to learn how to see and use them in different, unique and useful ways to benefit our world... past, present and future.
A compilation of images and/or brief descriptions pertaining to the following subjects: rectangles, circles, and equilateral triangles. The selected examples span diverse themes, including ancient cultures, mathematics, and arts and design from the 1960s and 1970s. While it's impractical to provide all-encompassing explanations for each theme, the displayed pieces do end up forming a somewhat vague composition. Complicating matters, the English edition (from Princeton Architectural Press, 2015) exacerbates the issue: the original alphabetical arrangement has been lost in translation, and the black-and-white printing makes it nearly impossible to read the images when they rely on color.